"Bu nereden çıktı?"
"Şikâyet mi ediyorsun?" Yüzünde hafif bir tebessümle sormuştu. İlk gördüğü andan beri yapmak istediği şeyi yapmıştı.
Elini kaldırıp genç adamın dudaklarını parmaklarının ucu ile okşadı. Bunu fırsat bilen Çınar dudakları ile parmakları öpmüş, hafifçe ısırmıştı. Daha da heyecanlanan Azra, gülümsedi. "Hayır, sadece beni susturmak için mi bu yöntemi kullandığını merak ediyorum."
"Böyle susturmak iyi fikir, aklımın bir köşesinde tutacağım. Şimdi bir başka gerçeği de senin aklının bir köşesinde tutman lazım. Az önce olanları unutmalısın. Bu olay çözülene kadar uzak durmalıyız."
"Yok sayarım." Azra az önce yaşadıklarını nasıl yok sayacağını bilmiyordu. Unutmasını istemesi hiç hoşuna gitmemişti.
"Hayır, yok saymanı istemiyorum. Sadece bir süre unut, zamanı gelince hatırlarız diyorum."
"O niye?" Biraz rahatlamıştı söyledikleri karşısında ama yine de keyfi yerine gelmemişti. Çınar, onun yüzünden tüm duygularını okuyordu. Biraz daha kollarının arasındaki kadını kendine yasladı ve kulağına, "Çünkü bu davada taraf olacağız. Aynı tarafta bile olsak davanın dürüstçe görülmesine engel olacak şekilde davranamam. Tarafsız olduğumu düşünmeli herkes. Eğer yakınlaştığımızı duyan olursa inandırıcılığımı kaybederim." Cümlesi bittiğinde kulağının hemen altına bir öpücük kondurdu.
Öpücük ile iyice kendinden geçen Azra, çatallı bir sesle yanıtladı. "Anlıyorum. Bunu düşüneceğim." Az önceki kızgınlığı geçmişti. Adam haklıydı. Hiçbir şeyi tehlikeye atmaması gerekiyordu. Üstelik bunu kendisi de defalarca düşünmüştü. Ama o öpüşmeden sonra aklı başından gittiği için cümleleri doğru yorumlayamamıştı.
Kollarını biraz gevşetip yüzüne baktı. Üzgün bir sesle, "Düşünülecek bir şey yok Azra. Bu davayı onları asla uyandırmadan hızlandırmalı ve bir an önce bitirmeliyim. Ondan sonra ikimiz de rahat hareket edeceğiz." dedi.
İkimiz demesi ikisinin de hoşuna gitmiş olmalıydı ki bu berbat durumda bile gülümsediler. Sonra gerçek dank etmiş olmalı ki Azra üzgün bir sesle "Ya çözemezsen? Ya yıllarca sürerse? Ben de o süreyi bekleyerek mi geçireceğim. Hem seni hem davayı!" dedi.
Çınar, kaşlarını çatarak biraz da sert bir sesle sordu. "Hayatında başka biri var mı?"
Ah bu adam bir türlü emin olamıyordu. "Yok."
"Olma ihtimali olan var mı?" Aynı tonla devam ediyordu.
Azra fırsatı kaçırmadı. "Senden başka mı?"
"Azra!"
Genç kadının kahkahası kulağına çok güzel gelmişti.
"Bildiğim kadarıyla yok." Azra’nın onun bu kıskanç halleriyle eğlenmesi genç adamı da güldürdü. Sesi yumuşamıştı. "Şimdilik sorun yok o zaman. Bekle." Kendisi nasıl bekleyecekti? Şimdi bu soruya yanıt bulmaya uğraşmayacaktı, çünkü yanıtı yoktu.
"Yine de tuhaf." Azra, aslında ikna olmadığını biliyordu. Diretmek istedi. Belki de olaylar zaten kendi yapmak istedikleri için olanak tanıyacaktı. Teoman’ın ilk harekete geçen olması, ısrarı, bunu düşündürüyordu. Çınar’ı kırmamak ve üzmemek için ayak diremekten vazgeçmeye karar verdi. Hem zaten ucunda onunla birlikte olmak varken, yanlış adım atmak istemiyordu.
"Dava açılacak, o hüküm giyecek. Tüm bu yaptıklarının bir şekilde cezasını çekeceğini biliyorum. İşte o zaman ikimiz de kendi hayatımıza bakacağız."
"O zaman bu işi biraz hızlandırmak gerekmiyor mu?" Yine tutamamıştı dilini. Daha on saniye önce ne düşünüyordu?
"Gerekiyor elbette ama onu da uyandırmamak lazım."
"Benim planım en iyisi o halde."
"Hayır dedim ve nedenini de belirttim. Aynı konuya dönmeyelim."
"Tamam, dönmeyelim. Yine de söylemeden geçemeyeceğim, eğer o bir şekilde yanında olmamı isterse ben de yanında olurum. Hızlı yol bu, sen de biliyorsun!"
Çınar, genç kadının neler hissettiğini anlıyordu ama onu riske atmak en son yapacağı şeydi. "Hızlı olmasa da olur. Yeter ki sana zarar gelmesin."
“Tamam ama ikimiz de bu konuyu tekrar düşüneceğiz. Belki başka yol buluruz ama sanıyorum ki yakın zamanda izleyeceğimiz yolu Teoman belirleyecek. Ben bir şey yapmayacağım, senin sözünü dinleyecek ve bekleyeceğim. Fakat o isterse de asla hayır demem, giderim.”
“Anlıyorum. Tamam, ben de düşüneceğim başka yol arayacağım ama eğer dediğin gibi olursa da kabul edeceğim. Fakat kendini tehlikeye atarsan seni oradan alır ve saklarım.”
“Kabul.”
“Artık bu konuyu kapatabilir miyiz?”
“Tamam, kapatalım. Ben gideyim artık.”
“Acelen mi var?”
“Hayır ama dinlenmek istersin diye düşündüm.”
“Dinlenmek istemiyorum. Biraz daha yanımda olmanı istiyorum.”
“Öpüşemeyiz ama. Unutmam zor olabilir yoksa.” Sesindeki alaycılık Çınar’ı güldürdü. Kollarını yeniden sıkıca Azra’ya sarıp kendine yaklaştırırken, “Gel buraya.” dedi sonra yeniden öpmeye başladı.
*****
Azra, Selma ile kalacağı odaya gitti. Annesi çoktan yatmıştı. Gece nöbette olan eleman da bankın arkasında uyukluyordu. Odaya girer girmez Selma sorguya çekmeye başladı.
"Neler konuştunuz?"
"Boş ver, dediğin gibi dava hakkında ne kadar az bilsen o kadar iyi." Azra, konuşursa odada neler olduğunu ağzından kaçıracağını bildiği için susmayı tercih ediyordu.
"Başın yine belaya girecek mi?" Selma, arkadaşı için tedirgin olduğunu saklamıyordu. Azra onu gülümseyerek, "Girmemesi için uğraşıyoruz. Çınar...Bey de en doğru adımları atmamı istiyor. O yüzden uzun uzun konuştuk."
"Çok yakışıklıymış senin savcı. İnsanın suç işleyip ifade veresi geliyor." İkisi de kahkaha atıp yatakların üstüne oturdu.
"Emin ol işinin başındayken hiç hoş biri değil."
"Heee yani işin dışında hoş biri öyle mi?"
"Selmaaa, uğraşma benimle zaten yoruldum sorularından. Bir de sen yorma."
"Tamam, uğraşmam. Zaten ben de yorgunum, hadi yatalım." Yatarken yüzünde hâlâ merak ve gülümseme vardı. Azra umursamadı. Üstüne gitse ağzından bir şeyler kaçıracaktı.
Azra, uzun süre uykuya dalamadı. İlk öpüşmelerini ve kapıdan çıkarken yeniden odaya çekip uzun uzun öpüşünü aklından çıkartması mümkün değildi. İlk gördüğü andan beri çekici bulduğu ama çok farklı yerlerde oldukları için asla yakınlık düşünmediği biriydi Çınar. Şu an bile onun sadece çekici bulduğu bir kadın olduğunu düşünüyordu. Duygusal bir ilişki istediğini sanmıyordu. Her ne kadar kendisini uzak tutmasını, Teoman'a asla yaklaşmamasını söylese de bunların hepsi derin duygular içermiyordu. Kendisine sadece cinsel bir istek duymasından kaynaklanıyordu. Başka bir şey değildi. Ya da kendisi böyle olmasını daha çok yakıştırıyordu ikisine. Çünkü suçsuz da olsa mahkûmiyet almış biri ile bir savcının bir arada olması olası değildi!
Neredeyse dört yıldır öpüşmemiş biri olarak kendisinin verdiği karşılığı biraz fazla bulması da normaldi. Bir daha öpüşmeyi düşünmüyordu. Zaten vücudu istekle kıvranmaya başlamıştı. Bir de öpüşmeye devam etseler adamla yatakta alacaktı soluğu. Oysa bakire sayılırdı. O kadar uzun zaman geçmişti ki... Gülmeye başladı. Gerçekten bakire sayılırdı. Bunca yıl eline erkek eli değmemişti.
İkisi de bir süre birbirlerinden uzaklaşmışlar, kapalı perdelerin önündeki masayı kullanmak yerine yatağın üstüne oturup konuşmuşlardı. Çok tehlikeli bir yerdi ama biri başucuna oturup sırtını dayamışken, diğeri ayak ucuna oturmuştu. Mesafe uzak olunca sadece konuşmaya yönelmek kolaylaşmıştı.
On dakikaya yakın hayattan, işte yaşananlardan konuşmuşlardı. Çınar’ın hapiste geçen yıllarını merak ettiğini söylemesi Azra’nın canını yakmıştı. O yılların kaybını dışarıdayken daha çok hissediyordu. “Bir gün anlatırım.” demiş, konuşmaktan kaçınmıştı.
Düşünmek uyumasını kolaylaştırmıyordu. En iyisi uyumak için bir şeyler saymak derlerdi. Hiç faydası olmayacağını bildiği için başlamadı bile saymaya. Şirkete gelen adamı ve sonrasında neler olacağını düşünmek belki uyumaktan daha önemliydi. Sonra aklındaki olasılıkları değerlendirmeye başladı. Teoman bir şekilde kendisine ulaşırsa neler yapabileceğini düşünmek istiyordu. Bir iki fikir gelince onları geliştirmeye çalıştı.
Çınar, onun olayları hızlandırmasına izin vermiyordu. Kendisi de Azra’nın beklediği hızda hareket edemiyordu. Ki bunu anlamak zor değildi. Sonuçta onun kurallara uygun davranması ve tüm delilleri topladıktan sonra tek hamlede avını yutması gerekiyordu. İşte tam da bu yüzden ona delilleri Azra toparlamalıydı.
Ertesi gün ilk işi firmalar ve bağlantılarını takip etme konusunda hangi sitelere girileceğini ve tabii varsa yurt dışı bağlantılarını nasıl bulacağını araştıracaktı. Artık konu aklanmaktan çok onu cezalandırmaktı. O halde farklı yol izlemeli ve içeri tıktırdıktan sonra belki kendini aklatacak itirafı almalarını sağlamalıydı. Aklanırsa hayatında birilerine yer vermek daha kolay olacaktı. Bu düşünce ile biraz morali yerine gelmişti. Olayları böyle sıralamak rahatlatmıştı.
*****
Çınar, yalnız kaldığında az önce yaşananlar yüzünden kendini suçluyordu. Tamam sadece öpmüştü ama ne gerek vardı? Duygularını, isteğini ortaya sermesi gerekmiyordu. Büyük hata yapmıştı. Ya Azra boş bulunur da ona yakınlaşırsa? Bunu gören biri kendisini ihbar ederse ya da Teoman’a söylerse tüm planları yerle bir olurdu. Uzak durmalıydılar. İkisi de uzak durmalıydı. Bunu söylemek kolay, uygulamak zordu. Şu an bile onun yanında olmak, kollarına almak istiyordu. Kendini toparlamalıydı. Uzak durmaları gerektiğini en iyi o biliyordu.
Bir de deli kadının Teoman'a yakınlaşma talebi vardı ki akla zarardı. Zaten her şeyi tetikleyen bu olmuştu. Nasıl olur da o adamın metresi olmayı düşünürdü? Acaba... Aklındakileri kovalamak istedi ama düşünceler art arda beynini kemirmeye başlamıştı bile. Bu kadının o Teoman denen adama yakınlaşmak istemesinde kendi çıkarı mı vardı?
Bu büyük bir soru işaretiydi. Gereğinden hızlı güvenmişti ona. Tedbirli olacak, her hareketini izlemeye ve doğru yorumlar edinmeye çalışacaktı. Aslında bunun gereksiz olduğunu kalbi de beyni de biliyordu ama bir kez sütten ağzı yanmıştı. İlk savcı olduğu yıl, tayin olduğu doğu illerinden birinde yaşadığı ilişki ve sonunda davanın nasıl eline yüzüne bulaştığını unutmuyordu. Bir daha asla dava konusu kişilerden biri ile ilişki yaşamamıştı. Çünkü kadınları kullanarak olayı sulandırmayı seçen suçlu sayısı azımsanmayacak kadar çoktu. Azra konusu ise başını daha çok ağrıtacak bir dava olacaktı. Eskisi gibi çömez değildi, amirleri çok daha sert yaptırımlar uygularlar, hatta meslekten men bile ederlerdi.
*****
Yeni hafta başladığından henüz hiçbir şey netleşmemişti. Her ikisi de kendi düşünceleri içinde çıkar yol bulmanın çabasındaydı. Boşa geçen her günün akşamı yeni pişmanlıklar biriktiriyorlardı. Azra, Teoman ile bağlantısı olan Yılmaz Yerçeken’in tüm şirketlerini incelemeye almıştı. Hiçbir şey bulamayacağından emindi. Teoman en temiz hesabı yollayacak kadar uyanıktı. Daha bu şirketle işi bitmeden yeni bir müşteri gelmişti.
Orhan Bey, gelen hesapların büyüklüğü karşısında şaşkındı. Böyle şirketlerin kendi muhasebe bölümleri olurdu. Zaten çoğu iş yine şirketlerinden yapılıyor, kendilerine müşavirlik görevi veriliyordu. İkinci müşteri Ümit Kuralcı, Yılmaz kadar kibar değildi. Tek cümle söylemişti, “Beni buraya Teoman yolladı.” Azra, zaten kapıdan girdiği an, tipinden anlamıştı. Resmen her işi yapacak karaktersizlikte biriydi. Şirket bilgilerini aldıktan sonra bu kaba saba adamı uğurlamış, yine ilk iş ortaklık yapılarını araştırmak üzere bilgileri üst çekmecesine koymuştu. Vergi dairelerinde rica ile iş yaptıracağı kimse yoktu. Eski dostlarının(!) yerinde yeller esiyordu. Adını duyan yüzüne kapatırdı büyük ihtimalle telefonu. Gerek duyduğunda Orhan Bey’den ve Çınar'dan yardım istemek en doğru ve kestirme yoldu.
Orhan Bey’i de fazla işin içine sokmamaya karar verip Çınar’ı aradı. Çınar, kendisinden aldığını kimsenin bilmemesi şartıyla bir telefon numarası vermişti. Eski davalardan birinde tanıştığı bir bilgisayar kurduydu. Artık temiz işler yapıyor, ara sıra yardımcı oluyordu. Eli her yere uzanan adamların işlerinde içerde köstebek olma ihtimaline karşı onunla iş yapmayı daha doğru buluyordu. Bunları Azra’ya söylediğinde genç kadın gülerek, “Tamam, ben bir şey bilmiyorum.” demişti. Sonra ise bilgisayar kurdunu aramış, istediğini söylemişti. Kaba biri olsa da Teoman’ın yakalanacağı tarzda bir suçu olacağını sanmıyordu. Kısa süre sonra tüm istediği bilgiler ekranındaydı. Tipine uymayacak kadar düzgün çalışan biriydi yeni müşterisi.
*****
Azra, depodaki eşyalarını almak istiyordu ama oturduğu ev o mobilyaları alacak kadar büyük değildi. Yeni ev tutmak da istemiyordu. Teoman onu bu adreste bilmeliydi. Konuyu ilk önce Çınar'a açtı.
"Depo daha ucuz değil mi?"
"Ucuz ama orada bozulmalarından korkuyorum ve aslında ara ara kendi evimde kalmak istiyorum. Bu oturduğum yer benim sayılmaz. Ukalalık mı ediyorum bilmiyorum ama gerçekten beni yansıtmıyor. En azından ara sıra kaçacağım, bir gece kalıp kafamı rahatlatacağım bir yer olsun istiyorum. Kendi adıma tutarsam hemen bulur Teoman."
"Peşine adam taktıysa yine bulur."
"Biliyorum ama bu isteğime engel olamıyorum. Ayrıca işten eve giderken ya da evden işe giderken kimse izlemiyor. Hiç fark etmedim."
“Bak işte sorun burada. Benim adamlarım seni izliyor. Onları fark etmiyorsan diğerini de edemezsin.”
“Beni hep izliyorlar mı?”
“Seni koruyorlar.”
“Peki, beni izleyenlerin içinde onun adamı olabilecek kimse yok mu?”
“Hayır. Seni polis korumuyor.” Sivil ya da resmi polisi işe kattığı an Teoman’ın haberi olacağını biliyordu. Yardımcı olacak çok kişi tanıyordu.
“Kim?”
“Bilmen gerekmiyor. Sadece korunduğunu ve her an birinin etrafında olduğunu bil. Dava bitene kadar orada kal, bunca sene depoda bir şey olmamış, yine olmaz."
"Bunun ne eşya ile ne depo ile ilgisi yok. Anlamanı beklemiyorum. Sadece bir yol bulup güvendiğin birine kontrat yaptırabilir misin? Bunu soruyorum. Ben kendi istediğim, sevdiğim bir yerde ev sahibi olmak istiyorum. Kendi eşyalarımı kullanmak, istediğimi değiştirmek, istediğim zaman girmek, çıkmak istiyorum. Bu tamamen benim ruh halimle ilgili. Dedim ya anlamanı beklemiyorum. Neyse tamam teşekkürler. Görüşürüz."
"Bir dakika, bir dakika kapatma."
"İşim var."
"Benim de var ama hazır şurada ilk kez trip yemişim, tadını çıkartayım."
"Ne tribi? Ben bilmem öyle şeyler."
"İyi ki bilmiyorsun, bilsen neler yapardın acaba?"
"Tamam sonra konuşuruz. Ben başka bir yol bulurum."
"Bir şey yapma, sadece ev bak sen. Ben hallederim."
"Ne oldu? Niye fikrini değiştirdin?"
"Fikrimi değiştirmedim. Aynı düşüncedeyim ama haklı olduğun bir nokta var, seni anlamam mümkün değil. Hatta, nasıl bu kadar az etkilenmiş diye düşünüyordum ki nihayet insani bir tavır sergiledin."
"Ne?"
"Azra, sen üç yılını kaybettin. Bunun etkilerini görmem beni rahatlatıyor. Sosyopatlar gibi duygusuz olmanı değil, normal insanlar gibi tepkiler vermeni bekliyorum."
"Şu an sana manasız gelse bile mi?"
"Manasız değil, erken bir hareket olarak geldi. Ne demek istediğini anlıyorum. Tüm hayatının normale dönmesini, eski hayatında yaşadığın ortamlarda olabilmeyi istiyorsun ve bunu yapacak gücün varken yapmamak sıkıyor olmalı. Acele bulsam da kararını destekleyeceğim, sadece nereleri görmek istediğini bildir. Sen hiç gitmeden ne kadar kısmını hallederiz bakacağım."
"Zahmet olmasın sana?"
"Seninle konuşurken bir yandan da düşününce kötü bir fikir gibi gelmemeye başladı."
"O niye?"
"Arada seni görebileceğim ayrı bir yer olması işime geldi diyelim."
"Oooo neler düşünülmüş iki dakikada."
"Trip boşa gitmesin dedim."
"Ben trip atmam."
"Aynı konuşmada iki kez yapan biri mi söylüyor bunu?"
Azra gülerek vedalaştı. Telefonu kapattığında gerçekten acele edip etmediğini düşündü. Tamam bu evi de seviyordu. Hatta alıştığı bir çevre bile olmuştu ama aklının bir köşesi her an gerçek hayatının bu olmadığını anımsatıyordu. Halinden memnunmuş gibi davranmaya devam etse de eninde sonunda kendi hayatını özlüyordu. Çınar, sonunda anlamıştı onu. Ya o son söyledikleri neydi? Ara sıra uğrarmış o eve... hani dava bitene kadar uzak duracaktı? Kendisi de özlüyordu, o yüzden görüşmeyi iple çekiyordu. Ne zaman olacağını bilmemek heyecan ve hüzün karışımı duygular veriyordu.
Akşam, yemekten sonra televizyon izlerken koltukta uyumuştu. Telefonun sesi ile uyandı. Çınar arıyordu.
"Hayırdır?"
"Ne o aramasa mıydım? Tamam tamam yanıt verme. Hayır diyelim. Babanın adresini bulduk. Son taşındığı yere kaydını aldırmadığı için adresi tespit etmekte güçlük çektik ama nihayet bilgi geldi. Yazacak mısın?"
"Bir dakika, kağıt kalem alayım."
Adresi yazarken Mersin'e ziyaret planı yapmaya başlamıştı bile. Daha önce hiç görmediği, babasından hiç duymadığı bir yerdi. Babasının oraya niye yerleştiği hakkında ne fikri ne bilgisi yoktu. Gidecek, bulacak ve hesaplaşacaktı. Onunla yüzleşecek ve tüm kızgınlığını kusacaktı. Ya da onu dinleyecek ve anlayacaktı. Aslında dinlediğinde hak vereceği şeyler duyacağını biliyordu. Mantıklı düşünen Azra, babasının kendisini boşuna hapse göndermediğini anlıyordu. Yine de kızgın bir yanı vardı.
Kızgınlığı geçince teşekkürünü iletirdi. Birkaç gündür, hapis yatarken kimsenin bilmediği destekçisinin babası olduğundan emin olmuştu. Aslında başlarda bunun Teoman olduğunu sanmıştı. Seni izliyorum, ben ne istersem o olur, demek için bunu yapacağını düşünmüştü. Zor hayatın ona kolaylaştırıldığını biliyordu. Dillendirmese de bir hamisi olduğunu kabul ediyordu. İçeride paranın kaynağını sorgulamak mantıksızdı. Teoman bile yollamışsa ihtiyaçların karşılanması için kullanmakta sakınca görmemişti. Çünkü sadece kendisine harcamamıştı, yettiği kadar herkese elini uzatmıştı. Belki de bu sayede ne kaldığı koğuşlarda ne gardiyanlar arasında sorun yaşamamıştı. İlk ay haricinde elbette. İlk para gelene kadar ezmeye çalışan, kendini üstün gören, dizi kahramanı gibi hareket eden birileri ile biraz itişip kakışmıştı. Sonra onlar da uzak durmuş, zamanla daha normal bir ilişki düzeyine gelmişlerdi. Arada tartışmalar olsa da olay büyümeden kapanmıştı.
Yazmayı bitirip telefonu kapatacakken az önceki ters konuşmalarından duyduğu rahatsızlığı yok etmek için, "Özledim." dedi kısık bir sesle. Bunu söylemeyecekti. Sadece teşekkür edecekti ama istemsizce dökülmüştü kelime dudaklarından.
İçini çekip yutkunduktan sonra yanıtladı Çınar, aynı kısık sesle. "Ben de." Bir an tereddüt ettikten sonra "Perdelerini sıkı sıkı kapatmayı unutma." diyerek kapattı telefonu. Azra yanıt bile verememişti. Odanın perdelerini kapatmak için yerinden kalktı. Acaba yakınlarda bir yerde miydi? Açık olduğunu görüp mü söylemişti. Sanki öylesine bakıyormuş gibi sokağı inceledi. Kış günlerinin hafif puslu görüntüsü vardı dışarıda. Komşuların kapalı perdelerinden sızan ışıkları da görebiliyordu.
Sokakta park etmiş araçları inceledi. İçlerinden biri Çınar'ın peşine taktığı araç mıydı acaba? Bu soğukta insanların kendisi için arabalarda sefil olması hiç doğru gelmiyordu. Günlerdir hâlâ izlenip izlenmediğini anlamaya çalışıyordu. Çınar’ın adamlarını anlamayacağını öğrenmişti ama Teoman’ın adamlarının o kadar dikkatli olmaya ihtiyaç duyacağını sanmıyordu. Yine de tedbirli hareket ediyordu. Hiç kimse dikkatini çekmemişti. Belki de artık izleyen yoktu. Hapisten çıktığından beri neredeyse üç ay geçmişti ve o dava açmaya bile çalışmamıştı. Teoman’ı aramamış, tehdit etmemiş, bir şey yapmaya kalkışmamıştı. Ayrı zamanlarda defalarca uyarmıştı. Fakat evden işe, işten eve giden birini daha ne kadar izleyecekti? Büyük ihtimalle çekmişti adamlarını. Evini de işini de gittiğin yeri de biliyorum... İşte üstünde kurmak için çabaladığı baskı buydu. Bunu da yapmıştı. Belki ara ara hatırlatmak için birilerini yollardı yine.
Ev için acele etmeyecekti. Bir iki ay daha depoyu kullanıp sonra ev arayacaktı. Haklıydı Çınar! Adama bir ton laf ettiği için kendine kızdı. Bir ara düzgünce söyleyecekti.
Kapının önünde su kamyoneti durdu. Arabadan uzun boylu tulumlu biri inip kasadan bir su alınca daha dikkatle baktı. Kendi oturduğu evin bahçesine girince ürperdi. Bir iki dakika önce izlenmediğini düşünürken acele mi karar vermişti? Belki de Fahriye Hanım su istemişti. Sokağı izlemeyi bırakıp tüm perdelerini sıkı sıkı kapattı. Yeniden ürperince evin soğuduğunu düşünüp kademesini arttırmak için sobaya yöneldi. Evini doğalgaz sobası ile ısıtıyordu. Sobanın önüne yürürken zil sesi ile yerinde çakılı kaldı. O sucu kendi kapısına mı gelmişti? Yoksa Teoman'ın başka bir hamlesi miydi? Açmayacaktı kapıyı.
Zil bir kez daha çaldı. Yerinden kıpırdamıyordu. Bir kez daha çalmasını beklerken bu kez ses telefonundan geldi. Çınar arıyordu.
Azra, kısık sesle yanıtladı. "Alo, Çınar, kapımın önünde biri var."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder