Uğur,
sinirden ellerinin titremesini kendine yediremeyince, soyunma odasındaki çöp
kovasına tekme vurarak rahatladı. Günlerdir bir dolap yapılamamış, her
seferinde bahanelerle oyalanmıştı. Ama artık tahammülü kalmamıştı. Ya o
dolaplar cumaya kadar gelecekti ya da dava açacaktı. Aralarındaki yazılı
sözleşme işe yarar mıydı acaba? Bir avukata sormakta fayda olduğuna karar verip
masadan çantasını aldı. Acaba Uğur, Erhan ile konuşup ikna etmiş miydi? Gelip
kendilerini izlemelerinin ardında hangi nedenin yattığını bilemiyordu. Ama
kenarda Uğur ile Erhan'ı gördüğünde şaşırmış, görmemiş gibi yapmayı tercih
etmişti. Kendisi ile konuşmasına kızan adamın, çocuklara söylediği sözleri
yanlış anlayacağı kesindi. O konu da canını sıkmıştı. Erhan Bey, sakin birisine
benziyordu. Sakin birisini bile sinirlendirebildiyse gerçekten kendini
toparlamalıydı. Ama şimdi değil... Bu günlerde değil... Bir hafta daha ruh
halini değiştiremeyeceğini biliyordu. Çünkü Atilla'nın ölüm yıldönümüydü.
Pişmanlıklarını içinden atamadığı üç yıl geçmişti. Erhan beyin de bu döneme
denk geldiği için kendisine kırıldığından emindi.
Atilla'nın
anne ve babası ile arada görüşse de acısı arttığı için kısa süreli tutuyordu bu
görüşmeleri. Ama yine araması ve iki yıldır tekrarlanan programın yinelenmesi
gerekiyordu. Askeri mezarlıkta buluşacaklardı yine. Uğur, sadece ölüm
yıldönümlerinde mezarlığa gidiyordu. Çünkü dayanamıyordu acısına. Belki ağlasa
bir şeyler değişirdi. Ama üç yıldır Hiçbir şey için ağlamamıştı. Sanki göz
pınarları kurumuştu. Doktor arkadaşları ile konuşmuş, bunun olabileceğini bir
gün düzeleceğini söylemişti hepsi. Oluruna bırakmak daha iyi olacak, diyerek
kapıya doğru yürüdü. Nasılsa üç yıldır hep aynı şeyleri yaşamıyor muydu? Yine
yaşar ve bir sonraki yıla kadar acısını içine gömerdi.
Kapının
önünde Erhan ile burun buruna gelmek en son aklına gelecek şeydi. Koltuk
değneklerine yaslanmış kendisine bakıyordu. Neden kapısına geldiğini
anlayamadı. Yoksa siniri yatışmamış, yüzüne mi sövmeye gelmişti? En iyisi
anlamak için selam vermek diye düşündü.
“Hoş
geldiniz.”
“Hoş
bulduğum söylenemez. Beni tedavi edeceğinize oyun oynuyorsunuz burada!”
Erhan,
tüm düşüncelerini bir yana bırakıp bu kadın ile çalışmaya karar vermişti. Uğur
Bey haklıydı. O iyi bir doktordu. Oysa Uğur şaşkın bir ifade ile bakıp neler
olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ne değişmişti?
“Sizi
az önce çocuklarla izledim. Onlara söylediklerinizi duyunca, kendimi şanslı
hissettim. Söylediklerimi geri alıyorum. Birlikte çalışmaya devam edebilir
miyiz?”
Erhan,
şaka ile ifade ettiği isteğinin kabul edileceğini o gözlerde görünce rahatladı.
Uğur da beklediğinden kolay olmasına sevinmişti.
“Onları
buna alıştırmam zor oldu. Ama gördüğünüz gibi artık kendilerini olduğu gibi
kabul ediyor ve şaka kaldırıyorlar.”
“Bence
onlar sizin şakalarınızı kaldırıyorlar. Aynı cümleleri ben kursam tepkileri
farklı olabilir.”
“Belki
de haklısınız. Ama önemli olan durumları hakkında karamsar olmamaları! Çoğu iş
bulamıyor. Kendi başlarına yapabilecekleri uğraşlar için çaba harcıyorum. Spor
bunun için başlangıç. Önce burada kendilerine güvenmeyi öğreniyorlar. Sonra iş
bulmak ya da kendi işlerini kurmak daha kolay olacak!”
Konuşurken
yavaş yavaş salonun çıkış kapısına doğru yürüyordu ikili...
Uğur
Bey, ikilinin arkasından bakıyordu. Sorunların bir kısmı çözülmüştü...
Süleyman'ın protezlerini takmasını izledi. Bu çocuğun azmine her geçen gün
hayran kalıyordu. Hepsi birbirinden cesur sekiz oyuncunun odadan çıkışı ile o
da ayrıldı salondan.
Erhan
ile Uğur, büro olarak kullanılan odaya geldiklerinde Erhan belli etmek istemese
de yorgunlukla koltuğa çöktü. Annesi ile babası onları sessizce karşılamıştı.
Uğur kendini tanıtmış, çaylarını tazeletmişti. Bu süre içinde Erhan da
kendisini biraz toparlamıştı.
Annesi
ile babası doktoruna çeşitli sorular soruyor, evde daha rahat etmesi için neler
yapılabileceğini öğrenmek istiyordu. Annesinin asıl geliş nedeninin bu olduğunu
anlamak gülümsetti Erhan'ı. Hala küçük çocuk muamelesi görmek, bunu yapan anne
olunca normaldi galiba?
Uğur
Bey de odaya gelince küçücük oda hareket edilmeyecek kadar kalabalık oldu.
Uğur, Erhan'a dönüp diğer odaya geçmeyi teklif ettiğinde hemen kalktı.
*****
İkisi
de telefondaki konuşmalarının ve ardından bugün yaşananların konuşmasını
yapmayınca, aralarında tuhaf bir durum oluştu. Erhan, konuların havada
kalmasından hoşlanmazdı. Kendisi başlattı ise kendisi toparlayıp bitirecekti.
“Aramızdaki
sorunun çözüldüğünü düşünüyorum. Sanırım bundan sonra birbirimizi çok daha iyi
anlayacağız.”
“Erhan
Bey, inanın tüm konuşmalarım art niyetten uzaktı. Sizi kırdığım için çok
üzüldüm. Ben de inanıyorum artık sorun yaşamayacağımıza.”
Konuşmaları
böyle başlasa da kısa süre sonra Erhan yine sinirlenmişti. Çünkü Uğur, uçağa
binmesi için en az bir ay daha geçmesi gerektiğini, basıncın etkisinin ne
olacağını bilmediklerini söylüyordu. Erhan, mahkemeden bahsetmeden olayı
açıklamak istiyor ama doktorunu korse ile bile uçağa binmesi konusunda ikna
edemiyordu. Ne kadar inattı bu kadın böyle?
*****
“Ne
kadar güzel gözleri var, Uğur Hanımın.”
“Evet,
Hanım. Ben de fark ettim. Biraz hüzünlü ama sanki...”
“Öyle
değil mi? Acaba bana mı öyle geldi dedim. Ama bak sen de yakalamışsın. Erhan,
Uğur Hanımın derdini biliyor musun?”
“Bir
derdi olduğunu sanmam. Size öyle gelmiştir. Biraz mesafeli biri! Belki de
ondan.”
Erhan
annesini dinlememeyi tercih ediyordu. Annesi ile çok farklı görüşlerini
örtüştürmeye uğraşmaktan uzun yıllar önce vazgeçmişti. Bu saatten sonra yeniden
başlamayacaktı. Uğur, belki de farklı insanlara farklı yüzü ile gözüküyordu.
Kendisi de, takımın yanındaki Uğur'u farklı bulmuştu ama daha sonra yine benzer
konuşmalar ile eski mesafeler yeniden oluşmuştu. Demek ki sorun kendisiyleydi!
Üstelik uçak konusunu annelerine söyleyerek binmesine engel olmalarını istemiş,
tüm yollarını da kapatmıştı. Yine kendisine çocukmuş gibi davranmıştı.
Sinirlerine hâkim olamasa yeniden başa döneceklerdi. Ama bu kez kendisini
tutmuştu.
Eve
gelene kadar annesi ile konuşmama kararı aldı. Çevreyi izliyordu. Dışarıda çok
soğuk ve kapalı bir hava vardı. Yılbaşı yaklaştığı için vitrinler ışıl ışıldı.
Tüm sıkıntılarına rağmen gördüğü manzara neşelendirdi, Erhan'ı. Annesi bu arada
babası ile konuşuyordu. Erhan rahat inip binsin diye arka koltukta oturuyordu.
Erhan konuştuklarını dinlemiyor çevre ile ilgileniyordu.
“Mesafeli
mi? Daha neler? Gayet sıcak biri! Yunus’a söyleyeyim de... ”
Ama
duyduğu cümle ile kendine geldi.
“Anne
ne dedin?”
Annesi
Yunus ile haber yollayıp kızları yemeğe çağırmaktan bahsediyordu.
“Duydun
işte. Yunus, kardeşi ile çok yakın arkadaş. Sen abla ile tanışıyorsun. Galiba
geçenlerde Sedat da tanıştı kardeşlerle. Biz de tanışalım ne olur? Bakalım
oğullarım nasıl kızlarla arkadaşlık ediyor? Kimler arkadaş oluyor? Kimler
sevgili oluyor? Farkı göreyim bakayım. Ona göre kız arayacağım onlara. Senden
umudumu kestim. Müge gibi biri ile gezdin ya... Daha sana ne diyeyim?”
Erhan,
annesinin sözlerinden utandığını hissetti ama utanç bile annesinin cümlesinin
ardındaki açıklamayı atlamasını sağlamadı.
“Sen
nereden biliyorsun Müge ile ayrıldığımı?”
“A
ayrıldın mı? Ne zaman?”
“Anne!”
“Aman
nereden öğreneceğim, Yunus Sedat'a söylerken duydum.”
“Kapı
mı dinledin?”
“Sen
hastasın diye sopa yemeyeceğini sanıyorsan çok yanılıyorsun beyefendi. Ne demek
kapı dinlemek? Mutfakta iki kardeş konuşuyordu. Ben de kahvaltı hazırlıyordum.”
“Tabii
öyledir.”
“Oğlum,
ananla uğraşma. Zaten mutlu Müge olayını duyduğundan beri... Bırak keyfini
sürsün.” Babası da Müge için dolaylı yoldan fikrini söylemişti böylece. Erhan,
aslında tanışmalarını bile istememişti ama kaza bu isteğini yapmasını
engellemişti.
“Tamam,
anne o konu kapandı. Aslında hiç açılmamalıydı. Ama yemek işi gereksiz bence! O
kadar yakın olunmasına gerek olduğunu sanmıyorum.”
“Oğlum,
benim istediğim aileyi tanımak. Yunus, Umut denen kızla yakın arkadaş. Ne olur
ki tanışsak? Bir yemek yeriz böylece senin için yaptıklarına da teşekkür
ederiz. E ablası da senin tedavin için elinden geleni yapıyor. Haksız mıyım?”
Ablası
işini yapıyor, karşılığında ücretini de alıyordu. Ama annesini bunların
engellemeyeceğinden emindi. O yüzden sadece başını salladı. Konuyu kapatmak, o
davet verildiğinde de odasından çıkmamak ya da erken odaya çekilmek daha
sağlıklı bir çözümdü.
*****
“Ağabeyiniz
en son ne zaman işler ile ilgili konuştu sizinle? O konuşmada şimdi sizi
şüphelendiren bir şeyler olabilir mi?”
İbrahim,
Zeycan ile konuşuyordu. Soruşturma için geldiği ilk günler, kimliğini açıklamadan
araştırma yapmıştı. Tüm araştırmaları, Celal'in sevilen ve dürüst bir iş adamı
olduğunu gösteriyordu. Esnafın tanımı genelde böyle olurdu zaten. Düşmanı
olacak birilerini bulmadan şüpheleneceği yanıtlar alamayacağını biliyordu.
Hakkında konuştuğu herkes anlaşmış gibiydi. Kim bilir belki de anlaşmıştı!
Şimdi
resmi soruşturmasını yapıyordu. Zanlının kız kardeşi ile konuşması aslında
havanda su dövmek gibiydi. Çünkü genç kızın söylediği doğru düzgün bir şey
yoktu. Zaten aile işlerini bilmesini beklemiyordu. Diğer kardeşleri de
sorgulamış, hiç birinden olayı açıklayacak bilgi edinememişti. Cemal'in eşi ile
de görüşmek istiyordu. Bir o uyanık gözüküyordu. Ama o da işleri çok bilecek
bir konumda değildi. Sadece iki gelinin kendi aralarında yaptığı konuşmalarından
bir şeyler çıkarta bilirdi.
Yılbaşı
yaklaşıyordu. Beş ocakta ilk mahkeme
vardı. O tarihe kadar bulacağı şeylerin etkisi olacaktı elbette. Ama dört
gündür Antep de yeni bir şeyler öğrenmeden geziyordu.
Nerede
olduğu bilinmeyen Burhan Pektaş da aynı olayla ilgili olarak aranmaya
başlanmıştı. Kaçmış mı kaçırılmış mı, bilinmiyordu? İşaretler kaçtığını
gösteriyordu. Çünkü ortadan kaybolduğu gece, kendisine ait bir depo soyulmuş ve
yakılmıştı. Depo bekçisi o günkü hâsılatın kasada olduğunu, nakliye
kamyonlarından tahsilâtla dönenlerin paralarının bankalar kapandığı için kasada
tutulduğunu söylemişti.
Şimdi
o paralar ve Burhan Bey yoktu. İbrahim araştırmalarını gece bekçisi üzerinde
yoğunlaştırmış, soygun ile Burhan beyin ortadan kaybolmasının izini sürüyordu.
Diğer yandan Tutanoğlu ailesinin bireyleri ile görüşmelerini tamamlamak
istiyordu. Aklından bile geçmeyen tek şey Erhan'ın suçlu olduğu idi. Ama basit
bir suçlamanın kaldırılması için ellerindeki tek delil, çanta faturasıydı.
Bunun Erhan'ı mutlu etmeyeceği ortadaydı. Arkadaşını bilen biri olarak olayın
peşine düşmesinin nedeni buydu.
Cemal
ile Kemal Tutanoğlu, ellerinden geleni yapıyor gibiydi. Ama nedense
sakladıkları bir şeyler olduğundan şüpheleniyordu. Açık verdikleri tek nokta
olmasa da içindeki şüpheleri de yok edememişti iki kardeş. Cemal şirketin
başına geçmiş, borçları kapatmak için bazı malları satmıştı ama kayıtlarda bu
borçlar gözükmüyordu. Aksi gibi hesaba yatan birçok meblağ vardı. Bunlar ne
dikkat çekecek kadar büyük, ne de şüpheleri yok edecek kadar küçüktü. Üstelik
günlük işlem adetleri Kasım-Aralık aylarında çok artmış, Celal’in ortadan
kaybolmasından hemen sonra da kesilmişti. Ya paraları başka yollardan
topluyordu, ya da borçlular onun kayıp olmasından istifade paralarını
yatırmıyordu. Yine de tüm bu işlemler faturasız, kayıtsızdı.
Gayri
resmi defterlerin nerede olduğunu bulması gerekiyordu. Belki o defterlerde
borçların kimlere olduğu, ne kadar borç olduğunu bulurdu. İşte bunun için
işlerin başındaki kardeşlerden değil de yardım edeceğini umduğu Zeycan'dan
yardım alacaktı. İşte şimdi o güzel gözlü Zeycan ile konuşuyor, isteyeceği
dosyalar için gereken yolu yapıyordu.
“Ben,
işlerin nasıl yürüdüğünü hiç bilmem. Yanımda hiç konuşmazlar. O yüzden, şüpheli
bir şeyler olsa da benim anlamam mümkün değil. Celal ağabeyim işleri kendi
yönetir, toprak işlerini diğer ağabeylerime bırakırdı. Şimdi Cemal ağabeyim
işleri yürütmeye çalışıyor. Gerçi o da çok anlamıyor sanırım.”
“Nasıl
bu kararı verdiniz?”
“Çok
zorlanıyor. Hele ki borcumuzun olmadığını sandığımız bir ortamda bu kadar borcu
yüklenmek onu çok sarstı. İşte bu yüzden onun ne kadar başarılı olacağı benim
için soru işareti.”
“Siz
işletme mezunusunuz. Neden işlere yardım etmiyorsunuz?”
“Tek
nedeni, tanınan ailenin kız çocuğu olmam. Erkek olsaydım zaten çoktan şirkette
işim hazırdı.”
“Şimdi
de işe başlayabilirsiniz. Ağabeyinize yardımcı olursunuz. Böylece Celal beyin
işleri ile ilgili diğer bilgilere de ulaşabilirsiniz.”
“Kimse
bana şu an çalışma izni vermez.”
“O
izni alsaydınız benim de işlerimi kolaylaştırabilirdiniz. Gayri resmi kayıtlara
mahkeme kararı ile bile ulaşamam. Ama siz kayıtları inceleyip gerçekte kimlerle
iş yaptıklarını öğrenebilirdiniz.”
“İbrahim
Bey bunu öğrenmem için şirkette çalışmama gerek yok. Ağabeyim bilgisayarlardan
anlamaz. O yüzden tüm iş yaptığı kişilerin adları, adresleri ve hatta ne iş
yaptıklarına kadar bilgileri bilgisayara ben yükledim. Yalnız, bizimle ne iş
yaptıklarına dair bilgim yok. Üzgünüm,
ben yazmış olsam da ne isim ne telefon numarası anımsamıyorum. Sadece hangi
dosyanın altında olduğunu biliyorum. Elbette resmi işlemler değil onlar. Yani
delil olmaz hiç biri.”
İbrahim
duyduklarına inanamadı. İstediği bilgilere bu kadar kolay ulaşacağını
düşünememişti.
“Delil
olması gerekmez. Çözüm olsunlar yeter. O zaman en kısa sürede o bilgileri
incelemeye başlayabiliriz. Bu hem ağabeyinizin kurtulmasına, hem de Erhan
Binbaşının kendini temize çıkartmasına yarayabilir.”
“Erhan
için... Yani Erhan ağabey için de çok üzülüyorum. Onun da adının temize çıkması
için ne gerekirse yapacağımı söylemiştim zaten. Yarın halletmeye çalışırım.”
“Bugün
bir kopya alsaydım o dökümlerden?”
“Bugün
de olur ama şüphelenmelerini istemem. En iyisi yarın, geçerken uğradım der,
büroya uğrarım. Ama CD ye yüklerken yakalanır mıyım bilmem?”
“Bellek
versem ona yükleseniz?”
“O
da olur.”
“Lütfen
dikkatli olun. Başka bir yerde anlatmayın konuştuklarımızı”
Açıkça
ağabeylerinize anlatmayın diyecekti ama o kadarı fazla olur diye çekindi. Şu an
güvendiği tek şey Zeycan'ın Erhan'a olan düşkünlüğü idi. Ama ağabeylerine olan
düşkünlüğü daha ağır basarsa her şey terse dönebilirdi.
*****
Meliha
Hanım, Yunus'u güç bela ikna edip, daveti yaptırdı. Üstelik yılbaşı gecesi
için! Oğullarının dışarıda olmasından hiç haşlanmazdı yılbaşı gecelerinde...
Bunu fırsat bilmiş daveti o gece için yaptırmıştı. Tüm itirazlar yetersiz
kalmıştı elbette...
Meliha
Hanımın, kızları ve babasını akşam yemeğine çağırmasının üstünden iki gün
geçmişti. O gün Erhan'ın alçısı da çıkacaktı. Ama kızlar daha yanıt vermemişti.
Hastaneye gittiğinde sormasını, mutlaka ısrarcı olmasını söylüyordu annesi.
Erhan ne yapacağını bilmeden muayene odasında hareketleri yapıyordu. Sormazsa
annesinden kurtulamazdı. Sorarsa,
kendisi de gelmelerini istiyor gibi olacaktı. O zaman yanlarına çıkmamak
olmazdı. Ama annesinin şerrinden kaçmak için isteğini yapacaktı.
Babası
ile hastaneye giderken alçısına baktı son kez. Hem hastanede hem de sonrasında
imzalarını eksik etmeyen tanıdıklarını anımsadı. E o imzaları atacak mıydı
şimdi? Evet atacaktı. Böyle bir şeyi saklamanın gereği yoktu. Hem zaten Sedat,
alçının her açıdan resimlerini çekmişti. Gülerek son kez baktı alçısına.
“Benim
kardeşlerim içinde aklı başında olan yok mu baba? Sedat dün akşam kaç poz resim
çekti bilmem. Bir ara flaşlardan alçı kendiliğinden kırılacak sandım.”
“Zamanında
o kolunu kırdığında alçısını attık diye az ağlamamıştı. Sanırım o günleri
anımsadı.”
“A
evet o kolunu kırmıştı değil mi? Ben nasıl unuttum?”
“O
sene sen askeriyede yatılıydın. Sadece mektuplardan ve telefon görüşmelerinden
haber alıyordun. Anımsamaman çok normal!”
“Desene
bir Yunus kaldı kırık nedir bilmeyen?”
“Aman
o da bilmesin. Sizin canınız yanınca bizimki çok daha fazla yanıyor. Hele annen
kahroluyor. Senin kazanı duyduğumuzda ona bir şey olacak diye çok korktum.”
Babası
ile annesinin aşkı dillere destandı. Hala birbirlerini bu kadar çok sevmeleri
ve düşünmelerini imrenerek izliyordu. Kendisi de böyle bir aşk istiyordu. Ama o
treni kaçırmıştı artık.
Uğur
ile biraz daha erimişti aralarındaki buzlar. En azından havadan sudan
konuşabiliyorlardı. Hatta o gün dolapların gelip gelmeyeceğini sorunca,
istemeden de olsa kulak misafiri olduğunu söylemiş ve karşılıklı ilk kez içten
gülümsemeler uçuşmuştu.
“Bugün
gelecekmiş öyle dediler. Sizin muayenenizden sonra salona ineceğim. Ama bugün
tek dert o değil. Sandalyelerini kullandığımız takım, deplasmana gitti. O
yüzden antrenmanda yok. Çocukların moralleri bozuk!”
“O
sandalyeler başka takımın mı? Nasıl izin veriyorlar kullanmanıza?”
“Rakip
olmak başka, dost olmak başka! Ben iki takım arasında önce dostluğu kurdum.
Sonra da o takımın yöneticisinden talepte bulundum. Onların da uygun olduğu
günler sandalyelerini biz kullanıyoruz. Biz de onlara salonumuzu açtık. Böylece
ödeşiyoruz da.”
“İyi
de maçlarınız çakışırsa ne olacak? Ya da sandalyeler kırılırsa?”
“İşte
beni en çok korkutan nokta da bu!
Şimdilik sorun olmadı ama bu hiç olmayacağı anlamını taşımıyor. Bir
yolunu bulup takıma sandalye alacağım. Tek tek de olsa toparlayacağım ama böyle
çok uzun sürer. Harun da uğraşıyor. Bakalım neler yapacağız?”
“Harun
Bey nasıl uğraşıyor?”
“Sponsor
arıyor. Bir iki firma ile görüştü. Ama onlar da bu yılki bütçelerini yapmışlar.
Ancak seneye diyorlar. Yeni yıl geldiği için tüm firmalar bütçelerini
kesinleştirdi ise hiç şansımız yok demektir.”
“O
konuda belki biz de bir şeyler yaparız. Bizim çocuklara söylerim. Hazır yılbaşı
demişken, annem davetine yanıt vermediğiniz için sormamı istedi. Bizlere
katılacak mısınız, yılbaşı yemeğimizde?”
“Erhan
Bey, ben yeni yılda hep kötü bir misafir olurum. Kızları yollarım ama. Babam da
katılmaktan mutluluk duyacaktır. Beni affedin ama.”
“Yılbaşı,
herkes için bir başlangıç olmuyor demek ki. Sizi ben affederim de annem eder mi
bilmem. Çok üzülecek.”
“Üzmek
istemem ama...”
“Tamam,
ben söylerim anneme.”
“Teşekkür
ederim. Alçının çıkması için gidelim mi? Artık ayağınız da biraz rahatlasın.
Belinizde ağrı olmuyor değil mi?”
“Bazen
ama dediğiniz gibi germe hareketlerini yaptığımda rahatlıyorum.”
“Çok
iyi. Kısa zaman sonra o ağrılar da azalacak. Başka sorunlarınız varsa onlar da
yok olacak. Yine eski sağlıklı günlerinize döneceksiniz.”
“İnşallah
siz haklı çıkarsınız.”
“Bunu
eminim ameliyatınızı yapan doktorunuz da söylemiştir.” Cümlesini
tamamladığında, hastane raporlarının hala kendisine ulaştırılmadığını anımsadı.
Tam ağzını açıp isteyecekken, aralarında oluşan sıcaklığı yok edeceğini düşünüp
sustu. Gerek de kalmamıştı artık.
Alçı
çıktıktan sonra ayağının tatlı kaşıntısı ile biraz uğraşsa da artık iki ayağını
da tam olarak görebilmek bile mutluluktu. Uğur, onun ayakları arasındaki ufak
da olsa farka baktığını anladı.
“Kısa
süre sonra geçer o zayıflamış görünüm. Alçının içinde kalmasından
kaynaklanıyor.”
Erhan,
artık böyle şeyleri dert etmiyordu. İlk günlerdeki her kötülüğün kendi başına
geldiğini sanan adam artık yoktu. Şimdi iyileşme çabasındaki adam vardı.
Tedavi
sonrası çıkmak için hazırlanırken, “Annem, kararınızı değiştirdiğinizi görürse
çok sevinir.” diyerek son hamlesini de yaptı. Babası ile birlikte hastaneden
ayrıldı.
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder