18 Mart 2015 Çarşamba

Sırlar, Yalanlar ve Kararlar 15. Bölüm

Kahve molasında kayıt durdurulmuştu. Bu saatten sonra bu odada olanlar sadece ikisi arasında olacaktı. Erhan gözlerden ve kayıt cihazından uzak baş başa kahve içmek istiyordu. Aslında amacı bu ortamda normal konuları konuşup daha yakından tanımaktı. Yemek saatinde de konuşuyorlardı ama başkaları da etraflarında olduğundan konular çok genel oluyordu.

“Teşekkür ederim, içerim.” Aden, iki gündür neredeyse sekizer saatini geçirdiği bu adama bir sürü soru sormak istiyor ama çekiniyordu. Üstü karşısında zaten güç bir durumdaydı, yine de dayanamadı…

“Efendim, bu sorgu olması gereken prosedürlerde değil. Bu sizin tarzınız mı, albayımın isteği mi?”

“Her ikisi de desem! Normal şartlarda tutuklanmış olmanız gerekirdi. Albayım buna gerek duymamış. Ben de onun güvenini bu kadar kazanmış birisini sorgularken daha esnek olduğumun farkındayım. Gerçi bu iki güne güvenmeyin
. Cuma günü yeniden görüştüğümüzde bu kadar rahat olamayacaksınız!”

“Bu işin bitmediğini biliyorum. Gerçek suçlunun yakalanması için ne gerekiyorsa yapmak istiyorum. Ama asıl korkum suçun üstüme kalması.”

Bu esnada kapı açıldı ve Albay Mustafa içeri girdi. İkisi de ayağa kalkarak komutanlarının oturmasını beklediler. Keyifli gözüküyordu albay!

“Bitti mi sorgu? Makine kapanmış! Buldun mu suçluyu, Erhan?”

“Henüz değil efendim. Kısa sürede çözeceğimi umuyorum. Bugün müsaitseniz sizinle konuşmam gereken bazı konular var.”

“Elbette, biraz sonra odama gel. Ben asıl söylemek istediğimi söyleyeyim. Belki biraz keyiflenirsiniz. Deneyler bitti ve dürbün kusursuz. Ellerine sağlık, Aden! Süper bir iş başardın!”

“Çok teşekkür ederim efendim. Patenti çıkarttığımızda çok rahatlayacağım.”

“Çok hızlı alacağız o patenti. Zaten her şey hazırdı. Son deneylerin neticesini de aldık. Bundan sonrası bizim sorunumuz değil.”

“Yine de patent çıkana kadar içim rahatlamayacak. Efendim… Yeni bir haber var mı?”

“Aden, bu konu hakkında seninle konuşamam.”

“Özür dilerim efendim, sormamalıydım.”

“Merakını anlıyorum ama prosedürleri bu kadar delemem. Ben de gerekli araştırmaları yaptırıyorum. Terör örgütünün izini sürüyoruz.”

Aden, çok şey sormak istiyor ama hepsine benzer yanıtlar alacağını bildiğinden susuyordu. Erhan ise bu konuşma boyunca her ikisini de izlemişti. Albay Mustafa’nın rahatlığı kendisini nedense rahatsız etmişti. Bu kadar önemli bir kayıpta nasıl bu kadar rahattı. Bildiği bir şeyler mi vardı? Bunu da araştırmak üzere beynine not etti.

“Ben odama geçiyorum, sen de işin bitince gelirsin Erhan.”

“Tamam efendim.”

Mustafa albayın çıkışından sonra Aden içindeki mutluluğu daha rahat yaşamaya başladı. Nihayet projesi tamamlanmıştı. Keşke her şey yolunda olsaydı da bunu kutlayabilseydi. Aklına ilk gelen ismin Ferhat olmasından mutluydu. Ama onunla bile kutlayamazdı. Ne diyecekti. ‘Milyon dolarlık projem mutlu sonla sonuçlandı, tüm dünyaya satacağız hadi gel kafaları çekelim’, mi? Aklından geçenlere gülmeye başladı…

Erhan, yine dalmış bir şekilde bu gülen yüzü izlerken yakaladı kendisini. Aden de kafasını kaldırdığında kıvrılmış dudaklarla yüzüne bakan Erhan’ın gözleriyle karşılaştı. O gözlerdeki anlamı doğru okuduğundan emin değildi. Yine de beğeni olduğunu sandığı ifade kısa sürede kayboldu. Beğeni mi? Erhan binbaşı mı? Öyle bir şey olamayacağı için Aden kendisine kızdı. Adamı neyle itham ediyordu… Saçma…

Erhan yakalandığının farkındaydı. Aden’in gözlerinde oluşan soru işaretlerini de görmüş hemen bakışlarını ve yüz ifadesini değiştirmişti. Böyle bir ortamın yeri ve zamanı değildi…

***  


Aden kahvesi bitince müsaade istemiş, Erhan da istemeyerek izin vermişti. Odasına döndüğünde yapacak hiçbir şeyi olmadığı için servis saatine kadar boş boş oturdu. Elbette boş otururken aklından geçenler tüm boşlukları doldurdu. En anlam veremediği olaylardan biri de Erhan binbaşının bakışlarıydı. Bunun üstünde durmak istemedi. Birkaç gün öncesine kadar hayatında tek erkek yokken, bugün ikinci erkeğin beğeni dolu bakışlarıyla karşılaşmak biraz şaşırtmış, biraz kadınlık gururunu okşamış ama en çok da rahatsız etmişti.

Aklından doğru düzgün bir şey geçmeyeceğini anlayınca tüm düşüncelerini Ferhat’a kaydırmıştı. Bu akşam da arayacak mıydı acaba? Ya aramazsa? Dünkü öpüşmelerinden sonra arayacağından emindi. İkisi de çok etkilenmişti. Göz bebeklerinden anlaşılıyordu neler hissettikleri. Bazı şeyler rol de olsa o öpüşmenin verdiği heyecan gerçekti. Üstelik defalarca kez yeniden öpüşmüş, ellerinin ulaşabildiği her yeri okşamış, duydukları heyecanı karşısındakine de geçirmek için çabalamışlardı. Düşünürken bile heyecanlandığını hissediyordu. Bu çekim daha önce hiç yaşamadığı kadar kuvvetliydi. Üstelik tüm bunları bir arabanın ön koltuğunda yaşamış olmak da utanç kaynağıydı. Utansa da yine olsa yine yapacağından da emindi. Bu etkileşim başka bir Aden yaratmıştı.

Servis aracına bindiğinde akşam için heyecanı devam ediyordu. Bu akşam ne yapacaklardı acaba? Daha aramamıştı bile. Ararsa plan yaparlardı. Arar mıydı? Düşündükçe heyecanı artmış, bu arada servisten ineceği yere geldiğini bile fark etmemişti. Şoförün seslenmesi ile toparlanıp indi araçtan. Kafası önde hızlı adımlarla evine yürürken binanın önündeki kalabalı fark etti. Ne olduğunu anlamak için sağa sola bakınırken kendi oturduğu binanın dış cephesinin isten karardığını gördü…

Daire camları kırılmış, perdeleri yanmış halleri ile camdan dışarıya doğru sallanan üç beş parça paçavraya dönmüştü. Gördüklerini algılıyor ama kabullenemiyordu. Onun evi yanmış olamazdı. Mutlaka gözü yanılıyordu. Eve yaklaştığında mahallelinin geçmiş olsun, cümleleri sıklaştı. Gerçekten evi yanmıştı! İtfaiyeden birileri bekliyordu. Bir saat kadar önce yangın söndürülmüş, evde kullanılabilecek şekilde birkaç mutfak eşyasından başka bir şey kalmamıştı. İtfaiye görevlisi ile evi gezerken ağlamak üzere olduğunu hissediyordu. Yatak odası tamamen yanmasa da içeride kullanılacak halde hiçbir şey yoktu. Ferhat’ın hediye ettiği kitap da tamamen yananlar arasındaydı. Kıyafetlerinin olduğu dolabı açtığında çoğunun içindeki naylondan dolayı sıcaktan eridiğini, bir kısmının yandığını birkaç tane yanmamış kıyafetinin de isten karardığını gördü. İşin maddi kısmını şimdi algılayabiliyordu. Bu arada itfaiye görevlisi evin kundaklandığını söyleyince, şaşkınlıktan açılmış gözlerle adama bakmaya başladı.
“Kundaklama mı? Nasıl kundaklanmış?”

***

Tahmin ediyordu ama sesli dile gelmesi ve bu kadar kısa sürede tespit edilmiş olması tuhaf gelmişti. İtfaiyenin çözebileceği kadar basit bir yöntem kullanılması, tehdit içeriyordu. Birileri canına kast ettiğini ya da gözünü korkutmak istediğini belli ediyordu.

“Hırsızlık amaçlı girilmiş sanırım. Sonrada bazı kıyafetleriniz oturma odasında halının üstünde tutuşturulmuş. “

“Bu bir imza mı? Böyle şeyler yaptıklarını duymuştum. Namı yürüsün diye arkasında imzasını bırakırmış hırsızlar. Öyle bir şey mi?”

“Olabilir. Benzer şeyler gördüm ama emin olamam. Polis de rapor tuttu. Belki onlar daha net yanıt verebilir. Kimliğiniz falan yanınızdaydı sanırım. Bu arada gözünüze çarpan çalınmış bir şey var mı? Siz kontrollerinizi yapın, ben de raporumu tamamlayayım. “

“Teşekkür ederim.”

Aden, isten kapkara olmuş odalara tekrar bakmaya başladı. İçerideki is kokusu dayanılır gibi değildi. Her yerin ıslanması ile görüntü daha da tahammül edilmez bir hal almıştı. Zaten iki oda mutfak ve banyodan oluşan evi tekrar gezdiğinde televizyonu ile mutfakta ki radyosunun yanmış halde yerinde durduğunu gördü. Yangını çıkartanın derdi hırsızlıksa bile değerli iki parça eşyayı da almamıştı. Aden bunun adi bir hırsızlık vakası olduğunu hiç düşünmüyordu. Bu kendisine gözdağı vermekti. Bir şekilde komutanını haberdar etmeliydi. Bunu nasıl yapacağını bilemiyordu. Çiğdem’i aramak için karşı komşusundan telefon ederdi. Çünkü telefonu da yangında kullanılmaz hale gelmişti. Bunu düşündüğü anda Ferhat’ın arasa da ulaşamayacağı aklına geldi. İçinin bir anlık acısı ile sanki bir daha asla görüşemeyeceklerini düşündü. Sonra kartının kendisinde olduğu anımsadı.

İtfaiye görevlisinin işi bitmiş giderken kendisi de kapıdan her şeyi izleyen  komşusuna, arkadaşlarını aramak için telefonunu kullanıp kullanamayacağını sormuştu.

“Elbette, gel komşum. Çok geçmiş olsun. Bu gece bende kalırsın. Hiç dertlenme. Sana verecek yatağım da geceliğim de var. Yemeğim de ocağımda, bu akşam bey nöbetçi zaten, bana arkadaşlık edersin.”

“Çok teşekkür ederim, Hülya Hanım. Fulya’nın izin vereceğini sanmam. Yine de tüm teklifleriniz için teşekkür ederim.”

Aden, telefonu tuşladı. Çiğdem, üçüncü çalışta telefonu açmış, Aden’in ses tonundan sorun olduğunu hemen anlamıştı. Yangından bahsettiğinde ise çığlık çığlığa telefonun ucunda bağırıyordu. Aden, onun bu fevri hallerine alışkın olduğu için kendi dertlerini unutmuş gülümsüyordu.

“Bak şimdi o lanet evi olduğu gibi bırak. Hiçbir şeye el sürme. Atla bir taksiye gel. Bekliyorum. “

“Ferhat’ı arayacağım. Sonra gelirim.”

“Ferhat’sız iş yapamaz oldun… Pabucum dama mı atıldı?”

“Kıskanırmış da! Pabucun asla dama atılamaz ama arayacaktır ve ulaşamayınca merak edebilir. Çat kapı gelmek gibi bir alışkanlığı oluştu zaten. Evin bu halini görüp de korkmasın istedim.”

“Bu düşünceliliğine ödül vermek lazım! Bu arada pazardan beri görüşüldüğü de anlaşıldı. Gel de anlat bakalım… “

“Benim evim yanmış senin derdin Ferhat. Kızım şu kafanı bir yerlere vurup akıllanmanı mı sağlasam diye düşünüyorum.”

“Ah ahh hiç kıymetimi bilmiyorsun. Bak Ferhat’tan konuşunca sesinin tonu bile değişiyor. Kafanı dağıtıp üzülmeni engellemeye çalışıyorum ama yaranamıyorum. Gel de konuşalım canım.”

“Tamam, birazdan görüşürüz.”

Aden, tüm bu şaklabanlıklarının altında aynı korkuları yaşadığından emindi arkadaşının. Sadece gerçekten kendisinin kafasını dağıtmaktı amacı ve bir nebze de olsa başarmıştı. Ferhat’ın numarasını çevirdi. İkinci çalışta açıldı telefon.

“Alo?”

“Ferhat, ben Ayşe.”

“Canım? Bu numara ne? Neredesin sen?”

“Karşı komşumdayım. Şey diyecektim… Akşam ararsan evde olmayacağım. Merak etme diyecektim.”

“Nerede olacaksın?”

“Fulya da kalacağım bu gece.”

“Hemen gitmen şart mı? Beraber biraz vakit geçirelim sonra ben seni bırakırım Fulya’ya.”

“Yok sen şimdi o kadar yolu boşuna gelme. Yarın akşam buluşuruz.”

“Ayşe, ben zaten Pendik’teyim. Senin eve gelmeni bekliyordum. Birkaç dakikaya kadar da kapındayım. Bekle beni canım.”

“Ama… ben…” derken karşıdan telefon kapanmıştı. Komşusunun telefonunu daha fazla kullanamayacağını düşünüp yeniden aramamıştı. Zaten arayıp ne diyecekti? “Evim yandı, üstümdeki kılıklarımla kaldım. Ne giyecek ne de yatacak yerim yok” mu diyecekti. Bunları düşündüğü an yaşlar gözlerine hücum etti. Artık duramıyor hıçkırıklarla ağlıyordu.

Uzun yıllardır ağlamamış biri olarak son beş günde ikinci kez hıçkırıklara boğulmuştu. Ağlama sesine yanına gelen komşusu, çocukluğundan beri görmediği kumaş bir mendili kendisine uzatıyordu. Bembeyaz mendilin temiz sabun kokusu daha da çok ağlatmıştı. Evin içindeki is kokusunun kendi üstüne de sindiğinin farkındaydı. Gözlerini zorla kuruladığında kapının yumruklanarak çalınmasıyla sıçradı. Ev sahibi hızlıca kapıya gidip açtığında Ferhat’ın sesini duydu.

“Ayşe Hanım, burada mı?”

“Burada, buyurun.”

“Teşekkür ederim, rahatsız etmem değil mi?”

“Yok, rahatsızlık olmaz. Zaten çok fena sizi görünce belki düzelir. Geçin, buyurun.”

Ferhat odaya girdiğinde ev sahibinin arkasından gelmediğini fark edip minnettar oldu. Tek yapabildiği koltukta oturmuş, kan çanağına dönüşmüş gözleriyle kendisine bakan Ayşe’yi kollarından tutup kaldırmak ve sımsıkı sarılmaktı. Yanmış evi gördüğü andan beri deliye dönmüştü. Bunu kim yaptıysa hesabını verecekti. Kollarının arasında bir bebek gibi duruyordu, Aden. Sesi çıkmıyor ama içini çekerek nefes alıyordu.

“Hadi çıkalım buradan. Biraz hava alalım.”

“Fulya bekliyor. Merak eder.”

“Tamam, ben de geliyorum. Seni bırakamam.”

“Bir şeyim yok benim, iyiyim sadece sarsıldım biraz. Hırsız girmiş, sonra da evimi yakmış. Çalacak bir şey bulamayınca yakmıştır diyor, itfaiyeciler.”

“Ya sen evdeyken girselerdi? Ya sana bir şey olsaydı? Allah’ım, kafayı yiyeceğim. Hadi çıkalım buradan. Ev sahibine de ayıp etmeyelim.”

Arabaya binene kadar bir an bile elini bırakmamıştı. Ön koltuğa bindirip kapıyı kapatırken gözlerinde sevgi olduğuna yemin edebilirdi, Aden. Doğru mu görüyordu? Bu kadar kısa sürede duygular sevgiye dönüşmüş olabilir miydi? Yoksa şu an içinde bulunduğu duruma olan üzüntüsü mü gözlerine o ifadeyi oturtmuştu?

“Bu nasıl olmuş? Bana en baştan anlat. Polis geldi mi? Kundaklama olduğundan eminler mi? Yemek falan bırakmış olamazsın değil mi ocakta?”

“Hayır, elbette ki yemek bırakmadım. Hatta televizyondan başka fişe takılı elektrikli alet bile yok. İtfaiyeciler oturma odamda kıyafetlerimin yakıldığını söylediler. Polis de gelmiş parmak izi almış. Gerçi yanmış evde ne izi bulmuş olabilirler bilemiyorum. Yine de yarın karakola uğramam lazım. Müdüre telefon açarım Fulya’dan. İzin isterim yarın için. Evi de bir şekilde halletmem lazım. Ama hemen olmaz o işler önce camları taktırır ve evi boyarım. Bu arada da Fulya’da kalırım.”

Aden, bunları Ferhat’a mı anlatıyor kendi kendine plan mı yapıyor belli değildi. Yüksek sesle düşünerek aklındakileri sıraya koyuyordu. Bu arada ilk akşam Çiğdem’i bıraktıkları köşeye gelmişlerdi. Ferhat, evin tam yerini sorunca Aden, söylemekte tereddüt etti. Sonra bu adresin bir süre yeni adresi olacağını düşünüp yolu tarif etti. Park ettiklerinde Aden inmeden, Ferhat yanına gelmişti bile. Yine elini tutup arabadan inmesine yardım etti. Tüm varlığı olan kol çantasını da Ferhat almıştı. Çiğdem’in kapısını çaldığında kendisini rahatlamış hissediyordu. Kapı açılır açılmaz sımsıkı sarıldı Çiğdem Aden’e.

“Nerede kaldın? Öldüm meraktan. Bir şeyin yok değil mi? Nasıl olmuş? Eşyaların durumu ne?”

“Bir sus Allah aşkına… Makineli tüfek gibisin… İyiyim bir şeyim yok… Ferhat yakınlardaymış, onu bekledim. Kurtulan eşyam yok. Sana kalmaya geldim.”



***  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder