22 Haziran 2015 Pazartesi

BUZDAKİ ATEŞ 29. Bölüm



***** 

İki sivil kadın polis Züleyha'nın evinde sözde güne gelmişti. Terörle mücadeleden de iki kadın görevli onlara katılmıştı. İki teşkilat da polis ile görüşüldüğünü gizlemek için sadece kadınları görevlendirmiş, güzel bir kamuflaj bulmuştu. Zeycan kadınları gördüğünde şaşırmıştı. Gerçekten güne gelir gibi süslenmiş takmış takıştırmıştı hepsi. Gülmesini engelleyerek buyur etti misafirleri.

Cemal evin dinleniyor olma ihtimalini düşünmese de polis gerekli tedbiri almıştı. Çalışma odasında tüm görüşmeyi baştan sona anlatmış, kişinin robot resmini çizdirmişti.

Zeycan'ı tehdit etmeleri ve bir ay daha ağabeyini ellerinde tutacak olmaları çok sinirlerini bozmuştu. Üç saat kadar kalmıştı kadınlar. Hepsi işinin ehliydi. Çantalarını toplayıp çıkarken çoğu evden ayrılışta olduğu gibi ev sahibinin hazırladığı börek kurabiye dolu paketlerini de almayı ihmal etmemişlerdi. Gülüşe gülüşe çağırılmış taksilere ikişer ikişer binip uzaklaştılar.

Zeycan, arkalarından bakarken onlara özendiğini hissetti.

*****

“Uğur Hanım, Derince kafilesine üç kişi daha ilave edebilir miyiz?”

Uğur, bunu beklemiyordu!

Pazartesi günü kendisinin geleceğinden bahsetmişti. Ama diğer üç kişiden bahsetmemişti.

Erhan, onun şaşırdığı fark etti. Yüzünde soru dolu bir ifade vardı. Pazartesi sadece kendisini geleceğini söylemişti. Tesiste yer olmama ihtimaline karşılık Uğur'un rahatsız olmasını istemiyordu. Pazartesi sağlık tesisinin adını öğrenmiş, telefon açarak yer olduğunu teyit etmişti. Çarşamba günü de ailesi için yer olup olmadığını gönül rahatlığı ile sormuştu, doktoruna.

Uğur, pazartesi geleceğini duyduğunda yaşadığı şokun üstüne şimdi yeni bir şok daha yaşıyordu. Nedense Erhan'ın gelmeyeceğinden emindi. Oysa o bir de yanında birilerini getiriyordu.

“Tabii. Ben ayarlarım. Misafirleriniz de iki hafta mı kalacak?”

“Sedat, iki gece kalacak ama belki arada uğrar diye benim odam iki kişilik olsun. Annemler bir hafta kalacak.”

Ailesi geliyordu! Bunu da beklememişti işte. Meliha Hanım ile Alihan Beyi de orada görmek güzel olacaktı.

“Ailenizi yeniden görmek çok güzel olacak. Size yemek sözümüz vardı ama bu aralar ayarlayamadık.”

“Önemli değil. Sizler çalışan insanlarsınız. Ne zaman müsait olursanız o zaman gelirler.”

Bu cümleden Erhan'ın o yemeğe gelmeyeceği sonucu çıkıyordu. Uğur bunu duyduğuna sevinmişti! Sevinmişti değil mi? Bir de evinde ağırlamak zorunda kalmayacaktı. Sevinmişti tabii. Ama neden gelmek istemediğini de merak ediyordu. Soramayacağı soruları merak etmekten vazgeçmeliydi...

Artık çalışmalarda önceye nazaran çok daha fazla konuşuyorlardı. Kendiliğinden gelişmişti bu durum. Uğur dayanamayıp Yunus'u sormuş, Erhan da bu sorunun ardında Umut olduğunu bildiği için ne biliyorsa anlatmıştı. Böylece konuşmaları artmıştı. Son gelişmeleri ve orada kendi davası ile ilgili olayları anlatmıyordu elbette. Oysa Uğur, o konuyu da çok merak ediyordu. Sormak istediği ne çok soru olduğunu fark edince şaşırıyordu. Gerçekten suçu var mıydı? Arkadaşının suçsuzluğu kesin miydi? Dava sonucunda Erhan ne yapacaktı? İşine geri dönecek miydi? Daha bir sürü soru beyninde dönüp duruyordu.

İyi de bu soruların yanıtlarından ona neydi ki?

***** 


Hafta sonu yaklaştıkça Yunus'un içi içine sığmıyordu. İstanbul'a dönmek hem istediği hem de korktuğu bir durumdu. Umut'u özlemiş, görmek istiyordu ama gördüğünde yaşanacaklardan korkuyordu.

İbrahim ile çok çalışmış, Cemal ile kurulan planların üstünden geçmiş, görüşmede neler söylemesi gerektiğini bile ayarlamıştı. Bir önceki gün Cemal'in Celal'i ellerinde tutan adamla konuşmuş olması zaten sinirlerini iyice germişti. Bir de, daha en az bir ay ellerinde tutmaya devam edeceklerini öğrenince canı iyice sıkılmıştı. İkinci celsede Erhan'ın suçsuzluğu ispatlansa da Celal'in suçsuzluğunun delili yine ellerinde olmayacaktı. Belki de hiç o delile ulaşamayacaklardı.

Cemal de, onun anlattıklarını dinleyen İbrahim ile Kemal de, Yunus gibi düşünüyordu. Celal ve ailesinin hayatı tehlikedeydi. Ellerindeki dosyalardan sonuca ulaşmak için acele ediyorlardı.


***** 

Cumartesi günü sabah erken saatte yola çıkıldı. Uğur, tekerlekli sandalye basketbol takımını ve sandalyeleri paylaştıkları diğer takımın oyuncularını, sağlık merkezinin önünden otobüse bindirmişti. Bu gezide kendi takımının giderlerini çalıştığı hastane finanse ediyordu. Diğer takım zaten sponsor bulduğu için maddi sıkıntı çekmiyordu. Hastalarından gelmek isteyen iki kişiden biri olan Sevilay, annesi ile oyuncuların olduğu araç ile geliyordu. Erhan, ailesi ile birlikte gitmeyi tercih etmiş, bu da Uğur'u sevindirmişti. Ama yine de yolda bir şey olma korkusunu içinden atamıyordu. Arada bir telefon etmeyi bile düşünüyordu. 

Otobüs önden gidiyor, Sedat'ın kullandığı araba arkalarından geliyordu. Sedat için Onur'u orada görmek sürpriz olacaktı. Onur, hafta sonu çok dersi olduğunu zaten görüşemeyeceklerini söylemişti Sedat'a. Böylece onun gönül rahatlığı ile yola çıkmasını sağlamıştı. Kız kardeşleri ve babası daha önce yola çıkmıştı. Babalarını da hafta sonu için ikna etmişler birlikte gidiyorlardı. Pazar akşamı Onur ile babası geri dönecek, Umut ablası ile üç gün daha kalacaktı.

Bir arada geçirilecek sürenin hayatlarına etkisini hesap etmeden çıkılmış yolun ilk molasında Uğur, otobüsteki oyuncuların şikayetlerinin olmadığını öğrenince arkalarından gelen arabaya doğru yürümüştü. Erhan da rahatsa son bir saatlik yollarına gönül rahatlığı ile devam edebilirdi.

Arabaya yaklaştığında Meliha Hanım ile Alihan Beyin çoktan indiğini ve bacaklarını açmak için el ele tutuşarak yavaş yavaş yürümeye başladığını gördü.  Sedat da koltuk değneklerini çıkartmış Erhan'ın inmesini bekliyordu. Erhan'ın yüzünden bir şey anlaşılmıyordu.

“Merhaba. Nasılsınız?”

“İyiyim. Teşekkür ederim. Siz nasılsınız?”

“AAA siz hala birbirinize siz mi diyorsunuz? Ne bu resmiyet?” Sedat gerçekten şaşırmıştı. Bunca olaydan sonra böyle bir resmiyet beklemiyordu.

“Sedat bu konuda Uğur hanımın katı kuralları var. Onun iş ortamında resmiyiz.” Erhan aslında bundan rahatsız olduğunu belli etmişti bu cümle ile. Ama Uğur'un iş prensiplerini bir daha sorgulamayacağına dair kendi kendine söz vermişti.

“Ya evet, şey, sanırım ağız alışkanlığı benimki. Aslında o kadar resmi olmaya gerek yok.” Uğur, bunu söylediğine inanamıyordu ama içinden gelen de gerçekten buydu. Ne gerek vardı o kadar resmiyete?

“Yani size Uğur dersem, bana Erhan diyeceksiniz öyle mi?”

Uğur, bu cümlenin neden söylendiğini anlamamıştı. Bir an düşündü, aklına yılbaşı gecesinden sonraki ilk konuşmaları geldi. Telefonda Erhan Bey demişti değil mi? Bu adam her şeyi anımsamak zorundaydı sanki. O an çok üzgündü ve öyle tepki vermişti. Sonra onu yaptığı için kendine kızdığını ve bir daha geri adım atamadığını çünkü Erhan'ın kendisine hep Uğur Hanım dediğini anımsadı. Demek Erhan da rahatsızdı bu durumdan?

“Elbette ki. Ben siz de resmiyet seversiniz diye düşünmüş olmalıyım.”

“Ama hala siz diyorsun.” Erhan bu kez gülüyordu. Sedat'ın tepkisi ile aralarındaki buzların biraz daha eridiğini hissediyordu.

“İşte bu tam ağız alışkanlığı oldu. İçeri geliyor musunuz? Bir süre burada dinleneceğiz.   Bir şeyler içelim bizde.”

“İyi olur. Dışarısının ne kadar soğuk olduğunu fark etmemiştim. Sedat hadi annemleri de al da içeri girelim. Hasta olacaklar.”

İkisi yavaş yavaş içeri girerken otobüsten inen gençler de tekerlekli sandalyelerine biniyor, durdukları yerin, tekerlekli sandalyeler için yaptığı özel yolundan ilerliyorlardı. İçeride masaların arasındaki boşluklar da rahat hareket etmelerine imkan veriyordu. Gençlerin daha önceden de bildikleri bir yer olduğu hareketlerinin rahatlığından belliydi.

İşletme sahibi, özel misafirleri için bazı masalardaki sandalyeleri tamamen kaldırmış, rahat etmelerini sağlamıştı. Garsonlar da hızlıydı. Tüm bunları izleyen Erhan, “Bu tesis nasıl olmuş da bu kadar özel bir ortam yaratmış?” diye sormaktan kendisini alamamıştı.

“Burasının sahibinin karısı da tekerlekli sandalyede yaşıyor. Karısının yaşadığı zorlukları başkaları yaşamasın diye özel çaba harcamış. İmkanı da olunca böyle bir tesis kurmuş. Burada her şey engellilerin rahatlıkla kullanabileceği şekilde! Hatta inanmazsın ama duyma engelliler için birkaç çalışanının işaret dilini öğrenmesini sağlamış.” Onlar bunları konuşurken Erhan çevreyi incelemeye devam ediyordu. İlk kez böyle bir tesis gördüğü her halinden belliydi. Uğur da ilk gördüğünde bu kadar şaşırdığını anımsıyordu.

Bu arada Sevilay ve annesi de içeri girmişti. Uğur onlarla ayrı bir masada oturmak için hamle yapınca Erhan, büyük bir masayı işaret etti. “Oraya hepimiz sığarız.”

Yedi kişi oturur oturmaz yanlarında garson belirdi, içeceklerini söyleyip beklemeye başladılar. O arada Meliha Hanım, Uğur ve Sevilay'ın annesi ile konuşmaya başlamıştı bile. Sevilay'ın da ameliyat sonrası tedavi olması gerekiyordu. Erhan’dan iki hafta sonra başlamıştı tedavisi. Annesi çok üzülüyordu ama Uğur'un iyileştireceğinden emindi. Meliha hanım da oğlunun mutlaka iyileşeceğinden emin olduğunu söyleyince Uğur kızardığını hissetti. Bu iki anne de evlatlarının sağlığı için kendisine ne kadar bel bağlıyordu. O da onların iyileşmesi için elinden geleni yapıyordu. Bu konuşmaları duyunca Erhan'ı çağırmak istemediği için kendinden utandı. İyi ki kararını değiştirmişti... İyi ki kabul etmişti Erhan da...

Erhan, çayını yudumlarken masanın dört bayanın oturduğu tarafına baktı. Annesi zaten çok sıcakkanlıydı. Hemen muhabbette başlardı. Yine öyle yapmıştı. Sevilay, yaşının verdiği utangaçlıkla susuyor, büyüklerinin muhabbetini dinliyordu. Yaşı en fazla on iki, on üç olmalıydı. O yaşında ne büyük badireler atlatmıştı. Doğuştan olan rahatsızlığı için defalarca ameliyat olmuş, en son ameliyatından sonra kendi başına yürüyebilir hale gelmişti. Şimdi de yıllardır çok az kullanılan kaslarının güçlenmesi için fizyoterapi uygulanıyordu.

En son Uğur'a baktı. Çayları gelmeden diğer masalarda oturanların yanına gitmiş, bir iki hareket söylemiş, kendi başlarına yapmalarını kısaca izlemiş rahatladıklarını gördükten sonra da yerine dönmüştü. Erhan, genç kadının yüz hatlarının güzelliğini zaten biliyordu. Ama şimdi çayını içerken o bardağa dokunan dudaklarının ne kadar dolgun ve biçimli olduğunu fark ediyordu. Tuhaf bir şekilde bakışlarını alamadı. Acaba bunda az önce aralarındaki mesafelerin kısalmış olmasının etkisi olabilir miydi?

Sedat yanında oturuyor, cep telefonundan Onur'a mesaj atıyordu. Onu şimdiden özlediğini, dersleri yüzünden yanında olamamasını son uzak kalışlar olarak nitelendirdiğini yazıyordu.

Uğur, Sedat'ın yüzünden kardeşi ile mesajlaştığını anlıyordu. Gözlerindeki muzip gülüşü gizleyemeden Erhan'a yakalanmıştı. Erhan onun gülüşüne anlam veremese de soru dolu bakmaya devam etmiş, Uğur en sonunda bakışlarını kaçırmak zorunda kalmıştı.

Mola bittiğinde otobüs yolcularının binmesi biraz daha uzun sürdüğünden Erhan'lar en son kalkmıştı masadan. Sedat paraları ödemiş, arabaya doğru yürüyordu.  Meliha Hanım ile Alihan Bey çoktan dışarı çıkmıştı. Erhan da koltuk değnekleri ile yavaş yürüyordu. Aslında artık pek de dayanmıyordu değneklerine. Tahmininden hızlı iyileşiyordu.

Uğur, otobüse mi gitsin, Erhan'ın çıkışını mı beklesin karar verememişti.  O kararsızlık anında “Onur da geliyor değil mi?” diye soran Erhan'a öyle bir döndü ki, neredeyse dengesini bozup ikisini de düşürecekti. Hatta tutunmak için bulduğu tek dayanak Erhan'ın koluydu.

“Dur yahu. Bu kadar panik olacak bir şey yok.” Erhan onun bu halini çok şirin bulmuştu.

“Panik olmadım. Nasıl anladığına şaştım. Bir an dengemi kaybettim.”

“Sedat'a bakışından anladım. İlk kez seni muzip bir halde görünce şimşek çaktı. Güzel olacak.”

İkisi de kardeşleri arasında yaşananlardan memnun gülümsediler. Bu arada Uğur yavaşça elini sıkı sıkı tuttuğu koldan çekmişti. Erhan sanki farkında değilmiş gibi davranmıştı. Oysa farkındaydı.

Arabadan onlara yönelmiş üç çift göz ise karşıdan gördüklerinden memnundu. Özellikle Meliha Hanım!

***** 

Bir saat kadar sonra sağlık merkezine gelmişti kafile.

Odaların ayarlamaları önceden yapıldığı için girişler kısa sürmüştü. Erhan valizleri komi ile yolladıktan sonra Sedat'a biraz lobide oturmak istediğini söylemişti. Uğur da bunu duymuştu!

Sedat Erhan ile en dipte bulunan boş koltuklara doğdu yürüdü. Erhan belli etmese de yorulmuş gözüküyordu. Sedat, Erhan oturduktan sonra hemen cep telefonunu çıkarttı. Tam Onur'u arayacakken Erhan, “Dur be oğlum, beş dakika soluklan sonra ararsın kızı” diyerek durdu. Sedat ağabeyine pis pis bakıp, “Seni de görürüm.” Sonra hafifçe içini çekerek o anki ruh halini anlamasını istedi. “Sanki ben İstanbul’da olmayınca başına kötü bir şey gelecek gibi hissediyorum. O yüzden sesini duymak, iyi olduğunu bilmek istiyorum.” dedi.

“Çok iyiyim. Bunları duyunca daha da iyi oldum.” Onur, Sedat'ın arkasında duruyor, nemli gözlerle bakıyordu. Duydukları gerçekten çok mutlu etmişti. İşte artık Sedat hakkında acabaları kalmamıştı. Gerçekten onu düşünüyordu. Gerçekten seviyordu.

Sedat ise sesi duyar duymaz yerinden fırlamış, kimseye aldırmadan sarılmıştı. Ne kadar sevindiği hareketlerinden belli oluyordu. Bir iki dakika sonra hepsi sakinleşmiş, yerlerine oturmuştu.

“Sen biliyor muydun, Onur'un burada olduğunu?”

“Molada anladım.”

“Nasıl?”

“Uğur, senin haline gülünce anladım.”

“Ablam neden güldü Sedat'a?”

“Sana mesaj atıyordu o arada... “

“Anladım.” Onur da gülüyordu.

“Ne o hanımefendi, size mesaj atmam komik mi?”

“Hayır, değil. Çok güzel.” Onur, Erhan'ın yanında kendi rahatlığına şaşıyordu. Bunda az önce kendisini kapıda görünce Sedat'ı engellemesinin de rolü vardı elbette. Sedat'ın ailesinin de onayladığı biri olmak hoşuna gitmişti. Demek evde kendisinden söz ediyordu. Yunus'un bildiğini biliyordu ama Erhan ağabey daha ağırbaşlı duruyordu. Onun da en az Sedat kadar rahat ve samimi biri olduğunu fark etmek hoşuna gitmişti.

Sedat, yaşadığı sürpriz ile çok keyiflenmişti. Gerçi aileler de buradaydı ama yine de sık sık Onur'u görebilecek olması çok mutlu etmişti. Ama hafif sitem etmeden duramadı.

“Hani dersin çoktu? Ne oldu? Bitti mi tüm dersler?”

“Ay, bana tavır da yaparmış. Burada olduğuma bakma. Odama kapanıp ders çalışacağım. Belki sabah kahvaltıda görürüm seni.”

“Sen öyle san güzelim. Sen ki, buraya geldin, her şeyden çok benimle vakit geçireceksin. Gece uyuma dersini çalış ama gündüzlerin benim.”

“Bakarız...”

“Sen bana bunu ilk dediğinde, beni dakika sayar hale getirmiştin. Bir daha bu kadar yuvarlak yanıtlara karnım tok. Kızdırma beni kapınıza dayanır Hasan amcadan isterim seni.” Cümlenin iki anlama gelmesi ile Onur'un gözleri fal taşı gibi açıldı. Sedat da cümlenin diğer anlamını kavrayınca “Yani buralarda benimle gezmen için...”

“Tamam anladım.”

Erhan deminden beri ikiliyi izliyor, onların bu sevgi dolu konuşmalarına yine sevgi dolu gözlerle bakıyordu. Sedat öyle bir laf etmişti ki Onur gerçekten ne diyeceğini bilememişti. Sedat da sözde toparlamıştı. Gerçi Sedat yakında evlenmeye karar verdiğini söylerse şaşırmayacaktı. O kendisini çapkın olarak nitelemeyi sevse de aslında aile erkeği olacak bir yapısı vardı. Daha önceki hatası da bir aile istemesinden kaynaklanmıştı. Ama bu kez, Sedat'ın doğru kadını bulduğundan emindi Erhan. O ailenin kızları hem güzel hem de iyiydi. Her ne kadar Hasan Bey kızları yetiştirmiş olsa da emindi ki iki kardeş de Uğur'u örnek almıştı.

Uğur'u düşününce tesise girdiklerinden beri görmediğini fark etti. Gözleri ile lobiyi taradı. Göremeyince odasına yerleşmek için çıkmış olabileceğine karar verdi.  Danışmanın önünde Uğur'a duyurarak Sedat'a buraya gelmek istediğini söylemiş ve yanılmamıştı. Onur'a haber verdiği belliydi. Yemek saatine az vardı. En azından lokantada karşılaşacaklardı. O zaman küçük bir teşekkür ederdi.

Sedat ile Onur'u baş başa bırakmak için yerinden kalktı. “Ben odaya çıkayım, yemek saatine kadar uzanayım. Görüşürüz.” dediğinde masadakilerin memnun yüzleri ile teşekkürlerini izledi.

Sedat, hala inanamıyordu iki günü sevgilisi ile geçireceğine. Ailelerin yanlarında olmaları biraz rahatsız edici olsa da aynı masada yemek yemek hatta aynı çatı altında uyumak düşüncesi bile mutlu ediyordu. Kendisindeki değişimlerin farkındaydı. Nişanlandığı Selen'i aklına getirdiğinde, nasıl bir ruh hali ile onunla evlenmeyi istediğini anlayamıyordu. O kadar farklı iki karakterdi ki Onur ile Selen! İşte artık hata yapmayacağından emin olduğu biri vardı hayatında. Hep de yanında olmasını istiyordu. Kendi duygularından çok emindi. Onur ömür boyu yanında olmasını istediği kadındı. Evleneceği kadın... Kalbinde ve aklında verdiği kararın rahatlığı ile yanında oturan genç kıza döndü. Okul çıkışı almaya gittiğinde yaptığı gibi elini uzattı. Onur da elini tutunca “Sakın bir daha elimi bırakma. Ölene kadar.” dedi. Onur, ne diyeceğini bilmeden bakıyordu.

“Çok erken, çok acele deme. Seni sevdiğimi söylemiştim. Sana aşığım. Bir gün gerekli cümleleri duyacağını bil, ama o güne kadar sen de beni sevmeye çalış olur mu?”

Onur, nasıl yanıt vereceğini bilemiyordu. Şu an aslında bir evlilik teklifi alıyor ve evet demek istiyordu. Ama gözlerine bakan Sedat'ın tedirgin bakışları yine bir şeyleri dürtmüştü içinde... Yavaşça elini çekti.

“Bir gün elbette ben de gerekli cümleleri duyacağım. O zaman o kişi hayatımda olmayı hak ederse evet derim. Bakalım şöyle yakışıklı bir sarışın mı olur? Mavi gözlü, dalgalı saçlı! Yoksa kumral kahverengi gözlü ama derin derin bakan biri mi olur yoksa?”

“Onur... Bu kez kandıramazsın. Elimi tut ve sakın bırakayım deme. Senin kaderin esmer ve yeşil gözlü biri ile yazıldı.”

“A olmuyor ama Sedat Bey çok kendinizden eminsiniz. Ben ciddiyim. Başkasını bulacağım.”

“Aşkım, dilin yalan söylese de gözlerin söyleyemiyor. O yüzden kapa çeneni ve mağlubiyeti kabul et. Bu kez beni kandıramadığını bil.”

Onur, yaramaz çocuklar gibi somurtup dudaklarını sarkıttı. “Ooo olmuyor ki. Ben sevgilime ağız tadıyla oyun yapamayacak mıyım artık?”

“Sen bana sevgilim demeye devam edersen her türlü oyununu yedirirsin, canım.”

“Sedat”

“Efendim”

“Seni seviyorum.”

“Ben de seni seviyorum.”

Onur, elini uzatıp Sedat'ın elini tuttu. Parmaklarını geçirdi. Başını omzuna yasladı. Onu sevdiğini söylemek çok kolay ve doğal gelmişti. Bu hafta sonu burada Sedat ile olmakla, hayatının en doğru kararını verdiğinden emindi.


*****  

2 yorum: