29 Mayıs 2015 Cuma

BUZDAKİ ATEŞ 5. Bölüm


Kazanın üstünden on gün geçmişti. Erhan, üç gün önce özel bir ambulansla Ankara'dan İstanbul'a gelmiş, ev de istirahata başlamıştı. Hastaneden çıkana kadar fizik tedavisi devam etmiş, yeni bir uzman ile çalışmaya başlayana kadar evde kendi başına yapabileceği basit hareketleri göstermişti doktoru.

İstedikleri gibi bir sağlık merkezi bulana kadar bir arkadaşının tavsiye ettiği uzmana gitmeye karar vermişti. Ama onun da çalıştığı merkez Avrupa yakasındaydı. Saatleri ayarlamak çok güç olacağı için tüm çevrelerine haber bırakıp yeni bir doktor arayışına girdiler. Doktor bulunana kadar daha rahat hareket edebilmesi için tekerlekli sandalye kullanması gerekiyordu. Yunus bunu halledebileceğini söylemişti. 


 Üçüncü gün, öğle saatinde kapı çaldığında gelen Yunus ve tekerlekli sandalye idi. Erhan, bir an tiksinti ile baktı sandalyeye. Sonra kendisine düzelene kadar, bir nebze de olsa hareket özgürlüğü verecek olan sandalyeye yavaşça oturdu. Yunus nasıl kullanılacağını anlattı. Akülü olduğu için çok daha kolay kollanacağından emindi. En azından kollarını kullanıp sırtına zarar verme tehlikesi yoktu.

Tekerlekli sandalye ile sağa sola çarpmasını engellemeye çalışarak evin içinde dolaşmaya başladı. Yunus, kısa süre izleyip mutfağa, annesinin yanına gitti. Özellikle yanında kalmak istememişti. Çünkü sandalyeyi veren kişi, en başta mutlaka çarpacağını ve bunu başkalarının görmesinden hoşlanmayacaklarını söylemişti. Yunus adamın ne kadar haklı olduğunu ağabeyinin küfürleri mutfağa kadar gelince anladı. Erhan, sağa sola çarptıkça da o güne kadar kimsenin ağzından duymadığı küfürleri sıralıyor, annesi mutfakta duymamak için şarkı söylüyordu.
Evin mutfak kısmı annesi için özel yapılmıştı. Beş katlı apartmanın bahçe dubleksinde yaşıyordu Ertaş ailesi. Erhan genelde evde değildi. Aslında üç erkeğin kullandığı bölüm alt kattaydı. Evlenmeden önce kız kardeşleri de orada yaşardı. Üst katta ise salon ve mutfak ile annelerinin yatak odası vardı. Kazadan sonra Erhan'ın merdivenleri inmesi sakıncalı olacağından salonda ona bir yatak hazırlanmıştı.

Mutfak, samimi arkadaşları rahatlıkla ağırlayacağı şekilde döşenmişti. Köşe koltuk takımı önünde sekiz kişilik olan yemek masası ile oturma odası gibiydi. Buzdolabının tepesine konmuş televizyon, annesinin vaktinin çoğunun geçtiği mutfakta dünyadan kopmasını engelliyordu.

Yunus, annesinin sesini dinlerken kendine bir bardak çay koydu.

“Yemek yesene oğlum, aç karnına çay içilmez.”

“Yedim anne. Sandalyeyi almamı sağlayan kıza yemek ısmarladım. Eh ben de yedim tabii.”

“Kimmiş o rüşvetçi?” Meliha Hanım, oğullarının kız arkadaşlarına ön yargılı bir anneydi. Bunu da asla saklamazdı. Erhan'dan yana korkusu yoktu. Ama Yunus ile Sedat tam baş belası idi. En küçük oğlu Sedat'ın akıllandığını düşünüp sevinmişken, başına gelenlerden sonra yeniden dağıtmaya başlaması canını sıkıyordu.

Yunus ise en umutsuzu idi. Aynı kızla iki kere çıktığı pek rastlanan bir olay değildi. Kızlara da kızıyordu, Meliha Hamın. Her şeyi o kadar hafifi alıyordu ki şimdiki genç kızlar, erkekler evliliği akıllarına bile getirmiyordu. Her şey bedava ve ortada olunca neden zahmete katlansınlar? Neden sorumluluk alsınlar? Tek isteği oğullarının gerçekten birilerini sevmeleri ve evlenmek istemeleri idi. Ortanca oğlu ile karşılıklı çay içerken, yürüyüşten dönmek üzere olan kocasını düşündü. Ne büyük bir sevgi ile evlenmişti. Hala da çok seviyordu kocasını. Kendi gibi evlilikler diliyordu oğullarına.

İçeriden gelen küfürler azalmıştı. Akünün sesi gelmeye devam ediyordu. Zaten sandalyeyi veren adam da on, on beş dakikaya kadar alışır. Sonra da neredeyse dans etmeye başlar, demişti. Yunus, sandalyeyi satın almak istemiş ama Erhan’ın kendisini kötü hissettiğini anlayınca, ‘Nasılsa kısa süre kullanacaksın, o kadar para vermeye değmez, kiralayalım’ demişti. 

Yunus annesine bakıp, “Umut'un bir arkadaşı!” demişti.

Meliha Hanım, Umut'u çok merak ediyordu. Henüz görmemiş olsa da evde sık sık adı geçerdi. Bir fırsat yaratıp tanışmalıydı.

*****

Erhan, ilk birkaç denemeden sonra hızını ve dönüşlerini ayarlayabildiğini görüp rahatlamıştı. Artık en azından evde odalar arası gezerken rahat edecekti. Hastaneden çıktığından beri çok kısa süreli koltuk değnekleri ile yürüyor, çabuk yorulduğu için de hemen yatıyordu. Diğer zamanlarda ise ufak egzersiz hareketleri ile kendisini gerçek tedaviye hazırlıyordu. Gecikmemesi, en kısa sürede düzenli tedavi görebileceği bir yer bulması gerekiyordu.

Omuriliğinde platin ile yaşayacaktı artık. Buzda kayan araba ile birkaç takla atmış, emniyet kemeri bağlı olduğu için daha kötü sonuçlanacak bir kazadan sadece iki kırık ile kurtulmuştu. Biri ayak bileğinde diğeri ise bel omurlarındaydı. Belindeki kırık çok önemliydi. İyi bir ameliyat ve düzenli fizik tedavi ile altı aya kadar tamamen iyileşeceği söylenmişti.

Mahkeme gününden önce, biraz daha iyileşmek, en azından koltuk değnekleri ile o salona girmek istiyordu. Doktorlar, yürümesinde sorun kalmayacağını söylese de, bunu kendi gözleri ile görmedikten sonra inanmayacaktı.

Oysa geçen birkaç gün içinde yavaş yavaş bacaklarındaki hisler geri gelmeye başlamıştı. Bu bile söylenenlerin ne kadar doğru olduğunu anlatıyordu. Hastanedeki psikolog da, bazen hastaların kendilerini en kötüye hazırladıklarını ve bu nedenle iyileşme süreçlerinde daha çok sorunla karşılaştıklarını, kısa süre sonra yürüme isteğinin ağır basacağını ve bacaklarının da o zaman bu isteği yerine getirmek için çabalayacağını söylemişti. Ama söylemedikleri başka bir nokta vardı. Bacaklarını hissetmeye başladıkça ağrılarını da hissedeceği…

Mahkeme günü yaklaştıkça, olayları daha çok düşünüyor, düşündükçe başına saplanan ağrı bacaklarındaki ve ameliyat yerindeki ağrıyı bile unutturuyordu.

Arkadaşı, kardeşi bildiği kişi tarafından aldatılmışlığı kabullenemiyordu. Celal kaçakçılık yapıyor olamazdı. Dava sonuçlanıp, gerçek suçlu ortaya çıkana kadar, bu düşünceler beynini yemeye devam edecekti.

Antep'te yaşananları tekrar tekrar aklından geçiriyordu. Ama bu kadar uzaktan hiçbir şey yapamayacağını çok iyi biliyordu. Biraz daha düzelince Antep'e gidecek ve Celal'in ve ailesinin peşine düşecekti. Kendi suçsuz olduğunu biliyordu ama başkalarının da bilmesi için Celal'i saklandığı delikten çıkartacaktı... Zeycan, kazadan sonra iki kez aramış ama ağabeyinden hiç haber alamadığını söylemekten başka bir şey yapmamıştı. Bir de İstanbul’a gelmek ve Erhan’a bakmak istediğini söylemiş ama imkânsız olduğunu ikisi de bildiği için konu hemen kapanmıştı. En azından Erhan öyle sanıyordu...

*****

Yunus, sandalyeyi getirdiğinden beri mutfaktan çıkmamıştı. Küfürler azalınca annesinin yanından kalkıp kapı ağzında bir süre Erhan'ı izledi. Alıştığını anlayınca evrak çantasına aldı, gevşettiği kravatını sıkıştırdı ve kapıya doğru yürüdü. Çıkmadan önce ağabeyine seslendi;

“Erhan, akşam ben geç geleceğim, bu sandalyeyi dolaylı yoldan da olsa bulmamı sağlayan arkadaşıma bir içki ısmarlayacağım.”

“Fazla dağıtmayın!” Erhan, hala ağabeylik yapıyordu. Oysa araları sadece dört yaştı. Ama yine de kendisini onlara göz kulak olmak zorunda gibi hissediyordu. Hele ki Sedat'a!

Yunus, ağabeyine baktı bir kez daha, “Yok, Umut ile dağıtılmaz, o beni dizginler.”

“Vay! Demek seni dizginleyen arkadaşlarında var? Neden inanamadım acaba? Azmayın!”

Yunus, gülerek kapıyı açtı, sonra kapıdan geri döndü ve günlerdir ilk kez sesinde gülümseme yakaladığı Erhan'a baktı.

“Sen iyileşene kadar ben de azmayacağım. Sonra birlikte azacağız tamam mı?”

Yunus, Erhan'ın kaza öncesinde de sakin yapısına deli olsa da şimdiki hali ile kıyaslanamazdı. Bu kadar durgunluk fazlaydı. En küçükleri Sedat, kendisine çok benzediği ve ikisi de İstanbul da olduğu için, iki kardeş sıkça birlikte bir şeyler yapardı. Ama Erhan askeri eğitimin de etkisi ile daha usluydu. Düşüncelere daldığı ve evdekilerle bile konuşmadığı zamanlar hepsini çok üzüyordu. Kısa sürede bu ruh halinden kurtulması için kolları sıvayacaktı iki kardeş!

*****


Tekerlekli sandalyesini hiçbir yere çarpmadan camın önüne kadar götürdüğünde bu başarısı için kendisini kutlamak yerine, buna daha çok alışırsa hiç yürüyememe korkusu sardı içini. Hayır, bu olmayacaktı. En kısa sürede bir fizik tedavi uzmanı ile görüşmeli ve tedavi sürecine devam etmeliydi.

Kütüphanede duran kitabına uzandı. O kitabı lanet üst rafa kim koymuştu? Söylenerek sağlam ayağının üstünde doğruldu. Kitabını alıp yavaşça yerine oturduğunda tüm alnı ter içinde kalmıştı. Bu kadar küçük bir hareket bile çok yoruyordu.

Oysa haftanın en az üç günü spor yapar, diğer zamanlarda da mümkün olduğunca her yere yürüyerek giderdi. Ağrılarının ardında kendine acımasının yattığını düşünüyor ama kabullenemiyordu.

Dans etmeyi sevmese de şu hali ile bir daha dans edemeyeceğini düşünmek bile kendisini sinirlendiriyordu. Dans mı? Kimle dans edecekti? Kazayı duyduktan sonra sadece iki kez arayan, bir kez de evde ziyaret eden, soru dolu bakışlara ‘arkadaşıyım’ diyerek yanıt veren ve bir daha aramayan Müge ile mi? Boş versene dedi kendi kendine...

Elindeki kitabın kaldığı sayfasını açtı. Düşünmektense okumak daha iyiydi!

*****   

“Hoş geldin Umut. Nasılsın?” Yunus, sorusunun yanıtını bekleme ihtiyacında değildi. Gördüğünü tanıyacak anlayacak kadar uzun zamandır arkadaştı Umut ile.

“İyiyim.” Bazen dil ne kadar kolay yalan söylüyordu!

“Bu ses iyi birinin sesi değil. Bu yüz de iyi birinin yüzü değil. Ne oldu?” Gerçekten kötü bir şeyler olduğundan emindi ama ne olduğunu anlayamadığı için sorguya çekiyordu, Umut'u. O sırada garson geldi. Önce siparişlerini verdiler. Umut zaman kazanmaktan memnundu. Ne kadarını anlatması gerektiğini bilemiyordu. Ama Yunus anlayışlıydı. Ona anlatabilirdi. Nasıl başlayacağını bilemeyince geçiştirmeyi seçti.

“Aslında bir şey olmadı ama canım sıkkın bilemiyorum.” Yine inandırıcı değildi sesi...

“Dün akşam eğlenmedin mi?” Sormayacaktı sözde dün geceyi, sormaması gerektiğini söylemişti içindeki sorgu şeytanına... Ama dayanamamıştı, şeytanı galip gelmişti. Şu hali bile mesleğini iyi yapamayacağını işaret ediyordu sanki...

Yunus, hukuk okumuş, kendi bürosunu açana kadar başkalarının yanında pişmesi gerektiğine karar vermişti. Şu an çalıştığı büro, bankaların takip davalarına bakıyordu. İş çoktu ama kazancı da fena değildi. Tahsilât üzerinden yüzde ile çalışıldığından bazen çok büyük bazen de çok küçük kazançlarla dosyaları kapatıyorlardı.

İki yıl önce bir dava takibinde tanıştığı Umut ile arada bir görüşür, bazen bir şeyler yer, ya da akşam iş çıkışı Kadıköy'deki kafelerden birinde bir şeyler içerdi. İkisinin de Kadıköy'de çalışıyor olması bu buluşmaları sıklaştırsa da genelde, gelen sevgili ya da arkadaş telefonları ile yollar ayrılırdı. İkisi de gezmeyi ve sık sevgili değiştirmeyi seviyordu.

Yunus'un yakışıklılığı ile hava atan Umut, şirketteki kızları da kızdırıyordu. Onlar ile tanıştırmış ama Yunus hiçbirini beğenmemişti. Çünkü onun kitabında bir iki kez gezilecek, belki bir ya da iki kez yatılacak kızlara yer vardı. Üçüncü çıkmada evlilik teklifi bekleyen kızlara değil! Hiç biri ile ilgilenmemişti o yüzden.


Umut, bunu biliyor ve tanıştırdığı kızlara daha baştan bunu söylüyordu ama hepsi şansını denemek istemişti. O da onları kırmamıştı. İşte bu kızlardan birinin ağabeyi engelliler için gereken her türlü materyali ithal ediyordu. İhtiyacı kalmayanlardan aldığı koltuk değneklerini ya da tekerlekli sandalyeleri ikinci elden satıyor ya da kiralıyordu. Böylece Erhan’ın da kısa süreli ihtiyacını karşılamak için tekerlekli sandalye kiralamışlardı. Genç kızın hala Yunus ile ilgili hayalleri olduğunu anladığında, üzülmüştü Umut.

Yunus bu akşam arkadaşına teşekkür etmek için buluşmak istemişti. Bir önceki gece Umut, yeni erkek arkadaşı ile yemeğe oradan da sinemaya gidecekti. O nedenle iki arkadaş görüşememişti.

Umut, Yunus ile konuşmaktan çok keyif alıyor, onu kız arkadaşlarından ayırmıyordu. Yunus da, bir kadının yanında en doğal hali ile oturmaktan, konuşmaktan aldığı keyfi, birçok şeye değişmeyeceğini biliyordu. Umut ile birlikte olmak çok güzeldi.

İkisi de, birbiri hakkında düşündüklerini seslendirmek yerine içeceklerini söylediler. Garsonun getirdiği votkasını yudumluyor sessizce oturuyordu, Umut. Yunus, daha fazla bekleyemeyeceğini anlayıp bu kez direkt sordu.

“Dün gece neler oldu? Neden bu kadar sessiz ve sıkıntılısın?”

“Ya aslında adam düzgündü.”

Yunus, bu cümleden, Umut’un çoktan adama el salladığını düşündü. Ama bu kez de nedenini merak ediyordu.

“Düzgün DÜ? Neden hemen di li geçmiş zaman kullandın? Madem iyi biri neden sildin adamı?”

“Silmedim de yani ne bileyim, sanki devam edersek iş ciddileşirmiş gibi geliyor. Bu o zıpçıktılar gibi biri değil.”

Yunus duyduklarının canını sıktığını hissetti. Umut’un durgunluğunu yanlış anlamıştı. Beğenmemek değil aksine çok beğenmekti bu kez Umut’un derdi. Eğer adam da arkadaşından etkilendiyse ve iş ciddiyete ulaşırsa?

Bu soruyu sevmemişti…

Arkadaşını bu kadar kısa sürede kaybetmek istemiyordu. Ama kendisi de olsa kız arkadaşının bir erkekle böyle buluşmasını, bir şeyler içmesini hoş karşılamazdı. O erkeği tanısa bile hoş karşılamazdı. Eh o zaman elin herifi de kendisi ile görüşmesine izin vermezdi. İyi de daha fol yok yumurta yokken neden görüşemeyeceğini düşünüyordu?

Umut yine sessizdi...

“Kızım, sen fena takıldın bu adama. Yani iki çift laf etmiyorsun. Anlat bakalım nasıl biri? Bu kadar aklın takıldığına göre!”

“Aklım ona takılı değil. Yani ona da takılı da şu an düşündüğüm o değil. Neyse boş ver. Ağabeyin nasıl oldu? Tedaviye başladı mı?”

Konunun değişmesi Yunus'u rahatlatmamıştı. Umut başka konuda da sıkıntılıydı ve kendisi ile paylaşmıyordu! En iyisi üstüne gitmemekti. Ailevi konularını anlatmayı sevmezdi Umut. O da sormazdı...

“Başladı sayılmaz. Anlatmıştım, görevden uzaklaştırıldığı için askeriyede tedavi olmayacak. Aslında hakkı ama o istemiyor. Eve yakın bir merkez bulup, orada tedavi olmasında fayda var. İş yüzünden ben de çok ilgilenemeyeceğim. Sedat zaten gece yarılarına kadar çalışıyor, hafta sonu da genelde şirkette oluyor, ayda yılda bir erken çıktığında da arkadaşları ile ya da benimle geziyor. Bu yaştan sonra babamla uzaklara yollayamayacağıma göre, bana uygun bir yer olmalı.” Umut, yavaşça elini cebine soktu. İşlerin karışmayacağını umarak, eline değen kartı aldı. Yavaşça çıkarttı elini cebinden.

“Yunus, sana bir kart vereceğim ve sizi hem yakın, hem de bu işi iyi bilen birisine yollayacağım. Askeriyede tedavi olacağını düşündüğüm için sesimi çıkartmamıştım, ama şimdi şart oldu. Böylece hepinizin sorunu çözülmüş olacak.”

“Kim o? Tanınmış biri mi?”

“Gidince tanışırsınız. Ama bu işin uzmanı olduğu konusunda sana teminat verebilirim.”  Eğer kim olduğunu söylerse. Kendilerini gitmek mecburiyetinde hissedeceklerini düşünüp susmuştu. Kartı masaya koydu. Yunus, kartın üstündeki isme baktı.


Uğur Çelik Fizyoterapist!

Bu kimdi acaba? Hayatındaki erkeklerden bir mi? Tuhaf bir arkadaşlıkları vardı. Aileleri ve sevgilileri hakkında bilgileri yoktu. Sevgilileri olduğunu bilse de adını sanını bilmezdi ikisi de.

Yunus karta yeniden bakıp cebine koydu. Sonra konuyu değiştirdi. Çünkü daha fazla düşünmek işine gelmiyordu... Şirkette olan komik bir olayı anlatıp yarım saattir masaya hâkim olan durgunluğu yok etti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder