14 Şubat 2015 Cumartesi

DOSTLAR APARTMANI 4. Bölüm


Daldığı güzel uykudan, Damla’nın çığlıkları ile uyandı. Saatin dört olduğunu gördüğünde, gözlerini devirerek, Damla’ya bakmaya başladı. Sonra, ter içinde saçlarını ve ateşten kıpkırmızı olmuş dudaklarını görünce, yataktan fırladı. Elini anlına koyduğunda yandığını fark edip panik oldu. Aklına ilk gelen soğuğa yakın suya sokmak oldu. Bir süre sonra, kızarıklığının hafiflediğini görüp, beraber girdiği banyodan çıktı. Kendisi de sırılsıklam olmuş ama, Damla’yı bırakacak bir yer bulamadığı için, uyurken giydiği penye şortundan sular damlayarak, yatak odasına geçmişti. 

Damla’yı yatağın üstüne bırakıp, hemen banyoya koşup, kendini de kuruladı ve geri döndü. Yine fitil koyup mızmızlığı geçene kadar kucağında salladı. Bir süre sonra kollarında uyuduğunu fark edip, sandıktan bozma yatağına yatırdı, melek yüzlüyü. Havluya sarılı gezdiği için, önce yeni şort takım giydi, sonra da yeniden uykuya dalabilmek için yatağına uzandı. Nedense aklına yine Tarık Eren gelmiş ve dudakları yukarıya doğru kıvrılmıştı. Uyuyor muydu, acaba? Yoksa kollarında bir kadın mı vardı? Saçmaladığına karar verip, sağına dönüp uyku pozisyonunu aldı.

Sabaha kadar bir daha uyanmadılar. Saat yedide ikisi birden uyanmış, sabah yemesi gereken mamasından ancak birkaç kaşık yedirdiği Damla'yı o sabah kimin alacağını bilemediği için, üstünü değiştirip, şorttan kurtulmuştu. Sekize doğru Aysev kapıya gelince şaşırdı.

“Sen mi bakacaktın bu sabah?”

“Evet şeker, bu güzel kıza kadınlığın inceliklerini öğreteceğim. Senden bir halt öğreneceği yok nasılsa. Biraz sana da ders versem mi, kız? Şöyle bir kırıtmayı, göz süzmeyi falan göstersem. Sen bu kafayla evde kalacaksın. Ne o öyle erkek gibi, pantolonlar, montlar, motorla gezmeler. Bu bacaklara giyeceksin minileri, ayağında topuklular. İstemesen bile kıvırtırsın vallahi. Bir de kaşını gözünü boyasak, bir baktığın, kalpten iki seksen uzar. Hakkın rahmetine kavuşur.”

“Demek ki neymiş, makyaj yapılmayacakmış. Çünküüüüü herifi bulursam ölmesini istemem. Ayrıca, Birkaç gün önce herifin birini yere serdim zaten.”

“Ay deme kız. Kimi çarptın? Yakışıklı mı? Sen de çarpıldın mı? Ay hadi anlat, şeker”




“Dur be deli. Bir müşteriye, eve gelmek için hızla odadan çıkınca çarptım. Adamı kıç üstü yere oturttum. Ve evet, çok yakışıklı. Ben çarpıldım mı bilmiyorum, kısa zamanda anlarım”

Aysev, ağzı açık dinliyordu. “Kız sen ciddi misin? Ay ne zaman oldu bunlar? Hiç bir şey anlatmıyorsun ki. Nasıl biri? Çabuk anlat. “

“Anlatamam şimdi. Akşama fırsat bulursak konuşuruz. Şimdi işe gidip, o yakışıklının işleri için çalışmam lazım.”

“Of tamam. Ama bak akşama mutlaka anlatacaksın. Kızlara gidip çıtlatayım. Ay ay ayyy, seni de mi kaybediyoruz kız?”


“Canım, abarttın. Daha bir şey yok ki. Sadece adamı çok yakışıklı buldum. Adam beni fark etmedi bile. Hem o kadar yakışıklı ve karizmatik adamın, düzinelerce sevgilisi vardır. Bana mı bakar?”

“Eee diyorum işte, seni bakılacak hale getirelim. Yüzün zaten çok güzel. Tek noksanın kadınlık.”

“Yok yok ben yeterince kadınsıyım. Yeter bu bana.” diyerek, artık hazırlanmak için içeriye girmesi gerektiğini belli eden tavır takındı. Aysen, kucağına aldığından beri, ağzını burnunu çekiştiren Damla ile kendi dairelerine inerken hala söyleniyordu. “Bak o bacaklara bir mini etek giy. Gör adam nasıl peşine düşüyor. Ah ah sakalım olduğu zamanlar neredeydin. Belki o zaman lafımı dinlerdin ama epilasyon sağ olsun ne sakal bıraktı ne bıyık” Şen kahkahalarını dinleyerek eve girdi, Başak.



















Ofiste rutin bir gündü. Her zamanki koşuşturmalar, yeni fikirlerin tartışılacağı toplantı derken öğlen olmuştu. Telefonu çaldığında kafasını yaptığı işten kaldırmadan, açmış, bıkkın sesle “Efendim” demişti. Duyduğu sesle, bir anda döner koltukta dikleşmiş, bakışları canlanmıştı.

“Başak hanım, ben Tarık Eren. Nasılsınız? Küçük hanım nasıl?”

Başak, sesinin çıkması için önce yutkundu. Sonra, normal çıkması için çaba gösterdiği sesi ile “Tarık Bey, merhaba. Ben de, Damla da iyiyiz. Çok teşekkür ederim.” diyebilmişti. Bu adam şimdi neden aramıştı? Hani Başak arayacaktı? Dün gece yatağında aklına gelenler, ne yazık ki telefonun başında da aklına gelmiş ve Başak'ı ateş basmıştı. Bir erkeğin sesi ile bu hale gelmek çok şaşırtıcıydı.

“Ben, ufaklığı merak etmiştim. İyi olduğuna sevindim. Siz çalışmalara başladınız mı? Antep seyahati için tarih belirlediniz mi?” diyen ses, hem nazik hem de ilgiliydi. Başak, bu sesi duydukça ellerinin titremesini engelleyemiyordu.

“Önümüzdeki hafta Pazartesi, çekimler için ekibi hazırlamış olacağım. Orada tamamlanmış olan hastane, bir taşla iki kuş vurmamızı sağlayacak. Tabii hastanenin kendi koşuşturması içinde çekim yapılması çok zor. O yüzden ameliyathane haricindeki sahneler için, biraz bilgisayar oyunu oynayabiliriz. “ Konuşmayı iş konularında tutup, kısa süre sonra bitirdiler.

Telefonu kapattığında, Tarık kendi düşüncelerine dalmıştı. Bu konuşmayı yapmak için onun aramasını bekleyememiş, bürosundan çıkmış, arabayı bir sokak arasına çekmiş ve öyle aramıştı, Başak’ı. Evli bir insana olan ilgisi yüzünden zaten kendisine kızarken, sesini duymak bile bu kadar heyecanlandırınca, artık hislerinden emin olmuştu. Evli olsa bile bu kadına karşı, çok şiddetli bir istek duyuyordu.

Etik olmayan bu hisler yüzünden, Ergun Beyi arayarak, bu işten vazgeçtiğini söyleyecekti. Başak ile çalışması mümkün değildi. Ses tonu aklını başından almış, bebeği hakkında konuşması bile kendisini dizginlemesine imkan vermemişti. Başına gelenlere inanamıyordu. Milyonlarca uygun kadın varken, evli ve çocuklu bir kadının çekimine kapılmıştı.

Bürosuna döndüğünde, Ergun Beyden yeni bir randevu aldı. Bugün bu işi bitirmek için son kez o ofise gidecek, Başak’ı da son kez görecekti. Aslında, bunu bile yapmaması gerekiyordu. Çünkü görmek, isteğini dizginlemeyecek, o dolgun dudakları öpme ihtiyacını bastırmayacak, aksine daha da körükleyecekti. Kendi kendine işkence edecekti. Yine de son kez görmek istiyordu. Pazartesi Antep’e onunla gitmeyi kesinlikle istemiyordu.

Saat on bir de ofisinden çıktı. Önceki akşam, hislerini dizginlemek için neler yapacağını düşünüp durmuştu. Bu aralar hayatına kimseyi sokmamıştı. Demek ki en kolayı bir gecelik bir kadın bulmak, onun teninde ateşini söndürmekti. Ama yorgun ve hayal kırıklığı dolu bir gün olduğu için, o akşam evinden çıkamamış, önce televizyon izlemek istemiş, kafasını dağıtacak bir şeyler bulamayınca da serin yaz akşamının tadını çıkartmak için balkonda oturmuş, kahvesini yudumlamıştı. Şimdi ise, son kez Başak’ı göreceği ofise doğru yol alıyordu.


***


Nihayet Cuma gelmişti. Cumartesi ve Pazar, yeğenine rahatça bakıp, tüm komşularının nefes almasını sağlayacağı için mutluydu. Her ne kadar hepsi içten gelerek yardımcı olsalar da, bu kadar borçlu olmak hoşuna gitmiyordu. Bu hafta sonu, dağcılık grubu ile olan programını iptal etmiş, yeni öğrencilere başka bir arkadaşının yardımcı olması konusunda ayarlamaları yapmıştı.

İş başı yaptığında, Pazartesi için lazım olan evraklarını erkenden hazırladı. Son dakikada bir şeyleri unutmamak için tedbirli olmayı seviyordu. Deli dolu yaşıyor gözükse de, her konuda dikkatli olması gerekiyordu. Yaptığı dağcılık sporu da, motor kullanması da, maksimum dikkat gerektiren uğraşlardı. Bu tedbirli yaşam, işine de yansıyordu. Dosyalar, senaryo kopyası ve diğer gerekenler hazırlanmış, sırt çantasına konmuş, çanta da montun yanına asılmıştı. Şimdi, diğer işlerine bakabilirdi.

Tarık, reklam ajansından içeriye girdiğinde, önce Başak’ın odasına doğru bakmış, cam duvarlardan, içeride olduğunu ve bir şeye dikkatlice baktığını fark etmişti. Sonra, bunun masasındaki resim çerçevesi olduğunu görünce, vücudunun kasıldığını hissetti. Lanet olsun, neden burada buluşmak istemişti ki? Kendi bürosu ya da dışarıda bir yerde de, bu işi bitirebilirdi. Bunlar aklından geçerken Başak’ın, gözlerini sildiğini fark etti. Ağlıyor muydu? İyi de neden?

Çocuğunun durumu kötü müydü acaba? Ama kötü olsa burada işi ne olabilirdi ki? Cevapsız sorularla uğraşmak yerine, yanına gidip sorsa çok daha iyi olacağına karar verdi. Ergun Beyle olan randevusuna beş dakika vardı nasılsa. Bu sürede hatırını sorar ve son kez görmüş olurdu. Kendisine yaptığı son eziyet de bu olacaktı. Sonra bir daha Başak ile karşılaşmayacak, böylece evli bir kadına olan bu tutkusunu da yok edecekti.

“Başak hanım, kötü bir şey yok değil mi? Kızınızın durumu nasıl?”



Başak, duyduğu sesle sıçramıştı. Tarık Eren’i odasında gördüğünde iyice şaşırdı. O kadar dalmış mıydı elindeki resme? Sonra, sorulan cümle beyninde yeniden yankılandı. “Kızınızın durumu nasıl?” yaşların aktığı gözlerinde gülücükler oluştu.

“Kızımın durumu mu? Hangi kızımın?” diye sormuş ve daha çok gülmeye başlamıştı.

Gülen yüzü gören Tarık, hem vücudundaki değişimlere öfkeleniyor, hem de, bu güzel yüzdeki değişime hayret ediyordu. Birden fazla mı kızı vardı? Daha da çok canı yanmaya başlamıştı. Kocası ile ne kadar çok şeyi paylaşmıştı. İyi de ağlamasının nedeni neydi? Şimdi gülmeye başladığına göre çocukları iyiydi. Acaba kocası için mi ağlıyordu?

“Dün konuştuğumuz, o resimdeki güzel bayandan bahsediyorum. Güldüğüne göre, durumu iyi. Anlamadığım neden ağladığın? Umarım kötü bir şey yoktur. Eşin ile mi ilgili?” dediğinde, Başak iyice keyiflenmişti. Kendisinin evli sanıldığını anlamak, çok eğlendirmişti. O kim, evlenmek kimdi?

“Bu resimdeki bebek, yeğenim. O erkek de, kardeşimin kocası, Levent. “ demiş, yanlış anlamanın keyfini biraz daha çıkarttıktan sonra, “ O benim kopyam olan kadında ikizim, Burçak” diye açıklamıştı. Tarık’ın yüzünde beliren aptal sırıtışa bakıyor ve bu ifadenin ardında, aklından geçenlerin olmasını istiyordu.

Tarık ise, bir anda sırtından bir yük kalktığını fark etmiş ve mutlu olmuştu.

“Ben, evli değilim. Hiç evlenmedim. Hatta yaklaşmadım bile.” diyerek, Tarık’ın gözlerine bakmayı sürdürmüştü. O gözlerde gördüğü rahatlığa anlam vermek istiyor ama tecrübesizliğinden yanılgıya düşmek istemiyordu.

Tarık, nihayet rahatlamıştı. Hatta anlaşmayı bitirmek için orada olduğunu bile unutmuştu. Sekreter gelip, Ergun Beyin müsait olduğunu haber verdiğinde, “Tamam, birazdan yanındayım” dedi ve yine Başak’a döndü.

“Kısa bir toplantım var. Çıkınca buradaysan bir kahveni içerim.” demiş, Başak, kafasını sallayınca da odadan çıkmıştı. Bu kez, çok daha rahattı. Bu güzel bayan ile bir ilişki yaşamasının önünde engel olmadığını anlamıştı. İyi de Ergun Beye ne diyecekti. Şimdi, toplantının konusunu oluşturan durum ortadan kalkmış, aksine, birlikte çalışmak için çok daha fazla istek duyar olmuştu.

“Ergun Bey, sizi de rahatsız ettim ama aslında toplanmak için aklıma gelen konu, sonradan önemini yitirdi. Tek istediğim, çalışmaya bir an önce başlamak. Sanırım, çok da verimli bir iş ilişkimiz olacak. “ demiş, Ergun Beyin şaşkın bakışları altında, oturduğu koltuktan kalkmıştı.

Başak, az önceki konuşmaları düşünemeden, Tarık Eren’i karşısında görünce, önce şaşırmış, sonra yine tebessüm etmeye başlamıştı.

“Bu kadar kahve istediğinizi bilseydim, odadan çıkar çıkmaz söylerdim.” diyerek ortamı yumuşatmıştı. Tarık, keyifle masanın önündeki koltuğa oturmuş, kendisini artık mutlu eden resme bakıyordu. Gerçekten çok benziyorlardı. Tek yumurta ikizlerinin bu kadar benzediğine hiç şahit olmamıştı. Zaten kaç tane tek yumurta ikizi tanıyordu ki? Hiç.

“Anneniz babanız nasıl ayırt ediyordu, sizleri?”

“Bilmem. Sanırım ayırt etmekte zorlanacakları için bizi bir apartman kapısına bırakıp kaçmışlar.” dediğinde Tarık’ın gülümsemesi yüzünde soldu.

“Çok özür dilerim. Bilmiyordum.”

“Neden özür diliyorsunuz? Bizi siz mi bıraktınız? Bilmenize imkân yoktu zaten. Ayrıca Yirmi dört yıl önce olmuş bir olay için hala üzülmek çok manasız. Bizi bırakma nedenlerini bilemiyorum ama Burçak’ın, Damla’yı bana emanet ettiğini düşünürsek, annemin, bizi bırakacak kimsesi yokmuş demek ki.”

“Bu olayı bu kadar rahat karşılamanız ne güzel. Bir an, çok kötü oldum. Sizi üzdüğümü düşündüm. “

“Eskiden üzülüyorduk. Okul yıllarımızda, anne ve babamız için çok ağladık. En ufak bir iz yok. En ufak bir kayıt yok. Araştırma bile yapamadık. Zamanla alıştık ve üzülmenin çözüm olmadığını, ikiz olmanın ise aile demek olduğunu fark ettik.” diyerek kısaca içinde bulundukları durumu özetledi, Başak. Okul yıllarında yaşananları anlatmanın ve tat kaçırmanın sırası değildi.

“Yine de şanslıymışsınız, öyle mi? “

“Elbette. Benim kardeşim var en azından. Kardeşi bile olmayan o kadar çok çocuk var ki. İşte bu yüzden biz şanslıydık.”

“Peki, kardeşiniz şimdi nerede?” diye merakına yenilip sordu, Tarık. Bu arada kahveleri gelmişti.

“Kocasını arıyor.”

“Anlamadım. Kocası kayıp mı?”

“Evet, günlerdir bahsedilen kayıp gazeteci, eniştem Levent. Burçak, gazetenin hiç bir şey yapmamasına dayanamayıp, kendisi aramaya gitti kocasını. Kızını da bana bıraktı. O ilk karşılaşmamız vardı ya. İşte o gün, bebeğini bana bıraktığını bildiren bir telefon almıştım.”

“Hani şu beni yere serdiğin gün değil mi?” diyerek gülümsemeye başlamıştı. Sonra, gülümsemesi dondu. Başak, oldukça ağır bir dramın içindeydi ve hala gülebiliyordu. Yine de, kendisinin gülmesinin yakışık almayacağını düşünüp, “Enişten ve kardeşinin durumu hakkında bilgi alabildin mi?” diye sordu. Aslında, durumlarına gerçekten üzülmüştü. Sevdiğin kişiyi kaybetmenin ne olduğunu biliyordu. Ailesinde çok kişi ölmüş, hepsinin acısını ayrı ayrı yaşamıştı. Bir de…

“Geçen gün aradı Burçak. Daha bulamamıştı. Bir daha da haber alamadım. Çok merak ediyorum ama kötü haber olsa ulaşırdı diyor ve kendimi rahatlatıyorum. Hem ilgilenmem gereken çok önemli misafirim var. Annesi geri dönene kadar, o misafir en iyi şekilde bakılacak. “

“Sen işteyken nasıl bakılıyor? Bakıcı mı tuttun?”

“Yok bakıcı falan tutmadım, koltuğun ayağına bağlıyorum iple… Uzağına da suyu, yemeği koyuyorum. Acıkınca gidip yiyor.”

“Neee?”

“Şaka şaka. Ama o kadar ciddi bir ifadeyle konuşuyorsun ki, biraz takılayım dedim. Oturduğum apartmanda ona bakmaya talip çok kişi var. Ahmet ile Oğuz en çok ilgilenenler. Üç yakışıklıyı, saymıyorum. En az onlar ilgileniyor. Bak iyi anımsattın bu hafta onlara bırakayım, ben de gezeyim. Olmuyor böyle, sorumluluk alsın beyler. “

“Tabii, teyze bu kadar güzel olursa, beyler de bebek bakmak için sıraya girer.”




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder