7 Haziran 2015 Pazar

BUZDAKİ ATEŞ 14. Bölüm

Uğur, sinirden ellerinin titremesini kendine yediremeyince, soyunma odasındaki çöp kovasına tekme vurarak rahatladı. Günlerdir bir dolap yapılamamış, her seferinde bahanelerle oyalanmıştı. Ama artık tahammülü kalmamıştı. Ya o dolaplar cumaya kadar gelecekti ya da dava açacaktı. Aralarındaki yazılı sözleşme işe yarar mıydı acaba? Bir avukata sormakta fayda olduğuna karar verip masadan çantasını aldı. Acaba Uğur, Erhan ile konuşup ikna etmiş miydi? Gelip kendilerini izlemelerinin ardında hangi nedenin yattığını bilemiyordu. Ama kenarda Uğur ile Erhan'ı gördüğünde şaşırmış, görmemiş gibi yapmayı tercih etmişti. Kendisi ile konuşmasına kızan adamın, çocuklara söylediği sözleri yanlış anlayacağı kesindi. O konu da canını sıkmıştı. Erhan Bey, sakin birisine benziyordu. Sakin birisini bile sinirlendirebildiyse gerçekten kendini toparlamalıydı. Ama şimdi değil... Bu günlerde değil... Bir hafta daha ruh halini değiştiremeyeceğini biliyordu. Çünkü Atilla'nın ölüm yıldönümüydü. Pişmanlıklarını içinden atamadığı üç yıl geçmişti. Erhan beyin de bu döneme denk geldiği için kendisine kırıldığından emindi.


Atilla'nın anne ve babası ile arada görüşse de acısı arttığı için kısa süreli tutuyordu bu görüşmeleri. Ama yine araması ve iki yıldır tekrarlanan programın yinelenmesi gerekiyordu. Askeri mezarlıkta buluşacaklardı yine. Uğur, sadece ölüm yıldönümlerinde mezarlığa gidiyordu. Çünkü dayanamıyordu acısına. Belki ağlasa bir şeyler değişirdi. Ama üç yıldır Hiçbir şey için ağlamamıştı. Sanki göz pınarları kurumuştu. Doktor arkadaşları ile konuşmuş, bunun olabileceğini bir gün düzeleceğini söylemişti hepsi. Oluruna bırakmak daha iyi olacak, diyerek kapıya doğru yürüdü. Nasılsa üç yıldır hep aynı şeyleri yaşamıyor muydu? Yine yaşar ve bir sonraki yıla kadar acısını içine gömerdi.

Kapının önünde Erhan ile burun buruna gelmek en son aklına gelecek şeydi. Koltuk değneklerine yaslanmış kendisine bakıyordu. Neden kapısına geldiğini anlayamadı. Yoksa siniri yatışmamış, yüzüne mi sövmeye gelmişti? En iyisi anlamak için selam vermek diye düşündü.

“Hoş geldiniz.”

“Hoş bulduğum söylenemez. Beni tedavi edeceğinize oyun oynuyorsunuz burada!”

Erhan, tüm düşüncelerini bir yana bırakıp bu kadın ile çalışmaya karar vermişti. Uğur Bey haklıydı. O iyi bir doktordu. Oysa Uğur şaşkın bir ifade ile bakıp neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ne değişmişti?

“Sizi az önce çocuklarla izledim. Onlara söylediklerinizi duyunca, kendimi şanslı hissettim. Söylediklerimi geri alıyorum. Birlikte çalışmaya devam edebilir miyiz?”

Erhan, şaka ile ifade ettiği isteğinin kabul edileceğini o gözlerde görünce rahatladı. Uğur da beklediğinden kolay olmasına sevinmişti.

“Onları buna alıştırmam zor oldu. Ama gördüğünüz gibi artık kendilerini olduğu gibi kabul ediyor ve şaka kaldırıyorlar.”

“Bence onlar sizin şakalarınızı kaldırıyorlar. Aynı cümleleri ben kursam tepkileri farklı olabilir.”

“Belki de haklısınız. Ama önemli olan durumları hakkında karamsar olmamaları! Çoğu iş bulamıyor. Kendi başlarına yapabilecekleri uğraşlar için çaba harcıyorum. Spor bunun için başlangıç. Önce burada kendilerine güvenmeyi öğreniyorlar. Sonra iş bulmak ya da kendi işlerini kurmak daha kolay olacak!”

Konuşurken yavaş yavaş salonun çıkış kapısına doğru yürüyordu ikili...

Uğur Bey, ikilinin arkasından bakıyordu. Sorunların bir kısmı çözülmüştü... Süleyman'ın protezlerini takmasını izledi. Bu çocuğun azmine her geçen gün hayran kalıyordu. Hepsi birbirinden cesur sekiz oyuncunun odadan çıkışı ile o da ayrıldı salondan.

Erhan ile Uğur, büro olarak kullanılan odaya geldiklerinde Erhan belli etmek istemese de yorgunlukla koltuğa çöktü. Annesi ile babası onları sessizce karşılamıştı. Uğur kendini tanıtmış, çaylarını tazeletmişti. Bu süre içinde Erhan da kendisini biraz toparlamıştı.

Annesi ile babası doktoruna çeşitli sorular soruyor, evde daha rahat etmesi için neler yapılabileceğini öğrenmek istiyordu. Annesinin asıl geliş nedeninin bu olduğunu anlamak gülümsetti Erhan'ı. Hala küçük çocuk muamelesi görmek, bunu yapan anne olunca normaldi galiba?

Uğur Bey de odaya gelince küçücük oda hareket edilmeyecek kadar kalabalık oldu. Uğur, Erhan'a dönüp diğer odaya geçmeyi teklif ettiğinde hemen kalktı.

*****

İkisi de telefondaki konuşmalarının ve ardından bugün yaşananların konuşmasını yapmayınca, aralarında tuhaf bir durum oluştu. Erhan, konuların havada kalmasından hoşlanmazdı. Kendisi başlattı ise kendisi toparlayıp bitirecekti.

“Aramızdaki sorunun çözüldüğünü düşünüyorum. Sanırım bundan sonra birbirimizi çok daha iyi anlayacağız.”

“Erhan Bey, inanın tüm konuşmalarım art niyetten uzaktı. Sizi kırdığım için çok üzüldüm. Ben de inanıyorum artık sorun yaşamayacağımıza.”

Konuşmaları böyle başlasa da kısa süre sonra Erhan yine sinirlenmişti. Çünkü Uğur, uçağa binmesi için en az bir ay daha geçmesi gerektiğini, basıncın etkisinin ne olacağını bilmediklerini söylüyordu. Erhan, mahkemeden bahsetmeden olayı açıklamak istiyor ama doktorunu korse ile bile uçağa binmesi konusunda ikna edemiyordu. Ne kadar inattı bu kadın böyle?

*****

“Ne kadar güzel gözleri var, Uğur Hanımın.”

“Evet, Hanım. Ben de fark ettim. Biraz hüzünlü ama sanki...”

“Öyle değil mi? Acaba bana mı öyle geldi dedim. Ama bak sen de yakalamışsın. Erhan, Uğur Hanımın derdini biliyor musun?”

“Bir derdi olduğunu sanmam. Size öyle gelmiştir. Biraz mesafeli biri! Belki de ondan.”

Erhan annesini dinlememeyi tercih ediyordu. Annesi ile çok farklı görüşlerini örtüştürmeye uğraşmaktan uzun yıllar önce vazgeçmişti. Bu saatten sonra yeniden başlamayacaktı. Uğur, belki de farklı insanlara farklı yüzü ile gözüküyordu. Kendisi de, takımın yanındaki Uğur'u farklı bulmuştu ama daha sonra yine benzer konuşmalar ile eski mesafeler yeniden oluşmuştu. Demek ki sorun kendisiyleydi! Üstelik uçak konusunu annelerine söyleyerek binmesine engel olmalarını istemiş, tüm yollarını da kapatmıştı. Yine kendisine çocukmuş gibi davranmıştı. Sinirlerine hâkim olamasa yeniden başa döneceklerdi. Ama bu kez kendisini tutmuştu.

Eve gelene kadar annesi ile konuşmama kararı aldı. Çevreyi izliyordu. Dışarıda çok soğuk ve kapalı bir hava vardı. Yılbaşı yaklaştığı için vitrinler ışıl ışıldı. Tüm sıkıntılarına rağmen gördüğü manzara neşelendirdi, Erhan'ı. Annesi bu arada babası ile konuşuyordu. Erhan rahat inip binsin diye arka koltukta oturuyordu. Erhan konuştuklarını dinlemiyor çevre ile ilgileniyordu.

“Mesafeli mi? Daha neler? Gayet sıcak biri! Yunus’a söyleyeyim de... ”

Ama duyduğu cümle ile kendine geldi.

“Anne ne dedin?”

Annesi Yunus ile haber yollayıp kızları yemeğe çağırmaktan bahsediyordu.

“Duydun işte. Yunus, kardeşi ile çok yakın arkadaş. Sen abla ile tanışıyorsun. Galiba geçenlerde Sedat da tanıştı kardeşlerle. Biz de tanışalım ne olur? Bakalım oğullarım nasıl kızlarla arkadaşlık ediyor? Kimler arkadaş oluyor? Kimler sevgili oluyor? Farkı göreyim bakayım. Ona göre kız arayacağım onlara. Senden umudumu kestim. Müge gibi biri ile gezdin ya... Daha sana ne diyeyim?”

Erhan, annesinin sözlerinden utandığını hissetti ama utanç bile annesinin cümlesinin ardındaki açıklamayı atlamasını sağlamadı.

“Sen nereden biliyorsun Müge ile ayrıldığımı?”

“A ayrıldın mı? Ne zaman?”

“Anne!”

“Aman nereden öğreneceğim, Yunus Sedat'a söylerken duydum.”

“Kapı mı dinledin?”

“Sen hastasın diye sopa yemeyeceğini sanıyorsan çok yanılıyorsun beyefendi. Ne demek kapı dinlemek? Mutfakta iki kardeş konuşuyordu. Ben de kahvaltı hazırlıyordum.”

“Tabii öyledir.”

“Oğlum, ananla uğraşma. Zaten mutlu Müge olayını duyduğundan beri... Bırak keyfini sürsün.” Babası da Müge için dolaylı yoldan fikrini söylemişti böylece. Erhan, aslında tanışmalarını bile istememişti ama kaza bu isteğini yapmasını engellemişti.

“Tamam, anne o konu kapandı. Aslında hiç açılmamalıydı. Ama yemek işi gereksiz bence! O kadar yakın olunmasına gerek olduğunu sanmıyorum.”

“Oğlum, benim istediğim aileyi tanımak. Yunus, Umut denen kızla yakın arkadaş. Ne olur ki tanışsak? Bir yemek yeriz böylece senin için yaptıklarına da teşekkür ederiz. E ablası da senin tedavin için elinden geleni yapıyor. Haksız mıyım?”

Ablası işini yapıyor, karşılığında ücretini de alıyordu. Ama annesini bunların engellemeyeceğinden emindi. O yüzden sadece başını salladı. Konuyu kapatmak, o davet verildiğinde de odasından çıkmamak ya da erken odaya çekilmek daha sağlıklı bir çözümdü.

*****

“Ağabeyiniz en son ne zaman işler ile ilgili konuştu sizinle? O konuşmada şimdi sizi şüphelendiren bir şeyler olabilir mi?”

İbrahim, Zeycan ile konuşuyordu. Soruşturma için geldiği ilk günler, kimliğini açıklamadan araştırma yapmıştı. Tüm araştırmaları, Celal'in sevilen ve dürüst bir iş adamı olduğunu gösteriyordu. Esnafın tanımı genelde böyle olurdu zaten. Düşmanı olacak birilerini bulmadan şüpheleneceği yanıtlar alamayacağını biliyordu. Hakkında konuştuğu herkes anlaşmış gibiydi. Kim bilir belki de anlaşmıştı!

Şimdi resmi soruşturmasını yapıyordu. Zanlının kız kardeşi ile konuşması aslında havanda su dövmek gibiydi. Çünkü genç kızın söylediği doğru düzgün bir şey yoktu. Zaten aile işlerini bilmesini beklemiyordu. Diğer kardeşleri de sorgulamış, hiç birinden olayı açıklayacak bilgi edinememişti. Cemal'in eşi ile de görüşmek istiyordu. Bir o uyanık gözüküyordu. Ama o da işleri çok bilecek bir konumda değildi. Sadece iki gelinin kendi aralarında yaptığı konuşmalarından bir şeyler çıkarta bilirdi.

Yılbaşı yaklaşıyordu.  Beş ocakta ilk mahkeme vardı. O tarihe kadar bulacağı şeylerin etkisi olacaktı elbette. Ama dört gündür Antep de yeni bir şeyler öğrenmeden geziyordu.

Nerede olduğu bilinmeyen Burhan Pektaş da aynı olayla ilgili olarak aranmaya başlanmıştı. Kaçmış mı kaçırılmış mı, bilinmiyordu? İşaretler kaçtığını gösteriyordu. Çünkü ortadan kaybolduğu gece, kendisine ait bir depo soyulmuş ve yakılmıştı. Depo bekçisi o günkü hâsılatın kasada olduğunu, nakliye kamyonlarından tahsilâtla dönenlerin paralarının bankalar kapandığı için kasada tutulduğunu söylemişti.

Şimdi o paralar ve Burhan Bey yoktu. İbrahim araştırmalarını gece bekçisi üzerinde yoğunlaştırmış, soygun ile Burhan beyin ortadan kaybolmasının izini sürüyordu. Diğer yandan Tutanoğlu ailesinin bireyleri ile görüşmelerini tamamlamak istiyordu. Aklından bile geçmeyen tek şey Erhan'ın suçlu olduğu idi. Ama basit bir suçlamanın kaldırılması için ellerindeki tek delil, çanta faturasıydı. Bunun Erhan'ı mutlu etmeyeceği ortadaydı. Arkadaşını bilen biri olarak olayın peşine düşmesinin nedeni buydu.

Cemal ile Kemal Tutanoğlu, ellerinden geleni yapıyor gibiydi. Ama nedense sakladıkları bir şeyler olduğundan şüpheleniyordu. Açık verdikleri tek nokta olmasa da içindeki şüpheleri de yok edememişti iki kardeş. Cemal şirketin başına geçmiş, borçları kapatmak için bazı malları satmıştı ama kayıtlarda bu borçlar gözükmüyordu. Aksi gibi hesaba yatan birçok meblağ vardı. Bunlar ne dikkat çekecek kadar büyük, ne de şüpheleri yok edecek kadar küçüktü. Üstelik günlük işlem adetleri Kasım-Aralık aylarında çok artmış, Celal’in ortadan kaybolmasından hemen sonra da kesilmişti. Ya paraları başka yollardan topluyordu, ya da borçlular onun kayıp olmasından istifade paralarını yatırmıyordu. Yine de tüm bu işlemler faturasız, kayıtsızdı.

Gayri resmi defterlerin nerede olduğunu bulması gerekiyordu. Belki o defterlerde borçların kimlere olduğu, ne kadar borç olduğunu bulurdu. İşte bunun için işlerin başındaki kardeşlerden değil de yardım edeceğini umduğu Zeycan'dan yardım alacaktı. İşte şimdi o güzel gözlü Zeycan ile konuşuyor, isteyeceği dosyalar için gereken yolu yapıyordu. 

“Ben, işlerin nasıl yürüdüğünü hiç bilmem. Yanımda hiç konuşmazlar. O yüzden, şüpheli bir şeyler olsa da benim anlamam mümkün değil. Celal ağabeyim işleri kendi yönetir, toprak işlerini diğer ağabeylerime bırakırdı. Şimdi Cemal ağabeyim işleri yürütmeye çalışıyor. Gerçi o da çok anlamıyor sanırım.”

“Nasıl bu kararı verdiniz?”

“Çok zorlanıyor. Hele ki borcumuzun olmadığını sandığımız bir ortamda bu kadar borcu yüklenmek onu çok sarstı. İşte bu yüzden onun ne kadar başarılı olacağı benim için soru işareti.”

“Siz işletme mezunusunuz. Neden işlere yardım etmiyorsunuz?”

“Tek nedeni, tanınan ailenin kız çocuğu olmam. Erkek olsaydım zaten çoktan şirkette işim hazırdı.”

“Şimdi de işe başlayabilirsiniz. Ağabeyinize yardımcı olursunuz. Böylece Celal beyin işleri ile ilgili diğer bilgilere de ulaşabilirsiniz.”

“Kimse bana şu an çalışma izni vermez.”

“O izni alsaydınız benim de işlerimi kolaylaştırabilirdiniz. Gayri resmi kayıtlara mahkeme kararı ile bile ulaşamam. Ama siz kayıtları inceleyip gerçekte kimlerle iş yaptıklarını öğrenebilirdiniz.”

“İbrahim Bey bunu öğrenmem için şirkette çalışmama gerek yok. Ağabeyim bilgisayarlardan anlamaz. O yüzden tüm iş yaptığı kişilerin adları, adresleri ve hatta ne iş yaptıklarına kadar bilgileri bilgisayara ben yükledim. Yalnız, bizimle ne iş yaptıklarına dair bilgim yok.  Üzgünüm, ben yazmış olsam da ne isim ne telefon numarası anımsamıyorum. Sadece hangi dosyanın altında olduğunu biliyorum. Elbette resmi işlemler değil onlar. Yani delil olmaz hiç biri.”

İbrahim duyduklarına inanamadı. İstediği bilgilere bu kadar kolay ulaşacağını düşünememişti.

“Delil olması gerekmez. Çözüm olsunlar yeter. O zaman en kısa sürede o bilgileri incelemeye başlayabiliriz. Bu hem ağabeyinizin kurtulmasına, hem de Erhan Binbaşının kendini temize çıkartmasına yarayabilir.”

“Erhan için... Yani Erhan ağabey için de çok üzülüyorum. Onun da adının temize çıkması için ne gerekirse yapacağımı söylemiştim zaten. Yarın halletmeye çalışırım.”

“Bugün bir kopya alsaydım o dökümlerden?”

“Bugün de olur ama şüphelenmelerini istemem. En iyisi yarın, geçerken uğradım der, büroya uğrarım. Ama CD ye yüklerken yakalanır mıyım bilmem?”

“Bellek versem ona yükleseniz?”

“O da olur.”

“Lütfen dikkatli olun. Başka bir yerde anlatmayın konuştuklarımızı”

Açıkça ağabeylerinize anlatmayın diyecekti ama o kadarı fazla olur diye çekindi. Şu an güvendiği tek şey Zeycan'ın Erhan'a olan düşkünlüğü idi. Ama ağabeylerine olan düşkünlüğü daha ağır basarsa her şey terse dönebilirdi.


*****  

Meliha Hanım, Yunus'u güç bela ikna edip, daveti yaptırdı. Üstelik yılbaşı gecesi için! Oğullarının dışarıda olmasından hiç haşlanmazdı yılbaşı gecelerinde... Bunu fırsat bilmiş daveti o gece için yaptırmıştı. Tüm itirazlar yetersiz kalmıştı elbette...

Meliha Hanımın, kızları ve babasını akşam yemeğine çağırmasının üstünden iki gün geçmişti. O gün Erhan'ın alçısı da çıkacaktı. Ama kızlar daha yanıt vermemişti. Hastaneye gittiğinde sormasını, mutlaka ısrarcı olmasını söylüyordu annesi. Erhan ne yapacağını bilmeden muayene odasında hareketleri yapıyordu. Sormazsa annesinden kurtulamazdı.  Sorarsa, kendisi de gelmelerini istiyor gibi olacaktı. O zaman yanlarına çıkmamak olmazdı. Ama annesinin şerrinden kaçmak için isteğini yapacaktı.

Babası ile hastaneye giderken alçısına baktı son kez. Hem hastanede hem de sonrasında imzalarını eksik etmeyen tanıdıklarını anımsadı. E o imzaları atacak mıydı şimdi? Evet atacaktı. Böyle bir şeyi saklamanın gereği yoktu. Hem zaten Sedat, alçının her açıdan resimlerini çekmişti. Gülerek son kez baktı alçısına.

“Benim kardeşlerim içinde aklı başında olan yok mu baba? Sedat dün akşam kaç poz resim çekti bilmem. Bir ara flaşlardan alçı kendiliğinden kırılacak sandım.”

“Zamanında o kolunu kırdığında alçısını attık diye az ağlamamıştı. Sanırım o günleri anımsadı.”

“A evet o kolunu kırmıştı değil mi? Ben nasıl unuttum?”

“O sene sen askeriyede yatılıydın. Sadece mektuplardan ve telefon görüşmelerinden haber alıyordun. Anımsamaman çok normal!”

“Desene bir Yunus kaldı kırık nedir bilmeyen?”

“Aman o da bilmesin. Sizin canınız yanınca bizimki çok daha fazla yanıyor. Hele annen kahroluyor. Senin kazanı duyduğumuzda ona bir şey olacak diye çok korktum.”

Babası ile annesinin aşkı dillere destandı. Hala birbirlerini bu kadar çok sevmeleri ve düşünmelerini imrenerek izliyordu. Kendisi de böyle bir aşk istiyordu. Ama o treni kaçırmıştı artık.

Uğur ile biraz daha erimişti aralarındaki buzlar. En azından havadan sudan konuşabiliyorlardı. Hatta o gün dolapların gelip gelmeyeceğini sorunca, istemeden de olsa kulak misafiri olduğunu söylemiş ve karşılıklı ilk kez içten gülümsemeler uçuşmuştu.

“Bugün gelecekmiş öyle dediler. Sizin muayenenizden sonra salona ineceğim. Ama bugün tek dert o değil. Sandalyelerini kullandığımız takım, deplasmana gitti. O yüzden antrenmanda yok. Çocukların moralleri bozuk!”

“O sandalyeler başka takımın mı? Nasıl izin veriyorlar kullanmanıza?”

“Rakip olmak başka, dost olmak başka! Ben iki takım arasında önce dostluğu kurdum. Sonra da o takımın yöneticisinden talepte bulundum. Onların da uygun olduğu günler sandalyelerini biz kullanıyoruz. Biz de onlara salonumuzu açtık. Böylece ödeşiyoruz da.”

“İyi de maçlarınız çakışırsa ne olacak? Ya da sandalyeler kırılırsa?”

“İşte beni en çok korkutan nokta da bu!  Şimdilik sorun olmadı ama bu hiç olmayacağı anlamını taşımıyor. Bir yolunu bulup takıma sandalye alacağım. Tek tek de olsa toparlayacağım ama böyle çok uzun sürer. Harun da uğraşıyor. Bakalım neler yapacağız?”

“Harun Bey nasıl uğraşıyor?”

“Sponsor arıyor. Bir iki firma ile görüştü. Ama onlar da bu yılki bütçelerini yapmışlar. Ancak seneye diyorlar. Yeni yıl geldiği için tüm firmalar bütçelerini kesinleştirdi ise hiç şansımız yok demektir.”

“O konuda belki biz de bir şeyler yaparız. Bizim çocuklara söylerim. Hazır yılbaşı demişken, annem davetine yanıt vermediğiniz için sormamı istedi. Bizlere katılacak mısınız, yılbaşı yemeğimizde?”

“Erhan Bey, ben yeni yılda hep kötü bir misafir olurum. Kızları yollarım ama. Babam da katılmaktan mutluluk duyacaktır. Beni affedin ama.”

“Yılbaşı, herkes için bir başlangıç olmuyor demek ki. Sizi ben affederim de annem eder mi bilmem. Çok üzülecek.”

“Üzmek istemem ama...”

“Tamam, ben söylerim anneme.”

“Teşekkür ederim. Alçının çıkması için gidelim mi? Artık ayağınız da biraz rahatlasın. Belinizde ağrı olmuyor değil mi?”

“Bazen ama dediğiniz gibi germe hareketlerini yaptığımda rahatlıyorum.”

“Çok iyi. Kısa zaman sonra o ağrılar da azalacak. Başka sorunlarınız varsa onlar da yok olacak. Yine eski sağlıklı günlerinize döneceksiniz.”

“İnşallah siz haklı çıkarsınız.”

“Bunu eminim ameliyatınızı yapan doktorunuz da söylemiştir.” Cümlesini tamamladığında, hastane raporlarının hala kendisine ulaştırılmadığını anımsadı. Tam ağzını açıp isteyecekken, aralarında oluşan sıcaklığı yok edeceğini düşünüp sustu. Gerek de kalmamıştı artık.


Alçı çıktıktan sonra ayağının tatlı kaşıntısı ile biraz uğraşsa da artık iki ayağını da tam olarak görebilmek bile mutluluktu. Uğur, onun ayakları arasındaki ufak da olsa farka baktığını anladı.

“Kısa süre sonra geçer o zayıflamış görünüm. Alçının içinde kalmasından kaynaklanıyor.”

Erhan, artık böyle şeyleri dert etmiyordu. İlk günlerdeki her kötülüğün kendi başına geldiğini sanan adam artık yoktu. Şimdi iyileşme çabasındaki adam vardı.

Tedavi sonrası çıkmak için hazırlanırken, “Annem, kararınızı değiştirdiğinizi görürse çok sevinir.” diyerek son hamlesini de yaptı. Babası ile birlikte hastaneden ayrıldı.


*****  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder