27 Haziran 2015 Cumartesi

BUZDAKİ ATEŞ 34. Bölüm

*****

O günden sonra birbirlerinden yine uzaklaştılar. İkisi de etkilendiklerinin farkındaydı. Uzak durmaya çalışıyorlardı. Meliha Hanım da bunu fark etmişti. Ama fark ettiği başka bir şey daha vardı. İkisi de birbirlerine belli etmeden diğerinin hareketlerini izlemeye devam ediyordu.

***** 

Hafta sonu geldiğinde dosya tamamlanmıştı. Erhan beş tane çok benzeyen çizim bulmuştu. Üç tane de benzeme ihtimali olan çizim tespit etmişti. Onların notlarından kimlere ait olacağının ipuçlarını da sıralamıştı. En son iş olarak da bunları İbrahim'e aktarmıştı.

***** 


Polis, adresleri tespit etmişti. Evlerin bazıları jandarma bölgesindeydi. Evler hemen izlemeye alınmıştı. İlk gün üç tanesinin olayla ilgisi olmadığı tespit edilmişti. Şehir merkezine yakın iki ev ile ilgili tereddüt vardı. İzlemeye devam ediliyordu.

Suriye sınırına yakın olan üç evden ikisi boştu. Sahipleri yıllar önce göç etmişti. Ama şimdi o evlerden birinde yaşam vardı. En yakın köye iki kilometre uzaklıktaki ev çoban kılığına girmiş jandarma tarafından izleniyordu. Eve gelen giden arabalar takibe alınmıştı.

*****  

İbrahim Zeycan'ı çok özlemişti ama işler çok hareketlenmişti. Her şeyi bir yana bırakıp Zeycan'ın yanına gitmek istiyordu. Yapamayacağını çok iyi biliyordu. Cemal ile Kemal de ona çok güveniyordu. Kardeşlere, resimle benzeyen evler ve evler ile ilgili bulunan bilgiler aktarılmamıştı. Ağızlarında bir şey kaçırmaları ya da kendilerine güvenerek hareket etmeleri karşı tarafı uyarabilirdi.

Kardeşler ve eşleri korku dolu günler yaşarken, Celal ve Leyla'nın kurtulmasına çok az kalmıştı. İbrahim, polisten fazla bilgi alamıyordu ama jandarma elindeki tüm bilgileri aktarıyordu.

Suriye ile sınır olan topraklarda, silah kaçakçılığı yapan, silahları terör örgütüne aktaran, bunu yaparken de ilaçlama uçaklarını kullanan çete tespit edilmişti. Çetenin lideri olduğu sanılan kişinin araştırılması da devam ediyordu. Ankara da görev yapan Suriye ile ilişkilerde kilit noktada yer alan Ali İhsan Ketekan en büyük şüpheliydi. Onun telefonları dinlenmeye, eski görüşme kayıtları incelenmeye başlanmıştı.

Cemal'in tarlayı kullandırmasından sonra ilk sevkiyat cuma günü, cuma saatinde yapılmıştı. Neredeyse kimsenin sokakta olmadığı o saatte ilaçlama adı altında tarlada çalışan işçilere silahlar atılmıştı. İşçiler silahları traktörlerin römorklarına yığmış, üstüne de ürünü doldurmuştu. Jandarma tüm olayı izlemiş, hatta kayda almış ama müdahale etmemişti. Takibe alınan traktör, Karkamış'tan çıktıktan bir süre sonra Fırat Nehrinin kıyısında durmuştu. Orada, hasadın altına gizlenmiş silahlar çıkartılarak kayıklara yüklenmişti. Kayıkları takip etmek o an için mümkün değildi ama Fırat'ın güvenliğinden sorumlu olan ekibe haber verilmiş, teslimin kime yapılacağı izlemeye alınmıştı.

Bu arada evde rehin tutulan Celal ve karısı ile bebeği sağlıklı görünüyordu. Her gün kısa sürelerle bahçeye çıkartılıyorlardı. Onlar bahçede gezerken mutlaka başlarında dört ya da beş silahlı adam duruyordu. Jandarma hava almak için çıktıkları saatte baskın yapmayı tercih edecekti. Çünkü evin planı ellerinde olmadığı için nerede sakladıklarını bilemiyorlardı. Termal kameralar istenmişti. Yine de kameralar gelmeden baskına fırsat bulunursa gerçekleştirilecekti.

Celal'e haber verilebilse baskın anında kendilerini korumak için bir şeyler yapabileceğini biliyorlardı. Ama haber vermenin imkânı yoktu. Onun içgüdülerine güvenmek zorundaydılar. İbrahim, onlara bir şey olursa hem kendini başarısız addedecek hem de Zeycan ile birlikte olabilme ihtimalini tamamen yitirecekti. Birilerinin hayatı tehlikedeyken bunları düşündüğü için kendine kızsa da sevgisinin ağır bastığı gerçeği ile yaşamak zorundaydı.  

***** 

Cumartesi ve pazar Gaziantep de hayat çok durgundu. Cemal'i götürdükleri pavyonu da izleyen polis, herhangi bir olay beklemiyordu.

Derince de ise Meliha Hanım ve Alihan Bey, o günü evlerine dönecekti. Valizleri danışmanın önüne indirilmişti. Dışarıda yine soğuk bir hava vardı ama kar durmuş buzlar erimişti.

Uğur ile Erhan arasında mesafeli durma savaşı devam ediyordu ama ikisi de bundan sıkılmıştı. Yeniden buzları eritmenin yolunu arayan ikili birbirinden habersiz çözüm arıyordu.

***** 

Aynı gün İstanbul da heyecan doruktaydı.

Yunus, Hasan Bey ile konuşacaktı. Uğur'un dönmesini beklemek istemiyordu ikisi de. Bir hafta boyunca Umut ile aşkı doya doya yaşamıştı. İkisi de aralarında hiçbir yanlış anlama bırakmamıştı. Umut, iş arkadaşlarına Yunus ile evleneceğini söylediğinde kızların bir kısmı bozulmuştu ama onlar da dahil hepsi aralarındaki elektriği anladıklarını söylemişti. Umut, kendi aptallığına şaşıyordu. Çevrelerindeki herkes anlamışken onlar nasıl aylarca kendilerine işkence etmişti? Artık pişmanlığa yer yoktu. Geçmişi değiştirmek mümkün olmadığına göre gelecek için doğru adımlar atmaları gerekiyordu.

İkisi de daha fazla ertelemek istemedikleri konuşma için pazar akşamını uygun bulmuştu. Onur ders çalışmak için arkadaşlarına gidecekti. Böylece evde sadece üçü olacaktı. Umut, babasına Yunus'un geleceğini söylememişti. Masayı hazırlarken her zamankinden daha özenliydi. Kendi giyimi de pazar akşamına göre oldukça şıktı. Babası fark etse de bir şey söylememişti. Mutfakta üç tabak hazırlamış ama masaya daha götürmemişti. En son ekmek sepetini masaya bıraktığında kapı çaldı. Babası kim bu der gibi baktı ama Umut ses çıkartmadan kapıyı açmaya gitti.

Yunus, elinde bir demet çiçek ile kapıda heyecanla bekliyordu. Umut, babasının görmeyeceğinden emin küçük bir öpücük bırakıp dudaklarına moral vermeye çalıştı.

“Seni sevdiğimi biliyorsun değil mi? Rahatla biraz.”

“İnan şu an hayatımın en zor işini yapıyorum. Kendi aileme söylerken çok rahattım ama baban beni korkutuyor.” Söylediklerinin doğruluğu yüzünden okunuyordu.

“Hani artık rahatlamıştın?”

“O o zamandı. Hadi girelim içeri. Korkunun ecele faydası yok.” Umut onun bu haline gülüyordu ama babasının ters bir laf etmesinden de korkuyordu.

“Kim Umut gelen?”

“Yunus geldi baba!”

“E kapıda mı kalacak, alsana içeriye.”
“Geliyoruz.” 

Yunus, çiçekleri Umut'a verip içeriye girdi. Hasan Bey ayakta karşıladı konuğunu.

“Hoş geldin, Yunus. Nasılsın? Döndü mü babanlar?”

“Hoş bulduk. İyiyim. Ve bizimkiler Zeycan'ı da alıp döndü. Nihayet güzel yemekler yiyebileceğiz.” Yunus, tüm sorulara peş peşe yanıt vermişti.

“Gelseydiniz bize. Umut size yemek yapardı.” Hasan Bey üzülmüştü gençlerin haline.

“Çok teşekkürler. İdare ettik. Ama Umut'un yemekleri gerçekten çok güzel!”

“E o zaman yemeğe kalacaksın bu akşam! Mutfaktan çok güzel kokular geliyordu.”

“Teşekkür ederim. Kalırım.”

Yunus, lafa nasıl gireceğini bilemiyordu. Umut da çiçekleri vazoya koyup gelmiş Yunus'un oturduğu tekli koltuğun sağındaki koltuğa oturmuştu. Babası karşıdan ikiliye baktı bir süre.

“Bana söyleyeceğiniz bir şey mi var?”
İkisinin de kaçamak bakışları ve kıvranmaları içten içe eğlendiriyordu. Kendisinin, Nadide'nin babası ile konuştuğu zamanı anımsamıştı. Ne kadar heyecanlıydı. Yunus da ondan hiç farklı değildi.

“Evet, Hasan amca! Bunu nasıl söyleyeceğimi, sizin neler düşüneceğinizi bilmiyorum.” Derin bir nefes aldı. “Ben Umut'u seviyorum ve onunla evlenmek istiyorum.” Bir derin nefes daha aldı ve bu kez Hasan Beyin gözlerine tüm samimiyeti ile bakarak devam etti. “Kızınızı bana emanet etmiştiniz. Eğer güveninizi sarstıysam özür dilerim ama onu vazgeçemeyeceğim kadar çok seviyorum.”

Hasan Bey, karşısında aşkını savunan ve kendisinin güvenini yıktığını sandığı için üzülen gence baktı. “Sana o gece kızımı emanet ettiğimde de, şimdi de, sevgine inandım ve güvendim. Siz fark etmemiş olabilirsiniz ama gözleriniz hep sevgi doluydu. Ben de kör olmadığıma göre bunu görmem normaldi.”

Yunus rahatlamış şekilde ayağa kalktı, yaşlı adama doğru yürüyüp elini öptü. Hasan Bey damadı olacak genç adama sevgiyle sarıldı. Sonra da kızına döndü. “Küçük Hanım siz babanızın elini öpmeyecek misiniz?” dedi.  Umut koşarak sarıldı babasına. Bir zamanların evlenmeyi düşünmeyen, hayatı güne göre yaşamayı planlayan, kendisini ablasının üzüldüğü gibi bir duruma kimsenin düşüremeyeceğini söyleyen genç kız yok olmuştu. Sevdiği erkek ile evleneceği için ayakları yere değmeyen bir genç kız vardı artık…

Yemek ve sonraki çay faslı çok keyifli geçmişti. Umut bir ara ablasını aramış ve Yunus ile babasının konuşmasını kısacık anlatmıştı. Bir saat kadar daha oturan Yunus vedalaşıp evden ayrılmadan kapının ağzında Umut'a “Yarın akşam Erhan'ın evine gidelim mi?” diye sordu. Cumartesi günü Erhan'a ait olan ama üç kardeşin de zaman zaman kullandığı eve gitmişti iki sevgili. Umut, başı ile onayladı. O an yine istekle dolmuştu. Sesinin normal çıkmayacağını düşündüğü için konuşmuyordu. Yunus kısacık bir öpücük kondurup arabasına koşar adımlarla gitti. Daha derin, daha uzun bir öpüşmenin Hasan Amcayı kapıya getirmesinden korkmuştu.

Umut, içeri girip babasına iyi geceler diledikten sonra odasına çıkıp hemen yatağa girdi. Uyumak yerine bir önceki günü düşündü. Cumartesi günü Yunus, sabah kahvaltı için aramıştı. Saat daha on olmadan buluşmuştu iki sevgili. Önce kahvaltı etmiş, sonra biraz araba ile gezmişti ikili. Saat bir olduğunda yine acıkmıştı ikisi de.

“Acıktım.”

Yunus, o an aklından geçenlere öyle dalmıştı ki sadece “Bende açım, hem de çok açım.” diyebildi.

“Eyvah, sana aşk yaramıyor sanırım çok acıkıyorsun.”

“Hayatım, çok doğru tahmin. Aşk acıktırdı. Ve nasıl doyacağımı biliyorum.”

Umut, Yunus'un açlığının ne olduğunu ancak anlamıştı. Ne diyeceğini bilemeden sustu.

Yunus, Umut'un suskunluğunu yanlış anlamış, henüz hazır olmadığını düşünmüştü. Sessizliği bozmak için, “Ne yemek istersin?” diye sordu.

“Sana ben bir şeyler hazırlamak isterdim. Babam evde. Bizde olmaz. Sizin ev müsait ama Sedat evde olabilir. Artık başka zaman yaparım.”

“Erhan'la ortak kullandığımız evimiz var. Orada yapsan?” Baş başa kalma fırsatını kaçırmak istemiyordu.

“Ne yani, tüm kızları götürdüğün bir eve mi gideceğiz?”

“Eskimizi eskide bıraktık sanıyordum.” Aslında çok komikti ama o evi o amaçla tutsalar da o amaçla kullanmamışlardı. Arkadaşları ile evde yapılan toplantılara daha çok ev sahipliği yapmıştı ev.

Gülümseyerek yüzüne baktı. Yunus merakla yanıtını bekliyordu. “O zaman gidelim.”

Yunus, anlatmıştı sonra o evde neler yaptıklarını. Rahatlamıştı Umut ama kendi düşündükleri doğru da olsa yine de gideceğini biliyordu. İkisinin de geçmişi vardı. Geçmişte kalması gereken…

“Ne pişireceksin? Markete uğrayalım.”

“Dolapta ne vardır?”

“Hazır yemek bulunur mutlaka.”

“Hazır yemek? Pratik tabii.  Paketinden çıkartır, ısıtır, yeriz.”

“Bu muydu yapacağın yemek?”

“Ben hazır yemekleri bile çok lezzetli hale getirebilirim.”

Erhan'ın Bostancı'da olan evine gittiklerinde saat on iki olmuştu. Umut, mutfağa gidip buzdolabını karıştırmaya başladı. Dolabın kapağını kapatıp Yunus'un yanına gitti.

“Dolapta bir şey yok. Ama...”

“Ne aması?”

“Burada paketinden çıkartılıp ısıtılacak bir şey var. Sonra da afiyetle yersin!” Yunus, Umut'un sözlerini yeni anlamıştı. Hemen koltuktan kalktı.

“Bu hazır yemek sensin değil mi? Yanılıyorsam, çok uzun süre aç kalabilirim. Umarım yanılmıyorumdur.”

“Aç bakalım paketi. İçinden sevdiğin bir yiyecek mi çıkacak?”

Yunus, deliye dönmüştü. Umut'un üstündeki kazağı yukarıya doğru sıyırdı. Gözlerinin önüne serilen göğüsleri, ince beli süzdü. “Şimdiden, hayatım boyunca yediğim en lezzetli yemek olduğunu söyleyebilirim. Çok güzelsin. Umut...?”

“Seninle sevişmek istiyorum.” Sözleri bittiğinde Yunus öpmeye başlamıştı. Öpücükleri dudaklarından boynuna, oradan göğüslerine doğru indi. Umut da Yunus'un vücudunu hissetmek istiyordu. Ellerini kazağının altına sokmuş, sırtını okşamaya başlamıştı. İkisi de alev alev yanıyordu. Ayakta birbirlerini öpmek, soymak, yetmemeye başlamıştı. Yunus, Umut'u kendi yatak odasına götürdü. Yatağın örtüsünü açtıktan sonra yavaşça yatırdı sevgilisini. Yeniden dudaklarından aşağı doğru tüm kıvrımlarında yolculuk yaparak pantolonuna kadar ulaşmıştı. Elleri düğmeye gittiğinde yine bir an duraladı. Onun duraklamasını fark eden Umut, kendisi açmıştı düğmeyi. Sonrası ise artık dönülmez bir yoldu. Dönmek isteyen de yoktu.

Hava kararıp karınları açlıktan guruldamaya başlayana kadar yataktan çıkmamıştı ikisi de. Yattıkları yerde en kısa sürede evlenmeye karar verdiler. Yunus kaçamakların kendisine yetmeyeceğini söylediğinde Umut da aynı şeyi hissettiğini belirtti. Birbirlerinin tadına vardıktan sonra uzak durmak çok zor gelecekti.

İşte bunları yaşadıktan sonra Yunus artık Hasan amcaya açıklamaları gerektiğini söylemişti, Umut'a.

Bu akşam babası ile konuşması bir gün önce, sevişmelerinden sonra aldıkları bu kararın uygulanmasıydı.

***** 

Tesiste sadece iki takım, Sevilay ile annesi ve Erhan kalmıştı.

Uğur bir haftadır Meliha Hanım ile konuşmaya alışmıştı. Yaşlı kadın özel soru sormuyor, Uğur neyi ne kadar anlatırsa onu dinliyordu. Özleyecekti hem Meliha Hanımı hem de Zeycan'ı.

“Bu akşam pek sessiz buralar. Ne dersin bir tavla maçı daha yapalım mı?” Erhan Uğur ile arasındaki soğukluğun dışarıdaki buzlar gibi erimesini istiyordu. Dört gündür birbirlerine soğuk davranıyordu ikili. Ama artık sıkılmıştı Erhan bundan. Uğur, kendi derdini bilse zaten bu kadar soğuk durmazdı. Tamam, Uğur çok güzeldi. Kısacık saçları, dolgun dudakları ve okuma zamanı hariç artık pek takmadığı gözlüklerinin ardına sakladığı güzel gözleri ile çok çekici bir kadındı. İlk tanıştıklarında vasat bulduğu kadının aslında nasıl bu kadar çekici geldiğini bilemiyordu. Uğur'un çekici olması da fazla bir şey değiştirmiyordu. Acaba... Aklına gelenleri hemen uzaklaştırdı. Çekici olması onu öpmesini gerektirmezdi! Öpüp tahrik olup olmadığını mı ölçecekti? Uğur'u bunun için kullanamazdı. Tahrik olmamasının artık fiziksel bir engeli olduğunu düşünüyordu. Bunca ay geçmiş, herhangi bir sorun kalmadan düzeleceğine olan inancı artmıştı ama hala hiç ereksiyon olmamıştı. Bu da normal değildi. Belki de ameliyatta bir hata yapılmıştı. Bunu mutlaka bir doktorla konuşması gerekiyordu.

*****

Oyun odasına geçtiklerinde takımın hepsinin orada olduğunu gördüler. Süleyman yine okey masasında hepsini gülmekten kırıp geçiriyordu. Hatta kendi masası yetmiyor diğer masadakilere de laf atıyordu.

Uğur'un kapıdan girdiğini görünce “Koç, şunlara bir şey söyle. Çiftten okey attım diye taş çalmakla suçluyorlar. Gel de hakemlik yap bize.”

“Koçunuz bu akşam tavlada beni yenmeye çalışacak.” Masadaki diğer oyunculara dönüp, “Sizler Süleyman’a dikkat edin o balyası ile taş çalıyor. Istakasını nasıl kullandığını izleyin.”

“Erhan Bey, ne kötüsünüz. Ne zaman gördünüz taş çaldığımı?” Süleyman, Erhan'ın ciddi olduğunu sanıp üzüldü.

“Neden şu an bile ıstakanda on dokuz taş var?”

Erhan bunu derken diğerlerine göz kırptı. Ama bunu görmeyen Tankut eğilip ıstakasına baktı. Süleyman Tankut'a kızıyordu. Bu oyun oynanmaz bana taş atmazsın şimdi, yeniden dağıtalım, diye baskı yapıyordu. Erhan ile Uğur gülerek boş masada tavla oynamaya başladılar. Bu kez daha sessizlerdi. Ama Erhan bunu uzatmayacaktı. Havadan sudan hatta Gaziantep de olanlardan bahsederek sessizliği yok etti. Evler ile ilgili yapılanları anlattığında Uğur'un ilgisi arttı. Sorular sormaya başlamış böylece konuşma normal bir seyre dönüşmüştü.

İlk oyunu Uğur kazandı. İkinci kez oynadıklarında ise maç dört dört olunca Erhan berabereyiz, diyerek maçı bitirdi. Uğur, tavlayı kapatan Erhan'ı kızdırmaya başladı. “İki kez üst üste yenileneceğinden korktun sanırım. Eh bu oyunu iyi oynarım demiştim.”

“Gerçekten iyi oynuyorsun ama şu an gerçekten berabereyiz. Bir sen bir ben kazandım. Son maç da berabere dedik. Yarın yeniden başlarız. Ve eve dönene kadar her gün oynayıp gerçek şampiyonu tespit ederiz. Olmaz mı?”

“Olur. Nasılsa yine soğuk havalar geliyor. Yürüyüşe çıkamayacağım. Seninle tavla oynarım.” Antrenman sonrası genelde bahçede yürüyordu Uğur. Temiz hava kendisine çok iyi geliyordu.

“Yani bana oyun oynayacak vakti lutfediyorsun öyle mi?”

“Eh ne yapalım, annen baban gitti canın sıkılıyordur. Dosyanın da işi bitti. A sahi mahkemen ne zaman?”

“Yirmi gün var.”

“Bu kez senin davan biter değil mi?”

“Evet, faturanın koçanı mahkemeye gelmiş bile. Bana valizler kargodan teslim edildi. Ben otelden çıkmadan onları aracıma yüklettim. Sadece alış veriş yaptığım hediyeleri en küçük valize koydum. Bunlar da otelin kamera kayıtlarında var. Delillerin hepsi toplandı. Hesaplarımda da kaçakçılığa karıştığıma daire bir şey yok. Daha fazla uzamaz yani.”

“İyi, senin için sevindim.”

Acaba, mahkemeden sonra işe dönecek miydi? Neden dönmesin ki? Adam zaten saçma bir şekilde suçlanmış, bambaşka olayların içinde bulmuştu kendini. Adı temize çıktıktan sonra işine dönecekti. Gerçi daha raporluydu ve bir süre daha iş başı yapamayacaktı ama o da geçici bir süreçti.

*****

Pazartesi sabahı Erhan, içindeki huzursuzlukla kalktı yataktan. Her geçen gün yataktaki hareketleri de rahatlıyordu. Tek başına kalkarken çok zorlanmıyordu. Yan dönerek uyumanın keyfini yeniden yaşamaya başlamıştı. Zaten geldiğinden beri hiç tekerlekli sandalye kullanmamıştı. Şimdi kahvaltıya inecek sonra da, İbrahim’i arayacaktı. Gece çok sıkıntılı rüyalar görmüştü. Orada bir şeyler oluyor, diye düşünerek uyanmıştı. Merakını gidermek için konuşması şarttı ama saat daha yediydi. Duş aldıktan sonra çalışma yapacaklarını düşünerek mayosunu içine giydi. Üstüne eşofman takımını giyerek odasından çıktı. Sağlık tesisinde görevlilerden başka kimse uyanmamıştı. Erhan da sessizce alt kata indi.

Kahvaltı yarım saat sonra başlayacaktı. Garsonlardan biri kendisini görüp yanına gelmiş çayın hazır olduğunu, yanında kurabiye ile getirebileceğini söylemişti. Ardından da Uğur Hanıma da aynısından getireceğini eklemişti. Erhan Uğur'un adını duyunca şaşırdı. O da mı kalkmıştı? “Uğur Hanım nerede?”

“Okuma odasında.”

“Teşekkürler, benim çayımı da oraya getirir misiniz?”

“Elbette.”

Erhan yavaş adımlarla okuma odasına gitti. Kapıdan baktığında Uğur'un cam kenarında oturduğunu ve dışarıyı izlediğini gördü. Kitap okumuyordu.

“Rahatsız etmezsem ben de camdan bakabilir miyim?”

“Sen de mi uyuyamadın? Gel rahatsız etmezsin.”

“Neden uyuyamadın?”

“Önemli değil.” Ama önemliydi. Çünkü Uğur'un gözleri ve burnunun ucu kıpkırmızıydı. Ağladığı belliydi.

“Önemsiz şeyler için ağlamak âdetin midir? Kar yağışına ağlaması gereken kişi benim. Artık sen de biliyorsun ki ben karı buzu hiç sevmem.” Uğur, Erhan'ın kendisini eğlendirme çabasına olumlu tepki vermeye çalıştı ama içindeki sıkıntı engel oldu.

“Kötü bir rüya gördüm. Alt tarafı rüya ama etkiledi sanırım. Geçti artık. Sen neden bu kadar erken kalktın?”

“Kötü bir rüya gördüm desem inanır mısın?”

“Neden inanmayayım. Ağlayacaksan mendilim var.”

“Çok teşekkürler ama senin önünde ağlayıp karizmamı çizemem.”

“Ben görmemiş gibi yaparım. Kibarlık olsun diye.” Az önceki ruh hali dağılmıştı. Erhan'ın olaylara yaklaşımı hemen kendini belli ediyordu. En kötü anda bile gülümsetebiliyordu.

“Ne yani ben sordum diye kaba mı oldum? Uğur çok kötüsün. Bu kavgada söylenmez.”

Uğur artık açık çık gülüyordu.

Onu güldürünce keyfi yerine geldi ama yine de neden ağladığını merak ediyordu. Çayları gelince sessizce içmeye başladılar. Yanında getirilen kurabiyeler, üzüntülerini bir yana bırakmış ikiliye çok lezzetli gelmişti.


Saat dokuz olduğunda kahvaltıyı bitirmiş, İbrahim'i aramıştı. Henüz bir şey yok ama her an olabilir, demişti İbrahim. Erhan'ın tedirginliği artmıştı. Celal ve ailesi kurtulduktan sonra da tehlike geçmiş olmayacaktı. Kaçakçılığın ucu nerelere kadar gidiyordu? Bulunan adın gerçekten işin içinde olduğu ama en tepedekinin o olmadığı anlaşılmıştı.

İbrahim, Zeycan'ın İstanbul'a gittiğini biliyordu ama o da aklındakini sormak istiyordu Erhan'a.

“Erhan, bir şey sormak istiyorum.”

“Sor tabii.”

“Zeycan... Yani benim hakkımda konuştunuz mu? Günlerdir sormak istiyorum ama o yanında olabilir diye soramamıştım.”

“Zeycan'ı hak ediyor musun? Kurtardın mı ağabeyini? Beni kurtardın mı? Önce bizi kurtar, o zaman Zeycan'ın senin hakkında söylediklerini sana anlatırım.”

“Bana bak, dalga geçme. Ciddi bir şey sordum. Bana beni sevdiğini söylemedi.  Yani... Söze dökmedi diyorum ama yine de emin olamıyorum. Hoşlanıyor mu, seviyor mu? Tam çözemiyorum. Bir şeyler söyledi mi sana?”

“Hayır, söylemedi. Ama ben biraz ağzını yoklarım. Bak bu celsede bitir işi. Uzatma sakın, kıza yakın olmak için. Alır geliriz yengemizi İstanbul'a.”

“Alırız. Buralarda kalmasına izin veremem zaten. Bir sürü bela var burada. Biri bitmeden diğeri başlıyor.”

“Celal verirse sana kardeşini alırız elbette. Vermezse de kaçırırız. Aile kaçırmalara alıştı baksana.”

“Senin böyle konuştuğunu duysalar yüzüne bakmazlar.”

“Ben artık hayata daha basit bakmaya başladım. Biliyorsun ölümden döndüm. O kadar kolay değil bana istemediğim şeyi yaptırmak artık. Şimdi de isteyerek telefonu kapatıyorum çünkü fizyoterapistim canıma okumak için başıma dikildi bile.”

“Kolay gelsin. Hemşireler güzel mi?”

“Hemşireleri bilmem ama fizyoterapistim güzel.” Erhan son cümlesini Uğur'a bakarak söylemişti. Uğur biraz kızarmış mıydı? Telefonu kapattığında Uğur'un kendisine kaşlarını çatarak baktığın gördü. Ne olmuştu? Güzeldi işte aksini söylemesi yalan söylemek olmayacak mıydı?

Uğur bir şey söylemeden onun ayağa kalkmasını bekledi. Sonra da birlikte çalışma odasına gittiler.

Çalışmanın yarısındayken salonun kapısı açılmış, Harun içeri girmiş, kendisini görmekten memnun olduğu her halinden belli olan Uğur'a sarılmıştı.


*****  

1 yorum: