*****
Uğur, odasına girdiğinde o gün yaşananları düşündü. Sabah okuma
odasında başlayan gün, akşam Erhan'ın odasında sonlanmıştı. Gün içinde onun
hakkında bir sürü duygu geçişi yaşamıştı.
Kendisini dinlemek istemiyordu.
Kendisi hakkında neler dinleyeceğini bilemiyordu. Aklından
geçenlerin kalbinden geçenlerle çatışması, kalbindekilerin aklındakilere tepki
vermesi yaşamak istemediği şeylerdi. Sabah okuma odasında yanına gelen ve
dertlerini paylaşan erkek, çalışma sonrası yanından laf etmeden kaçmış, daha
sonra son derece neşeli bir şekilde yanına gelerek mutlu haberi paylaşmıştı.
İsterse tüm bunlara anlam yükleyebilirdi ama yapmayacaktı. Uyumak ve bugünü
unutmak en doğrusuydu. Yatağa girdiğinde uyuyamayacağını anladı. Düşünceler
uykusunu kaçırıyordu. Erhan ile Atilla'yı karşılaştırmaya başladığı düşünceler
silsilesi moralini bozuyordu. Bunları yaşamamalıydı. En iyisi kitap okumak,
diyerek başucundaki kitabı eline aldı. Bir saat kadar okumuş, nihayet uykusu
gelince derin olmayan bir uykuya dalmıştı.
*****
Erhan ise o geceyi mutlu bir uyku ile tamamladı. Celal, Leyla ve
küçük Ahmet sağ salim kurtulmuştu. Celal, Uğur odadan çıktıktan sonra aramış,
iyi olduklarını ve sonra uzun konuşacaklarını söylemişti. Daha fazla
konuşamamışlardı. Çünkü evlerine gelenin giden haddi hesabı yoktu. Kapı
sesinden Erhan bile rahatsız olmuştu. Ama Celal'in ve Leyla'nın sesini duymuş
olmak bile yetmişti. Sonra yatağına uzandı. Ne değişik bir gündü! Sabah, Uğur
ile başlamış, akşam Uğur ile bitmişti. Harun'un Uğur'un etrafında olmasını
istemediğini, onu gördüğünde sinirlerinin bozulduğunu biliyordu. Oysa Harun'un
Uğur için ne anlam ifade ettiğini bilmiyordu. Uğur kendisini artık ağına
çekmişti. Bunu kabulleniyordu. Fakat genç kadının geçmişi ile olan hesabı
bitmediği için, nasıl davranması gerektiğini bilemiyordu. Bazı şeyleri zamana
bırakmak çözümün başlangıcıydı...
İç hesaplaşmasını tamamladığında uyku çoktan gözlerini kapatmıştı.
*****
Ertesi sabah kahvaltıda, Uğur ile Harun karşılıklı oturmuş
konuşuyorlardı. Erhan onların yanına gitmektense Sevilay ve annesinin olduğu
masaya gitti.
Uğur, geldiğini görmüş, masaya gelmesini beklemişti. Başka masaya
oturunca üzüldüğünü hissetti. Oysa Harun ile keyifli bir sohbetin içindeydi.
Ama Erhan'ın Sevilay'ların masasına gittiğini görünce tadı kaçmıştı. Bir an
önce kahvaltısını bitirip kalkmak istiyordu.
Bir saat sonra kahvelerini içmiş, maça kadar oyalanmak için ne
yapacaklarını konuşuyorlardı. Erhan, bilardo oynayan çocukların yanına gitmiş,
giderken de Uğur ve Harun ile sadece selamlaşmıştı. Dün akşamki adam yine
uzaklaşmıştı!
O gün yine kar yağmaya başladı. Tüm bahçe bembeyaz bir örtüyle
kaplanmıştı. Çıkıp bahçede yürümek iyi gelecekti. Kısa süre sonra kalktı. Harun
da onunla kalkmış birlikte bahçeye çıkmıştı ikili. Erhan arkalarından kısa bir
bakış atmış, sonra bilardo oynayan çocukları izlemeye devam etmişti.
Uğur ile Harun kabanlarına iyice sarınarak bahçede yürümeye devam
ettiler. Dün akşamdan beri Harun sıkıntılıydı. Uğur iki kez sormuştu
kahvaltıda, neden öyle olduğunu. Ama Harun açıklamak yerine yine neşeli haline
bürününce Uğur da üstelememişti. Bahçede yine aralarında sessizlik olunca,
Harun’un aynı ruh haline büründüğünü anladı Uğur. Ama bu kez sormayacaktı. Özel
bir konuydu belli ki. Açıklamak istese konuşurdu.
*****
Harun, dün geldiğinden beri kendisi ile savaşıyordu. Uğur’un yaşadıklarını
biliyordu. Gerçi Uğur çok fazla konuşmazdı ama yine de onun ilk yıllardaki
üzüntüsünü, nasıl hayata küstüğünü öğrenmişti. Şimdi ise artık çok daha iyiydi.
Artık yeniden hayata tutunmuştu. Takım ile birlikte hayatında birçok şey
değişmişti. Bunlarda kendi payı olduğunu da biliyordu. Uğur, hiç umut vermese
de hayatının değişimi kendisine umut veriyordu.
Artık kendi başına yaşamak istemiyordu içindekileri. Yıllardır
içinde sakladıklarını söyleyecek ve yanıta göre de tavrını belirleyecekti.
“Uğur, bir şey söylemek istiyorum.”
“Ne o? İzin mi alıyorsun?”
Uğur, gülümseyerek söylese de Harun'un tavırlarından biraz
rahatsız olmuştu. Bu ses tonu söyleyeceği şeylerden çok hoşlanmayacağını
anlatıyordu Uğur’a. Gerçekten önemli ve ciddi şeyler söyleyeceği çok açıktı.
“Bak, bu benim için çok önemli. Sen benim hep yakınımdaydın. Hep
bir aradaydık. Ama senin gözünde iyi bir arkadaştım. Artık sadece arkadaşın
olmak istemiyorum. Sana daha yakın olmak istiyorum. Birkaç zamandır etrafa
bakışın değişti. Yeniden hayata döndüğünü görüyorum. Bunun nedeni olmayı çok
istiyorum. Başarabilir miyim? Senin hayatında arkadaşından öte yerim olabilir
mi?”
“Harun, ben...”
“Uğur, düşünmeden yanıt verme. Senin beklemediğin şeyler
söylediğimin farkındayım. Uzun zamandır seni seviyorum. Bunu söylemeye cesaret
edemiyordum. Çünkü çektiğin acılar yüzünden zaten bunu kabul etmeyecektin.
Şimdi ise belki bir umut vardır, diyorum. Ayrıca, asla kendini bir şeylere
mecbur hissetme. Ben, yanıtın ne olursa olsun, yanında olacağım.”
“Harun, nasıl yanıt verilir inan bilmiyorum.” Kırmadan
yanıtlamalıydı. Onu arkadaş olarak görmüştü. Öyle de kalacaktı. “Benim için
değerini biliyorsun. Benim durumumu da biliyorsun. Çok üzgünüm ama hayatımda
bir erkeğe yer yok. Arkadaş olarak her zaman yanımda olmanı isterim.” Uğur,
Harun'un ısrarcı olmasından ve bunca yıllık arkadaşlığın kırıcı sözler ile yok
olmasından korkuyordu. O an aklından geçenlerin kendi duyguları değil de,
Umut'un Yunus'u kaybetme korkusunu duyduğu zaman, kendisini çok kötü hissettiği
olması da tuhaftı. Harun, onun için gerçek bir arkadaştı. Hiç farklı
düşünmemişti. Harun için kendisinin özel olduğunu da hiç düşünmemişti. Böyle
hissetmesine neden olacak en ufak bir davranışı olmamıştı. Hep dostça
kucaklardı ikisi de birbirini. Acaba o dostça sandığı kucaklamalar, Harun’u
farklı mı etkilemişti?
“Hiç mi umut yok?” Aslında soru, yanıtı da kendi içinde
barındırıyordu. Harun da bunu biliyordu.
“Harun, bu konuşmayı unutalım mı?” Israr etme, diyordu içinden.
Harun, Uğur'un gözlerine yerleşen korkuya anlam verememişti. Neydi
onu bu kadar rahatsız eden? Kendisinin yaptığı konuşma ile bu hale gelmesi
canını sıkmıştı. Özür dileyen bir tonla, “Hangi konuşma?” diye sordu. Uğur'un
yumuşayan yüzü, bozulan moralini bir nebze düzeltti. Harun, kendisine kızıyordu
o an. Nasıl bu kadar yanılmıştı? Nasıl, kendisini sadece arkadaş olarak gören
bir kadının hayatında yer istemişti? Seviyordu çünkü. Bunu engelleyemeyeceğini
biliyordu. Asıl zor zaman şimdi başlayacaktı. Uğur, onu sevdiğini bildiği bir erkek
ile arkadaşça da olsa görüşmeye devam edecek miydi?
*****
Erhan, Celal'i aramış, vakit geçirmek için onunla konuşmayı uygun
bulmuştu. Her şeyi anlatmıştı Celal.
Celal, kaçırıldıkları gün, bir miktar para ile adamlarla
buluşmuştu. Erhan'ın getirdiği çantaya koyduğu paralar, sözde Cemal'in
borçlarını ödemek içindi. Ama adamlar parayı alıp senetleri vereceklerine,
kendisini alıkoyup karısını ve oğlunu çağırması için kendisine baskı
yapmışlardı. Telefon ile alışverişe çıkacakları yalanı ile çağırdığı Leyla,
oğlunu da yanında getirince üçünü, uzun süre tutuldukları o eve götürmüşlerdi.
Günlerce, soğuk savaş yaşanmıştı, kaçıranlar ile kaçırılanlar arasında.
Daha sonra Burhan da yanlarına getirilmiş, aynı şekilde sadece
orada tutulmuştu. Ne aileleri ile görüşebilmiş, ne fidye istenmişti.
Kaçırmayı önceden planladıkları, bebek bezi depolamış olmalarından
belliydi. Günler sonra mahkemenin aldığı şekil ve diğer kardeşlerin işleri
iyice bozması ile ilk resmi yollamışlardı. Aslında yakalanmasalardı ve tarlalar
ile ilgili çözüm sağlamamış olsalar bu kez de işkence edip o resimleri
yollayacaklarını söylemişler.
Erhan, resmin arkasındaki notu sormuştu Celal’e. Aldığı yanıt iki
arkadaşın birbirini ve kardeşlerini iyi tanıdığını gösteriyordu. Celal, ‘Zeycan’ın
o resmi ne yapıp edip sana da göstereceğini biliyordum. Senin başının dertte
olmasına dayanamazdı. Diğer ağabeyleri duymasın ama seni onlardan çok sever’,
demişti. Erhan da Zeycan’ı Bade kadar sevdiğini söylemişti.
Erhan, basit bir plan olmadığını anladığı olayın bu şekilde
çözülmesinden memnundu. Celal ise neredeyse iki cümlede bir özür diliyordu.
Erhan'ın işinden uzaklaştırılmış olması, üstüne geçirdiği kaza ve ardından
yaşadığı sorunlar Celal'i çok üzüyordu.
Erhan arkadaşının özürlerine en sonunda onları İstanbul'a davet
ederek yanıt verdi.
“Gel de seni affettiğimi anla. Başka türlü anlamayacaksın.”
“Şu ara gelemem. İşleri toparlamam lazım.”
“Ne zaman gelirsin? Sen gelene kadar Zeycan'ı yollamayacağım. O
bizim de kardeşimiz artık.”
“Size zahmetimiz oluyor.”
“Zeycan mı zahmet? O anneme Bade'yi anımsatıyor. Ana kız evde pek
mutlular. Hem kermese kadar kalmak istiyormuş.”
“Ne kermesi?”
“Uzun hikaye. Sen önümüzdeki ay gelebilecek misin? Kermes mart
başında. Ondan sonra alabilirsin kardeşini.”
“Bana bak o cadıyı çok sevdiyseniz sizde kalsın. Ne bu be
kardeşimi bir ay daha göremeyecek miyim?”
“Oğlum, işlerini erken topla gel sen de kal bizde. Ev çok. Seni
yatıracak yerimiz var.”
“Tamam. İşlerimi ayarlar ayarlamaz yanındayım. Ama şimdiden
söylüyorum bir daha ne sana hediye alırım, ne senden hediye kabul ederim.”
Son sözden sonra kahkahalarla gülen iki arkadaş tüm kötü geçmişi
yine arkada bırakmıştı. Vedalaşıp kapattıklarında hala gülüyordu ikisi de.
*****
Uğur, yürümek, yürümek her şeyden uzaklaşmak, Harun ise tesisten
bir an önce ayrılmak istiyordu.
“Ben biraz daha yürüyeceğim. Sen?”
“Benim dönmem gerek. Çocukların bugünkü çalışmalarına yetişmem
lazım.”
“Tamam. Tekrar gelecek misin?” Amacı, ona kızgın olmadığını
göstermekti. Harun'un yüzünde oluşan gülümseme onun da bunu anladığını
gösteriyordu.
“Gelemem. Ama ararım. Görüşürüz. Dikkatli ol. Bugün kar yumuşak
ama yarın buz olur.”
“Dikkat ederim.”
Uğur, bahçede yürümeye devam etti. Az önce konuştuklarını yeniden
düşündü. Harun, bu güne kadar ilgisini belli etmemişti. Yani öyleydi değil mi?
Yoksa kendisi mi anlamamıştı? Kardeşi söylemişti ama o zaman bile
konduramamıştı. Eğer o güne kadar Harun sevgisini, ilgisini belli etmişse bile
asla fark etmemişti. Şimdi ise yapması gereken onunla arkadaş kalabilmekti.
Bunu başaracağına inanıyordu. Asıl yapması gereken artık gözünü açmak,
insanların hareketlerini doğru yorumlayabilmekti. Kendisine o kadar kızmıştı
ki, Harun gibi bir arkadaşı kaybetme ihtimalini yaşayınca... Bir daha böyle
hata yapmayacaktı.
Ne kadar yürüdüğünü bilmeden, ne kadar vakit geçtiğini anlamadan
devam etti yola... Derince sokaklarında amaçsız dolaştı. Ezan sesi ile kendine
geldi. Saatine baktığında bir saattir yürüdüğünü anladı. Çok uzaklaşmıştı.
Üstünde para da yoktu. Geri dönüş yolunu yürümeye başladı. Sonra otele
gittiğinde ödeyebileceğini akıl edip taksi çevirdi. Arabaya bindiğinde ne kadar
üşüdüğünü fark etti. On beş dakika kadar sonra tesise ulaşmıştı. Odasına çıkmak
için asansöre doğru yürürken Erhan'ı gördü. Hiçbir şey düşünmeden yanına gitti.
“Cebinde paran var mı? Bakma öyle, taksiye vereceğim, borç
alıyorum.” Erhan, o daha sözünü bitirmeden cebinden cüzdanını çıkartmıştı.
Uğur, onda para olacağını nasıl tahmin ettiğini düşünmek istemedi. Ama aklının
bir köşesi, askerin düzenini bildiğini anımsatıyordu. Erhan, parayı verip
cüzdanını cebine koydu. Uğur, bir an durdu, sonra topuklarının üstünde dönerek
kapıya yürüdü.
Erhan arkasından izledi. Bir tuhaflık vardı. Yüzü, düşünceler ile
karışmış gibiydi. Harun'un birlikte çıktıktan kısa süre sonra tek dönmesi,
Uğur'un bir saat sonra tuhaf bir yüz hali ile geri gelmesi Erhan'ı
düşündürmüştü. Zaten merakla dönüşünü beklemiş, onun için de kapıyı gören bir
koltukta bir saatten fazla oturmuştu. Sehpada duran dergileri iki kez karıştırmış
ama okumaya değer bir şey bulamamıştı. Nihayet kapıdan girdiğini gördüğünde
sevinmişti ama biraz sinirli bir sesle para istemesi ve sert hareketleri
tedirgin etmişti. Harun ile aralarında ne geçmişti?
*****
Uğur, öğle yemeğine kadar kimse ile konuşmak istemiyordu. Taksi
parasını öder ödemez asansöre gitmiş odasına kapanmıştı. Erhan'ın kendisini
izlediğinden habersizdi. Yatağına
uzandığında aklına ölen kocasını getirmek istedi. Onunla dertleşmek,
yaşadıklarını anlatmak istedi. Ama başaramadı. Atilla ile konuşmak çok zor
gelmişti. Ondan özür dilemek için belki yüzlerce kez konuşmuş ve hiç şu anki
kadar zorlanmamıştı. Ama şimdi nasıl anlatacağını bilmiyordu. Çünkü Harun'un
teklifinden çok, Erhan'ı anlatmak istiyordu. Onunla olanların adı yoktu. Aslında
tek olan ona kendini yakın hissetmesiydi.
Erhan'ın gözlem yeteneği sayesinde olaylara basit çözümler bulması
hoşuna gidiyordu. Aslında ona Harun'un teklifini anlatsa belki daha iyi
hissedebilirdi kendisini. Böylece kendisine de basit ama etkili bir yol
bulabilirdi. İyi ama ona anlatması doğru muydu? Erhan sonuçta birkaç aydır
tanıdığı biriydi. Üstelik hiç de samimiyetleri yoktu. İyi ama o en özeli olan
mahkemesi ile ilgili her şeyi kendisi ile paylaşmamış mıydı?
Düşünmek rahatsız edene kadar, bunları aklından onlarca kez
geçirdi. En sonunda çözüm bulamamış bir şekilde uzandığı yerde uykuya daldı.
Yarım saat sonra kapısının çalınması ile uyandı. Erhan, kapının pervazına
yaslanmış duruyordu.
“Uyudun kaldın değil mi?”
“Evet.”
“Yemeği kaçırmanı istemem. Hadi hazırlan. Ben burada bekliyorum
seni.”
“İçeri gir istersen. Koltuk değneklerin olmadan o kadar süre
ayakta durma.”
“Uzun mu sürecek hazırlanman?” Bunu sorarken odaya girmişti bile.
Kendi odası ile aynı olan dekorasyonda tek fark Uğur'un parfüm şişesinin ve
küçük bir makyaj çantasının durduğu komodindi. Odasının düzenli oluşu hoşuna
gitmişti. Dağınık insanlardan hoşlanmazdı. Camın önünde olan tekli koltuğa
oturdu.
Uğur, dolaptan eşofmanlarını alıp banyoya girdi. Erhan beklerken
daha da acele ediyordu. Üç dakika sonra hazırdı. Bu da Erhan'ı aslında haklı
çıkartıyordu. İçeri davet etmesine gerek yoktu!
“İnelim mi?”
“Biraz vaktimiz var. Nasılsa ikiye kadar yemek var. Konuşalım mı?”
“Ne konuşacağız?”
“Canını sıkan neyse onu...”
“Bir şey yok. İyiyim ben.”
“Ben iyi misin, demedim ki! Canını sıkanı konuşalım dedim.”
“Konuşacak bir şey yok. Hadi yemeğe inelim açım.”
“Tamam. Bu kez kurtuldun ama bir daha yüzünü böyle görürsem
kurtulamazsın.”
“Senin gözlerin hep keskin miydi? Yoksa kazadan sonra mı böyle
oldun. Yan etkisi mi acaba?”
“İşi şakaya vurabilirsin ama benden kurtulamazsın. Hep keskindi.
Bunda hem eğitimin hem de iki afacan kardeşin etkisi büyük.”
“Artık afacan değiller, değil mi? Bak kardeşlerimi emanet edeceğim
onlara.”
“Aman emanet deme bana. O kelime bizimkileri haftalarca gerdi.
Babanın iyi niyeti çocukları üzdü.”
“Gerçekten iyi niyetti ve bunu anlamayan Yunus'tu.”
“Derdine yansın. Günlerce acı çektiler.”
“Çok acımasızsın. O üzülürken sen üzülmedin mi?”
“Üzüldüm elbette ama güzel bir sözü uyguladım. Laf dinlemeyen
kendi öğrenir! Beni dinleseydi, ki gerçi dinledi ama yine de yanılış yapmaya
devam etti, o zaman çoktan çözmüşlerdi işlerini. Bak bencil tarafım bir de şunu
diyor, iyi ki Gaziantep'e gitti. İşleri toparlamaya yardım etti. Görüyorsun
işte insanoğlu her şeyden kendine pay çıkartmayı biliyor.”
“Pes. Gerçekten pes. Çok çıkarcısınız Erhan Bey. Çıkarcı demişken,
hadi çıkalım. Ne kadar erken yersem maçta o kadar az stresli olurum.”
“Tamam hadi gidelim.”
Odadan çıkarken ikisinin de yüzü biraz daha gülüyordu. Uğur, Harun
konusunu kafasında çözmüştü. Erhan, yüzündeki değişimi gördüğünde, kafasını
karıştıran konunun çözüldüğünden emindi.
O günün akşamı maçın verdiği yorgunluk ile sakin bir ortamda
geçti.
*****
Ertesi gün Erhan’ın çalışması vardı ama oyuncular dinleniyordu.
Önce Sevilay ile çalışmıştı Uğur. O gün Sevilay biraz zorlanmıştı. Bu da Uğur’u
üzmüştü. Ya istediği gibi ilerleme kaydedemezse, diye düşünüyordu. Biraz
dinlendikten sonra saat on bir de Erhan ile buluştu. Bugün yine aletler ile
çalışacaklardı. Havuz olmaması iyiydi aslında. Havuzda biraz tedirgin oluyordu.
Erhan ona bakmasa da o Erhan’ı inceliyordu. Gerçi bunu yaparken yakalanma
korkusu yoktu. Zaten o hep Erhan’ı inceliyordu. Ne de olsa hastasıydı. Ama
birkaç gündür o vücuda bakmanın etkisi değişmişti. Hastasına bakmak gibi
değildi. Sanki daha yasak şeyler vardı kendi bakışlarında. Erhan ise ona
bakmıyordu. İyi ama neden bakmıyordu? Neden olacak adamın derdi Uğur değildi
ki. İyileşmek istiyordu o. Böylece rahatsız etmiyordu. Şimdi kendi kendine buna
dertlendiği için kızıyordu.
Bunları aklından geçirirken kapı açılıp Erhan, neredeyse hiç
kullanmadığı koltuk değnekleri ile içeri girdi.
“Geç mi kaldım? Kaşların çatılmış!”
“Yok, geç kalmadın. Benim aklıma bir şeyler geldi de onları
uygulasam mı diye düşünüyordum. Gelişimin çok iyi! Salon sporları yapmış olman
seni çok kuvvetlendirmiş. Artık tedaviyi değiştirebilirim gibi geliyor.”
“Sen şimdi güzel konuşmaya başladın işte. Peki rapor sürem?
Kısalır mı bu süre?”
“Altı ay diye öngörmüştük. Belki beş, en iyi dört aya çekebiliriz.
Ama yine de bunun kararını kurul verecek.”
“İşte bu kutlanacak bir haber. Bir ay önce bile olsa benim için
iyi olur. Evde sıkılıyorum.”
“Sıkılıyor musun? Ne zaman sıkılmaya zaman buldun? Ya davanla ya
maketlerinle ilgileniyormuşsun.”
“İyi ama bunları yapmak, başı dertte olanları kurtarmakla
ölçülemez.”
“Haklısın. Senin gibi gözlem yeteneği olan birinin bir an önce
işbaşı yapması lazım.”
Erhan, Uğur’dan duydukları ile çocuklar gibi mutlu olmuştu.
Çalışma yeni hareketler ve yeni aletler ile sürmüş, daha önceki çalışmalardan
farklı olarak bu kez ikisi de bol bol konuşmuştu. O günün konusu okudukları
kitaplardı. Bazı ortak sevdikleri yazarların kitapları ise asıl konuşma konusu
olmuştu.
*****
İstanbul'da yaşayanlar hallerinden memnundu. Sedat yine sınav
stresine giren Onur ile görüşmemişti. Ama bundan şikayetçi değildi. Çünkü Onur,
onu sık arıyor, bir dakika bile konuşsalar birbirlerini özlediklerini belli
ediyorlardı.
Yunus ile Umut zaten çok daha dolu bir aşk yaşıyorlardı. Hatta
oturmak istedikleri yerleri elemiş, ikisinin de ailesine yakın bir ev bulmuşlardı.
Emlakcı, buldukları evi onların istediği gibi boyatma sözü vermişti. Hafta sonu
başlayacaktı ustalar çalışmaya.
İki sevgili hallerinden memnundu. Fırsat buldukça görüşüyorlar,
ortak evde sık sık birlikte oluyorlardı. Her seferinde bir an önce evlenmek ve
her geceyi birlikte geçirmek istediklerini yineliyorlardı.
İbrahim, Erhan'ın Celal ile konuşması sonucunda o hafta sonu
Zeycan'ı tüm gözlerden uzak İstanbul'da görecek olmanın mutluluğunu yaşıyordu.
Telefonla konuşmak yetmiyordu. Kameralar aracılığı ile görüşmek daha çok
özlemesine neden oluyordu.
Dava ile ilgili son iki günde büyük gelişmeler yaşanmıştı. Çete
üyelerinin konuşması ile adım adım en üstteki kişiye ulaşılmış, çetenin
yakalandığını duyduğunda deniz yolu ile yurt dışına kaçmak isterken ele
geçirilmişti.
Dava gününe iki hafta kalmış, içi rahatlayan İbrahim, perşembe
günü, girmesi gereken başka bir dava için İzmir'e gitmişti. Cuma akşam uçağı
ile İstanbul'a geçecekti. Ertesi gün de Zeycan'ı görecekti. Sadece iki gün daha
sabretmesi yetecekti...
*****
Perşembe günü Uğur, maçta galip gelen takımını kutlamak için pasta
söylemişti aşçıya. Daha önceki maçlarda hep diğer takım galip gelmişti. Ama
çocukların çabaları o gün galibiyeti getirmişti. Önemli olan ise kendi
taktiklerini dinlemeleri ve oyuna yansıtmalarıydı. Kutlamayı hak ettiklerini
düşünüyordu.
Akşam yemeğinden sonra Erhan'ın da onlara katılmasını istedi. Tüm
maçların tek düzenli izleyicisiydi. En çok o hak ediyordu kutlamaya katılmayı.
Aslında Harun da olsaydı yanlarında çok güzel olacaktı ama Uğur, o gün hatırını
sormak için aradığında bile, yanlış anlaşılmamak için çağıramamıştı.
O konuşmanın yapıldığı gün Harun İstanbul'a dönmüştü. Erhan,
vedalaşırken tekrar gelecek mi diye sormuş, Harun, Erhan’ın yanında ayakta
duran Uğur’a bakmış, ‘kamp bitsin de salonda görüşürüz artık’ demişti. Erhan,
aralarında ne varsa artık yok diye düşünmüştü o yanıttan sonra. Uğur o günden
beri bir daha yüzünü asmamıştı. Önemli olan da buydu…
Uğur, keyifle takımı ile ilgileniyor fırsat buldukça babasını ya
da kardeşlerini arıyordu. Onlardan güzel haberler almak çok keyifliydi. Hasan
amcanın Yunus'u terletmesi zaten aralarında epey konuşulmuştu. Şimdi de, ev
bulduklarını söylemişti Umut. Evlilik hazırlıklarını başlatmıştı iki aşık.
Erhan, memnundu bu gelişmelerden. Uğur da mutlu gözüküyordu. Kardeşleri hızlı
ilerliyordu.
Akşam yemeğinden bir saat kadar sonra tüm takım toplanmış pastalar
yenmişti. O gece herkes bir arada sanki şampiyonluk maçını almış gibi heyecanla
kutlamıştı. Erhan da takımla kalmış, geç saatlere kadar konuşmuştu hepsiyle.
Kimisi evli olan takım elemanlarının eşlerini özlemiş olmaları konuşmalarına da
yansımış, hafta sonu evlerine dönecek
olmanın mutluluğunu konuşmaya başlamışlardı. Yine en neşelileri Süleyman'dı.
Herkesi kırıp geçiren fıkralarının müstehcen olanlarına kendisinin bip koyması
ise başlı başına bir olaydı.
Saat bire gelirken artık herkes yatağını özlemişti...
*****
Cuma sabahı buz gibi bir havaya uyandılar. Gece don yapmıştı.
Etrafta damlardan sarkan buzlar çok kötü gözüküyordu. Erhan, yine soğuk ile
olan düşmanlığını anımsamıştı. Ne giyerse giysin ısınmayacakmış gibi geliyordu.
Oysa odası da tesisin diğer bölümleri de gayet sıcaktı. O gün kendisine en iyi
gelecek şeyin sıcak havuz olduğunu biliyordu. Hem Uğur ona söz vermemiş miydi?
Eğer iyileştiğine, yüzebileceğine karar verirse, sıcak havuza girebilirdi.
İyileştiğini kendi söylemiyor muydu?
Erhan keyiflenmişti…
Kahvaltıdan sonra yüzmek için ikna etmeye çalışacaktı. Odasından
çıktığında içinde mayosu, üstünde ise kalın yün gömlek ve kazağı vardı. Kot
pantolonu sıcak tutmaz diye yünlü kumaştan olan pantolonunu giymişti. Kendisini
gören Uğur gülmeye başladı. “Yok artık?”
“Ne o, üşüyemez miyim? Ne üşümesi donuyorum hatta.”
“Hasta olmayacaksın değil mi?”
“Bilmiyorum ama içimde sıcak havuzda çalışma yapmak gibi bir istek
var.”
“Tamam, madem üşüyorsun orada çalışırız.”
“Yüzebilir miyim?”
“Belki.”
“Belki olmaz. Yüzersin de.”
“O kadarına çalışma anında karar vereceğim.”
“Uğur Hanım, size çok inatçı olduğunuzu söyleyen oldu mu?”
“Oldu.”
Erhan kim diye soramadı. Alacağı yanıtı duymak istemedi. Onun
yerine yine gülümsedi ve “Haklıymış” dedi.
Kahvaltıdan sonra şömine başında biraz oturdular. Erhan ısınmıştı.
Ama bunu söyleyip havuz seansını kaçırmak istemiyordu. Ama o an biliyordu asıl
istediği yüzmek değildi. Uğur yüzücü mayosuyla bile olsa, onu görmek istiyordu.
Hem de çok istiyordu.
Erhan'ı bir sürpriz bekliyordu. Uğur kenarında sökük olduğu için
yüzücü mayosu yerine diğer mayosunu giymişti. Bu kez, Erhan bakışlarını
kaçırmıyordu. Aksine beğeni ile süzüyordu. Uğur onun bakışlarını fark etmiş
biraz utanmıştı. Ama kendini saklamak istememişti. O değil miydi kendisine
bakmıyor diye bozulan. Üstelik bunu düşündüğü için utanmayan? Şimdi bakıyor
diye utanması tuhaftı ama utanıyordu işte.
Havuza girdiğinde Erhan onu suyun içinde bekliyordu.
Önce biraz çalıştılar. Sonra Uğur, Erhan'ın isteğini kırmadı ve
çok hızlı olmamak şartıyla yüzmesine izin verdi. Erhan Uğur’un sözünü dinlemiş,
sadece bir tur atmıştı.
“Ağrı hissettin mi?”
“Hayır. Çok iyiyim. Teşekkür ederim.”
“Sen iyi bir hastasın. Asıl ben teşekkür ederim kendine bu kadar
dikkat ettiğin için.”
“Fizyoterapistimin iyiliğinden olmasın?”
“Eee böyle körler sağırlar birbirini ağırlar mı oynayacağız? Demek
ki iyi hasta, iyi doktor, hızlı iyileşme sağlıyor!”
“Tamam, sevdim bunu.” İkisi de çalışmanın sonunda keyifli bir
şekilde çıktılar havuzdan. Odalarına giderken, ertesi gün yapılacak yolculuğu
konuşuyorlardı. Erhan da otobüsle dönecekti. Sedat gelip almak istemişti ama o
diğerleri ile döneceğini söylemişti. Uğur, Erhan ile birlikte dönecekleri için
mutluydu. Onunla konuşmak hep keyif veriyordu. Uzun zamandır, arkadaşı Uğur ve
Harun haricinde bir erkekle böyle konuştuğunu anımsamıyordu.
Son gece iki takımın oyuncuları da bir araya gelmişti. Yemek
sonrası barda müzik dinliyor ve eğleniyorlardı. Hatta çoğu Uğur ile dans
ediyordu. Tekerlekli sandalyeler ile yapılan danslar biraz gürültülü de olsa
herkes çok eğlenmişti.
Erhan da dans etmek istiyordu Uğur ile ama çocukların keyfini
bölmek istemiyordu.
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder