23 Temmuz 2015 Perşembe

KAHVE FALIMDA CİNAYET VAR! 17. Bölüm

Pazar sabahı saat yedi olmadan uyandı. Tekrar uyuyamayacağını anlayınca kalkıp çayı koydu. Hava nefes alınmayacak kadar sıcaktı. Üstünde penye bir elbise vardı. Askılı elbisenin etekleri dizinin oldukça üstünde son buluyordu. Sıcaktan neredeyse elbiseyi bile atacaktı. Onu sakinleştirip rahatlatacak tek yer olan asmanın altındaki masaya yerleşti.

Çayın suyunun kaynadığını belli eden sesi duyunca mutfağa girip çayı demledi kahvaltılıkları alıp yine serin olan çardağa geçti. Çay demlenene kadar komşular için yetiştirdiği çiçeklere baktı. Çoğu tutmuştu. Tutmayanların da köklerini attı. Onlara yeni çiçekler ekip onları yetiştirecekti. Elinden yetişmiş çiçekleri dağıtmak çok hoşuna gidiyordu. Yaz için çoğu çiçeğin tohumunu bir önceki yazdan saklıyordu. Sonra da hangi ayda hangisinin tohumunun ekilmesi gerekiyorsa ona göre yetiştirmeye çalışıyordu. Tohumların çimlenmesini izlemek en büyük zevkiydi. Sonra fideleri seyreltir, sonra da asıl saksılara aktarırdı. İki dükkânın işi zor olmasa üçüncüyü de açar çiçek satardı. Ama şimdilik böyle idare ediyordu.


Saat sekiz olmadan kahvaltısını bitirmişti. Dükkânlardan biri açılacaktı nasılsa. Onu da öğlene kadar açmasa da olurdu. Anlayamıyordu insanların o saatlere kadar uyumasını. Eline kitap alıp asmanın altındaki yuvarlak yumuşacık minderli alçak sandalyesine gömüldü. Bir saat kadar sonra kitabını bıraktı. Gözleri yorulmuştu. Kendine yeniden çay koydu. Biraz kaslarını açtı. Sonra kaldığı yerden devam etmek için kitabı eline aldı. Bir yandan çayını yudumladı bir yandan da elindeki kitabın sonunu getirdi. Sürpriz sonlu macera kitaplarını seviyordu. Kitabı kitaplığına bıraktı, mutfak kısmına geçti. Ayşegül'ün sözlerini anımsadı. Kendine bir kahve yaptı. Acaba baksa ne görecekti?

On dakika sonra kahve fincanını açmış anlamaya çalışarak şekillere bakıyordu. Bir şey yoktu işte. Kendisine bakamıyordu. O kadar dalmıştı ki yanına gelen Emine'nin sesi ile sıçradı.

“Nil abla, güzel şeyler var mı?”

“Ay Emine ödümü patlattın.”

“AA kapının üstündeki zil bile çınladı. Duymadın mı? O kadar daldıysan mutlaka güzel şeyler vardır!”

“Yok, canım, güzel değil hiçbir şey yok. Kendime bakamıyorum.”

“Ben bakayım mı sana?”

“Sen biliyor musun?”

“Senin gibi değil, ama diyorum iki üç bir şeyler”

“Ah ah sizin bu Türkçe'niz beni öldürecek. Ne demek 'iki üç bir şeyler?' Bir şeyler görüyorum ya da iki üç kelime söyleyecek kadar görüyorum, desene”

“İşte o dediğinden.” Emine gülüyordu.

“İyi bakalım öğleden sonra içeriz birer tane daha. O zaman sen bana bakarsın. Tamam mı?”

“Tamam.”

“Bugün Aydan yok. Sen hemen başla toz almaya.”

“Dün sordum söylemedi neden bugün izin yaptığını. Sen biliyor musun Nil abla?”

“Bilmiyorum. İzin istedi ben de iş yok diye verdim. Yarın öğreniriz.”

Emine, yüzü asık uzaklaştı. Aydan’ın ne işi olabilirdi ki pazar günü? Acaba bir erkek arkadaşı mı vardı? Kendisine neden söylememişti?

Aynı gün öğleden sonra kahveleri yapıp Nil ablasına seslendi. Kendisine de pişirmişti. Karşılıklı oturup içtiler. Sonra kapanan fincanların soğuması beklendi. Ardından da Emine fincanı açıp gördüklerini yorumlamaya çalıştı. Hep söylenen yollar, kalabalıklar kuşlar balıklardan sonra “Nil abla, biri seni çok sinirlendirecek. Tartışacaksın sanırım. Beyaz saçlı biri bu.” demişti. Nil kim olabileceğini uzun uzun düşünse de eczaneye gelen ve istediği ilacı alamayan yaşlı hastalardan başkası aklına gelmedi...

Sonra da kendisine güldü... Falı bu kadar kafaya takacak değildi ya...

***** 

Pazartesi günü nöbetin devamı olunca daha da yorucu bir gün olmuştu. Eve girdiğinde yeni alınan eşyalarına şöyle bir baktı. Gerçekten evin havası değişmişti.

Alırken ne yapacağını anlamadığı ama şimdi orta sehpa olarak duran eski kapı ise çok güzel bir işçiliğe sahipti. Tüm yerler çeşit çeşit el işi kilimler ile kaplanmıştı. Eski kilimlerin bir kısmında delikler sökükler bile vardı. Ama o görüntü bu evde fakirliği değil kullanılmışlığı çağrıştırır olmuştu. Bu havayı sevdiğini hissetti. Handan gerçekten güzel iş çıkartmıştı ama çok yorulmuştu. Pazar sabahı kahvaltıyı birlikte yapmışlar Hakan evden çıktıktan sonra Handan evi kendince yeniden düzenlemişti.

Mutfağa girdiğinde buzdolabının üstünde bir not gördü. Kardeşi dün yemek pişirmiş onun için buzluğa atmıştı. Ama şimdi onları bile ısıtacak hali yoktu. Zaten yemiş de gelmişti. Aynı gün üç cinayet haberi gelmiş oradan oraya koşturmuşlardı. Zaten noksan kadro böylece daha da eksilmiş işler dağ gibi yığılmıştı.

Evin camlarını açıp havalandırdı. Kendine bir kadeh şarap koydu. Bu da son zamanlarda edindiği bir alışkanlıktı. Kendine gelmek için tek kadeh yetiyordu. Televizyonu açıp karşısındaki koltuğa uzandı. Elindeki işlerin çoğunu sonuçlandırmıştı ama travestilerin ikisinin de katili ile ilgili en ufak bir delil bulunamamıştı.

Yapılan otopsilerde öldürücü aletin ne olduğu net anlaşılamamış ama yakın bir mesafeden dondurma külahı gibi şekli olan bir delici aletin kalbe saplandığı anlaşılmıştı. Aletten kesinlikle iz kalmıyordu. Tek olan kalbin üstündeki delikti. Çoğu kişi kalbin gerçek yerini bile bilmez akciğerlerini kalp olarak gösterirken bu kişinin kalbi tek seferde tutturması tıp eğitimi almış olma ihtimallerini kuvvetlendiriyordu. Önce bu düşüncelere ardından da derin bir uykuya dalmıştı...

Acı acı çalan ev ve cep telefonunun sesi ile zor açtı gözlerini. Saat sabahın altısıydı ve o hala koltuktaydı. Orada üstündekilerle uyumuş, boynu ve sırtı açık camdan gelen rüzgâr yüzünden tutulmuştu. Zorlukla doğrulup telefonuna baktı. Akın'ın adını görünce hemen açtı.

“Ne oldu yine sabah sabah?”

“Amirim, günaydın. Üçüncüsünü bulmuşlar bu sabah.” Ne Akın açıkladı ne de Hakan sordu.

“Adresi ver.” dediğinde ev telefonunun sustuğunu fark etti. “Evi de siz mi arıyordunuz?”

“Evet amirim. Sizi uyandıramadık.”

“Telefonları uzakta bırakmışım. O yüzden duymadım. Yarım saate kadar oradayım.” Telefonu kapattı duşa gitti. Boynuna ve sırtına biraz sıcak su tuttu. Sonra giyindi ve arabasına binip olay yerine doğru yola çıktı. Sabahın çok erken saati olması sayesinde kısa sürede karşıya geçmiş, olay yerine ulaşmıştı.

Artık bu işin zıvanadan çıktığını biliyordu. İlk ikisinde basın bir iki gün yazmış sonra susmuştu. Ama üçüncüden sonra işlerin çok değişeceğini biliyordu. Katili yakalayana kadar her gün haber yapacaklarını hepsi tahmin ediyordu.

***** 

“Akın, kim bulmuş cesedi?”

“Kapıcı bulmuş amirim.” Akın o gelene kadar cesedin yerinden kaldırılmamasını sağlamıştı. Hakan'ın olay yerini incelemesinden sonra ceset kaldırılmış, etraf biraz daha sakinleşmişti. Olay yeri incelemedekiler her şeyi poşetlere dolduruyordu. Oysa Hakan yine ipucu olmadığını biliyordu.

“Normalde kaçta gelirmiş eve?”

“Sabaha karşı dört - dört buçuk arası gelirmiş.”

“Yani en az iki saat geçmiş öldürülmesinin üstünden!”

“Öyle amirim.”

“Yine yüzük parmağını kesmiş. Ya evliliği bitmiş ya da evlenmeye takmış birinin mi peşindeyiz acaba?” Hakan, gözle görülür deliller üzerinden fikir yürütmeye çalışıyordu.

“Sanırım evliliği bitmiş biri. İntikam alıyor gibi. Acaba katil erkek mi kadın mı? Bunu bile tahmin edemiyoruz. Erkek ise karısı kendisini bir travesti için terk etmez. Kadın ise kocasını travestiye kaptırmış olabilir!” Akın da beyin jimnastiğine uymuştu.

“Katilimiz bir erkek bence. İkinci maktul bir erkekle birlikte olmaya hazırlanmış gibiydi. Ayrıca bir kadını o saatte evine alır mıydı?”

“Hiçbir fikrim yok ne yazık ki.” İşte burada cinsel tercihler devreye giriyordu ve kimin nasıl bir tercihi olduğu artık bilinemiyordu.

“Tamam, sen diğer tanıkları dinle, ben kapıcı ile görüşeyim.” Hakan da doğru tahminler yürüttüğünden emin değildi. O yüzden Akın'ı zorlamadı.

Hakan, kapıcıyı bir kenara çekmiş sorularını soruyordu. Adamın korkusu gözlerinden okunuyordu.  Ölenin travesti olduğunu biliyorlardı. Ama hiç kimse ile kavgası gürültüsü olmayan bazen erkekler ile gelen ama onların bile sesini yükseltmelerine neden olacak davranışlar sergilemeyen biri olduğunu anlatıyordu. Apartmanda oturanların farklı tercihleri olan kişiler olduğunu söylerken yüzü kızarmıştı.

“Sen ne zamandır buradasın?”

“İki yıl oldu amirim.”

“Bu ölen, gerçek adı neydi, Fuat mı? O ne zamandır bu apartmanda oturuyor?”

“Bir yılı biraz aştı. Üç arkadaş kalıyorlardı. Sonra ikisi bir iki ay ara ile ayrıldılar. O tek kaldı. Bir pavyonda çalışıyor. Genelde eve adam getirmez. Bazen birileri ile gelir ama sorun çıkartmaz gelenler.”

“Pavyonun adresini verdin mi?”

“Memur beye verdim.”

“Tamam, başka ne var anlatacağın?”

“Aklıma bir şey gelmiyor amirim.” Rengi biraz daha normale dönmüştü.

“Gelirse bizi arıyorsun. Olur, da buralarda, daha önceden görmediğin birilerini görürsen ya da önceden gördüğün ama şüphelendiğin birilerini anımsarsan haber veriyorsun. Anlaştık değil mi?”

“Emredersiniz amirim.”

Hakan, üç cinayetin katilini aramak için hemen kolları sıvadı. Emniyet müdürlüğü binasına dönerken, telefona sarıldı. Adli tıptaki tüm verilerin bir an önce kendisine ulaştırılmasını istedi. Daha sonra dosyalara bakan uzman Altan Ersoy’u bizzat aradı.

“Altan Bey, Ben Baş komiser Hakan Çevik.”

“Buyurun Baş komiserim.”

“Altan Bey, üçüncü cinayet işlendi ve biz hala tek bir ipucu bulamadık. Cesetlerde katile ait hiçbir şey nasıl çıkmaz? Siz tüm tetkiklerin yapılmasında başında mısınız? Elemanlar bir şeyleri atlıyor olabilir mi?”

“Hakan Baş komiserim, içiniz rahat olsun. Adli tıp doktorunun otopsi yaptığı ortamlar hariç tüm tahliller ile bizzat ilgileniyorum. Bana da yukarıdan korkunç baskı var. En kısa sürede çözeceğiz. O katil elini kolunu sallayarak gezemeyecek.”

“Teşekkürler Altan Bey. İyi haberlerinizi bekliyorum.”

Cinayet aletinin ne olduğu nasıl anlaşılmazdı? Gözden kaçanları yakalaması gerekiyordu. Üç cinayetin tek ortak noktası ölenlerin travesti olması gibi dursa da belki katile giden başka ortak noktaları da vardı. Emniyet müdürlüğü binasından girdiklerinde saat dokuz olmamıştı. Hakan merdivenlere doğru yürürken arkasından birinin konuşmasını duydu.

“Vay, buraya da Çevik Kuvvet gelmiş.”

“Yine mi?” diye söylendi. Soyadı ile olan bu bağlantıdan Ankara'dan gelince kurtulduğunu sanmıştı ama yine kendisini bulmuştu. Kimin söylediğini anlamak için arkasını döndüğünde merdivenleri çıkan tanıdık yüzü gördü.

“Tarkan? Ne işin var burada?” Hakan, bu karşılaşmadan memnun değildi. Çünkü Tarkan kendisinin aksine son derece şakacı, ulu orta konuşmaktan kendisine takılmaktan hoşlanan biriydi. Hakan, Tarkan'ın uzun süre ayakaltında dolaşırsa buradaki imajını bozacağından emindi.

“Duydum ki orta doğu ve balkanların en iyi cinayet masası polisi İstanbul'a tayin olmuş bir göreyim dedim. Ne haber devrem?”

“İyi yaptın ama şu Çevik Kuvveti buradakilere öğretme olur mu?”

“Neden? Zoruna mı gidiyor? Ayrıca senin buraya geldiğini nasıl duydum sanıyorsun? Her yerde adın Çevik Kuvvet Hakan Baş komiser olarak anılmaya başlanmış bile. Keşke benim de böyle lakabım olsa!”

“Sana desinler de bana demesinler. Hadi gel devrem sana çay ısmarlayayım.”

“Sadece çay olmaz, öğlene kadar yanındayım, yemek istiyorum.”

“Olur, çocuk bakacaktım. İşin gücün yok mu?”

“Olmaz mı? Yıldız komiser ile görüşmeye geldim. Adı gibi güzel mi?”

“Bilmem. Bakarsın. Neden görüşeceksin? Cinayet davası ile mi ilgili?”

“Geçenlerde bir polis çocuğu, babasının beylik tabancası ile dedesini vurdu. Adam üç gün sonra öldü. Bizim memuru kayınpederini öldürmek ve suçu dört yaşındaki oğluna atmakla suçluyorlar. Ben de ifade vermek için geldim.”

“Anladım. Saat kaçta randevun?”

“Dokuz buçuk. Yani o zamana kadar sen bana neler yaptığını anlatacaksın? Manita yaptın mı? Benim elinden almak için uğraşacağım kadar güzel mi? Hepsini tek tek anlatacaksın!”

“Sen hiç değişmez misin? Büyü biraz oğlum. Ayrıca kimse yok. Daha alışamadım buralara.”

“Alışman için bulacaksın oğlum birilerini. Bak akşamları bana takıl nasıl alışıyorsun üç gecede.”

“Aklımı kaçırmadım. Hadi gel ve sus. Zıkkımlan çayını sonra da bak bakalım Yıldız güzel mi?”

“Vayy anladım ki kız güzel. Üstelik senin de dikkatini çekmiş. Farz oldu elinden almak.” Hakan içinden, ‘tek istediğim sana ilgi duymasıyken sen nasıl elimden almış oluyorsun?’ diyordu. Bıyık altından gülerek çıktı merdivenleri. Bir iki cümle ile belki de başından atmıştı Yıldız'ı.

Çaylarını içerken Deren içeri girmiş bir dosya bırakıp çıkmıştı. Akın hala olay yerindeydi. Tarkan, Deren'i incelemiş biraz uzun bakınca Hakan, “Akın seni faili meçhul yapmadan bakışlarını topla.” demişti. İkisi arasındaki gerilimin ne zaman patlayacağını merakla bekliyordu Hakan. Ne Deren ne de Akın artık kendilerini engelleyemiyorlar, birbirleri ile atışıp duruyorlardı. Bu da Hakan’ın artık emin olması demekti.

“Tüh be kaçtı desene, .”

Hakan, okul arkadaşının aslında sadece dilinde olduğunu biliyordu. Kızları sever ama gönlünü kaptırmazdı. Okul zamanında anlatmıştı.  Komşu kızını çok sevmiş, onlar taşınınca çok üzülmüştü. Daha lise çağlarında yaşadığı bu olaydan sonra bir daha sevmeyeceğine karar vermişti. Hakan, Tarkan'ın da bir gün seveceğini biliyordu. Sadece o zamana kadar çiçekten çiçeğe uçmasını izliyordu.

“Çevik Kuvvet, bir akşam gerçekten birlikte bir şeyler yapalım. Bizim devreden bir iki arkadaş daha var. Anımsarsın, bir üst sınıftan Lütfü ile bizim dönemden Şinasi var. Onlarla sık görüşüyoruz.”

“Bana Çevik Kuvvet demeye devam edersen asla sizinle buluşmam. Lütfü evlenmemiş miydi? Neden hala seninle geziyor?” Hakan, eski arkadaşlarının adını duyunca keyiflenmişti. Tarkan, masasının önündeki koltuğa biraz daha yayıldı. Olmayan bıyıklarını burarak,

“Geçen sene boşandı. Şimdi yeni kısmetler peşinde.” diyerek bastı kahkahayı.


Hakan'ın masasındaki telefon çalıp Hüseyin, Yıldız komiserinin Tarkan'ı beklediğini söyleyince, Tarkan toparlanıp ifade için diğer odaya geçti. Hakan da elindeki işlere döndü.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder