23 Haziran 2015 Salı

BUZDAKİ ATEŞ 30. Bölüm


Bir önceki akşam yemek yerken kapıdan giren Zeycan İbrahim'i çok korkutmuştu...

“Zeycan? Neyin var? Ne oldu?” İbrahim o kadar korkmuştu ki sesinin yükseldiğini, diğer masalardaki konukların onlara baktığını fark etmemişti. Zeycan neredeyse ağlayacaktı.

“Soluklanayım. Ne olur soluklanayım. Çok yoruldum.”

“Otur şöyle” diyerek bir sandalye çekti.

Genç kız solukları normale dönmeden anlatmaya başladı. Bakışlarını İbrahim'den ayırmadan konuşuyordu.


“İbrahim, çok kötü bir şey duydum. Cemal ağabeyimin tarlalar ile ilgili bir konuşmasına şahit oldum. Duyduğum son cümle yetti bana. Karşısındakine dişlerinin arasından 'Zeycan'dan uzak dur' dedi. Bundan kötü ne olabilir?”

“Ciddi misin, sen?” Cemal o akşamki görüşmede Zeycan ile tehdit edildiğini söylemişti zaten. O günden sonra polis tedbirini arttırmıştı. Ama adamların yeniden araması ve Zeycan'ın adının geçmesi hiç hoş değildi.

“İnan şaka yapamayacak kadar korkuyorum.” İbrahim de istem dışı sormuştu zaten. O an profesyonellik kalmamış, sevdiği için korkan biri olmuştu. Şimdi onu yatıştırmak ve korkularını yenmek gerekiyordu.

“Sakin ol. Düşünelim biraz.”

“Düşünülecek bir şey yok. Adamlar benimle ailemi tehdit ediyorlar.”

“İyi de bizim de yapacağımız şeyler olmalı.” O an aklına geleni dile döktü hemen.  “Buradan uzaklaşman en iyisi!”

“İyi ama ne diyeceğim? Nereye gideceğim?”

“Yunus yarın dönecekti. Onunla İstanbul’a gitsen, nasıl olur?”

“Ayıp olur.”

“Niye ayıp olsun?”

“Benim ağabeyim yüzünden Erhan ağabeyin de başı dertte. Beni iyi karşılarlar mı?”

“Yunus ile konuşalım.”

“O nerede?”

“Keyfi yoktu bugün. Biraz uzanacakmış. Ama daha yeni çıktığına göre uyumamıştır. Gerçi uyuyabileceğini sanmıyorum.”

“Neden?”

“Aklı İstanbul'da kalmış. Bir sevdiği var.”

“Onun da mı?”

“Onun da.” İbrahim az önceki korkusunu unutmuş Zeycan'ın aşkını kabullenişinin keyfini çıkartıyordu.

“Hadi odasını ziyaret edelim.”

“Tamam.”

İbrahim, önce odasını aramış, geleceklerini haber vermişti. Yunus kapıyı açıp ikisini de içeri davet etti. Kendisine kısaca anlatılanlardan sonra ne yapacağını düşünüyordu. Pazar günü için almıştı biletini. Ama Zeycan'ın yine o eve dönmesi ve bir gece daha kalmasını kendisi de İbrahim de istemiyordu. Erhan'ı aradı.

*****

Öğlen yemeğinden sonra iki aile ve Sevilay ile annesi birlikte Türk Kahvesi içiyordu. Alihan Bey ile Hasan Bey çocuklarının arasındakilerin farkında olsa da belli etmiyor ama ileride dünür olacaklarının bilincinde davranıyorlardı.

Erhan onlara bakarken eğlenmeye başladığını hissediyordu. Kazanın etkileri azaldıkça keyfi yerine geliyor, etrafındaki güzellikleri ve olayları daha net görebiliyordu. Sadece belindeki hareketini kısıtlayan ağrıları ile nasıl çözüleceğini bilemediği, bu nedenle de çok düşünmediği ereksiyon sorunu kalmıştı. Onları da çözse hayat eskisi gibi olacaktı. Çünkü mahkemesi kısa zamanda sonuçlanacaktı. Gaziantep de olayların sona yaklaştığını biliyordu. Celal ve ailesinin burunları kanamadan kurtarılması gerekiyordu. Bunun en kısa sürede olacağından emindi. Olay sadece adli vaka olmaktan çıkmış, kaçakçılık ve terörle mücadele de işin içine girmişti.

Olayın boyutları derinleştikçe Erhan, İbrahim'den şifreli mesajlar almaya başlamıştı. Uzun zamandır kullanmadıkları şifreleri çözmek için vakit kaybetse de sonunda başarmıştı. İbrahim ve Yunus, para yollarını izlemiş, sonra uzmanlara devretmişti. Bulunan hesap hareketleri Ankara'da yaşayan bir bürokrata kadar uzanmıştı. Onun da ardında başka kimse var mıydı? Varsa, izler daha da derinlere inilebilecek miydi? Bunlar ne Erhan'ın göreviydi ne de o kısmı onu ilgilendiriyordu. Kendisini tek ilgilendiren Celal ve ailesinin kurtulması, suçluların yakalanması ve cezalandırılmasıydı.

Yunus ile bir önceki akşam yaptığı konuşmayı düşündü tekrar. Ne kadar ilginç bir hafta sonu oluyordu. Gaziantep de karışmıştı. Cemal ile telefonla konuşması bir nebze olayları yoluna sokmuştu.

Saatine baktı. Üç olmuştu. Bir saatten fazla bir süredir koltukta oturuyordu. Yavaşça ayağa kalkınca Uğur'un hemen hareketlendiğini gördü.

“Ağrın mı var? Çok uzun oturdun. Yine uzan istersen?”

“Doktor hanım iş başı mı yaptınız? Çok sağ ol ama ağrım yok sadece doktorumu kızdırmamak için biraz hareketlerimi yapayım dedim.” Erhan, ilgiden memnun takılıyordu. Uğur, onun gülerken hafifçe kırışan göz kenarlarına baktı. Demek ki göründüğü kadar sert biri değil, aksine gözünü kırıştıracak kadar çok gülen biriydi. Zaten Yunus ile Sedat o kadar neşeliyken Erhan'ın sert biri olması pek de mantıklı gelmiyordu. O soğuk, ulaşılmaz halleri belli ki içinde bulunduğu durumdan kaynaklanıyordu.

“Ne kadar iyi hastasınız siz! O zaman biraz hareket yapın sonra sizi sıcak su havuzuna alalım. Bugün ödül olarak sıcak su havuzu var.” Rutin programı ödülmüş gibi söyleyerek bir kez daha güldürmüştü Erhan'ı.

“Bu güzel haber işte! Yüzebilecek miyim?”

“ Henüz tam olarak iyileşmedin. Yüzmene izin vermem ama bazı hareketler yapacaksın.”

“Şansımı deneyeyim demiştim. Tamam.”

“Hayret ilk kez, yapamazsın dediğim bir şeye itiraz etmedin!”

“Söz dinlersem belki yarın da sıcak su havuzu kopartırım diye düşünüyordum.”

“Çıkarın için yaptığını anlamalıydım.”
Erhan, gülümseyerek birkaç adım attı. Hareket etmek iyi gelince birkaç adım daha attı.

İkisi de tanıştıklarından beri ilk kez bu kadar rahat bir ortamda konuşuyordu. Bundan keyif almış ve birbirleri hakkında 'şaka yapıyor!' diye düşünmüş, karşısındakinin gerçek hallerini görmekten memnun olmuşlardı.

Uğur, Erhan belini rahatlatırken yerine döndü. Koltuğa otururken tüm bakışların kendisine döndüğünü görüp şaşırdı. Meliha Hanım, Alihan Bey ve babası neden öyle bakıyordu ki? Çaktırmadan açılmış düğme ya da fermuar mı var diye kontrol etti. Olmadığını anlayınca rahatladı. Zaten diğerleri de ona bakmaktan vazgeçmişti.

***** 

Saat beşi biraz geçtiğinde tesiste kek ve içecek ikramı vardı. Lobideki koltukların hepsi doluydu. Tüm konuklar keyifle çaylarını ya da kahvelerini yudumluyordu. Tesiste çocuk olmaması ortamı mırıltı dozunda ses ile doldurmuştu. Uğur, iki takımın oyuncuları ile yakından ilgileniyordu. Masaları ziyaret ettikçe gülüyor, konuşuyordu. İlkini yazın yaptığı kamp, takımın kaynaşmasına yaramıştı ama yazın maçlar olmadığı için pek de faydalı olmamıştı. O zaman kış için organizasyon yapmıştı. Şimdi takımı getirdiği için mutluydu. Çocukların yüzleri gülüyordu. Bu da mutluluk veriyordu ona.

Evet, mutluydu. Güldüğü zaman içten gülüyordu. Bunu fark ettiğinde bir an yüzü değişti. Atilla'yı unutmamıştı ki. Nasıl gülebiliyordu? Nasıl mutlu olabiliyordu?

Çünkü hayat gerçekten devam ediyordu. Ve artık o da bu hayatın içinde olmak istiyordu. Üzüntü duymadan gülmek istiyordu...

***** 

Uğur'un yüzünün bir anda asılmasını fark etmişti. Yine ne aklına geldi de canı sıkıldı diye düşünmeye başladı Erhan. Uğur masaların arasında gezdikçe o da bakışları ile onu takip ediyordu. Molada da gözlerini alamamıştı. Onun sık değişen ruh halini görmek canını sıkıyordu. Artık o gözlerindeki hüznü atmalıydı. Ama bunu kendisi istemeliydi.

Kendisi de mutlu olacaktı artık. Son zamanlarda Aden'in aklına gelmediği, yüzünü bir süre düşündükten sonra gözlerinin önüne getirebildiğini fark ediyordu. Bu da hoşuna gidiyordu.

Bu arada Umut'un durgun hali de hiç gözünden kaçmıyordu. Nerdeyse emindi onun da Yunus'a aşık olduğundan. Ama bunu soramadığı için yardımcı da olamıyordu. İkisi de seviyorsa eninde sonunda birbirlerine açılacaklardı. O zamana kadar yaşlanmazlarsa tabii. Sorsa mıydı acaba?

Koltuk değneklerine neredeyse dayanmadan yavaş adımlarla Umut'un oturduğu koltuğa doğru yürüdü. Onu gören Umut, biraz daha kenara çekilerek oturacağı kadar yer açtı. Erhan yanına oturup bacaklarını uzattı. Bugün yorulmuştu aslında. Ama şu an dinlenmeyi düşünmüyordu.

“Neden yüzün asık?”

“Sanırım yol yordu.”

“Umut, çok ayıp! Ben ve diğerleri yorulmadık ama sen yoruldun öyle mi?”

“Yani ben de yorulmadım ama ...”

“Ama?”

“Yoldan ziyade işin yorgunluğu çıktı sanırım.”

“Hı, hı. Anladım. Burada dinlenirsin. Herkesten uzak olmak da rahatlatır seni.”

“Evet.” Umut, o kadar dalgın yanıt vermişti ki, Erhan bu kadar kolay laf alacağını düşünmemişti.

“Demek ki uzak durmak istediğin birileri var.”

“Hı... Yok... Yok, öyle biri.”

Erhan, duymamış gibi yaparak devam etti. “Yunus burada olsaydı sana yardımcı olurdu. Rahatsız eden kimse varsa ona söyle. Bir daha yanına yaklaşamaz kimse.”

“Yunus yardımcı olamaz. Zaten uzakta.” Sorunum zaten Yunus, diyemezdi ki. Kendisini toparlamaya çalıştı.

“Yarın dönecek ama.”

“Erhan ağabey, Yunus dönse de bir şey değişmez. Yapılacak bir şey yok. İş yorucu, hayat yorucu! Uzaklaşmak istediğim belli biri yok. Sadece insanlardan uzaklaşmak istedim.”

“Anladım. Yani senden uzak durayım da daha fazla rahatsız etmeyeyim.”

“O nasıl söz. İstanbul sıktı biraz. Bu tatil benim için çok iyi oldu. Tam zamanında geldim. Kafamı dinleyeceğim. Yani elbette seninle de konuşacağım.” Yanlış anlaşılmaktan korkarcasına düzeltmeye uğraşıyordu. Erhan gülerek, yavaşça dizine vurdu ve “İnan, dünyada düzelmeyecek sorun yok. Aşk belki de en kolay çözülecek olan sorun. Sabır istiyor sadece.”

“Nasıl... ?” Nasıl anladın? Diyecekti sustu. Anlamıştı işte. Tek istediği kime olduğunu anlamamış olmasıydı.

“Ben odaya çıkıp mayo giyeyim. Birazdan ablanla sıcak suda çalışacağız. Sen de katılsana.”

“Bak bu iyi fikir. Yüzmek iyi gelecek.”

“Benim için de yüz. Ablan çok fena! Bana izin vermiyor.”

“İşi söz konusu olduğunda gerçekten fenadır.” İkisi de gülüyordu. Erhan, yanında oturan genç kıza sevecen gözlerle baktı.

Erhan, Umut'un Yunus'a aşık olduğundan emindi. Adını andığında gözlerinde hem hüznü hem sevgiyi görmüştü. İçi rahattı artık. İki kardeşi de bu iki güzele aşıktı, kızlar da kardeşlerine...

*****

Tesiste görevli doktorlar ile takımdaki oyuncular çalışmalarını bitirmiş odalarına çıkmıştı. Havuz kenarında Erhan'dan başka kimse yoktu. Erhan da arkası dik bir sandalyede oturuyordu. Yanındaki sehpada yeşil çay vardı. Evde kaldığı sürede annesi alıştırmıştı. Tadı biraz buruk gelse de özellikle akşamüstü içmeyi seviyordu.

Umut ile Uğur, sıcak havuza geldiklerinde Erhan'ı orada buldular.

“Hoş geldiniz hanımlar. Size de çay söyleyeyim mi?”

“Teşekkürler ben almayayım hemen yüzmek istiyorum.” Umut çoktan bornozunu üstünden çıkartıp havuza girmişti bile.

“Ne kadar istediğin belli oldu. Su nasıl?” Uğur kardeşine gülüyordu. Hareketlerinden sıcak suyun nefesini kestiğini anlamıştı.

“Çok sıcak. Bu kadar tahmin etmemiştim. Banyoda bile daha soğuk suyla yıkanıyorum ben.”

“Sana sıcak olduğunu söylemiştim. Dua et dışarısı gerçekten soğuk. Biz o havuzu temmuz sıcağında da kullanıyoruz.”

“Erhan ağabey, sıcak suyu seviyorsan tedaviyi kabul et. Yoksa arkana bakmadan kaç.”

“İnan sıcak suyu, sıcak havayı her şeyden çok seviyorum. Soğuktan nefret ediyorum. Hatta buzu rakıma bile koymamayı düşünüyorum.” Kazasına neden olan buz artık daha büyük düşmandı.

Uğur, “O zaman pazartesiden sonra tesisten dışarıya çıkmazsın. Kar yağacakmış.”

“Kar yağacaksa odamdan bile dışarıya çıkmam.”

“Pazartesi ilk antrenman maçını yapacak çocuklar. Diğer takım birinci ligde. O maç çocukların gücünü görmeleri için önemli. İzlersen moral verirsin.”

“İşte bunun için odamdan çıkarım.”

“Teşekkürler”

Onlar konuşurken Umut, sıcak su havuzuna alışmış rahatça yüzmeye başlamıştı. Aklındakilerden uzaklaşmak için kulaçlarını hızlandırıyordu. Ama sıcak su nefesini kesince yavaşladı.

Uğur, Erhan'ın yanında ilk kez mayo ile kalacaktı. Biraz tedirgin oluyordu. Üstünde oldukça kapalı yüzücü mayosu vardı. Yine de bornozunu çıkartırken göğüs kısmını düzeltme ihtiyacı hissetti. Erhan onun tedirgin olduğunu fark ettiği için yönünü değiştirmiş, başka yerlere bakıyordu. Gerçi birkaç dakika sonra havuzda yan yana olacaklar, yakından görecekti. Yine de suya girene kadar bakmamayı başarmıştı.

Dikkatlice kendi bornozunu da çıkartıp suya girdi. Umut haklıydı gerçekten sıcaktı su. Önemli olan bu su ile sinirleri tedavi etmekti. Uğur çok hafif hareketler ile çalıştırıyordu. Erhan, genç kadının vücudunun güzel olduğunu zaten tahmin ediyordu. Sudaki kırılmalara rağmen çok muntazam hatları olduğunu görüyordu. Ama bunu çok kısa kaçamak bakışlarla yapmıştı. Sırtında ve boynundan aşağı inen tüm sinir uçlarına masaj yapıyordu. Yumuşacık eller gezdikçe rahatladığını hissediyordu. Uğur ile çözemeyeceğini bildiği tek sorunu vardı. O da ereksiyon olamamasıydı. Hala aynı dert devam ediyordu. Genç ve güzel bir kadın sırtında güzel elleri ile kendisini tahrik edemiyorsa başka neyle tahrik olacaktı?

Acaba tüm bunların nedeni onu sadece doktoru olarak görmesi miydi? Yoksa Uğur'un ona sadece hasta olarak yaklaşması mı? Nedeni ne olursa olsun kendi sorunu devam ediyordu işte. Neredeyse üç ay dolmuştu. Bir süre daha sabırlı olacak sonra gerekirse doktora gidecekti.

 Yarım saat kadar sonra üçü de sıcak havuz sonrası soğuk duşlarını almış, bornozlarına sarınmış şezlonglarda oturuyordu. Dinlendikten sonra odaya çıkacak, akşam yemeği için hazırlanacaklardı. Erhan, o sırada çalan telefonuna baktı.

“Geldiniz mi?”

“...”

“Sıcak su havuzunu sor.”

Uğur kiminle konuştuğunu anlamamıştı. Umut, saçlarına sardığı havlu kulaklarını kapattığı için bir şey duyamamıştı zaten. Bir dakika kadar sonra havuzun kapısı açıldı. İçeriye, Yunus ile kolundaki Zeycan girdi.

Erhan zaten bildiği için gelenleri değil onları görenleri izliyordu. Umut kilitlenmiş şekilde yürüyenlerden bakışlarını ayıramıyordu. Umut'un nefes almayı unuttuğundan emindi, Erhan. Yunus da Umut'u görünce donmuş kalmıştı. Zeycan'ın her şeyden habersiz yürümeye devam etmesi ile o da mecburen yürüdü.

Zeycan, önce Erhan ile sarıldı. Sonra Yunus, Uğur ile tanıştırdı genç kızı. Daha sonra aynı şeyi, günlerdir göremediği hatta sesini bile duyamadığı kadına yaptı. Sesi zor çıkmıştı. Umut, robot gibi elini uzattı ve Zeycan ile tokalaştı. Yunus ile tokalaşmamıştı. Ağzının içinde “Görüşürüz” dedi ve havuzun çıkış kapısına doğru yürümeye başladı.

Uğur, kardeşinin ne kadar kırıldığının farkındaydı. Yunus, koluna sevgilisini takıp gelmişti. Hiç mi acıması yoktu bu çocuğun? Umut'un arkasından yürümek istedi. Ama Erhan tutup durdurdu.

Yunus ise yanından kaçarcasına geçip giden genç kızın ardından acı dolu gözlerle baktı. Sonra kulağına eğilmiş Erhan'ın, 'Git peşinden, konuş' demesi ile kendine geldi.

“Ne?”

“Git hadi. Korkma.”

Yunus, o an daha önce verdiği kararı anımsadı. Ne olursa olsun, diyerek hızlı adımlarla koridora çıktı. Lobiye giden yolda Umut'u gördü.

“Umut!”

Umut, duymamış gibi devam etti. Hatta adımlarını hızlandırdı. Lobiye ulaşırsa kalabalıkta Yunus yoluna çıkamazdı. Neden peşinden geliyordu ki? Ne kadar kırıldığını gözleri ile görmek için mi?

“Umutttt.”

Yunus, kendisini duyduğu halde durmayan genç kıza koşar adımlarla yetişti. Omzundan tutup kendisine çevirdi. Umut yüzünü ona dönmüş ama sesini çıkartmamıştı. Sadece Yunus'a bakıyordu. Sevdiği erkeğin yüzüne kızgın gözlerle bakmak o an çok kolaydı.

“Duymuyor musun?”

“Duymadım.” Yalan söylüyordu ve ikisi de bunu biliyordu.

“Neden kaçtın?”

“Kim kaçtı?”

“Neden kaçtın?” Neden sorularına soru ile yanıt veriyordu? İşte bu bile kaçtığının göstergesiydi.

“Kaçmadım. Sıcak havuzda yüzdüm, soğuk yerde kalmak istemedim odama gidiyorum.”

“Umut, sen beni görünce kaçtın. Neden?” Yunus, sesinin sertleşmesini engelleyemiyordu.

“Kaçmadım, dedim ya. Neden ısrar ediyorsun?” Umut da Yunus gibi bağırmaya başlamıştı.

“Benden kaçtın. Bana aynı şeyi söyletip durma.” Sesleri her cümle ile biraz daha yükseliyor ve sertleşiyordu.

“Çünkü sen benimle görüşmek istemiyorsun. Ben de seni rahatsız etmek istemedim.”

“Beni rahatsız etmedin.”

“Seni etmesem de başkaları rahatsız olabilir.” Umut dilini ısırmıştı ama çoktan söylemişti o sözleri.

“Kim, neden rahatsız olacak?” Yunus ne demek istediğini anlamıyordu. Umut ne diyordu? Aklını kaçıracaktı. Bu kadın neden bahsediyordu?

“Önemli değil.”

“Umut, seni haftalardır görmüyorum. İlk görüşmemizde de kavga etmek istemiyorum. Ne demek istediğini açıklasana!” Sinirleniyordu artık. Ne dediğini anlamıyordu ki...

Umut ise daha fazla sesini yükseltmek istemiyordu. Zaten şu an artık yapılacak tek şey arkadaşlıklarının hatırına alttan almaktı. Sesini yumuşattı biraz.

“Yunus, ben de kavga etmek istemiyorum. Seni bir şeylere zorlamak da istemiyorum. Arkadaşın içeride bekliyor. Yalnız bırakma. Ben, senin neden görüşmek istemediğini zaten anlamıştım. Sanırım, arkadaşlığımızı anlamadığı için böyle yapmak zorunda kaldın. İnan hiç sorun değil.” Umut, Yunus'un arkadaşlıklarına zarar vermemek için uğraştığını düşünüyordu.

Oysa Yunus, Umut'un sözlerinden umutlanıyordu. Erhan onu buraya boşuna göndermemişti ya... Tanıdığı Umut'un duvarlarını damarına basarsa yıkacağını biliyordu.

“Zeycan arkadaştan ötedir benim için.”

Onun Zeycan'dan bahsederken sesinin yumuşaması Umut'u iyice çileden çıkartmıştı.
“Bilmek istemiyorum.”

“Neden? Ben Kerem'i biliyordum!” Sesini özellikle sertleştirmişti.

“Kerem de kim?”

“Ne çabuk unuttun evlenmek isteyen şuursuzu.”

Umut, o kadar şaşırmıştı ki Kerem adını duyunca, anımsayamamıştı. “Ha o Kerem. Ama ben Kerem ile görüşmek istemiyorum. Seninle de görüşmek istemiyorum.” İnatla konuşuyordu.

“Neden?” Yunus artık daha rahattı. Günlerdir çektiği acının sonuna geldiğini hissediyordu.

“Çünkü sen de benimle görüşmek istemiyorsun. Dedim ya benden rahatsız oluyorsun.”

“Haklısın seninle görüşmek istemiyordum. Ama senden rahatsız olmuyorum. Aksine, sen yanımda yokken rahatsız oluyorum.”

“Yunus, görüşmek istemiyorsun ama yanımda olmaktan da rahatsız olmuyorsun.  Allah aşkına sen ne istediğini biliyor musun?” Umut, ne demek istediğini anlamadıkça daha çok üzülüyordu. Ne yani o Zeycan ile aşk yaşarken Umut da onların yanında arkadaşmış gibi mi duracaktı? Yunus delirmiş olmalıydı? Yeniden yürümek istedi.

Bu kez Yunus önüne geçip durdurdu. Yüzüne baktı. Gözleri mi dolmuştu? Ağlıyor muydu? Ağlatmayacaktı. Hemen elini uzatıp gözünden süzülen tek damlayı sildi. “Biliyorum, Umut... Ben ne istediğimi çok iyi biliyorum.”

“Ne?”

“İşte bu...” Yunus, tüm konuşma boyunca milim milim yaklaşmıştı. Şimdi ise iki eli ile başının iki yanından tutmuş, tüm tutkusu, tüm aşkı ile öpmeye başlamıştı. Ya tokat yiyecek ya öpülecekti. Daha ilk öpücüğü vermeye başladığında Umut'un da onu öptüğünü fark etti. Artık daha da derinleşmiş öpücükler ile devam ediyorlardı. Nefes almak için uzaklaşan Yunus oldu.

“Umut, seni çok seviyorum. Arkadaşın olarak da çok seviyorum ama bu sana aşık olmama engel olamadı. Seni düşünmeden geçen tek bir ânım bile olmadı. Senden uzak durmak için Gaziantep'e kaçtım. Ama işte sonunda geri döndüm. Daha fazla da uzak kalmak istemiyorum. Eğer sen de beni seviyorsan ne mutlu ama yok ben seni arkadaştan öte görmedim diyor ve benden nefret ediyorsan da anlarım.”

“Senden nefret ediyorum.”

“Yani sen...” Yunus sözünü tamamlayamamıştı. Öpücüğüne karşılık vermesi demek ki istem dışıydı. Hayal kırıklığı ile bakmaya başladı.

Umut ise günlerdir çektiği acının ilk öpücük ile hafiflediğini ardından gelenlerle tamamen yok olduğunu anlıyordu. Şimdi konuşma sırası kendisindeydi. Madem Yunus onu kızdırıyordu... Bir adım geri gitti. Kaşlarını çatarak bakmaya başladı. Sonra dişlerinin arasından neredeyse tıslayarak konuşmaya başladı.

“Senden nefret ediyorum, aşağılık herif. Günlerdir ne aradın ne sordun. Beni burada tek başıma bırakıp gittin.” Yunus'un üzüntüyle dolan yüzüne bakarken sesinin tonu yumuşadı. Tüm sevgisi ile doldu. “Seni deli gibi özledim. Merak ettim. Kıskandım. Ama sen beni aramadın bile.”

Söyleyecekleri bittiğinde yavaşça genç adama yaklaştı. Bu kez o iki eli ile Yunus'un kafasını tuttu. Öpmeye başladı...

“Evet...  senden... nefret... ediyorum... beni... bir daha... böyle... üzersen... sana... yapacaklarımdan... mesul... değilim...”

Yunus, kendisini öpücüklere boğan genç kızı kolları ile iyice sardıktan sonra “Özür dilerim. Seni bir daha üzmeyecek kadar çok seviyorum. Affet beni.” dedi.

“Affettim bile çünkü ben de seni çok seviyorum. Sanırım tanıştığımız günden beri seviyorum.”

Yunus da, Umut da o an yaşadıklarına inanamıyordu. İkisi de karşısındakinin kendisini arkadaş gibi sevdiğinden o kadar emindi ki bu yüzden çok vakit kaybetmişlerdi.

Yunus artık vakit kaybetmeyecekti!

“Evlen benimle.”

“Şimdi mi?”

“En kısa sürede.”

“Benimle evlenmek istediğinden emin misin?”

“Bundan daha çok emin olduğum bir kararım olmadı. En kısa sürede evlenelim. Gerçi bu teklif çok da romantik değil ama... Yani tek taş yüzük falan yok.” Üstelik bir sağlık tesisinin havuzuna giden koridordaydılar...

“Amerika da yaşamıyoruz. Bizde teklif edilir, kabul edilir. Olay budur. Yüzük dediğinde alyanstır. Onu unutma yeter.”

“Kabul ettin yani.”

“Ben öyle bir şey söyledim mi?”

“Söyle o zaman.”

“Sen evlenince de diktatörlük mü yapacaksın? Seni yanlış tanımışım galiba!” Umut, tüm üzüntülerinden arınmıştı. Sevmenin keyfi ile nazlanıyor, şakalaşıyordu. Yunus da onun bu ruh haline uyum sağlamıştı.

“Evlenelim de, evde senin diktatör olmana izin veririm.”

“Bunu sevdim işte. Tamam, evlenelim ve ben diktatör olayım.”

“Başıma bela alıyorum.”

“Zeycan kimdir, kimin nesidir açıklamaya başlamazsan nasıl bela olduğumu asıl o zaman görürsün.”



***** 

3 yorum: