6 Şubat 2015 Cuma

OYUN 6. Bölüm

Giray, kendi kendini yerken ve yine kendince bir karar vermişken, Duru, işlerine gömülmüştü. Cep telefonunu gözünün önünden kaldırmıştı. Kapalı bile olsa gözü takıldıkça, aranıp aranmadığını merak ediyordu. Giray, bildiği Giray Beyse, aramaz ve ilgisini keserdi.

Duru, Giray’ın ne yapacağını tahmin etmeye çalışırken, Giray’da telefonunu çekmeceye atmış, odasında volta atıyordu. Sonra, hırsla masasına oturdu ve geçen akşam barda tanıştığı ve avucuna numarasını bırakan Ceyda’yı aradı. Akşam için randevuyu almak sadece iki dakikasını almıştı. Kimsenin kaprisini çekemezdi. Su kendini pek önemsiyordu.

Giray, içi rahatlamış olarak masasına oturdu. ‘Bana, bu kadar doğru hareket etmek yeter. Bünyeme zarar. Ne işim var benim, Su gibi kızlarla... Eğlenmeyi bile bilmiyor.’ diye düşünerek, ekrandaki hesaplarına geri döndü.

Birkaç dakika sonra, ekrana boş boş baktığını fark etti... Niye hala aklında Su vardı? Ne olmuştu da hala beyni Su ile meşguldü? Tabii ya, o son cümlesi... “Duru ile iyi eğlenceler” demişti. Bunu anımsayınca, Su’yun neden kendisine soğuk davrandığını anlamıştı. Çekmeceden telefonunu aldı, tekrar çevirdi numarayı. Hala kapalıydı. ‘Ooo demek ki gözünde değerim var ve beni kıskanıyor. Bu iş tamam. Yarın için davet edemem ama içini rahatlatabilirim.’ dedi ve mesaj yazmaya başladı. 


“Sen Duru’yu kıskanmış olamazsın, değil mi? Eğer aklında böyle bir şey varsa, en kısa sürede iş yerime gel ve gör, o bayan griyi. Sonra, bana, boş yere kızdığın için özür dilersin artık. Senin gibi bir su tanesi ile günümü geçirmek yerine, bataklık kadar duru birisine katlanmak zorundayım. Lütfen, Pazar akşamım boş de... yanıtını bekliyorum” dedi ve gönderdi mesajı.

Duru, saat beşe kadar zor dayanmış, o saatte telefonunu açmış ve gelen mesajı okumuştu. Su tarafı memnun olurken, Duru tarafı çileden çıkmıştı. Gri bayan tanımlamasını daha önce de duymuş olmasına rağmen, bataklık kadar duru lafına çok bozulmuştu. ‘Demek öyle Giray Bey, dış görüntü bu kadar önemli ha? Eh bir gün bunun cezasını çekeceksin... Ama, şimdi değil... O gün de gelecek’ dedi ve üç saat önce gönderilmiş mesaja yanıt döndü... “Pazar akşamı müsait DEĞİLİM”

Giray, gelen yanıta bakıp duruyordu. Ne demekti bu... Başka hiçbir şey yazmamıştı. “Offf bu kız beni deli edecek sonunda.” dedi ve telefonun arama tuşuna bastı.

“Efendim Giray” dedi ters bir sesle Duru.

“ OOO hala kızgınız. Su, bak yarın seninle günümü geçirmeyi çok istiyordum. Fakat bu işin ne kadar önemli olduğunu anlatmıştım sana. Ayrıca, o son cümlenle kastettiğin şeyi, aklından bile geçirme”

“Neyi aklımdan geçirmeyeyim, anlamadım?”

“Hani, Duru ile iyi eğlenceler demiştin ya, işte onu... Ben o kızla iki çift lafı nasıl konuşacağımı düşünürken, senin aklından geçenlere bak.... Su, Pazar akşamın doluymuş madem, Pazartesi şirkete gel... Seni Duru ile tanıştırayım. “

“Gerek yok.” derken sesi hala sertti ama bir yandan da ısrarcı olursa bu tanışmanın nasıl olamayacağını düşünmeye çalışıyordu.

“ Bak Su, ben hayatımda kimseye hesap vermedim, bunu da ikinci kez teklif etmeyeceğim. Pazartesi günü gelirsen tanışırsın. Aksi halde aklında soru işaretin kalır.”

“Giray, kendini fazla önemsemiyor musun?”

“Nee?”

“ Pazar akşamı gerçekten işim var. Gelmememin, Duru Hanımla uzaktan yakından ilgisi yok. Pazartesi de, Elif ile bir haftalığına onların dağ evine gideceğiz. Yarın görüşmüş olsaydık bunları anlatacaktım sana. Bu durumda, belki dönüşte görüşürüz. Kendine iyi bak. Bu sefer gerçekten eğlenmeni istediğim için söylüyorum.... İyi eğlenceler”

“Suuu... anlamadım, sen yani şimdi bir hafta yok musun? Bak bu durumda, bu akşam mutlaka buluşalım. Ben Pazar akşamı görürüm derken, 8-9 gün göremeyeceğimi öğreniyorum. Yok yok mazeret kabul etmem bu akşam mutlaka buluşalım. “

“Giray, bugün senin hakkında bir şeyler öğrendim. Bu durumda seninle daha fazla görüşmemin pek anlamı yok. Ben öyle, her gece gezen, o bar senin bu bar benim dağıtan kişilere benzemem. Yapamam öyle şeyler... Arada bir gezmek yeter de artar bana... Sen, kafana uyan birilerini bul bu akşam için. Keyfine bak.”

Giray, Duru bunları söylerken akşam için verdiği randevuyu anımsadı. Tam da Duru’nun söylediği gibi davranmıştı. Son bir kez şansını denedi... Bu kızı ikna edememek kanına dokunuyordu.

“Bu akşam hiçbir programım yok. Senin olmadığın bir program da yapmak istemiyorum. Biraz konuşuruz hem.” Derken kendine şaşıyordu yine... Neredeyse yalvaracaktı. Gül Hanım, bu konuşmayı duysa şaşkınlıktan küçük dilini yutardı. Sonra kendisini ikna etti. Su’yu yatağına almadan bu savaş bitmez dedi...

“Tamam, görüşelim. Bu sefer yemeğe falan kalamam. Sadece bir kahve içip kalkarım. Şu an Beşiktaş’ta bir arkadaşımlayım. İki saat sonra, buluşalım.” dedi ve adresi verdi. Giray, yüzünde tebessümle kapattı telefonu.

Duru, bir hafta kafasını dinleyecek ortamı yaratmıştı. Üstelik bu sürede, “Bataklık kadar duru” cümlesinin intikamını planlamalıydı. Ne yapacağını bilmemesine rağmen, ‘Duru’nun bu burnu büyük adamı alt etmesi gerektiğine ikna olmuştu.

Su, zaten güzel ve çekiciydi. Birilerinin yanında görmek isteyeceği bir bayandı. Duru ise tam tersi, silik birisiydi. Duru, bu silik ‘Duru’nun atağa geçmesi gerektiğine karar verdi...

Giray, hemen Ceyda’yı aradı ve acil işi çıktığını, gelemeyeceğini bildirdi. Ceyda’nın çocuk gibi kapris yapmasını, şımarıklıklarını dinledi kısa bir süre…

“Toplantıya girmem lazım, ben müsait olunca ararım. “ dedi ve telefonu kapattı.

Boşuna başına bela edecekti, kısa yoldan kurtulmuştu, yedekte durmasının sakıncası yoktu. Su, kendisi hakkında neler duymuştu acaba? Evet çok geziyordu ama magazin programlarında ya da, gazetelerde gözükecek kadar tanınmış ya da varlıklı değildi. Kimden ne öğrendiğini merak etti.Akşam sorgu vardı Su Hanıma...


















Duru, yine iş çıkışı koşturarak evine gitti. Kısa bir duşun ardından, dar bir kot ile, üstünde hafif göğüs dekolteli, mavi bir gömlek giydi. Yine hafif bir makyaj yaptı ve saçlarını omuzlarına bırakarak, evden çıktı. Giray ile buluşacağı zamanlar, eski cep telefonunu sessize alıyordu. Zor duruma düşmemek için çok tedbirli olmalıydı. Kafeye geldiğinde, Giray’ın kendisini beklediğini gördü. Önünde bir kahve vardı.

“Hoş geldin” dedi ayağa kalkıp yanağını öpmek için uzanırken.

Duru, şaşkınlıkla baktı. İlk defa bu kadar yakınlaşıyorlardı. O kısacık öpücükten bile çok etkilenmiş, heyecanlanmıştı. Bunu neye borçluydu acaba?

“Hoş buldum, erkencisin?” dedi... Çünkü kendiside on dakika kadar erken gelmişti.

“İşten direk buraya geldim. Uzun zamandır buradayım anlayacağın ve garsonlar ekildiğimi düşünmeye başlamıştı.”

“Tabii, çapkın Giray Bey, ekilemez değil mi?”

Duru, bu akşam terslemek istiyordu Giray’ı. Tepkilerini merak ediyordu? Gerçekten kendisinden etkilendiği için mi, böyle davranıyordu? Yoksa genel olarak kadınlara böyle mi davranıyordu? Duydukları ile yaşadıkları arasındaki farkı anlamak istiyordu, Duru.

Giray, derin bir nefes aldı, arkasına yaslandı ve Duru’ya bakarak konuşmaya başladı.

“Su, kiminle ne konuştun bilmiyorum. Kendimi farklı tanıtmadığımdan da emin olabilirsin. Sana, yaşam tarzımla ilgili hiçbir şey anlatmadım. Birçok akşam arkadaşlarımla bara gider, bir kaç kadeh bir şey içer, sonra evime giderim. Bazen tek, bazen de bir bayanla. Bekar bir erkeğim ve hesap vereceğim kimse yok. Kim neyi nasıl anlattı bilmiyorum. Bildiğim şu... Bu yaşama uygun olmadığını düşündüğüm kadınlarla, onları kandırarak birlikte olmadım. Yani alan razı veren razıydı. Beni, farklı anlatan, kendisini kandırdığımı söyleyen kimse olmamalı. Varsa da yalan söylüyor.”

Duru, sessizce dinliyordu. Tahminlerinin aksine, Giray son derece dürüstçe kendisini anlatmıştı. Bunun ardından ne geleceğini merak ediyordu. “Sen başkasın” klişesine hazırladı kendisini.

“Su, ben böyleyim. Senden gerçekten çok hoşlanıyorum. Fakat uzun vadeli bir şey de olacağını sanmıyorum. Yalan söylemeyi de sevmem. Yine söylüyorum beni anlatan, bunların haricinde bir şey anlattıysa yalan söylemiştir.”

“Hayır, seni anlatan tam da böyle anlattı.”

“Tamam o halde, bu konuda sorun kalmadı demektir.”

“Haklısın. Sorun yok. Farklılıklarımız ortada. Ben, böyle başlayacak bir ilişkide yokum. Bazı şeyleri, en başta konuşmuş olmamızdan çok memnunum. Kendine iyi bak, Giray. Hoşça kal.” dedi ve masadan kalktı Duru. Giray, yanından geçerken bileğinden tuttu.

“Gitme hemen” dedi... Duru, Giray’a baktı ve “Sadece kahveye vaktim olduğunu söylemiştim. Şimdi o vaktim bile kalmadı. Nasılsa, bir hafta yokum. Bu sürede, beni unutmuş olursun. Seni tanıdığıma memnun oldum. Belki bir gün yine karşılaşırız.” dedi ve kolunu kurtarıp yoluna devam etti.

‘Ne yapıyorsun Duru? Gerçekten bağları kopartmak mı istedin Giray’la. Yoksa, peşinden gelmesini mi? Bak, gelmedi işte... Neyse, zararın neresinden dönülse kârdır. Zaten, bu saçma sapan oyun yüzünden yakalanırsan işinden de olacaktın. Hiç olmazsa işin tehlikede değil artık.’



















Duru, kendisini rahatlatmaya çalışarak yürüdü arabasına doğru. İçi buruktu... Aklı da kalbi de farklı tellerden çalıyordu.... Kafasını çevirip arkasına bakmak istiyordu... Geliyor mu? Bakıyor mu? Düşünüyor mu? Beklentileri gittikçe zayıfladı. Arabasının olduğu yere geldiğinde, peşinden gelen kimse olmadığını anladı ve hayal kırıklığı ile evinin yoluna koyuldu.

Giray, sadece on beş dakika görebildiği Su ile tuhaf bir konuşma yapmıştı. Aslında ikisi de bir birinden hoşlanmıştı. Sadece beklentiler farklıydı ve Giray, hayatında kalıcı bir ilişki aramıyordu. Su’yu çok çekici buluyordu. Birlikte olmak istiyordu, bunun bedelini ödeyecek durumda değildi. Uzun vadeli bir ilişkiye hazır değildi. Bu sefer eli boş kalmış olabilirdi. Yine de yaşam tarzından da taviz veremezdi. Nasılsa birkaç gün sonra aklına bile gelmezdi...



Eve geldiğinde canı çok sıkkındı. Elif’i arayıp biraz dertleşti. Elif, oyunu bitirdiği için memnun olmuştu. Şimdi önemli olan, iş yerinde “Duru” olarak hata yapmamaktı.
Uzun uzun konuştuktan sonra, sıkıntılı bir uykuya daldı.




Giray, kafede biraz daha oturduktan sonra, arkadaşlarını aramış ve bulundukları bara doğru yola çıkmıştı. Bara yaklaştığında canının o ortama girmek istemediğini fark etti. Arabayı çevirdi, Maslak’taki dairesine döndü. Bu gece tadı yoktu. Arkadaşlarını arayarak gelemeyeceğini haber verdi ve televizyonun karşısına geçti... Kanalları karıştırarak oyalanmaya çalıştı.... Sıkıntısını atamayacağını anlayınca ılık bir duş alıp yatağına uzandı. Su’yu düşünmeye başladığını fark edince, kafasını yastığın altına gömdü ve uykuya kendisini bıraktı... 






Sabah güzelce kahvaltısını yaptı Duru... Bugün önemli gündü. Dünkü vedadan sonra Giray’ın yüzünü ilk defa görecekti. Ne göreceğini sanıyordu ki? Yıkılmış bir adam mı? Giray mı? Attı kafasından bu düşünceleri... Saat ona doğru annesini aradı. Hafta sonu çalışacağını söyledi. Fransız gruptan ve onları ağırlarken, patronlarının yanında olacağından bahsetti. Annesi Fransızcasını kullandığı için zaten çok mutlu oluyordu. Birde Fransız konukları ağırlayacak olmasından çok keyif almıştı. Babasına, şakıyarak aktarıyordu duyduklarını. Duru, kulak kabartıp babasının verdiği yanıtları duymaya çalıştı... Tek duyduğu “iyi” oldu... ‘Ufff baba, ne olur inadını kırsan... Başarımı takdir etsen?’ diye hayıflandı telefonun ucunda...

On bir gibi şirkette oldu. Bir gün önceden tüm dosyalar hazırdı. Saat bir gibi imzaların atılması, hemen ardından öğlen yemeği yenmesi planlanmıştı.

Tam saat on iki de, Giray ve Batur, Fransızlarla birlikte şirkete geldiler. Özel olarak karşılamışlardı konuklarını hava alanından. Giray Beyin odasının yanındaki toplantı salonunda her şey hazırdı. Kısa bir hoş geldin merasiminden sonra herkes yerine oturduğunda, Duru da Batur Beyin yanındaki koltuğa oturdu. Her iki kardeşte İngilizce bildiği için konuklarla genelde İngilizce konuşuyorlardı. Duru ile yapılacak herhangi bir konuşma olmadığı için sessizce oturuyor, sadece sırası geldikçe evrakları kişilere ulaştırıyordu. Bu durumdan memnundu. Kaçamak bakışlarla Giray’ı inceliyordu. Yüz ifadesi oldukça ciddiydi. Bunun iş ortamında olmalarından kaynaklandığından emindi. İş ile eğlenceyi hiç bir zaman karıştırmazdı büyük patron. Hem zaten surat asmasını gerektirecek ne olabilirdi ki?
Kısa sürede imzalar tamamlandı. Yemek için, bulundukları iş merkezinin en üst katındaki lokantada yer ayırtmışlardı.

Duru, konuklar üst kata çıkarken odasına doğru yürüyordu. Batur’un sesini duyunca arkasını döndü.

“Sen de bize katıl, Duru” Birkaç gündür, Batur Bey kendisine Duru diyordu. Hatta, “Biz bizeyken bana Batur dersen daha çok memnun olurum, senin yaşında biri Bey dediği zaman yaşlı hissediyorum kendimi.... Ama, sakın başkalarının yanında Batur deme, karizmamı sarsma “ demiş ve hafifçe göz kırpmıştı. Duru, bu konuşmayı yaptıkları gün biraz şüphelense de, Batur’un hareketlerinin gerçekten arkadaşça olduğunu fark etmişti. Sonra da kendi kendine gülmeye başlamıştı... “Bayan gri” idi o. Yani durgun bir bataklık...

Giray, Duru’yu baştan aşağı süzerek yoluna devam etti. Duru’da, peşlerinden asansöre gelmişti. Beyler önceliği Duru’ya vermek istemiş, Giray ile aynı asansörde olmak istemediği için kabul etmemiş, akıcı bir Fransızca ile diğer asansörle geleceğini, söyleyip teşekkür etmişti.

Masalarına oturduklarında, eşi doğum yapacak olan erkek ile yan yana oturan Duru, yine Fransızca muhabbet etmeye başlamış ve eşinin, bekledikleri bebeğin sağlık durumlarını sormuştu. Havadan sudan konuşarak eğlenceli bir yemek yemişlerdi. Bir ara kafasını kaldırdığında Giray’ın kendisine baktığını görmüş ve sesi kesilmişti. ‘Neden bakıyor bana böyle?’ diye düşündü... Sanırım fazla konuştum, dedi kendi kendine ve yemeğine döndü...

Giray, Duru’nun bu kadar koyu muhabbet etmesine anlam verememişti. Konuşacak ne bulmuşlardı bu kadar. Türkçe olarak sorup konuklarına ayıp etmek istemiyordu. Sonra Batur aracılığı ile öğrenirdi. Bu kızda tuhaf bir şey vardı. Birisine benzetiyordu ama kim olduğunu bir türlü bulamıyordu. Adam da Duru’nun içine düşecek gibiydi. Yanlarında çalışan birine sarkıntılık edecek değildi herhalde bu Fransız densiz?

Duru, yemeğin sonuna kadar, kısa kısa yanıtlarla muhabbete katıldı ve mümkün oldukça İngilizce konuştu. Yemek sonrası iki araba ile Sütlüce’ye gittiler. Duru’yu Batur arabasına almıştı. Yemekte konuştuğu Bey ise, Giray’ın arabasındaydı. Miniatürk e ulaştıklarında saat Üçe geliyordu. Akşam yemeğine kadar burada olacaklarını tahmin etmek güç değildi... Tarihi eserlerin, şaheserlerin önünde durup, açıklamaları dinleyip sorular sorarak gerçekten çok keyifli üç saat geçirdiler. Herkes, küçük Türkiye turundan memnun kalmıştı.

Duru, bu sefer tüm konuklara aynı mesafede olup, sorularına dili döndüğünce yanıtlar veriyordu. Annesinin en çok keyif aldığı konuların başında tarihi eserler gelirdi. Kendisi araştırır okurken, bu bilgileri yüksek sesle Duru’ya da aktarırdı. İşte şimdi o bilgilerinin faydasını görmüş ve ufak çapta rehberlik hizmeti yapmıştı. Batur, hayran hayran dinliyor ve arada Türkçe “Ooo Duru Hanım, ne cevherler saklıymış sizde” diyordu...

Giray ise, asık bir yüzle geziyordu tüm alanı. Memnunsa bile belli etmiyordu. Sanki aklı başka yerdeydi!

Gerçekten de aklı başka yerdeydi. Su, ne yapıyordu acaba? Arkadaşıyla gitmiş miydi gerçekten? Ya başkası da varsa? Ne kadar tanıyordu ki Su’yu? Elif dediği belki de, kendisinden saklanan bir erkek arkadaştı. Kafasının hala Su’ya takılı olmasını, elinden kaçırmış olmasına bağlıyordu. Konukları ile ilgilenmek için çaba harcıyor, Duru’nun yanlarında olmasından memnun oluyordu. Hiç olmazsa kendisinin yakın davranmasına gerek kalmıyordu.

Duru’nun yemekte konuştuğu Bey, arabada Duru’nun çok kibar bir bayan olduğunu, eşinin ve bekledikleri bebeğin durumunu sorduğunu anlatınca, kendisine kızmıştı Giray. Duru, anladığı kadarıyla nerede nasıl hareket etmesini bilen biriydi. Keşke biraz da giyinmeyi bilseydi. Bu konuyu Gül Hanım ile konuşmaya karar verdi. Kırmadan, bu durumu düzeltmenin bir yolunu bulmalılardı.
Turun sonuna doğru aklındakileri dağıtmak için konukları ile daha yakından ilgilenmeye başladı. Duru’nun çok iyi bir rehber olduğunu söyleyen konuklarına teşekkür edip, otellerine bıraktılar. Batur, akşam yemeğine de davet etmiş, Duru kabul etmemişti. En sonunda evine bırakmayı zorla kabul ettirmişti, Batur. Kısa yolculukta gün içinde yaşananlar konuşulmuş ve başarılı günün kritiği yapılmıştı. Batur, bu işi başarılı şekilde hallettiği için mutluluğunu dışa vuruyordu.

Duru, daha fazla dayanamamış, “Giray Beyin bir sorunu mu var? Pek yüzü gülmedi de tüm gün? Rahatsız mı acaba?”

“Ben de fark ettim, fakat ne olduğu hakkında en ufak fikrim yok.”

Duru, konunun daha fazla üstünde duramayacağı için, konuyu değiştirdi. Eve geldiğinde, teşekkür ederek ayrıldı.



















Tüm Pazar gününü kil tezgahının başında geçirdi. Dün gece yine huzursuz uyumuş, sabah erkenden uyanmıştı. Kahvaltı niyetine kahve ile küçük bir sandviçi mideye indirmişti. Kil tezgahının başına oturduğunda yarım kalan işlerini yapmak içinden gelmediği için, yeni bir kil parçasını tezgaha koymuş, kafasını tamamen boşaltıp şekillendirmeye başlamıştı. Saat dört olduğunda, açlık hissederek oturduğu yerde doğrulduğunda, tüm sırt kaslarının ağrıdığını fark etmişti. Kurs döneminden sonra ilk defa bir büst yapıyordu. Elleri istem dışı şekiller veriyordu kil parçasına. O istem dışı hareketler, bir erkek silueti oluşturmuştu kilin üstünde... Düzgün burnu ve hafif çatık kaşları ile cumartesi günü akşama kadar gördüğü Giray vardı o kil parçasında artık. Gülen yüzünü değil de çatılmış kaşlarını neden yaptığını anlamamıştı. Daha doğrusu neden Giray’ın büstünü yaptığını da anlamamıştı. İçinden geldiği gibi davranmış ve sonunda kızgınlığını böyle attığına karar vermişti.

Aslında Batur da “bayan gri” diye bahsediyordu kendisinden ama onun tavrı Duru’yu rahatsız etmiyordu. Samimi biriydi Batur, art niyetli değildi. Giray da belki iyi biriydi, yine de kendine aşırı güveni ve kadınları güzelliklerine göre sınıflaması, Duru’yu rahatsız ediyordu. Su’ya olan davranışları da farklıydı. Birlikte olduğu bayanlara davrandığı gibi davranmadığından emindi, Duru. Su olarak tanıdığı bayana daha saygılı davranmıştı. Gerçi, elde edemeyeceğini anlayınca daha fazla üstüne düşmemişti işte. Cumartesi gecesi yeni cep telefonunu hiç açmamıştı. Pazar sabahı çok erken saatte açıp bakmış, ne cevapsız arama ne de mesaj olmadığını görünce, sinirlenip yeniden kapatmıştı telefonunu.










Brunch bittiğinde, Giray da, bitmişti. Hiç keyfi yoktu. Başı çatlayacak gibi ağrıyordu. Konuklarını otele bıraktıktan sonra evine gitmiş ve kendisini yatağa zor atmıştı. Tüm gece uyumuş olmasına rağmen, sabah hala kendisini çok kötü hissediyordu. Yutkunmak istediğinde boğazının cam parçalarıyla dolu olduğunu fark etmişti. Sesi de zar zor çıkıyordu. Batur’u aramış, işe gelemeyeceğini söylemişti. Gül Hanımı aramış, o günkü toplantılarını erteletmişti. Kolay kolay hastalanmaz ama hastalandı mı da kolay atlatamazdı. Doktora gitmesi için baskı yapan kardeşine sinirlenmiş, neredeyse suratına kapatmıştı telefonu.

Aradan iki saat geçmiş, Batur abisini merak etmişti. Evine gitmek istiyor ama toplantılardan fırsat bulamıyordu. Öğleden sonra, Giray’ın imzalaması gereken bir de evrak işi çıkmıştı ortaya. Gül Hanım, Batur Bey ile görüşüp, evrakı Duru Hanımın götürüp götüremeyeceğini sormuş, olumlu yanıt alınca, şirkette bulunan yedek ev anahtarını Duru’ya vermiş ve evini tarif etmişti.

Taksi ile giden Duru, kendisini nasıl gizleyeceğini düşünüyordu. Açık vermemesi lazımdı. Evi bulduğunda, ortama hayran kalmıştı. Kendi küçük bahçeleri içinde, iki katlı villalardan oluşan site daha ana kapıdan girerken sıcacık sarıyordu insanı. Kendi evlerinin de bahçesinde olan birçok çiçeği burada da görünce, evini özlediğini fark etti. Bu hafta sonu gitmemiş olmak bile özlemini katlamıştı. Giray’ın evine doğru yürürken etrafı inceliyordu. Hepsi aynı olan on tane villa vardı. Sadece perdeleri farklı gözüken on yapı. Soldan üçüncü Giray’ın eviydi. Kapıyı anahtarı ile açmış, içeriye seslenmişti,

“Giray Bey, ben Duru, müsait misiniz?”

Yanıt alamayınca, içeriye bir iki adım atıp yine aynı şekilde seslendi. Yine yanıt yoktu. Alt katı gözleriyle taradı. Bir salon ve açık mutfaktan ibaretti. Sade ve şık döşenmiş evin bir köşesinde çiçekler görmek hoşuna gitmişti. Üst kata çıkarken yine yavaş bir sesle “Giray Bey, ben Duru” diyordu. Yine yanıt yoktu. Evde olmayabilir miydi? Belki de doktora gitmişti. Üst katta üç oda vardı. İlk oda boştu, ikinci odanın kapısını tıklatıp açtığında, dağılmış bir yatak ve yatağın içinde yüz üstü uzandığı için çıplak sırtı gözüken Giray’ı gördü. Hep böyle deli mi yatıyordu, yoksa hastalığından mı kaynaklanıyordu bu hali? Yatağın yanına yaklaştı.

“Giray Bey” yanıt alamıyordu... Hatta kıpırtı bile yoktu. Yavaşça elini alnına koyup ateşine baktı... Yanıyordu... Hemen Gül Hanımı arayıp durumu anlatmıştı. Gül Hanım, aile doktorlarını arayıp, eve yönlendireceğini söylemiş, Giray Beyin yanında kalmasını istemişti. Duru, ateşini düşürmek için en basit yöntemi uygulamış, yastığa gömük başın ancak yarısına ıslak havlu koyabilmişti. Küçük el havlularını ıslatıp iki koltuk altına koyup vücut ısısını düşürmeye uğraşıyordu. Neredeyse beş dakika sonra havlular ısınıyor hatta kuruyordu. Başkasının evini karıştırmak istemese de ecza dolabı aramıştı. Varsa da Duru bulamadığı için, doktoru beklemekten başka yapacak bir şey bulamamıştı. Batur arayıp durumu sorduğunda, kısaca anlatmış, merak etmemesini söylemişti.




















Yarım saat sonra doktor gelmiş, muayenesini yaptıktan sonra ilaçlarını yazmış ve saatlerine uygun kullanılmasını tembihlemişti. Giray doktoru ve Duru’yu evinde gördüğü halde sorgulayacak durumda bile değildi. Tek söylediği, kendisini çok halsiz hissettiği idi.

Grip olduğu aşikardı. Ateş nöbetleri geçirebilir ve vücudundaki hassaslıkla ayakta bile durmakta güçlük çekebilirdi. Tüm vücudunun ağrıyacağı en az üç günü vardı önünde. Duru, doktoru dinledikçe Giray için üzülüyordu. Yapabileceği ne varsa yapmak istiyordu. Şu an, Duru olarak değil Su olarak yanında olmayı istediğini fark etti.

İlaçları sitenin yakınındaki eczaneden hemen temin etmiş, doktorun dediği şekilde verebilmek için eve döndüğünde çorba hazırlamıştı. Birkaç kaşık yedirmek gerçek bir işkence olmuştu. Giray, beş yaşında çocuk gibi davranıyordu. Batur, akşama gelebileceğini söylemiş, Duru’dan, kendisi gelene kadar abisinin yanında kalmasını rica etmişti. Annesine haber verdiği takdirde abisinin kendisini öldüreceğini söylemiş, bunu göze alamayacağını ifade etmişti. Nasıl aile bunlar dedi Duru. Hepsi bir alem. Hasta olsam annemin yanımda olmasını isterim.

Saat sekiz gibi gelebilmişti Batur. Duru o saate kadar, ilaçlarını düzenli kullanmasını sağlamış, eczaneden aldığı derece ile ateşini sık sık ölçmüştü. Henüz bir değişim yoktu. Hala 39.5 tu ateşi. Giray, ateşin etkisi ile sayıklıyor , ne dediği anlaşılmıyordu. Batur, abisinin yanında kalabileceğini söylemiş, Duru’nun da kalmasını rica etmişti. “Pek anlamam ben böyle şeylerden, yanlış ilaç veririm falan, eve haber versen de burada kalsan, sende”

“Tamam, kalırım” dediğinde zaten evine gitse de aklının burada kalacağını biliyordu. Batur, aşağıda ikisi için yemek sipariş ediyordu. Duru da yatak odasındaki banyoya girmiş, elini yüzünü yıkamıştı. Biraz rahatlayarak yatak odasına dönmüş, yatağın karşısındaki koltuğa oturmuştu.
Giray, yatağın içinde dönmeye başlamıştı yine. Üstünde ince bir penye vardı. Terini emsin diye Batur, zor bela giydirmişti. Yine ter içinde kalmıştı. Gözlerini açmış, koltukta oturanı tanımaya çalışıyordu. “Su?” diye seslendiğinde Duru, şaşkınlıkla baktı. Önce su istediğini sandı. Yatağın yanındaki bardağı uzattı. Giray, yüzüne bakıp yine “Su?” dediğinde tanıdığını anladı. Ama nasıl olurdu bu? Ah anlamıştı, gözlüğünü banyoda unutmuştu. İşte oyun buraya kadardı. Giray yastığa başını koyar koymaz, Duru banyoya koşup gözlüklerini takmıştı. Tek umudu, kendinde olmadığı için iyileştiğinde anımsamayacağı ihtimaliydi. Eğer anımsarsa, iyileştiği gün, Duru’nun işinde son günüydü.

Midesi yanmaya başlamıştı. İşinden ayrılmak istemiyordu. Daha buna hazır değildi. “Lütfen Allah’ım anımsamasın” diye dua ediyordu.

Batur, yemeklerin geldiğini haber verdiğinde, Duru yatağın yanındaydı. Yine ateşini ölçüyordu. Sanki biraz düşmüş gibiydi. Derecenin gösterdiği rakama bakmadan, alnına elini koymuş, anlamaya çalışıyordu. Batur’a iki dakika sonra ineceğini söyleyip, dereceyi okudu. 39 olmuştu. Çok az da olsa ateşi düşmüştü. Yarım derece düşmesi bile çok sevindirmişti. Sonra kendi durumunu anımsadı ve sevinci gölgelendi.

Aşağıya indiğinde yüzü asıktı. Batur, masanın başına oturmuş, yemeğe bile başlamıştı. Duru da yanındaki sandalyeye oturmuş, yemeğini didiklemeye başlamıştı. Canı yemek istemiyordu. Batur, durgunluğunu fark etmiş, yorgunluğuna yormuştu. Sessizce yemeklerini yediler. Yemekten sonra, yine bir kase çorba ile Giray’ın yanına çıktı Duru. İlaç öncesi biraz yedirmeye çalışacaktı. Giray uyuyordu. Omzundan sarstı, hemen uyanmazsa zorlamayacaktı ama, Giray gözünü açmıştı.

“Hadi Giray Bey birkaç lokma yiyin. İlacınızı vereceğim.”

“Duru Hanım, siz hala burada mısınız? Batur nerede?”

Sesi daha iyi çıkıyordu.

"Batur Bey, kalmamı rica etti. Kendisi aşağıda. Çağırayım mı?"

"Evet çağırın lütfen. Siz de, evinize dönebilirsiniz. Daha fazla zahmet vermeyelim...size" Sözlerinin sonunda kesik kesik öksürmeye başlamıştı.

Boğazının tahriş olmasını önlemek için ıhlamur kaynatmaya karar verdi, Duru.

"Tamam, Batur Beyi gönderirim yanınıza ama, saat çok geç bu gece burada kalacağım. Yarın dilerseniz arkadaşınızı ya da annenizi çağırırız. Yalnız kalmamanız lazım." Duru, zarf atmaktan geri duramamıştı. Bir bayan çağrılacak mıydı yanında kalması için....ya da, annesi?

"Sakın...sakın anneme haber vermeyin. İyileşeceğime daha beter olurum. Susmaz artık,’Kendine bakamıyorsun dön evine’ diye söylenir." Cümlesi biter bitmez yeni bir öksürük krizi başlamıştı.

"Dilerseniz başka birisini çağıralım. Numarasını verin yarın uygun saate ararım, yanınıza gelir!"

"Duru Hanım, kimseyi istemiyorum yanımda. Yorulduysanız siz de, şimdiden gidebilirsiniz. Sitenin önündeki taksi durağı güvenilirdir. Evinize kadar sağ salim ulaşacağınızdan emin olun." ‘Hale bak ya’ diye düşünüyordu Giray, ‘iyi ki iki üç saat yanımda kaldı! Ne bu kaçma çabası? İşi başkasına satma telaşı... Bu Duru Hanımın tavırları ne ilginç... Gül Hanımdan tek yaşadığına dair bir şeyler dinlememiş miydim? Şimdi neden burada kalmaktan rahatsız oluyormuş gibi davranıyor... Bu eve gelecek bir sürü kadın, giysilerini dolabın ne tarafına asacağının hesabını yaparken, bu kılıksız bir tas çorbadan sonra afra tafra yapıyor…’

"Giray Bey, yorulmadım ve Batur Beyin ricasını kıramam. Bu gece burada kalıyorum. Yarın sabah işimin başında olmam lazım. Ama, siz yalnız kalamayacak kadar hastasınız. Teklifimin başka bir anlamı yok. Ateşinizi henüz düşüremedik. Yine ateşiniz yükselebilir. Annenizi ya da başkasını istemiyorsanız, belki Batur Beyle konuşup yarında yanınızda kalabilirim. Tabii isterseniz ve Batur Bey için de uygunsa!"

Giray neredeyse bağıracaktı, "O şirketin patronu benim" diye... Ama ne hali vardı bağırmaya, ne de yanında çalışan birisine kendini ispatlamaya... Sadece Duru'nun izin konusunda Batur'u daha yetkili görmesine sinirlenmişti... Doğru davranış bu bile olsa, şu an eğriyi doğruyu düşünemeyecek kadar halsizdi.

Duru, aşağıya inmiş, Batur'u yukarıya göndermişti. Kendisi de mutfakta boşa bir çabayla ıhlamur arıyordu. Kiler dolapta, bir sürü bitki çayı buldu. Jelatini bile açılmamış kutuların, kullanılmaktan ziyade, isteyen olursa evde bulunsun diye alındığı aşikardı. Sallama ıhlamur yapmak ne kadar doğruydu bilemeyecekti ama, ılık ılık içirmesi gerekiyordu.


Giray, halsizce konuşuyordu Batur ile, "Sakın anneme haber verme. Şirketi ararsa da toplantıda falan de. Gül Hanımı da tembihle. Ha... birde, Duru Hanım, yarın sabah evine gitsin, rahat bir şeyler alsın üstüne ve buraya geri dönsün. Gri takımlarından bıktım. Bu kızın pantolonu falan yok mu, yahu? Hep aynı etek ceket. Neyse, işte söyle, rahat bir şeyler giyip geri gelsin. İzin verirsen kalırmış mış.... Pek bi’ bağlı sana. Neler oluyor?" Soruyu sorduğu anda pişman olmuştu.

"Tamam, dur bir nefes al. Rahat ol, annemin haberi olmaz. Şirketi de merak etme. Önemli bir şey olursa şoförlerle falan ulaştırırız evrakları, bakarsın evde. Duru ile konuşurum. Yarında kalır yanında. Hee abiii, hep aynı etek ceketi giymiyor. Farklı onlar. " diyerek gülmeye başlamıştı. "Ayrıca, Gül Hanım gibi işine bağlı bir sekreterin varken, bana bağlı sekreteri kıskanmazsın değil mi? Gerçekten çok iyi çalışıyor." diye hem abisi ile ufak ufak dalga geçmiş, hem de Duru'yu savunmuştu.

Kapıya yaklaşırken, Giray'ın son cümlelerini duyan Duru, ayıp ettiğini bile bile kapının önünde beklemiş, Batur'un yanıtını duyana kadar da nefesini tutmuştu. "Hep aynı etek ceketi giymiyor" dediğinde ciddi olmaya çabalayan sesini de algılamıştı... O sesin ardında sessiz kahkahalar vardı. Duru, bu çocuğa kızamıyordu. Dalga geçse bile, art niyetli olmadığından emindi. Kendi kendisine gülmeye başladı, Duru. Sonra kapıyı çaldı ve odaya girdi. Ihlamuru tepsiye koymuş, yanına limon ve şekerliği eklemişti.

"Ihlamuru nasıl içersiniz?"

Giray'ın yüzü buruşunca aslında hiç içmek istemediğini anladı....

"Tadı benim için şekersiz ve limonsuz berbat... Yanıt vermezseniz, o şekilde içiririm... Siz bilirsiniz!" dediğinde, Giray,

"Bir kaşık şeker ve bir kaç damla limon lütfen" dedi....

Duru, zafer kazanmış komutan edası ile fincanı karıştırıp, hafif oturur pozisyona gelen Giray'a içirmeye başladı. Elinden almak istediğini anladığı anda, sertçe bakmış ve "Dökersiniz" demişti. Çocuk gibi bakıyordu, Giray'a. Giray, gerçekten de ellerinin titrediğini ve gücünün olmadığını anladığında, minnetle baktı Duru'nun yüzüne. O an, kaşının üstündeki küçük beni gördü. Su'da da vardı böyle bir ben.
"Su"...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder