28 Haziran 2015 Pazar

BUZDAKİ ATEŞ 35. Bölüm



Cemal ile kardeşleri büroda toplanmıştı. Ünsal aile ile konuşmak, Zeycan'ın yerini öğrenmek istiyordu. Biri mi kaçırmıştı yoksa bir sevdiği vardı da ona mı kaçmıştı? Ünsal baskı yaptıkça Zeycan'ın ağabeyleri kendilerine kızıyorlardı. Ünsal takıntılı biriydi. Bunu anlamamış olmaları kendi kabahatleriydi. Başka nedenle uzaklaşmış olsa da Zeycan’ın bu evliliği yapmayacak olması hepsini mutlu ediyordu. Ünsal ise kimsenin beklemediği tepkiler vermeye başlamıştı. Hatta bir ara masaya yumruğunu vurmuş, sizi yok edene kadar tüm borç senetlerinizi toplayacağım. Ya Zeycan'ı bulur getirirsiniz ya da kuru ekmeğe muhtaç olursunuz, demişti. Cemal, işler yoluna girdiğinde bu adamın tek bir fıstığını bile taşımama kararı almıştı. Celal ağabeyi de buna uyacaktı, biliyordu. Şimdi düşünmesi gereken ağabeyinin ve oğlu ile karısının nasıl kurtulacağı iken oturmuş bu adamın uçkur düşkünlüğünü konuşuyordu. 


Ünsal yarım saat kadar yağmış gürlemiş, en sonunda büronun kapısını çarparak gitmişti. Fırsatçının gidişi ile dört erkek kardeş birbirine bakıp, bu soysuza verecek kardeşimiz yok diyerek fikir birliğine vardılar.

***** 

Zeycan tüm bunlardan habersiz Meliha Teyzesi ile ev işi yapıyordu. Akşam yemeğini hazırladıktan sonra biraz odasına çekilmişti. Erhan ağabeyinin üst kattaki odasını ona vermişti Meliha Hanım. Tek kişilik de olsa geniş bir yatak vardı. Kitaplık ve gardırop ceviz kaplamaydı. Koyu rengi daha da erkeksi bir hava veriyordu. Yatağının üstüne oturup İbrahim'i aradı. Telefonu meşgul olunca Cemal ağabeyini aradı. Özlemişti ailesini.

“Nasılsınız ağabey? Herkes iyi mi? Haber var mı?”

“Dur kız, tek tek sor. İyiyiz. Haber yok. Sen nasılsın? Seni çok özledik. Sana iyi bakıyorlar mı?”

“Cemal ağabey, beni kraliçe gibi ağırlıyorlar. Meliha teyze de çok tatlı. Ama sizleri çok özledim. İnşallah en kısa sürede dönerim de sarılırım size.”

“Bak sana bir haberim var. Hani şu Ünsal vardı ya?”

“Ne olmuş ona?” Panikle sözünü kesmişti Cemal'in. Ünsal ile sözü kesilmiş falan değildi inşallah.

“Bir şey olduğu yok. Sana yaklaşırsa bacaklarını kırmak için hazırlıklıyız. Gerçi bunu yüzüne karşı söylemek isterdim ama yine de için rahat olsun. Seni o soysuza vermeye hiç niyetimiz yok.”

“İnanamıyorum. Çok sevindim. Çok sevindim... Cemal ağabey, çok sevindim.” Zeycan telefonda ağlamaya başlamıştı. Telefonun ucunda Cemal de ağlıyordu. Kardeşlerini nasıl bir olayın içine attıklarını asıl şimdi anlıyordu. Tüm ailenin iyiliği için diye kendilerini ikna ettikleri evliliğin kardeşlerini nasıl üzdüğünü şu tek cümle ile çok iyi anlamıştı. Bir daha onu asla üzmeyeceklerdi.

Zeycan, bir kez daha İbrahim’i aradı. Yine meşguldü. Bu haberi ona vermek istiyordu. Ama biraz daha bekleyecekti.

***** 

İbrahim, o anlarda Fuat ile konuşuyordu. Bir numaraya giden yolu bulmuşlardı. Tüm bu kaçakçılığın ardında, Gaziantep de onlarca fabrikası olan, Gıyasettin Aybeniz adlı iş adamıydı. Ali İhsan Ketekan, Suriye ile bağlantıyı kuran kişiydi. Hem rüşvet, hem de satılan malların parasından komisyon alıyordu. Bunların ispatı MASAK tarafından yapılmıştı. Davanın o kısmı İbrahim'in işi değildi artık.

Jandarmadan gelen haberi Erhan'a bildirmek istiyordu ama sonuç alınmadan onu da tedirgin etmek istemiyordu. O gün yine tarlada ilaçlama varmış gibi uçaklar defalarca geçmişti tarlanın üstünden. Bu kez atılanlar silah değildi. Küçük paketlerin ne olduğu anlaşılmıyordu. Ama yine traktörlere yüklenmişti. Aynı yolu izlemişti traktörler. Fakat bu kez balıkçılara götürülmemişti paketler. Yolda bir tır vardı. Tutanoğlu Nakliyat firmasına ait bir tırdı. Sivil araçlar peşine düşmüştü. Eve baskın yapılacağı için tıra el koyamıyorlardı. Aynı anda olmalıydı iki hareket.

***** 

Erhan odasında kendi kendini yiyordu. Harun neden gelmişti? Uğur mu çağırmıştı? Sabah ağlamasının nedeni Harun muydu? Kavga mı etmişlerdi? Evet, mutlaka öyle olmalı. Kavga etmişler, Uğur üzülmüş, Harun da kavgalı olmaya dayanamamış gelip barışmıştı. Böyle olmalıydı. Erhan bunları düşünüyor ve Harun ile Uğur arasında bir şeyler olduğuna kendini ikna ediyordu. 

Çalışma bitince yanlarından ayrılmış hemen odasına gelmişti. Öğlen yemek saatinde inmemişti. Üstelik Uğur bu kez onu merak edip gelmemişti. Daha fazla düşünmeye gerek yoktu. En iyisi uyumaktı. Yatağına uzandı.

***** 
Zeycan, birkaç denemeden sonra nihayet İbrahim ile konuşabilmişti. Ünsal ile ilgili ağabeyinin söylediklerini aktardığında İbrahim de rahatlamıştı. Zeycan, telefonda yüzünü göremese de çok sevindiğini sesinden anlıyordu.

İbrahim de kendisini seviyordu galiba? Basit bir beğeni olarak kalmaması için dua etti Allah’a.

*****

Telefonun acı sesi ile uyandı. Hava kararmıştı. Ekranda İbrahim'in adını görünce hemen açtı.

“Haberler çok iyi. Celal'leri aldık o evden.” Sesi gürül gürül çağlıyordu telefonda. Erhan inanamadı duyduklarına…

“Nasıl? İbrahim? Ciddi misin? Bitti mi? İyiler değil mi?”

“İyiler iyiler. Jandarma, bugün baskın yaptı. Evdeki çete üyeleri yakalandı. Bağlantılı olan on kişi de eş zamanlı baskınla ele geçirildi. En tepedeki ise hala yakalanmadı ama yurt dışına çıkışı yasaklandı. Yakında onu da ele geçirirler. Senin ikinci celsede davan düşecek. Böylece siciline de işlenmeden göreve geri dönüşün onaylanacak. Memnun musun?”

“Elbette memnunum. Nasıl olmam. Davam bitecekti zaten ama Celal ve Leyla'nın kurtulması her şeyden önemli. Bebek nasıl? İyi bakılmış mı?”

“Çok konuşamadım ama hepsi çok iyi durumda. Adamların niyeti tarlalara konmakmış. Daha önceki yolları tespit edilince yeni yollar aramaya başlamışlar. Tarlalar sınırda olunca Celal'in mallar kıymetlenmiş. Tek dertleri kaçakçılık değil. Zaten anlamıştın sen de. Hem para kazanacakları bir ortam hem de teröre silah sağlayacakları bir düzen kurmakmış amaçları. Tarlalardan gündüz gözü ile yapılacak nakliyatlar dikkat çekmez diye düşünmüşler. Bir de sınırın iki tarafı da tarla olan ve gözetim noktalarına en uzak yer bunların tarlası. Tarlalar arasında sınır ihlal eden ilaçlama uçakları dikkat çekmez rahatça yaparız işimizi diyorlarmış. Ama tarlada mahsul olunca, işçiler gece gündüz ayrılmayınca en uygun yol bunu bulmuşlar. Cemal'in kumar merakı adamlara altın tepside sunmuş aradıkları fırsatı. Önce silahlar geldi. Bugün de uyuşturucu attılar. Şoförlerden biri de onlara destek olmuş. Saffet’ti sanırım adı. O da tırla malların dağıtılmasına yardım ediyormuş. Önce inkar etti. Sonra Celal’in yaptırdığını söyledi ama en sonunda itiraf etti.”

“Saffet? A anımsadım. Yolda gördüğümüzde sözlüsüne gittiğini söyleyen biri vardı. Yanık tenli, zayıf bir genç mi?”

“Evet, öyle biriydi.”

“Celal de acımıştı ona. Soysuz, şerefsiz.”

“Boş ver, artık hapiste en fazla sigara taşır bir kulaktan bir kulağa!”

“Onun kulaklarını eline vermek vardı ama… neyse.”

Erhan rahatlamıştı biraz. Aklını kurcalayan diğer konuyu sordu. “Burhan'ı öldürmelerinin nedeni neymiş? Öğrenebildin mi?”

“Öğrendim. Tahmin ettiğimiz gibi. Gözdağı vermek için. Şimdi ifadeleri alınıyor. Tüm detayları öğrenince ararım seni.”

“İyi o zaman. Haber bekliyorum senden.”

“Tamam görüşürüz.”

“İbrahim...”

“Efendim, Erhan.”

“Teşekkür ederim. Sana borçlandım.”

“O ne demek? Kesinlikle öyle bir şey söz konusu değil.”

“Yok yok sana borçlandım. Bir kısmını ödemek isterim, borcumun.”

“Nasıl olacak bir kısmını ödemek?”

“Zeycan'ın da seni sevdiğini söylersem, bir kısmını ödemiş olur muyum?”

“Bu söylediğinde ciddiysen asıl ben sana borçlanırım.”

“Sen kara sevdaya mı tutuldun oğlum? Ne bu hal?”

“Erhan, bir hafta bile olmadı daha görmeyeli ama o kadar özledim ki, anlatmam mümkün değil. Bu nasıl iş? Ben bu yaşa kadar böyle şey yaşamadım. Kendime de yaşadıklarıma da inanamıyorum.”

“Bilenler buna aşk diyor. Artık ağabeyini de kurtardığına göre kızı kaparsın.”

“Bakalım kız benimle İstanbul'a gelmeye razı olacak mı? Benim günlerce uzaklarda olmamı kabul edecek mi?”

“İşte bunu bana değil mutlaka ona sormalısın.”

“En kısa zamanda soracağım.”

“Tamam. Bana detayları anlat sonra. Celal'e de söyle beni hemen arasın.”

“Söylerim. İyi bak kendine.”


Erhan, üstünden kalkan yük ile kendini çok iyi hissediyordu. Uğur'a olan kızgınlığını bile unutmuştu. Odasından çıktı. Bu arada evi aramış müjdeyi vermişti. Yunus ile Sedat'ı da haberdar etmişti. Lobide tanıdık kimseyi göremedi. Danışmadakilere Uğur'u sordu. Havuzda olduğunu öğrendi. Havuzun olduğu yer oldukça kalabalıktı. İlk kez normal suyu olan kapalı havuza gelmişti. Diğer hastalar ve onların yakınları havuz kenarında oturuyor ya da havuzun tadını çıkartıyordu. Erhan kot pantolon ve kazak ile orada çok abes kaçtığını fark etmişti ama Uğur ile son haberleri paylaşmak istiyordu. Etrafına dikkatli baktı ama göremedi. En sonunda havuzda yarışan iki kişiden birinin Uğur olduğunu anladı.

Bir tur daha atan ikili neredeyse aynı anda bitirmişti yarışı. İzleyen birkaç kişi alkışlayınca yarışçılar da birbirine sarılmış kutlamıştı. Erhan erkeğin kim olduğunu anlamamış ama Harun olduğunu tahmin etmişti. Oysa havuzdan çıkan Süleyman'dı. İki bacağı da olmadığı halde Uğur ile başa baş bir yarış çıkartmıştı. Erhan, her gün yeni bir şeyler öğreniyordu. Uğur'un çabalarını takdirle karşılıyor ama gençlerin azimli hallerini gördükçe kendi noksanlıklarını fark ediyordu.

Sudan çıkan Uğur'un üzerindeki mayonun farklı kesimini hemen fark etmişti. Yakası ve bacak oyukları çok daha açıktı. Kendisi ile çalışırken giydiği yüzücü mayosunun yanında bu mayo, bikini etkisi yaratıyordu. Onu öyle izlemek, kıvrımlarını incelemek... Kafasını çevirmek istedi ama yapamadı. Uzun bacaklarını süzdüğünü fark edince yine kendini engellemek istedi. On saniye sonra yine bakışları Uğur'u bulmuştu. O ise hala Süleyman ile konuşuyordu. Kendisini izleyen Erhan'ı görmemişti.

Erhan, yanlarına doğru yürüdü. Koltuk değneklerini ayakta duran ikilinin yanındaki sehpaya dayadı. Ayakta durmak artık çok daha kolaydı. Uğur, Erhan'ın yanlarına gelmesi ile biraz tedirgin oldu. Bugün yanından apar topar gitmesine kızmıştı. Konusu açılınca söyleyeceği bir çift lafı vardı.

Erhan, sadece yüzlerine bakarak konuşmaya başladı. “Sonunu görsem de çok güzel bir yarıştı. Süleyman, iyi ki seni geçmesine izin vermedin. Zaten tavlada da beni yendi yenecek. Dilinden kurtulamayız yoksa.”

“Merak etme Erhan Bey. Ben ona havuzda asla şans tanımam. Hezimet olmasın diye yavaş yüzdüm.”

“Tüh keşke duyurmasaydın, şimdi gururu kırılır falan.”

Onlar kendisi hakkında konuşurken Uğur da şaşkınlık nidaları ile bir birine, bir diğerine bakıyordu. Erhan nasıl bu kadar değişmişti bir anda? Ama madem değişmişti o zaman o da gereksiz gerginlik yaratmayacaktı.  “Siz ne utanmazsınız. İkinizi de bir sonrakinde yeneceğim. Bu kez berabere falan da dinlemem. Sonuna kadar... Ya herru ya merru.”

“E tamam. Bence mahsuru yok. O zaman hadi ben de havuza gireyim. Yarışalım.” Erhan yasaklanan yüzme için kendisine fırsat yaratıyordu.

“Erhan Bey, sizinle yapacağımız yarış havuzda olmayacak. Tavla için akşam yemeği sonrasında randevulaşalım mı?”

“Tüh yine kandıramadım. İyi ne yapalım yaza kadar yüzmem ben de. Tavla için akşamı beklerim ama şimdi üstünüzü giyinin de size güzel bir şeyler ısmarlayayım.”

“Ne oldu? Neden bu kadar neşelisin?” Sesindeki neşeli ton, bu soruyu sormasına neden olmuştu. Ne olup da bu hale geldiğini öğrenmek istiyordu.

“Güzel haberler aldım. Onları kutlamak istiyorum.”

“Erhan Bey siz kutlayın. Her ne kadar Uğur hanımı geçtiysem de bu beni yordu. Biraz dinlenmem lazım.”

“O zaman seninle de sonra buluşuruz Süleyman.”

Onlar konuşurken Uğur, Erhan'ın yanında kendini tedirgin eden mayosunun üstüne hemen bornozunu giymişti. Havuzun barına doğru yürüdüler. Dört kişilik boş bir masaya oturdular.

“Anlat hadi. Neler oldu? Neye sevindin bu kadar?”

“Gaziantep de işler yoluna girdi. Celal, karısı ve oğlu sağ salim kurtuldu. Çete yakalandı ve benim masumluğum bu durumda kesinlik kazandı.” Erhan hepsini bir çırpıda söylemişti. Her güzel haber ile kendi sesi biraz daha neşeleniyor, Uğur’un da yüzü gülüyordu.

“Oh çok sevindim. Öğlen onun için mi rahatsız etmeyiniz yazısını astın kapına?”

“A o yazıyı asmıştım değil mi? Yok onun için değildi.” Kapısını çalmama nedeni Harun değilmiş. Kendi kapıya astığı kâğıt yüzünden çalmamış! “Uyumak istemiştim. Ama başaramadım.” Seni ve Harun'u düşünmek uykumu kaçırdı diyemezdi. Çünkü neden böyle hissettiğini bilemiyor, adını koyamıyordu. Kardeşlerinin, Uğur'un kız kardeşlerine aşık olması kendisini de Uğur'a mı yöneltmişti? Yoksa bu kızlar yapı olarak kendilerine çok mu uygundu? Onun için mi kendisi de artık ilgisini saklayamayacak hale geliyordu? 

“Anlatsana neler olmuş?” Asıl sormak istediğinin bu olmaması büyük sorundu. ‘Şimdi ne yapacaksın? Göreve dönecek misin? Yine asker mi olacaksın?’ Soramıyordu hiç birini!

“Çok detay bilmiyorum henüz. İbrahim öğrenince arayacak ve anlatacak. Tek bildiğim jandarmanın baskın yaptığı ve hepsini kurtardığı. Bu bile kutlamaya değer.”

“Elbette kutlamalıyız. Ne içelim?”

“Sen ne istersen?”

“Bu saat güzel bir likör için uygun. Ne dersin?”

“Baileys?”

“Çok iyi.”

İçkileri geldiğinde daha ilk yudumlarını içmeden Harun masaya geldi. “Hey, bensiz mi içiyorsunuz?”

“Harun, gel katıl bize. Erhan çok güzel haberler almış.”

“Öyle mi? O zaman ben de kutlayayım da ne haberi o?”

“Önemli olan haberin iyi olması! Ne olduğu değil. Gel otur.” Erhan boş sandalyeyi gösterip konuyu kapatacağını belli etti. Harun da üstelemedi.

Saat altıya geliyordu. Uğur bornozla oturduğu için üşümüştü. Ürperdiğini gören Erhan, “Hadi kalkalım. Hasta olma.” dedi. Uğur, onun kendisine bu kadar önem vermesine memnun oldu. Harun da ayaklanması ile kalktılar.

Akşam yemeğinden sonra tavla karşılaşması vardı. Yine keyifli bir maç olmuştu ama bu kez Erhan beş üç ile almıştı maçı. “Sana artık avans yok, küçük Hanım.”

“Avans mı? Rövanşa var mısın?”

“Yenilen pehlivan güreşe doymazmış. İyi hadi bir kez daha oynayalım.”

İkinci oyunu da Erhan kazanınca Uğur pes etti. Bu akşam şans ve zar senden yana, diyerek Erhan'ı yine kızdırmaya çalıştı ama Erhan'ın keyfi yerindeydi.

“Seninle bir kez daha oynamayı çok istesem de İbrahim'i aramam lazım.”

“Anladım. O zaman iyi geceler sana.” Erhan, Uğur'un sesinde hissettiği bir şeylerden dolayı bir anda karar verdi.

“Uğur, sen de dinlemek ister misin?”

“Senin için uygun mu?”

“Senden gizli değil ki.” Gerçekten de ondan gizli değildi. Aksine bilmesi önemliydi. Kendi dertleri ile ilgilendiğini bilmek, merak ettiğini hissetmek hoşuna gitmişti.

Uğur, kendini neden mutlu hissettiğini bilmeden onunla yürümeye başladı. Odaya girdiklerinde, odanın sanki hiç kullanılmamış gibi tertipli oluşu karşısında şaşırdı. Ama o an aklına yine Erhan'ın asker olduğu geldi. Kendisinin ne işi vardı burada? Neden bilmek istemişti, Gaziantep de yaşananları? Bir an çıkmak istedi. Ama ayıp olacağını düşünüp vazgeçti. Üstelik merak ediyordu!

Derin bir nefes aldı. Korkularını yenmenin yolu üstüne gitmekten geçiyorsa o da öyle yapacaktı. Camın önünde bulunan iki koltuktan birine oturdu. Dışarıda sadece bahçeyi aydınlatan lambalarının ışığı vardı. Oda da ise ayaklı lambadan başka yanan ışık yoktu. Hafif bir loşluk odaya daha sevimli bir hava vermişti.

Erhan, koltuk değneklerini bir kenara bırakıp yavaş adımlarla mini bara doğru yürüdü. “Alkollü bir şeyler mi istersin, çay ya da kahve mi?”

“Bir şey içmem. Teşekkürler.”

Erhan, diğer koltuğa oturup telefonunu eline aldı. İbrahim'i gündüz bir kez daha aramış ama daha bilgi alamadığını akşam dokuz on gibi ararsa olayları aktarabileceğini söylemişti. Celal ile de görüşememişti. Sorgusu çok uzun sürmüştü. Ama olay kaçırma olayının çok ötesine geçince doğaldı uzaması.

Tavla oynamaya dalmış ve saati on buçuk yapmıştı. Arkadaşı uyumadan aramak istiyordu. Ama İbrahim'in telefonu meşguldü.  Bir süre sonra tekrar denemek için telefonu sehpaya bıraktı.

“Birazdan ararım. Ee anlatın bakalım Uğur Hanım, küçükken nasıl bir çocuktunuz?”

“Ne o, benim psikolojik tedaviye ihtiyacım var da sen de çocukluğuma mı inmeye karar verdin?”

“Neden böyle bir soru sordun? Tedaviye mi ihtiyacın var?”

“Bilmem. Sanırım hepimizin arada bir terapiye ihtiyacımız var. Ben de bazen konuşmak içimdekileri dökmek istiyorum ama olmuyor. O kadar kolay değil.”

“Mesela neyi anlatmak istiyorsun?”

“Mesela, hastamın beni bu konuda neden köşeye sıkıştırdığını hissettiğimi anlatmak istiyorum. Ama doktorluğa soyunan aynı zamanda hastam olunca soramıyorum.” Uğur, Erhan'ın gülerek dinlediğini görünce rahatlamıştı. Erhan espriyi çok çabuk yakalayan bir zekâya sahipti.  Ama Uğur'un bilmediği bir başka nokta ise o an Erhan'ın aklından geçenlerdi. 'Uğur Hanım, her şakanın altında bir gerçek yatar. Ya büyük bir derdin var anlatamıyorsun, ya da benim ile ilgili kafanda bir şeyler dönüyor ama benim tedavi etmemden korkuyorsun.'

Düşündüklerini dile getirmesi mümkün olmadığı için gülümseyerek telefona uzandı. Telefonu hala meşguldü. Zeycan'ın numarasını çevirince onun da meşgul olduğunu gördü.

“İbrahim ile Zeycan konuşuyor. Bakalım ne kadar sürecek?”

“Zeycan'ın yüzündeki hüzün sadece onunla ve seninle konuştuğunda dağılıyordu. Sana da çok bağlı sanırım?”

“Beni zaten severdi ama daha önce birini sevdi. Çocuk bunu bıraktı. O zaman çok üzüldü. Ben de elimden geldiğince onu dinledim. Gördüğün gibi iyi bir terapistim. İşte o gün bu gün beni daha çok sever.”

“İbrahim üzerse ne olacak? Yine senden mi destek alacak?”

“Bu sorunu anlamadım.” Gerçekten anlamamıştı. Neden böyle bir soru sormuş olabilirdi? Zeycan'ı avutmasını kıskanmış olamazdı. İbrahim'i tanımıyordu onu kıskanmış olamazdı. Çok tuhaftı...

“Yani, ne bileyim sanki bir kez daha üzülürse sen bile avutamazmışsın gibi geldi de. Belki de sorumu hatalı sordum. Neyse önemli değil. Umarım bu kez o da mutlu olur. İbrahim de ...”  soramamıştı. Dili varmamıştı.

“İbrahim de ne?”

“Önemli değil.”

“İbrahim de asker mi, diye mi soracaktın? Evet asker. O da binbaşı rütbesinde. Aynı işi yapıyoruz, aynı yaştayız. Görev gereği o da yurdun dört bir yanını geziyor ama isterse artık belli bir bölgeyi seçebilir. Güneydoğu Anadolu bölgesini isteyebilir.”

“Yani o da Zeycan'ı seviyor? Bu çok güzel.”

“Ne yani sen sevmediğini mi düşünüyordun?”

“Bilmiyorum. Tahmin yürüttüm sadece ama yanılmışım sanırım.” Sesi hüzünlenmişti. Aklından neler geçtiğini anlayamayan Erhan neyin onu üzdüğünü merak ediyordu. Artık o da gizlemeyecekti merakını. O da Uğur hakkında bir şeyler öğrenmek istiyordu.

“Bir gün... Bir gün ben de seni neyin bu kadar üzdüğünü öğreneceğim.”

Uğur, tek bir laf etmedi. Buna söyleyeceği bir şey yoktu.

“Tekrar arasana, belki kapatmışlardır.”

Erhan, Uğur'un kaçamak cümlesinden sonra İbrahim'in telefonunu yeniden tuşladı. Bu kez telefon çalmaya başladı.

“İbrahim? Sana ulaşmak ne zor?”

“Zeycan ile konuşuyordum.”

“Biliyorum. Sana ulaşamayınca onu denedim.” Erhan, lafı uzatmadan, “Yanımda Uğur Hanım var. Neler olduğunu çok merak ediyor. O da dinleyecek.”

İbrahim, anlam veremese de daha uygun bir dil ile anlatması gerektiğini anlamıştı. Erhan, telefonu hoparlöre aldığında Uğur'u kibarca selamladı. Sonra olanları anlatmaya başladı.

“Yunus ve senin yardımların ile evleri araştırdığımızda hangi ev olduğunu kolayca bulduk. Sınırı geçmemiş olmaları çok büyük bir şanstı. Jandarma evi ve çevresini gözlemeye başladı. Celal ile karısını kısa süreler ile bahçeye çıkartıyorlarmış. Termal kameralar ile evin şeklini ve bebeğin bulunduğu odayı tespit etmişler. Üçü o odada olduğu bir an baskın yapılmış. Böylece onların zarar görmesi engellenmiş. Evde sekiz kişi varmış. Sekizi de tutuklandı. Birlikte iş yaptıkları diğer çete üyelerinin isimlerini vermeye başladılar. Yakın zamanda tamamı ele geçebilir. Celal ile eşi evin penceresiz bir odasındaymış. Sanırım kaçmasınlar diye örülmüş bir pencere varmış. O da Celal'lerin en büyük şansı olmuş. Celal baskını anlayınca kapının arkasına yatağı dayamış. Böylece çete elemanlarının odaya girmelerini engellemiş. Burunları bile kanamadan evden çıkartıldılar. Biraz korkmuşlar ama o da normal. Sana ne şimdi ne de daha sonra telefonda anlatamayacağım şeyler var. Onları mahkeme için gelirsen detaylı konuşuruz. Yoksa sonra bir şekilde öğrenirsin.”

Mahkeme için gidip gidemeyeceği Uğur'un kararına bağlıydı. Bir an ona baktı ama Uğur'un bakışları telefonun üstünde sabitlenmişti. Gözleri donuk donuktu. Erhan ne olduğunu anlamamış ama onun bu halinden korkmuştu. Telefonu eline alıp, “Ben seni sonra ararım.” diyerek kapama düğmesine bastı. Uğur hala sabit bakışlarla sehpaya kilitlenmişti. Erhan yavaşça omzuna dokunduğunda bir anda sıçradı. Yüzünde renk kalmamıştı.

“Kahretsin. Sana dinletmemeliydim. Korktun değil mi? Ama bak hiçbir şey olmamış işte. Sağ salim kurtulmuşlar.”

“Ya askerler? Onlar? Allah’ım onlar da kurtulmuş mu?”

Uğur isterik bir şekilde soruyordu. Erhan kendisine o kadar kızmıştı ki... Kocasının acısını unutamadığı bu kadar belliyken jandarma baskını dinletilir miydi? Erhan onun sakinleşmesini beklemeden İbrahim'i yeniden aradı. Hoparlöre vermeden sesi sordu. “İbrahim, Uğur Hanım çok merak etti askerlerden yaralanan var mı?”

“Hayır, hepsi sağ ve sağlıklı. Çok temiz bir baskın olmuş. Adamlar zaten yakın temasta dövüşmeyi bilmiyormuş. Biliyorsun hain pusular hazırlamayı bilirler ama dürüst dövüşü bilmezler.”

“Haklısın. Sevindim kimsenin burnunun kanamadığına.” Uğur'un rengi biraz daha iyiydi. Erhan, dudaklarını kıpırdatarak iyi olup olmadığını sordu. Uğur başı ile iyi olduğunu söyledi. Erhan tekrar telefona dönüp, “Celal'in ifadesi bitti mi? Onu arasam rahat konuşabilir mi?”

“Eve gittiler. Zaten az önce Zeycan da ağabeyi ile konuşup beni aramıştı. Ağabeyi dönmesini istemiş.”

“Sen ne zamana kadar oradasın? Dava ile ilgili pek iş kalmadı. Gerisi seni bağlamaz nasılsa.”

“Öyle. Ben artık mahkeme zamanı gelirim. Zaten çok uzun süre kaldım burada. Artık İstanbul'a gelsem iyi olacak.”

“Sen geldiğinde Zeycan dönmüş olmasın, ben Celal ile konuşurum. Onları ikna edersem biraz daha kalır bizde Zeycan.”

“Erhan... Teşekkür ederim.”

“Bilmem farkında mısın bu aralar karşılıklı çok teşekkür eder olduk. Bunu alışkanlık haline getirmeyelim.”

“Konu Zeycan ise ben teşekkürümü ederim. Senin için yaptıklarımı ödeşiriz nasılsa.”
Telefonda olduğu sürece gözleri ile Uğur'u izlemişti. Rengi yavaş yavaş normale dönmüştü. Kocasının ölümüne ait anılarının canlanması Erhan'ın çok canını sıkmıştı. Hatasını telafi etmek için ne yapacağını bilemiyordu.

“İyi misin?”

“İyiyim. Özür dilerim.”

“Asıl ben özür dilerim. Senin bu kadar etkileneceğini düşünemedim.”

“Bunlar iyi hallerim. Hani az önce terapiden bahsediyordun ya. Benim bu kadar dayanabilmem bile üç yılımı aldı. Senin askeriyeye bağlı olduğunu biliyorum ama ne ateş hattındasın ne de böyle bir tehliken var. Ama o askerler baskında ölebilirdi! İşte buna dayanamıyorum.”

“Uğur, anlatmak ister misin?”

“Hayır.”

Yanıt çok net olunca Erhan tekrar soramadı. Acısını anlattığında hafifleyeceğini söylemenin o an faydası yoktu. Kendi istediği zaman anlatmalıydı.

Uğur, bacaklarının titremesi geçince koltuktan kalktı. Erhan da ayağa kalkıp konuğunu uğurlamak için onu takip etti. Kapının ağzında duran Uğur, “Tekrar geçmiş olsun. Böyle sonuçlanması çok sevindirici. İyi geceler.” diyerek odadan çıktı. Erhan sadece teşekkür edebilmişti.


*****  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder