16 Temmuz 2024 Salı

Azra 26. Bölüm

 Azra, elini beline koyup alaycı bir tavırla, “Bu kağıtlarda o kadar önemli bir şey olsa sen onları birilerinin elinde gezdirmezsin. Beni korkutacağını sanıyorsan yanılıyorsun. Dedim sana, benden uzak dur ve bir daha şirkete falan kimseyi yollama.” 

“Azra... ileri gidiyorsun.” 

“Beni yanında isteyen sendin. O yüzden şimdi saçma sapan tavırlarına eyvallah edeceğimi sanmıyorsun değil mi? Ben gidiyorum.” O arada kendisi için hazırlanmış çalışma masasının önüne gitti. Kendisine ait olan bir iki parça eşyayı, not defterlerini ve kalemlerini aldı. Kapıya gittiğinde arkasını dönmeden sesini de yükselterek, “Pisliğinde boğul.” dedi ve çıktı.  

 Sokak kapısını açtığında korumalar kapının önünde barikat oluşturmuştu. Birinin elinde çantasını gördü. Açıp telefonunu ve cüzdanını kontrol etti. Sonra adamlara o kadar sert baktı ki ikisi kenara çekilip yolu açtı.  

Azra, bu yaptığının geri dönüşünü hesaplamamıştı. Fakat tanıdığı kadarıyla Teoman, bu hareketin ardından alttan alacak, hatta belki özür dileyecekti. Büyük kumar sayılırdı yaptığı.  

Beklettiği taksiye binip evinin adresini verdi. Yol boyu Çınar’ı aramamak için kendini zor tuttu. Yarım saat kadar sonra ise tüm olan biteni anlatmıştı.  

“Büyük adım.” 

“Biliyorum ama emin ol o daha büyük bir adım için arayacak. Hata yaptığını kabullenecek. Benim de art niyetli olmadığımı düşünecek. Bu bence işimize yarayacak. Bu arada kalemleri de aldım. Yenileri hazır değil mi?” 

“Delisin sen. Hazır, hazır. Bak, dava açılmadan ondan uzaklaşmış olman lazım. Eğer aramazsa sakın sen arama. Gerisini hallederiz.” 

“Yeni şeyler var mı?” 

“Olmaz mı? Sayende bulduklarımız ile uluslararası uyuşturucu ağının büyük kısmını çökerteceğiz. İzini takip ediyoruz. O yüzden davayı açmak için acele etmiyoruz. İki dosya aynı anda işleme girmeli ki tüm elebaşlarını kaçamadan yakalamalıyız.” 

“O zaman iş daha da büyüyecek. Ya sen? Dikkatli olacak mısın? Yakalanmanı istemiyorum.” 

“Ben de yakalanmak istemiyorum.” 

 

İki gün kimseden ses çıkmadı. Herkes işlerini yapıyor, diğerinden adım bekliyordu. Azra, hepsinin içinde en sabırlı olandı. Babası ile görüşmeleri sıklaşmıştı. Tabii ona hiçbir şey anlatmıyordu. Hem telefonlara güvenmiyor hem de üzmek istemiyordu.  

Yaptığı resimleri evine astığını söylediğinde çok sevinmişti.  

İşleri artık rayına girmişti. Yeni gelen adamın da şirket açılışını yapmıştı. İşlemler tamamlandığında haber vermişti. Aynı günün akşamı şirketten çıktığında kapının önünde limuzinin oluşu şaşırtmadı. Güvenliklerden biri hemen yanına gelip elini çantasına uzattı. Azra, çantayı vermediği gibi limuzine doğru yürümeyi de reddetti. Eli boynuna gitti. Aksi istikamete yürümeye başlayacakken bir hareket görüp durdu. Teoman arabadan indiğinde yüzü asıktı.  

“Azra, biner misin, konuşmamız lazım.” 

“Ben söyleyeceğimi söyledim.” 

“Biliyorum, benim söyleyeceklerim var.” 

“Dinlemek istemiyorum.” 

“Çok önemli.” 

“İçinde içten bir özür var mı?” 

“Fazlası var.” 

Azra, başka bir şey söylemeden araca bindi. Şoför ile ara cam kapalıydı. Teoman tek oturuyordu. Karşısına oturup gözünü dikti.  

“Özür dilerim. Haklıydın. Seni denememeliydim.” 

“Bak, bana neredeyse üç yıl önce de güvenmedin. Sormak yerine kendi inandıklarınla hareket ettin. Üç beş şarkı indirdiğim için beni üç sene hapse tıktırdın. Şimdi böyle kuru bir özürle ne o günleri geri verebilirsin ne geçen gün yaptığın çocukça şeyi affettirebilirsin.” Çok mu ileri gitmişti? Sakinleşip sustu.  

“Azra, her şey için özür dilerim. O günleri geri veremeyeceğimi biliyorum. Fakat sen de şunu bil. Bu olayların bana kaybı o kadar büyüktü ki.” 

“Para? Sen hiç hapis yattın mı? Para kaybetmek ile o dört duvar arasında yaşamak aynı şey mi sanıyorsun? Birbirini karşılayacak mı sanıyorsun? Tamam, bana üç yılımı ver, ben de sana o kaybettiğin parayı kazandırayım. Razı mısın?” 

“Sana o yılları veremeyeceğimi biliyorum.” 

“O zaman bana para mara deme. Çirkinleşmeyelim.” 

“Peki, güzel bir şey söylesem?” 

“Güzel bir şey söyleyebileceğini sanmıyorum!” 

“Evlen benimle!” 

“Evlen... ne diyorsun sen? Niye seninle evlenecekmişim?” 

“Bak, tamam, ne senin kayıp yıllarını ne benim paralarımı geri getirebiliriz. Tek yapabileceğim seni mirasçım yapacak olmam ve her kuruşumu ayaklarına sermem.” 

“Sen hâlâ paradan bahsediyorsun farkında mısın?” 

“Seni sevdiğimi söylesem inanacak mısın?” 

“Hayır, elbette inanmayacağım.” 

“Biliyorum. İşte o yüzden sana imkânlarımı sunuyorum.” 

“Sen bana güvenmiyorsun, nasıl evlenmek istersin?” 

“Hata yaptığımın farkındayım. Sen de beni anla. Güvenmek için bazı şeyleri görmem gerekiyordu.” 

“Teoman, benim fotoğrafımı çektin sen. Ne olduğunu kimsenin anlamayacağı bir dosyayı sana verirken fotoğrafımı çektin ve bunu kullanırım dedin. Şimdi de evlenmek istiyorsun ve bana güveneceksin öyle mi?” 

“Evet, sana güveniyorum. O fotoğraf da saçma bir adımdı. Sildim attım bile.” 

“Ben de inandım.” 

“İnan. Çoktan silindi. Ne diyorsun? Evlenmeyi kabul ediyor musun?” 

“İlk evliliğinde mutlu değildin. Uyumsuzdun. İkinci kez evlenmeyi istemen saçma değil mi?” 

“Değil. Ben onunla iki çift laf edemiyordum. Seninle saatlerce konuşabiliyorum.” 

“Sadece konuşmak için evlenmemiz gerekmiyor. Ve şunu kafana sok, ben seninle yatmayı düşünmeyecek kadar nefret ediyorum senden. Hâlâ evlenmeyi istiyor musun?” Bu cümleler madalyondan izleyen ya da izleyecek Çınar içindi. Adamın durumunu bildiğini belli edemeyeceği için sanki uzaklaştırmak istiyormuş gibi mazeretler sayıyordu. Teoman, fiziksel yetersizliğini bildiğini bilmeden bu fikre balıklama atlamıştı.  

“Bak, zaten benim amacım seni mirasçım yapmak. Yaşım senden çok büyük ve artık bazı ihtiyaçlarım azaldı. Sorun yok. Kendine ait odan olacak ve ben sen istemezsen o odaya hiç girmeyeceğim.” 

“Böyle bir evlilik olur mu? Ben genç bir kadınım. Neden kendimi senin yüzünden kısıtlayayım?” 

“Kısıtlama. Ama benim gözümün önünde bir şey yapma. Bunu kabul edemem.” 

“Görmeyince başka erkeklerin olması sorun olamayacak mı? Neşe ile de böyle bir anlaşma mı yapmıştın?” 

“Neşe ile ilgili bir şey konuşmak istemiyorum.” 

“Niye? Öldüğü için saygı mı duyuyorsun? Oysa kadın hayattayken ona yapmadığın kalmamıştı.” 

“Ben ona bir şey yapmadım. O bana uyum sağlayamadı. Ben de ona göre davrandım.” 

“Bu çok çirkin!” 

“Bak, Neşe öldü. Tamam üzüldüm ama son aylarında acı çekiyordu. Kanser onu yedi bitirdi.” 

“Tedavi ettirmeye çalışmadın mı?” 

“Doktora gitmek istemedi. Aile doktorumuzun yaptığı tahlillerden ötesini istemedi. Sanırım hastalığının ne olduğunu anlamıştı ve hızlıca ama ne yazık ki çok acı çekerek öldü.”  

“Kanserden öldüğüne inanmıyorum.” 

“Tıbbi kayıtları evde bir yerde olmalı. O zaman inanacak mısın?” 

“Hayır. Belge düzenlemenin ne kadar kolay olduğunu iyi biliyorum.” 

Pekala, sana küçük bir bilgi vereceğim ve bu şu andan sonra tamamen unutulacak. Onu adamlarımdan biri ile yakaladım. Adamı biraz fazla dövdürmüş olabilirim. Bunu izlemek hiç hoşuna gitmedi. Ertesi sabah doktorun verdiği ilaçların hepsini içmiş olarak bulundu. Kanser olduğunu bazı yakın dostlarıma daha önceden söylediğim için ölümünü de kanser olarak kaydettirmek çok basitti. İntihar çok kötü bir intiba bırakacaktı.” 

Azra mide bulantısını bastırmaya çalıştı. Şu an adamdan iliklerine kadar nefret ediyordu. Eve gitmek ve deli gibi yıkanmak istiyordu. Yeniden başa dönmüş gibi hissediyordu kendini. “Senin adın temiz kalmalı.” derken nefretini saklamaya çalıştı.  

“Benim değil onun adını düşündüm.” 

Azra, ölüm üzerine konuşmuyorlar olsa bu son cümleye büyük bir kahkaha atabilirdi. Neşe için yine de çok üzülmüştü. Yıllarca dört duvar arasında, önüne atılan kırıntılarla idare eden bir kadındı. Hayatında birisinin olmasını istemiş olması sonunu getirmişti.  

Azra, bu bilgilerin takip edilmesi için harekete geçeceklerinden emindi. Çınar bu işi böyle bırakmazdı. İlk kez Teoman kendisi hakkında bilgi veriyordu. Tahminlerini söyleyip susturmak yerine sanki evlenmeye niyeti varmış gibi konuşmak daha mantıklıydı.  

“Benim uygun olduğumdan eminsin öyle mi?” 

“Öyle olduğunu biliyorsun ve bu hafta sonu seni nişanlım olarak tanıştırmak istiyorum.” 

“O kadar acele etme. Düşünmem lazım.” 

“Çok düşünmene gerek yok.” 

“Niye? Yeni bir şeyler mi bulacaksın beni tehdit etmek için?” 

“Seni şu an bile tehdit edebilirim. En sevdiğinin hayatının parmaklarımın ucunda olma ihtimali seni korkutmaz mı?” 

Azra, bir an Çınar’ı nasıl öğrendiğini soracaktı. O kadar kısa sürede toparlandı ki Teoman’ın fark bile etmediğini düşündü. Yanılıyordu... Sadece yanlış tahminde bulunuyordu.  

“Babanın nerede olduğunu, senin onu bulduğunu bilmediğimi mi sanıyorsun?” 

“Sorsaydın söylerdim. Ne saçma bir konuşma bu! Beni babamla mı tehdit ediyorsun?” 

“Onu, sana yaptıklarına rağmen sevdiğini ikimiz de biliyoruz.” 

“Ona da en az sana olduğu kadar kızgınım. Evet üzülürüm ama ona bir şey olacak diye senin tehditlerine pabuç bırakmam. Yanlış...” Tam ‘Yanlış ata oynuyorsun’ diyecekken toparladı. “... kararlar veriyorsun. Bu da seni kabul etmemi sağlamaz.” 

“Ne istiyorsun?” 

“Düşüneceğim.” 

“Ne zamana kadar?” 

“Ne zaman karar verirsem o zamana kadar!” 

“Sen çok değişmişsin!” 

“Bunu kaçıncı kez söyledin saymadım. Fakat şunu bilmelisin, değil üç yıl, üç gün yatsan sen de değişirsin.” Teoman’ın bu cümleden sonra renginin atması Azra’yı memnun etti. O arada araba evinin olduğu semte çok yaklaşmıştı.  

“Beni şurada bıraksın, spora gidiyorum bu akşam.” Salona yakın olmaları eve gidip duşa hapsolma ihtiyacını yok etmişti. Biraz yumruk atmak, tekme sallamak duştan daha iyi gelecekti.  

“Başarılısın.” 

“Daha çok çalışmam lazım.” 

“Bence gayet iyisin. Seni... neyse.” 

“Ah evet, beni takip edenlere söyle, bir daha asla takip etmeyecekler. Hissettiğim an polisi ararım.” 

“Tamam, merak etme kimse takip etmeyecek. Fakat bu saldırıdan beri içim rahat değil.” 

“Ben kendimi korurum. Ama ensemde gözlerle yaşamak istemiyorum. Bunu bin kere söylettin. Artık gidiyorum. İyi akşamlar.” 

 

Araç uzaklaşınca soyunma odasına gitmek için hareketlenmeden önce aklına geleni yapacaktı. Küçük büronun önünden geçerek kadınların soyunma odasına ulaşılıyordu. Salonun sahibine gidip odasındaki telefonu kullanmak için izin istedi. Adam izin verdikten sonra, odadan çıkmıştı. Hemen aradı Çınar’ı. 

“İzlediniz mi?” 

“İzledik. Evleniyorsun bakıyorum.” 

“Evet, yakında evli biri olacağım.” 

“Azraaaa...” 

“Tek misin?” 

“Evet, o kadar sinirliydim ki kimse yanımda kalamadı.” 

“Saçmalama tatlım. O evleneceğimizi zannederken sen onu içeri tıkacaksın. Ben de o arada belki bir iki güzel bilgi daha edineceğim. Duyduğun gibi zaten adama, seninle yatmam, dedim. Daha nasıl davranabilirdim?” 

“O ve yatak kelimelerini aynı cümlede bile kullanma.” 

“Ne olduğunu biliyorsun.” 

“Biliyorum ama bu sinirlenmeme engel değil. 

“Eğer blöfümü gördüyse takip bitecek.” 

“Güvenme bu bilgiye. İllaki takip ettirecek seni. Şimdi daha da önemlisin onun için.” 

“Partiden önce görüşebilecek miyiz?” 

“Yarın akşam?” 

“Tamam. Çok özledim aşkım.” 

“Ben de.” 

“Şimdi gidip birilerini yumruklamam lazım.” 

“Benim için de at bir iki yumruk.” 

“Atarım. Seni seviyorum.” 

“Ben de seni seviyorum. Ve tatlım, sakın unutma sen benimsin!” 

“Ne kadar maço bir yaklaşım. Ben benimim, sen de benimsin...” 

“Bana maço diyene bak... Hadi git de yumrukla bir yerleri, ben de sinirim geçmişken çalışayım biraz.” 

“Çok dikkatli ol. Hatta bu kez benden önce gitmeye çalış. Kadın kılığına mı girsen bu sefer?” 

“Geç dalganı bakalım. Hesap soracağımı biliyorsun değil mi?” 

“Seninle uğraşmak, takılmak, seninle gülmek bana çok iyi geliyor. Günlerdir diken üstünde hissediyordum ve şimdi sanki o anları hiç yaşamamış gibiyim. O yüzden kızma.” 

“Sen böyle söyleyince kızmak ne mümkün? İyi bak kendine.” 

“Sen de.” 

 

***** 

 

Çınar, tüm gün izleri takip etmek için ekip kurmaya uğraşmıştı. Bilgilerin dışarı sızmaması için özel çaba gösteriyordu. Kurduğu ekibe güveniyordu. Yine de bir yerlerde, büyük ihtimalle gümrükte sızıntı olmuştu. Azra’nın değil ama edindiği bilgilerden sonra kendisinin yaptırdığı araştırmalar ortaya çıkmış olabilirdi. Yine de bilgi sızıntısından emin değildi. Daha dikkatli olmalıydı. Savcılık ayağı ortaya çıkmadan bir süre daha idare edebilmeliydiler. Otelde buluşmayı ayarlarken aklı neredeydi acaba? Tehlikeye balıklama dalıyorlardı. Kendini yine işi vermek en doğru hareket olacaktı.  

Yardımcısının yanına gitti. Onun elinde de aynı dosya vardı ama dosya kapağında başka bir isim yazılıydı. Herkes kendince tedbir alıyordu. Elemanının uzattığı kağıda baktı.  

Mustafa Şinasi Dakka!  

Makbuz fotoğrafı ellerinde olan havale hariç o şubeden gönderilmiş başka bir para yoktu. PTT’nin diğer şubelerinden yapılan işlemleri araştırmak için süre gerekiyordu. Gönderen kişiyi bilmedikleri için alıcı şubeden kontrol en mantıklısıydı. Fakat orada da son bir yıl içinde alınmış tek ödeme buydu. Belki bir şey satmıştı! İspatlayamayacakları delil ile davanın devam etmesi mümkün değildi. Araştırmaya devam edilecekti. İsminin tüm işlemlerde araştırılması için emir vermişti. Soran olursa ihbar olduğunu söyleyecek ama Teoman’ın adını asla anmayacaktı.  

Odasına girdiğinde üstüne çöken yorgunlukla bir an üçlü koltuğa uzanıp uyumayı düşündü. Oysa bir dakika bile boş vakti yoktu. Masasına oturduktan sonra bilgisayarını açıp şifresini girdi. Artık işler hızlanıyordu. Son gelen bilgilere hızlıca göz attı. Azra’nın ulaştırdığı son belgelerden elde edilen isimler araştırılmıştı. O dosyalardan yeni ipuçlarına ulaşmaları dosyayı biraz daha genişletmişti.  

Gümrüklerden çıkan araçların iz kaydı söylenen ile gönderilen arasında kesinlikle fark olduğu anlaşılmıştı. Bir yerden sonra araçların izinin kaybedilmesi plakalarda oynandığını gösteriyordu. Hat boyunca birçok rüşvet noktası olduğundan emindi. Böyle büyük işlerin küçük insanlarla halledilmesi ilk değildi, son da olmayacaktı. Elbette yolun başındaki ve sonundaki alıcı ile satıcı büyük(!) iş insanıydı. Her zaman böyle oluyordu. O iş insanlarının ceza almasını sağlamak da onun işiydi.  

Gümrükte adamları var mıydı acaba? Elbette birileri vardı ama güvenecekleri adamları olmalıydı. Kirli insanlardan nefret ediyordu. Mesleğinin ne olduğu önemli değildi. Pisliğe bulaşan insanlardan nefret ediyordu. Azra da bir şekilde o nefret ettiklerinin içinde büyümüştü. Kendini temiz tutmayı başarmış ama ayağına çamuru bulaştırmıştı. Şimdi de o çamuru silecek, hiç kirlenmemiş gibi tertemiz olacaktı. Geçmişini yok edemez ama lekeyi silip atabilirdi.  

Ekranda kronolojik sıra ile işlemlerin başlangıçtan ulaşabildikleri son noktaya kadar olan kısmı bir kez daha inceledi. Sonrasında yönlenecekleri yolları tahmin etmek, araçların o arada kayıp mı olduğunu, yola farklı plaka ya da şirket adı ile mi devam ettiğini tahmin etmek için Avrupa haritasını açtı. Bu konuda uzman ve ağzı sıkı elemanını da çağırdıktan sonra o gelene kadar kendi tahmin ettiği güzergahları not etti.  

“Gel, Hilmi. Senden bu haritaya bakıp bana uyuşturucu, silah, tarihi eser kaçakçılarının izleyeceği güzergahları ve sonunda kime ulaşacaklarını belirlemeni istiyorum.” 

“Kimi izliyoruz?” 

“Önce sen yolları bul, sonra çıkış noktasını söylerim.” 

“Tamam, tahminen Teoman Kamberli’dir. Çünkü şu ara çok aktif. Siz de o dosyayı kapatmadan rahat edemeyeceksiniz. Bu durumda öncelik uyuşturucu. Yeni işinin o olduğuna dair bir söylenti duymuştum ama hiç başka bilgi gelmeyince beynimin bir köşesinde kaldı.  Bakın, çıkış noktası ile varış noktası ayrı ayrı üç hat.” 

Çınar, şaşkınlığını belli etmeden dinliyordu Hilmi’yi. Bugüne kadar onunla bu dosya üstünde hiç çalışmamıştı. Oysa adamın hemen her şeyi bildiğini görmek şaşırtıcıydı.  

“Teoman Kamberli hakkında ne biliyorsun.” 

“Onu ipe götürmek istediğimi biliyorum.” 

“İdam yok biliyorsun.” 

“Ne yazık ki öyle.” 

“Neden bu kadar kızgınsın?” 

“On yıl kadar önce teyzemin büyük kızının son görüldüğü yer Teoman Kamberli’nin evi. Evden çıktığına dair bir bilgi, görüntü yok. Tüm soruşturma üç günde bitirildi. Sonra da kayıp diye dosya kapandı.” 

“Yani... öldürdü mü diyorsun?” Azra’dan kızların bir daha görünmediklerine dair benzer şeyler duyduğu için şaşırmamıştı. Asıl merak ettiği savcılıktan birinin bile dosyayı çözemeden kapatılmış olmasını sağlayan güçtü.  

“Kesinlikle onu diyorum. Kim, niye yaptı bilmiyorum ama benim kuzenim ortadan kayboldu. Annesine çok düşkündü. Günde iki kez konuşmadıkları gün yoktu. O günden sonra hiç aramadı.” 

“Sen neler yaptın?” 

“Elimden gelen her şeyi. Sonuç koca bir sıfır. Fakat vazgeçmeyeceğim. O adamı eninde sonunda yakalayacağım.” 

“Sıraya gir bakalım.”  

“O değil mi? Tamam, o zaman güzergah ve kime ulaştırmış olacağını tahmin etmek zor değil. Yunanistan üstünden gönderiyorsa, Arnavutluk’taki alıcıya gönderir. Zaten orada bir hareketlilik var. Minik bir kargo yakalandı. Yem atmışlardı. Bulgaristan üstünden giden mal ise Romanya’dan Ukrayna’ya geçmiştir. İkisinde de alıcı belli. Üçüncüsü yine Bulgaristan, Romanya ve Moldova.” 

“Nasıl çıkartıyor malları ülkeden?” 

“Önceliği rüşvet. Fakat asıl olayı ürünleri sakladığı bir şeyler olmalı.” 

“Mesela tekstil ürünü yollarken ürünü nasıl yolluyor?” 

“Tekstil mi? İki yıl önce miydi? Bir tır dolusu tişört yakalanmıştı. Hepsi sıvı uyuşturucuya batırılmıştı. Görünürde tamamı tişört olan yük, yüz elli kiloluk uyuşturucu sevkiydi. Aynı numarayı yapmaları kolay. Polis köpekleri arama yapmıyorsa yakalanması zor.” 

“Ya beyaz eşya?” 

“Beyaz eşya mı?” 

“Evet. Bilgin var mı?” 

“O ürünler ambalajlı çıkıyor...” 

“Yani?” 

“Ya fabrikada bir şeyler var ya da ambalajlar tekrar yapılıyor.” 

“Nasıl yakalarsın?” 

“Etrafında kimlerin ambalaj sektörü ile bağlantısı var? Önce buna bakarım. Sonra da yollanan ürünün olması gereken ağırlığı ile olan ağırlığı arasında fark var mı onu kontrol ederim. Gümrük çıkışlarındaki belgeleri incelemek yeterli olacaktır.” 

Çınar, Azra’nın verdiği belgelerdeki bilgileri dosyadan çıkarttı. “Hilmi, bunları al ve işe başla. Senden tek bir şey istiyorum.” 

“Benden bir şey isteyemezsiniz.” 

“O ne demek?” Hiç böyle bir cümle beklemediği için hem şaşırdı hem de kızdı.  

“Ben sizin için bir şey yapmıyorum ki, benden ne isteyeceksiniz?” 

Hilmi, sessiz kalacağını daha iyi anlatamazdı. Evrakları aldı ve ceketinin iç cebine koydu. Sonra sanki bir şeyi sormuş gibi kapıdan çıkarken teşekkür etti ve gitti. Çınar şaşkınlıkla gülümsüyordu.  

Tanrıdan başka bir şey istese olacakmış gibi bir ruh haline büründü. Artık yol düzleşiyordu. O kadar çok viraj, öyle yüksek dağlar aşmışlardı ki, şu anda bulundukları ortam ona dört şeritli otoban gibi geliyordu. Oysa daha çok uzun yol vardı önlerinde. Üstelik yakalanmadan o yolu katetmesi gerekiyordu.  

Evlilik... Azra ile Teoman’ın evlenme ihtimalini bile düşünmek istemiyordu. Azra’ya güveniyor ve inanıyordu ama yine de bu süreçte ikisinin yakın olacaklarını düşünmek canının tahmininden çok sıkıyordu. Evlilik konuşmaları yaptığı anları düşünürken ölen karısı hakkındaki bilgileri anımsadı. Teoman’ın aile doktorunun adını dosyasına yazmıştı. Hemen notlarına baktı ve ismi bilgisayarına girdi.  

Adamın sicilinde bir sorun yoktu. Biraz daha araştırdıktan sonra temiz olduğuna ikna oldu. Evde ölüm olduğu için savcı gelmiş, raporu o düzenlemiş olmalıydı. İşin o kısmına dalmayacak, savcıyı şimdilik araştırmayacaktı. Kadının intihar ettiğini biliyordu. İntihara sürüklenmiş olmasını ispatlaması diğer suçlamaların yanında ikinci derece suç kalıyordu. Savcıyı incelemesi ise Teoman’ın hemen haberdar olması demekti. Dava süresince elinde koz olarak tutacaktı.  

Hilmi’nin kuzeni hakkında da araştırma yapılacaktı. Kayıp dosyasının üç günde kapatılması mümkün değildi. O dosyadaki herkesi araştıracaktı. Dosyayı kapatan savcıyı da elbette. Aklındakileri not edemiyordu. Hepsini defalarca tekrarlayarak ezberlemişti. Azra bilgileri böyle aklında tuttuğunu söylemişti. İşe yarıyordu.  

 

*****  

 

İşte Teoman’ın kolunda giriyordu içeriye. Çınar, vücudunun kasıldığını, ellerinin terlediğini hissetti. Belli etmeden ellerini cebine sokup pantolon astarına sildi. Kendini sakinleştirdikten sonra içinde bulundukları gruba yaklaşan ikiliyi belli etmeden izledi. Konuşulanları duymuyor, bahsedilenleri anlamıyordu.  

“Teoman Bey, sizi görmek ne güzel.” 

Grupta bulunan orta yaşın üstündeki kadının, cilveli bir sesle konuşması dikkatini çekmişti. Ne yani böyle bir adamla flört mü ediyordu? Kolunda Azra varken hem de! Daha gerçekçi düşününce, kadının yaşının daha uygun olduğunu, adamın da yaşına göre dinç gözüktüğünü, dul ve çok zengin olduğunu kabul etti. Böylece kadının flört çabası anlaşılır oldu. Tüm bu düşüncelerinin ardında yatanın aklını Azra’dan uzaklaştırmak olduğunu da kabullendi.  

“Sizi de Füsun Hanım. Yine her zamanki gibi çok şıksınız.” 

“Çok teşekkür ederim, siz de öyle.” 

“Çok naziksiniz. Sizi nişanlım, Azra Atalay ile tanıştırayım.” 

Çınar ne diyeceğini ne yapacağını şaşırmıştı. Nişanlı mı? Ne zaman kabul etmişti? 

Azra, Teoman’ın kasıtlı kurduğu cümleyi alaycı bir tavırla gülerek düzeltti. “Henüz evet demedim, baskı yapıyor!” Çınar, neredeyse sesli nefes alıp oh diyecekti. Aslında o teklifi kabul edeceğini ve böylece daha hızlı sonuca gideceklerini biliyor olsa da buna hiç hazırlıklı olmadığını anlamıştı.  

“Ne şanslısınız. Dünyanın en iyi erkeği ile birliktesiniz.” Ne demezsin, diye düşündü Azra ve Çınar, aynı anda aynı şekilde... Melek gibi...  

Grupta olan diğer erkekler şakayla karışık bu cümleye itiraz ederken, Azra masum bir ifade ile gülerek, “Bilmez miyim? Çok şanslıyım!” diye yanıtladı. Teoman kolunda duran elinin üstüne hafifçe vurup, bu yanıtı beğendiğini ifade ettikten sonra diğer erkeklerle tanıştırmaya başladı. Sıra Çınar’a geldiğinde Teoman’ın kolundaki kasların gerildiğini hissetti, Azra. Bundan da gurur duydu. Demek ki korktuğu biriydi Çınar. Elbette yüzünden asla belli etmiyordu. Bu bilgiyi bir ara Çınar’a iletmeliydi.  

“Çınar Bey, sizi burada görmeyi beklemiyordum. Nasılsınız?” 

“Teşekkür ederim, iyiyim. Siz de gayet iyi gözüküyorsunuz. Kutlamak için erken olsa da, tebriklerimi kabul edin.” 

“Çok teşekkür ederim. Azra, bu bey başsavcı vekili Çınar Gürkan. Çınar Bey, Azra Atalay!” Vekil olduğunu bile bildiğine göre Çınar hakkında bilgi edinmeye devam ediyor olmalıydı. Geçmişte kendisini araştırdığını bildiği için bu takip çok şaşırtıcı değildi.  

Önceki akşam otelde buluştuklarında Çınar bu kez balıkçı gibi giyinmiş, başına yün bere takmış, atkı ile yüzünü iyice kapatmıştı. Azra bile tanıyamamıştı. Bu nedenle ikisinin tanışıyor olduklarını düşünmediğinden emindi.  

“Memnun oldum Azra Hanım.” Çınar son derece resmiydi. Azra da aynı şekilde karşılık verdi. “Ben de memnun oldum, Çınar Bey.” Tokalaşırken ellerinin titrememesi için çaba harcamıştı. Bir şey belli etmemek için ikisi de dikkatli davranıyordu.  

“Azra Atalay... adınız hiç yabancı değil. Mankenlik mi yaptınız, oyunculuk mu?” 

Bunu soran hemen yanında duran, göbeği yüzünden pantolon askısı kullanan kişiydi. Kim olduğunu bildiğinden ve onu utandırmak için böyle davrandığından emindi Azra.  

“Muhasebeciyim. O nedenle adımı başka bir yerde duyduğunuzdan eminim. Teoman, beyefendinin hafızasını tazelemek ister misin?” Yine çok dik bir tavırla konuşuyordu. Teoman’ın sinirlendiğini bile bile yapıyordu bunu. Çınar da yanıtı merakla bekliyordu.  

“Hulusi Beyin hafızasının çok iyi olduğunu hepimiz biliyoruz. Hatta iki gün sonra aynı ihaleye gireceğimizi de eminim anımsıyordur.” İş ile tehdit etmişti ayak üstü adamı. Üstelik bunu savcıların, milletvekillerinin olduğu bir grup içinde yapmıştı. Çınar ve Azra yine birbirlerinden habersiz aynı şeyi düşünüyordu. Bu özgüven nereden geliyordu? 

Çınar, milletvekillerinin isimlerini aklına not etti. Aynı grupta olmaları ve yanlarında bu kadar rahat tehditlerin savrulması ve ikisinin de aynı anda sanki konuşmayı duymamış gibi başka şeylerle ilgilenmesi ilginçti.  

Azra’nın tavırları, soru soranlarla, muhabbet edenlerle belli bir resmiyette devam ediyordu. Çınar, falso olmaması için hiç konuşmaya yeltenmedi. Sorulan bir iki soruyu yorum yok benzeri cümlelerle geçiştirdi. Süren davalarla ilgili bilgi aktaramazdı.  

Bir süre sonra farklı bir grup ile konuşmak için yanlarından ayrıldı. Yeni grupta iki genç kadının ilgisini üstüne çekmek, hiç istemediği ama işine yarayan bir sahne yaratmıştı. Kimse Azra ile ondan şüphelenmeyecekti böylece. Tabii bir ara Azra’nın öldürücü bakışlarını görmemiş olsa daha iyi olacaktı. En azından kendisinin haftalardır neler çektiğini anlamış olduğunu düşünüp içten içe sevindi.  

 

2 yorum:

  1. 27. Bölüm ne zaman gelir?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben buranın yorumlarına bakana kadar tabii hikaye bitti. Umarım diğer bölümleri de okumuşsunuzdur. Adsız yazınca yorum kimden anlayamadım.

      Sil