İkiletmeden
öpmeye başladı. Birkaç dakika sonra yemeği unutacak hale geldiler. Aden,
uzaklaşmaya başladı.
“Duşa git. Hem de soğuk duşa.”
“Acımasızsın.”
“Hayır, sadece yemeğe gitmek istiyorum. Çünkü açım.”
“Ben de açım!”
“Ferhat... hadi canım.”
Ferhat zorla kollarını gevşetip ayrıldı. Hazırlanıp çıktıklarında aradan on beş dakika geçmişti. Tam saatinde restorandaydılar. Şirket için ayrılmış onar kişilik üç yuvarlak, beş tane de uzun masa vardı. Ferhat'ın isminin olduğu yuvarlak masa kendileri ile dolmuştu. İş arkadaşlarına Aden'i tanıştırırken eli hep belindeydi. Yanına oturturken de sandalyesini tutmuş, tam bir centilmenlik sergilemişti. Bazı arkadaşlarının kendisine takılmasına da aynı keyifle yanıtlar vermişti. Aden, masadakilere tek tek bakıyor, kendisine olan tavrı inceliyordu. Bulundukları masada üçü evli, beş çift vardı. Herkes çok keyifli ve bol bol konuşan kişilerdi. Daha önceden tanıştıkları için evli çiftlerin muhabbeti daha koyuydu. Tanışmak için sorulan ufak tefek sorularla diğer iki çiftle de muhabbet ediyorlardı. Aden, bu tavırlardan memnun olmuştu. Konuşmalardan, espirilerden Ferhat'ın daha önce bu tarz yemeklere hep tek geldiğini anlamıştı. Memnuniyeti katlanıyordu... Taki, diğer masadan masalarına ziyaretçiler gelmeye başlayana kadar. Nedense her gelen genç ve güzel bayan, önce masa ile genel ilgileniyor, sonra Ferhat ile uzun uzadıya ayak üstü muhabbet ediyordu.
Üçüncü bayanında aynı tavrı sergilemesinden sonra Aden sessiz kalamayacağını anladı.
“Gelmese miydim?”
“Duşa git. Hem de soğuk duşa.”
“Acımasızsın.”
“Hayır, sadece yemeğe gitmek istiyorum. Çünkü açım.”
“Ben de açım!”
“Ferhat... hadi canım.”
Ferhat zorla kollarını gevşetip ayrıldı. Hazırlanıp çıktıklarında aradan on beş dakika geçmişti. Tam saatinde restorandaydılar. Şirket için ayrılmış onar kişilik üç yuvarlak, beş tane de uzun masa vardı. Ferhat'ın isminin olduğu yuvarlak masa kendileri ile dolmuştu. İş arkadaşlarına Aden'i tanıştırırken eli hep belindeydi. Yanına oturturken de sandalyesini tutmuş, tam bir centilmenlik sergilemişti. Bazı arkadaşlarının kendisine takılmasına da aynı keyifle yanıtlar vermişti. Aden, masadakilere tek tek bakıyor, kendisine olan tavrı inceliyordu. Bulundukları masada üçü evli, beş çift vardı. Herkes çok keyifli ve bol bol konuşan kişilerdi. Daha önceden tanıştıkları için evli çiftlerin muhabbeti daha koyuydu. Tanışmak için sorulan ufak tefek sorularla diğer iki çiftle de muhabbet ediyorlardı. Aden, bu tavırlardan memnun olmuştu. Konuşmalardan, espirilerden Ferhat'ın daha önce bu tarz yemeklere hep tek geldiğini anlamıştı. Memnuniyeti katlanıyordu... Taki, diğer masadan masalarına ziyaretçiler gelmeye başlayana kadar. Nedense her gelen genç ve güzel bayan, önce masa ile genel ilgileniyor, sonra Ferhat ile uzun uzadıya ayak üstü muhabbet ediyordu.
Üçüncü bayanında aynı tavrı sergilemesinden sonra Aden sessiz kalamayacağını anladı.
“Gelmese miydim?”
“Nedenmiş o?”
“Rahat konuşamıyorsun. Baksana hep ayağa kalkıyorsun. Ben olmasaydım bu sandalye boş olacak sen de yorulmayacaktın.”
“Kıskançlık mı seziyorum?”
“Bu kıskançlık değil. Senin için duyduğum üzüntü. Belin ağrıyacak o kadar ayakta durunca!”
“Ayşe, yalan söyleyemiyorsun canım. Onların önemi olabilir mi?
Olamayacağına göre hiç tadını kaçırma.”
“Tamam o zaman. Ben de benimle muhabbet etmek isteyen olursa geri
çevirmem. Önemsiz olur nasılsa!”
“Ayşe... Benim de tadımı kaçırma. Kendine güvenen gelsin de seninle
konuşmaya kalkışsın bakalım.”
“Of Ferhat. Sen gerçek bir maçosun.”
“Ve bu maço seni kollarına almak istiyor. Hadi dans edelim.”
Dansa kalktıklarında masayı ziyaret eden üç bayanın da yüzleri asılmıştı. Aden ile Ferhat'ın vücut dilleri sevgili olduklarını belli ediyordu. Ferhat sarıldığı beli iyice kendisine yaklaştırdı. Boynundaki kolların arasından Aden'i izlemeye başladı. Kalbinin sesi duyulacak gibiydi. Daha fazla dayanamayacaktı...
“Seni seviyorum.”
Aden, duyduklarına inanamadı. Doğru mu duymuştu? Gerçekten sevgisini mi dile getirmişti?
“Ne dedin?”
“Duydun.”
“Doğru mu duydum?”
“Evet, doğru duydun. Seni seviyorum. Sana aşığım. Nerede nasıl oldu deme. İlk gördüğüm andan itibaren sanırım.”
Konuşurlarken dans etmeyi unutmuşlardı. Kendilerine çarpan başka bir çift sayesinde yeniden dans etmeye başladılar. Ferhat soru dolu gözlerle bakıyordu. Fazla bekletmenin gereği yoktu.
“Ben de seni seviyorum. Ve ben de nerede nasıl başladı bilmiyorum. Galiba Alaska dondurmayı uzattığında aşık oldum.”
“Ciddisin değil mi?”
“Sen değil misin?”
“Ayşe, şu an ayaklarım yere değmiyor resmen. Biraz daha oturup çıkalım
buradan. Seni doya doya öpebileceğim bir yere gidelim.”
“Daha fazla oturmamız gerekiyor mu? Hemen çıksak?”
Ferhat, bu isteği ikiletmedi. Şirket sahipleri ve masadakilerle vedalaşıp çıktılar. Arabaya giden kısacık yolu bile birbirlerine sarılmış olarak kat ettiler. Köprüden karşıya geçene kadar ikisi bir şey konuşmadı. Bu sessizlik huzur dolu gibi gözükse de ikisi de yaptıkları itirafın neler getireceğini düşünüyordu.
Ferhat, yaşayacaklarını az çok tahmin ediyordu. O gün geldiğinde arkasını dönüp gidecek ve asla geri dönmeyecekti. Buna dayanabilecek miydi? İşte asıl bilmediği buydu. İlk defa gerçekten aşık olmuştu. İlk defa her şeyden önce sevdiğini düşünür olmuştu. Görevi ve bu görevin getirecekleri her ikisini de üzecekti. Her şeyi bile bile aşka düştüğüne inanamıyordu. Bu duyguları engelleyemeyeceğini bilmeliydi. En azından itiraf etmemeliydi. Ama bunu bile yapamamış, o an her şeyi söylemişti. Şimdi sırada acı çekmek vardı.
Aden, arabaya bindiğinden beri az önce duyduğu sözleri düşünüyordu. “Seni seviyorum”. Kimi seviyordu Ferhat? Ayşe Sevengül’ü. O kimdi? Koca bir yalan. Bu yalan ortaya asla çıkamayacağına göre bu aşkı kabullenmek, itiraf etmek neye yarayacaktı. Kısa bir süre sonra Ferhat’tan ayrılmak zorundaydı. Hem de saçma sapan bir mazeret öne sürerek. Neden sanki aşkını dile getirmişti. O an tam tersini söylese, “ben seni sevmiyorum” dese, yol yakınken arkasını dönüp gitse belki daha az acı çekerdi. İşte bunun olacağına inanmıyordu. Daha az acı diye bir şey yok. Bu ayrılık yaşandığında kendisini nelerin beklediğini şu anki düşüncelerinden bile kavrayabiliyordu. En mutlu olması gereken anlarda kahroluyordu.
“Sahile inelim mi?” dedi Ferhat. Aden korku ile sıçradı.
“Seni korkuttum mu? Neye daldın o kadar? Ne düşünüyorsun?”
“Ne düşünebilirim? Elbette seni ve az önce konuştuklarımızı… biz nasıl bu hale geldik? Nasıl bu kadar gelişti her şey? Hiçbir şeyi tam algılayamıyorum. Tek bildiğim seni çok sevdiğim.”
“En az sevdiğin kadar seviliyorsun, aşkım.”
Sadece elleri birbirine kenetliydi ve Ferhat o eli öpmeye başladı.
“Sen arabayı doğru düzgün kullansana”
“Otomatik vites hayatım. Bırak da elini rahatça tutayım.”
Deli bir kıskançlık yükseliyordu içinden. Bu cümle kim bilir kaç defa söylenmişti. Kaç kadının eli öpülmüştü. Elini çekmek istedi. Ferhat bırakmayınca zorlamaya başladı.
“Ne oldu aşkım?”
“Bilmiyorum. Beni ne hale getirdiğini tahmin bile edemezsin. Şu an aklımdan geçenler delice şeyler. Filmlerde izler ve bunun hastalık olduğunu düşünürdüm ama o hastalığı şu an ben yaşıyorum.”
“Ayşe neler söylüyorsun? Ne hastalığı, rahatsız mısın?”
“Hayır ama evet.”
“Bu nasıl yanıt, Allah aşkına?”
“Saçmalıyorum. Duygularım da saçmalıyor.”
“Ne yani bana, sevdiğini söylerken yalan mı söylüyordun.”
“Hayır, yalan söylemiyordum. Lafı nasıl anlıyorsun? Seni sevdiğim için saçmalamaya başladım. Ufacık bir şey ama elimi öpmen, otomatik vitesli araba kullanıyorum demen beni hasta etti. Bunu benden önce kaç kadınla yaşadığını düşünmeye başladım. Ben kıskanç değildim. Ben kimsenin geçmişini önemsemedim. Oysa şimdi geçmişindeki kadınları paralamak geliyor içimden.”
Daha lafı bitmeden Ferhat kahkahalarla gülmeye başlamıştı. O güldükçe Aden, daha da sinirleniyordu. Neden sanki neler hissettiğini anlatmıştı ki? Tutsaydı içinde… şimdi bir de alay konusu olmuştu!
“Gülme artık. Kızıyorum bak!”
“Canım, bir tanem sana değil kendime gülüyorum. Çünkü benzer şeyler beynimi kavuruyor. Hâla bakkalın bulacağı delikanlıların kimler olabileceğini düşünüyorum biliyor musun? Ben böyle değildim. Kimseyi kıskanmadım hayatım boyunca. Gerçi kimseye de aşık olmadım ki kıskanayım. Şimdi ise, masadaki erkekleri incelerken buldum kendimi. Sana bakan var mı, süzen var mı diye tüm salonu taradı gözlerim.”
“Ferhat, ikimizde saçmaladığımıza göre bu konuyu kapatalım. Hata yapmadığımız sürece aramıza kıskançlık girmemeli. Ne kadar yıkıcı bir duygu bu!”
“Tamam canım. Gerçi kıskanmayalım denilince olacak mı? Ben sanmıyorum!” diyerek Aden’in saf haline gülmeye başladı bu kez. Aden de kendi cümlesinin tuhaflığına gülüyordu.
***
Kartal sahiline geldiklerinde yine ufak büfelerden birine yakın
park ettiler. Ferhat kahve, Aden çay istedi. Daha içecekleri bitmeden, polis
araçları, park ettikleri cebe geldi. Tüm araçların içinde oturanlardan kimlik
istediler. Sahilde vakit geçirmek isteyenlerin alışkın olduğu bir uygulamaydı.
Ferhat Aden’i, Aden Ferhat’ı süzüp duruyordu. İkisi de son derece doğal
hareketlerle kimliklerini uzattı. Polisler kısa incelemeden sonra geri verdiler
ve diğer arabaya yöneldiler.
“Bu hep olur mu?”
“Bilmem, sanırım oluyor? Baksana kimse şaşırmadı”
Bu sahne, özellikle Aden’i rahatlatmıştı. Polisler sahte kimliği anlardı. Hala soru işaretlerinin olması çok doğru gelmese de, mesleki merak ağır basıyordu. Yine de az önce aşk itirafı yapmış biri olarak, 'Aden' kimliğini bir kenara bırakmak istiyordu. Bunu da yine uygulamaya koydu.
“Bu kez içecekleri ben isteyeyim. Tuvalete gitmem lazım. Sana yine kahve mi söyleyeyim?”
“Gel benimle, beraber gidelim.”
Arabadan iner inmez elini tutmuştu. Bu basit hareket bile çok mutlu etmişti, Aden’i. Tekrar arabaya dönmek için acele etmediler. Temiz havanın ve denizin kokusunu içlerine çekerek yavaş adımlarla yürüdüler. İkisi de arabaya binmek yerine tamponun üstüne hafifçe oturdular. Garson çaylarını getirdiğinde çifti sarmaş dolaş uzaktaki Büyükada’nın ışıklarını izlerken buldu. Çaylarını yudumlarken çocukluklarından bahsetmeye başladılar. Daha doğrusu Ferhat anlattı, Aden dinledi. Aden’in en büyük kaybı Ayşe’ye ait çocukluk anılarıydı. Böyle bir konu pek açılmazdı ama soran olduğunda ‘ailemle çok mutluydum, artık anlatıp üzülmek istemiyorum’ der, geçiştirirdi. Sorduğu takdirde, Ferhat da aynı yanıtı alacaktı. Aden ile Ayşe’nin çocuklukları çok farklı geçmişti. Tek bildiği, emin olduğu buydu.
Biraz daha konuştuktan sonra eve gitmek istediğini belirtti, Aden. Ferhat, istemeyerek de olsa arabaya yöneldi.
“Yarın ne yapalım?”
“Bilmem, sen ne yapmak istersin?”
“Buna yanıt vermek istemiyorum. Sen ne istediğini söyle onu yapalım.”
“Anlamadım canım, neden, sen ne istediğini söylemiyorsun?”
Ferhat, sıkkın bir şekilde kafasını çevirdi. Gerçekte ne istediğini söyleyip, kızdırmak ya da kırmak istemiyordu. Yalan da söylemek gelmiyordu içinden. Yeterince yalan vardı aralarında. En azından duyguları gerçek olmalıydı.
“Yarınım senin, sen ne istersen onu yapalım.”
Aden, Ferhat’ın gözlerini görebilmek için tamamen yan döndü. O gözlerin derinliklerinde gördüğünü doğru yorumladığından emin olmak istedi. İstek, tutku açlık… Hepsi, Ferhat’ın gözlerinde vardı. Bunu dile getirmemiş olması, Aden’e saygısından mıydı, yoksa Aden’in ne istediğini bilememekten mi?
“Yarın olunca düşünelim. Uykum geldi, beni eve bırakır mısın, canım?”
“Hiç istemesem de mi?”
“Ben de istemiyorum ama uyumam lazım. Bu durumda evime gitmem, ya da koltuğu arkaya yatırmam gerekiyor.”
“Deli kız, arabada bir kere uyudun. Neredeyse her yerim tutuluyordu seni rahat ettireceğim diye! Geçen gece de ben denedim, sabaha kadar o yorgunlukla bile zor uyudum. Olmaz eve bırakacağım, kalbimi de yanına bekçi koyacağım.”
“Sende, bende uyusan?”
“Uyuyamam.”
“Neden?”
“Birincisi, komşuların bu kez gerçekten çok kötü laf eder. İkincisi ve en önemlisi… Uyuyamam… Yapacak o kadar güzel şey varken, uyku aklıma en son gelir. Bu yüzden ben, seni bırakıp evime giderim.”
“Düşünceli sevgilim! Ya ben de her şeye boş vermek istiyorsam? Ya komşularım umurumda değilse? Ya o gözlerinde gördüğümün doğruluğunu anlamak istiyorsam?”
Aden, tüm kartlarını açık oynuyordu. Kendisi de Ferhat ile birlikte olmak istiyor, bunun doğuracağı olumsuzluları düşünmek istemiyordu. Ferhat, duyduklarından sonra nasıl dayanacağını düşündü. Nasıl uzak duracaktı? Durmalı mıydı? Deli gibi istiyor, aklından çıkartamıyordu ama sonrası? Sonra yaşayacağı pişmanlık? Ya yaşanmamışların pişmanlığı? Hangisi daha kabul edilebilirdi?
Arabayı cepten çıkarttı. Birkaç yüz metre sonra yine sağa yanaştı. El frenini çekti ve daha fazla dayanamamış olacak ki, Aden’i kendisine iyice çekip öpmeye başladı. Aden de sevgilerini itiraf ettikleri andan beri bunu bekliyordu. Deli gibi öpüşüyorlardı. Her ikisi de her fırsatta “seni seviyorum” diyor ama hemen ardından öpüşmeye devam ediyorlardı. Bu kez durmak neredeyse imkânsızdı. Ta ki yanlarından süratle geçen bir arabanın aynı zamanda korna çalmasına kadar!
Yine bir yol kenarı, yine bir arabanın ön koltuğu… Zorla ayrıldılar birbirlerinden… İstekler daha da yoğunlaşmıştı. İkisi de deli gibi sevişmek istiyor ama daha ileri gidemeyeceklerini biliyorlardı. Ferhat, yeniden kontağı çevirdiğinde nefesleri düzelmemişti. Tek kelime etmeden yol aldılar. Evin önüne geldiklerinde zorla vedalaştılar.
“Sabah dokuzda alırım aşkım seni.”
“Bekleyeceğim. İyi geceler. Dikkatli git. Haber alamayacağım zaten aklım sende kalacak.”
“Ayşe, telefonun bağlanana kadar benim eski telefonumu sana versem? Hediye falan değil. Sadece seninle haberleşebilmem için. Kontörlü hat alırız. Lütfen hemen hayır deme.”
Aden, bir an düşündü. Cep telefonu yasak değildi ama kullanmamaları tedbir amaçlıydı. Bu bilgiyi Pazartesi komutanlara aktarması gerekecekti. Çünkü hayır diyemeyeceği bir teklifti bu. Aklı her an Ferhat da kalıyordu. Bu gece bile tedirgin olacaktı. Tüm bunları düşününce kabul etti, teklifi.
“Tamam canım. Ben de seni merak ediyorum. Telefon idaresi kablomu yenileyene kadar kullanırım.”
“Tamam, canım. Hadi git uyu. Seni seviyorum.”
“Ben de seni seviyorum.”
Eve girdiğinde, iplerin elinden alındığını kabul ediyordu. Tüm hayatı birkaç gün içinde değişmişti. Hem hayatının en kötü günlerini hem de en sevgi dolu günlerini bir arada yaşıyordu. Aşkın gözü kör ettiğini kabul ediyordu. Çünkü şu an gözü Ferhat’tan başka bir şey görmüyordu. Ta ki duşa girene kadar! Ilık su bedenine çarptıkça aklına sorunları üşüşmeye başladı. Âşık olmak güzeldi ama devam ettirebilmek çok daha güzeldi. Aden’in devam ettirmesine imkân yoktu. Mesleğini söylemeden yaşaması mümkün değildi.
“Bu hep olur mu?”
“Bilmem, sanırım oluyor? Baksana kimse şaşırmadı”
Bu sahne, özellikle Aden’i rahatlatmıştı. Polisler sahte kimliği anlardı. Hala soru işaretlerinin olması çok doğru gelmese de, mesleki merak ağır basıyordu. Yine de az önce aşk itirafı yapmış biri olarak, 'Aden' kimliğini bir kenara bırakmak istiyordu. Bunu da yine uygulamaya koydu.
“Bu kez içecekleri ben isteyeyim. Tuvalete gitmem lazım. Sana yine kahve mi söyleyeyim?”
“Gel benimle, beraber gidelim.”
Arabadan iner inmez elini tutmuştu. Bu basit hareket bile çok mutlu etmişti, Aden’i. Tekrar arabaya dönmek için acele etmediler. Temiz havanın ve denizin kokusunu içlerine çekerek yavaş adımlarla yürüdüler. İkisi de arabaya binmek yerine tamponun üstüne hafifçe oturdular. Garson çaylarını getirdiğinde çifti sarmaş dolaş uzaktaki Büyükada’nın ışıklarını izlerken buldu. Çaylarını yudumlarken çocukluklarından bahsetmeye başladılar. Daha doğrusu Ferhat anlattı, Aden dinledi. Aden’in en büyük kaybı Ayşe’ye ait çocukluk anılarıydı. Böyle bir konu pek açılmazdı ama soran olduğunda ‘ailemle çok mutluydum, artık anlatıp üzülmek istemiyorum’ der, geçiştirirdi. Sorduğu takdirde, Ferhat da aynı yanıtı alacaktı. Aden ile Ayşe’nin çocuklukları çok farklı geçmişti. Tek bildiği, emin olduğu buydu.
Biraz daha konuştuktan sonra eve gitmek istediğini belirtti, Aden. Ferhat, istemeyerek de olsa arabaya yöneldi.
“Yarın ne yapalım?”
“Bilmem, sen ne yapmak istersin?”
“Buna yanıt vermek istemiyorum. Sen ne istediğini söyle onu yapalım.”
“Anlamadım canım, neden, sen ne istediğini söylemiyorsun?”
Ferhat, sıkkın bir şekilde kafasını çevirdi. Gerçekte ne istediğini söyleyip, kızdırmak ya da kırmak istemiyordu. Yalan da söylemek gelmiyordu içinden. Yeterince yalan vardı aralarında. En azından duyguları gerçek olmalıydı.
“Yarınım senin, sen ne istersen onu yapalım.”
Aden, Ferhat’ın gözlerini görebilmek için tamamen yan döndü. O gözlerin derinliklerinde gördüğünü doğru yorumladığından emin olmak istedi. İstek, tutku açlık… Hepsi, Ferhat’ın gözlerinde vardı. Bunu dile getirmemiş olması, Aden’e saygısından mıydı, yoksa Aden’in ne istediğini bilememekten mi?
“Yarın olunca düşünelim. Uykum geldi, beni eve bırakır mısın, canım?”
“Hiç istemesem de mi?”
“Ben de istemiyorum ama uyumam lazım. Bu durumda evime gitmem, ya da koltuğu arkaya yatırmam gerekiyor.”
“Deli kız, arabada bir kere uyudun. Neredeyse her yerim tutuluyordu seni rahat ettireceğim diye! Geçen gece de ben denedim, sabaha kadar o yorgunlukla bile zor uyudum. Olmaz eve bırakacağım, kalbimi de yanına bekçi koyacağım.”
“Sende, bende uyusan?”
“Uyuyamam.”
“Neden?”
“Birincisi, komşuların bu kez gerçekten çok kötü laf eder. İkincisi ve en önemlisi… Uyuyamam… Yapacak o kadar güzel şey varken, uyku aklıma en son gelir. Bu yüzden ben, seni bırakıp evime giderim.”
“Düşünceli sevgilim! Ya ben de her şeye boş vermek istiyorsam? Ya komşularım umurumda değilse? Ya o gözlerinde gördüğümün doğruluğunu anlamak istiyorsam?”
Aden, tüm kartlarını açık oynuyordu. Kendisi de Ferhat ile birlikte olmak istiyor, bunun doğuracağı olumsuzluları düşünmek istemiyordu. Ferhat, duyduklarından sonra nasıl dayanacağını düşündü. Nasıl uzak duracaktı? Durmalı mıydı? Deli gibi istiyor, aklından çıkartamıyordu ama sonrası? Sonra yaşayacağı pişmanlık? Ya yaşanmamışların pişmanlığı? Hangisi daha kabul edilebilirdi?
Arabayı cepten çıkarttı. Birkaç yüz metre sonra yine sağa yanaştı. El frenini çekti ve daha fazla dayanamamış olacak ki, Aden’i kendisine iyice çekip öpmeye başladı. Aden de sevgilerini itiraf ettikleri andan beri bunu bekliyordu. Deli gibi öpüşüyorlardı. Her ikisi de her fırsatta “seni seviyorum” diyor ama hemen ardından öpüşmeye devam ediyorlardı. Bu kez durmak neredeyse imkânsızdı. Ta ki yanlarından süratle geçen bir arabanın aynı zamanda korna çalmasına kadar!
Yine bir yol kenarı, yine bir arabanın ön koltuğu… Zorla ayrıldılar birbirlerinden… İstekler daha da yoğunlaşmıştı. İkisi de deli gibi sevişmek istiyor ama daha ileri gidemeyeceklerini biliyorlardı. Ferhat, yeniden kontağı çevirdiğinde nefesleri düzelmemişti. Tek kelime etmeden yol aldılar. Evin önüne geldiklerinde zorla vedalaştılar.
“Sabah dokuzda alırım aşkım seni.”
“Bekleyeceğim. İyi geceler. Dikkatli git. Haber alamayacağım zaten aklım sende kalacak.”
“Ayşe, telefonun bağlanana kadar benim eski telefonumu sana versem? Hediye falan değil. Sadece seninle haberleşebilmem için. Kontörlü hat alırız. Lütfen hemen hayır deme.”
Aden, bir an düşündü. Cep telefonu yasak değildi ama kullanmamaları tedbir amaçlıydı. Bu bilgiyi Pazartesi komutanlara aktarması gerekecekti. Çünkü hayır diyemeyeceği bir teklifti bu. Aklı her an Ferhat da kalıyordu. Bu gece bile tedirgin olacaktı. Tüm bunları düşününce kabul etti, teklifi.
“Tamam canım. Ben de seni merak ediyorum. Telefon idaresi kablomu yenileyene kadar kullanırım.”
“Tamam, canım. Hadi git uyu. Seni seviyorum.”
“Ben de seni seviyorum.”
Eve girdiğinde, iplerin elinden alındığını kabul ediyordu. Tüm hayatı birkaç gün içinde değişmişti. Hem hayatının en kötü günlerini hem de en sevgi dolu günlerini bir arada yaşıyordu. Aşkın gözü kör ettiğini kabul ediyordu. Çünkü şu an gözü Ferhat’tan başka bir şey görmüyordu. Ta ki duşa girene kadar! Ilık su bedenine çarptıkça aklına sorunları üşüşmeye başladı. Âşık olmak güzeldi ama devam ettirebilmek çok daha güzeldi. Aden’in devam ettirmesine imkân yoktu. Mesleğini söylemeden yaşaması mümkün değildi.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder