Erhan,
bitirdiği kitabı kütüphaneye kaldırdığında okumadığı çok az kitap kaldığını
fark etti. Yeni kitaplar istemeliydi. Şu internetten alışverişe alışmalıydı.
Kimseye yük olmak istemiyordu. Artık evde yapacağı kısıtlı faaliyetlerle vakit
geçireceğine göre en güzeli bol bol okumaktı. Başka neler yapabileceğini
düşünmeye başladı. Puzzle yapabilirdi. Belki sinirlerine de iyi gelirdi. Ya da
maket uçaklarına geri dönerdi. Evet, en güzeli yine maket uçak yapmaktı. Başka
neler yapabilirdi oturduğu yerde? O an aklına gelmese de yeni uğraşlar
bulacaktı...
Kapı
açılıp Yunus içeri girdiğinde televizyon karşısında uyuklayan Erhan uyandı. GDO
lu gıdalar üzerine yapılan bir açık oturumu izlerken uyuya kalmıştı. Saate
baktığında daha on bile olmadığın gördü. Sıkıcı hayatı uyku ile dolacaktı bu
gidişle.
“Ne
o masal mı anlatıyorlar?”
“Sözde
gıda sektörü ve halkın sağlığı için çok önemli bir konu ama konuşmacılar o
kadar yavan konuşuyor ki uyumamak mümkün değil. Sen neden erken döndün?”
“Umut
ile dağıtılmaz demiştim. Dün akşamki yemek canını sıkmış biraz. Âşık olmaktan
korkuyor sanırım. Sanki aşk var da! Neyse, erken kalktık işte.”
“Aşk
var.”
Yunus,
Erhan'a baktı uzun uzun. Ağabeyi öyle bir sesle söylemişti ki inanamamak mümkün
değildi. Sıkıştırmak istercesine üstüne gitti.
“Müge
mi aşk? Emin misin?”
“Müge
aşk değil. Aşk başka. Onu anlatmak mümkün değil. Ama Müge ile olan da başka.”
“Yani
seni bilmesem sadece seks için var Müge diyeceğim.”
“Aynen
öyle. Artık o da yok.”
İki
kardeş belki de ilk kez özel hayatlarını bu kadar açık konuşuyordu. Daha
doğrusu Erhan, kendi özeli ile ilgili ilk kez kardeşi ile konuşuyordu. Gençlik
yıllarından beri böyle bir ortam yaşanmamıştı aralarında. Yunus, Erhan'ın
konuşmak istediğini düşünüp “Müge mi yok? Ne oldu? Aramıyor mu seni?” diye sordu. Sanki çok üzülürdü Müge gibi biri
aramazsa? Ama ağabeyinin hatırı vardı!
“Aramıyor.
Sanırım tekerlekli sandalyede yaşama ihtimalim onun beklentilerini
karşılamaktan uzak. Ama asıl sorun sanırım başka.” Bu durum nedense kendisini
çok da rahatsız etmiyordu. Çünkü ona karşı hissettiklerinin ne olduğunu iyi
biliyordu.
“Neymiş
asıl sorun?”
“Benim
askeriye ile başım derde girerse kendisinin de başı derde girer sanıyor galiba.
Aman boş ver, kapatalım konuyu. Sen anlat bakalım neler yaptın?”
“Ben
biraz Umut ile konuştum iki kadeh bir şeyler içtik. Sonra ondan doktor adresi
aldım. Daha doğrusu fizik tedavi uzmanı kartı aldım. Bize çok yakın bir sağlık
merkezinde doktorluk yapıyormuş. Sanırım eski sevgilisi falan ama açıklamak
istemedi. Yarın beşte randevumuz var. Seni ben götüreceğim ama sonra babamla da
gidebilirsin, çok yakın!”
“İyi
olacak bu. Doktor da iyiyse kısa zamanda toparlanırım sanırım.” Sesli olarak
söylemediği diğer derdini de doktoruyla konuşup çözüm arayabilirdi.
Erhan
yine sessizliğe bürünmüşken kardeşinin de durgunlaştığını fark etmemişti.
Annesinin getirdiği meyve tabağı ile ikisi de, o ana döndü.
“Yakışıklılarım
hadi biraz meyve yiyin. Sedat nerde kaldı? Geç mi gelecek?”
Meliha
Hanım üç erkek büyütmüş bir anne olarak hala çocuklarını takip etme telaşı
içindeydi. Oysa en küçükleri olan Sedat bile artık yirmi dokuz yaşındaydı. Ama
annesine göre o daha bebekti. Erhan için duyduğu üzüntüyü asla belli etmiyordu.
Uzun yıllar devlet görevinde çalışan kocasının yanında güçlü durmaya alışmıştı.
Valilik yaptığı dönemde bu duruşu ile çok üzücü olayları da bertaraf etmişti.
Şimdi de aynı sağlam duruş ile oğluna güç veriyordu. Tüm aile, Erhan'dan daha
çok inanıyordu iyileşeceğine. Bir gün o da inanacaktı!
“Anne
artık bizi merak etmesen? Nasıl anlatalım sana Sedat'ın nerede olduğunu?”
Yunus,
arkadaşları ile yemeğe gittiğini bildiği kardeşinin, sanki daha özel bir gece
geçirdiğini ima edince annesinin hışmına uğradı.
“Sen
hala annenle dalga geçilmeyeceğini öğrenemedin mi? Kimlerle olduğunu biliyorum.
Sadece ne zaman bitecek o yemek onu öğrenmek istedim.” Meliha Hanım dört
erkeğin olduğu evde kızını gelin ettiğinden beri yalnızdı. Gerçi kızı varken de
hepsi ile başa çıkabilirdi! Annelerinden bir şey gizleyemezdi hiç biri...
“Senden
korkulur anne. Vallahi bir daha seninle dalga geçersem iki olsun.”
“Neden
sizler de Erhan'a benzemediniz ki? Bir onu dört dörtlük doğurmuşum. İkiniz de
sorunlusunuz.”
Annesinin
her zamanki sözlerini duyan ama altındaki sevgiyi bilen Yunus, “İşte yine en
çok onu sevdiğini itiraf ettin anne, bir de neden ağabeyimizi kıskandığımızı ve
şımardığımızı soruyorsun. Tek sorumlu sensin.” Üç oğlu da istediği gibi
yetişmiş olan ve aklı başında hareket ettiklerinden emin olan Meliha Hanım
gidip ortanca oğlunun yanaklarını öptü, “Helal olsun bana ne de güzel
şımartmışım sizleri.” Sonra tekerlekli
sandalyesinde bu sahneyi izleyen en büyük oğluna gitti. Sıkıca sarılıp onun da
yanaklarını öptü.
“Hadi
elmaları karatmadan yiyin artık.”
“Bu
kadının her yerde gözü ve kulağı var. İnan derin devlet diye bir şey yoksa da
derin Meliha diye bir şey var.” Yunus, annesinin arkasından konuşuyordu. Erhan
gülmeye başladı. İkisi de dışarıdan gelen ses ile sustu.
“Kulaklarım
sağır değil, gelirsem derin Meliha'yı gösteririm size.”
*****
“Bu
akşam beş gibi bir arkadaşım ağabeyini getirecek sana. Unutmadın değil mi?”
“Unutmadım
elbette Umut. Dün deftere yazdık ya randevusunu. Neden bu kadar üstüne düştün
bu hastanın?”
“Kardeşini
tanıyorum dedim ya. Çok iyi arkadaşımdır Yunus. Hani anlatıyorum ya arada bir
buluşup dertleşiyoruz diye. İşte onun ağabeyi kaza geçirmiş. Onun için bir
şeyler yapabilmekten mutlu olacağım sadece.”
“Ben
bilmem bu çocukla çok ilgilendin. Ya onu, ya da ağabeyini beğendiğini düşünmeye
başladım.”
“Saçmalama
ya. Yok, öyle bir şey. Sen sadece ağabeyini iyileştir yeter.”
Sesinden
bir şeyler yakalamaya çalışsa da başaramamıştı. Yine de gelenleri yakından
incelemeye karar verdi. Telefonu kapatıp arkasına yaslandı. Bugün çok yoğun bir
gündü ve her yeri daha öğlen olmadan ağrımaya başlamıştı. İyi bir masajı hak
etmişti.
Büro
olarak kullandıkları odayı meslektaşı ile paylaşıyordu. İkisi de hastaların
kayıtları, görüşmeleri ve molalarda dinlenmek için bu odayı kullanıyordu.
Aslında tüm tedavileri kendi dallarına uygun hazırlanmış bölümlerde
yapıyorlardı. Büyük bir hastanenin fizik tedavi bölümü olarak açtığı bu sağlık
merkezi kısa sürede tanınan bir yer olmuştu. Özellikle hastanenin yönlendirdiği
hastaları tedavi etseler de artık direkt dışarıdan da hasta gelmeye başlamıştı.
Bir
sonraki hastası gelene kadar on dakikayı kendisine ayırdı. Uğur'un okumasını
istediği makaleyi okurken bir fincan çay içti. Amacı vakit geçirmekti ama kısa
sürede denenmiş yeni uygulamalar dikkatini çekip konuya iyice yoğunlaştı.
Kendisi
fizik tedavi masajında, Uğur ise hidroterapi de uzmanlaşmıştı. Her ikisi de
diğer yöntemleri kullanabilseler de asıl uzmanlıkları ile daha iyi sonuçlar
aldıklarını biliyordu. Bu nedenle de hastaların gerçek ihtiyacını tespit
ettikten sonra birbirlerine hasta vermelerinin daha faydalı olacağına karar
vermişlerdi. Hem kendileri hem de hastaları durumdan memnundu. Okuduğu yöntem
ile ilgili daha fazla makale bulmak için internette gezinmeye başladı. Ama daha
çok az bilgi vardı. Dalgın dalgın sayfalara bakarken kapı açıldı.
Uzun
boyu ile kapıyı kaplayan Uğur içeriye girdiğinde yüzündeki ifadeden öğlen
yemeğinin güzel geçtiğini anladı. Yeni tanıştığı genç kızı zorla yemeğe ikna
edebilmişti. Gülen gözleri ile bakıp, “Yakında arkadaşın âşık olmuş diye
duyarsan şaşırma.”
“Bu
ne hız? Kızla daha sadece öğle yemeği yedin. Bir de akşam yemeği yesen neler
olacak acaba?”
“Neler
olacağını bilmem ama güzel şeyler olacak, inanıyorum. Ayla, bana o yeşil
gözleri ile baktıkça, ben benden geçiyorsam her şey güzel olacak inan.” Uzun
yıllardır hayatına kalıcı olarak kimseyi almamıştı ama Ayla'yı görür görmez
tavırları değişmişti. Elini kolunu koyacak yer bulamamış, iki lafı bir araya
getirememişti. Yemekte de başlarda konuşmakta güçlük çekmiş, ama Ayla'nın da
kendisinden etkilendiğini anlayınca rahatlamıştı.
Daha
fazla konuşamadan, kapı çalındı ve hostes, hastasının muayene bölümünde
beklediğini haber verdi. Mola bitmişti. Uğur’a dönüp, daha sonra detaylı bilgi
alacağını bir yere kaybolmamasını söyleyip diğer bölümüne geçti.
*****
“İyi
akşamlar. Bizim saat beş de Uğur Çelik ile randevumuz vardı. Hasta adı Erhan
Ertaş.”
“Biraz
bekletmek zorundayız. Kusura bakmayın. Protezi takılan bir hastanın işlemleri
biraz uzadı. Sizi odasına alalım. Kendisi de birazdan gelir. Beklerken ne içmek
istersiniz?”
Erhan
zaten arabaya binip inerken bile ağrıları arttığı için rahatsızdı bir de
bekleyecek olması canını iyice sıkmıştı. Yunus tekerlekli sandalyeyi itmek için
arkaya geçince ters bir sesle “Ben hallederim, unuttun mu bu akülü.” diyerek
yardımını istemediğini belirtmişti. Yunus, ağabeyinin arada bu tarz
terslemelerine kırılmaktan çok üzülüyordu. Her işi kendi yapmaya alışkın
birinin kısa süreli bile olsa başkalarına muhtaç olduğunu hissetmesi kolay
kabullenilecek bir durum değildi.
Yanında
yürümek için sağına geçtiğinde tekerlekli sandalyenin sol tarafında yürüyen
hostesi süzdü. Güzel kızdı. Zaten tüm hostes kızlar güzeldi. Hastalara moral
olması için mi bu kadar güzel kızları çalıştırıyorlardı? Öyleyse amacına
ulaşıyor olmalıydı! Erhan'ın da kıza baktığını düşünüp kafasını çevirdiğinde
ağabeyinin sıkıntılı bir yüzle sandalyesini yürütmekten başka bir şey
yapmadığını, hatta neredeyse kızın farkında bile olmadığını gördü. Etrafta çok
hasta vardı. Bir kısmı bedensel engelliydi. Diğerleri ise kendisi gibi geçici
süre tedavi edilebilecek ve sonra sağlına kavuşma ihtimali yüksek kişilerdi.
Kaza yapana kadar, etrafında bu kadar çok, aynı dertlerden muzdarip insan
olduğunun farkında bile değildi.
Hostes
kapıyı vurup içeriden gelen sesle kapıyı açıp yol verdi. Erhan önden, Yunus
ardından girince de kapıyı arkalarından kapattı. Karşılıklı iki masa, ikisinin
de önünde ikişer koltuk vardı. Ortada halı ya da sehpa bulunmuyordu. Çoğu
fiziksel sorunlu hastalar olunca gereksiz kazaları önlemek için alınmış basit
tedbirler olabileceğini düşündü, Erhan. Annesi de kış olmasına rağmen bazı
paspas ve halıları kaldırmıştı.
İşinin
uzayacağı söylenen doktor kendilerinden önce masasındaki yerini almıştı. Az
önceki olumsuz düşüncelerinin bir kısmının yok olduğunu hissetti.
Yunus
masasından kalkan kendi boylarındaki kumral adama doğru yürüyüp elini uzattı.
“Merhaba,
saat beş için randevumuz vardı.”
Uğur,
genç adamın elini güçlü ve kendinden emin bir şekilde sıktı. Ama emin olmadığı
onların kendi hastası olup olmadığı idi. Defterinde böyle bir kayıt yoktu. Bunu
söylemeden önce hata olup olmadığını anlamak istedi. Çünkü ilk kez olmayacaktı
bu hata. Yine de önce tekerlekli sandalyedeki hastanın da elini sıkmıştı. Hasta
biraz sessizdi. İlk başta sık görülen bir durumdu bu. Zamanla açılırdı tüm
hastalar.
“Hoş
geldiniz. Hemen bakalım randevunuza. Doktorunuzun soyadını almam mümkün mü?”
İki
kardeş soru karşısında şaşırsa da Yunus cebindeki kartı çıkartıp soy ada baktı.
“Uğur
Çelik. Bir hata mı var? Yanlış yerde miyiz?”
“Hayır,
yanlış yer değil ama yanlış doktor. İkimizde Uğur olunca ve ikimizde aynı işi
yapınca sık rastladığımız bir karışıklık. Uğur birazdan burada olur. O gelene
kadar biz biraz muhabbet ederiz. Umarım sizi sıkmam muhabbetimle.”
Erhan,
genç doktorun sıcak tavrından sonra sinirlerinin yatıştığını hissetti. Aslında
bu sıcak tavır sorularının yanıtlarını verecek birisini bulmuş hissi
yaratmıştı. Belki kendi doktoru da aynı sıcaklığı verirdi.
Yeni
fark ettiği müziği dinlemeye başladı. Çok güzel bir piyano sesi kulaklarını
doldurmuştu. Arada bir de gitar eşlik ediyordu. Piyano ve gitar ne kadar uyumlu
olabilirdi ki? Ama uymuştu işte! Bazen piyano susuyor gitarı dinliyordu. Bazen
de tam tersi! Bildiği, tanıdığı ama adını çıkartamadığı parçalar çalınırken
Doktor Uğur'un söylediği çaylar gelmişti. Uğur ile Yunus konuşuyordu. Uğur
soruları Erhan'a sormamıştı. Ama Yunus ile de direkt Erhan hakkında
konuşmuyordu. Sadece kazanın nasıl olduğu ve ameliyatın kim tarafından
yapıldığını sormuş diğer soruları adaşına bırakmıştı.
Randevu
saatinin üstünden on beş dakika geçtiğinde Erhan yeniden sinirlenmeye
başlamıştı. Tüm vakitler kendisine ait olduğu halde on beş dakikalık gecikmenin
sinirlerini bu kadar bozması normal miydi? Nereye yetişecekti? Eve mi? Evde ne
bekliyordu? Kitap ya da televizyon! Sinirlerinin yatışması için yine dikkatini
müziğe verdi. Bu çalanı tanıyordu. Rodrigo'nun gitar konçertosu. İyi ama yine
piyano vardı.
“Bu
ilginç yorumu kim albüm yapmış? Gitar için yazılmış bir bestenin piyanoda
çalınması sık rastlanacak bir şey değil.”
“Hiç
rastlayamazsınız belki de. Bunları çalan bizim hastalarımız. İki kardeş.
Doğuştan gelen rahatsızlıkları var ve ikisi de asla yürüyemeyecek ama bu müzik
yapmalarına engel değil. Vakıf aracılığı ile kurs aldılar. Şimdi ikisi de albüm
hazırlıyor.”
Erhan
duydukları karşısında şaşırmıştı. Hayata tutunmuş kardeşleri tanımak isterdi.
Kendisi daha on iki gündür düzgün yürüyemiyordu ama sanki tüm hayatı
kararmıştı. İşini yapamayacağını ve bundan sonraki yaşamının hep o sandalyede
geçeceğini düşünüyordu. Oysa tüm doktorlar kısa süre sonra yürürken canının
yanmayacağını eskisi gibi yürüyebileceğini, hatta dans edebileceğini
söylüyordu. Oysa müziğini dinlediği iki kardeşin, asla böyle bir şansı
olmayacağını öğrenmişti.
Beklediği
süre yirmi beş dakikayı bulmuş olmasına rağmen, artık sinirlenmiyordu.
Kendisinden çok daha kötü durumda olan birine yardım ettiğini bildiği kişiye
kızamazdı.
Kapı
açılıp da kapıdan gelen kadın sesi ile daldığı düşüncelerden sıyrıldı.
“Yine
Berke ile Bulut'u mu, dinliyorsun?” Ses yorgun ama sıcaktı. Yüzü diğer masaya
dönük olduğu için arkasındaki iki kişinin farkında değildi. Erhan ile Yunus,
kapıdan girip Uğur Bey ile gayet samimi konuşan, kısa saçlı kadına bakıyordu.
Sesi çok canlı değildi ama sakinleştiren bir tınısı vardı. Aynı çalan melodi
gibi...
“Evet,
sakinleştiriyorlar beni. Nasıl halloldu mu?”
“Takma
bacağının artık bedeninin bir parçası olduğunu kabullendiğinde çok daha iyi
olacak.” Sesindeki yorgunluk tınısı artmıştı. O kadar gerçekçi ve soğukkanlı
bir cümleydi ki Erhan'ın tüyleri diken diken olmuştu. Doktora yardım ettiğinden
emin olduğu kadın, olayı çok basite indirgemişti. Kendi sorunu olmayınca
insanların olaylara bakış açısının ne kadar farklı olabileceğine iyi bir
örnekti bu kadın!
Hala
arkası dönüktü, hatta masaya destek alır gibi dayanmıştı. Aklı az önce ağlama
krizleri arasında ilk kez takma bacağını taktıkları on yedi yaşında olan
hastasındaydı. Arkasındaki kişilerin farkına hala varamamıştı.
Arkasını
döndüğünde koltukta oturan Yunus ile tekerlekli sandalyede kendisine bakan
Erhan'ı gördü. Hem korkuyla sıçramış hem utanmıştı. Doktor Uğur Bey ikiliye
dönüp;
“Uğur
Hanım ile tanışın beyler, beklediğiniz doktorunuz!”
*****
Ahahhahaha süper karşılaşma
YanıtlaSil