29 Haziran 2015 Pazartesi

BUZDAKİ ATEŞ 36. Bölüm

***** 

Uğur, odasına girdiğinde o gün yaşananları düşündü. Sabah okuma odasında başlayan gün, akşam Erhan'ın odasında sonlanmıştı. Gün içinde onun hakkında bir sürü duygu geçişi yaşamıştı.

Kendisini dinlemek istemiyordu.

Kendisi hakkında neler dinleyeceğini bilemiyordu. Aklından geçenlerin kalbinden geçenlerle çatışması, kalbindekilerin aklındakilere tepki vermesi yaşamak istemediği şeylerdi. Sabah okuma odasında yanına gelen ve dertlerini paylaşan erkek, çalışma sonrası yanından laf etmeden kaçmış, daha sonra son derece neşeli bir şekilde yanına gelerek mutlu haberi paylaşmıştı. İsterse tüm bunlara anlam yükleyebilirdi ama yapmayacaktı. Uyumak ve bugünü unutmak en doğrusuydu. Yatağa girdiğinde uyuyamayacağını anladı. Düşünceler uykusunu kaçırıyordu. Erhan ile Atilla'yı karşılaştırmaya başladığı düşünceler silsilesi moralini bozuyordu. Bunları yaşamamalıydı. En iyisi kitap okumak, diyerek başucundaki kitabı eline aldı. Bir saat kadar okumuş, nihayet uykusu gelince derin olmayan bir uykuya dalmıştı.

***** 


Erhan ise o geceyi mutlu bir uyku ile tamamladı. Celal, Leyla ve küçük Ahmet sağ salim kurtulmuştu. Celal, Uğur odadan çıktıktan sonra aramış, iyi olduklarını ve sonra uzun konuşacaklarını söylemişti. Daha fazla konuşamamışlardı. Çünkü evlerine gelenin giden haddi hesabı yoktu. Kapı sesinden Erhan bile rahatsız olmuştu. Ama Celal'in ve Leyla'nın sesini duymuş olmak bile yetmişti. Sonra yatağına uzandı. Ne değişik bir gündü! Sabah, Uğur ile başlamış, akşam Uğur ile bitmişti. Harun'un Uğur'un etrafında olmasını istemediğini, onu gördüğünde sinirlerinin bozulduğunu biliyordu. Oysa Harun'un Uğur için ne anlam ifade ettiğini bilmiyordu. Uğur kendisini artık ağına çekmişti. Bunu kabulleniyordu. Fakat genç kadının geçmişi ile olan hesabı bitmediği için, nasıl davranması gerektiğini bilemiyordu. Bazı şeyleri zamana bırakmak çözümün başlangıcıydı...

İç hesaplaşmasını tamamladığında uyku çoktan gözlerini kapatmıştı.

***** 

Ertesi sabah kahvaltıda, Uğur ile Harun karşılıklı oturmuş konuşuyorlardı. Erhan onların yanına gitmektense Sevilay ve annesinin olduğu masaya gitti.

Uğur, geldiğini görmüş, masaya gelmesini beklemişti. Başka masaya oturunca üzüldüğünü hissetti. Oysa Harun ile keyifli bir sohbetin içindeydi. Ama Erhan'ın Sevilay'ların masasına gittiğini görünce tadı kaçmıştı. Bir an önce kahvaltısını bitirip kalkmak istiyordu.

Bir saat sonra kahvelerini içmiş, maça kadar oyalanmak için ne yapacaklarını konuşuyorlardı. Erhan, bilardo oynayan çocukların yanına gitmiş, giderken de Uğur ve Harun ile sadece selamlaşmıştı. Dün akşamki adam yine uzaklaşmıştı!

O gün yine kar yağmaya başladı. Tüm bahçe bembeyaz bir örtüyle kaplanmıştı. Çıkıp bahçede yürümek iyi gelecekti. Kısa süre sonra kalktı. Harun da onunla kalkmış birlikte bahçeye çıkmıştı ikili. Erhan arkalarından kısa bir bakış atmış, sonra bilardo oynayan çocukları izlemeye devam etmişti. 

Uğur ile Harun kabanlarına iyice sarınarak bahçede yürümeye devam ettiler. Dün akşamdan beri Harun sıkıntılıydı. Uğur iki kez sormuştu kahvaltıda, neden öyle olduğunu. Ama Harun açıklamak yerine yine neşeli haline bürününce Uğur da üstelememişti. Bahçede yine aralarında sessizlik olunca, Harun’un aynı ruh haline büründüğünü anladı Uğur. Ama bu kez sormayacaktı. Özel bir konuydu belli ki. Açıklamak istese konuşurdu.

*****

Harun, dün geldiğinden beri kendisi ile savaşıyordu. Uğur’un yaşadıklarını biliyordu. Gerçi Uğur çok fazla konuşmazdı ama yine de onun ilk yıllardaki üzüntüsünü, nasıl hayata küstüğünü öğrenmişti. Şimdi ise artık çok daha iyiydi. Artık yeniden hayata tutunmuştu. Takım ile birlikte hayatında birçok şey değişmişti. Bunlarda kendi payı olduğunu da biliyordu. Uğur, hiç umut vermese de hayatının değişimi kendisine umut veriyordu.

Artık kendi başına yaşamak istemiyordu içindekileri. Yıllardır içinde sakladıklarını söyleyecek ve yanıta göre de tavrını belirleyecekti.

“Uğur, bir şey söylemek istiyorum.”

“Ne o? İzin mi alıyorsun?”

Uğur, gülümseyerek söylese de Harun'un tavırlarından biraz rahatsız olmuştu. Bu ses tonu söyleyeceği şeylerden çok hoşlanmayacağını anlatıyordu Uğur’a. Gerçekten önemli ve ciddi şeyler söyleyeceği çok açıktı.

“Bak, bu benim için çok önemli. Sen benim hep yakınımdaydın. Hep bir aradaydık. Ama senin gözünde iyi bir arkadaştım. Artık sadece arkadaşın olmak istemiyorum. Sana daha yakın olmak istiyorum. Birkaç zamandır etrafa bakışın değişti. Yeniden hayata döndüğünü görüyorum. Bunun nedeni olmayı çok istiyorum. Başarabilir miyim? Senin hayatında arkadaşından öte yerim olabilir mi?”

“Harun, ben...”

“Uğur, düşünmeden yanıt verme. Senin beklemediğin şeyler söylediğimin farkındayım. Uzun zamandır seni seviyorum. Bunu söylemeye cesaret edemiyordum. Çünkü çektiğin acılar yüzünden zaten bunu kabul etmeyecektin. Şimdi ise belki bir umut vardır, diyorum. Ayrıca, asla kendini bir şeylere mecbur hissetme. Ben, yanıtın ne olursa olsun, yanında olacağım.”

“Harun, nasıl yanıt verilir inan bilmiyorum.” Kırmadan yanıtlamalıydı. Onu arkadaş olarak görmüştü. Öyle de kalacaktı. “Benim için değerini biliyorsun. Benim durumumu da biliyorsun. Çok üzgünüm ama hayatımda bir erkeğe yer yok. Arkadaş olarak her zaman yanımda olmanı isterim.” Uğur, Harun'un ısrarcı olmasından ve bunca yıllık arkadaşlığın kırıcı sözler ile yok olmasından korkuyordu. O an aklından geçenlerin kendi duyguları değil de, Umut'un Yunus'u kaybetme korkusunu duyduğu zaman, kendisini çok kötü hissettiği olması da tuhaftı. Harun, onun için gerçek bir arkadaştı. Hiç farklı düşünmemişti. Harun için kendisinin özel olduğunu da hiç düşünmemişti. Böyle hissetmesine neden olacak en ufak bir davranışı olmamıştı. Hep dostça kucaklardı ikisi de birbirini. Acaba o dostça sandığı kucaklamalar, Harun’u farklı mı etkilemişti?

“Hiç mi umut yok?” Aslında soru, yanıtı da kendi içinde barındırıyordu. Harun da bunu biliyordu.

“Harun, bu konuşmayı unutalım mı?” Israr etme, diyordu içinden.

Harun, Uğur'un gözlerine yerleşen korkuya anlam verememişti. Neydi onu bu kadar rahatsız eden? Kendisinin yaptığı konuşma ile bu hale gelmesi canını sıkmıştı. Özür dileyen bir tonla, “Hangi konuşma?” diye sordu. Uğur'un yumuşayan yüzü, bozulan moralini bir nebze düzeltti. Harun, kendisine kızıyordu o an. Nasıl bu kadar yanılmıştı? Nasıl, kendisini sadece arkadaş olarak gören bir kadının hayatında yer istemişti? Seviyordu çünkü. Bunu engelleyemeyeceğini biliyordu. Asıl zor zaman şimdi başlayacaktı. Uğur, onu sevdiğini bildiği bir erkek ile arkadaşça da olsa görüşmeye devam edecek miydi?

*****

Erhan, Celal'i aramış, vakit geçirmek için onunla konuşmayı uygun bulmuştu. Her şeyi anlatmıştı Celal. 

Celal, kaçırıldıkları gün, bir miktar para ile adamlarla buluşmuştu. Erhan'ın getirdiği çantaya koyduğu paralar, sözde Cemal'in borçlarını ödemek içindi. Ama adamlar parayı alıp senetleri vereceklerine, kendisini alıkoyup karısını ve oğlunu çağırması için kendisine baskı yapmışlardı. Telefon ile alışverişe çıkacakları yalanı ile çağırdığı Leyla, oğlunu da yanında getirince üçünü, uzun süre tutuldukları o eve götürmüşlerdi. Günlerce, soğuk savaş yaşanmıştı, kaçıranlar ile kaçırılanlar arasında.

Daha sonra Burhan da yanlarına getirilmiş, aynı şekilde sadece orada tutulmuştu. Ne aileleri ile görüşebilmiş, ne fidye istenmişti.

Kaçırmayı önceden planladıkları, bebek bezi depolamış olmalarından belliydi. Günler sonra mahkemenin aldığı şekil ve diğer kardeşlerin işleri iyice bozması ile ilk resmi yollamışlardı. Aslında yakalanmasalardı ve tarlalar ile ilgili çözüm sağlamamış olsalar bu kez de işkence edip o resimleri yollayacaklarını söylemişler.

Erhan, resmin arkasındaki notu sormuştu Celal’e. Aldığı yanıt iki arkadaşın birbirini ve kardeşlerini iyi tanıdığını gösteriyordu. Celal, ‘Zeycan’ın o resmi ne yapıp edip sana da göstereceğini biliyordum. Senin başının dertte olmasına dayanamazdı. Diğer ağabeyleri duymasın ama seni onlardan çok sever’, demişti. Erhan da Zeycan’ı Bade kadar sevdiğini söylemişti.

Erhan, basit bir plan olmadığını anladığı olayın bu şekilde çözülmesinden memnundu. Celal ise neredeyse iki cümlede bir özür diliyordu. Erhan'ın işinden uzaklaştırılmış olması, üstüne geçirdiği kaza ve ardından yaşadığı sorunlar Celal'i çok üzüyordu.

Erhan arkadaşının özürlerine en sonunda onları İstanbul'a davet ederek yanıt verdi.

“Gel de seni affettiğimi anla. Başka türlü anlamayacaksın.”

“Şu ara gelemem. İşleri toparlamam lazım.”

“Ne zaman gelirsin? Sen gelene kadar Zeycan'ı yollamayacağım. O bizim de kardeşimiz artık.”

“Size zahmetimiz oluyor.”

“Zeycan mı zahmet? O anneme Bade'yi anımsatıyor. Ana kız evde pek mutlular. Hem kermese kadar kalmak istiyormuş.”

“Ne kermesi?”

“Uzun hikaye. Sen önümüzdeki ay gelebilecek misin? Kermes mart başında. Ondan sonra alabilirsin kardeşini.”

“Bana bak o cadıyı çok sevdiyseniz sizde kalsın. Ne bu be kardeşimi bir ay daha göremeyecek miyim?”

“Oğlum, işlerini erken topla gel sen de kal bizde. Ev çok. Seni yatıracak yerimiz var.”

“Tamam. İşlerimi ayarlar ayarlamaz yanındayım. Ama şimdiden söylüyorum bir daha ne sana hediye alırım, ne senden hediye kabul ederim.”

Son sözden sonra kahkahalarla gülen iki arkadaş tüm kötü geçmişi yine arkada bırakmıştı. Vedalaşıp kapattıklarında hala gülüyordu ikisi de.


*****

Uğur, yürümek, yürümek her şeyden uzaklaşmak, Harun ise tesisten bir an önce ayrılmak istiyordu.

“Ben biraz daha yürüyeceğim. Sen?”

“Benim dönmem gerek. Çocukların bugünkü çalışmalarına yetişmem lazım.”

“Tamam. Tekrar gelecek misin?” Amacı, ona kızgın olmadığını göstermekti. Harun'un yüzünde oluşan gülümseme onun da bunu anladığını gösteriyordu.

“Gelemem. Ama ararım. Görüşürüz. Dikkatli ol. Bugün kar yumuşak ama yarın buz olur.”

“Dikkat ederim.”

Uğur, bahçede yürümeye devam etti. Az önce konuştuklarını yeniden düşündü. Harun, bu güne kadar ilgisini belli etmemişti. Yani öyleydi değil mi? Yoksa kendisi mi anlamamıştı? Kardeşi söylemişti ama o zaman bile konduramamıştı. Eğer o güne kadar Harun sevgisini, ilgisini belli etmişse bile asla fark etmemişti. Şimdi ise yapması gereken onunla arkadaş kalabilmekti. Bunu başaracağına inanıyordu. Asıl yapması gereken artık gözünü açmak, insanların hareketlerini doğru yorumlayabilmekti. Kendisine o kadar kızmıştı ki, Harun gibi bir arkadaşı kaybetme ihtimalini yaşayınca... Bir daha böyle hata yapmayacaktı.

Ne kadar yürüdüğünü bilmeden, ne kadar vakit geçtiğini anlamadan devam etti yola... Derince sokaklarında amaçsız dolaştı. Ezan sesi ile kendine geldi. Saatine baktığında bir saattir yürüdüğünü anladı. Çok uzaklaşmıştı. Üstünde para da yoktu. Geri dönüş yolunu yürümeye başladı. Sonra otele gittiğinde ödeyebileceğini akıl edip taksi çevirdi. Arabaya bindiğinde ne kadar üşüdüğünü fark etti. On beş dakika kadar sonra tesise ulaşmıştı. Odasına çıkmak için asansöre doğru yürürken Erhan'ı gördü. Hiçbir şey düşünmeden yanına gitti.

“Cebinde paran var mı? Bakma öyle, taksiye vereceğim, borç alıyorum.” Erhan, o daha sözünü bitirmeden cebinden cüzdanını çıkartmıştı. Uğur, onda para olacağını nasıl tahmin ettiğini düşünmek istemedi. Ama aklının bir köşesi, askerin düzenini bildiğini anımsatıyordu. Erhan, parayı verip cüzdanını cebine koydu. Uğur, bir an durdu, sonra topuklarının üstünde dönerek kapıya yürüdü.

Erhan arkasından izledi. Bir tuhaflık vardı. Yüzü, düşünceler ile karışmış gibiydi. Harun'un birlikte çıktıktan kısa süre sonra tek dönmesi, Uğur'un bir saat sonra tuhaf bir yüz hali ile geri gelmesi Erhan'ı düşündürmüştü. Zaten merakla dönüşünü beklemiş, onun için de kapıyı gören bir koltukta bir saatten fazla oturmuştu. Sehpada duran dergileri iki kez karıştırmış ama okumaya değer bir şey bulamamıştı. Nihayet kapıdan girdiğini gördüğünde sevinmişti ama biraz sinirli bir sesle para istemesi ve sert hareketleri tedirgin etmişti. Harun ile aralarında ne geçmişti?

***** 

Uğur, öğle yemeğine kadar kimse ile konuşmak istemiyordu. Taksi parasını öder ödemez asansöre gitmiş odasına kapanmıştı. Erhan'ın kendisini izlediğinden habersizdi.  Yatağına uzandığında aklına ölen kocasını getirmek istedi. Onunla dertleşmek, yaşadıklarını anlatmak istedi. Ama başaramadı. Atilla ile konuşmak çok zor gelmişti. Ondan özür dilemek için belki yüzlerce kez konuşmuş ve hiç şu anki kadar zorlanmamıştı. Ama şimdi nasıl anlatacağını bilmiyordu. Çünkü Harun'un teklifinden çok, Erhan'ı anlatmak istiyordu. Onunla olanların adı yoktu. Aslında tek olan ona kendini yakın hissetmesiydi.

Erhan'ın gözlem yeteneği sayesinde olaylara basit çözümler bulması hoşuna gidiyordu. Aslında ona Harun'un teklifini anlatsa belki daha iyi hissedebilirdi kendisini. Böylece kendisine de basit ama etkili bir yol bulabilirdi. İyi ama ona anlatması doğru muydu? Erhan sonuçta birkaç aydır tanıdığı biriydi. Üstelik hiç de samimiyetleri yoktu. İyi ama o en özeli olan mahkemesi ile ilgili her şeyi kendisi ile paylaşmamış mıydı?

Düşünmek rahatsız edene kadar, bunları aklından onlarca kez geçirdi. En sonunda çözüm bulamamış bir şekilde uzandığı yerde uykuya daldı. Yarım saat sonra kapısının çalınması ile uyandı. Erhan, kapının pervazına yaslanmış duruyordu.

“Uyudun kaldın değil mi?”

“Evet.”

“Yemeği kaçırmanı istemem. Hadi hazırlan. Ben burada bekliyorum seni.”

“İçeri gir istersen. Koltuk değneklerin olmadan o kadar süre ayakta durma.”

“Uzun mu sürecek hazırlanman?” Bunu sorarken odaya girmişti bile. Kendi odası ile aynı olan dekorasyonda tek fark Uğur'un parfüm şişesinin ve küçük bir makyaj çantasının durduğu komodindi. Odasının düzenli oluşu hoşuna gitmişti. Dağınık insanlardan hoşlanmazdı. Camın önünde olan tekli koltuğa oturdu.

Uğur, dolaptan eşofmanlarını alıp banyoya girdi. Erhan beklerken daha da acele ediyordu. Üç dakika sonra hazırdı. Bu da Erhan'ı aslında haklı çıkartıyordu. İçeri davet etmesine gerek yoktu!

“İnelim mi?”

“Biraz vaktimiz var. Nasılsa ikiye kadar yemek var. Konuşalım mı?”

“Ne konuşacağız?”

“Canını sıkan neyse onu...”

“Bir şey yok. İyiyim ben.”

“Ben iyi misin, demedim ki! Canını sıkanı konuşalım dedim.”

“Konuşacak bir şey yok. Hadi yemeğe inelim açım.”

“Tamam. Bu kez kurtuldun ama bir daha yüzünü böyle görürsem kurtulamazsın.”

“Senin gözlerin hep keskin miydi? Yoksa kazadan sonra mı böyle oldun. Yan etkisi mi acaba?”

“İşi şakaya vurabilirsin ama benden kurtulamazsın. Hep keskindi. Bunda hem eğitimin hem de iki afacan kardeşin etkisi büyük.”

“Artık afacan değiller, değil mi? Bak kardeşlerimi emanet edeceğim onlara.”

“Aman emanet deme bana. O kelime bizimkileri haftalarca gerdi. Babanın iyi niyeti çocukları üzdü.”

“Gerçekten iyi niyetti ve bunu anlamayan Yunus'tu.”

“Derdine yansın. Günlerce acı çektiler.”

“Çok acımasızsın. O üzülürken sen üzülmedin mi?”

“Üzüldüm elbette ama güzel bir sözü uyguladım. Laf dinlemeyen kendi öğrenir! Beni dinleseydi, ki gerçi dinledi ama yine de yanılış yapmaya devam etti, o zaman çoktan çözmüşlerdi işlerini. Bak bencil tarafım bir de şunu diyor, iyi ki Gaziantep'e gitti. İşleri toparlamaya yardım etti. Görüyorsun işte insanoğlu her şeyden kendine pay çıkartmayı biliyor.”

“Pes. Gerçekten pes. Çok çıkarcısınız Erhan Bey. Çıkarcı demişken, hadi çıkalım. Ne kadar erken yersem maçta o kadar az stresli olurum.”

“Tamam hadi gidelim.”

Odadan çıkarken ikisinin de yüzü biraz daha gülüyordu. Uğur, Harun konusunu kafasında çözmüştü. Erhan, yüzündeki değişimi gördüğünde, kafasını karıştıran konunun çözüldüğünden emindi.

O günün akşamı maçın verdiği yorgunluk ile sakin bir ortamda geçti.

***** 

Ertesi gün Erhan’ın çalışması vardı ama oyuncular dinleniyordu. Önce Sevilay ile çalışmıştı Uğur. O gün Sevilay biraz zorlanmıştı. Bu da Uğur’u üzmüştü. Ya istediği gibi ilerleme kaydedemezse, diye düşünüyordu. Biraz dinlendikten sonra saat on bir de Erhan ile buluştu. Bugün yine aletler ile çalışacaklardı. Havuz olmaması iyiydi aslında. Havuzda biraz tedirgin oluyordu. Erhan ona bakmasa da o Erhan’ı inceliyordu. Gerçi bunu yaparken yakalanma korkusu yoktu. Zaten o hep Erhan’ı inceliyordu. Ne de olsa hastasıydı. Ama birkaç gündür o vücuda bakmanın etkisi değişmişti. Hastasına bakmak gibi değildi. Sanki daha yasak şeyler vardı kendi bakışlarında. Erhan ise ona bakmıyordu. İyi ama neden bakmıyordu? Neden olacak adamın derdi Uğur değildi ki. İyileşmek istiyordu o. Böylece rahatsız etmiyordu. Şimdi kendi kendine buna dertlendiği için kızıyordu.

Bunları aklından geçirirken kapı açılıp Erhan, neredeyse hiç kullanmadığı koltuk değnekleri ile içeri girdi.

“Geç mi kaldım? Kaşların çatılmış!”

“Yok, geç kalmadın. Benim aklıma bir şeyler geldi de onları uygulasam mı diye düşünüyordum. Gelişimin çok iyi! Salon sporları yapmış olman seni çok kuvvetlendirmiş. Artık tedaviyi değiştirebilirim gibi geliyor.”

“Sen şimdi güzel konuşmaya başladın işte. Peki rapor sürem? Kısalır mı bu süre?”

“Altı ay diye öngörmüştük. Belki beş, en iyi dört aya çekebiliriz. Ama yine de bunun kararını kurul verecek.”

“İşte bu kutlanacak bir haber. Bir ay önce bile olsa benim için iyi olur. Evde sıkılıyorum.”

“Sıkılıyor musun? Ne zaman sıkılmaya zaman buldun? Ya davanla ya maketlerinle ilgileniyormuşsun.”

“İyi ama bunları yapmak, başı dertte olanları kurtarmakla ölçülemez.”

“Haklısın. Senin gibi gözlem yeteneği olan birinin bir an önce işbaşı yapması lazım.”

Erhan, Uğur’dan duydukları ile çocuklar gibi mutlu olmuştu. Çalışma yeni hareketler ve yeni aletler ile sürmüş, daha önceki çalışmalardan farklı olarak bu kez ikisi de bol bol konuşmuştu. O günün konusu okudukları kitaplardı. Bazı ortak sevdikleri yazarların kitapları ise asıl konuşma konusu olmuştu.


*****

İstanbul'da yaşayanlar hallerinden memnundu. Sedat yine sınav stresine giren Onur ile görüşmemişti. Ama bundan şikayetçi değildi. Çünkü Onur, onu sık arıyor, bir dakika bile konuşsalar birbirlerini özlediklerini belli ediyorlardı.

Yunus ile Umut zaten çok daha dolu bir aşk yaşıyorlardı. Hatta oturmak istedikleri yerleri elemiş, ikisinin de ailesine yakın bir ev bulmuşlardı. Emlakcı, buldukları evi onların istediği gibi boyatma sözü vermişti. Hafta sonu başlayacaktı ustalar çalışmaya.

İki sevgili hallerinden memnundu. Fırsat buldukça görüşüyorlar, ortak evde sık sık birlikte oluyorlardı. Her seferinde bir an önce evlenmek ve her geceyi birlikte geçirmek istediklerini yineliyorlardı.

İbrahim, Erhan'ın Celal ile konuşması sonucunda o hafta sonu Zeycan'ı tüm gözlerden uzak İstanbul'da görecek olmanın mutluluğunu yaşıyordu. Telefonla konuşmak yetmiyordu. Kameralar aracılığı ile görüşmek daha çok özlemesine neden oluyordu.

Dava ile ilgili son iki günde büyük gelişmeler yaşanmıştı. Çete üyelerinin konuşması ile adım adım en üstteki kişiye ulaşılmış, çetenin yakalandığını duyduğunda deniz yolu ile yurt dışına kaçmak isterken ele geçirilmişti.

Dava gününe iki hafta kalmış, içi rahatlayan İbrahim, perşembe günü, girmesi gereken başka bir dava için İzmir'e gitmişti. Cuma akşam uçağı ile İstanbul'a geçecekti. Ertesi gün de Zeycan'ı görecekti. Sadece iki gün daha sabretmesi yetecekti...


*****

Perşembe günü Uğur, maçta galip gelen takımını kutlamak için pasta söylemişti aşçıya. Daha önceki maçlarda hep diğer takım galip gelmişti. Ama çocukların çabaları o gün galibiyeti getirmişti. Önemli olan ise kendi taktiklerini dinlemeleri ve oyuna yansıtmalarıydı. Kutlamayı hak ettiklerini düşünüyordu.

Akşam yemeğinden sonra Erhan'ın da onlara katılmasını istedi. Tüm maçların tek düzenli izleyicisiydi. En çok o hak ediyordu kutlamaya katılmayı. Aslında Harun da olsaydı yanlarında çok güzel olacaktı ama Uğur, o gün hatırını sormak için aradığında bile, yanlış anlaşılmamak için çağıramamıştı.

O konuşmanın yapıldığı gün Harun İstanbul'a dönmüştü. Erhan, vedalaşırken tekrar gelecek mi diye sormuş, Harun, Erhan’ın yanında ayakta duran Uğur’a bakmış, ‘kamp bitsin de salonda görüşürüz artık’ demişti. Erhan, aralarında ne varsa artık yok diye düşünmüştü o yanıttan sonra. Uğur o günden beri bir daha yüzünü asmamıştı. Önemli olan da buydu…

Uğur, keyifle takımı ile ilgileniyor fırsat buldukça babasını ya da kardeşlerini arıyordu. Onlardan güzel haberler almak çok keyifliydi. Hasan amcanın Yunus'u terletmesi zaten aralarında epey konuşulmuştu. Şimdi de, ev bulduklarını söylemişti Umut. Evlilik hazırlıklarını başlatmıştı iki aşık. Erhan, memnundu bu gelişmelerden. Uğur da mutlu gözüküyordu. Kardeşleri hızlı ilerliyordu.


Akşam yemeğinden bir saat kadar sonra tüm takım toplanmış pastalar yenmişti. O gece herkes bir arada sanki şampiyonluk maçını almış gibi heyecanla kutlamıştı. Erhan da takımla kalmış, geç saatlere kadar konuşmuştu hepsiyle. Kimisi evli olan takım elemanlarının eşlerini özlemiş olmaları konuşmalarına da yansımış,  hafta sonu evlerine dönecek olmanın mutluluğunu konuşmaya başlamışlardı. Yine en neşelileri Süleyman'dı. Herkesi kırıp geçiren fıkralarının müstehcen olanlarına kendisinin bip koyması ise başlı başına bir olaydı.

Saat bire gelirken artık herkes yatağını özlemişti...


***** 


Cuma sabahı buz gibi bir havaya uyandılar. Gece don yapmıştı. Etrafta damlardan sarkan buzlar çok kötü gözüküyordu. Erhan, yine soğuk ile olan düşmanlığını anımsamıştı. Ne giyerse giysin ısınmayacakmış gibi geliyordu. Oysa odası da tesisin diğer bölümleri de gayet sıcaktı. O gün kendisine en iyi gelecek şeyin sıcak havuz olduğunu biliyordu. Hem Uğur ona söz vermemiş miydi? Eğer iyileştiğine, yüzebileceğine karar verirse, sıcak havuza girebilirdi. İyileştiğini kendi söylemiyor muydu?

Erhan keyiflenmişti…

Kahvaltıdan sonra yüzmek için ikna etmeye çalışacaktı. Odasından çıktığında içinde mayosu, üstünde ise kalın yün gömlek ve kazağı vardı. Kot pantolonu sıcak tutmaz diye yünlü kumaştan olan pantolonunu giymişti. Kendisini gören Uğur gülmeye başladı. “Yok artık?”

“Ne o, üşüyemez miyim? Ne üşümesi donuyorum hatta.”

“Hasta olmayacaksın değil mi?”

“Bilmiyorum ama içimde sıcak havuzda çalışma yapmak gibi bir istek var.”

“Tamam, madem üşüyorsun orada çalışırız.”

“Yüzebilir miyim?”

“Belki.”

“Belki olmaz. Yüzersin de.”

“O kadarına çalışma anında karar vereceğim.”

“Uğur Hanım, size çok inatçı olduğunuzu söyleyen oldu mu?”

“Oldu.”

Erhan kim diye soramadı. Alacağı yanıtı duymak istemedi. Onun yerine yine gülümsedi ve “Haklıymış” dedi.

Kahvaltıdan sonra şömine başında biraz oturdular. Erhan ısınmıştı. Ama bunu söyleyip havuz seansını kaçırmak istemiyordu. Ama o an biliyordu asıl istediği yüzmek değildi. Uğur yüzücü mayosuyla bile olsa, onu görmek istiyordu. Hem de çok istiyordu.

Erhan'ı bir sürpriz bekliyordu. Uğur kenarında sökük olduğu için yüzücü mayosu yerine diğer mayosunu giymişti. Bu kez, Erhan bakışlarını kaçırmıyordu. Aksine beğeni ile süzüyordu. Uğur onun bakışlarını fark etmiş biraz utanmıştı. Ama kendini saklamak istememişti. O değil miydi kendisine bakmıyor diye bozulan. Üstelik bunu düşündüğü için utanmayan? Şimdi bakıyor diye utanması tuhaftı ama utanıyordu işte.

Havuza girdiğinde Erhan onu suyun içinde bekliyordu.

Önce biraz çalıştılar. Sonra Uğur, Erhan'ın isteğini kırmadı ve çok hızlı olmamak şartıyla yüzmesine izin verdi. Erhan Uğur’un sözünü dinlemiş, sadece bir tur atmıştı.

“Ağrı hissettin mi?”

“Hayır. Çok iyiyim. Teşekkür ederim.”

“Sen iyi bir hastasın. Asıl ben teşekkür ederim kendine bu kadar dikkat ettiğin için.”

“Fizyoterapistimin iyiliğinden olmasın?”

“Eee böyle körler sağırlar birbirini ağırlar mı oynayacağız? Demek ki iyi hasta, iyi doktor, hızlı iyileşme sağlıyor!”

“Tamam, sevdim bunu.” İkisi de çalışmanın sonunda keyifli bir şekilde çıktılar havuzdan. Odalarına giderken, ertesi gün yapılacak yolculuğu konuşuyorlardı. Erhan da otobüsle dönecekti. Sedat gelip almak istemişti ama o diğerleri ile döneceğini söylemişti. Uğur, Erhan ile birlikte dönecekleri için mutluydu. Onunla konuşmak hep keyif veriyordu. Uzun zamandır, arkadaşı Uğur ve Harun haricinde bir erkekle böyle konuştuğunu anımsamıyordu.

Son gece iki takımın oyuncuları da bir araya gelmişti. Yemek sonrası barda müzik dinliyor ve eğleniyorlardı. Hatta çoğu Uğur ile dans ediyordu. Tekerlekli sandalyeler ile yapılan danslar biraz gürültülü de olsa herkes çok eğlenmişti.

Erhan da dans etmek istiyordu Uğur ile ama çocukların keyfini bölmek istemiyordu.


*****  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder