Kazanın
üstünden on gün geçmişti. Erhan, üç gün önce özel bir ambulansla Ankara'dan
İstanbul'a gelmiş, ev de istirahata başlamıştı. Hastaneden çıkana kadar fizik
tedavisi devam etmiş, yeni bir uzman ile çalışmaya başlayana kadar evde kendi
başına yapabileceği basit hareketleri göstermişti doktoru.
İstedikleri
gibi bir sağlık merkezi bulana kadar bir arkadaşının tavsiye ettiği uzmana
gitmeye karar vermişti. Ama onun da çalıştığı merkez Avrupa yakasındaydı.
Saatleri ayarlamak çok güç olacağı için tüm çevrelerine haber bırakıp yeni bir
doktor arayışına girdiler. Doktor bulunana kadar daha rahat hareket edebilmesi
için tekerlekli sandalye kullanması gerekiyordu. Yunus bunu halledebileceğini
söylemişti.
Üçüncü gün, öğle saatinde kapı çaldığında gelen Yunus ve tekerlekli
sandalye idi. Erhan, bir an tiksinti ile baktı sandalyeye. Sonra kendisine
düzelene kadar, bir nebze de olsa hareket özgürlüğü verecek olan sandalyeye
yavaşça oturdu. Yunus nasıl kullanılacağını anlattı. Akülü olduğu için çok daha
kolay kollanacağından emindi. En azından kollarını kullanıp sırtına zarar verme
tehlikesi yoktu.
Tekerlekli
sandalye ile sağa sola çarpmasını engellemeye çalışarak evin içinde dolaşmaya
başladı. Yunus, kısa süre izleyip mutfağa, annesinin yanına gitti. Özellikle
yanında kalmak istememişti. Çünkü sandalyeyi veren kişi, en başta mutlaka
çarpacağını ve bunu başkalarının görmesinden hoşlanmayacaklarını söylemişti.
Yunus adamın ne kadar haklı olduğunu ağabeyinin küfürleri mutfağa kadar gelince
anladı. Erhan, sağa sola çarptıkça da o güne kadar kimsenin ağzından duymadığı
küfürleri sıralıyor, annesi mutfakta duymamak için şarkı söylüyordu.
Evin
mutfak kısmı annesi için özel yapılmıştı. Beş katlı apartmanın bahçe
dubleksinde yaşıyordu Ertaş ailesi. Erhan genelde evde değildi. Aslında üç
erkeğin kullandığı bölüm alt kattaydı. Evlenmeden önce kız kardeşleri de orada
yaşardı. Üst katta ise salon ve mutfak ile annelerinin yatak odası vardı.
Kazadan sonra Erhan'ın merdivenleri inmesi sakıncalı olacağından salonda ona
bir yatak hazırlanmıştı.
Mutfak,
samimi arkadaşları rahatlıkla ağırlayacağı şekilde döşenmişti. Köşe koltuk
takımı önünde sekiz kişilik olan yemek masası ile oturma odası gibiydi.
Buzdolabının tepesine konmuş televizyon, annesinin vaktinin çoğunun geçtiği
mutfakta dünyadan kopmasını engelliyordu.
Yunus,
annesinin sesini dinlerken kendine bir bardak çay koydu.
“Yemek
yesene oğlum, aç karnına çay içilmez.”
“Yedim
anne. Sandalyeyi almamı sağlayan kıza yemek ısmarladım. Eh ben de yedim tabii.”
“Kimmiş
o rüşvetçi?” Meliha Hanım, oğullarının kız arkadaşlarına ön yargılı bir
anneydi. Bunu da asla saklamazdı. Erhan'dan yana korkusu yoktu. Ama Yunus ile
Sedat tam baş belası idi. En küçük oğlu Sedat'ın akıllandığını düşünüp
sevinmişken, başına gelenlerden sonra yeniden dağıtmaya başlaması canını
sıkıyordu.
Yunus
ise en umutsuzu idi. Aynı kızla iki kere çıktığı pek rastlanan bir olay
değildi. Kızlara da kızıyordu, Meliha Hamın. Her şeyi o kadar hafifi alıyordu
ki şimdiki genç kızlar, erkekler evliliği akıllarına bile getirmiyordu. Her şey
bedava ve ortada olunca neden zahmete katlansınlar? Neden sorumluluk alsınlar?
Tek isteği oğullarının gerçekten birilerini sevmeleri ve evlenmek istemeleri
idi. Ortanca oğlu ile karşılıklı çay içerken, yürüyüşten dönmek üzere olan
kocasını düşündü. Ne büyük bir sevgi ile evlenmişti. Hala da çok seviyordu
kocasını. Kendi gibi evlilikler diliyordu oğullarına.
İçeriden
gelen küfürler azalmıştı. Akünün sesi gelmeye devam ediyordu. Zaten sandalyeyi
veren adam da on, on beş dakikaya kadar alışır. Sonra da neredeyse dans etmeye
başlar, demişti. Yunus, sandalyeyi satın almak istemiş ama Erhan’ın kendisini
kötü hissettiğini anlayınca, ‘Nasılsa kısa süre kullanacaksın, o kadar para
vermeye değmez, kiralayalım’ demişti.
Yunus
annesine bakıp, “Umut'un bir arkadaşı!” demişti.
Meliha
Hanım, Umut'u çok merak ediyordu. Henüz görmemiş olsa da evde sık sık adı
geçerdi. Bir fırsat yaratıp tanışmalıydı.
*****
Erhan,
ilk birkaç denemeden sonra hızını ve dönüşlerini ayarlayabildiğini görüp
rahatlamıştı. Artık en azından evde odalar arası gezerken rahat edecekti.
Hastaneden çıktığından beri çok kısa süreli koltuk değnekleri ile yürüyor,
çabuk yorulduğu için de hemen yatıyordu. Diğer zamanlarda ise ufak egzersiz
hareketleri ile kendisini gerçek tedaviye hazırlıyordu. Gecikmemesi, en kısa
sürede düzenli tedavi görebileceği bir yer bulması gerekiyordu.
Omuriliğinde
platin ile yaşayacaktı artık. Buzda kayan araba ile birkaç takla atmış, emniyet
kemeri bağlı olduğu için daha kötü sonuçlanacak bir kazadan sadece iki kırık
ile kurtulmuştu. Biri ayak bileğinde diğeri ise bel omurlarındaydı. Belindeki
kırık çok önemliydi. İyi bir ameliyat ve düzenli fizik tedavi ile altı aya
kadar tamamen iyileşeceği söylenmişti.
Mahkeme
gününden önce, biraz daha iyileşmek, en azından koltuk değnekleri ile o salona girmek
istiyordu. Doktorlar, yürümesinde sorun kalmayacağını söylese de, bunu kendi
gözleri ile görmedikten sonra inanmayacaktı.
Oysa
geçen birkaç gün içinde yavaş yavaş bacaklarındaki hisler geri gelmeye
başlamıştı. Bu bile söylenenlerin ne kadar doğru olduğunu anlatıyordu.
Hastanedeki psikolog da, bazen hastaların kendilerini en kötüye
hazırladıklarını ve bu nedenle iyileşme süreçlerinde daha çok sorunla
karşılaştıklarını, kısa süre sonra yürüme isteğinin ağır basacağını ve
bacaklarının da o zaman bu isteği yerine getirmek için çabalayacağını
söylemişti. Ama söylemedikleri başka bir nokta vardı. Bacaklarını hissetmeye
başladıkça ağrılarını da hissedeceği…
Mahkeme
günü yaklaştıkça, olayları daha çok düşünüyor, düşündükçe başına saplanan ağrı
bacaklarındaki ve ameliyat yerindeki ağrıyı bile unutturuyordu.
Arkadaşı,
kardeşi bildiği kişi tarafından aldatılmışlığı kabullenemiyordu. Celal
kaçakçılık yapıyor olamazdı. Dava sonuçlanıp, gerçek suçlu ortaya çıkana kadar,
bu düşünceler beynini yemeye devam edecekti.
Antep'te
yaşananları tekrar tekrar aklından geçiriyordu. Ama bu kadar uzaktan hiçbir şey
yapamayacağını çok iyi biliyordu. Biraz daha düzelince Antep'e gidecek ve
Celal'in ve ailesinin peşine düşecekti. Kendi suçsuz olduğunu biliyordu ama
başkalarının da bilmesi için Celal'i saklandığı delikten çıkartacaktı...
Zeycan, kazadan sonra iki kez aramış ama ağabeyinden hiç haber alamadığını
söylemekten başka bir şey yapmamıştı. Bir de İstanbul’a gelmek ve Erhan’a
bakmak istediğini söylemiş ama imkânsız olduğunu ikisi de bildiği için konu
hemen kapanmıştı. En azından Erhan öyle sanıyordu...
*****
Yunus,
sandalyeyi getirdiğinden beri mutfaktan çıkmamıştı. Küfürler azalınca annesinin
yanından kalkıp kapı ağzında bir süre Erhan'ı izledi. Alıştığını anlayınca evrak
çantasına aldı, gevşettiği kravatını sıkıştırdı ve kapıya doğru yürüdü.
Çıkmadan önce ağabeyine seslendi;
“Erhan,
akşam ben geç geleceğim, bu sandalyeyi dolaylı yoldan da olsa bulmamı sağlayan
arkadaşıma bir içki ısmarlayacağım.”
“Fazla
dağıtmayın!” Erhan, hala ağabeylik yapıyordu. Oysa araları sadece dört yaştı.
Ama yine de kendisini onlara göz kulak olmak zorunda gibi hissediyordu. Hele ki
Sedat'a!
Yunus,
ağabeyine baktı bir kez daha, “Yok, Umut ile dağıtılmaz, o beni dizginler.”
“Vay!
Demek seni dizginleyen arkadaşlarında var? Neden inanamadım acaba? Azmayın!”
Yunus,
gülerek kapıyı açtı, sonra kapıdan geri döndü ve günlerdir ilk kez sesinde
gülümseme yakaladığı Erhan'a baktı.
“Sen
iyileşene kadar ben de azmayacağım. Sonra birlikte azacağız tamam mı?”
Yunus,
Erhan'ın kaza öncesinde de sakin yapısına deli olsa da şimdiki hali ile
kıyaslanamazdı. Bu kadar durgunluk fazlaydı. En küçükleri Sedat, kendisine çok
benzediği ve ikisi de İstanbul da olduğu için, iki kardeş sıkça birlikte bir
şeyler yapardı. Ama Erhan askeri eğitimin de etkisi ile daha usluydu.
Düşüncelere daldığı ve evdekilerle bile konuşmadığı zamanlar hepsini çok
üzüyordu. Kısa sürede bu ruh halinden kurtulması için kolları sıvayacaktı iki
kardeş!
*****
Tekerlekli
sandalyesini hiçbir yere çarpmadan camın önüne kadar götürdüğünde bu başarısı
için kendisini kutlamak yerine, buna daha çok alışırsa hiç yürüyememe korkusu
sardı içini. Hayır, bu olmayacaktı. En kısa sürede bir fizik tedavi uzmanı ile
görüşmeli ve tedavi sürecine devam etmeliydi.
Kütüphanede
duran kitabına uzandı. O kitabı lanet üst rafa kim koymuştu? Söylenerek sağlam
ayağının üstünde doğruldu. Kitabını alıp yavaşça yerine oturduğunda tüm alnı
ter içinde kalmıştı. Bu kadar küçük bir hareket bile çok yoruyordu.
Oysa
haftanın en az üç günü spor yapar, diğer zamanlarda da mümkün olduğunca her
yere yürüyerek giderdi. Ağrılarının ardında kendine acımasının yattığını
düşünüyor ama kabullenemiyordu.
Dans
etmeyi sevmese de şu hali ile bir daha dans edemeyeceğini düşünmek bile
kendisini sinirlendiriyordu. Dans mı? Kimle dans edecekti? Kazayı duyduktan
sonra sadece iki kez arayan, bir kez de evde ziyaret eden, soru dolu bakışlara
‘arkadaşıyım’ diyerek yanıt veren ve bir daha aramayan Müge ile mi? Boş versene
dedi kendi kendine...
Elindeki
kitabın kaldığı sayfasını açtı. Düşünmektense okumak daha iyiydi!
*****
“Hoş
geldin Umut. Nasılsın?” Yunus, sorusunun yanıtını bekleme ihtiyacında değildi.
Gördüğünü tanıyacak anlayacak kadar uzun zamandır arkadaştı Umut ile.
“İyiyim.”
Bazen dil ne kadar kolay yalan söylüyordu!
“Bu
ses iyi birinin sesi değil. Bu yüz de iyi birinin yüzü değil. Ne oldu?”
Gerçekten kötü bir şeyler olduğundan emindi ama ne olduğunu anlayamadığı için
sorguya çekiyordu, Umut'u. O sırada garson geldi. Önce siparişlerini verdiler.
Umut zaman kazanmaktan memnundu. Ne kadarını anlatması gerektiğini bilemiyordu.
Ama Yunus anlayışlıydı. Ona anlatabilirdi. Nasıl başlayacağını bilemeyince
geçiştirmeyi seçti.
“Aslında
bir şey olmadı ama canım sıkkın bilemiyorum.” Yine inandırıcı değildi sesi...
“Dün
akşam eğlenmedin mi?” Sormayacaktı sözde dün geceyi, sormaması gerektiğini
söylemişti içindeki sorgu şeytanına... Ama dayanamamıştı, şeytanı galip
gelmişti. Şu hali bile mesleğini iyi yapamayacağını işaret ediyordu sanki...
Yunus,
hukuk okumuş, kendi bürosunu açana kadar başkalarının yanında pişmesi
gerektiğine karar vermişti. Şu an çalıştığı büro, bankaların takip davalarına
bakıyordu. İş çoktu ama kazancı da fena değildi. Tahsilât üzerinden yüzde ile çalışıldığından
bazen çok büyük bazen de çok küçük kazançlarla dosyaları kapatıyorlardı.
İki
yıl önce bir dava takibinde tanıştığı Umut ile arada bir görüşür, bazen bir
şeyler yer, ya da akşam iş çıkışı Kadıköy'deki kafelerden birinde bir şeyler
içerdi. İkisinin de Kadıköy'de çalışıyor olması bu buluşmaları sıklaştırsa da
genelde, gelen sevgili ya da arkadaş telefonları ile yollar ayrılırdı. İkisi de
gezmeyi ve sık sevgili değiştirmeyi seviyordu.
Yunus'un
yakışıklılığı ile hava atan Umut, şirketteki kızları da kızdırıyordu. Onlar ile
tanıştırmış ama Yunus hiçbirini beğenmemişti. Çünkü onun kitabında bir iki kez
gezilecek, belki bir ya da iki kez yatılacak kızlara yer vardı. Üçüncü çıkmada
evlilik teklifi bekleyen kızlara değil! Hiç biri ile ilgilenmemişti o yüzden.
Umut,
bunu biliyor ve tanıştırdığı kızlara daha baştan bunu söylüyordu ama hepsi
şansını denemek istemişti. O da onları kırmamıştı. İşte bu kızlardan birinin
ağabeyi engelliler için gereken her türlü materyali ithal ediyordu. İhtiyacı
kalmayanlardan aldığı koltuk değneklerini ya da tekerlekli sandalyeleri ikinci
elden satıyor ya da kiralıyordu. Böylece Erhan’ın da kısa süreli ihtiyacını
karşılamak için tekerlekli sandalye kiralamışlardı. Genç kızın hala Yunus ile
ilgili hayalleri olduğunu anladığında, üzülmüştü Umut.
Yunus
bu akşam arkadaşına teşekkür etmek için buluşmak istemişti. Bir önceki gece
Umut, yeni erkek arkadaşı ile yemeğe oradan da sinemaya gidecekti. O nedenle
iki arkadaş görüşememişti.
Umut,
Yunus ile konuşmaktan çok keyif alıyor, onu kız arkadaşlarından ayırmıyordu.
Yunus da, bir kadının yanında en doğal hali ile oturmaktan, konuşmaktan aldığı
keyfi, birçok şeye değişmeyeceğini biliyordu. Umut ile birlikte olmak çok
güzeldi.
İkisi
de, birbiri hakkında düşündüklerini seslendirmek yerine içeceklerini
söylediler. Garsonun getirdiği votkasını yudumluyor sessizce oturuyordu, Umut.
Yunus, daha fazla bekleyemeyeceğini anlayıp bu kez direkt sordu.
“Dün
gece neler oldu? Neden bu kadar sessiz ve sıkıntılısın?”
“Ya
aslında adam düzgündü.”
Yunus,
bu cümleden, Umut’un çoktan adama el salladığını düşündü. Ama bu kez de
nedenini merak ediyordu.
“Düzgün
DÜ? Neden hemen di li geçmiş zaman kullandın? Madem iyi biri neden sildin
adamı?”
“Silmedim
de yani ne bileyim, sanki devam edersek iş ciddileşirmiş gibi geliyor. Bu o
zıpçıktılar gibi biri değil.”
Yunus
duyduklarının canını sıktığını hissetti. Umut’un durgunluğunu yanlış anlamıştı.
Beğenmemek değil aksine çok beğenmekti bu kez Umut’un derdi. Eğer adam da
arkadaşından etkilendiyse ve iş ciddiyete ulaşırsa?
Bu
soruyu sevmemişti…
Arkadaşını
bu kadar kısa sürede kaybetmek istemiyordu. Ama kendisi de olsa kız arkadaşının
bir erkekle böyle buluşmasını, bir şeyler içmesini hoş karşılamazdı. O erkeği
tanısa bile hoş karşılamazdı. Eh o zaman elin herifi de kendisi ile görüşmesine
izin vermezdi. İyi de daha fol yok yumurta yokken neden görüşemeyeceğini
düşünüyordu?
Umut
yine sessizdi...
“Kızım,
sen fena takıldın bu adama. Yani iki çift laf etmiyorsun. Anlat bakalım nasıl
biri? Bu kadar aklın takıldığına göre!”
“Aklım
ona takılı değil. Yani ona da takılı da şu an düşündüğüm o değil. Neyse boş
ver. Ağabeyin nasıl oldu? Tedaviye başladı mı?”
Konunun
değişmesi Yunus'u rahatlatmamıştı. Umut başka konuda da sıkıntılıydı ve kendisi
ile paylaşmıyordu! En iyisi üstüne gitmemekti. Ailevi konularını anlatmayı
sevmezdi Umut. O da sormazdı...
“Başladı
sayılmaz. Anlatmıştım, görevden uzaklaştırıldığı için askeriyede tedavi olmayacak.
Aslında hakkı ama o istemiyor. Eve yakın bir merkez bulup, orada tedavi
olmasında fayda var. İş yüzünden ben de çok ilgilenemeyeceğim. Sedat zaten gece
yarılarına kadar çalışıyor, hafta sonu da genelde şirkette oluyor, ayda yılda
bir erken çıktığında da arkadaşları ile ya da benimle geziyor. Bu yaştan sonra
babamla uzaklara yollayamayacağıma göre, bana uygun bir yer olmalı.” Umut,
yavaşça elini cebine soktu. İşlerin karışmayacağını umarak, eline değen kartı
aldı. Yavaşça çıkarttı elini cebinden.
“Yunus,
sana bir kart vereceğim ve sizi hem yakın, hem de bu işi iyi bilen birisine
yollayacağım. Askeriyede tedavi olacağını düşündüğüm için sesimi
çıkartmamıştım, ama şimdi şart oldu. Böylece hepinizin sorunu çözülmüş olacak.”
“Kim
o? Tanınmış biri mi?”
“Gidince
tanışırsınız. Ama bu işin uzmanı olduğu konusunda sana teminat
verebilirim.” Eğer kim olduğunu
söylerse. Kendilerini gitmek mecburiyetinde hissedeceklerini düşünüp susmuştu.
Kartı masaya koydu. Yunus, kartın üstündeki isme baktı.
Uğur
Çelik Fizyoterapist!
Bu
kimdi acaba? Hayatındaki erkeklerden bir mi? Tuhaf bir arkadaşlıkları vardı.
Aileleri ve sevgilileri hakkında bilgileri yoktu. Sevgilileri olduğunu bilse de
adını sanını bilmezdi ikisi de.
Yunus
karta yeniden bakıp cebine koydu. Sonra konuyu değiştirdi. Çünkü daha fazla
düşünmek işine gelmiyordu... Şirkette olan komik bir olayı anlatıp yarım
saattir masaya hâkim olan durgunluğu yok etti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder