19 Mart 2015 Perşembe

Sırlar, Yalanlar ve Kararlar 16. Bölüm

Ferhat son yarım saattir görevde değildi. Gerçek hisleriyle hareket ediyor, tüm tepkilerini doğal olarak veriyordu. Bu akşam da o kendisine izin vermişti. Az önce yaşadığı şokun etkisi halen devam ediyordu. Ya o yangın Aden içerideyken çıkmış olsaydı? Ya Aden’e bir şey olsaydı? Ne yapardı ona bir şey olsaydı? Düşüncelerinin aldığı yön duygularının yönüydü. Aden kendisi için gerçekten çok önemliydi. Mustafa albay ile yaptığı konuşmayı anımsadı yeniden. Aralarında yaşanacaklar Mustafa albayın umurunda değildi. Hatta neredeyse teşvik ediyordu. Başka bir erkeği göndereceğini söyleyerek damarına basmış, duygularının yoğunluğunu anlamasını ağlamıştı. İyi de sonra ne olacaktı? Bu kadar şeffaf yaşayan birisinin nasıl bir açığı olabilirdi ki? Ne bulmasını bekliyordu?

Bu kızın tüm hayatı, işi ile evi arasında geçiyordu. Hayatındaki tek muamma kendisiydi. Üstelik kendisi de o hayata zorlayarak girmişti. Ne konuşacak, neyin bilgisini verecekti? O yangından sonra bile en ufak bir hata yapmamıştı. Belki de yangını da albay çıkarttırmıştı? Bu dosyanın ardında neler olduğunu anlayamıyordu. Ya bu görev daha öncekilere benzemiyordu ya da kendisi benzememesini istiyordu. Aklında olan tek şey Aden’i korumak kollamaktı! Albay Mustafa’ya karşı bile…

Çiğdem bu arada içeri girmiş, girerken de Aden’i sürüklemişti. Bir yandan da “Ferhat gir de kapat kapıyı.” diye sesleniyordu. Sokak kapısı genişçe bir antreye açılıyordu. Bu antre sayesinde ev üç odalı gibi olmuştu. Neredeyse tüm yaşamı burada geçtiği için, ufak fiskos masası ve iki koltuğu, tam koltukların karşısına gelen televizyonu ile şirin bir odaya dönüşmüştü. Salon olarak kullandığı diğer odada ise başka bir koltuk takımı vardı. Üçü de salona geçince oda ufalmıştı. Çiğdem, Ferhat’a yer göstermiş sonra yatak odasına girip Aden’e uyacak kıyafetler seçmişti. Zaten fizikleri çok yakın olduğu için zorlanmamıştı.

“Güzelim, hadi sen bir duş al, ben de masayı hazırlayayım. Gerçi masa dediğime bakma bu sehpanın üstünde yiyeceğiz. İlk defa evimde üç kişi olduğumuza göre bu eziyete katlanmak zorunda kalacaksınız. Ya da balkonda yeriz orada masa var.”

“Fulya, hiçbir şey yapma. Ayşe duşunu alsın çıkıp dışarıda yiyelim.”

“Yemeğim hazır. Boş ver dışarıyı… Bak sonra burada ayaklarımızı uzatır çaylarımızı da içeriz. Dışarıda sandalye tepelerinde keyfi olmaz.”


Aden, duşa girmeden telefonunu açmış, müdürün doğal tepkileri ile sorduğu birkaç soruya yanıt vermiş, ertesi gün işe gelemeyeceğini bildirip telefonu kapatmıştı. Tüm bu bilgilerin yarın Çiğdem tarafından sorgu öncesi amirlere iletileceğinden de emindi.

Yemeği orta sehpanın üstüne kızlar taşıdı. Ferhat yere bağdaş kurmuştu. Hatta bir ara Çiğdem’in densizce, “Harem ağası gibisin, cariyeler etrafında fink atıyor” demesi Aden’i utandırsa da, Ferhat’ın verdiği yanıt mutlu etmişti.

“Haremim yok, olsaydı da tek bir kişiyi isterdim içinde.” Gözleri Aden’in üzerindeydi yanıtını verirken.

Ferhat, sözlerinin anlamını yüreğinde hissederek söylemişti. Asla olmayacağını, Aden, gerçeği öğrendiği zaman kendisi zaten kilometrelerce uzakta olacağını bile bile. Kim bilir kimin yanında! Bunu artık istediğinden emin değildi. Bu işten kurtulabilir miydi?

***

Masa tamamlanınca kızlarda yere oturdular. Ferhat, Aden’i kolundan tutmuş yanına oturtmuştu. Çiğdem ikisine de bakıp gülümsüyordu. Bu iş olacak gibiydi. Aden’in artık bir erkek arkadaşı vardı. Hem de gözünün içine bakan bir erkek arkadaş. Ertesi gün kendi soruşturmasının başlayacağını biliyordu. Akşam çıkmadan mesajı gelmişti. Zaten bekliyordu da. Bu süre içinde projeler ve akıbetleri hakkında Aden ile tek kelime konuşamamışlardı. Kendi projesi henüz o kadar başlardaydı ki neden çalındığını anlayabilmiş değildi. Aklına geleni yarın albaya da söyleyecekti.

Çorba, karnıyarık ve pilavdan oluşan yemeklerini bitirdiklerinde hepsinin keyfi biraz daha yerine gelmişti. Yerden kalkıp koltuklara oturdular. Çiğdem masayı toplamaya yardım kabul etmemiş, bulaşıkları yıkamaya başlamıştı. Ferhat da yine Aden’i yanına oturtmuştu. Hatta kolunu omzuna dolayıp göğsüne çekmiş, rahat etmesi için biraz oturuşunu değiştirmişti. Aden oturduğu yere iyice yerleşip sırtını dayamıştı, Ferhat’a. Biraz daha iyi hissediyordu kendisini. Yangını düşünmeden duramıyordu. Her şeyi yok olmuştu. Her şeyi…

“Kitap da yanmış.”

“Ne?”

“Bana hediye ettiğin kitap! O da yanmış. İade edemeyeceğim.”

“Dertlendiğin şeye bak. Ayrıca iadeni kabul etmeyecektim zaten. Onu sana aldım. Bitirmiş miydin?”

“Evet.”

“Eğer ev bu halde olmasaydı hafta sonu gezerdik. Neyse şimdi daha önemli konuya dönelim. Yarın beni burada bekliyorsun. Ben sabah seni alıyorum ve ne yapılması gerekiyorsa beraber yapıyoruz.”

“Saçmalama sen izindesin. Ben hallederim. Sen de akşama gelir bana da yemek getirirsin.”

“Asıl saçmalayan sensin. Beni burada bekliyorsun. Birlikte yapıyoruz her şeyi.”

“Ferhat, ben başımın çaresine bakarım. Mahallenin delikanlıları ile atılacakları falan atarız. Şu meşhur bakkalımıza söyledim mi güvenilir üç beş çocuk bulur bana.”

“İşte o hiç olmaz. Ne işi varmış delikanlıların senin yanında? Bak bu konuşma saçma bir hal almaya başladı. Boşuna tartışıyoruz. Beni burada bekliyorsun, o kadar.”

“Maço muyuz? Böyle söylediğin takdirde asla kabul etmeyeceğimi bilmen gerekir. Bilemezsin, pardon. Öğrenmen gerekir. Ya da öğrenmeye de uğraşma. Asla kabul etmeyeceğime göre yol yakınken sen şimdiden git ve tatilinin kalanını gönlünce yaşa.”

Aden, neden bu kadar sinirlendiğini anlayamıyordu. Aslında ne kadar ilgiliydi. Yanında olmak istiyordu. Ama her şeye karışıyor olması sinirlendirmişti. Biraz da o evi adam etmek için harcayacak parasının olmaması ve kısıtlı bütçeyle her şeyin en ucuzunu almak için çabalarken yanında Ferhat’ın olmasını istememesi de bu sinirde etkendi. Evin sigortası yoktu. Yani her şeyi kendi yeniden almak zorundaydı. İlk alması gereken de yataktı.

Ferhat, duydukları karşısında şoke olmuştu. Bu konuşma nasıl bu hale gelmişti? Neden bu kadar sinirlendiğini anlamıyordu. Tam tersine mutlu olması gerekmez miydi? Bu kızın derdi neydi? Tamam, evi yanmış, tüm eşyaları yok olmuştu ama yanında ona destek vermek isteyen biri vardı. Neden elinin tersiyle itiyordu bu yardım çabasını?

Çiğdem içeriye girdiğinde elindeki tepsiyi sehpaya koydu. Sesleri içeriye kadar gelmişti. Aden’in neden itiraz ettiğini çok iyi anlamıştı. Ferhat’ın bunu anlaması mümkün değildi. Ama bir şekilde anlatmak mümkündü. Çayları uzatırken,

“Ayşe’m güzel gözlüm, neye sinirlendin? Gözlerin volkanlara dönmüş. Kimi yakacaksın o ateşlerle?”

“Ferhat’ı… kimi olacak?”

“Sen beni yaktın zaten. Biraz daha yakarsan…” cümlesini tamamlamaktan son anda vazgeçmişti. ‘evine benzeyeceğim’ diyecekti. Bu da yeni bir kavganın başlangıcı olacaktı.

“Öhhö öhhö... neler oluyor burada?”

“Fulya, bir şey olduğu yok. Bu senin arkadaşın olan Ayşe, yarın yardım edeceğim dediğim için çıldırdı. Demediğini bırakmadı. İzin yapacakmışım? Ben yardım edeceğim diyorum o git izin yap diyor. Sen ne diyorsun?”

“Biz cumartesi hallederiz. Sen yorulma gerçekten. Hatta izin alabilirsem
ben de yarın yardıma gelirim.”

“İkiniz de saçmalamayı bırakın artık. Ben yarın o evde olacağım ve gereken neyse yapacağım. Siz de cumartesi kıyafet falan almaya çıkarsınız. Şimdi... bu konu kapandı. Çayımı içmek istiyorum.”

Aklı fikri Aden'e kötü bir şey olabileceğine takılmıştı. Midesine çöreklenen sıkıntı neredeyse nefes almasını engelliyordu. Hissettiklerinin beğeni boyutunu geçtiğini düşünüyordu. İlk defa birisini kaybetmekten ölesiye korkuyordu. Üstelik kısa süre sonra kaybedeceğini bile bile...

“Bir çay daha alabilir miyim?” Konuyu değiştirmek şu an en iyi çözümdü.

İki bayanla birden uğraşamayacaktı. Çiğdem, mutfağa giderken Ferhat bakışlarını Aden'e dikmişti. Aden ise kafasını camdan dışarıya çevirmiş gecenin karanlığına bakıyordu. İlk atışmalarını yaşamışlar ve şimdi nasıl ortamı yumuşatacaklarını bilemiyorlardı. İlk adımı kim atacaktı? Az önce neredeyse kucak kucağa otururlarken şimdi koltuğun iki ucunda oturduklarına göre o mesafeyi kapatmak gerekiyordu.

Ferhat o mesafeyi aşmakta tereddüt etmedi. Çünkü bu soğukluk tahammül edilebilir gibi değildi. Aden'in yanına kaydığında, bakışların kendisine dönmemesi bile içini acıtmıştı. Çenesini tutup başını çevirdi. Gözlerine bakmaya başladı. Aden de gözlerine dalmıştı şimdi. Üstelik o gözlerde süzülmeyi başlayan yaşlar vardı.

“Ağlama lütfen. Bana kırgın olmana dayanamayacağımı anladım. Hele gözyaşına asla dayanamam. Lütfen ağlama.”

“Ağlamıyorum. Kırgında değilim.”

“İspatla!”

“Nasıl?”

“Fulya gelmeden öp beni.”

“Olmaz. Gelir şimdi.”

“Kırgınmışsın işte.”

“Değilim.” dedi ve ufacık bir öpücük bıraktı. Çünkü daha fazlası için süre yoktu.

Çiğdem'in ayak sesleri gelmişti. Çayları dağıtıp yerine oturduğunda ortamın yumuşamış olduğunu fark etti. Bu ikisi arasında yaşananlar her geçen dakika derinleşiyordu. İyi de sonra ne olacaktı? Aden gerçek işini söyleyemeyeceğine göre bu ilişki de kendi ilişkileri gibi kısa sürecekti. Tek isteyeceği Aden'in acı çekmemesi olacaktı.

Ferhat o küçücük öpücüğü aldığından beri mutluydu. Çayını yudumlarken yarın neler yapacağını planlıyordu. Aden'i sürprizler bekliyordu.

Aden ise saçma kırgınlığının daha saçma bir şekilde düzelmiş olmasına ne anlam vereceğini bilemiyordu. Dayanamamıştı kırgın kalmaya. Neden kırıldığını bile tam adlandıramadan!

İkinci çaylar bittiğinde Ferhat artık kalkması gerektiğini biliyordu. Gitmek istemese de daha fazla kalamazdı. Kalktığı zaman Aden'in de kendisini yalnız hissettiğini bilmeden kapıya doğru yürüdü. Çiğdem, odada vedalaşmış, çay bardaklarını alıp mutfağa gitmişti. Su sesinden bardakları yıkadığı anlaşılıyordu. Ferhat ise kapının dışına çıkmış ama elini Aden'in elinden çekmemişti.

“Sabah gelmemi istemediğinden emin misin?”

“Ferhat, yeniden atışacak mıyız? Hadi iyi geceler canım.”

“Sana da tatlım. Hiçbir şey düşünme... yat ve uyu...”

Elleriyle yüzünü tutup başparmaklarıyla yanaklarını okşuyordu. Yüzünü yaklaştırıp dudaklarına ufak bir öpücük bırakıp uzaklaştı.

“Fazlasını istesem de komşulara malzeme vermek istemiyorum. Ayrıca
Fulya'ya da ayıp olmasın. Görüşürüz canım. Hadi fazla kaynatmadan uyuyun. Kötü bir gün geçirdin.”

“Tamam canım. Yarın akşam görüşürüz.”

Ferhat sesini çıkartmadan ve son ufak öpücüğünü çalıp merdivene yürüdü. Birkaç basamak sonra mırıldandı “Akşam görüşürmüşüz”

***

Ferhat’ın gitmesinden sonra Fulya ve Ayşe olarak biraz konuştular. Ferhat konusunda ne düşündüğünü neler hissettiğini sorduğunda Aden’in gözlerinin dalması kısık bir sesle “Bilemiyorum ama hep yanımda istiyorum.” demesi Çiğdem’i hem sevindirdi hem de mutsuz etti. Gözleri ile sonrasını sormaya çalıştı. O gözlerde arkadaşının şüphelerini ve korkusunu gören Aden, sadece omuz silkerek ve iç çekerek kendi bilinmezini paylaştı…


Ferhat, arabaya biner binmez telefonu tuşladı.
“Evi kim yaktı?”

“Evi mi yakıldı? Bu ne demek oluyor? Yakıldığından emin misin? Sen yakınındasın diye adamları çekmiştim. Haberim yok.”

“İtfaiye raporu o yönde… polis de hırsızlık sonrası kundaklama diye rapor tutmuş. Ben bu gece evin boşaltılması için birilerini ayarlayıp işe başlayacağım. Atıklar size ulaştırılır. Sağlamları atmayacağım. Gerçi gördüğüm kadarıyla sağlam hiçbir şey kalmamış gibiydi. Ama onu nasılsa sinirlendireceğim, daha fazlasına gerek yok. Yarın işe gitmeyecek. Müdürü aradı ama Çiğdem daha önce size ulaştırır bilgiyi. Bu arada dostlukları gerçekten sağlam gözüküyor. Ya da oscarlık oyuncu bunlar!”

“Anlayacağız! Dostlar mı düşmanlar mı? Yakında netleşir!”

“İyi geceler.”

Ferhat, telefonu kapattığında tedirgin olmuştu. Albay bu kızlardan ne istiyordu? Bunları birbirine mi düşürmekti amaç… İyi de niye? Bu adamın bu düşmanlıktan ne çıkarı olabilirdi? Ferhat artık doğru tarafta olduğundan emin değildi!



*** 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder