16 Haziran 2015 Salı

BUZDAKİ ATEŞ 23. Bölüm

Cumartesi kızların evinde telaş vardı. Yüzleri hiç gülmese de birazdan gelecek misafirleri için hazırlıkları eksiksiz yapmak için koşturuyorlardı.

Onur, bir önceki akşam, hafta sonu planı için arayan Sedat ile buluşamayacağını söylemişti. Sedat ısrar etse de kabul etmemiş, ders çalışacağını söyleyerek telefonu kapatmıştı. Yalan değildi. Son senenin çoğunluğu iş başı eğitimi gibi geçse de bir sürü yazılı ve sözlü sınav her an karşısında olacaktı. Branş seçmeden önce tüm bu konularda kendini rahat hissetmeliydi. Bunları uzun uzun kimseye anlatmazdı. Ailesi zaten bildiği için sormazdı ama Sedat'ın anlamasını beklemek biraz fazla mı olmuştu? Hayır yanıtını alınca kırılmış, bunu sesine yansıtmıştı. Henüz konuşulmamış bir şeyi anlamasını beklemek, anlamayınca da bozulmak tam Onur'luk bir saçmalıktı işte.   Tüm bunları bilip geri adım atmamak da Onur'luk işti. Değişemiyorsa birilerini kıracağını bile bile bir şeylere başlamak... En iyisi daha her şeyin başındayken vazgeçmekti.



Umut ise günlerdir aramayan Yunus'u merak ediyordu. Ne olduğunu, neden aramadığını bilmiyor ama kendisi de aramıyordu. En son konuşmalarından sonra neyin değiştiğini bilmiyordu. Ama sesini duymadan geçen günlerin sıkıntısını yaşıyor, neden bu kadar kafasını taktığını anlamak için çaba harcamıyordu. Kendine bile itiraf etmediği ise aslında onu çok özlediğini ve kendisini aramadığı bu sürede hayatında neler olduğunu çok merak ettiği idi!

Yunus aşk hayatı hızlı biriydi. Kim aklını bu kadar meşgul ediyorsa çok önemli olmalıydı. Yoksa Yunus kendisini mutlaka arardı! Kimdi acaba o kadın? Ne kadar önemliydi Yunus için? Ve neden bunları düşündüğünde eskisi gibi gülemiyordu? Aksine morali bozuluyordu? Yunus onun arkadaşıydı. Arkadaşlar iyi kötü her şeyi paylaşmıyor muydu? O zaman neden Yunus neler olduğunu anlatmıyordu? Artık arkadaş değiller miydi? Aralarında ne bir tartışma ne bir kavga olmadığı halde görüşmemeleri bunu göstermiyor muydu? Evet, ama tüm bu düşünceleri onu özlemesini engellemiyordu. Yunus'u ve onunla yaptığı konuşmaları çok özlemişti. Acaba... Acaba Yunus, kendisinin onun hakkında neler düşündüğün anlamış mıydı? İyi ama kendisi bile tam çözememişken Yunus nasıl anlayacaktı? Ya anladıysa? Ya onun için uzak duruyorsa? Kendisine kızıyordu. Dostluğu bozmak için yapılacak en büyük hatayı yapmıştı!


Uğur, Atilla'nın anne ve babası ile geçecek günleri düşünüp kahroluyordu. Geçen yıllarda ne onların ne de kendisinin acısı azalmamıştı. Salona son kez baktı. Her taraf derli topluydu. Kayınvalideleri için hazırladığı yatak odasını da kontrol etti. Mutfağa doğru yürürken kapı çaldığında beklenen misafirler gelmişti.

*****

Meliha Hanım, oğullarının hepsinin ayrı dertlerle evin bir köşesine çekilmesine alışkın değildi. Alihan Bey de Hasan Bey ve Uğur’un kayınpederi Mehmet Bey ile buluşmak için evden çıkmıştı. Üç oğlu da evdeydi ama evde çıt çıkmıyordu. Bu sessizlik pek hayra alamet değildi.


Erhan, hafta içinde dördüncü maketi tamamlamıştı. İlk gemi maketinden sonra ikincisi bile bitmişti. Uçaklardan sonra gemi yapmak ayrı bir tat vermişti. Maketlerle uğraşırken aklını dağıtabiliyordu. Maketi bıraktığında biraz kitap okuyor, sonra da uyumak için uzanıyordu. İşte o zaman aklına gelen ya mahkemesi ile ilgili gelişmeler ya da doktoru oluyordu!

Bu hafta doktorunun yüzü hiç gülmemiş, kendisi ile işin haricinde sadece iki kelime konuşmuştu… ‘Hoş geldiniz’ ve ‘Güle Güle’

Bu kadının bir derdi olduğu belliydi. Durgun, düşünceli hallerinin kocasının ölümü ile ilgisi olsa da üç yıl geçtikten sonra çok da normal gelmiyordu bu hali. Başka şeyler olmalıydı. O güzel ela gözleri hep hüzünlüydü işini yaparken. Sadece takımın yanında değişiyordu. Bunun nedeni takım ile çalışmak mıydı yoksa Harun ile bir arada olmak mı? Gerçi, hayatında Harun olsa yine de o kadar üzgün bakar mıydı dünyaya? Aralarında neler olduğunu bilmemek iyice merakını arttırıyordu. Harun evli miydi acaba? Ama olsa bu konuşulurdu. Ya da kolayı vardı internetten öğrenirdi. Birkaç dakika sonra bekâr olduğunu öğrenmişti bile.

Uğur'un bir derdi olduğundan emindi. Ama o derdin ne olduğunu daha fazla düşünmeyecekti. Ona neydi ki? Kendi sorunlarını çözebilse yetecekti.

Yunus’a seslenip birlikte kitapçıya gitmeyi teklif etti. Yunus gözlerinin altındaki mor halkalarla uykusuz geceler geçirdiğini gösteriyordu.

“Sedat’la gitsen? Pek keyfim yok.”

“Hasta mısın?”

“Değilim ama olacağım sanırım. Halsizim.”

“Belki biraz temiz hava iyi gelir. Ocak demeye bin şahit lazım. Ne güzel hava dışarıda hadi gel. Sedat’ı da çağır da birlikte gidelim. Bir yerlerde oturalım. Kardeşlerimin yakışıklılığı ile hava atayım yollarda.”

“Ya Erhan…”

“Hadi ama… Bak canım bir yerlerde oturmak ve güzellikleri izlemek istiyor. Ama ben kızlara bakarken tek olmaktan hoşlanmam. Yanıma iki yakışıklı da alırsam şansım artar.”

Yunus, ağabeyinin evde sıkıldığını biliyordu. Daha fazla itiraz edemeyeceğini anlayıp Sedat’ın yanına çıktı. Kardeşi işe gömülmüştü. Ama yüzünün kararmış ifadesi ya işlerin kötü gittiğinin ya da işten başka şeyler düşündüğünün göstergesiydi.

“Sedat, Erhan üçümüz bir yerlere gidelim, bir şeyler içelim diyor. Hadi gel.”

“Gelmesem?”

“Ben de çok istekli değilim. Ama ayda yılda bir şey istedi. Kırmayalım hadi. Babamla hafta içi istediği gibi hareket edemiyor belli.”

“Haklısın. Onun durumunu anlamak lazım. Masamı toparlayayım da çıkalım.”

“Sen bugün Onur ile buluşmayacak mıydın?”

“Kapandı o konu.”

“Ne demek kapandı?”

“Boş ver.” Sedat konuşup canını sıkmayacaktı. Susma hakkını kullanıyordu.


Üç oğlu arabaya doğru yavaş yavaş yürürken Meliha Hanım arkalarından baktı. Erhan'ın yine ağabeylik yaptığının farkındaydı. Her zamanki gibi belli etmeden onları rahatlatacaktı. Bir süre arabanın arkasından baktı.  ‘Bir gün hepiniz, yüzünüzü güldürecek birilerini bulursunuz inşallah’ diye dua etti…


***** 

Onur, odasına kapanmış ders çalışıyordu. Artık bunlar sondu. Bundan sonra hastanede iş başı eğitimleri artacaktı. Okuduklarını aklına yazabilmek için her zaman yaptığı gibi tam bir sessizlik içinde çalışıyordu. Ama bu sessizlik bugün kafasını toparlamaya yaramıyordu. Bir haftadır aklı çok karışıktı. Neden aklının karıştığını da biliyor ama sorunu gideremiyordu.

Sedat… Sorunun ete kemiğe bürünmüş haliydi.

İlk gördüğünde beğendiği, beğenisi iğnelemelerinin ardına gizlediği Sedat ile yaşadığı tek buluşmayı, o geceki tek öpüşmeyi düşünmeden duramıyordu. Bugün buluşacaklardı sözde. Ama kendisi buna engel olmuş, mezuniyeti kesinleşene kadar kimse ile görüşmek istemediğini söylemişti. Oysa ne Sedat ‘kimse’ idi, ne de bir başkası Onur’un aklını böyle karıştırabilirdi.

Hani kapatmıştı konuyu? kapattım denilince kapanmadığını da artık öğrenmişti. Kitabı iyice önüne çekip kafasını gömdü. Artık sadece derslerini düşünecekti.

*****

Umut, sabahtan beri yemek yapıyordu. Her sinirleri bozulduğunda mutfağa daldığından yine terapi yapmak için tezgâhın üstüne yiyecekleri doldurmuş, daha ne yapsam? sorusu dolu gözlerle bakıyordu malzemelere.

En çok bir şeyler çırpmak rahatlattığına göre kek yapmak iyi gelebilirdi… Sonra da bir sos hazırlardı salataya… Ardından da mayonez yapardı. Evet, böylece kafasını rahatlatırdı. Aklındakilerden rahatsızdı. Uğur’u yalnız bırakmak istemediği ve misafirlere ayıp olacağı için evden çıkamıyordu. Yoksa çoktan kızları aramış, dağ bayır dolaşacağı bir program yapmış olurdu. Kendisindeki duygu karmaşasını çözmekten çok uzak, yine elindeki tel çırpıcı ile yumurtaları çırpmaya başladı.

*****

Erhan, kardeşleri ile birlikte oturmaktan gerçekten keyif almıştı. Üçü birlikte çok uzun zamandır bir şeyler yapmamıştı. Ama birkaç dakikadır masaya sessizlik hâkimdi.

“Sedat ve Yunus, sizleri bu ruh halinizi bana anlatmaya mahkûm ediyorum.”

“Yok, bir şey”

İkisi de aynı anda aynı yanıtı verince, Erhan belinin izin verdiği ölçüde öne eğildi ve “İkinizi de dövebileceğimi biliyorsunuz. Belim böyle diye yapamam sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Tüm hırsımı sizden alırım görürsünüz. İkinizin de yüzünden düşen bin parça. Sedat’ın derdi Onur… Senin derdin?” soruyu sorarken Yunus’a dönmüş, gözlerini gözlerine dikmişti. Yunus ağabeyinin keskin bakışlarına bir süre karşı koymak istedi ama en sonunda kısık sesle “Umut” diyerek başını çevirdi.

“Nihayet! Oğlum, ben kaza geçirdiğimde gözlerimi bozmadım. Umut’a nasıl baktığını görmemek mümkün değil. Ama neden bu kadar üzgünsün? Bunu anlayamıyorum işte.”

“Sen bari yapma Erhan! O benim yakın arkadaşım. Ben ona son zamanlara kadar kadın gözü ile bakmadım bile. O benim erkek arkadaşlarım kadar yakındı bana. Yaa, ben ona çıktığım kızları falan anlattım. Nasıl şimdi böyle değiştim? Ne oldu da o birden gözümde vazgeçilmez biri oldu? Nasıl bu kadar bağlandım? İnan kendimden nefret ediyorum. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de Hasan Amca, kızını bana emanet etmez mi? O geceden beri iyice kafayı sıyırdım.”

“Sakin ol. Bu kadar takarsan gerçekten sonun kötü olacak. Umut ne düşünüyor? Senin hakkında neler hissediyor? Bunları biliyor musun? Belki o da senden hoşlanıyor? Hiç bunu konuştun mu?”

“Hayır. Konuşmam da! Şurada üç kuruşluk şerefim kaldı. Onu da kızın gözünde iki paralık edemem. Ben çözümü buldum. Aramayacağım, görüşmeyeceğim. O sırada ben de aklımı başıma toplarım. Sakinleşip, hayatıma başkasını soktuğumda da yine eskisi gibi arkadaşlığımı devam ettiririm.”

“Mükemmel çözüm. Sen ne diyorsun Sedat? Hayatında bundan daha gerzekçe bir çözüm duydun mu?”

“Ağabey, ben de saçmaladığını düşünüyorum ama beni dinlemiyor ki!”

“Sen ne vaziyettesin ki Yunus’a yol gösteresin?”

“Öyle deme. Ben Onur’u sevdiğimden eminim. Ama o beni istemiyor.”

“Dur, sıra sana da gelecek. Önce Yunus!”

Yunus ikisine de kısacık bakıp, bıkkın halde başını eğdi. “Benim, sıralık falan durumum yok. Ben çözümü söyledim. Hatta siz şimdi eve dönersiniz ben de birileri ile tanışmak için takılırım buralarda.”

“Olmaz, biz de takılırız. Bak benim hayatımda kimse yok. Sedat terk edildi. Öyle hep bana Rabbena olmaz. Bize de kız bul.” Erhan artık açıkça dalga geçiyordu.

“Daha neler?”

“E oğlum, madem tüm sorunlarını yeni bir kız bulup çözeceksin, bize de bul. Bak dert bini aştı!”

“Ya hakikaten sen bizim dertlerimizi düşünüp duracağına kendi derdini hallet.”

“Kendi derdimi sana havale ettim ya. Git Antep’e çöz sorunları dön. Ben de rahat edeyim.”

“O işi olmuş bil. Yarın uçuyorum nasılsa Gaziantep’e.” Bu gitme isteğinin ardında İstanbul'dan uzaklaşma olduğunu hepsi biliyordu. Can alıcı soruyu Erhan sordu.

“Umut ile vedalaşmadan mı gideceksin? Kız merak etmez mi?”

“Etseydi bir haftadır arardı. Kim bilir neler yapıyor? Aklına bile gelmediğim belli.” Yanıt hemen ve kendine acıyan bir sesle gelmişti. Erhan, bir telefon açmanın o an için ne kadar önemli olduğunu anlayıp olayın üstüne gitmeye karar verdi.

“Siz daha önce bu kadar uzun süre birbirinizi aramazlık ettiniz mi?”

“Hayır. En fazla iki üç gün aramazdık.”

“Sonra kim arardı?”

“Hangimiz olursak! Sıra falan yoktu ki.” O günleri çok özlüyordu.

“O başka bir erkekle çıkarken de seni arayıp buluşur muydu?”

“Evet, bizim arkadaşlığımız sevgililerimize göre şekillenmezdi!”

“Yani, sen şimdi şunu mu demek istiyorsun? Her ne olursa olsun biz birbirimizi arardık. Umut bu bir haftada beni hiç aramadı. Bu ilk kez oluyor! Doğru mu anlamışım?”

“Evet, aynen öyle!”

“Bu sana bir şey ifade etmiyor mu?”

“Ne ifade etmeli?”

“Yunus, sen sakın ağır cezaya falan geçme. Ticaret avukatlığına devam et. Duygusuz herif. Kız da seni aramıyor. Ne büyük rastlantı! Ne biliyorsun onun da senin gibi düşünmediğini? Senden uzak kalmak istemediğini? Onun da aklının karışmış olabileceği için kendisine zaman tanımaya çalışmadığını! Ne biliyorsun?”

“Bilmiyorum.”

“Tamam, o zaman, bu akşam vakit çok geç olmadan onu ara ve Gaziantep’e gideceğini, geçen haftanın da çok yoğun olduğunu, aramadığın için özür dilediğini söyle.”

“Ama…”

“Aması yok. Sesini dinle bakalım. O ses sana neler diyecek!”

“Erhan, sen evde otururken 'anlat derdini derman olayım' tarzı programlar mı izliyorsun? Ne bu fikirler böyle?”

“Hayır beyefendi. Ben kardeşlerimin ayaklarına gelen şansı tepmesin istiyorum. Seni çözdük sayılır. Sonra neler yapacağımıza da zamanı gelince bakarız.”

“Erhan! Çok sağ ol.”

“Sen de!”

Yunus, içindeki Umut’a karşı beslediği umudu ile yüzüne yerleşen gülümsemeye engel olmadan arkasına yaslandı. Umut’un neler hissettiğini anlamaya çalışmak daha doğru bir karardı. Etraf o kadar kalabalık olmasa kalkıp öpecekti Erhan’ı!

*****

Sedat’ın derdi daha kolaydı aslında. Sabırsızlık yapan Sedat’tı. Kız çok haklı sebeplerle görüşmek istemediğini belirtmişti. Ama Sedat’ı tedirgin eden kısmı Onur’un duygularından emin olamaması idi. Eğer onun da kendisinden birazcık bile hoşlandığından emin olsa, beklemek rahatsız etmeyecekti. Belirsizlik ise katlanılır gibi değildi.

“Sedat, o aile ile artık daha yakınız. Babalarımız gündüz bir araya geliyor. Onur ile ilgili kendinden eminsen ben sana yardım ederim.”

“Nasıl?”

“Doktoruma sorarım.”

“Saçmala! Sakın sorma. Rezil olurum.”

“Olmazsın. Ne var ki bunda? Kardeşim kardeşinden hoşlanmış, o ne düşünüyor, diyeceğim. Bu kadar basit!”

“Ya hakikaten saçmalıyorsun. Deminden beri Yunus’a ne güzel önerilerde bulundun. Sıra bana gelince çuvalladın.”

“Çuvallayan sensin. Sabredersen onun neler hissettiğini anlarsın. Sanırım o da senden hoşlanıyor. Yılbaşı gecesi ikinizi de izledim. Sadece sen kendinden emin ol. Gerçekten seviyorsan sabır ile çözülür, inan.”

“Ağabey, sadece birkaç kez görmüş olmam neyi değiştirir? Ben ona ilk gördüğüm an aşık oldum.” Sedat içten konuşuyordu. Duygularından emindi. Bunu da yansıtmaktan çekinmiyordu.

“Bu iyi. Bakalım o aşık mı olmuş? Sana sadece beklemek düştü. Aynen benim gibi.”

“Sen kimi bekliyorsun?”

“Ben kimi değil, neyi bekliyorum? Şu mahkemenin sonucunu bekliyorum. Bakalım neler olacak?” 

Yunus yanıtladı ağabeyini, “Ben dosyanın akıbeti ile ilgili bir şeyler öğrenirim. İbrahim Binbaşı ile birlikte çalışırım bir hafta. O sürede dişe dokunur bir şeyler bulursam iyi olur. Böylece sen de daha rahat tedavine devam edersin.”

“O işi çözerseniz gerçekten çok rahatlarım. Uğur Hanım da inat ediyor. Gidemezmişim. Neyse ikinci celseden önce ben de belki gidebilirim. O zamana kadar onun sözünü dinlemek zorundayım. Sen de dikkatli olacaksın. Ortada iki kayıp var. Hatta üç! Bir de sen eklenme o listeye. Her yerde ulu orta soru sorma. Tuhaf bir şehir! Herkes ya birbirini suçluyor ya da koruyor.”

“Dikkat ederim. Sen de bu aralar Uğur Hanıma dikkat et. Kocasının ölüm yıldönümü! Kayınvalidesi falan gelecekti. Umut söylemişti daha önceden.”

“Biliyorum. Çok üzgündü dünkü seansta. Tek laf etmiyor benimle. Ben de diğer Doktor Uğur'a sordum. O söyledi, ölüm yıldönümü olduğunu. Kadına da hak vermek lazım! O kadar genç yaşta dul kalmak kolay değil.”

“Hayret, Uğur için iyi bir şeyler söyledin!”

“Kadın işinde çok iyi! Bunu inkâr edemem ama hala üç yıl öncesinde yaşıyor. Elbette eşini unutmasını söylemiyorum ama artık o da yaşının gereklerini yaşamalı. Eskiye saplanmış kalmış.”

“İlk iki yıl çok daha kötüymüş. Son bir yıldır daha iyiymiş. Umut öyle demişti.” Umut'un adını anınca yine midesi kanatlanmıştı. Bu kız kendisine neler yaptığını bir bilse, ne derdi acaba? Yunus gibi biri aşık olacak, üstelik aşkına karşılık göremeyecek korkusu ile uzak duracak! Umut da kendisi gibi rüyasında görse hayra yormazdı. Kendisini çok iyi tanıyordu Umut. İşte o yüzden ilgi duysa bile Yunus gibi bir erkekle birlikte olmazdı!

Yunus yine karamsarlığa kapılınca çareyi yarınki yolculuğu konuşmakta buldu. Erhan'ın istediği özel bir şeyler olup olmadığını sorup notlar aldı. Tüm bu notların yapılmasından daha zoru vardı aklında... Umut ile konuşmak!

Üç erkek kardeş kendilerine yönelen genç kızların beğeni dolu bakışlarından ve haklarında yapılan konuşmalardan habersiz bir süre daha oturdular.

Erhan belinde ağrı hissetmeye başlayınca eve dönmek için ayaklandılar.



*****  

2 yorum:

  1. Erhan nın kardeşlerine ablişkom yaparken gözden kaçırdığı kendi durumu ne zaman çözülecek? Ve Dr Uğur un sırrı ne? Bekliyorum 😊

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ben dün buna yanıt yazdım nereye gitmiş???

      Biraz daha var kendi sorunlarını fark etmesine...

      Sil