20 Mayıs 2015 Çarşamba

Alize & Poyraz 51. Bölüm

Perşembe günü, şoför Naz Çağlar’ı hava alanından alıp geldiğinde saat iki olmuştu. Bürodaki ilk karşılaşma Nihal hanımın önünde gerçekleşmişti. Şoför tanımamışsa bile Nihal Hanım tanımış ve son derece profesyonel bir tavırla ilk kez görüyormuş gibi davranmıştı. Patronunun eski sevgilisi ile yeni karısının tanışıklığını merak etse de sorgulamayacak biriydi. Üstelik bu iki kadın her şeyi bir kenara bırakıp sarılıp ağlayacak kadar yakındı.

Anlayamadığı çok şey oluyordu. Acaba bu iki kadın patronunun paralarına konmak için komplo kurmuş olabilir miydi? Saçmaladığına ve terbiyesizleştiğine karar veren kadın masasına doğru yürüyordu ki kendisine seslenen Alize’nin sesi ile geri döndü.


“Nihal Hanım, Naz Hanım ile bana birer kahve söyler misiniz?” Bir an durdu ve aklına gelenlerden sonra ilave etti. “Bir tanede kendinize söyleyin ve bize katılın lütfen.”

Nihal Hanım bu teklife şaşırsa da başı ile onayladı. Alize’nin anlık kararlarına alışacaktı.

İki kadın gözyaşları içinde odaya girdi. Naz tekrar sarıldı Alize’ye. “Biz nasıl dayanacağız güzelim onsuzluğa? Nasıl günlerimiz geçecek? Sen nasıl katlanacaksın yalnızlığa?”

“Naz, bir tek sorunun bile yanıtını bilmiyorum. Rüyalarımda onunlayım. Her gece görüyorum. Her gece bana yol gösteriyor ama hep sabah yatağımı boş buluyorum. Bir ömür bu boşluğu yaşayacak olmak o kadar acı ki.”

“Biliyorum canım çok erken ama bir gün bir başkasını seversin. İnan asla yadırgamam. Çok gençsin. Çok az şey paylaştın. Her şeyi o kadar hızlı yaşadınız ki… Sanki erken öleceğini bilirmiş gibi… Hem eminim o da senin tek başına yaşlanmanı istemezdi.” Naz bunları söyledikçe Alize’nin yüzü değişiyordu.

“Mümkün değil Naz. Bir başka erkeğe bakmak, o erkeğe dokunmak, onun karısı olmak! Düşüncesi bile iğrenç.”

“Şimdi elbette öyle! Yıllar geçtikçe acın da hafifler. Can yoldaşı aramaya başlarsın. İşte o zaman emin ol ben sana hep destek olacağım. Kimsenin sana laf söylemesine izin vermem.”

“Canım, çok sağ ol.”

Ne dese de o an karşılıklı fikirleri değişmeyeceği için sustu. Sonra asıl konuya döndü. “Orkun ile konuştum. Senin durumunu Neslişah Hanım ile Ilgın’a açıklamak istedim. O da senin gibi acele etme dedi. Fakat bu işi en kısa sürede açıklığa çıkartmak lazım. Hazır holding bir sürü sorunu atlatmaya uğraşırken bu fırtınayı da yaşayalım diyordum.”

“Sen holdingin işlerini düzelt de ben benim durumumu hafif dalgalı atlatılacak hale getiririm.”

“Nasıl yapacaksın?”

“Bulurum bir yol canım. Sen üzülme ne olur. Poyraz’ın acısını bile yaşayamadan işe koyulmuşsun.” Naz çok içtendi. Alize'nin gözlerinin derinliklerindeki acıyı gördükçe kahroluyordu. Ne yaparsa yapsın o acıyı yok edemeyeceğinin bilincindeydi.

“Acımı hafifletmese de onun işlerini devam ettiriyor olmak çok hoşuma gidiyor. Kendimi çok daha yakın hissediyorum. O rahat olsun diye de çalışmaya devam edeceğim.”

Kapı hafifçe vurulup Nihal Hanım tepsideki üç fincan ve kuru pastalarla içeriye girdiğinde iki kadını konuşurken buldu.

Alize, aklına gelenleri söze nasıl dökeceğini bilemiyordu. Önce kahvelerinden birer yudum aldılar. Alize ve Nihal Hanım kurabiyelerden atıştırırken Naz her zamanki gibi şekersiz kahvesini yudumlamayı tercih ediyordu. Nihal hala şaşkındı bu iki kadının yakınlığına. İkisini de göz ucu ile izliyordu. Alize onun merak ettiğinden emindi ama belli etmeyişine hayran olmuştu.

“Nihal Hanım, sizi şaşırttığımızı biliyorum. Şu an açıklayamayacağımız bir sürü şey var ama şu kadarını bilin, Naz, Poyraz’ın eski sevgilisi falan değil. Hiçbir zaman da olmadı. O yüzden bizim yakınlığımızı yadırgamayın. Gerçi Poyraz bizi tanıştırdığında ben de sizin gibi düşünüyor ve gözlerini oymak istiyordum ama gördünüz gibi hala çok güzel bakıyor o gözler.” İşi şakaya vursa da Poyraz’ın adını her anışında olduğu gibi sesi titremeye başlamıştı. O ilk karşılaşmalarını anımsamıştı hava alanında. Naz’ın sarılması ve olayların gelişimi…

Nihal Hanımın şaşkınlığı her geçen an artıyor ve artık yüzüne yansımaya başlıyordu. Bu kadar açık bir konuşma beklemiyordu. Ama Alize Hanım, dolambaçlı yolları bilemeyecek kadar düz bir insandı. Sessizce dinlemeye ve duyduklarını unutmaya kararlı tavırla başını salladı.

“Naz Çağlar adını daha önce yani Poyraz’ın sevgilisi denmeden önce hiç duydunuz mu? Bu çok önemli! Sina Bey ya da Baki Bey hiç konuşmuş olabilirler mi?”

“Anımsamıyorum.” Gerçekten de hatırlamıyordu. Savaş Bey zamanında şirkette daktilo yazan kızlardan biri olarak işe başlamış, o zamandan bu zamana da şirketten hiç ayrılmamıştı. Bunca yıllık emeğinin karşılığı da yöneticilerin özel yardımcısı konumuna yükselmişti. Sekreter dense de işi çok daha ötesindeydi. Yine de böyle bir konuşma anımsamıyordu.

“Bakın Nihal Hanım, bu sorduğum çok önemli. Lütfen düşünün. Naz’ın adı bu duvarlar arasında telaffuz edilmiş ise bunu öğrenmemiz çok şeyi çözebilir.”

“Ne gibi Alize?” diyerek Nihal Hanımın yuttuğu soruyu Naz sordu.

“Bilsem çok daha fazla yol kat ederim ama ben de bilmiyorum. Sanki buralardan bir ipucu yakalarmışım gibi geliyor.”

Nihal Hanım artık kocaman açılmış gözlerle dinliyordu iki genç kadını. Birkaç dakika önce ikisi hakkında da düşündüğü kötü şeyler yüzünden utanç duyuyordu. Düşünce suçu gerçekten varsa suçluydu.

“Alize Hanım, şu an bir şey anımsayamıyorum ama düşüneceğim. Hatıralarımda önemli bir şeyler varsa mutlaka bulur çıkartırım.”

“Sizin hafızanıza güveniyorum. Tıpkı Poyraz gibi!” Gerçekten de Poyraz hafızasının ne kadar güçlü olduğunu birkaç olayla anlatmıştı. Nihal Hanım ne biliyorsa anımsayacaktı.

Kahvesi bittiği için ayağa kalkan kadın başı ile selamlamış ve “Elimden geleni yapacağım” diyerek odadan çıkmıştı.

“Alize, kadın konuşmasın sağda solda. Orkun Bey daha bilinsin istemiyordu.”

“Bilinmez merak etme. Bu kadın duvardan bile sağır, dilsiz ve kör olurmuş. Poyraz öyle demişti.”

“O zaman sorun yok yani. Bir şeyler biliyorsa anlatır.”

“Elbette.”

“Ben artık kalkayım. Bana uğrar mısın? Pazara kadar buradayım.”

“Bilmiyorum canım. Hafta içi zor ama hafta sonu uğramaya çalışırım.”

“Tamam, görüşeceğiz nasılsa.”

Naz ayağa kalktığında Alize’nin cep telefonu çalmaya başladı. Ekranda Alp’in adını görünce eski dostunun sesini uzun zamandır duymadığını fark etti.

“Merhaba Alp. Nasılsın?”

“Alize, ben de Aylin de küçük Ece de çok iyiyiz.”

“Ne? Aylin doğum yaptı mı?” İlk kez sesinde gerçek bir canlılık vardı.

“Evet, canım, hastanedeyiz. Gerçi seni arayamadım ama bizim için de üzülmeni istemedim. Bir haftadır hastanedeydik. Aylin'in kanaması vardı. Sezaryen da yapamadılar. Bu sabah kızımız nihayet teşrif etti.”

Alize duyduklarına üzülse de son haberin mutlu haber olması tüm üzüntülerini yok ediyordu.

“Hangi hastanedesiniz? Hemen geliyorum.”

Adresi aldığında Naz da yüzünde gülümseme ile dinliyordu kendisini.

“Mutlu haber sanırım? Kimin bebeği?”

“Poyraz’ın kocam sandığı arkadaşımın bebeği!”

“Şu düğündeki yakışıklı mı?”

“Evet, Alp ve Aylin de yaz aşkı diye başlayıp ayrılamayanlardan. Ben de seninle çıkayım. Onlara uğramak iyi gelecek.”

Naz, derin bir nefes alıp herkesin merak ettiği ve sormaktan çekindiği ama yine de dayanamayıp sorduğu soruyu tekrarladı.

“Senin hamile olma ihtimalin var mı?” Sesindeki umudu yakalamıştı Alize...

“Keşke olsaydı canım. Ama yok ne yazık ki.” Bu kez de Naz o sesteki umutsuzluğu yakalamıştı.

“Üzülme hayatım. Az güne çok anı sığdırdınız. Sen de onlarla avunursun.”

“Öyle olacak.” Sesi dediklerine inanmadığını anlatıyordu.

Kapıya doğru giderken masasındaki iç hat çalınca geri dönmek yerine kapıyı açıp dışarı çıktı. Yanılmamıştı Nihal Hanımdı arayan. Yanında bekleyen diğer konuğunun geldiğini haber verecekti. Alize’yi kapıda görünce telefonu kapattı. Faruk da arkasındaki hareketi fark etmiş o tarafa dönmüştü. Alize’yi göreceğini bilse de Naz ile karşılaşmayı hiç ummuyordu. Havaalanından çıkarken başındaki bandanası, büyük gözlükleri ve salaş kılığı ile tanınmayacağından emin olan Naz şirket arabasında bandana ve gözlüğü çıkartmıştı. Şimdi ise karşısındaki erkek onu bir bakışta tanımıştı.

Alize Faruk ile karşılaşmış olmaktan memnundu. Arada konuşsalar da eski dert ortağını karşısında görmek çok güzeldi.

“Hoş geldin Faruk. Nasılsın?”

“Ben iyiyim asıl sen nasılsın? Bu kata çıkmak bile zor oldu. Nihal Hanım sağ olsun.”

“Nefes alıyorum. Gel odama girelim. Sonra giderim.”

“Nereye gidiyordun? Ben habersiz geldim diye programını bozma. Bu tarafta bir matbaa makinesi bakmak için gelmiştim. Yakın olunca uğradım. Sonra gelirim yine.”

“Sorun değil. Alp var ya onun kızı olmuş. Hastaneye gidecektim ama acelesi yok, ben gidene kadar gelinlik kız olmaz nasılsa.”

Alize Faruk’u odaya sokmaya çalışırken Naz da kapıya doğru gidiyordu.

“Naz hadi birer kahve daha içelim öyle çıkalım.” dedi. Yine aklına eseni yapmıştı.
 Naz, “Yok canım ben gidiyorum, sen arkadaşınla muhabbet et biraz. Sonra görüşürüz biz.”

“Bir kahveden bir şey olmaz gel hadi.” Alize ısrar edince Naz da istemeden de olsa geri dönmüştü. Nihal Hanım kahveleri söylemişti bile.

“Siz tanışmıyorsunuz değil mi?”

“Ben hanımefendiyi elbette tanıyorum ama tanışmadık.”

Faruk, Poyraz’ın eski sevgilisine hayrandı. Ama işte o kadın Poyraz’ın eski sevgilisiydi. Alize’nin yanında görmeyi umacağı en son insan! İki kadının ölmüş bir erkek için kapışmasına izleyici olacağını düşünürken, şaşkınlıkla, büyük bir dostluk izlemeye başlamıştı.

“Naz Çağlar, Faruk Yaner” Faruk, elini sıktığı genç kadının güzelliğini hayran bakışlarla izliyordu. Elini geri çektiğini hissettiğinde ne kadar uzun tuttuğunu fark etti.

“Resimlerinizden çok daha güzelsiniz.” Of ne kadar klişe bir laf. Ama doğruydu.

“Teşekkür ederim.”

Naz'ın sesinde ise aynı cümleleri duymaya alışmış ve artık çok doğal gelmeye başlamış bir hava vardı. Bu ses tonu uzak tutmaya çalıştığı kişilere karşı kullandığı ses tonuydu. Tanımadığı herkes için geçerliydi bu uzak tutuş...

İlk tanışmanın ardından Faruk daha fazla budala gibi gözükmemek için kendisini zorlayıp Alize ile konuşmaya başladı. Biraz Poyraz biraz işler konuşuldu. Daha fazla kalmasının manası yoktu. Naz Çağlar ile konuşacağı bir şey olmayınca da hızlıca içip bitirdiği kahveden sonra ayağa kalkıp vedalaştı. Alize de ayağa kalkmıştı. Nasılsa Alp’in kızını görmeye gidecekti. Üçlü odadan çıktığında Faruk daha çok soru işaretleri ile dolmuştu. İki kadın arasındaki yakınlık ölümden sonra mı oluşmuştu? Sorularına yanıt alamadan ayrıldı yanlarından…

Naz taksi beklerken sımsıkı sarılmıştı iki arkadaş. “Seni arayacağım. Sen Poyraz’ımın emanetisin.” Naz’ın yaklaşımına buruk bir gülümseme ile yanıt verdi Alize. “Sen de bana emanetsin.” İkisi de hafif buruk gülümseme ile ayrıldılar.

“Alp, bu çok güzel bir kız. Annesinden bile güzel.” Çok küçük olmasına rağmen yeni doğan ünitesinin en güzel kızına bakıyordu Alize.

“Ne de olsa hem annesinin hem de benim genlerimi aldı. Elbette çok güzel olacak.”

Doğru söylüyordu. Anne ve babasının ortak imalatı olarak ikisinden de çok hoş tarafları almıştı. Sonradan değişmemesini umarak baktı güzel Ece'ye.

“Çok haklısın. Dünya tatlısı bu böcek!”

“Böcek mi? Kızıma böcek deme.”

“Derim. O en güzel böcek. Hadi annesini görelim.”

Alize, Aylin ile kucaklaşmış, son günlerdeki kendi sıkıntıları yüzünden arkadaşını arayamadığı için özür dilemeye çalışmıştı. Aylin ise yıllardır tanıdığı Alize’nin çökmüş halini görüp loğusa yatağında sımsıkı sarıldı. “Sakın bunu söyleme. Asıl biz senin en çok desteğe ihtiyacın olduğu zamanda yanında olamadık. Ece Hanım, sorun çıkartarak gelmeyi tercih etti. Sen bizi affet teyzesi.”

“Teyzesi değil halası bir kere. Alize benim arkadaşım.”

“Bunun kavgasını yapmayın. O böcek büyüdüğünde bana abla diyecek.”

“Böcek deme ya.”

“Aylin, bu baba var ya daha şimdiden kızını çok sahiplenmiş. Laf söyletmiyor.”

“Canım, bana yaptıklarını bir görsen, inanamazsın.” İki kadının çekiştirmelerini dinlememek için dışarıdaki diğer aile fertlerinin yanına kaçmıştı Alp.
Aylin de birçok kadın gibi merakla “Alize, hamile olabilir misin? Ece’ye arkadaş var mıdır?” diye sordu. Daha soru bitmeden anlamıştı ne geleceğini Alize.
“Yok Aylin. Keşke olsaydı ama yok ne yazık ki.” Daha kaç kişi soracaktı acaba?

Aylin'in babası Hasan Bey ile de konuşup yardımları için bir kez daha teşekkür edip kalkmıştı Alize. Hastane bahçesinde yürürken kaybettiğine ve hiç sahip olamadığına dair yaşlar dökülüyordu yine yanaklarından.

Günler peşi sıra yaşanıyordu. Hemen her gün bir öncekinin aynıydı. Cuma günü de aynı şekilde geçti. Gündüzleri yaşamak çok daha kolaydı. Akşama kadar ya şirketler hakkında bilgi topluyor ya da toplantıya giriyordu. Yorulmak yarıyordu. Annesi ile babası sık sık arıyordu. Aslı ve kocası ise iki akşamda bir uğruyordu.
Poyraz’sız yaşama ayak uydurmaya çalışıyordu. Her gece kocasını rüyasında görmeye devam ediyordu.

Ilgın’ın doğum günü de Cumartesi akşamına denk gelmiş aile sadece kutlamış küçük hediyeler almış ama eskisi gibi şaşalı bir parti yapılmamıştı.

Alize Orkun’un kimlik bilgilerinden o günü bileceğini ve hediye ile geleceğini düşünmüş ama Ilgın’ın o geceki suratını görünce, değil gelmek aramadığını bile anlamıştı.

“Ben çayları tazeleyeyim.” diyerek ayağa kalktı. Odada oyalanmak için kotunun üstündeki gömleğini düzeltti. Sonra da, “Ilgın, bana yardıma gelir misin?” diyerek mutfağa çağırdı. Alt tarafı çay koyuyordu. Ilgın da o davetin yardım için olmadığını biliyordu. Lafı dolandırmaya gerek yoktu.

“Neden aramadı seni? Kavga mı ettiniz?”

“Kim neden aramadı?”

“Ilgın, bana bari yapma canım. Suratından Orkun’un aramadığı ve senin de üzüldüğün belli.” Sözde karışmayacaktı. Dayanamıyordu işte. Yine o çilli burnunu sokmuştu başkalarının işine.

“En son konuşmamızda ona çok kötü bir laf ettim. Haklı aramamakta.”

“Nasıl kötü laf?”

“İşe yaramazsınız hepiniz, dedim.”

“Of ağır olmuş gerçekten. Sen de biliyorsun ki ellerinden geleni yapıyorlar. Üstelik Orkun iddia makamı sayılır! Yani suçlayacak tarafın yanında. Öyleyken bile bize çok yardım etti.”

“Biliyorum ama hem babamın hem de ağabeyimin katili ortalıkta gezinirken ben de sakin durup bekleyemiyorum.”

“Haklısın hayatım. Sen de haklısın ama tek sorumlu Orkun değil. Galiba bir özür borçlusun.”

“Borçlu değilim. Diledim çünkü. O saçma lafı eder etmez özür diledim. Sinirim bozuk dedim. Seni kastetmedim dedim. Ama gördüğün gibi yine de aramıyor.”

“Sen ara!”

“Asla!”

“Neden? Sanki aranızda duygusal bir şeyler var gibi gelmişti bana.”

“Benim tarafımdan var. Hatta o kadar var ki, babamı ağabeyimi düşündüğümde bir an aklımın Orkun’da olduğunu fark ediyorum. Ağlarken aklıma o gelince gülümsemeye başlıyorum. İki büyük acıyı yaşamış ben hala gülebiliyorsam o da Orkun’u andığım anlarda. Ama o benim için aynı şeyleri hissetmiyor demek ki. Bugün çok bekledim aramasını. Ama bu saat oldu aramadı.”

“İşi vardır. Saat gün mefhumu olmayan bir işi var. Belki de hala çalışıyor. Özel numarasını arasana!”

“Bugünün doğum günüm olduğunu biliyordur diye düşünüyorum. Yanılıyor da olabilirim. Belki de hiç anımsamıyor! Ama anımsıyorsa ve ben de ararsam hediye bekleyen saçma tiplerden olurum. Yarın ararım belki.”

“Belki deme ara. Söz mü?”

“Söz.”

“Tamam, o zaman daha çok surat asıp babanla ağabeyini üzme. Onlar seni bu kadar üzgün görmek istemezdi.”

“Haklısın.”

Gerçi evde kimse gerçekten gülmüyordu. Sadece iki damla gözyaşı arasına ufak bir tebessüm sıkışıyordu. Yine de Ilgın az öncesine göre daha iyi bir yüz ifadesi ile çıktı mutfaktan. Neslişah Hanım fark etse de ilgilenemeyecek kadar üzgündü. Poyraz için yapılan taziye ziyaretleri çok daha fazla yormuştu kadını. Cesedinin hala bulunamaması ise kâbuslarına konu oluyordu. Oğlunun balıklar tarafından parçalandığını gördüğü rüyalardan tansiyonu fırlamış şekilde uyanıyordu. Kimseye kâbuslarını anlatamamak da çok yıpratıyordu.

Alize, sessiz geçen doğum gününün bitmesi için evine gitmeye karar verdi.

“Anne, ben evime geçiyorum artık. Sen de uyu çok yorgun gözüküyorsun.”

“Yorgunum Alize, çok yorgunum.”

Sesindeki yorgunluk da sözlerini destekliyordu. Neşeli şen şakrak kadın iki ay içinde yaşlanmış çökmüş, gülmeyi unutmuştu.

“Sen bize lazımsın. Bak kızın yanında ve sana ihtiyacı var. Benim de sana ihtiyacım var. Bana Poyraz’ı anlatacaksın. Her gün onun ömründen bir günü paylaşacaksın ki kalan günlere katlanabilelim.”

“Alize, güzel gelinim. Anlatacağım. Ama biraz zaman ver bana.” Konuşabileceği zamana kadar sessizliği tercih edecekti.

“Elbette zamanımız bol anne. Sen ne zaman hazır olursan!”

Ilgın ile de vedalaşıp kapıya doğru yürüdü. Tam çıkacağı sırada cep telefonu çaldı. Ekrandaki ismi görünce gülümsedi. Bir süre sessizce dinledi. Sonra tamam dedi ve kapattı. Kapıdan geri döndü.

“Anne, Ilgın benle gelebilir mi? Bir şeyleri ayıracağım dolaptan. Bana yardımcı olsun?”

“Bu saatte mi?”

“Uyku tutmuyor ki. Yorulursam uyurum belki.” Yalan değildi. Uyumak istiyordu. Rüyalarında kocasını gördüğü için uyumak istiyordu ama düşünmekten uyuyamıyordu.

“Tamam gelsin.”

“İyi geceler. Hadi Ilgın, gel de doğum gününde iş yaptıran yengenin dedikodusunu yapacağın bir mazeretin olsun.” onu başka şekilde evden çıkartamayacağından emindi.

“Yarın yapsak olmaz mı? Yarın pazar. Yani sana yardım etmek isterim ama canım istemiyor.” canı sadece uyumak istiyordu. Bu günü bir an önce bitirmek istiyordu.

“Gel de tut işin ucundan. Sıkıntın geçer.” hem de belki temelli geçer o sıkıntı!

“İyi.”

Sesi ve söyleyiş şekli ne kadar isteksiz olduğunu belli ediyordu. Kapıdan çıkıp diğer villaya doğru yürüdüler. Kapıya yaklaştıklarında gördükleri karaltı ile Ilgın ürktü. Alize ise sakin bir sesle “Hoş geldin Orkun. Ne işin var bu saatte kapımda çiçeklerle?” diye soruyordu, sanki bilmiyormuş gibi. Orkun, tereddütlü sesi ile
“Üzgünüm, çiçekler senin için değildi. Ama asıl sahibi kabul eder mi bunu da bilmiyorum?”


“Ona sor istersen.” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder