Cumartesi
kızların evinde telaş vardı. Yüzleri hiç gülmese de birazdan gelecek
misafirleri için hazırlıkları eksiksiz yapmak için koşturuyorlardı.
Onur,
bir önceki akşam, hafta sonu planı için arayan Sedat ile buluşamayacağını
söylemişti. Sedat ısrar etse de kabul etmemiş, ders çalışacağını söyleyerek
telefonu kapatmıştı. Yalan değildi. Son senenin çoğunluğu iş başı eğitimi gibi geçse de bir sürü yazılı ve sözlü sınav her an karşısında olacaktı. Branş seçmeden önce tüm bu konularda kendini rahat hissetmeliydi. Bunları uzun uzun kimseye anlatmazdı. Ailesi zaten bildiği için sormazdı ama Sedat'ın anlamasını beklemek biraz fazla mı olmuştu? Hayır yanıtını alınca kırılmış, bunu sesine yansıtmıştı. Henüz konuşulmamış bir şeyi anlamasını beklemek, anlamayınca da bozulmak tam Onur'luk bir saçmalıktı işte. Tüm bunları bilip geri adım
atmamak da Onur'luk işti. Değişemiyorsa birilerini kıracağını bile bile bir şeylere başlamak... En iyisi daha her şeyin başındayken vazgeçmekti.
Umut
ise günlerdir aramayan Yunus'u merak ediyordu. Ne olduğunu, neden aramadığını
bilmiyor ama kendisi de aramıyordu. En son konuşmalarından sonra neyin
değiştiğini bilmiyordu. Ama sesini duymadan geçen günlerin sıkıntısını yaşıyor,
neden bu kadar kafasını taktığını anlamak için çaba harcamıyordu. Kendine bile
itiraf etmediği ise aslında onu çok özlediğini ve kendisini aramadığı bu sürede
hayatında neler olduğunu çok merak ettiği idi!
Yunus
aşk hayatı hızlı biriydi. Kim aklını bu kadar meşgul ediyorsa çok önemli
olmalıydı. Yoksa Yunus kendisini mutlaka arardı! Kimdi acaba o kadın? Ne kadar
önemliydi Yunus için? Ve neden bunları düşündüğünde eskisi gibi gülemiyordu?
Aksine morali bozuluyordu? Yunus onun arkadaşıydı. Arkadaşlar iyi kötü her şeyi
paylaşmıyor muydu? O zaman neden Yunus neler olduğunu anlatmıyordu? Artık
arkadaş değiller miydi? Aralarında ne bir tartışma ne bir kavga olmadığı halde
görüşmemeleri bunu göstermiyor muydu? Evet, ama tüm bu düşünceleri onu özlemesini
engellemiyordu. Yunus'u ve onunla yaptığı konuşmaları çok özlemişti. Acaba...
Acaba Yunus, kendisinin onun hakkında neler düşündüğün anlamış mıydı? İyi ama
kendisi bile tam çözememişken Yunus nasıl anlayacaktı? Ya anladıysa? Ya onun
için uzak duruyorsa? Kendisine kızıyordu. Dostluğu bozmak için yapılacak en
büyük hatayı yapmıştı!
Uğur,
Atilla'nın anne ve babası ile geçecek günleri düşünüp kahroluyordu. Geçen
yıllarda ne onların ne de kendisinin acısı azalmamıştı. Salona son kez baktı.
Her taraf derli topluydu. Kayınvalideleri için hazırladığı yatak odasını da
kontrol etti. Mutfağa doğru yürürken kapı çaldığında beklenen misafirler
gelmişti.
*****
Meliha
Hanım, oğullarının hepsinin ayrı dertlerle evin bir köşesine çekilmesine
alışkın değildi. Alihan Bey de Hasan Bey ve Uğur’un kayınpederi Mehmet Bey ile
buluşmak için evden çıkmıştı. Üç oğlu da evdeydi ama evde çıt çıkmıyordu. Bu
sessizlik pek hayra alamet değildi.
Erhan,
hafta içinde dördüncü maketi tamamlamıştı. İlk gemi maketinden sonra ikincisi
bile bitmişti. Uçaklardan sonra gemi yapmak ayrı bir tat vermişti. Maketlerle
uğraşırken aklını dağıtabiliyordu. Maketi bıraktığında biraz kitap okuyor,
sonra da uyumak için uzanıyordu. İşte o zaman aklına gelen ya mahkemesi ile
ilgili gelişmeler ya da doktoru oluyordu!
Bu
hafta doktorunun yüzü hiç gülmemiş, kendisi ile işin haricinde sadece iki
kelime konuşmuştu… ‘Hoş geldiniz’ ve ‘Güle Güle’
Bu
kadının bir derdi olduğu belliydi. Durgun, düşünceli hallerinin kocasının ölümü
ile ilgisi olsa da üç yıl geçtikten sonra çok da normal gelmiyordu bu hali.
Başka şeyler olmalıydı. O güzel ela gözleri hep hüzünlüydü işini yaparken.
Sadece takımın yanında değişiyordu. Bunun nedeni takım ile çalışmak mıydı yoksa
Harun ile bir arada olmak mı? Gerçi, hayatında Harun olsa yine de o kadar üzgün
bakar mıydı dünyaya? Aralarında neler olduğunu bilmemek iyice merakını
arttırıyordu. Harun evli miydi acaba? Ama olsa bu konuşulurdu. Ya da kolayı
vardı internetten öğrenirdi. Birkaç dakika sonra bekâr olduğunu öğrenmişti bile.
Uğur'un
bir derdi olduğundan emindi. Ama o derdin ne olduğunu daha fazla
düşünmeyecekti. Ona neydi ki? Kendi sorunlarını çözebilse yetecekti.
Yunus’a
seslenip birlikte kitapçıya gitmeyi teklif etti. Yunus gözlerinin altındaki mor
halkalarla uykusuz geceler geçirdiğini gösteriyordu.
“Sedat’la
gitsen? Pek keyfim yok.”
“Hasta
mısın?”
“Değilim
ama olacağım sanırım. Halsizim.”
“Belki
biraz temiz hava iyi gelir. Ocak demeye bin şahit lazım. Ne güzel hava dışarıda
hadi gel. Sedat’ı da çağır da birlikte gidelim. Bir yerlerde oturalım.
Kardeşlerimin yakışıklılığı ile hava atayım yollarda.”
“Ya
Erhan…”
“Hadi
ama… Bak canım bir yerlerde oturmak ve güzellikleri izlemek istiyor. Ama ben
kızlara bakarken tek olmaktan hoşlanmam. Yanıma iki yakışıklı da alırsam şansım
artar.”
Yunus,
ağabeyinin evde sıkıldığını biliyordu. Daha fazla itiraz edemeyeceğini anlayıp
Sedat’ın yanına çıktı. Kardeşi işe gömülmüştü. Ama yüzünün kararmış ifadesi ya
işlerin kötü gittiğinin ya da işten başka şeyler düşündüğünün göstergesiydi.
“Sedat,
Erhan üçümüz bir yerlere gidelim, bir şeyler içelim diyor. Hadi gel.”
“Gelmesem?”
“Ben
de çok istekli değilim. Ama ayda yılda bir şey istedi. Kırmayalım hadi. Babamla
hafta içi istediği gibi hareket edemiyor belli.”
“Haklısın.
Onun durumunu anlamak lazım. Masamı toparlayayım da çıkalım.”
“Sen
bugün Onur ile buluşmayacak mıydın?”
“Kapandı
o konu.”
“Ne
demek kapandı?”
“Boş
ver.” Sedat konuşup canını sıkmayacaktı. Susma hakkını kullanıyordu.
Üç
oğlu arabaya doğru yavaş yavaş yürürken Meliha Hanım arkalarından baktı.
Erhan'ın yine ağabeylik yaptığının farkındaydı. Her zamanki gibi belli etmeden
onları rahatlatacaktı. Bir süre arabanın arkasından baktı. ‘Bir gün hepiniz, yüzünüzü güldürecek birilerini
bulursunuz inşallah’ diye dua etti…
*****
Onur,
odasına kapanmış ders çalışıyordu. Artık bunlar sondu. Bundan sonra hastanede
iş başı eğitimleri artacaktı. Okuduklarını aklına yazabilmek için her zaman
yaptığı gibi tam bir sessizlik içinde çalışıyordu. Ama bu sessizlik bugün
kafasını toparlamaya yaramıyordu. Bir haftadır aklı çok karışıktı. Neden
aklının karıştığını da biliyor ama sorunu gideremiyordu.
Sedat…
Sorunun ete kemiğe bürünmüş haliydi.
İlk
gördüğünde beğendiği, beğenisi iğnelemelerinin ardına gizlediği Sedat ile
yaşadığı tek buluşmayı, o geceki tek öpüşmeyi düşünmeden duramıyordu. Bugün
buluşacaklardı sözde. Ama kendisi buna engel olmuş, mezuniyeti kesinleşene
kadar kimse ile görüşmek istemediğini söylemişti. Oysa ne Sedat ‘kimse’ idi, ne
de bir başkası Onur’un aklını böyle karıştırabilirdi.
Hani kapatmıştı konuyu? kapattım denilince kapanmadığını da artık öğrenmişti. Kitabı
iyice önüne çekip kafasını gömdü. Artık sadece derslerini düşünecekti.
*****
Umut,
sabahtan beri yemek yapıyordu. Her sinirleri bozulduğunda mutfağa daldığından
yine terapi yapmak için tezgâhın üstüne yiyecekleri doldurmuş, daha ne yapsam?
sorusu dolu gözlerle bakıyordu malzemelere.
En
çok bir şeyler çırpmak rahatlattığına göre kek yapmak iyi gelebilirdi… Sonra da
bir sos hazırlardı salataya… Ardından da mayonez yapardı. Evet, böylece
kafasını rahatlatırdı. Aklındakilerden rahatsızdı. Uğur’u yalnız bırakmak
istemediği ve misafirlere ayıp olacağı için evden çıkamıyordu. Yoksa çoktan
kızları aramış, dağ bayır dolaşacağı bir program yapmış olurdu. Kendisindeki
duygu karmaşasını çözmekten çok uzak, yine elindeki tel çırpıcı ile yumurtaları
çırpmaya başladı.
*****
Erhan,
kardeşleri ile birlikte oturmaktan gerçekten keyif almıştı. Üçü birlikte çok
uzun zamandır bir şeyler yapmamıştı. Ama birkaç dakikadır masaya sessizlik
hâkimdi.
“Sedat
ve Yunus, sizleri bu ruh halinizi bana anlatmaya mahkûm ediyorum.”
“Yok,
bir şey”
İkisi
de aynı anda aynı yanıtı verince, Erhan belinin izin verdiği ölçüde öne eğildi
ve “İkinizi de dövebileceğimi biliyorsunuz. Belim böyle diye yapamam
sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Tüm hırsımı sizden alırım görürsünüz. İkinizin de
yüzünden düşen bin parça. Sedat’ın derdi Onur… Senin derdin?” soruyu sorarken
Yunus’a dönmüş, gözlerini gözlerine dikmişti. Yunus ağabeyinin keskin
bakışlarına bir süre karşı koymak istedi ama en sonunda kısık sesle “Umut”
diyerek başını çevirdi.
“Nihayet!
Oğlum, ben kaza geçirdiğimde gözlerimi bozmadım. Umut’a nasıl baktığını
görmemek mümkün değil. Ama neden bu kadar üzgünsün? Bunu anlayamıyorum işte.”
“Sen
bari yapma Erhan! O benim yakın arkadaşım. Ben ona son zamanlara kadar kadın
gözü ile bakmadım bile. O benim erkek arkadaşlarım kadar yakındı bana. Yaa, ben
ona çıktığım kızları falan anlattım. Nasıl şimdi böyle değiştim? Ne oldu da o
birden gözümde vazgeçilmez biri oldu? Nasıl bu kadar bağlandım? İnan kendimden
nefret ediyorum. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de Hasan Amca, kızını bana
emanet etmez mi? O geceden beri iyice kafayı sıyırdım.”
“Sakin
ol. Bu kadar takarsan gerçekten sonun kötü olacak. Umut ne düşünüyor? Senin
hakkında neler hissediyor? Bunları biliyor musun? Belki o da senden hoşlanıyor?
Hiç bunu konuştun mu?”
“Hayır.
Konuşmam da! Şurada üç kuruşluk şerefim kaldı. Onu da kızın gözünde iki paralık
edemem. Ben çözümü buldum. Aramayacağım, görüşmeyeceğim. O sırada ben de aklımı
başıma toplarım. Sakinleşip, hayatıma başkasını soktuğumda da yine eskisi gibi
arkadaşlığımı devam ettiririm.”
“Mükemmel
çözüm. Sen ne diyorsun Sedat? Hayatında bundan daha gerzekçe bir çözüm duydun
mu?”
“Ağabey,
ben de saçmaladığını düşünüyorum ama beni dinlemiyor ki!”
“Sen ne vaziyettesin ki
Yunus’a yol gösteresin?”
“Öyle
deme. Ben Onur’u sevdiğimden eminim. Ama o beni istemiyor.”
“Dur,
sıra sana da gelecek. Önce Yunus!”
Yunus
ikisine de kısacık bakıp, bıkkın halde başını eğdi. “Benim, sıralık falan
durumum yok. Ben çözümü söyledim. Hatta siz şimdi eve dönersiniz ben de
birileri ile tanışmak için takılırım buralarda.”
“Olmaz,
biz de takılırız. Bak benim hayatımda kimse yok. Sedat terk edildi. Öyle hep
bana Rabbena olmaz. Bize de kız bul.” Erhan artık açıkça dalga geçiyordu.
“Daha
neler?”
“E
oğlum, madem tüm sorunlarını yeni bir kız bulup çözeceksin, bize de bul. Bak
dert bini aştı!”
“Ya
hakikaten sen bizim dertlerimizi düşünüp duracağına kendi derdini hallet.”
“Kendi
derdimi sana havale ettim ya. Git Antep’e çöz sorunları dön. Ben de rahat
edeyim.”
“O
işi olmuş bil. Yarın uçuyorum nasılsa Gaziantep’e.” Bu gitme isteğinin ardında
İstanbul'dan uzaklaşma olduğunu hepsi biliyordu. Can alıcı soruyu Erhan sordu.
“Umut
ile vedalaşmadan mı gideceksin? Kız merak etmez mi?”
“Etseydi
bir haftadır arardı. Kim bilir neler yapıyor? Aklına bile gelmediğim belli.”
Yanıt hemen ve kendine acıyan bir sesle gelmişti. Erhan, bir telefon açmanın o
an için ne kadar önemli olduğunu anlayıp olayın üstüne gitmeye karar verdi.
“Siz
daha önce bu kadar uzun süre birbirinizi aramazlık ettiniz mi?”
“Hayır.
En fazla iki üç gün aramazdık.”
“Sonra
kim arardı?”
“Hangimiz
olursak! Sıra falan yoktu ki.” O günleri çok özlüyordu.
“O
başka bir erkekle çıkarken de seni arayıp buluşur muydu?”
“Evet,
bizim arkadaşlığımız sevgililerimize göre şekillenmezdi!”
“Yani,
sen şimdi şunu mu demek istiyorsun? Her ne olursa olsun biz birbirimizi
arardık. Umut bu bir haftada beni hiç aramadı. Bu ilk kez oluyor! Doğru mu
anlamışım?”
“Evet,
aynen öyle!”
“Bu
sana bir şey ifade etmiyor mu?”
“Ne
ifade etmeli?”
“Yunus,
sen sakın ağır cezaya falan geçme. Ticaret avukatlığına devam et. Duygusuz
herif. Kız da seni aramıyor. Ne büyük rastlantı! Ne biliyorsun onun da senin
gibi düşünmediğini? Senden uzak kalmak istemediğini? Onun da aklının karışmış
olabileceği için kendisine zaman tanımaya çalışmadığını! Ne biliyorsun?”
“Bilmiyorum.”
“Tamam,
o zaman, bu akşam vakit çok geç olmadan onu ara ve Gaziantep’e gideceğini, geçen
haftanın da çok yoğun olduğunu, aramadığın için özür dilediğini söyle.”
“Ama…”
“Aması
yok. Sesini dinle bakalım. O ses sana neler diyecek!”
“Erhan,
sen evde otururken 'anlat derdini derman olayım' tarzı programlar mı
izliyorsun? Ne bu fikirler böyle?”
“Hayır
beyefendi. Ben kardeşlerimin ayaklarına gelen şansı tepmesin istiyorum.
Seni çözdük sayılır. Sonra neler yapacağımıza da zamanı gelince bakarız.”
“Erhan!
Çok sağ ol.”
“Sen
de!”
Yunus,
içindeki Umut’a karşı beslediği umudu ile yüzüne yerleşen gülümsemeye engel
olmadan arkasına yaslandı. Umut’un neler hissettiğini anlamaya çalışmak daha
doğru bir karardı. Etraf o kadar kalabalık olmasa kalkıp öpecekti Erhan’ı!
*****
Sedat’ın
derdi daha kolaydı aslında. Sabırsızlık yapan Sedat’tı. Kız çok haklı
sebeplerle görüşmek istemediğini belirtmişti. Ama Sedat’ı tedirgin eden kısmı
Onur’un duygularından emin olamaması idi. Eğer onun da kendisinden birazcık
bile hoşlandığından emin olsa, beklemek rahatsız etmeyecekti. Belirsizlik ise
katlanılır gibi değildi.
“Sedat,
o aile ile artık daha yakınız. Babalarımız gündüz bir araya geliyor. Onur ile
ilgili kendinden eminsen ben sana yardım ederim.”
“Nasıl?”
“Doktoruma
sorarım.”
“Saçmala!
Sakın sorma. Rezil olurum.”
“Olmazsın.
Ne var ki bunda? Kardeşim kardeşinden hoşlanmış, o ne düşünüyor, diyeceğim. Bu
kadar basit!”
“Ya
hakikaten saçmalıyorsun. Deminden beri Yunus’a ne güzel önerilerde bulundun.
Sıra bana gelince çuvalladın.”
“Çuvallayan
sensin. Sabredersen onun neler hissettiğini anlarsın. Sanırım o da senden hoşlanıyor.
Yılbaşı gecesi ikinizi de izledim. Sadece sen kendinden emin ol. Gerçekten
seviyorsan sabır ile çözülür, inan.”
“Ağabey,
sadece birkaç kez görmüş olmam neyi değiştirir? Ben ona ilk gördüğüm an aşık
oldum.” Sedat içten konuşuyordu. Duygularından emindi. Bunu da yansıtmaktan
çekinmiyordu.
“Bu
iyi. Bakalım o aşık mı olmuş? Sana sadece beklemek düştü. Aynen benim gibi.”
“Sen
kimi bekliyorsun?”
“Ben
kimi değil, neyi bekliyorum? Şu mahkemenin sonucunu bekliyorum. Bakalım neler
olacak?”
Yunus yanıtladı ağabeyini, “Ben dosyanın akıbeti ile ilgili bir şeyler
öğrenirim. İbrahim Binbaşı ile birlikte çalışırım bir hafta. O sürede dişe
dokunur bir şeyler bulursam iyi olur. Böylece sen de daha rahat tedavine devam
edersin.”
“O
işi çözerseniz gerçekten çok rahatlarım. Uğur Hanım da inat ediyor.
Gidemezmişim. Neyse ikinci celseden önce ben de belki gidebilirim. O zamana
kadar onun sözünü dinlemek zorundayım. Sen de dikkatli olacaksın. Ortada iki
kayıp var. Hatta üç! Bir de sen eklenme o listeye. Her yerde ulu orta soru
sorma. Tuhaf bir şehir! Herkes ya birbirini suçluyor ya da koruyor.”
“Dikkat
ederim. Sen de bu aralar Uğur Hanıma dikkat et. Kocasının ölüm yıldönümü!
Kayınvalidesi falan gelecekti. Umut söylemişti daha önceden.”
“Biliyorum.
Çok üzgündü dünkü seansta. Tek laf etmiyor benimle. Ben de diğer Doktor Uğur'a
sordum. O söyledi, ölüm yıldönümü olduğunu. Kadına da hak vermek lazım! O kadar
genç yaşta dul kalmak kolay değil.”
“Hayret,
Uğur için iyi bir şeyler söyledin!”
“Kadın
işinde çok iyi! Bunu inkâr edemem ama hala üç yıl öncesinde yaşıyor. Elbette
eşini unutmasını söylemiyorum ama artık o da yaşının gereklerini yaşamalı.
Eskiye saplanmış kalmış.”
“İlk
iki yıl çok daha kötüymüş. Son bir yıldır daha iyiymiş. Umut öyle demişti.”
Umut'un adını anınca yine midesi kanatlanmıştı. Bu kız kendisine neler
yaptığını bir bilse, ne derdi acaba? Yunus gibi biri aşık olacak, üstelik
aşkına karşılık göremeyecek korkusu ile uzak duracak! Umut da kendisi gibi
rüyasında görse hayra yormazdı. Kendisini çok iyi tanıyordu Umut. İşte o yüzden
ilgi duysa bile Yunus gibi bir erkekle birlikte olmazdı!
Yunus
yine karamsarlığa kapılınca çareyi yarınki yolculuğu konuşmakta buldu. Erhan'ın
istediği özel bir şeyler olup olmadığını sorup notlar aldı. Tüm bu notların yapılmasından daha zoru vardı aklında... Umut ile konuşmak!
Üç
erkek kardeş kendilerine yönelen genç kızların beğeni dolu bakışlarından ve
haklarında yapılan konuşmalardan habersiz bir süre daha oturdular.
Erhan
belinde ağrı hissetmeye başlayınca eve dönmek için ayaklandılar.
*****
Erhan nın kardeşlerine ablişkom yaparken gözden kaçırdığı kendi durumu ne zaman çözülecek? Ve Dr Uğur un sırrı ne? Bekliyorum 😊
YanıtlaSilben dün buna yanıt yazdım nereye gitmiş???
SilBiraz daha var kendi sorunlarını fark etmesine...