Doktorunun verdiği yanıtları sevmişti.
Çünkü doktoru yaptığı muayene sonucunda menopoz belirtisinin henüz olmadığını
açıklamıştı. Ayrıca arkadaşının okuttuğu yazının bilinen bir uygulama olduğunu
ve kendisinin de bu senenin altıncı ayından sonra o yumurtalardan saklamasını
önereceğini öğrenmişti.
“Geç kalmış olmayız değil mi?”
“Bir ihtimal annenden daha geç menopoza
gireceksin. Bu süre en fazla bir ya da iki yıl olacaktır. O yüzden çok acele
etmiyorum. Önünde en azından iki üç senen var.”
“Bundan emin misiniz?”
“Emin değilim ama yüksek ihtimal böyle
olacaktır.”
Çağla, emin olunmayan bir karara bel
bağlayamayacağını çok iyi biliyordu. Doktorunun söylediği gibi yaz sonunda yumurtalarının dondurulmasını
isteyecekti.
“Peki, bu dondurulan
yumurtalardan hamile kalınma ihtimali nedir? Yüksek bir oran mı?”
Çağla, içinde bir şeylerin
yine öldüğünü hissetti. Nasıl da rahatlamıştı yazıyı okuyunca. Oysa doktoru
açıklıyordu işte.
Ya donmuş yumurta ile
tutmazsa?
*****
Şubatın ortasında verdiği
kararı uygulamak için neredeyse martın sonuna kadar beklemek zorunda kaldı.
Yakup, ilgisini ayakta tutmak için sık sık konser, gala, sergi gibi
organizasyonlara davetiye ya da bilet buluyordu. Çağla’nın hayır demesi çok
zorlaşıyordu. Yine de hareketleri ile bu ilişkinin olmayacağını anlatmak için
tüm gücünü harcıyordu.
Akşam buluşmalarının hiç
birinde yemek yememişti. Bu kararımı bari yerine getireyim, diye düşünüyordu.
Her buluşmalarında öpüşmekten kaçınmak güçleşiyordu. En sonunda açıkça
konuşmaya karar verdi. Yakup sadece arkadaşı olabilirdi. Bir öğlen yemeğinde
durumu açıklayacaktı. Biraz heyecanlandığını hissetti. Ya arkadaşlığını da
kaybederse? Bunu düşünmeyecekti. Yoksa onu kırmamak için kendisi kırılacaktı.
Lokantaya girdiklerinde
Yakup yine konuşmaya başladı. Çağla, kendi gevezeliğinin bu kadar iç
bayıltmadığını umdu. Masaya oturduğunda aklındaki acabaların hepsini bir kanara
koydu.
“Yakup, sana bir şey
söylemem lazım. Böyle baş başa olmamız yanlış anlaşılacak. Bir daha bu şekilde
yemeğe çıkmayalım.” Neden başladığını açıklayamadığı birine neden bitirdiğini
nasıl açıklayacaktı? Böyle saçma sapan bir cümle kurabilirdi ancak.
“Anlayamadım?”
‘Sen anlamadın değil, ben anlatamadım. Ne anlatacaktım ki? Seni
denediğimi mi? Olursa olacak olmazsa tekmeyi vuracağımı mı?’ Çağla, düşünceleri
sanki duyulacakmış gibi hemen konuşmaya başladı.
“Yani, şirkette başka
arkadaşlarım da var. Seninle baş başa yemeğe falan çıkınca onlara ayıp oluyor.
Sanki onlarla görüşmeyi istemiyormuşum gibi. Artık bunu yapmayacağım.”
“Anlıyorum.”
‘Nah anlıyorsun.
Anlasaydın şu an masada oturuyor olmazdın. Ardına bile bakmadan kaçar, bir daha
şirkette de beni görmezdin’ Çağla iç
sesini susturamıyordu.
“Teşekkür ederim. Hadi
yiyelim.”
Rahatlamış Çağla, kıtlıktan
çıkmış gibi yemeye başlamıştı. Yakup ise yüzündeki hayal kırıklığını gizlemeye
gerek duymadan yemeği ile oynuyordu.
‘Kısa süre sonra
unutursun. Nasılsa konuştuklarını dinleyecek birini bulursun yakında.’
“Bu karnıyarık çok güzel
olmuş. Annem duymasın tabii bunu. Evde yediremiyor bana. Burada nedense hoşuma
gidiyor.” Çağla laf olsun diye konuşuyordu.
“Burası gerçekten güzel
yapıyor” diye yanıtladı Yakup. Yine de çatalı ile oynuyor yemeğini
bitirmiyordu. Çağla, ilk kez yaptığından dolayı üzüntü duydu. Gerçekten
kırılmıştı Yakup. Çok büyük bir hataydı bu. Doğru düzgün düşünmeden verdiği
kararların sonucu kalbi kırık bir arkadaştı.
Çağla, bundan sonra farklı
davranacaktı. Ali ve Doğan ile zaten üçer aylık zamanları geçirmemeye karar
vermişti. O zaman onların doğru erkek olup olmadıklarını anlamak için
yapacaklarını baş başa değil, toplum içinde ölçmeliydi. Her yere ikisini hatta
üçünü çağıracaktı.
Buna da Jülide’nin nişanı
ile başlayacaktı.
*****
Nisan ayı gelmiş ama
ortalık ısınmamıştı. Çağla, hafta sonunda yapılacak nişanda giyeceği kıyafetine
bakarken hasta olmamak için dua ediyordu. O sırada kulağı ile omzu arasına
sıkıştırdığı telefondaki Jülide’ye yanıt veriyordu. “Evet, üçü de geliyor.
Sakıncası var mı? Sizin evin bahçesinde yapılacak diye davet ettim. Aa siz
orayı nasıl ısıtacaksınız? Kapalı bir yer tutmak daha iyi olmaz mıydı?” Belki
iyi ısıtılır ve hasta olmazdı?
“Babam hesap kitap yaptı.
Bahçeye bir çadır kiralayacak ve şu ısıtıcılarla sıcak bir ortam yaratacak.
Böylece çok ucuza gelecekmiş.” Jülide gülüyordu babasının planını anlatırken.
“Aman Jülide, duyan da
babanın parası yok sanacak. Neden öyle yapıyor?”
“Sorma ya, erkek tarafına
inadından yapıyor. Kayınvalidem ile kapıştılar geçenlerde. Yok şurada nişan,
yok burada nişan diye bir sürü sosyetik yer sayınca babamın da damarı tuttu.
Bilirsin nefret eder öyle ortamlardan. Bize de bahçede nişan düştü.” Gerçekten
Alaaddin amca ilginç biriydi. Çok parası olmasına rağmen en az beş yaşındaki
arabaya biner, kamerası bile olmayan cep telefonu kullanırdı. Cimri denmesinden
nefret ederdi. Tutumlu denmesini tercih ederdi. Aslında Çağla, Alaaddin amcanın
telefon konusundaki takıntısını düşününce hak verdi. Kendisi de ya konuşuyor ya
mesaj çekiyordu. Kamerasını bir ya da iki kez iş olsun diye kullanmıştı. O
zaman neden hem internete giren hem video gönderen hem de daha bilmediği
onlarca şey yapan telefona o kadar para vermişti? Kendi müsrifliğini bir yana
bırakıp, dünya paraya aldığı telefondaki arkadaşına döndü;
“Düğünü de köy düğünü gibi
yaparsınız artık. Mahallenin en geniş köşesine plastik sandalyeleri dizeriz.
Öne de masaları koyarız. Hepsinin üstünde ayrı bir masa örtüsü. Süper olur. Ev
yapımı limonata ile kuru pasta da veririz.”
“Dalga geçme.”
“Dalga geçmiyorum. Ben öyle
bir düğüne katıldım ve inan hayatımda hiçbir düğünden bu kadar keyif
almamıştım. Çok eğlendim. “
“Acaba insanlar öyle bir
ortamda daha mı rahat ve doğal oluyorlar?”
“Mümkün. Neyse benim üçünü
getirmem sorun olmaz değil mi?”
“Olmaz olmaz. Getir. Ama
sen yine de etrafa göz atmayı unutma. Ali’nin iş çevresinden ve eski voleybol
takımından arkadaşları da olacak.”
“Tamam gözümü dört açarım.
Bu fırsat kaçmaz.” İki genç kız gülüşerek kapattı telefonu.
*****
Çağla, ekrandan başını
kaldırmadan ortaya seslendi. “Yarın saat bir de buluşuyoruz beyler. Fatih sen
de gelebilirsen gel. Yeni kızlar bulurdun!”
“Almayayım Çağla. Üçü de
başımın etini yiyor zaten şutlayacağım hepsini.”
“Sen şu işin ilmini yaptın.
Kitabını yazmadan bırakma kızları. ‘Üç kızı aynı ipte nasıl oynattım’ Bak adı
bile hazır kitabın.”
“Evet yazayım ve
yayınlayalım. Arkadaşlarım da feyz alsın”
Diğer erkeklerin ters
bakışlarından sonra kahkahayla gülmeye başladı. “Kızmak yok beyler. Hiç biriniz
bana yetişemiyorsunuz. Hatta yanımdan geçemiyorsunuz. O yüzden benim kitabı
yazmam şart.”
“Ne kitabı o Fatih? Kısa
sürede program nasıl bitirilir mi? Teslim süremiz geldi.” Tayfun beyin sert
sesi ile gülüşmeler kesilmişti. Fatih toparlanırken diğerleri gülümsemelerini
gizlemeye çalışıyordu. “Tayfun bey, o kitabım hazır zaten. Program test
aşamasında. Bu yeni bir kitap. Bekar arkadaşlara faydam olsun diye yazacağım.”
Fatih geri adım atmamış, yanıtını vermişti. Tayfun’un tavrının ne olacağını
merak edenler duydukları karşısında şaşırdı.
“Onların da ihtiyacı yok sanırım.
Keyifleri yerinde.” Tayfun, üç erkeğe ve Çağla’ya baktı sonra odasına girdi.
Yüzü yine asıktı. Bu adam neden gülmüyordu? Kız arkadaşı ile kapışmıştı belki
de. Çağla omzunu silkerek işine döndü. Aklı yine de Tayfun beyin suratsız
ifadesine takılmıştı. Neden bu kadar sert bakıyordu? Hep mi kötü bir şeyler
yaşıyordu? Yoksa genel yapısı mı böyleydi? Bir buçuk yıldır birlikte
çalışıyorlardı. Bu on sekiz ayda on sekiz kere güldüğünü anımsamıyordu. Demek
ki yapısı öyleydi! Füsun belki de çalıştığı sürede gördüğü bir iki gülümsemeyi
yanlış yormuştu. Onun tanıdığı Tayfun bey ile Füsun’un anlattığı arasındaki
fark çok büyüktü.
*****
Tayfun, Fatih’e yüklense de
Caner’den sonra en takdir ettiği personeli oydu. Özel hayatını büro dışında
yaşaması bunda büyük etkendi. Zaten büroda tek bir genç kız olması, beş bekar
erkeğin aynı kızla ilgilenmesi büyük sorunlar çıkartırdı. Caner, nişanlanmıştı.
Fatih de bir sürü kızla çıkıyordu. Diğer üçünden ikisinin aptal aşıklar gibi
gezinmesi rahatsız etse de ortada henüz büyük bir sorun yoktu.
Sorun olursa ne yapacaktı?
Hiç bilmiyordu. Çünkü ne erkek elemanlarından ne de Çağla’dan vazgeçmek
istemezdi.
Çağla, en son giren eleman
olmasına rağmen en az diğerleri kadar başarılıydı. Hatta bazı konularda
erkeklerden çok daha iyiydi. Bu durumda tek yapacağı Çağla’nın bürodan kimse
ile birlikte olmaması için dua etmekti. Evet en iyisi buydu. Çağla kimse ile
çıkmamalıydı…
*****
Tayfun beyin aklından
geçenlerden habersiz olan Çağla, ertesi gün nişana gitmeden yapacaklarını
listelemişti. Şimdi sırada o
listedekilere göz atmak vardı.
-
Sabah
9 da kuaföre gidilecek. Randevunu teyit et…
Hemen telefonu kaldırıp kuaförünü aradı. Teyit edilmişti.
Rahatlayarak ikinci maddeye geçti.
-
Hediyeyi
unutma
-
Ayakkabılarını
tamirciden alacaksın.
-
Nefti
yeşil elbiseni ütüle. Akşamdan yap bunu
-
Güzel
bir takı bul, yeşil olsun… Yeşim’in kapısını çal yeni alma
-
Telefonun,
paran, kimliğin…
Listede şu an için yapacağı başka bir şey
yoktu. Tekrar işine döndü.
Ekranında yer alan sıfırlarla
birlere yeni anlamlar yüklerken vaktin nasıl geçtiğini anlamadı. Diğerlerinin
çıkmasını izlerken, işlerini toparlamak
için en az bir saat daha çalışması gerektiğini biliyordu. Cuma akşamları daha
geç çıkmak işine geliyordu. Geç çıkınca biraz daha hafiflemiş trafiğe
giriyordu. Dolmuşla evinin önüne kadar gidebilmek bulunmaz bir nimetti. Kartal
Atalar durağında iniyor, karşıya geçip ilk sokaktan sağa dönüyordu. Köfteci
Mustafa’nın seyyar arabasının arkasındaki apartmanın üçüncü katına çıkıyordu.
Tüm yürüme mesafesi toplansa iki yüz metreydi. Tabii kilo alırdı. Bu kadar az
yürüme mesafesi en sonunda onu şişmanlatmıştı. Gerçi o ara farkında olmadan
menopoz sorununun etkisi ile kendini yemeğe vurmuştu. Kilo verdikten sonra daha
çok yürüyüş ve koşu yapar olmuştu. Bulduğu her fırsatta parka gidiyor ve
tempolu koşuyordu.
Eve geldiğinde saat ondu.
Akşam yemeği bitmiş keyif kahveleri içilmiş annesinin vazgeçemediği meyve saati
gelmişti.
“Aç mısın? Yemek
hazırlayayım mı?”
Annesinin ne diyeceğini
bile bile “Yedim anne. Ama elmandan alırım.”
“Git kendine yenisini al.
Benim elmama göz dikme.”
“Ya kadın, şimdi kıza yemek
hazırlayayım mı dedin, yorgun diye kıyamıyorsun ama bir elmanı vermiyorsun. Sen
nasıl annesin?”
“Akşam elmasını kızından
çok seven anneyim. Ayağına etmedi ya gitsin alsın mutfaktan. Yıkandılar zaten.
O kadarını da yapsın. Yarın öbür gün kocaya gittiğinde adam ayağına hizmet mi
edecek?”
“Anne, sen neden babamdan
iş istiyorsun? Cam ve halı silen bir başka erkek var mı merak ediyorum?”
“Onlar zor işler. Bak hiç
mutfağa sokuyor muyum?”
“Sokmuyorsun çünkü
dağıtıyor. Derli toplu iş yapsa mutfaktan çıkartmazsın.”
“Bana bak, çıkarttığım
velet, bana laf yetiştirme git elmanı al sonra gel bana gününü anlat.”
Çağla, annesinin sanki
anlıyormuş gibi her akşam bu soruyu sormasına çok gülüyordu. Ne programdan, ne
bilgisayardan anlardı ama Çağla anlattıkça kafasını sallayarak dinlerdi. Bazen
Çağla’nın kendisini kaptırıp gerçekten anlıyormuş gibi sorunları anlatması ve
annesinin de ‘sen yaparsın, yarın hallolur’ demesi çok hoşuna gidiyordu.
Bilmediği bir konuda bile moral motivasyon sağlaması müthiş bir itici güçtü.
Elmasını alıp salona geri
döndüğünde ikisi de televizyona dalmıştı. Bıçakla kestiği küçük elma
parçalarını keyifle yedi. İzledikleri dizinin ne olduğu hakkında fikri yoktu.
Çoğu akşam, programları ya da arkadaşlarına yaptığı Web siteleri ile
uğraştığından televizyon izlemeye vakti yoktu.
Bu akşam yorgun geldiği
için çalışmayacaktı. Zaten yarın da erken kalkması gerekiyordu. Ertesi gün
gideceği nişanın hazırlıklarını yapmak için odasına giderken iyi geceler
diledi. Annesi ile babası gözlerini diziden ayırmadan yanıtladı.
“İyi geceler.”
İş ile ilgili sorgu
unutulmuştu. Zaten onun da anlatacak hali yoktu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder