17 Mayıs 2015 Pazar

Alize & Poyraz 47. Bölüm

Orkun, Ilgın'ları eve bıraktıktan sonra dönüş yolunda telefonu çalınca ümitlenmişti yeniden. Gelen telefon ertesi sabah mahkemede Alize'nin tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılacağının deliliydi. Bir plan yapılması gerekiyordu. Kimin ne bildiğini öğrenmek ve sabah olmadan planı oluşturmak için sadece yedi saatleri kalmıştı. Savcı ile acil konuşması gerekiyordu. Telefonu kapatıp gaza bastı. Birkaç dakika sonra gelen ikinci telefon ise Alize'nin arkadaşı Ercan'dandı.

Beyin Cerrahı olarak arayan Ercan, Sina Kurt'un ölümündeki delillerden birinin yanıltmaya yönelik olduğunu anladığını ama bunu mutlaka Alize-Poyraz Kurt çifti ile ilgisi olmayan bir uzmanın da tespit etmesini ve raporun başkası tarafından verilmesini söyledi. Gece nöbetteydi ve adli tıptaki arkadaşı ile yaptıkları incelemede, beyindeki hasarın sağ elini kullananan birisinin sol elini kullanarak ateş etmesi sonucunda oluşacağını kesin olarak tespit etmişlerdi. En az 1.75 boyunda biri sol elini kullanmış ve bunu yaparken mutlaka sağ eli ile destek olmuş olmalıydı. O bile sol eli kullanmaya alışkın olmayan birinin titrek bir atış yapmasına neden olurdu. Elbette cinayet işlemenin heyecanı da buna etken olabilirdi ama sağ sol el kombinasyonu çok daha bariz bir belirtiydi. 


Orkun, Ercan'ın kendisine ulaşmasına şaşırmış olsa da asıl söylediklerine daha çok şaşırmıştı. Adli tıp bunu araştırmamış olabilir miydi? Ama adli tıp zaten kol uzunluğu ve açı farkını bulup intihar sanılanın cinayet olduğunu ispatlamıştı. Bu kısmını da başka uzmanlar çözse ne olurdu ki? O bunları aklından geçirirken Ercan başka bir bilgiden daha söz etmeye başlamıştı. İşte o bilgi gerçekten ilginçti. Tüm dosyaların seyrini değiştirecek kadar ilginç hem de! Orkun arabayı kenara çekip notlar almaya başlamıştı. Adliyeye geldiğinde sabah olmak üzereydi. Ercan'dan aldığı bilgileri savcı ile paylaşmak üzere doğru odasına gitti.

Savcının da o gece eve gitmeye niyeti yoktu. Sabaha kadar Kurter Holding'in sahiplerinin başına gelenleri sıcağı sıcağına çözmek istiyordu. Okulda onlara en fazla çözümün ilk yirmi dört saat içinde yapıldığı öğretilmişti. Az önce uydu görüntüleri de kedisine ulaştırılmıştı. Bazen bürokrasi işleri gereksiz uzatıyordu. Tam izlemeye başlayacağı sırada Orkun kapısını çalınca onu da yanına aldı. Orkun önce kendisine gelen bilgileri aktarınca uydu görüntüleri daha da önem kazanmıştı. Uzman memurun yardımı ile ikili, görüntüleri incelemeye başladı. Bozcaada'dan ayrıldıktan sonra tekneyi izleyen kimse olup olmadığını kontrol ettiler. Başka tekneler vardı ama özel olarak takip eder gözüken yoktu. Diğerleri de gezi teknesine ve balıkçı teknesine benziyordu. Yine de o iskelelerden denize açılan tüm tekneleri araştıracaklardı. Elbette çiftin o tekne ile seyahate çıktığını bilen herkesi de!

Assos kıyılarına geldikten sonra yaşananlar ise Alize Kurt'un anlattıkları ile örtüşüyordu. O kadar yakınlaştırılmıştı ki güvertede dans eden çift bile gözüküyordu. Sonra içeriye girdiler. Tekne iki saat kadar hiç hareket görmeden bağlı olduğu iskelede kaldı. Gece saat üç sıralarında bir karaltının tekneye bindiğini kısa duruşlarla önce kıç kısmında sonra da teknenin burun tarafında gezindiğini, daha sonra gözden kaybolduğunu ve kısa süre sonra yeniden dışarıya çıktığını, ardından da çapayı çekerek motorları çalıştırdığını gördüler. Tekne kısa sürede açık denize çıkmıştı.

Teknenin ardında şimdi başka bir karaltı vardı. Orkun o karaltının Zodyak bota benzediğini söyleyince biraz daha yakınlaştırdılar. Yanılmıyordu. Kıyıdan yedi sekiz mil uzaklaştıktan sonra tekne durmuştu. Yakınlaştırılmış görüntülerde sık sık o karaltının içeri girip çıktığı ve tekneyi kullanmak için dümenin başına geçtiği görülüyordu. Durduktan sonra ise yine içeriye girmiş ve bir süre sonra belirsiz bir şekil güverteye çıkmıştı. O belirsiz şekil, sürükleyerek bir şey taşıyordu. Sonra da taşıdığı yükü suya bıraktı. İzledikleri sahne Poyraz Kurt'un nasıl yok olduğunun belgesiydi. Tüm bu süre içinde teknede başka hiç hareket olmamıştı. Savcı defalarca kez karaltı halinde gözüken adamın yakınlaştırılmış görüntüsünü istese de net bir resim alınamamıştı. Tek bilinen Poyraz Kurt'un birisi tarafından açık denize atıldığı idi. Üstelik baygın olduğu ortadaydı. En ufak bir mücadele görmemişlerdi.  Kaydın devamını da izlediler!

Orkun iki saat kadar sonra Alize'nin yanına gittiğinde onu çantasına sarılmış sallanıp dua ederken bulmuştu. Bu genç kadının acılarını dindirebilmeyi çok isterdi. En azından kocasına ne olduğunu söyleyebilmeyi! Oysa savcının dediklerini yapacaktı. O denize atan adamın ya da kadının... Ki Poyraz kadar yapılı bir adamı bir kadının atması güçtü ama imkansız değildi... Yakalanması için olayı intihara bağlayacaklardı. Böylece katil zanlısı hata yapacak ve yakalanması kolaylaşacaktı. Çünkü görüntüler yüzü kapalı birisinin tüm bunları yaptığını belgelemişti. Bunu yapan kişi tekneyi derin sularda bırakmış arkadaki Zodyak ile oradan uzaklaşmıştı. Uydu takibi yapılmış ama karaya çıktıktan sonra aynı derecede başarılı olamamışlardı. Çünkü Zodyak’ı kıyıya bağlamamış kumsalın çakıllık olduğu bilinen bir koyda ateşe vermişti. Uydudaki görüntüde alevler rahat seçiliyordu. Böylece bulunma ihtimali olan deliller de yok edilmişti. Bu işi iyi bilen biri ile karşı karşıya olduklarını düşünüyorlardı. Teknenin sürüklenmesi ve Poyraz’ın kısa sürede suya gömülüşü de uydu görüntülerinde netti.


Sabah kahvaltı olarak sadece çay içen Alize tüm gece ağlamanın verdiği bitkinlikle bir saat kadar uyumuştu. Uyandığında tüm yaşadıklarının kâbus olduğunu düşünüp mutlu oldu. Ama gözünü açtığında her şeyin gerçek olduğunu anladı. Orkun’un odasındaydı. O lanet koltukta uyumuştu. Gözleri yeniden doldu. Ama ağlamanın zamanı değildi. Poyraz'dan haber gelmiş olabilirdi. Umutla kapıya doğru yürürken bir başka koltukta Orkun'un uyuduğunu gördü. Hayal kırıklığı ile öylece kaldı. İyi haber gelse mutlaka söylerlerdi. Sabaha kadar kullandığı koltuğa geri döndü. Omuzları düşmüştü.

Orkun onun hareketlerinden uyanmıştı. Sesiz olmaya çalışsa da iç çekişi oldukça gürültülüydü. Onun yerinde olmak istemezdim, diyordu beyni. Acısı yüzünden o kadar net okunuyordu ki. Gecenin bir vakti hikâyelerinin tamamını dinlemişti. Mucizeler bir araya gelmiş gibiydi. Olmaz denilen aşk olmuş, evlilik bile tahmin edilemeyen şekilde gerçekleşmişti. Orkun o aşk gibi aşkı yaşamak istiyordu. Ama böyle acı yaşamadan!

Koltukta doğrulup yanına gitti. Koltuğun koluna oturup “Günaydın” dediğinde Alize alaylı bir bakışla “Bundan sonra Poyraz bulunana kadar aydınlık olmayacak” dedi. Bunu tüm benliğinde hissediyordu. Pozitif düşünceleri ile insanları olumlu düşünmeye iten güler yüzlü kız gitmiş yerine bir gecede tüm karakteri değişmiş biri gelmişti. Orkun elinden gelen yardımı yapsa da acısını bir zerre bile hafifletemediğini biliyordu. Kahvaltı için ısrar etse de sadece bir bardak çaya ikna edebilmişti. Şimdi o çayını yudumlarken kendisi de üstüne çeki düzen veriyordu. Birazdan nöbetçi mahkemeye çıkacaklardı.

Herkes oradaydı. Deliller sunulmuş, Alize avukatın ve Orkun'ların bulduğu delillerin ışığında tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. Ortada Alize’yi cinayet ya da cinayete teşebbüsle suçlayacak bir delil yoktu. Uydu görüntüleri başka birisinin yaptığını oldukça net gösteriyordu. Alize'nin azmettirici olabileceği ihtimaline karşılık yurt dışına çıkışı yasaklanmıştı. İfadelerde Alize’nin kocası ile olan ilişkisinde cinayet azmettiricisi olabileceğine dair ufak bir şüphe bile yoktu. Yine de tedbir alınmıştı.

Mahkeme salonuna iddia makamı ve savunma makamından başka kimse alınmamıştı. Alize’yi temsil edebilecek dört avukat varken savcının isteği kendisine ulaştırılmış sadece Vural Beyin davaya girmesini istemesi söylenmişti. Alize de savcılığın talebini Vural Beye iletmişti. Avukat şaşırsa da isteği yerine getirmişti. Talebin neden yapıldığı ise uydu görüntülerinin mahkeme salonunda izlenmesi ile anlaşılmıştı.

Alize, Poyraz’ın suya atıldığı görüntülerde bayılmıştı. O ana kadar titreyerek de olsa kendine hâkim olmaya çalışmıştı. Ama kocasının derin sulara bırakılmasını ve suya gömüldüğü sahneyi izlediğinde dayanamamıştı. Birkaç dakika sonra kendine geldiğinde özür dilemeye çalışsa da kimse onun özrünü beklemediği için sakin olmasını ve üzülmemesini söylediler. Alize umutlarının tükendiğini hissediyordu. Suya gömülen bedenin hiç hareketsiz olması, kurtulma ihtimalini yok ediyordu. Yine de bir umut etrafındaki yüzlere bakıyor, kurtulmuştur, demelerini bekliyordu. Ama baktığı yüzlerin hiç biri ona umut vermedi. Poyraz kurtulamamıştı!

Vural Bey ve Alize gördüklerini kimseye anlatmamak için yemin ettirildi. Her ikisi de Poyraz’ı denize atan suçlunun yakalanması için ne gerekiyorsa yapacakları için isteği yerine getirdi. Mahkeme salonunun kapısına çıktığında içinde en ufak bir rahatlama yoktu. Artık olmayacak duaya âmin diyeceğini hissediyordu. Yine de umutsuzluğunu diğerlerine belli etmeyecekti.

Tüm ailesi oradaydı. Hem kendi anne babası hem de Poyraz'ın ailesi... Elbette Aslı ile Ercan ve İsmet Bey de kapıda bekleyenler arasındaydı. Neslişah Hanım ile Ilgın hıçkırıklarla ağlıyor, Nur hanım ve kızları onları teselli etmek için çırpınıyordu. Hepsinin dilinde aynı şey ‘Poyraz bulunacak’ … Alize uzaktan duyduğu cümlelere içinden yanıt veriyordu. ‘Ama nasıl bulunacak?’ Hayatta olduğunu düşünmek, bir yerde baygın ya da hafızasını yitirmiş yatarken bulunacağını düşünmek bir nebze de olsa avutuyordu. Ama izlediği görüntüler aksine denizin ortasına baygın atıldığını ve boğulduğunu gösteriyordu.

Onu görenler hareketlenince diğerleri de mahkeme kapısının olduğu tarafa baktı. Bir anda hepsi Alize'nin yanına gelmişti. Hepsi o ana uygun sözleri sıralıyordu. Alize ise tek bir kelimeyi bile anlamıyordu. İçindeki boşluk o kadar büyüktü ki... Ne hissedeceğini, ne hissetmesi gerektiğini bilemiyordu. Tek duyduğu annesinin “Eve gidelim” sözleriydi. Eve gidecekti ama kocası ile paylaştığı eve. Eğer Poyraz kurtulursa ve ararsa orasının numarasını biliyordu. Başka yerde olamazdı. Evinde olmalıydı.

“Eve gitmeliyim.” dediğinde ses tonundan herkes hangi evi kastettiğini anlamıştı. Kimse itiraz edemedi. Annesi “Seninle kalalım bir süre, ister misin?” dediğinde sadece kafasını salladı. O evde tek kalmak istemiyordu. Aslı, yanına gelip, “Ben de kalacağım canım” dedi. Alize yine sadece kafasını salladı. Konuşacak durumda değildi. Bir taraftan Aslı bir taraftan Ilgın koluna girmişti. Sanki ayakta duramayacak gibi görünüyordu. Yakınındaki herkes onu ilk kez böyle görüyordu.

Tüm kargaşada kapı önünde bekleyen gazetecileri herkes unutmuştu. Ama kapıdan çıkarken anımsadılar. Korkunç bir kalabalık, canlı yayın araçları ve kendisine uzatılan mikrofonlar büyük bir karmaşa yaratmıştı. Avukat Vural Bey, tüm sorulara ‘Yorum yok, sonra basın açıklaması yapacağız’ şeklinde yanıt veriyor, yine de kimseyi uzaklaştıramıyordu. Canlı yayın yapmak isteyen kanalların talepleri de geri çevriliyordu. Diğer üç avukat da aynı şekilde yanıtlarla kalabalığı yarmaya çalışıyordu. Aynı zamanda Basın ve Halkla İlişkiler bölüm müdürü de oradaydı. Holdingin başına gelenler herkesin ilgisini çekiyordu.

Alize o karmaşadan sıyrılmak eve gitmek ve Poyraz’ı beklemek istiyordu. Salondan çıkartıldığından beri tek lafı “Eve gidelim” olmuştu. Sonrasında tek kelime etmedi. Aslı arkadaşının neredeyse cansız bedenini sürüklercesine arabanın arka koltuğuna bindirip kendisi de yanına oturdu. Ercan direksiyona geçti. Yanına Güngör Beyi almıştı. Suzan Hanım da arkaya kızının yanına oturdu. Diğer arabalar da kısa sürede yola çıktılar. Tabii gazeteciler ve televizyoncular da peşlerindeydi. Önce Ercan’ın arabası siteye ulaştı. Hemen Poyraz ile Alize’ye ait olan villaya geçtiler. Kapıdaki güvenlik görevlilerine aileden ve arkadaşlardan başka hiç kimseyi izin almadan içeriye sokmamalarını tembihlediler. Tüm yolu Alize sessizce gelmişti. Tek kelime etmemiş, sorulara yanıt vermemişti. Hiç birini duymuyordu. Aklı izlediklerindeydi. Umutları tükenmişti...

Ercan, dün gece Orkun ile konuştuğunu kimseye söylememişti. Karısından ve Alize’den sır saklamak hoşuna gitmese de şu an itibariyle o bilgileri açıklayamazdı. Bu durumda Sina Beyin katili saklanabilirdi. Sakladığı bilgilerin ezikliği ile sessizce eve girdi Ercan. Alize ise kapıdan girer girmez mutfağa yönlenmişti.
Herkes onu izliyordu. On üç kişi de ne yapacağını bilemez şekilde alt katın salonunda orta yerde duruyordu. En sonunda birileri oturmaya karar verdi ve tuhaf görüntü dağıldı. Aslı arkadaşının yanına mutfağa geçti. Alize, çaydanlık ve su ısıtıcı ile su kaynatıyordu. Aslı, Hayat ve Nurhan ‘Biz yaparız’ dese de hepsini mutfaktan çıkartmıştı. Ayşe ile Sultan hamle yapınca sadece bakarak onları da durdurmuştu. Dolap kapaklarını açıp kapatıp fincanları, hazır kahveyi ve şekeri çıkarttı. Herkese kahve hazırlıyordu. Hareketleri sertti. Aslı yine mutfağa döndü. Yardım etmeye çalışsa da Alize ona bakmadan fincanları tepsiye dizmeye devam ediyordu. Hala tek kelime etmemişti. Aslı omzuna dokununca kafasını kaldırdı. Arkadaşının gözlerindeki üzüntüye baktı. Sonra ağlamaya başladı.


O kadar yüksek sesle ve hıçkırıklarla ağlıyordu ki açık mutfağı gören salondakiler bir anda yükselen sesle yerlerinden sıçradılar. Aslı sarılmak istese de Alize’yi tutamadı. Yavaş, yavaş yere kaydı ve mutfaktaki kilimin üstüne çöktü. Mutfağa koşan annesinin de babasının da en ufak faydası olmadı. Ercan herkesi dışarı çıkarttı. Ağlamanın iyi geleceğini söyleyerek ikna etti. Alize, sesi kısılana kadar ağladı. Kafasını mutfak dolabına dayayıp gözlerini yumdu. İç çekerek sessiz hıçkırıklarla ağlamaya devam etti. Kimse dokunamıyor, ne yapacağını bilemiyordu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder