Eve
geldiğinde, Ahmet'ten teslim aldı emaneti. Teyzesini tanımış ya da annesine
benzettiği için gülücükler vermeye başlamıştı, ufaklık. Dairesine girdiğinde,
bebek arabasının yetersiz olduğunu anladı. 'Bu iş böyle olmayacak, bir beşiğe
ihtiyacım var' derken, salonda olan sehpa niyetine kullandığı sandığı fark
etti. İçindeki, dergileri ve ıvır zıvırları boşalttı. Kapağının açık durması
için bir şeyler düşünürken, hiçbir şeyi riske atamayacağını anlayıp, alet
çantasını aldı.
Menteşelerinden söktü kapağı. Damla, kollarını bacaklarını sallayarak manasız sesler çıkartmaya devam ederken, Başak, önce sandığın içini sildi. Sonra Beyaz bir çarşafı sandığın duvarlarını da kaplayacak şekilde yaydı. Kışın kullandığı yorganını çıkartıp, sandığın altına yaydı.... Damla'nın kendi yastığı ve battaniyesi olduğu için başka bir şeye ihtiyaç yoktu... Evet, biraz ufaktı ama, bebek arabasında, bağlı olmasından iyiydi. Sandığı, yatak odasına taşıdı... İşi bittiğinde oldukça yorgun olduğunu fark etti. Bu arada, Damla’nın akşam yemeği saati çoktan gelmişti. Bir önceki gecenin tekrarı yaşanırken, her geçen an elinin işe biraz daha alıştığını fark etmek, kendine olan güveni arttırıyordu. Damla, muhallebisini yemek istemiyor, huysuzlanıyordu. Türlü şaklabanlıklarla zorla birkaç kaşık yedirmiş, fazla zorlamak istememişti. Gece, yine üç kere uyanmış, bu sefer uyutmakta da güçlük çekmişti. Sabah, bakma sırası alt kattaki kızlardaydı. Aslı ile Şelale sabah daha saat yedi buçuk olmadan kapıyı çalmış, Damla’yı kucaklamış götürmüştü. İkisi de çok aklı başında ve terbiyeliydi. İlk taşındıkları zaman, özellikle travestiler yüzünden epey zorlanmış, zamanla alışmışlardı. Damla, gidince, rahatça duşa girdi, Başak. Duştan sonra, kotunun üstüne, sırtı yüzücü mayoları gibi oyuntulu atletlerinden birini geçirmiş, dudaklarına parlatıcı, kızıl kirpiklerine siyah rimel sürmüştü. Hazırlanması saçını kurutmak için harcadığı yarım saat ve giyinmek için harcadığı beş dakika, toplam otuz beş dakika sürmüştü. Bazen, uzun saçlarını kestirmeyi düşünüyor, sonra vazgeçiyordu. Kısa hali daha da beterdi. Kabarmalarını engellemek için denemediği yol kalmıyordu. Şimdi en azından toplayabiliyordu. Uzun kıvırcık ama yumuşacıktı saçları… Hazırlıkları bittiğinde kaskı ve montunu alıp evden fırlamıştı. En alt kata geldiğinde, Sevda ile Ferda’nın sesleri geliyor mu diye kapılarına kulak dayamış, uyanık olduklarını anlayınca kapılarını çalmıştı. “Sevda’m, günaydın. Nasılsınız? Keyifler yerinde mi?” “Oy güzel kızım, yerinde yerinde. Bak aklın arkada kalmasın. Çocuklar çok güzel bakıyor. Bize de rapor veriyor. Hiç merak etme sen.” “Çok teşekkür ederim. Bugün yine izin için konuşmayı deneyeceğim. Hallede bilirsem, birkaç gün hiç olmazsa ben bakayım, istiyorum. Olmazsa da sizlere emanet olacak, bebeğim.” “Hiç zorlama şartları güzelim. İzin alırsan ne âlâ, alamazsan da dert değil.” Başak, dayanamayıp, bu melek kalpli kadına sarılmış ve öpmüştü. “Çok ama çok teşekkür ederim. Hakkınızı ödeyemem” diyerek vedalaşmış, motoruna atladığı gibi ofisin yolunu tutmuştu. Ergun Bey, öğlene doğru yanına çağırdığında, Başak, izin konusunu yeniden gündeme getirmek istemiş, fakat üstüne yıkılan yeni proje ve ertesi gün yapacakları sunum için çalışması istendiğinden hayal kırıklığı içinde masasına dönmüştü. Komşularının iyi niyetine bir kez daha minnettar oldu. İşlere dalmış, saatler öğleni, sonra da akşamı kovalamıştı. Yeni proje için bir şeyler düşünmeye başlamış hatta bir fikir oluşmuştu ama yarınki sunum için hiç kafa yormamıştı. Yeterince işi vardı. Yeni bir işi üstlenmek istemiyordu. Nasılsa işi ona vermemişti kimse. Herkes fikir üretecekti. O akşam da benzer işlerle geçmiş, Damla yeni beşiğini sevmişti. Banyo yaptırmak istediğinde bu sefer biraz daha rahat kavramış en azından sadece pantolonunun paçalarını ıslatmıştı. Banyodan sonra rahatlayan Damla uykuya kısa sürede dalmış fakat gece beş kez uyanmıştı. Hafif ateşi mi vardı? Acaba bu sıcaklık normal miydi? Sabah, kendisinden önce uyanmış ve teyzesine, kendi dilinde seslenerek uyandırmış, karnı doyup, altı temizlendikten sonra, Sema’lara teslim edilmişti. Başak, geceki hafif ateşi anımsayıp, kızları tembihlemişti. “Ateşi yükselirse ne yapılması gerektiği de listeye yazılmış. Soğuğa yakın banyo yaptırın ve sakın kalın giydirmeyin. Çok yükselirse de bana haber verin. Hemen gelirim. ” “Tamam, Başak merak etme. Bu kadar insanız, için rahat olsun. Gerekirse haber veririz.” |
Başak, bu
kez aklı yeğeninde kalmış şekilde işe gitti. Sunum öğleden sonra yapılacaktı.
Sabahki işlerini yapmış, hatta bir ara dergilerine bile gömülmüştü. Nereden
ne fikir geleceği belli olmadığı için, ara sıra karıştırıyordu dergileri.
Şimdi de elinde bir televizyon dergisi vardı. Dalmış şekilde sayfalara
bakarken, danışmanın önünde, iri yarı birisinin durduğunu gözünün ucu ile
fark etti. Bu geçen gün çarpıp düşürdüğü adamdı ve sunum için gelmişti. Saat
o kadar olmuş muydu?
Adam da, ona bakıyordu. Bakışlarında pek de memnun bir ifade yoktu. On dakika kadar sonra hepsi toplantı odasına çağrılmış, en son ve isteksiz adımlarla Başak girmişti odaya. Masanın en sonundaki koltuğa oturmuş, Ergun Beyin bakışlarından kaçmak ister gibi geriye yaslanmış, kendisini unutturmaya çabalıyordu. Ergun Bey, Tarık Beyi tanıtmış, masa etrafındaki dokuz kişi yi tek tek tanıtmaya gerek duymamıştı. Nasılsa bu kadar ismi anımsamayacak ve gereksiz vakit kaybı olacaktı. Tarık Eren, kısaca başı ile herkesi selamlamış ve yerine oturmuştu. Ergun Bey, konuyu tekrar kısaca anlatmış, yapılan işlere karşılık nasıl çalışmalar hazırlandığını sormuştu. Fikirler havada uçuşuyor, Başak, dinledikçe uyumamak için kendisini zorluyordu. Işıklandırılmış bina resimlerinden oluşan fikirler, yaratıcılıktan uzaktı fakat aydınlatma sektöründe de hep benzer fikirler üretilirdi. Tarık Eren, dinliyor, hiç fikir Beyan etmiyordu. Başak, adamın hiç memnun olmadığının farkındaydı. Kendi aklına da bir şeyler geliyor, söze dökmek istemiyordu. Bu işi de üstlenirse, hem gece gündüz çalışacak hem de şehir dışına çıkmak zorunda kalacaktı. Bazı tamamlanmış işler farklı şehirlerdeydi. Koltuğuna gömülmüş, hafiften uyuklarken, patronun kendisine seslendiğini fark etti. Koltukta doğrulmuş, boş gözlerle bakmaya başlamıştı. “Efendim Ergun Bey?” dediğinde masadan hafif bir gülme sesi yükseldi. Başak, masada oturuyor olabilirdi ama ruhu başka diyarlarda geziyordu. “O kadar daldığına göre, bomba gibi fikirlerin var sanırım?” demişti patronu. Tarık Eren ise, bu sorumsuzluk abidesi tipe bakmış ve işe yarar bir şey duyamayacağından emin bir ifade ile “Küçük hanımın, sakarlıkları ile dergi okuma seansları arasında iş yaptığından eminim. Bırakın, rahatça uyusun.” demişti. Başak, duyduklarından sonra, saçlarının tepeye doğru dikildiğini hissetmiş ve o baş belası çenesini tutamamıştı. “Sakarlık dediğiniz, iri ama kof bir cüsseye çarpmaksa, kabahat benim değil, yolumda duruyordunuz. Dergi okumak ise, işimin bir parçası. Ayrıca, uyumuyor sadece gözümü dinlendiriyorum. “ demiş, ve Ergun Beyin kalkan kaşlarına rağmen eski pozisyonunu almış, koltuğuna gömülmüştü. “Başak, Tarık Bey, bizim çalışma şartlarımızı bilemez. O yüzden, tartışmak yerine fikrin varsa söyle.” diyen Ergun Bey, Başak’ın kendisini toparlamasını istediğini belli etmişti. Bu kadar kişinin içinde azarlanmaktan hoşlanmayan Başak ise, işi almak istemediğini unutmuş, başlamıştı konuşmaya… “Korku, çizgi film ve cerrahlar!” demiş yine susmuştu. |
Tarık Eren
ise, ilk karşılaşmalarının etkisini henüz üstünden atamamış, hala nasıl olup
da bu kiloda birisinin kendisini yere yıktığını anlamak için bakıyor ve
baktığı şeyden de her dakika biraz daha fazla hoşlanıyordu. İlk konuşmaya
başladığında fark etmediği bazı şeyleri, o gözlere takıldığında yakalamış,
kızıl saçlarının doğal olduğunu, kaşlarının bile kızıl olmasından anlamıştı.
Sonra da gözlerin güzelliğini fark etmiş, hafif dolgun dudaklara bakarken yakalamıştı
kendisini. Başak çok güzel bir kızdı. Evli de değildi. Yüzük yoktu ellerinde.
Hatta hiç yüzük yoktu. Sadece kulaklarında küçücük küpeler vardı. Toplantı
odasındaki konuşmaları bitmiş, kahveler içilmiş ve öncelikle Gaziantep’e gidiş
tarihinin ayarlanması kalmıştı. Bunun için, Başak odasından ajandasını almak
için giderken, Ergun Bey,
“Dilerseniz bundan sonrasını orada konuşalım. Başak’ın odasının karmaşasının arasında tuhaf da bir havası var. İnsanı rahatlatıyor.” “Laf sokmasan olmuyor, değil mi, patron?” “Sen bana patron dedikçe, ben de, sana sataşacağım, kızıl. Hadi marş marş odaya.” dedi. Tarık, bu samimiyete biraz şaşırsa da, aralarında bir şey olma ihtimalini düşünmek pek hoşuna gitmemiş ve cümlelerin ardında art niyet aramak istememişti. Başak’ın hayatında kimse olmasını istemiyordu. Nedenini de gayet iyi biliyordu. Çünkü fark ettiği güzellik, içine işlemişti. Hayatında biri olması gerekiyorsa, bu kendisi olabilirdi. Uzun zamandır, bir bayan bu kadar ilgisini çekmemişti. İki yıl önce nişanlısından ayrıldığından beri, gecelik ilişkiler yaşamış, hayatında kimseyi kalıcı olarak istememişti. Şimdi Başak gibi bir güzelliği, en azından bir süre hayatında istiyordu. Artık ciddi ilişkiler istemiyordu. Ağzı yanmıştı bir kere. Toplantı odasından, Başak’ın odasına kadar olan on metrelik koridoru yürürken aklından geçenlere hayret etti, Tarık. Uzun zamandır böyle şeyler gelmiyordu aklına. Başak’ın odasına geldiklerinde, ilk gözüne çarpan yığınlarla dergi oldu yine. Sonra da, masasının önündeki koltuğa oturması için, yer gösteren Başak’ın yönlendirmesi ile sırtı cama gelecek şekilde oturdu. Gözüne ilk çarpan ise, masasının üstünde duran çerçeve oldu. Bir anda, başından kaynar sular döküldü. Alyans yoktu ama evli ve bir kız çocuğu sahibiydi, Başak. Resimde, çok yakışıklı bir erkek ve ortalarında, dünya tatlısı bir kız çocuğu duruyordu. Tarık arkasına yaslanırken, boğazını rahatlatmak için yutkundu. Başaramayınca, su istedi. Neden bu kadar etkilendiğini bilemiyordu. Bu kadar güzel bir kızı boş bırakacak kadar aptal erkek yoktu herhalde. Hayal kırıklığı yaşadığını fark edince, kafasını sallayıp düşüncelerinden uzaklaştı. Bu arada Başak da, ajandasında günlere bakıyordu. Tam o sırada cep telefonu çalmaya başladı. Arayan, Ahmet idi, kızlar panik olmuş yanında devamlı konuşuyorlar, kızlarında Ahmet’in de dediği anlaşılmıyordu. “Ahmet, anlamıyorum seni. Damla’ya bir şey mi oldu?” dediğinde sesinde panik hissediliyordu. “Ateşi oldukça yükselmiş. Burçak, notlarına yazmış da banyo falan kar etmedi. Sevda ile Ferda, ‘diş çıkartıyor bu masum’ diyor. Gerçekten de öyle gibi, alt damağı kıpkırmızı. Akşam gelirken bir eczaneye uğrar mısın? Onlar bilir ne kullanılacağını.” “Ahmet, ben geç geleceğim, o saate kadar ateşi daha da yükselebilir. Sen en iyisi, kızlara bırak ve eczaneye uğra. Yok yok ben kalmayayım hemen geleyim. Patronla konuşur çıkarım birazdan.” diyerek telefonu kapatmıştı. Yüzündeki endişeli ifadeden sonra, Tarık, durumu sorma ihtiyacı hissetti. “Damla, bu güzel kızın adı galiba? Hayrola rahatsızlandı mı?” “Sanırım diş çıkartıyor. Ateşi sabah da vardı, biraz. Şimdi iyice yükselmiş. “ “İsterseniz sizi bırakayım, böylece zaman kazanırsınız.” “Teşekkürler, benim motorum var. Araba ile zaman kazanılmıyor bu şehirde. Gün ayarlaması için, ben sizi arasam yarın. Şimdi kafamı toparlayamıyorum. Kusuruma bakmazsınız değil mi?” “Yoo ne kusuru, siz bir an önce bebeğin yanına gidin. Kafanız evde kaldı, belli. Allah analı babalı büyütsün” dediğinde, hala kendisine kızıyordu. Ne var ki, başkasının karısına bu kadar ilgi duyacak? Üstelik kadının eşi ile konuşurken sesi ne kadar sevecendi. Çocuğu için duyduğu korku da cabası, dedi, yine kendi kendine. Sonra, bunları düşünmekten vazgeçmek için ayağa kalktı. Kartını uzattı ve “Yarın telefonunuzu bekliyorum” dedi. Başak, aklı evde kalmış olarak kartı aldı, klavyenin üstüne gelişi güzel attı. Ergun Beyin, odasına gitmek için o da ayağa kalktı. Tarık, kapıyı tutup geçmesini bekledi. Burnuna çarpan kokuyu içine çekti. Hoş bir çiçek kokusuydu. Galiba hanımeliydi bu koku. Başak, kaskını ve montunu alıp çıktığı için, Tarık da dışarı çıkınca kapıyı kapattı. El sıkışıp yola devam ettiklerinde, Başak, elinden geçen elektriğin farkındaydı. El sıkışmak bile etkilemişti. İlk defa bir erkeği bu kadar çekici buluyordu. Ufacık bir temas bile bu kadar etkiliyorsa, daha ileri gitmek kim bilir nelere mal olacaktı? Başak, aklından geçenle, bir anda olduğu yerde durdu. |
Başak, yan
daireye ses daha az gitsin diye, mutfağa girmiş, orada oyalamaya çalışıyordu.
Sonunda başardı da, bir süre sonra ilaçlar etkisini göstermiş, kollarında
uyuyakalmıştı. Bu arada karnını doyurabilmek ve susturabilmek için verdiği
çaba, Başak’ı da yorgun düşürmüştü. Damla’nın uyuduğundan emin olduktan
sonra, duş alıp kendisini yatağa attı. Sadece iki saat sonra, yeniden
ayaktaydı. Bu sefer karnı acıkmıştı. Neyse ki ateşi daha da düşmüştü. Kısa
sürede de uyuyunca, kendisini çok mutlu hissetti. Burçak, nasıl dayanıyordu
bu tempoya? Demek, anne olunca işler böyle yürüyormuş dedi, kendi kendine.
Anneliği hiç aklına getirmiyordu. Yeğenini çok seviyor yine de kendisi çocuk
sahibi olmak istemiyordu. Daha doğrusu, çocuk yapmayı isteyeceği bir erkek
yoktu hayatında. Bunları düşünürken, gözlerinin önüne Tarık Eren gelmişti. Ne
yani, Tarık Eren’den çocuk mu yapacaktı? Gülmeye başladı, düşündüklerine.
Hormonları faaliyete geçmişti galiba? Daha 24 yaşında, hormonlar böyle
çalışırsa, yaş ilerlediğinde neler yapacaktı, kim bilir?
Gözünün önünde, Tarık Eren’in yakışıklı yüzü varken uykuya dalmak, hoşuna gitmişti. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder