30 Mayıs 2015 Cumartesi

BUZDAKİ ATEŞ 6. Bölüm

Erhan, bitirdiği kitabı kütüphaneye kaldırdığında okumadığı çok az kitap kaldığını fark etti. Yeni kitaplar istemeliydi. Şu internetten alışverişe alışmalıydı. Kimseye yük olmak istemiyordu. Artık evde yapacağı kısıtlı faaliyetlerle vakit geçireceğine göre en güzeli bol bol okumaktı. Başka neler yapabileceğini düşünmeye başladı. Puzzle yapabilirdi. Belki sinirlerine de iyi gelirdi. Ya da maket uçaklarına geri dönerdi. Evet, en güzeli yine maket uçak yapmaktı. Başka neler yapabilirdi oturduğu yerde? O an aklına gelmese de yeni uğraşlar bulacaktı...

Kapı açılıp Yunus içeri girdiğinde televizyon karşısında uyuklayan Erhan uyandı. GDO lu gıdalar üzerine yapılan bir açık oturumu izlerken uyuya kalmıştı. Saate baktığında daha on bile olmadığın gördü. Sıkıcı hayatı uyku ile dolacaktı bu gidişle.


“Ne o masal mı anlatıyorlar?”

“Sözde gıda sektörü ve halkın sağlığı için çok önemli bir konu ama konuşmacılar o kadar yavan konuşuyor ki uyumamak mümkün değil. Sen neden erken döndün?”

“Umut ile dağıtılmaz demiştim. Dün akşamki yemek canını sıkmış biraz. Âşık olmaktan korkuyor sanırım. Sanki aşk var da! Neyse, erken kalktık işte.”

“Aşk var.”

Yunus, Erhan'a baktı uzun uzun. Ağabeyi öyle bir sesle söylemişti ki inanamamak mümkün değildi. Sıkıştırmak istercesine üstüne gitti. 

“Müge mi aşk? Emin misin?”

“Müge aşk değil. Aşk başka. Onu anlatmak mümkün değil. Ama Müge ile olan da başka.”

“Yani seni bilmesem sadece seks için var Müge diyeceğim.”

“Aynen öyle. Artık o da yok.”
 
İki kardeş belki de ilk kez özel hayatlarını bu kadar açık konuşuyordu. Daha doğrusu Erhan, kendi özeli ile ilgili ilk kez kardeşi ile konuşuyordu. Gençlik yıllarından beri böyle bir ortam yaşanmamıştı aralarında. Yunus, Erhan'ın konuşmak istediğini düşünüp “Müge mi yok? Ne oldu? Aramıyor mu seni?”  diye sordu. Sanki çok üzülürdü Müge gibi biri aramazsa? Ama ağabeyinin hatırı vardı!

“Aramıyor. Sanırım tekerlekli sandalyede yaşama ihtimalim onun beklentilerini karşılamaktan uzak. Ama asıl sorun sanırım başka.” Bu durum nedense kendisini çok da rahatsız etmiyordu. Çünkü ona karşı hissettiklerinin ne olduğunu iyi biliyordu.

“Neymiş asıl sorun?”

“Benim askeriye ile başım derde girerse kendisinin de başı derde girer sanıyor galiba. Aman boş ver, kapatalım konuyu. Sen anlat bakalım neler yaptın?”

“Ben biraz Umut ile konuştum iki kadeh bir şeyler içtik. Sonra ondan doktor adresi aldım. Daha doğrusu fizik tedavi uzmanı kartı aldım. Bize çok yakın bir sağlık merkezinde doktorluk yapıyormuş. Sanırım eski sevgilisi falan ama açıklamak istemedi. Yarın beşte randevumuz var. Seni ben götüreceğim ama sonra babamla da gidebilirsin, çok yakın!”

“İyi olacak bu. Doktor da iyiyse kısa zamanda toparlanırım sanırım.” Sesli olarak söylemediği diğer derdini de doktoruyla konuşup çözüm arayabilirdi.

Erhan yine sessizliğe bürünmüşken kardeşinin de durgunlaştığını fark etmemişti. Annesinin getirdiği meyve tabağı ile ikisi de, o ana döndü.

“Yakışıklılarım hadi biraz meyve yiyin. Sedat nerde kaldı? Geç mi gelecek?”

Meliha Hanım üç erkek büyütmüş bir anne olarak hala çocuklarını takip etme telaşı içindeydi. Oysa en küçükleri olan Sedat bile artık yirmi dokuz yaşındaydı. Ama annesine göre o daha bebekti. Erhan için duyduğu üzüntüyü asla belli etmiyordu. Uzun yıllar devlet görevinde çalışan kocasının yanında güçlü durmaya alışmıştı. Valilik yaptığı dönemde bu duruşu ile çok üzücü olayları da bertaraf etmişti. Şimdi de aynı sağlam duruş ile oğluna güç veriyordu. Tüm aile, Erhan'dan daha çok inanıyordu iyileşeceğine. Bir gün o da inanacaktı!

“Anne artık bizi merak etmesen? Nasıl anlatalım sana Sedat'ın nerede olduğunu?”

Yunus, arkadaşları ile yemeğe gittiğini bildiği kardeşinin, sanki daha özel bir gece geçirdiğini ima edince annesinin hışmına uğradı.

“Sen hala annenle dalga geçilmeyeceğini öğrenemedin mi? Kimlerle olduğunu biliyorum. Sadece ne zaman bitecek o yemek onu öğrenmek istedim.” Meliha Hanım dört erkeğin olduğu evde kızını gelin ettiğinden beri yalnızdı. Gerçi kızı varken de hepsi ile başa çıkabilirdi! Annelerinden bir şey gizleyemezdi hiç biri...

“Senden korkulur anne. Vallahi bir daha seninle dalga geçersem iki olsun.”

“Neden sizler de Erhan'a benzemediniz ki? Bir onu dört dörtlük doğurmuşum. İkiniz de sorunlusunuz.”

Annesinin her zamanki sözlerini duyan ama altındaki sevgiyi bilen Yunus, “İşte yine en çok onu sevdiğini itiraf ettin anne, bir de neden ağabeyimizi kıskandığımızı ve şımardığımızı soruyorsun. Tek sorumlu sensin.” Üç oğlu da istediği gibi yetişmiş olan ve aklı başında hareket ettiklerinden emin olan Meliha Hanım gidip ortanca oğlunun yanaklarını öptü, “Helal olsun bana ne de güzel şımartmışım sizleri.”  Sonra tekerlekli sandalyesinde bu sahneyi izleyen en büyük oğluna gitti. Sıkıca sarılıp onun da yanaklarını öptü.

“Hadi elmaları karatmadan yiyin artık.”

“Bu kadının her yerde gözü ve kulağı var. İnan derin devlet diye bir şey yoksa da derin Meliha diye bir şey var.” Yunus, annesinin arkasından konuşuyordu. Erhan gülmeye başladı. İkisi de dışarıdan gelen ses ile sustu.

“Kulaklarım sağır değil, gelirsem derin Meliha'yı gösteririm size.”

***** 

“Bu akşam beş gibi bir arkadaşım ağabeyini getirecek sana. Unutmadın değil mi?”

“Unutmadım elbette Umut. Dün deftere yazdık ya randevusunu. Neden bu kadar üstüne düştün bu hastanın?”

“Kardeşini tanıyorum dedim ya. Çok iyi arkadaşımdır Yunus. Hani anlatıyorum ya arada bir buluşup dertleşiyoruz diye. İşte onun ağabeyi kaza geçirmiş. Onun için bir şeyler yapabilmekten mutlu olacağım sadece.”

“Ben bilmem bu çocukla çok ilgilendin. Ya onu, ya da ağabeyini beğendiğini düşünmeye başladım.”

“Saçmalama ya. Yok, öyle bir şey. Sen sadece ağabeyini iyileştir yeter.”

Sesinden bir şeyler yakalamaya çalışsa da başaramamıştı. Yine de gelenleri yakından incelemeye karar verdi. Telefonu kapatıp arkasına yaslandı. Bugün çok yoğun bir gündü ve her yeri daha öğlen olmadan ağrımaya başlamıştı. İyi bir masajı hak etmişti.

Büro olarak kullandıkları odayı meslektaşı ile paylaşıyordu. İkisi de hastaların kayıtları, görüşmeleri ve molalarda dinlenmek için bu odayı kullanıyordu. Aslında tüm tedavileri kendi dallarına uygun hazırlanmış bölümlerde yapıyorlardı. Büyük bir hastanenin fizik tedavi bölümü olarak açtığı bu sağlık merkezi kısa sürede tanınan bir yer olmuştu. Özellikle hastanenin yönlendirdiği hastaları tedavi etseler de artık direkt dışarıdan da hasta gelmeye başlamıştı.

Bir sonraki hastası gelene kadar on dakikayı kendisine ayırdı. Uğur'un okumasını istediği makaleyi okurken bir fincan çay içti. Amacı vakit geçirmekti ama kısa sürede denenmiş yeni uygulamalar dikkatini çekip konuya iyice yoğunlaştı.

Kendisi fizik tedavi masajında, Uğur ise hidroterapi de uzmanlaşmıştı. Her ikisi de diğer yöntemleri kullanabilseler de asıl uzmanlıkları ile daha iyi sonuçlar aldıklarını biliyordu. Bu nedenle de hastaların gerçek ihtiyacını tespit ettikten sonra birbirlerine hasta vermelerinin daha faydalı olacağına karar vermişlerdi. Hem kendileri hem de hastaları durumdan memnundu. Okuduğu yöntem ile ilgili daha fazla makale bulmak için internette gezinmeye başladı. Ama daha çok az bilgi vardı. Dalgın dalgın sayfalara bakarken kapı açıldı.

Uzun boyu ile kapıyı kaplayan Uğur içeriye girdiğinde yüzündeki ifadeden öğlen yemeğinin güzel geçtiğini anladı. Yeni tanıştığı genç kızı zorla yemeğe ikna edebilmişti. Gülen gözleri ile bakıp, “Yakında arkadaşın âşık olmuş diye duyarsan şaşırma.”

“Bu ne hız? Kızla daha sadece öğle yemeği yedin. Bir de akşam yemeği yesen neler olacak acaba?”

“Neler olacağını bilmem ama güzel şeyler olacak, inanıyorum. Ayla, bana o yeşil gözleri ile baktıkça, ben benden geçiyorsam her şey güzel olacak inan.” Uzun yıllardır hayatına kalıcı olarak kimseyi almamıştı ama Ayla'yı görür görmez tavırları değişmişti. Elini kolunu koyacak yer bulamamış, iki lafı bir araya getirememişti. Yemekte de başlarda konuşmakta güçlük çekmiş, ama Ayla'nın da kendisinden etkilendiğini anlayınca rahatlamıştı.

Daha fazla konuşamadan, kapı çalındı ve hostes, hastasının muayene bölümünde beklediğini haber verdi. Mola bitmişti. Uğur’a dönüp, daha sonra detaylı bilgi alacağını bir yere kaybolmamasını söyleyip diğer bölümüne geçti.

***** 

“İyi akşamlar. Bizim saat beş de Uğur Çelik ile randevumuz vardı. Hasta adı Erhan Ertaş.”

“Biraz bekletmek zorundayız. Kusura bakmayın. Protezi takılan bir hastanın işlemleri biraz uzadı. Sizi odasına alalım. Kendisi de birazdan gelir. Beklerken ne içmek istersiniz?”

Erhan zaten arabaya binip inerken bile ağrıları arttığı için rahatsızdı bir de bekleyecek olması canını iyice sıkmıştı. Yunus tekerlekli sandalyeyi itmek için arkaya geçince ters bir sesle “Ben hallederim, unuttun mu bu akülü.” diyerek yardımını istemediğini belirtmişti. Yunus, ağabeyinin arada bu tarz terslemelerine kırılmaktan çok üzülüyordu. Her işi kendi yapmaya alışkın birinin kısa süreli bile olsa başkalarına muhtaç olduğunu hissetmesi kolay kabullenilecek bir durum değildi.

Yanında yürümek için sağına geçtiğinde tekerlekli sandalyenin sol tarafında yürüyen hostesi süzdü. Güzel kızdı. Zaten tüm hostes kızlar güzeldi. Hastalara moral olması için mi bu kadar güzel kızları çalıştırıyorlardı? Öyleyse amacına ulaşıyor olmalıydı! Erhan'ın da kıza baktığını düşünüp kafasını çevirdiğinde ağabeyinin sıkıntılı bir yüzle sandalyesini yürütmekten başka bir şey yapmadığını, hatta neredeyse kızın farkında bile olmadığını gördü. Etrafta çok hasta vardı. Bir kısmı bedensel engelliydi. Diğerleri ise kendisi gibi geçici süre tedavi edilebilecek ve sonra sağlına kavuşma ihtimali yüksek kişilerdi. Kaza yapana kadar, etrafında bu kadar çok, aynı dertlerden muzdarip insan olduğunun farkında bile değildi.

Hostes kapıyı vurup içeriden gelen sesle kapıyı açıp yol verdi. Erhan önden, Yunus ardından girince de kapıyı arkalarından kapattı. Karşılıklı iki masa, ikisinin de önünde ikişer koltuk vardı. Ortada halı ya da sehpa bulunmuyordu. Çoğu fiziksel sorunlu hastalar olunca gereksiz kazaları önlemek için alınmış basit tedbirler olabileceğini düşündü, Erhan. Annesi de kış olmasına rağmen bazı paspas ve halıları kaldırmıştı.

İşinin uzayacağı söylenen doktor kendilerinden önce masasındaki yerini almıştı. Az önceki olumsuz düşüncelerinin bir kısmının yok olduğunu hissetti.

Yunus masasından kalkan kendi boylarındaki kumral adama doğru yürüyüp elini uzattı.

“Merhaba, saat beş için randevumuz vardı.”

Uğur, genç adamın elini güçlü ve kendinden emin bir şekilde sıktı. Ama emin olmadığı onların kendi hastası olup olmadığı idi. Defterinde böyle bir kayıt yoktu. Bunu söylemeden önce hata olup olmadığını anlamak istedi. Çünkü ilk kez olmayacaktı bu hata. Yine de önce tekerlekli sandalyedeki hastanın da elini sıkmıştı. Hasta biraz sessizdi. İlk başta sık görülen bir durumdu bu. Zamanla açılırdı tüm hastalar. 

“Hoş geldiniz. Hemen bakalım randevunuza. Doktorunuzun soyadını almam mümkün mü?”

İki kardeş soru karşısında şaşırsa da Yunus cebindeki kartı çıkartıp soy ada baktı.

“Uğur Çelik. Bir hata mı var? Yanlış yerde miyiz?”

“Hayır, yanlış yer değil ama yanlış doktor. İkimizde Uğur olunca ve ikimizde aynı işi yapınca sık rastladığımız bir karışıklık. Uğur birazdan burada olur. O gelene kadar biz biraz muhabbet ederiz. Umarım sizi sıkmam muhabbetimle.”

Erhan, genç doktorun sıcak tavrından sonra sinirlerinin yatıştığını hissetti. Aslında bu sıcak tavır sorularının yanıtlarını verecek birisini bulmuş hissi yaratmıştı. Belki kendi doktoru da aynı sıcaklığı verirdi.

Yeni fark ettiği müziği dinlemeye başladı. Çok güzel bir piyano sesi kulaklarını doldurmuştu. Arada bir de gitar eşlik ediyordu. Piyano ve gitar ne kadar uyumlu olabilirdi ki? Ama uymuştu işte! Bazen piyano susuyor gitarı dinliyordu. Bazen de tam tersi! Bildiği, tanıdığı ama adını çıkartamadığı parçalar çalınırken Doktor Uğur'un söylediği çaylar gelmişti. Uğur ile Yunus konuşuyordu. Uğur soruları Erhan'a sormamıştı. Ama Yunus ile de direkt Erhan hakkında konuşmuyordu. Sadece kazanın nasıl olduğu ve ameliyatın kim tarafından yapıldığını sormuş diğer soruları adaşına bırakmıştı.

Randevu saatinin üstünden on beş dakika geçtiğinde Erhan yeniden sinirlenmeye başlamıştı. Tüm vakitler kendisine ait olduğu halde on beş dakikalık gecikmenin sinirlerini bu kadar bozması normal miydi? Nereye yetişecekti? Eve mi? Evde ne bekliyordu? Kitap ya da televizyon! Sinirlerinin yatışması için yine dikkatini müziğe verdi. Bu çalanı tanıyordu. Rodrigo'nun gitar konçertosu. İyi ama yine piyano vardı.

“Bu ilginç yorumu kim albüm yapmış? Gitar için yazılmış bir bestenin piyanoda çalınması sık rastlanacak bir şey değil.”

“Hiç rastlayamazsınız belki de. Bunları çalan bizim hastalarımız. İki kardeş. Doğuştan gelen rahatsızlıkları var ve ikisi de asla yürüyemeyecek ama bu müzik yapmalarına engel değil. Vakıf aracılığı ile kurs aldılar. Şimdi ikisi de albüm hazırlıyor.”

Erhan duydukları karşısında şaşırmıştı. Hayata tutunmuş kardeşleri tanımak isterdi. Kendisi daha on iki gündür düzgün yürüyemiyordu ama sanki tüm hayatı kararmıştı. İşini yapamayacağını ve bundan sonraki yaşamının hep o sandalyede geçeceğini düşünüyordu. Oysa tüm doktorlar kısa süre sonra yürürken canının yanmayacağını eskisi gibi yürüyebileceğini, hatta dans edebileceğini söylüyordu. Oysa müziğini dinlediği iki kardeşin, asla böyle bir şansı olmayacağını öğrenmişti.

Beklediği süre yirmi beş dakikayı bulmuş olmasına rağmen, artık sinirlenmiyordu. Kendisinden çok daha kötü durumda olan birine yardım ettiğini bildiği kişiye kızamazdı.

Kapı açılıp da kapıdan gelen kadın sesi ile daldığı düşüncelerden sıyrıldı.

“Yine Berke ile Bulut'u mu, dinliyorsun?” Ses yorgun ama sıcaktı. Yüzü diğer masaya dönük olduğu için arkasındaki iki kişinin farkında değildi. Erhan ile Yunus, kapıdan girip Uğur Bey ile gayet samimi konuşan, kısa saçlı kadına bakıyordu. Sesi çok canlı değildi ama sakinleştiren bir tınısı vardı. Aynı çalan melodi gibi...

“Evet, sakinleştiriyorlar beni. Nasıl halloldu mu?”

“Takma bacağının artık bedeninin bir parçası olduğunu kabullendiğinde çok daha iyi olacak.” Sesindeki yorgunluk tınısı artmıştı. O kadar gerçekçi ve soğukkanlı bir cümleydi ki Erhan'ın tüyleri diken diken olmuştu. Doktora yardım ettiğinden emin olduğu kadın, olayı çok basite indirgemişti. Kendi sorunu olmayınca insanların olaylara bakış açısının ne kadar farklı olabileceğine iyi bir örnekti bu kadın!

Hala arkası dönüktü, hatta masaya destek alır gibi dayanmıştı. Aklı az önce ağlama krizleri arasında ilk kez takma bacağını taktıkları on yedi yaşında olan hastasındaydı. Arkasındaki kişilerin farkına hala varamamıştı. 

Arkasını döndüğünde koltukta oturan Yunus ile tekerlekli sandalyede kendisine bakan Erhan'ı gördü. Hem korkuyla sıçramış hem utanmıştı. Doktor Uğur Bey ikiliye dönüp;

“Uğur Hanım ile tanışın beyler, beklediğiniz doktorunuz!”


*****   

1 yorum: