Çınar, dörtte evden ayrılırken ruhen ve bedenen orada kalmak istediğinden emindi. Duygularını tartmaya kalksa altında ezilecek kadar yoğun olduklarını kabullenecekti. En iyisi lanet iş günü için evine gitmek, hazırlanmak ve işe başlamaktı. Arka sokaktaki nöbetçinin kendisini göreceğinden emindi ama aldırmıyordu. Onlardan bir zarar gelmeyeceğini biliyordu.
Azra, yatağın az önce sıcak olan tarafının yavaş yavaş soğuduğunu fark edince üzüldü. Uykusuz bir gece geçirmesine rağmen çok iyi hissediyordu kendini. Gece yaşadığı duygu fırtınasını düşünmeliydi. Teoman ile ilgili kendine hâkim olmanın yolunu bulmalı, ondan tiksinmek yerine yakınına gidebilmenin çaresine bakmalıydı.
Altıda yataktan kalkıp bir kez daha duşa girdi, bu kez keyifle sabunlandı. Duşta aklında olan tek erkek Çınar'dı. Ona iyice bağlandığını hissediyordu. Hata üstüne hata yaptığının farkındaydı. Baş savcı vekili... Önü açık, başarılı bir savcıyı kendi pis geçmişi yüzünden karalamalarını asla istemiyordu. Bu ilişkinin sonu yoktu. Bunu bilmek, kabullenmek ve yapabilirse daha çok bağlanmadan ayrılmak en iyi çözümdü.
Çözümü bilmek işe yarasa bunu zaten çoktan yapardı. İlk kez düşünmüyordu ki. Fakat kendisini de biliyordu. Henüz ondan uzak durmaya hazır değildi. Belki zaman içinde ona karşı soğuyacaktı. Şu an ikisine de seks iyi geliyordu. Birbirlerinden romantik beklentileri yoktu. Evet biraz kıskançlık vardı ama bu da her insanın doğasında olan bir şeydi. Gerçi Çınar dün akşam kapısına dayanmış, hesap sormuştu. Teoman değil de başka biri ile konuşsa da aynı tepkiyi verir miydi? Sanmıyordu. Dünkü tavrı tamamen Teoman yüzündendi. O herifi içeri atmak için ortaklık yaptığı kadının kendisini kandırdığını sanmış olmalıydı. İyi de kapıya dayandığında ya gerçekten Teoman o evde olsaydı? Önce hafifçe sonra kahkahalarla gülmeye başladı.
Çınar, onun evde yalnız olduğunu bilerek gelmişti. Aksi halde asla kendini tehlikeye atmazdı. Bilerek gelmiş, kıskançlığını gizlememişti. Azra yüzündeki gülümseme ile çıktı duştan.
"Sen ne kadar hin biriymişsin sayın savcım. Kandırdın beni."
Bornozunu giyip saçlarını da havluyla sardıktan sonra yatak odasına gidip ikisinin kullandığı telefonu eline aldı.
"Özledin mi beni?" diye açan Çınar'a, "Sana bir daha kanmayacağım." diye yanıt verdi.
"Nasıl kandırmışım seni?"
"Akşam evde tek başıma olduğumu biliyordun."
"Elbette biliyordum. Ama o kapıya gelmek için mazerete ihtiyaç duydum. Sanırım biraz da kızgındım."
"Biraz mı?"
"Birazdan biraz fazla. Ne yapıyorsun, yatakta mısın hala?"
"Ne ayıpppp, beni yatakta çıplak düşünmekten sizi menederim sayın savcım."
"Ah işte şu an bu cümle ile tam da onu düşünmeye başladım."
"Bu durum için iyi bir atasözü var da sabah sabah sana eşek demek istemem."
"İyi ki demedin. Bu akşam otelde görüşüyor muyuz?"
"Sen iptal etmezsen ben etmem."
"Senin bu kelimelerin nasıl oluyor da her seferinde tam isabet oluyor? Çok önemli bir sorun olmadıkça görüşüyoruz. En kötü gelebildiğim saatte gelirim, yine seni uykundan ederim."
"Bugün zaten uykusuz çalışacağım, bir de yarın nasıl çalışırım bilmem."
"Şikayetçi misin?"
"Keşke şu an burada olsan, bornozumu çıkartsan, belime, kalçalarıma dokunsan, sonra biraz yukarı çıkıp..."
"Çılgınsın."
"Sesine bir şey mi oldu?"
"Bu telefonu kapatıp duşa giriyorum. Akşama da senden acısını çıkartıyorum. Anlaştık mı?"
"Cezam neyse çekerim."
"Görüşürüz tatlım. Dikkatli ol."
"Sen de."
*****
Azra öğlene doğru masasında çalan telefonu açtığında hiç ummadığı sesle karşılaştı.
"Merhaba Azra, nasılsın?"
"İyiyim Teoman Bey, siz nasılsınız?"
"Teşekkürler. Senin şirketine yakın bir yerdeyim. Bir öğlen yemeği yiyelim diyecektim. Dün akşam konuşmamız yarım kaldı."
"Çok işim var. Yıl sonu, yoğunum, paydos yapmayacağım."
"Yemek yiyeceksin ama değil mi? Bir şeyler alıp geleyim orada yeriz. Ne istersin?" Her zamanki Teoman’dı. Ne istediğini bilen, karşısındakine dikte eden ve uyulmasını bekleyen... Hayır, uyulmasını zorla kabul ettiren. Güç... En büyük silahıydı bu. Azra kendini sakinleştirip yeniden yanıtladı.
"Yemeğimi söyledim, teşekkürler. Gerçekten yoğunum."
"O zaman başka bir gün diyelim."
Geri adım mı atmıştı? Buna şaşırdı ama hemen kendini toparladı.
"Mümkünse hiç görüşmeyelim." Tavrı sert ve netti. Ama Teoman’ın vazgeçmeyeceğini biliyordu.
"Mümkün değil. Dün akşamdan beri seni düşünüyorum. Mutlaka konuşmamız lazım."
"Ne konuşacağız? Yeni mal mı var taşıtacağınız? Kusura bakmayın ama sizinle selamlaşmak bile istemiyorum. Benden uzak durun." Bu yaptığı ile daha çok ısrar edeceğini biliyordu. Basit ama etkili bir taktik. Kaçan kovalanır...
"Azra... üzgünüm. Gerçekten üzgünüm. Mutlaka konuşmamız gereken şeyler var. Nasıl yaparım bilmiyorum ama bazı şeyleri telafi etmek istiyorum." İşte bu Azra’yı gerçekten şaşırtmıştı. Alttan alan ve neredeyse üzgün olduğuna inandıracak tavır takınan Teoman’ı tanımıyordu. Eline geçen fırsatı değerlendirdi.
"Kolay... suçunuzu kabullenin, masum olduğumu söyleyin, sabıka kaydımın kalkmasını sağlayın, kaybettiğim üç yıl için ömrüme ömür katın, bir daha beni aramayın sormayın o zaman telifi etmiş olursunuz."
"İmkânsız şeyler istiyorsun. Hafta sonu seni evinden aldıracağım. Benim evime geleceksin, orada konuşacağız."
"Türkçe ve tane tane bir daha söylüyorum. Görüşmek istemiyorum."
"Bir kez. Sadece bir kez kimsenin bizi dinlemediği, rahatsız etmeyeceği bir yerde görüşelim sonra bir daha istersen hiç görüşmeyiz."
"Peşimdeki adamlarını çek de önce. Gece gündüz takip edilmekten sıkıldım. Kuaför kapısında bile bekliyorlar." Gerçi bu çok zaman önceydi. Son iki hafta kimseyi fark etmemişti.
"Bu kadar anlaşılıyorsa zaten takip etmelerinin ne anlamı var ki? Ayrıca artık seni izletmiyorum. Seninle görüşeceğimi biliyordum. Dün sürpriz oldu ama bu konuşmayı eninde sonunda yapacaktık."
"Beni takip etmekten daha önemli işlerin olmalı. Benden uzak dur." Takip ettirmiyorum sözüne hiç güvenmiyordu. Boş bulunmasını istiyor olabilirdi. Çınar’ın adamları takip edilmediğini anlardı. Ondan böyle bir bilgi gelmediğine göre daha dikkatli hareket ettiklerini kabul etmeliydi.
"Bak, bu hafta sonu konuşalım sonra uzak dururum."
Azra adamı istediği noktaya getirdiğini anlayınca biraz yumuşadı. "Bu hafta sonu çalışıyorum. Önümüzdeki hafta bir gün öğlen yemeği olur. Bir saat fazladan izin alırım."
"Patronun çok mu sert biri?"
"Hayır, çok tatlı biri ama işlerim çok. Sanırım işlerini başkalarına yaptırmaya fazla alışmışsın, çalışanları anlamaz olmuşsun."
"Her işimi kendim takip ederim ve sen bunu iyi bilirsin. Benim haberim olmadan bir kâğıt bile çöpe atılmaz. İşte tam da bu yüzden kim ne zaman ne yapıyor hep haberim olur." Az önceki sahte Teoman yerini gerçeğine bırakmıştı. Azra yüzündeki gülümseme sesine yansımasın diye kendini toparladı.
"Cümlelerin tehdit kokuyor? Ne o seninle yemeğe bu hafta çıkamıyorum diye bu kez de yolsuzlukla falan mı suçlanacağım?"
"Seni tehdit etmem gerekmiyor. İkimiz de birbirimizi anladık ve o konuyu kapattık."
"Sana güvenmiyorum. Takipten vazgeçtiğini de sanmıyorum. Yoksa nasıl her hareketimden haberin olur?"
"Ben de sana güvenmiyorum. Takip gerekliydi. Sonra çektim adamlarımı. Artık yanlış bir şey yapmayacağını düşünüyorum. Yine de eski günlerdeki gibi seni yanımda istiyorum. Seninle gittiğim her yemeğin, partinin lezzeti farklıydı. O günleri özlüyorum."
Azra’nın duymak istediklerini söylüyordu. Gerçekleri değil. O adamların bir yerlerde olduğundan iyice emin oldu. Sadece uyuduğunda izlenmediğini düşünüyordu. Çınar’ın evine gelmesinin tehlikesini daha iyi anlamıştı. Uyarmak zorundaydı.
"O günlere döneceğimi mi sanıyorsun? Kimse inanmayabilir, sen ömrünün sonuna kadar inkâr edebilirsin ama beni hapse sen attırdın. Avukat bile tutmama izin vermedin, hepsini tehdit ettin. Sonunda konuşmaktan aciz bir yeteneksize kaldım. Ve hayatımın üç yılını dört duvar arasında geçirmeme neden oldun. Orada yaşadıklarım konumuz bile değil. Şimdi de bunlar hiç olmamış gibi davranmamı mı istiyorsun?" Aslında içinden geçenlerin kibar dile getirilişiydi fakat hepsi gerçekti ve söylendikçe rahatlamıştı. Bu konuşmaların onları getireceği noktayı biliyordu. Amacına uygun davranıyordu. Düşünmüş ve kararını vermişti. Sakin olacak, istediği noktaya getirecek ve gerekeni yapacaktı.
"Azra, çektiklerin için üzgünüm ama bak sen de diyorsun, benim bir suçum yok. Ölene kadar da bunu söyleyeceğim çünkü gerçek bu. Ben sadece o kötü günleri unutman gerektiğini biliyor ve bunun için elimden geleni yapacağımı söylüyorum. Şimdi kapatmam lazım. Seni arayacağım, yeni bir sayfa açacağız."
Azra içinden tamamladı cümleyi, 'Geçmişin tüm kötülüklerinin silinse de izinin kaldığı bir kirli sayfa...' Sonra yüksek sesle yanıtladı Teoman'ı. "İyi günler." Ne bir kabulleniş ne bir itiraz. Sonra da Victor Hugo'nun sevdiği bir sözünü mırıldandı. "En anlamlı yemin söz vermektir, en büyük intikam affetmektir." Sonra bir başka Hugo sözünü anımsayıp telefon konuşmasının başından beri ilk kez gerçekten gülümsedi. "Kadınlar, kendilerine yapılan birçok şeyi affedebilir; ama affettikleri şeyleri hiçbir zaman unutmazlar."
"Seni yok etmek için önce affetmek zorundayım Teoman Kamberli. Yoksa seninle ve elinde tuttuğun güçle başa çıkamam."
*****
Otele umduğundan çok daha geç ulaşmıştı. Çınar yiyecek bir şeyler aldığını söylediği için yemek de yememişti. Hem aç hem de yorgundu. Üstelik birazdan sonunun iyi bitmesini umduğu bir konuşma yapacaktı. Önce Semahat Ablaya ve Selma'ya selam verdi. Kısa süre konuştuktan sonra vedalaşıp numarasını bildiği odaya çıktı. Çınar kapıyı açıp hemen sarıldı.
"Çok özledim."
"Dün görüştük!" Ağzından çıktığı an pişman olmuştu. Bozuk sinirlerinin düşünmeden konuşmasına neden olması çok kötüydü. Ya bunu olmayacak yerlerde yaparsa! Kendini toparlamalı ve hazırlamalıydı.
"Tamam o zaman daha özlenecek kadar ayrı kalmamışız, o zaman seni değil seksi özledim diyeyim."
Hak etmişti. Yine de "Çok çirkin bir cümle oldu." diye kızgınlıkla söylendi. Çınar, halen sarılırken yanıtladı. "Seninki kadar çirkin değil. Özlemem saçma geldiğine göre ciddi bir sorunumuz var demektir."
"Ciddi sorunlarımızı alt alta yazarsak birbirimizi bir daha görmemek üzere kapıdan fırlamamız lazım." Böyle dediği halde sıkıca sarılmıştı. Bırakıp gitmeyi de bırakıp gitmesini de istemiyordu. İç çekince Çınar biraz bedenini uzaklaştırıp yüzüne baktı.
"Senin neyin var?"
"Çınar, gerekten berbat bir gün geçirdim. Sonra önemli bir konu konuşacağız. Bu arada Orhan beyin kayınpederi bu akşam üstü vefat etti."
"Üzüldüm. Dün o yüzden apar topar çıkmıştı o zaman?"
"Evet ve ben inanmamış, Teoman ile acaba bağı mı kurdu diye düşünmüştüm." Bunları söylerken adam hakkında kötü düşündüğü için bir kez daha utanç duydu. Ondan nasıl şüphelenmişti acaba? Hüzünlü bir sesle devam etti. "Dün, komaya girmeden önce son kez görmüşler. Bugün de vefat etmiş."
"Senin için kötü bir gün olmuş." Derin bir nefes alıp konuyu değiştirdi. "Aç mısın tatlım? Biraz soğudular istersen Semahat Ablaya inelim ısıtalım. Sonra çıkarız yine buraya."
"Önemli değil, yerim öyle. İnmek istemiyorum." Yeniden sarıldı. Az önceki densizliğini affettirmek istiyordu. O da özlemişti. Hatta bugüne dayanmasını sağlayan tek şey akşam Çınar’ı görecek olmasıydı. İptal olacak diye korkmuştu.
Kâğıt tabaklardaki soğuğa yakın hale gelmiş yemekleri yediler. Genelde günün olaylarını konuştular. Yemek bittikten sonra yatağın üstündeki örtüyü bile kaldırmadan öylece uzandılar. Çınar kolunu Azra'nın omuzlarına sarıp kendine yaklaştırdıktan sonra fısıltıyla konuştu. "Hadi şimdi sorunu anlat. Gözlerini kaçırmandan hiç hoşlanmadım. Normalde yapmayacağın kadar çok saçınla ve peçetelerle oynadın. Sıkıntın neyse konuş, rahatla."
"Nasıl?"
"Mesleki beceri derdim ama buna gerek kalmayacak kadar açık hareketlerin. Seni okumak çok kolay değil. O yüzden bu akşam gerçekten çok rahatsız olduğun belli. Dinliyorum."
Azra, telefon konuşmasını baştan sona anlattı. Çınar'ın gerildiğini nefes alışlarının değiştiğini hissediyor ama konuşmada satır atlamamaya çalışıyordu. Teoman'ın onunla görüşmek istediğini söylediği an uzandığı yerden doğruldu. "Ne istiyor dedin?"
"Duydun işte. Benimle görüşmek, eskisi gibi partilere davetlere gitmek istiyor."
"Aman ne güzel. Sen ne dedin?"
"Davet ve partilere şimdilik hayır dedim. Haftaya yemeğe çıkacağım."
"Ne...Ne yapacaksın? Yemeğe mi çıkacaksın? Delirdin mi?"
"Hayır, delirmedim. Asıl yapmak istediğim buydu ve bana gün doğdu. Bunu daha önce de konuşmuştuk. Aslında henüz tam hazır hissetmiyorum ama yine de tamamen uzaklaştırmayacak kadar yakın davranacağım."
"Bu muydu? Sen onunla birlikte mi olmak istiyorsun? Baban yaşında biriyle?"
"Evet. Hatta babamdan iki yaş büyük. Ben onunla birlikte olacağım. Sadece o zamana kadar biraz süründüreceğim. Elde etmeden bırakmayanlardan olduğu için mutlaka peşimde koşacak. Sonra bir süre hayatındaki kadın olacağım. İşte o sırada bilgi, belge ne bulursam edineceğim." Cümlelerin başka anlamlara geleceğini düşünmeden konuşuyordu. Sevgilisine yaşlı bir adamla yatacağını ima eden cümleler kurması hiç doğru olmamıştı. O kadar yorgundu ki ancak Çınar tepki verince anlamıştı. Bunu kullanmalıydı. Kızgınlığını koza çevirmeli ve Çınar’ı uzak tutmalıydı.
"Azra, çıldırdın mı? Öncelikle bu adam seni hapse attırdı. İnkâr etmesi bir şeyi değiştirmez ikimiz de biliyoruz ki onun oyununa geldin ve ceza çektin. Tüm bunlara rağmen o adamın hayatına girecek, kadını olarak mı gezeceksin?" Cümledeki kadını kelimesini öyle iğrenerek söylemişti ki, Azra neredeyse kahkaha atacaktı.
"Neden olmasın? En hızlı bilgi alma yolu bu. Ben de fırsatı kaçırmayacağım."
"Şu an bu konuşmayı sevgilinle yapıyorsun farkında mısın?"
Sevgili olmak önemli bir noktaydı. Sevgililer arasında duygular da olurdu. Çınar acaba onun için ne hissediyordu? İstiyordu, beğeniyordu, özlediğini de söylüyordu. Hatta kıskanıyordu. Ama ya sevgi? Aşk? Bunları konuşacak kadar duyguları derinleşmemişti. İşte Azra da buna sığınıyor ve aklındakileri yapana kadar uzak durmanın yolunu arıyordu.
"Elbette farkındayım. Sevgili demek ne kadar doğru bilmiyorum. Sanırım yatak arkadaşı daha iyi bir tanım. Ayrıca, ikimiz de çok iyi biliyoruz ki bu ilişkinin bir geleceği yok. Birincisi ben bir hükümlüyüm. Sabıka kaydım senin mesleğini ve geleceğini mahveder. İkincisi bu davaya sen bakacağın için benimle zaten olmaman lazım. Üçüncüsü böyle bir fırsatı asla kaçırmam. O yüzden gerçekten sevgilimmiş gibi kıskançlık yapma. Biraz süründürecek ve sonra onu hapse tıktıracağım." Her cümlesinin etkisini Çınar’ın yüzünde görüyordu. Mesleğini yaparken renk vermeyen ifadesi Azra konuştukça tüm duygularını yansıtmaya başlamıştı.
"Bu biraz ağır oldu. Beklentisi olmayan kadınları severim, fakat bu kadar değersiz bir şekle sokulan ilişki sevmem. Tüm bu kararları tek başına alman ayrıca çok rahatsız edici." Çınar, kendini sakinleştirmek istiyordu. Bir şeylere vurmak, bir şeyleri kırmak istiyordu. Orada yatarken, üstelik Azra hala kollarındayken bunları konuşmak çok saçma değil miydi?
"Biliyorum. Ayrıca söylediklerimin çok doğru olduğunu da biliyorum. Bir iki hafta sonra bitecek bir ilişki için bu şansı elimin tersiyle itemem." Bunu söylerken dayanamamış, bir gözünden akan yaşa engel olamamıştı.
"Anlıyorum. Benim açımdan tuhaf bir durum olduğunu itiraf etmeliyim. Pekâlâ bir sorum var. Dün akşam deli gibi sırtını yıkatan kadın bugün nasıl oldu da o adamla bir ilişki içinde olmayı planlar hale geldi?"
"Kadınlar ne yapacağı belli olmayan yaratıklar. Ben de bunun canlı kanıtıyım. Dünkü olay beni çok hazırlıksız yakaladı. Bugün bolca düşündüm. Başka çaremiz yok. Eldeki bilgilerle çok yol alamıyoruz. Onu suçlayacak önemli bir delil bulmam lazım. Kendisini ele verecek açığı ancak ona yakın olursam ele geçiririm. O yüzden tüm nefretimi bir kenara bırakıp mide bulantımı yok edeceğim. Kolay olacağını sanmıyorum. Sadece başarmam gerektiğini biliyorum."
Çınar, göğsüne damlayan gözyaşını fark etmemiş gibi yaptı. "Bu kadar soğukkanlı plan yapıyor olman ürkütücü. Dün seni görmemiş olsam sosyopat olduğunu bile düşünebilirdim."
"Düşünme. Değilim. Destek ver yeter. Bana güven. İnan, asla pişman olmayacaksın!"
Onu kaybetmeyi istemiyordu. Ama adını tamamen temize çıkartmadan onunla olamazdı. O yüzden uzaklaşmak istiyordu. Uzaklaşırken tüm köprüleri yıkmanın anlamı da yoktu. Bir köprüyü sağlam bırakmalı ve dönüşüne olanak sağlamalıydı. Dönebileceğinden emin değildi ama dönmek isteyeceğinden emindi. Daha fazla üzmek ve üzülmek istemiyordu. Cümlesi bittiğinde yanağına bir öpücük bırakmıştı.
Çınar derin düşüncelere dalmış gibiydi. "İş açısından destek veririm elbette. Ama o adamla olmanı onaylamamı bekleme."
"Kıskanmıyorsun değil mi?" Kıskandığını biliyordu.
Çınar, onun bildiği halde sorduğunu anlamış, numaradan rahatmış gibi yapıyordu. "Hayır, elbette kıskanmıyorum.”
Az önceki gözyaşı sakinleştirmişti. İkisi de iş ile ilişkilerini ayırmayı becermek zorundaydı. Sinirleri bozulsa da kıskançlık alevi damarlarında dolaşsa da sakinleşmeliydi. Belki de aklına üşüşen görüntülerin hiçbirini yaşamadan adamı içeri tıkardı. Daha çok çalışmalıydı. Azra da nasılsa hemen yatağına atlayacak biri değildi. Hatta bunu yapmamak için elinden gelenin fazlasını yapacağından da emindi. Cümleleri ilk duyduğu andaki kadar yüksek değildi duyguları. Düşündükçe biraz daha makul bir noktaya gelmişti. Kısa zamanlarını harcamak istemediği için de aklındakilerin yerini değiştirdi. Teoman sonranın işiydi.
Sarılıp öptükten sonra yeniden her bir kıvrımını okşamaya, sevmeye başlamıştı. Bir yandan da konuşuyordu. Gerçekte düşünmediği ve alaycı ses tonuyla dalgasını geçtiğini belli eden cümleler kurmaya başladı. “Senin de dediğin gibi aramızda geleceği olan bir ilişki yok. O yüzden tadını çıkartalım. Mesela buranı öpeyim, buranı da öpeyim. Hatta şurayı biraz fazla öpeyim. Hımmm tadını çıkartmak güzelmiş."
"Bence de. Ama bu böyle olmuyor. Mesela ben de senin tadına bakabiliyor muyum?"
"İtiraz edersem cehennemde yanayım."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder