5 Temmuz 2015 Pazar

BUZDAKİ ATEŞ 42. Bölüm

Çok başarılı bir kermes olmuştu. Erhan'ın maketleri, babasının getirdiği el oyması ahşaplar da ilk gün bitmişti. İki erkek de masalarında hala satılacak malzeme olan kadınlar ile dalga geçiyordu. Hasan amca ile konuşmak, şakalaşmak çok doğal geliyordu Erhan'a. O sevdiği kadının babasıydı. Onu yetiştiren adam! Seviyordu bu doğal adamı.

İkinci gün Erhan yine katılmıştı kermese. Tek amacı Uğur'un yanında olmaktı. Çünkü satılacak maketi yoktu. Ama çocuklarla maket yapmak hoşuna gitmişti. Hepsi sadece tek bir parça yapıştırabilen çocuklar, ikinci parça için yine sıraya giriyordu. Masasında oldukça eğlenen Erhan arada Uğur'a bakıyor sevgilisini aşk dolu gözlerle süzüyordu. Onun bakışlarını hisseden Uğur ise nereye bakacağını şaşırıyordu. Kızlar yoktu o gün. Yunus ile Umut, arkadaşları ile buluşacaktı. Onur ise ders çalışacaktı.

*****


Sedat evde kimsenin olmadığını biliyordu. Öğlen aramış Onur'un ders çalıştığını evde tek olduğunu teyit etmişti. Kapıyı çaldığında heyecanlıydı.

Onur onu görünce hem çok şaşırmış hem de çok sevinmişti. Ders çalıştığı odaya gelene kadar ayakları yere değmemiş gibiydi. Son önemli sınavıydı bu. Yüksek ortalama ile bitirmek istiyordu.

Sedat, kimsenin olmamasından istifade genç kızı kollarına almıştı bile. “Bu eve kimse yokken gelmemek lazımmış. Aklımı başımdan alıyorsun.”

“Sen de bana iyi geliyorsun. Bak çalışmam gereken son on sayfam. Sabırlı ol bekle sonra seninle rahat rahat öpüşeyim.” Onur onun izin vermeyeceğini sanıyordu ama yanılmıştı.

Sedat, “En son hangi sayfaya kadar çalışacaksın?” diye sordu. Onur, son sayfayı gösterdikten sonra, “Çokmuş. Bana kahve yapar mısın? O arada hiç olmazsa ben de kahve ile oyalanırım.” demişti. Onur, alt kata mutfağa indi. Heyecanla kahveyi hazırlamaya başladı. Su kaynayana kadar fincanları hazırlamıştı. Ablalarının yaptığı keklerden kesip tabaklara koydu. Aslında ders çalışması şart değildi ama Sedat ona verdiği sözü tutuyordu. Onur da sadece bunu test etmek için sormuştu.

Tepsi ile yukarı çıktığında Sedat'ı kulaklıkları takmış müzik dinlerken buldu. Tepsiden fincanını alıp arkasına yaslandı Sedat. Onur'un soru dolu yüzüne bakıp,

“Sen dersini bitirene kadar bekliyorum. Çabuk otur derse. Beni fazla bekletme.” dedi.

Onur, onun ciddi olduğunu anlamıştı. Masaya yeniden oturdu. Kitabını önüne aldı. Sedat ciddi mi diye başını kaldırıp baktığında onun müziğe göre tempo tuttuğunu, kendisi ile ilgilenmediğini gördü. Derse dönüp bir an önce bitirmeliydi. O orada otururken kendisinin zaten ders çalışmaya çabalaması komikti. Sayfaları hızlı hızlı okumaya başladı. On dakika sonra son sayfaya gelmişti. Sayfayı çevirdiğinde bir resim ile karşılaştı. Üstünde gerçek bir kalp resmi vardı. Kalbin toplardamarının üstünde Sedat ,  atardamarın üstünde ise Onur yazıyordu. İki damarın arasına ise “Tüm ömrümce oksijenim olur musun?” yazılmıştı. Onur, sadece resme bakıyordu. Bir doktor adayına belki de yapılabilecek en güzel evlenme teklifiydi.

Sedat, Onur'u izliyordu. Ne diyeceğini, ne yapacağını merakla bekliyordu. Onur bir süre resme baktı. Sonra masadan kalktı. Sedat'ın yanına gitti. Sedat gözlerini yüzünden ayırmıyordu. Onur elindeki boş fincanı alıp masaya koydu. Tek kelime etmiyordu. Yeniden Sedat'a döndü. Yüzünden bir şey anlaşılmıyordu. Sedat tedirgin bakışlarını yüzünde gezdirdikçe Onur ciddileşiyordu.

En sonunda dayanamadı.

Kucağına oturdu, kollarını boynuna sardı, kulağına “Ben de sensiz oksijensiz kalıyorum.” dedi...

***** 

Kermesin üstünden iki hafta geçmişti. Takım yükselme maçlarına çok iyi başlamıştı. İlk üç maçını yeni tekerlekli sandalyeleri ile yapmış ve hepsini kazanmıştı. Erhan her maça gidiyordu. Dördüncü maç deplasmandaydı. Yol uzun olunca Erhan'ın gitmemesine karar verilmişti. Takım maçı kaybedince Erhan çok üzülmüştü. Sanki kendisi gitmediği için kaybetmişler gibi hissetmişti.

Uğur takım ile döndüğünde onu tesislerin önünde bekliyordu. Otobüsten en son Uğur inmiş doğruca Erhan'ın kollarına koşmuştu. Herkesin ortasında ancak yanaklarından öpmüştü Erhan. Zaten skora üzüntüsünü bildirmiş, onun ağlamaklı sesi ile çok kötü olmuştu. Şimdi maçtan konuşmadan sadece onu özediğini dile getirecekti.

“Şu kucaklama için değermiş senden kısa süre ayrı kalmaya.” Erhan onun görülmekten çekinmeden kendisine koşmasına çok mutlu olmuştu.

“Çok özledim seni. Yanımda olmanı çok istedim.”

“Bir daha bensiz bir yere gitmezsin o zaman!”

“Sanmam. Sen işe başlayana...” Yine yarım bırakmıştı cümlesini...

“Bitir”

“Boş ver.”

“Uğur, şu an işimin aramıza girmesine izin vermeyeceğim. Ben iş başı yapana kadar olan tüm maçlarına, nerede olursa olsun geleceğim. Sonrası için de en kısa sürede konuşacağız.”

“Henüz değil.”

“Sen hazır olunca, Uğur! Sen hazır olunca konuşacağız. Sen beni, ben seni seviyoruz. Ama bu sorunu da halletmemiz lazım.”

“Tamam canım. Ne yapıyoruz şimdi?”

“Evdekiler seni beklemiyorsa, seni götüreceğim yeri çok iyi biliyorsun.”

“Evdekiler beklesin. Ama ben beklemek istemiyorum.”

Bostancı'daki evden ayrıldıklarında aradan iki saat geçmişti...

***** 

Ertesi gün, Celal ve Leyla oğulları ile İstanbul'a uçtular. Erhan ve Sedat onları havaalanında karşıladılar. Zeycan evde bekliyordu.

Alandan çıkan üçlü, Erhan'ı sapasağlam ayakta bulunca çok mutlu oldu. Onlar arkadaşlarının kendileri yüzünden geçirdiği kazanın ve ardından yaşananların çok daha kötü olduğunu düşünüyordu. Celal kucağındaki oğlunu Leyla'ya verip arkadaşına sarıldı.

Erhan da onu aynı coşku ile kucakladı. Onları sapasağlam görmek tüm çektiklerini unutturmuştu. Celal ile uzunca bir süre sarmaş dolaş kaldıktan sonra Leyla'ya döndü. Aynı coşkuyla sarıldı ona da. Leyla beklediğinden çok daha iyiydi. Sıkıntıların etkilerinden bahsettikleri telefon konuşmasını anımsadı Erhan. Celal karısının geceleri korku ile uyandığını, kendisini sık sık aradığını anlatmıştı bir konuşmalarında. Oysa şimdi yüzü gülen bir Leyla vardı karşısında.

“Çok iyi gördüm sizi. En çok da Ahmet'i sağlıklı gördüm. Maşallah kocaman olmuş.” Yeğenini kucağına alıp kısa bir süre sevdi. Sonra annesine geri verdi. Kardeşini tanıştırdı konukları ile. Sedat valizleri arabaya yükleyip yola çıktı. Erhan otele gitmelerini istememişti. Üst katta annesinin ıvır zıvırları koyduğu bir oda vardı. Orayı toparlamışlar Celal'ler için hazırlamışlardı. Eve geldiklerinde iki kardeşin kucaklaşması görülmeye değerdi. Zeycan neredeyse kucağına uçmuştu ağabeyinin. Celal de Zeycan da yaşarmış gözler ile bakıyordu birbirine. Defalarca kez sarıldılar. En sonunda Leyla, ‘ben de sarılabilir miyim?’ dediğinde ayrılabildiler. Yaşanan onca olay silinmişti bu karşılaşmayla. Leyla da görümceden çok kardeşi gibi gördüğü Zeycan ile hasret gidermişti.

Erhan'ın ailesi ile tanıştıktan sonra hemen yemeğe oturdular. Leyla yabancılık çekmeyeceğin anlayınca Meliha Hanıma yardıma kalktı. Zeycan zaten evin kızı gibiydi.

Celal, tüm aileden özür dilemeye kalkışınca hepsinden tepki almıştı. Umulmadık bir olay yaşadıklarını ama artık geçmişte kaldığını söylediler. Alihan Bey, o evin çatısının altında bir daha bu konunun konuşulmasını istemediğini her şeyin güzel sonuçlandığını söyledi. Öğleden sonra biraz dinlendiler. Akşam Erhan, Celal ve karısını yemeğe götürecekti. Zeycan çok özlediği yeğenine bakıcılık etmek istiyordu. Hem böylece Erhan ağabeyi, İbrahim konusunu da rahatça konuşabilirdi. Kendisi de korktuğu bu ortamda bulunmaktan kurtulurdu.

Leyla, İstanbul'a ilk defa gelmişti. O yüzden ilk geceden gezmeye başlamak çok hoşuna gitti. Ama bilmediği o gece bir kişinin daha kendilerine katılacağı idi. Dört kişilik, boğazı gören bir masada oturuyorlardı. Erhan'ın sandalyesinden kalkması ile kendileri de ne olduğunu anlamak için başlarını çevirdi. Çok güzel genç bir kadın masalarına geliyordu. Erhan, yanağı ile dudağı arasından öpünce Celal ile Leyla şaşkınlıkla baktılar bu genç kadına.

Erhan, Uğur'u onlara “Senin bana en büyük hediyen, Celal!” diye tanıştırdı. Sonra Uğur'un kim olduğunu tam olarak anlattı. Kazanın sonucunda böyle bir aşkın doğması ikisini de şaşırtmıştı. Aslında buna en çok şaşıranlar Uğur ile Erhan'dı.

Uğur, Erhan'ın en yakın arkadaşı ve karısı ile tanışmıştı. Bu onun için çok büyük bir adımdı. Nereye varacağını bilmediği bir ilişkinin içinde, doludizgin gidiyordu. Üstelik her adım bir öncekinden büyük oluyordu. Bu akşamı ilk teklif ettiğinde panik olmuştu. İstememişti tanışmayı ama düşününce, ayrılsalar da kendisi için değişmeyecek tek şeyin Erhan'a olan sevgisi olduğunu kabul etmişti. Ayrılığı her düşündüğünde içine çöreklenen sıkıntı yine oturmuştu ama şu an tek hissettiği sevgilisinin yanında çok mutlu olduğu, çok eğlendiği, çok güldüğü idi...

“Artık, buzu seveceksin sanırım? Bak nelere yarıyor buz!” Celal arkadaşının üşümesi ile dalga geçtiği günleri anımsadı.

“Evet, seviyorum buzu. Her ne kadar canımı yakarak başlasa da artık can veriyor bana.” Erhan bunları söylerken Uğur'a bakıyordu.

“Sen bu kadar romantik miydin?” Celal'ın takılmaları bitmeyecekti.

“Ben romantik falan değilim. Aksine çok gerçekçiyim. Buzu bile sevebildim sonunda.”

Bayanlar bir ara tuvalete gittiğinde iki arkadaş arkalarından baktı bir süre.

“Yüzün bile değişmiş. Sana aşk yaramış.”

“Biliyorum. Onu kaybetmekten korkuyorum ama sanırım yakında yollarımız ayrılacak!”

“Nasıl?”

“İlk eşi askermiş. Çatışmada ölmüş. Benim de askeriyeye bağlı olmam onu çok tedirgin ediyor. Şimdi raporluyum diye sorun yok ama iş başı yapınca işler değişecek sanırım.”

“Ne yani, seni seviyor ama askersin diye ayrılmayı mı düşünüyor?”

“Bilmiyorum. Sormaya da korkuyorum.”

“Korkuyorsun? Erhan, senin bu sözleri söylemen mucize gibi! Ama bir yol bulacaksın eminim. Bu kadar severken kolay vazgeçmeyeceksin sanırım?”

“Hiç vazgeçmeyeceğim. Onu seviyorum ve onsuz olmak istemiyorum.” Henüz çözüm bulamamıştı ama aramaya devam edecekti.

“EE bu aralar askerlerin aşık olması moda galiba? Kim bu İbrahim? Benim kardeşime göz koymuş!”

Erhan, Celal'in tavrından memnundu. “Beni nasıl biliyorsan, onu da öyle bil. Kardeşini çok seviyor. Gerçi Zeycan da ondan aşağı değil.”

Celal bu kez yanıtlarken ciddileşmişti.

“Bozkurt'a aşık olduğunda karışmıştım. O farklı düşünse de baskı değildi yaptığım. Ama çocuk kısa sürede Zeycan'dan vazgeçti. O zaman, onunkinin aşk olmadığını anlamıştım. Zeycan'ın sonradan üzülmesindense başta üzülmesi daha iyiydi. Haklıymışım! Ama bu kez İbrahim'in bizler için çabası, Zeycan için planları ve kardeşimin tüm öğleden sonra benim yüzüme çekinerek bakması... Bu kez doğru erkek seçmiş bizim kız.”

“Senden çekiniyor tabii. Hem İbrahim de, onun artık Gaziantep'e dönmesini istemiyor. O Ünsal denen adamın kötü bir şey yapmasından korkuyor.”

“Erhan, orada yaşananlar olmasa kardeşimi gözümden ayırmam ama inan ben de öyle düşünüyorum. O kızı orada rahat bırakmazlar. Madem Zeycan da istiyor İstanbul'da yaşamayı, benim açımdan sorun yok. Gelsin istesin bakalım damat bey. Tabii düğüne kadar kızımızı yanımıza alacağız.”

“Sen daha bugün geldin, dönmeyi düşünme. Bırak çalışsın oradakiler. Sen yokken ve ortam rahatken işi öğrensinler. Bu arada bizde burada hazırlıklarımızı yaparız.”

“Kızı vermedim ne hazırlığı?”

“Vereceksin nasılsa. Bırak da istedikleri gibi hazırlasınlar evlerini. Şu an Uğur ile birlikte oturacağım bir evim olacağını bilsem, belime aldırmadan eşyalarımı bile ben taşırım.”

“O da olur inşallah. Erhan... Belin de sorun kalmadı değil mi?”

“Yok kalmadı. Bir ay sonra raporum bitiyor. Aslında iki ay var ama ben daha önce erkene alır mısın, demiştim Uğur'a. O da olur demişti. Umarım unutmuştur. Çünkü ben işe dönünce çok şey karışacak.”

“Neymiş o karışacak olanlar?” Uğur yanlarına gelmişti. Erhan, bir müddet yüzüne baktı, sonra “Seni bizimkiler öğrenince çok şey karışacak, dedim. Bana bakın... Sakın Uğur'dan evde bahsetmeyin. O hala benim sırrım.”

İkisi de afallamıştı. Nedenlerini anlatınca da hak verdiler…  

***** 

Zeycan o akşam konuşmuştu İbrahim'i. Celal de Erhan'a söylediklerini söylemişti. İbrahim ilk önce İstanbul da konuşacaktı Celal ile. Böylece Meliha Hanım, kızım dediği Zeycan için annelik yapacaktı.

İbrahim, bu haberleri alsa da eyleme geçememişti. Bir hafta şehir dışında olacaktı. Ama her gün arıyordu Zeycanı. Bu arada Zeycan da boş durmamış çalışmak istediğini Celal'e anlatmıştı. Hem İbrahim'in olmadığı zamanlar günleri daha çabuk geçerdi, hem de üretmek istiyordu. Ağabeyine İstanbul da şube açarsa aile işini yapabileceğini, aksi halde iş arayacağını söylemişti. Celal ilk önce bu koca şehirde kardeşinin nasıl bu işlerin altından kalkacağını düşünmüştü. Sonra Yunus ile Sedat'ın sevgililerini tanımış ve kardeşine hak vermişti. Onunla konuşurken şube işi aklına yatmıştı.

“Bakarız.” dediğinde Zeycan yanıtın evete yakın olduğunun farkındaydı.

*****

Bir hafta geçmiş, Erhan, sadece iki kez Uğur ile görüşebilmişti. O hafta maçlara ara verilmişti. Hafta sonunda yeniden başlayacaklardı. Erhan, tüm ev halkının maça gitmesini ayarlamıştı. Hafta içinde sanki tedaviye gitmiş gibi davranmıştı ama aslında sadece Uğur'u görmeye gitmişti. Bir sonraki hafta Uğur'un takımı iki maç daha yapacaktı. Üç maçı kazanmaları halinde lige çıkabileceklerdi. Maçlardan sonuncusu yine deplasman maçıydı.

Celal, üç kardeşin neden bu üç kız kardeşi kaptığını anlıyordu. Hepsi hem güzel hem güzel huyluydu. Sadece Erhan için üzülüyordu ama onun ilişkisinin de beklediği kadar kötü olmayacağını umuyordu. O gün, bir sonraki gün için dönüş bileti almak istediğin söylediğinde Erhan kesinlikle yollamayacağını söylemişti. En sonunda Erhan kazanmıştı.

O akşam iki ailenin tüm üyeleri Uğur'un takımına destek vermek için maça gitti. İlk kez tekerlekli sandalye maçı izleyenlerin hepsi, çocukların o tekerlekli sandalyeler ile nasıl cambazlıklar yaptığını görüp heyecanla bağırıyorlardı. İlk başlarda korku dolu çığlıklar bir süre sonra takdir dolu olmuştu. Top kesmelerde, isabetli paslarda takımı avuçları patlarcasına alkışlıyorlardı. Sayılar peş peşe geldikçe de yerlerinde duramıyorlardı. Uğur, farklı kazanılan maçı tüm izleyicilerine, yani kendi ailesi ile Erhan'ın ailesi ve Celal'lere armağan etti. Erhan tüm takımı soyunma odasında da kutladı. Çocuklar onun kendilerine uğur getirdiğini söylüyordu. Erhan ise yanıt olarak onlara, gerçek Uğur'un hepsine uğur getirdiğini söylemişti.

***** 

İbrahim, kapıyı çaldığında içinde tarif edilemez bir heyecan vardı. Aslında evde olan herkes kendisini tanıyordu ama bu, o an için avantaj değildi. Onların karşısında kendisini tek kalmış gibi hissediyordu. Kapıyı Sedat açtı. İbrahim'in halini görüp gülümsedi.

“Eyvah, ben de böyle mi olacağım?”

“İnan şu an hayatımın en büyük heyecanını yaşıyorum. Sanırım daha kötüsünü nikahımda yaşarım.”

“Neden? O zamana kadar her şey yolunda olacak.”

“Onun evet demesini duymadan rahatlayamam.”

“A bak çok doğru. Masada sap gibi kalmak da var!” Sedat neredeyse bu söylediğini yaşayacağını anımsıyordu. İyi ki evlenmemişti. O zamanlar ne kadar çok üzülmüştü. Şimdi ise mutluydu evlenmediği için. Onur ile yaşadığı aşkın büyüklüğü, geçmişin tüm kötü izlerini silmişti.

“Sağ ol be! İçim rahatladı.”

“Takılıyorum ya, gel hadi. İdam mangası seni bekliyor.”

İbrahim zaten öyle hissediyordu. İçeriye girdiğinde Erhan'ın kendisine gülen gözlerle bakması ile biraz rahatladı. Sonuçta Celal de Erhan'ın iyi arkadaşıydı. Bu düşünce biraz daha rahatlattı İbrahim'i. Herkes ile selamlaştıktan sonra kendisine gösterilen yere oturdu. Zeycan ve Leyla mutfaktaydı. İkisi salona geldiğinde İbrahim ile el sıkıştılar. Yerlerine oturmaları ile konuşmalar devam etti. İbrahim Zeycan'a doğru düzgün bakamamıştı bile.

Meliha Hanim ile Alihan Bey ortamı çok güzel idare etmiş, gençlerin rahat konuşacağı bir ortam yaratmıştı. Celal, karşısında son derece olgun bir erkek bulmuştu. Avukat olarak zaten takdir etmişti. Şimdi de damat olarak uygun bulmuştu. Antep'e beklediğini söyleyerek beğenisini ve kabulünü dile getirmişti.

“Celal oğlum, İbrahim'in ailesi yok. Sizin için de uygunsa Alihan amcan ile ben de gelmek isterim.” İbrahim, şaşkınlıkla baktı Meliha Hanıma. O an o kadar rahatlamıştı ki.

“Ne demek uygun mu? Başımızın üstünde yeriniz var. Sizi ağırlamaktan onur duyarız.”


*****

Bir sonraki hafta olan üç maçı da kazandı takım. Nihayet lig takımı olmuştu ekip. Hepsi bunu kutlamak istiyordu. Takımın tamamı eşleri, arkadaşları ile birlikte o akşam kutlama yapılacak yere gittiğinde Harun da oradaydı.

Uğur önce çekinse de sonra Erhan'ın kolundaki elini çekmedi. Uzaktan onları gören Harun başı ile selamlamıştı. Yanlarına geldiğinde ise Erhan'ı, dünyanın en güzel kadınını kaptığı için tebrik etti. Ne kendi duygularını gizliyor, ne de savaş açıyordu. Son derece dürüstçe rakibinin kazandığını kabulleniyordu. Gerçi rekabet zaten onun için geçerliydi. Erhan baştan galipti...

O gece takım ve yöneticiler çılgınca eğlendiler. Erhan ile Uğur da daha önce fırsat bulamadıkları danslarını yaptılar. Hem de kendilerini izleyen onlarca gözün önünde, aşklarını saklamaya çabalamadan...

*****

Onur ile Sedat'ın evlilik kararı aile içinde büyük mutluluk yaratmıştı. Umut ve Yunus kardeşleri ile birlikte düğün yapmakta ısrar edince iki düğünün bir arada yapılmasına karar verilmişti.

Celal'ler kız kardeşlerini de alıp Gaziantep'e döndükten bir hafta sonra yine kız isteme töreni vardı. Hasan Bey dayanamamış, “Hepimiz biliyorduk bunların da evleneceğini, ilk geldiğinizde verseydim keşke” diyordu. Onur babasının sözlerinden utanmış ama onun haricinde herkes şakaya gülmüştü.

“Hasan Bey, bu gençler doğru kararları geç veriyor. Olan sizle bize oluyor. Bu kadar sık kahve içmek kalp çarpıntısı yapacak.”

Erhan iki babanın tatlı muhabbetine katılmak, üçüncü kızı da kendisine alacağını söylemek istiyordu ama Uğur'un henüz hazır olmadığını biliyordu. Yine susmayı tercih etti.

Küçük kardeşlerin söz ve nişanları da bir önceki gibi aile arasında yapılmıştı. Yine tek yabancı misafir hala idi. Bu kez hala Uğur'u mutfakta sıkıştırmıştı. Misafirler gelmeden önce birlikte hazırlık yaparken konuşmuştu ikili.

“Sen ne zaman evleniyorsun, güzel kızım.”

“Evlenmeye niyetim yok hala.”

“Neden? Erhan seni sevmiyor mu?”

Uğur afallamış bir şekilde baktı halasına. Nasıl anlamıştı? Anlaşılacak bir hareketleri olsa kızlar da anlar kırk kere sorardı. Halası nasıl fark etmiş olabilirdi? İnkâr en kolay yoldu.

“Erhan mı? O da nereden çıktı?”

“Uğur, beni kızdırma. Kocaman kız olman senin kıçına tokat atmama engel değil. Erhan seni sevmiyor mu?”

Uğur, daha fazla inkâr edemeyeceğini anlayıp kısık bir sesle kabullendi. “Seviyor.”

“Sen mi sevmiyorsun?”

“Seviyorum.”

“E o zaman, neden o da seni istemiyor?” Hala ikisinin de sevgisinin doğal sonucu olarak evlenmelerini bekliyordu. Bunu dile getirmesi de son derece normaldi. Ama Uğur'un yanıtı beklenmedikti...

“Biz evlenmeyeceğiz.”

“O ne demek? Hem seviyorsunuz hem neden evlenmiyorsunuz? Bana bak, sakın birlikte yaşarız falan diye düşünme. Baban kesinlikle kabul etmez.” Babasını öne sürmesinin ardında, kendisinin de böyle bir şeyi istemeyeceğini belli ediyordu.

Uğur, halasına neler yaşanacağını kısaca ifade etti. “Birlikte de yaşamayacağız. Yakın zamanda ayrılacağız.”

“Ayrılacak mısınız? Kavga mı ettiniz?”

“Hayır, ama o asker hala. Bir kez daha bir askerle evlenemem.”

“İyi de o avukat değil miydi? Ne demek o asker? Atilla ile bir mi tutuyorsun? Ayrıca öyle bile olsa, her evlendiğin ölecek mi? Ne saçma sapan şeyler düşünüyorsun?”

“Hala, ona da bir şey olur diye çok korkuyorum.”

“Ben de kocama bir şey olur diye çok korkuyorum ama neredeyse otuz beş yıldır evli ve mutluyum. Ne yani ölecek diye korkup vaz mı geçseydim.”

“Hala, bunları söze döktüğümde ben de aynı şeyleri söylüyorum ama iş uygulamaya geldiğinde korkularım ağır basıyor. O an nefes bile alamıyorum. Elim ayağım buz kesiyor. Kendime gelmem o kadar uzun sürüyor ki, o yüzden onun mesleğini aklıma getirmemek için çok çabalıyorum. Sadece onun yanında kendimi daha çabuk toparlıyorum ama yine de pek işe yaramıyor.”

“Bak kızım, tüm bunlar yaşadıkların yüzünden. Ama her ilişkinde bu korkuları yaşayacaksın. Çok gençsin. Erhan olmazsa da bir başka erkek olacak. Onun için korkmayacak mısın? Bu kuruntularından kurtul lütfen. Erhan da seni seviyor madem, buna bir çözüm bul. Erhan, kaçırılmayacak kadar iyi bir erkek!”

“İyi de o bana evlenme teklif etmedi.” Bunu söyleyen Uğur muydu? Sözler dudaklarından döküldüğünde kendine şaşırdı. Hem onunla yapamayacağını biliyor hem de onun evlenme teklif etmesini mi bekliyordu? Bu nasıl bir ikilemdi?

“Neden acaba? Korkularından haberdar olduğundan eminim. O senin kabullenmeni bekliyordur.”

“Sen bu Erhan'ı ne zaman bu kadar iyi tanıdın?”

“Güzelim, sen beni dünkü çocuk mu sanıyorsun? Onun sana ve diğer kardeşlerine bakışını görüyorum. İçi dışı bir insanlardan! Hepinizi çok seviyor. Kendi ailesine düşkünlüğü zaten çok bariz! Senin üstüne titrediği de belli. Eminim, senden ufacık bir ışık görse o teklif hemen gelir. Kim bilir belki siz daha bile erken evlenirsiniz.”

“Bilmiyorum hala. İnan bilmiyorum. Bu korkuyla bir ömür geçer mi? Hiçbir fikrim yok.”

Uğur, daha sonra kimsenin aralarındaki ilişkiyi bilmediğini, bunu bir süre kendisine saklamasını istediğini söylediğinde, halası onun yanağından öptü ve merak etme, dedi. Çok kişinin bildiği sır, hala özelliğini koruyordu.

***** 

Bu kez de nişan yüzüklerinin takılmasından sonra yemeğe gidildi. Artık üç çifttiler. İki taksi tutup eğlenmek için evden çıktıklarında saat zaten on bir olmuştu. İki saat kadar bir arada eğlendikten sonra Erhan eve dönmek istediğini söyledi. Diğerleri itiraz edince Uğur, ben de döneyim sizler de çok geç kalmayın, diyerek kalktı.

Taksiye kadar yan yana yürüdüler. Ama takside Erhan hemen kolunu omzuna atıp sarıldı. Şoförün duymayacağı kadar kısık bir sesle, “Bu kez dans ettik ama yine yetmedi. Öyle uzak durmak bana göre değil. Seni içime sokmak istiyorum.”

“Yarın?”

“Kesinlikle”


***** 

Erhan, mahkemesi sonuçlandıktan sonra GATA'daki doktoru ile görüşmüştü. Onun da onayı ile aybaşında işine dönebilecekti. Bunu Uğur'a söylediğinde neler olacağını düşünmek istemiyordu.

Aşk başka bir şeydi. Onunla aşk dolu günleri yaşamak çok güzeldi. Ama yetmiyordu. Hafta sonları buluşmak, bazen sevişmek, bazen konuşmak, gezmek yetmiyordu. Bunları belirli zamanlara sıkıştırmak değil, istedikleri zaman yaşabilmek istiyordu.

Uğur'un evlenmeyi istemediğini biliyordu. Ailelerini birlikte yaşamaya ikna etmek de tuhaf olacaktı. Birlikte yaşadıktan sonra evlenmemek nedendi? Nasıl bir çözüm bulacaktı? Başı ağrıyordu... Tüm bunları düşündükçe ağrısı artıyordu.

Artık kendi kullandığı araba ile sağlık merkezine ulaştığında Uğur'un çıkış saatine az kalmıştı. Ona telefon açıp bahçede olduğunu söyledi. Biraz sonra sevgilisi yanındaydı. Yüzü asıktı Uğur'un. Neler duyacağını biliyordu.

“Hoş geldin canım. Ne o yüzün?”

“Yok, bir şey. Bir hastaya canım sıkıldı.”

“Anladım. Ne yapalım?”

“Bir şey yapmasak?”

“Eve mi bırakayım seni?”

“Hayır. Biraz gezelim. Sen hazır araba kullanırken ben tadını çıkartayım yan koltuğun.”

“Tamam, şöyle bir otobana doğru gidelim. Sonra belki başka şeyler yaparız.”

Bir süre sadece elini tuttu Uğur'un. Havanın erken kararması arabanın içindeki sessizliği daha da belirgin hale getiriyordu. Erhan, Uğur'un raporu yüzünden bu halde olduğunu tahmin ediyordu. Mutlaka doğru söylüyordu. Bir hastaya da canı sıkılmıştı ama o sıkıntının bu kadar etkilemesinin kendisi ile ilgisi olduğundan da emindi.

Uğur'a sevgisini aktarmak için kullanabildiği tek uzvu eliydi.

O da öyle yaptı. Vitesi değiştirirken bile elini bırakmadı. Yarım saat kadar orta şeritten yol aldılar. Erhan, Uğur'un, doktorun söylediklerini konuşmak istemediğini anlamıştı. Arabayı ilk gördüğü çıkıştan döndürdü. İstanbul yönüne geçtiklerinde Uğur, “Eve gidelim” dedi. Bu bahsedilen ev, Bostancı'daki evdi...

Kapıdan girdiklerinde hala başka şey konuşulmamıştı. Uğur her zaman yaptığı gibi mutfağa girip su koymak yerine salona gitti. Üstündeki kabanını da çıkartmamıştı. Erhan, korktukları zamanın geldiğini hissediyordu. O da peşinden girdi salona. Uğur üçlü koltuk yerine tekliye oturmuştu. Vücut dili sıkıntısını belli ediyordu. Koltuğun iyice ucuna oturmuştu. Kollarını bedenine sardı. İçindeki üşüme hissi, dışarıya yansıttığından çok daha fazlaydı.

Erhan karşısındaki tekli koltuğa oturdu. O da arkasını yaslanamayacak kadar sıkıntılıydı. Konuşmadan geçen iki dakika kadar süre, sinirlerini biraz daha gerince ayağa kalkıp bara yürüdü. İkisine de kırmızı şarap koydu.

Yeniden koltuğa oturdu. Derin bir nefes alıp, söylenmemesi istenen cümleyi söyledi.
“Aybaşında göreve başlayacağım.”

“İyi.” Sadece kuru bir 'iyi' miydi söyleyeceği?

“Uğur, bunun bizim aramıza girmesine izin vermeyeceksin değil mi? Askeriyeye bağlıyım elbette ama mesleğim avukatlık. Bunu lütfen dert etmekten vazgeç.”

Uğur, çok uzun süre konuşmadı. Konuşamadı. Yine içi katılmıştı. Düşüncelerinde çok gerilere saklamaya çalıştıkları bir bir aklına düşüyor ve yine hareket edemeyen donuk bakışları ile etrafa bakan Uğur geri geliyordu. Erhan'ın varlığı bunu bir şekilde düzeltiyordu. Çok daha çabuk bu hallerinden sıyrılıyordu.
Erhan da sabırla bekledi. En sonunda, “Çok düşündüm, Erhan. İlk günden beri düşünüyorum. Ama çözemiyorum. Bunun belki de tedavi edilmesi gereken bir tavır olduğunu biliyorum. Yine de aklımdan, senin asker olduğun gerçeğini çıkartamıyorum.”

“Uğur, benim askeriyede olmamın ilk eşinin askerliği ile uzak yakın ilgisi yok. Ayrıca aynı işi yapıyor olsak bile bunu bir şekilde çözmemiz gerekmez mi?”

“Erhan, çözemiyorum. Çok istiyorum ama çözemiyorum. Günlerdir doğru düzgün uyumuyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum. Sadece on gün sonra işe dönmüş olacaksın ve ben seni sonra sadece aile ortamlarında göreceğim.” Yine sustu, derin nefes aldıktan sonra “Son on günümüz aşkım. Sonrası yok.” dedi.

Erhan, duyduklarının doğru olmadığına inanmak istiyordu. Uğur'un o kadar rahat son on gün demesi sinirlerini bozmuştu. O kadar mıydı Uğur için? On gün sonra unutup bir kenara konabilecek kadar mıydı değeri? O zaman söylenen sevgi sözcüklerinin ne anlamı vardı?

“Bu kadar mı? Son on gün... Bu süreyi nasıl geçireceğiz? Her gün sevişerek mi? Her gün buluşup kaçamaklar yapıp, aşkımızı söyleyip sonra da bir şey olmamış gibi arkamızı dönüp giderek mi?”

“Kulağa çok kötü geliyor.”

“Çünkü kötü. Hiç anlamadığım, ‘severken ayrılacağız’, diyen şarkılara döndük. Ne demek bu anlat bana.” Erhan, Uğur'u doğru düşünmeye yönlendirmek için umutsuzca çabalıyordu. Ama bunu yaparken bile onun fikrinin birkaç cümle ile değişmeyeceğini biliyordu.

“Anlatamam.” Uğur'un gözleri dolmuştu. Kendisine bile tam olarak anlatamıyordu ki... Ona anlatması mümkün değildi... Erhan, daha fazla oturmaya dayanamadı. Odayı arşınlamaya başladı. Bir yandan da Uğur ile konuşuyor, aklını başına getirmeye çabalıyordu.

“Uğur, seni seviyorum. Senin de beni sevdiğini biliyorum. Ama hiç çaba harcamıyorsun. Kesip atıyorsun. Aylardır birlikteyiz. Benim asker olduğumu yılbaşından beri biliyorsun! Şimdi bu kadar kesin bir tavır doğru mu?”

“Erhan, beni anla lütfen. Yaptıklarımın doğru olduğunu söylemedim. Ama başka bir şey yapamıyorum. Başaramıyorum.” Gerçekten başarmak istiyordu...

“Şimdi ne olacak? On günümüz mü var? Sonra bitecek mi gerçekten her şey?”

“Çok üzgünüm.”

“Ben de”


O son sözden sonra ikisi de kadehlerini olduğu gibi bırakıp evden çıktı. Erhan Uğur'u evine bırakmış, sonra da evine dönmüştü. Ne konuşacak ne yemek yiyecek hali yoktu. Kardeşleri eve dönmeden kendisini odasına kapattı. Çünkü onların kızlardan Uğur'un durumunu öğrenme ve iki ile ikiyi toplama ihtimallerini göz ardı edemezdi. İyi ki kimseye açıklamamışlardı... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder