6 Haziran 2015 Cumartesi

BUZDAKİ ATEŞ 13. Bölüm

Umut, öğlene kadar elindeki işlerle uğraşmıştı. Kızların sorularına kısa yanıtlar vermiş, işinin çokluğundan bahsedip konuşma çabalarını engellemişti. Her gün on birde kızlarla birlikte içtiği kahvesini bile masasında içmişti. Bir şeylerin ters gittiğinin hepsi farkındaydı ama onun soruları yanıtlayacak hali yoktu. Kerem ile olanları anlatması zaten saçmalık olurdu. Birçoğu öyle bir erkeğin teklifine balıklama atlayacak kişilerdi. Ama kendisi sınırlanmayı asla kabul etmez, bunu isteyen erkekten de hemen kaçardı. Zaten ablası eşini kaybettiğinden beri aşka ve evliliğe uzaktı. İlk anladığında Kerem ile görüşmekten vazgeçmeliydi. Şimdi hatasının başlattığı baş ağrısından kurtulmak istiyordu. Bu isteği cep telefonu çalana kadar devam etti. Ekranda Kerem'in adını gördüğünde midesi düğüm düğüm oldu.


“Alo?”

“Merhaba canım, akşam buluşalım mı?”

Umut, telefonda her şey normalmiş gibi konuşan adamı başından atmaya karar verdi. Bunu telefonda mı yapmalıydı yoksa yüz yüze mi? Kararını çabuk verdi.

“Kerem, üzgünüm ama senin için ne bu akşamım ne de bundan sonraki akşamlarım var. Sana kendimi daha fazla tanıtmaya ya da senin istediğin gibi yaşamaya hiç niyetim yok.”

“Ama... Ama Umut, ben sana her şeyi hemen kesip at demedim ki. İleride yani evlendiğimizde şimdiki gibi arkadaşlıklar istemediğimi söylemek istedim. Sen neden bu kadar kolay kesip atıyorsun?”

“Çok kolay, Kerem! O kadar kolay ki ben bile inanamadım. Tüm arkadaşlarımı tek tek düşündüm. Hiç birinden vazgeçemeyeceğimi anladım. Ama seni düşündüğümde kolay vazgeçebildiğimi gördüm. Bir daha beni arama.”

Telefonu kapattığında, masa üstü telefon ile konuşmadığına hayıflanıyordu. Cep telefonu çıktığından beri insan ağız tadı ile telefonu çarparak kapatamıyordu. 'Adam hala evlendiğimizde diyor... Sanki onunla evlenmeye niyetli biri varmış gibi... Bu adam kendisini ne sanıyordu? Bulunmaz Hint kumaşı mı?'

Diğer masaların kendisine dikkatle bakmasından sonra sesinin yüksekliğini fark etti. Kızlar bakmaya devam edince de sinirle “Kerem boşa çıktı, ilgilenenlere duyurulur!” diyerek çantasını kaptığı gibi beş kızla paylaştığı bürodan çıktı.

Ne yapacağını bilmez halde kalabalık Kadıköy sokaklarında yürüdü. Ara sokaklarda hızlı adımlarla gezdikten sonra rahatladığını anladı. Çünkü artık vitrinlere bakıyordu. Farkında olmadan sahafların sokağına kadar gelmişti. Birkaç kitap almak için birine girdi. Yarım saat kadar sonra dükkândan çıktığında, iki elinde iki torba dolusu okumadığı kitap vardı. İki dükkân sonrasında güzel bir kebapçı vardı. Kebap kokuları tüm sokağı sarmıştı. Öğle yemeğini orada yemeye karar verdi. Karnı doyduktan sonra büroda yaptığı terbiyesizlik aklına geldi. Kızlardan özür dilemeliydi. İki sokak daha yürüdü. Hem yediklerini hazmetmiş hem de birazdan alacağı tatlıya yer açmıştı. 

Büroya döndüğünde kızların hepsine kahve hazırladı. Yanına da tatlıları servis yaptı. Gülüşerek yenilen tatlılar az önceki saçmalığı unutturmuştu.

*****

“Mecbur değilsin ki! Bak, adam benim yaptığım bir şeylerden kırıldı. Ama senin de illa onu hasta olarak kabul etmen şart değil. Yani... Bak, ben ilk kez böyle bir şeyle karşılaştım. Sanırım sinirim bozuldu. O yüzden hastamın ayrılmasını kabul etmiş gibi oldum ama etmiyorum. Lütfen sana sorduğunda tüm saatlerinin dolu olduğunu söyle. Böylece, Umut ile Yunus arasında da sorun olmaz.”

“Yani tüm bu konuşma Umut-Yunus ilişkisi için mi? Kardeşinin erkek arkadaşı olduğunu bilmiyordum.”

“Değil zaten. Şimdilik değil. Uğur, lütfen bu konuda benden yana ol, olur mu? Yaptığımı telafi etmeliyim.”

“Ya sen bir şey yapmadıysan? Ya adam gereksiz alınganlık yaptıysa? Bunu neden düşünmüyorsun?”

“Sen de iyi bilirsin ki en başlarda alıngan olmaları çok normal. Hayatları değişiyor. Kimi kalıcı kimi geçici bu değişimleri kabullenmek ve uyum sağlamak mutlaka zaman ister. Sanırım bu aralar bende çok normal düşünemiyorum. Hatam varsa telafi etmeliyim. Yoksa ve adam zaten sorunluysa o zaman da içim rahat yeni hastalarıma yönelirim.”

Uğur, meslektaşından bunu isterken çok zorlanmıştı ama söylediklerinde tek bir yalan ya da abartma yoktu. Hissettiklerini söylemişti Uğur'a. Tedaviye devam etmek istiyordu.

***** 

Alihan Bey, oğlunu hastaneye götürürken karısı da onlara katılmıştı. Hem evden çıkmak, hem de tedavinin yapılacağı yerleri denetlemek için geldiğini söyleyerek iki erkeği de güldürmüştü.

Arka koltukta otururken yolda gördüğü kadınları ya da erkekleri süzüyor, şaka dolu yorumlarla yılın kış modasını eleştiriyordu. Tek yaptığı aslında fikirlerini sesli ifade etmekti ama Meliha Hanım her sözüne espri katmayı severdi. Kızını gelin olarak yolladığından beri evde dört erkekle yaşıyordu. Tek başına kalmış sayılırdı. O yüzden bir an önce oğullarını evlendirmek istiyordu. Eve yeni kadınların girmesi yalnızlığını giderecekti.

Erhan oğulları içinde en sessiz ve sakin olanıydı. Askeri eğitim zaten sakin olan Erhan'ı daha da ağırbaşlı yapmıştı. Yunus ile Sedat ise İstanbul'da yaşamanın getirdiği delişmenliği askere gidene kadar benimsemiş, askerliklerini bitirdikten sonra da durulmak istememişti. Sedat askerden geldikten iki yıl sonra evlenmek istemiş, ama kız nikâhtan bir hafta önce oğlunu terk etmişti. Bir daha onu üzecek bir kıza asla evet demeyecekti. Aslında oğullarını ikna edeceğini bilse, evleneceği kızları kendisi bulurdu.

Kendi düşündüğüne gülerek, yollarda bir şeye benzemeyen kılıklarla ve kimin yolduğu belli olmayan saçlarla gezen kızları izlemeye devam etti. Ya bir gün oğullarından biri böyle bir kızı eve getirirse? Allah korusun...

Hastanenin bahçesine geldiklerinde önce kendisi indi arabadan. Erhan'a yardımcı olmak için hareket edince, oğlu durdurdu.

“İnebiliyorum anne. Merak etme.”

Meliha Hanım oğlunun kendi başına inebileceğinden emin değildi. Kocası gelene kadar oğlunun yanından ayrılmadı. Sonra üçlü yavaş yavaş hastaneye doğru yürümeye başladı.

Hostes kız artık kendisini tanıyordu. Hemen yanlarına geldi. Birlikte Doktor Uğur'ların odasına doğru ilerlediler. Annesi odaya gidene kadar etraflarındaki hastaları da incelemeye devam etti. Erhan dönüp yüzüne baktığında ne göreceğini biliyordu. Annesi gözlerini silmeye başlamıştı bile... Çünkü o bölümdeki hastaların çoğu uzuv kaybı nedeniyle tedavi oluyordu. Erhan görüntüye alıştığını sansa da her geldiğinde kendi haline şükretmekten vazgeçmiyordu.

Odanın kapısını çalıp içeriye girdiklerinde sadece erkek Doktor Uğur vardı. Erhan, kendi doktorunu görmeyince rahatlamıştı. Telefon konuşmasından sonra karşılaşmaları hoş olmayacaktı. Doktor Uğur, aileyi sıcacık karşılamıştı. Erhan, Uğur ile konuşmak için selamlaşma kısmının bitmesini bekledi.

“Uğur Bey, Uğur Hanım ile konuştum. Size aktardı mı bilmiyorum? Eğer sizin için uygunsa, bundan sonra sizinle çalışmak istiyorum.”

“Uğur söyledi. Ben de tedavinizin devam etmesi için birlikte çalışmak isterim. Bir şeyler ayarlamaya çalışırım ama önce sizinle diğer bölüme geçsek de biraz neler yapabileceğimize baksak?”

Anne ile babasını odada bırakıp dışarıya çıktılar. Erhan son üç günü kalan alçılı ayağına dikkat ederek koltuk değnekleri ile yürümeye başladı.

“Alçı ne zaman çıkıyor?”

“Üç gün sonra... Nihayet ondan kurtulacağım.”

“Alçıya alınabilecek bir ayağı olmasını isteyenler duymasın!”

“Onların durumunu anlamamak mümkün değil. İnsan ne zaman bir organını kaybediyor, işte o an kıymetini anlıyor. Doktoruma ilk sorduğum soru, bir daha yürüyebilecek miyim olmuştu.”

“Çok normal. Burada, hem fizyoterapi uygulanıyor, hem de psikolojik tedavi. İhtiyaç duyarsanız size de program uygulayabiliriz. İki tedavi bir arada yürür.”

“İhtiyacım yok.”

“İhtiyaç olmasından ziyade, kazanın üstünüzde bıraktığı sarsıntının ve bundan sonrası için duyduğunuz korkuların hayatınızı etkilememesi için öneriyoruz.”

“Teşekkür ederim.”

Konuşarak hidromasaj uygulamasının yapıldığı bölüme ulaşmıştı ikili. Kapıdan girdikten sonra Uğur, odadaki sandalyeyi gösterip oturmasını bekledi. Sonra karşısına geçti.

“Erhan Bey, sizinle açık konuşacağım. Uğur ile nasıl bir sorun yaşandı bilmiyorum ama benim uzmanlığım ile sizin ihtiyacınız örtüşmüyor. Omurilik konusunda belki de İstanbul'un en iyi uzmanı ile çalışıyorsunuz. Aranızdaki sorunu bilirsem belki de yardımcı olabilirim.”

“Aslında sorun denilecek bir şey değil. Uğur hanımın tavrı rahatsız etti beni. Devamlı ters ve dik konuşmaları ile azarlanmak hoşuma gitmedi. Yoksa tedavi ile ilgili sorunum yok. Ama bir erkek doktoru tercih edeceğim de bir başka gerçek.”

“Neden erkek doktor?”  Uğur, başka bir sorunun daha olduğunu anlamıştı. Konuşmasını kolaylaştırmak için sormuştu sorusunu.

Erhan, sıkıntılı bir şekilde baktı. Günlerdir aklını kurcalayan soruyu soracaktı.

“Uğur Bey, kazadan sonra, omurum ve ayak bileğimdeki sorunum haricinde bir derdim daha var, sanıyorum.” Yine soramamıştı ama en azından kapıyı açmıştı.

“Nasıl bir sorun?”

“Bakın, bunu size sormam doğru mu bilmiyorum? Sanırım ereksiyon olmamla ilgili bir sorunum var. Kazadan sonra hiç olmadı.”

“Erhan Bey, daha çok erken bunu anlamamız için. Bir süre daha böyle devam etmesi sık rastlanan bir durum. Bazı hastalarımız iki, üç ay kadar bunu yaşar ama sonra her şey eski günlere döner. Hem zaten bu günlerde seks hayatınızın durgun olması çok daha iyi! Sizi tedavi ederken yanlış bir hareket ile başka hasarlar vermek istemeyiz.”

Duydukları ile biraz rahatlasa da doktorun söylediği sürenin geçmesini beklemek ıstırap olacaktı.

“Sizin tedavinizin uymayacağını söylemiştiniz. Ama Uğur Hanim ile aynı yöntemleri de mutlaka biliyorsunuzdur. Siz masajı uygulayamaz mısınız?”

“Uzmanlığım olmayan bir konuda yardımcı olamam. Üstelik aranızdaki sorun tedaviden çok tedavi yöntemi ile ilgili. Uğur çok üzgündü durumu bana anlatırken. Siz de söylüyorsunuz sadece konuşma tarzlarınız nedeni ile doktor değişikliği istediğinizi... Uğur kasıtlı olarak kimseyi kırmaz. O tanıdığım en iyi insandır desem abartmam.”

“Ben zaten aksini düşünmedim. Sadece emrinde onlarca kişi olarak, emir verir gibi konuşmasını azarlamasını rahatsız edici buldum. Buz kadar soğuk bir tavrı var.”

“Kocası öldükten sonra hayata küstü. O yüzden o soğukluğu.”

“Anlıyorum. Ama yine de sizinle çalışmak için şansımı denemek isterim. En azından sizinle konuşabiliyorum.”

“Elimden geleni yaparım. Bugünkü çalışmanızı yaptınız mı? Yoksa birlikte yapacağımız için yapmadan mı geldiniz?”

“Sabah egzersizlerimi yaptım. Sizin işiniz olabileceğini düşünüp tedbir almak istedim. Çünkü bu hafta ortasında Antep'e uçmak istiyorum.”

“Henüz uçabileceğinizi sanmıyorum. Belki sedye ile gidebilirsiniz ama koltukta oturmanız tehlikeli olabilir. Bunu Uğur ile konuşalım. Gelin onun yanına gidelim. Vakit kazanırız çünkü daha en az bir saat gelmeyecek. Sizinle rahat rahat konuşalım diye programını değiştirdi.”

Erhan, konuşmalarını kaba ve soğuk bulduğu kadının bu kadar düşünceli olmasına şaşırmıştı. Uğur ile birlikte koridorda yürümeye başladılar. Asansör ile iki kat aşağıya indiler. Asansörden çıktıktan sonra sola dönerek, binanın sonundaki kapıya doğru devam ettiler. Kapıya yaklaştıklarında içeriden top sesleri ve gıcırtılar geliyordu. Seslere anlam vermek istese de başaramadı. Yanında sessizce yürüyen doktora baktı. Ama soran bakışlarına yanıt alamadı. İyice yaklaştıklarında gelen seslere, bağrışan erkek sesleri de eklendi.

Kapıya geldiğinde gözlerine inanamadı, Erhan. İçeride tekerlekli sandalyelerinde basketbol oynayan on erkek vardı. Hepsi de birbirine bağırıp top istiyor, pas veriyor hatta kızıyordu. Erhan izlerken yanıldığını fark etti. İçeride dokuz erkek vardı. Onuncu kişi Doktor Uğur'du!

Erhan, bir süre öylece izledi. Bir tanesinin iki bacağı da yoktu. Beş tanesinin bir bacağı vardı. Diğerlerinin iki bacağı da vardı ama onlar da tekerlekli sandalyedeydi. Ter içinde kalmış, sandalyeleri ile bir sağa bir sola gidiyor, iki bacağı üzerinde koşanların enerjisinden çok daha fazla enerji ile sayı yapmaya çalışıyorlardı. Uğur'un dokuz erkeğin arasında kısacık saçları ile erkekten farkı yoktu. Daha önce gördüğü Doktor Uğur'dan farkı gözlüksüz olmasıydı. Topu kapıp sandalyesi ile potanın altına gidip sayı yaptığında takım arkadaşları ile ellerini vurdular. Skor tabelasında 50–54 ü gördü, Erhan. Antrenman niyetine maç yapıyorlardı demek ki.

“At topu... Pas ver... Ya bebek misiniz?  Erkek gibi oynayın... Tankut, o tekerlekli sandalye ile dans et... Hey ben size ellerinizi kullanmayı da mı öğreteceğim? Mehmet, pas ver. Şahsi oynama atarım takımdan! ... Ya sizi benche yollamak da dert. Zaten oturuyorsunuz... Süleyman, cezan ayakta dikilmek olur... Hadi hadi... Üçlükler neden denenmiyor? O kolları ben boşa mı çalıştırıyorum?”

Uğur, kısacık saçları ile erkekten farksız görünümüne, bu cümleleri de ekleyince oldukça ilginç bir sahne ortaya çıkmıştı. Tamamı bedensel engellilerden oluşan takımdakilerle o kadar normalmiş gibi konuşuyordu ki! Çocukların kırılmak bir yana onun isteklerini yerine getirmek için canla başla çalıştığını görmek çok ilginçti. Adı Süleyman olan genç iki ayağı da olmayan tek kişiydi. Ona ayakta durma cezası vereceğini söylemek sanırım sadece Uğur'un yapabileceği, bir şeydi. Üstelik bunu duyan çocuk gülerek dinliyordu.

Erhan, ne kadar zaman izlediğini farkında değildi. Maç bittiğinde herkes birbirini tebrik ediyordu. Uğur ve sekiz erkek soyunma odasına giderken, içlerinden biri kenara geldi. Sandalyedeki bantları açtı. Yavaşça ayağa kalktı. Yürümeye başladı. Erhan, yanlarına gelene kadar kim olduğunu anlamamıştı. Eski milli basketbolcu Harun Aydın'dı. İyi ama neden tekerlekli sandalyede maç yapıyordu?

“Yönetmelikler izin veriyor.” diye yanıtladığında sorusunu sesli sorduğunu fark etti. O kadar şaşırmıştı ki, ne diyeceğini bilemiyordu.

“Siz, kaza falan mı geçirdiniz?”

“Hayır, ben takımın ikinci çalıştırıcısıyım. Uğur yakın arkadaşımdır. Ona takımı çalıştırmasında yardım ediyorum.”

“Ona yardım mı? Yani asıl o mu çalıştırıyor?”

“Evet, lisede kız takımının kaptanıydı. Ben de o zamanlar beden eğitimi öğretmeniydim. Şimdi o, bu gençler ile yeni bir takım kurdu. Ben de yardım ediyorum.”  Harun'un Uğur'a bakışlarını takip etti Erhan. Bu adamın yardımının ardında sadece eski arkadaşlık yoktu galiba. Hayranlıkla bakıyordu Uğur'a.

“İyi ama zor değil mi?”

“Zor gibi mi gözüküyor? Hiç biri zorlanmıyor oynarken. Ben onlardan daha çok zorlanıyorum. Bazen öyle top kapıyorlar ki, kalk sandalyeden al ellerinden diyor şeytan... Çok iyiler. Lig elemelerinin çoğunu geçtiler. Son bir elemeden sonra ilk üçe girerlerse, lige çıkacaklar. Bu takım harcanmamalı.”

Erhan bu konuşmayı yaparken gözleri ile salonun diğer ucunda kaybolan tekerlekli sandalye üstündeki dev adamları izliyordu. Gözleri ile görmese inanamazdı. Uğur Bey, yanında ayakta duruyor, Erhan'ın şaşkın gözleri ile salonu ve oyuncuları incelemesini izliyordu.

“Sen burada bekle ben çocukların yanına gideyim... Ya da sen de gel!”

“Bu gençlerle tanışmayı çok isterim. Sakıncası yoksa geleyim ben de?”

Takım soyunma odasına girmiş ama henüz soyunmaya başlamamıştı. Kapıdan giren Uğur ile Erhan'ı görünce hemen onları selamladılar. Uğur, gençlere Erhan'ı tanıştırdı. Hepsinin yüzü gülüyordu. Sanki az önce hoplaya zıplaya antrenman yapmış, ter içinde kalmış, şimdi de soyunma odasında keyifle şakalaşan,  sağlıklı gençler gibiydi hepsi. Erhan, şaşkınlığını gizleyemiyordu. Kendisinden utandığını hissetti. Çocukların bir kısmı zorlukla sandalyelerinden kalkıp koltuk değnekleri ile duşa gitti. Diğerleri de sıralarını bekliyordu.

Uğur ile konuşan genç diğerlerine göre daha büyük duruyordu. Çoğu en fazla yirmi iki yirmi üç yaşındaydı. Bu genç ise yirmi altı yirmi yedi gibi duruyordu. Uğur, takımın kaptanı olduğunu anladığı oyuncu ile bir ay sonra başlayacak elemeleri konuşuyordu. Lige katılabilmek için geçecekleri en önemli engel buydu. Erhan konuşmalarda duyduğu engel kelimesine gülümsedi... Bu gençler için engel yoktu!

Erhan, onların konuşmasını dinlemekten vazgeçip soyunma odasını terk etti. Tam spor salonunun çıkışına doğru yürürken Uğur'un sesini duydu. Bayanların soyunma odası hemen yan taraftaydı. İstemeden kulak misafiri olmuştu. Ama yürüyüp gitmek yerine koltuk değneklerine yaslanıp konuşmayı dinlemeye başladı. Çünkü Uğur, karşısındaki kişiye Erhan'ın alışkın olduğu soğuk sesi ile yanıt veriyordu.

“Bakın, dolapları geçen hafta teslim edecektiniz. Hadi hava kötüydü, malzeme gelmediydi gibi mazeretlerinizi dinledim, inandım ve bekledim. Ama hala hazır değil derseniz külahları değişiriz. Çocuklar tüm kıyafetlerini askılarda ya da çantalarında taşımak zorunda kalıyor. Ayrıca bu gençlerin her gün tüm malzemelerini taşımalarının ne kadar zahmetli olabileceği hakkında fikriniz var mı? Lütfen cumaya kadar dolapları teslim edin.”

“...”

“Ben yeni mazeretler üretmenizi değil dolaplarımızı teslim etmenizi istiyorum. O çocukların bir tek gün fazladan eşya taşımalarını istemiyorum. Cuma günü o dolaplar gelmezse tek kuruş alamazsınız.”

“...”

“Ben son sözümü söyledim. İsterseniz dava edin. Anlaşmamız var. Yazılı teminatınız var, bakalım kim kazanır davayı?”

Uğur'un sesindeki titreme dışarıdan bile duyuluyordu. Erhan onun bu haline şaşırmıştı. İlk kez insanî bir yönünü görüyordu. Daha doğrusu duyuyordu. Demek ki o kadar da soğuk değildi?


*****  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder