27 Temmuz 2024 Cumartesi

Azra 27. Bölüm

 Çarşamba günü baharın ilk ayak sesleri duyulmaya başlamıştı. Hava sıcak, güneş parlaktı. Çınar, elindeki evraklara bakıp gülümsediğinde güneşten bile daha parlak ışık yaymıştı sanki.  

“Hepsi ayrı olay bunların.” 

“Son bir ayda yaptıkları sevkiyatlar. Neredeyse bir tona yakın mal yollamış.” 

“Hepsini de kaçırmışız.” 

“Ne yazık ki öyle. Şimdi ne yapıyoruz?” 

“Tabii ki kamyonlar, tırlar, sahipleri, izledikleri yollar, nerede mal yüklenmiş, kime rüşvet verilmiş, imzalar kimin hepsinin teknik takibini başlatıyoruz.” 

“Üreticilere ulaşabilecek miyiz?” 

“Sen bunlarla uğraşırken birileri de onun peşine düştü.” 

“Ve?” 

“Adamı bulduk.” 

“Çok iyi. Yakaladık mı?” 

“Hayır, takipteyiz. Tezgahları süpermiş. PTT üzerinden havale yolluyorlar. Rakamlar hep limit altı. MASAK bildirimi yapılmıyor. Gönderenlerin isimleri hep değişiyor. Aynı kişi üst üste iki kez havale çıkartmıyor. Yine de alıcı ismi sayesinde hareketleri tespit etmek kolay oldu.” 

“İsmi nasıl bulduk? Tamam...sormadım.” Çınar, soruyu duyar duymaz kaşlarını çattığı için sonraki tepkisine gülmeye başlamıştı.  

“Sorma. Sonra öğrendiğinde sürpriz olsun. Şimdi şu dosyaları al, okuyormuş gibi yaparsın. Hilmi... eline sağlık.” 

“Henüz yeni başladık, sayın savcım. Henüz yeni başladık...” 

***** 

Azra, kendisine gelen gül buketine şaşkın gözlerle bakıyordu. Pembe güllerden oluşan bukette en az yirmi dört tane gül vardı. Teoman’ın ergenler gibi doksan dokuz tane gül göndermesini beklemiyordu ama yirmi dört tane bile abartılıydı. Çiçekleri bürosunda iki saksıya koymuş, sığmayanları diğer vazolara dağıtmıştı. Evlilik teklifi aldığını basın yolu ile öğrenen iş arkadaşları yanıtını merak ediyordu. Azra evet demediğini, henüz düşünme aşamasında olduğunu belirtmişti. Her şeyin ortaya çıkmasına o kadar az kalmıştı ki, heyecandan elleri terliyordu.  

Kısa zaman içinde gerçekleri öğreneceklerdi.  

Son vazoyu da güllerle doldurduktan sonra buketin kağıdını atmak için masaya uzandı. Çiçekçinin kartı vardı. Beyaz Gül çiçekçilik. Babasına resimlerdeki gülleri sorduğunda öyle daha güzel olduklarını söylemiş, sonra lafı çevirmişti. O gün de doğru iz üstünde olduğunu biliyordu ama bugün işler çok değişmişti. Çiçekçinin adı aklını karıştırmıştı. Çiçekçinin kartını alıp kalan çöpleri attı. Araştırmaya değer miydi acaba? Babasına yeniden telefon açmaya karar verdi. Bu kez şirket telefonundan aradı.  

“Merhaba baba, nasılsın?” 

“Azra? İyiyim kızım, sen nasılsın?” 

“Ben de iyiyim. Çalışıyorum. Oralarda da havalar ısındı mı?” 

“Yaz geldi sayılır. Arada yağış oluyor ama havalar çoktan ısındı. İstanbul’da nasıl hava?” 

“Güzel sayılır. Biliyorsun güven olmaz havasına.” 

“Biliyorum.” 

“Baba, sana bir şey söyleyeceğim.” 

“Gazetede okudum.” 

“Kızdın mı?” 

“Hayır, korktum.” 

“Korkma. Güven bana.” 

“Tamam ama çok dikkatli ol.” 

“Olacağım.” 

“Böyle bir hamle beklemiyordum.” 

“Bana da sürpriz oldu ama işime geldi.” 

“Amannn, sakın kendine gereksiz güven duyma. Anında açığını bulur.” 

“Biliyorum. Baba, hani bana iki resim verdin ya...” 

“Evet, ikinizin de en güzel tablosu!” 

“Ortak noktası olması çok güzel bir detay.” 

“Bence de. O detay çok da önemli.” 

“Tahmin edebiliyorum. Ben de bunu merak etmiştim.” 

“Merak bazen iyidir. Annenin o elbisesini hep çok sevmiştim.” Babası her şeye rağmen tedbirli olmaya çalışıyordu.  

“Ben de... Baba... Seni özledim. Bir ara gelir misin yanıma?” 

“Ben de özledim. Gelirsem işler karışır. Eski defterler açılır. Beni istemez.” 

“Beni istiyorsa seni de istemeli.” 

“Düşüneceğim.” 

“Gelmeni istiyorum ama gelemezsen ben yine ilk fırsatta gelirim yanına.” 

“Düğüne gelirim belki.” 

“Olur tabii. Önce nikah düşünüyorum.” Azra ciddi ciddi nikah yapmayı planlıyordu. Çocuğu olmadığı ve eski eşi öldüğü için nikah yaparsa mallarının ve parasının hapisteyken denetimi onda olacaktı. Tabii başka bir çözüm bulamazsa.  

“Büyük adım evlilik.” 

“Daha büyük adım. 

“Dikkatli ol. Mutluluklar diliyorum size.” 

“Teşekkür ederim. Görüşürüz.” Sonra vedalaşıp kapattı telefonu.  

Bir süre babası ile yaptığı konuşmayı düşündü. Sonra Orhan Beyin odasına girdi. Patron dışarıda olduğu için masasındaki telefonu kullanmak daha akıllıca olacaktı. Çınar yanıtladığında sesini bile ne kadar çok özlediğini fark etti. İstemsizce gözleri dolmuştu. Bu kadar ne ara aşık olmuştu? 

“Azra? Orada mısın?” 

“Buradayım. Çınar... seni çok seviyorum.” 

“İyi misin sen? Ağlıyor musun?” 

“İyiyim. Sadece sesini duyunca tuhaf oldum.” 

“Azra, ben de seni özledim ve böyle uzak durmak çok yorucu, üzücü. Ama senin de benim kadar üzgün olduğunu öğrenmem yine de mutlu etti.” 

"Sadist misin? Üzüldüm diye üzülmen lazım.” 

“O romantik komedi klişesi. Ben bu kadar özlerken senin de özlemen sadece hoşuma gider.” 

Azra, dakikalarca konuşabilirdi ama hemen yeni bilgiyi aktarmalıydı.  

“Bir ipucu buldum.” 

“Ben de bir sürü şey toparladım. Daha hızlı ilerliyoruz.” 

“Çok iyi. Bugün Teoman bana koca bir buket gül yolladı.” 

“Şu adamın romantik hareketlerini bana anlatmak zorunda mısın? Çöpe attıysan o başka.” 

“Elbette atmadım. Güllere yazık. Onların ne kabahati var?” 

“Tanrım, senin şu düşünce şekline bayılıyorum. Tamam, boşa söylemezsin bunu. Ne oldu, gülün içinden yüzük mü çıktı?” 

“Hayır ama bu cümlen de yeni bir şey düşünmemi sağladı.” 

“Neler düşünüyorsun, düzgün anlat şunu.” 

“Bak bu neyin bilgisi bilmiyorum ama senin kısa sürede çözeceğini tahmin ediyorum. Hani babam iki resim vermişti. Beyaz güller vardı. Bugün gelen güllerin gönderildiği çiçekçinin adı Beyaz Gül... Rastlantı mı dedim ama sonra babamı aradım ve o resimlerdeki güllerin ipucu olduğunu teyit etti. Şimdi... yaz adresi. Kesin bu dükkan ile ilgili bir şeyler var. Üstelik büyük ihtimalle az önce dediğin gibi kargo hizmeti sunuyor olmalı. Beyaz, uyuşturucuların genel adı. Çiçekçiler sık sık evlere çiçek götürür. Bu durumu geniş düşününce uyuşturucunun perakendeciliğini yapıyor olabilirler mi?” 

“Seni bizim büroya alacağım. Evet, yapabilirler. Daha önce de benzer bir sürü çete yakalandı. Tabii Teoman’ın bu küçük işlerle bağlantısını kuramayız ama aynı anda hepsini çökertebiliriz.” 

“Ne zaman harekete geçeceksin?” 

“Başladım zaten.” 

“Yani ne zaman karşısına çıkacaksın?” 

“En fazla on gün sonra. Neden sordun?” 

“O hapse girmeden nikah basacağım adama.” 

Çınar, nefes alamadı. “Nikah mı? Onunla gerçekten evlenecek misin?” 

“Karısı olarak tüm işlerini yöneteceğim. Parasını, mallarını... her şeyini!” 

“Azra? Beni şaşırtıyorsun. Neden böyle bir şey yapmayı istiyorsun? İhtiyacın yok onun parasına!” 

“Çınar, hiç tanımamış gibi konuşuyorsun. Onun o pis parasına elbette ihtiyacım yok. Hapiste onun da olmayacak. Ben de her şeyini satıp ihtiyacı olanlara dağıtacağım.” 

“Mutlaka işlerini takip edecek biri vardır. Sana bırakmaz yetkiyi. Hem sen onu yakalatan kişi olacaksın.” 

“Asıl amacım önce her şeyine ortak olmak. İkna edemezsem nikah işini kullanacağım. Her şekilde asıl iş senin. Sen son yumruğu indirirsin.” 

“Her durumda bu işte bu kadar aktif olman huzursuz ediyor. Anladığı an seni de beni de ortadan kaldırmak isteyecektir.” 

“Emin olabilirsin. Fakat ona o imkânı ikimiz de tanımayacağız. Hadi benim çok işim var. Evlilik planlayacağım. Yaz adresi ve yakala şu şerefsizleri.” 

 

******  

 

Akşam, Teoman’ın evindeydi. Biraz işi olduğunu söylemiş ve çalışma odasına girmişti. Artık çantası aranmıyordu. Sadece telefonunu teslim etmesi yeterliydi. Bunun da en kısa sürede değişmesini sağlayacaktı.  

Çalışma odasına girip kullandığı masaya yöneldiğinde kalemlikte tek bir kalem olduğunu gördü. Panikle diğer kalemin nerede olduğunu araştırdı. Teoman'ın kalemliğinin içindeydi. Heyecanla onu oradan almak istedi ama acele etmeyecekti.  

Masasına oturup dosyaları çıkarttı. Çantasından yeni kalemi çıkartıp kutuya koydu, eskiyi çantasına attı. Tüm bunları o kadar doğal şekilde yaptı ki Teoman hiç şüphelenmeden oturmaya devam etti. Azra çalışırken o da bazı yazışmalara yanıt yazacaktı.  

Bilgisayarı açtı ve aslında tamamen mazeret olan işleri yapmaya başladı. Yarım saat sonra kalemliğe uzandı ve noksan kalemi yeni fark etmiş gibi yaptı. Teoman’ın masasına yürüdü ve basit plastik kalemi kutudan aldı. Yaşlı adamın merakla baktığını görünce, “Kalemlerim çok kıymetlidir.” dedi gülerek. Sonra da ekledi. “Bazı işlemleri aynı kalemle yazmam gerekiyor. O yüzden üç kuruşluk kalem önemli oluyor.” 

“Benim işlerimi de senin büroya taşımalıyım. Böylece daha çok kazanır ve daha kaliteli kalemler alırsınız.” 

“Hayır, senin işlerini istemiyorum. Aslında şu yolladığın adamları da istememiştim ama neyse ki onlar baş belası değil.” 

“Ben bela mıyım?” 

“Beni üç yıl hapis yatırdın. Üstelik sadece kuşkulandığın bir müzik dosyası yüzünden. Başımı belaya soktun, uyuşturucu kaçakçısı diye ceza almama neden oldun. Bence belasın.” 

Teoman masasından kalktı. Azra’nın önünde durdu. Onun yüzüne ve kızgınlıkla bakan gözlerine bir süre baktı. Sonra iki eli ile ellerini tuttu. Yaşı o kadar belliydi ki, Azra’yı rahatsız etmişti. Yaşlı bir adamın genç bir kadına bu saplantısı normal değildi ve Teoman bunu asla kabul etmeyecekti. Hep aşıkmış gibi kabul ettirmeye uğraşacaktı. Azra midesinin bulanmasını engelleyemedi. Teoman’ın cümlesi ile kendine geldi. “Özür dilerim. O dönemler karışık işlerin içindeydim ve birileri bilgilerimi polise taşıyordu. Sen sandım. Gerçekten üzgünüm. Senin hapiste olman sonradan beni çok üzdü. Fakat bunu telafi edecek durumda değildim.” 

“Benim kaybettiğim hiçbir şeyi yerine koyamazsın. Sen bana güvenmedin. Üç kuruşluk işlerin için benim hayatımı çaldın. Gücünü benim üstümde kullandın.” 

“O dönemin bana maliyeti birkaç milyon dolar oldu. Emin ol, benim için de iyi günler değildi.” 

“Daha önce de konuştuk bunu. Para mı hapis mi?” Yanıt alamayacağını bildiği için konuşmaya devam etti. “Sen beni satın almak mı istiyorsun? Evlenelim dediğinde beni kukla gibi yanında tutmak için mi teklif ettin? Evlenince ne olacak? Bir odaya tıkılacağım ve isteklerine boyun mu eğeceğim? Bu olmayacak. Ben rahmetli Neşe değilim. Beni onunla karıştırma.” 

“Azra, ben...” 

“Hiç konuşma. Beni kontrol etmek için istiyorsun bu evliliği. Bu evlilik olmaz. Ben diken üstünde yaşayamam. Her hareketim incelenirken nefes bile alamam. Adamlar her gelişimde üstümü ve çantamı arıyor. Ne yapacağım? Bomba mı sokacağım eve? Hem seni öldürmek istesem çok daha kolay yolları var. Mesela yemeğine zehir koyarım.” 

“Daha ben ölmeden birileri seni öldürür.” 

“Ah demek ki bunu yapacağımı sanıyorsun. Güvenin gözlerimi yaşarttı. Neyse, ben anlayacağımı anladım. Böyle bir evlilik istemiyorum. Güven yoksa evlilik de yoktur. İyi akşamlar, ben evime gidiyorum.” 

Büyük oynamıştı. Çok büyük oynamıştı. İstediği yere çekebilmiş miydi acaba? Teoman sessizce durdu. Ne yapacağını bilemediği yüzünden anlaşılıyordu.  

“Gitme. Konuşalım. Tamam, para kaybettim ama seni de kaybettim. Şimdi seni yeniden kazanmanın bu kadar yakınındayken hata yapmak istemiyorum. Sana güvendiğimi nasıl ispatlayacağımı biliyorum.” 

“Lafla güven tesis edilmez. O yüzden boşuna konuşma.” 

“Ne istiyorsun?” 

“Ne bileyim ben? Sen konuşuyorsun. Ben bir şey istedim mi senden?” İşte şimdi çok iyi bir noktaya ilerliyordu.  

“Sen istemedin, ben bir şeyler vermek istiyorum.” 

“Henüz karın değilim. O yüzden bana bir şey vermen gerekmiyor.” 

“En kısa sürede evlenelim.” 

“Ciddi misin sen?” 

“Elbette. Bana kalsa yarın evlenirim.” 

Azra istediğini almak üzere olduğunun farkındaydı. “O kadar çabuk evlenirsek herkes şüphelenir.” 

“Neden?” 

“Hamile olduğumu sanacaklar!” 

“Sansınlar. En kısa sürede evleniyoruz. Beyaz bir şeyler giymek istiyorsan alışverişe çık.” 

“Ben hep düğün yapmak istemiştim.” 

“Düğünü de yaparız. Seninle iki güne evleniyoruz. Hazırlan.” Az önceki belirsizliğin aslında belirli bir tarihin elinde olmasından kaynaklanması Azra’yı güldürecekti. Genç kadını ikna edeceğinden emindi. Büyük ihtimalle şu an bile bir memur gelip nikahı kıyabilirdi.  

“Teoman, evlenmek güvenmek demek değil. Seninle olan evlilikte güven belki de en son sırada.” 

“Senin bana güvenmen daha zor ama ben sana ne kadar güvendiğimi ispatlayacağım.” 

Merakla bekliyordu cümlenin devamını. Teoman konuşmayınca o da üstelemedi. Şüphelenmesini istemiyordu. Her zaman erkeklerin kadınların yönlendirmesi ile hareket ettiğini düşünürdü ama bu kadar kısa sürede başaracağına hiç inanmamıştı. Ya oyun oynuyorsa? 

“Şahidimiz kim olacak?” 

“İki kişi buluruz. Önemli olan nikahımızın kıyılmış olması.” 

“Seni duyan da evlilik için çok hevesli olduğunu düşünür.” 

“Elbette hevesliyim. Yatağıma gelmesen de artık benim karım olacaksın.” 

“Gelmeyeceğimi biliyorsun. Senin karın olacağım ama aslında sadece vitrin kısmını sağlayacağım. Sen de bununla yetineceksin.” 

“Belki biraz da asistanım olursun. Ne dersin?” 

“Asistanın mı?” Ne yani işlerini takip edebileceği bir konuma mı gelecekti? Güvendiğini belli etmek için mi böyle bir şey söylemişti? 

“Bak, yıllar önce bir hata yaptım. Hayatlarımız çok değişti. Şimdi de bir hata yapıyor olabilirim ama bunu yapmaktan başka çarem yok. Sen güven istiyorsun. Ben de sana güveniyorum. Nikahtan sonra vasiyetime adın yazılacak. Şirketlerimde ortaklığın olacak. Elbette beni alt edeceğin kadar yüksek olmaz ama söz sahibi olacaksın.” 

“İstemiyorum.” 

“Ne demek istemiyorum. Deminden beri güvenimi kanıtlamamı istiyordun!” 

“İstiyordum ama bu böyle zorla mal bağışlayarak olmaz. Vasiyet, aksi yoksa zaten olur da ölürsen benim olacak malları kapsayacağı için zaten gereksiz. Tabii aksi bir vasiyetin yoksa. Sen bilirsin tabii.” 

“Sen işlerimi takip edebilecek yetenektesin. Hesapların kontrollerini yapabilecek kadar da iyisin.” 

“Öyleyim, biliyorum.” 

“Tamam işte. Seni ortak...” 

“Ortak olmak istemiyorum.” 

“Tamamını sana devredemem.” 

“Bunu istemedim ki.” 

“Ne istiyorsun?” 

Azra, bir süre düşündü. “Emin değilim. Belki vekalet. Belki sadece benim adıma kurulmuş şirket. Gerçi şirketi ne yapacağım ki? Ben senin kadar etkili olabileceğim bir güç istiyorum.” Bir an sustu. Bunu anlamasını istiyordu. Öyle bir noktadaydı ki söyleyecekleri kesinlikle ikna etmeliydi. Gözlerini Teoman’ın gözlerine dikti. Sırtını dikleştirdi ve sesini netleştirerek konuştu. Sesine verdiği nefret tonlaması için oscar almalıydı.  

“İnsanların beni geçmişimle tehdit ettiğinde aynı güçle onlara karşılık verebilmeyi istiyorum. Bir daha birilerinin benim hapis hayatımı burnuma dayamalarını istemiyorum.” 

İşte nihayet istediği noktaya gelmişti.  

Teoman şaşkın ve düşünceliydi. Böyle bir şey beklemediğini anlamıştı, Azra. Bu büyük adımı atmak istemediği belliydi. Yüzünden evet demek istemediğini okuyordu. Azra, bunu anladığı için gerekli tavrı sergileyecekti. Kırıldığını ve hoşlanmadığını anlatacak şekilde sessizce uzaklaştı. Bu tavrının neticeye ulaştıracağını biliyordu. Erkeklerin böyle hareketlerin karşısında yelkenleri suya indirdiğini, bir şeyleri elde etmek için böyle anlarda taviz verdiklerini biliyordu. Teoman da istisna değildi! Masanın arkasına geçip oturdu. Kalem, kaydediyordu.  

“Düşünmem lazım.” Sesinde yorgun ve biraz da yıkık bir ton sezen Azra masanın arkasındaki elini yumruk yaptı. Kazanacağını biliyordu. Aklı yatmasa düşünmeye bile vakit ayırmazdı.  

“Düşün elbette. Ne de olsa senin atacağın adım ile benim geçmişim temizlenecek, senin hatan yüzüne vurulacak. Herkes benim masum olduğumu, senin bana tuzak kurduğunu bilecek. Elbette kimse bunu senin yüzüne vurmayacak. Çünkü sen güçlüsün. İşte ben de bu gücü istiyorum. Güç. Sanırım hapis hayatının bana öğrettiği en büyük ders bu. Güçlü olmak istiyorum. Bir cümlem ile karşımdakilerin titremesini istiyorum. Bunu kendi gücümle yapamayacağımı da biliyorum. İşte o yüzden senin gücünden faydalanabilmeliyim. Bunu nasıl yapacağımı da ben bilmiyorum. Senin bir formül bulman lazım. Tüm bunları düşünmen, o yolu bulman gerek. O nikah masasına seninle eşit güçle oturmak istiyorum.” 

Teoman derin bir nefes alıp masasına yaklaştı. “Bir hata yaptım. O zamanlar peşimde bir sürü adam, polis, savcı vardı ve hepsi yaptığım işleri ortaya çıkartmaya çalışıyordu. Senin de onlardan biri olduğunu sandım.” 

Masanın altında olan elleri ile bacaklarını sıktı. Kendine hakim olup sakin bir sesle sordu, “Babama rağmen mi?”  

Azra kendini çoktan aklamıştı. Sıra babasındaydı. İçinde patlayan havai fişekleri belli etmeden aynı asık suratla konuşuyordu.  

“Baban asla yanlış bir iş yapmadı. O babamın da benim de sağ kolum olmasına rağmen resmi olmayan işlerime kesinlikle karışmadı.” Biliyordu. Babasının masum olduğunu kalbinde biliyordu. Sadece onun ağzından duymak iyi gelmişti.  

“Yine de seni ihbar edebilirdi ama yapmadı. Bu bile onu suç ortağın yapar. Benim de susmamı sağlardı.” 

“İkinizin de susma nedeniniz aynıydı. Baban seni tehlikeye atacak bir şey yapmazdı. Seni içeride de koruduğunu bilmediğimi mi sanıyorsun?” 

“Aldığımız nefesi bile bildiğinden eminim.” 

“O kadar da değil ama elimden geleni yapıyorum.” 

“Sonra da sana güvenmemi istiyorsun. Eminim zerre kadar güvenmediğimi de biliyorsun.” 

“Elbette biliyorum. Bunu çözeceğim.” 

“Hiç sanmıyorum. Gücünü benimle bölüşeceğini düşünmem için deli olmam lazım.” 

Teoman’ın yanıt vermemesi ile o da sustu. Zaten tahmininden bile iyi bilgi edinmişti. Nihayet bu gece son üç buçuk yılın en rahat uykusunu uyuyacaktı. İçindeki rahatlamayı belli etmemek için oluşacak gülümsemeyi zorlukla tutuyor, ekrana bakarak işe yoğunlaşmaya çalışıyordu.  

Neyse ki kısa süre sonra işe daldı.  

 

1 yorum:

  1. Buradan okuyabilmek çok güzel. Hemen diğer bölüme geçeyim

    YanıtlaSil