19 Şubat 2015 Perşembe

DOSTLAR APARTMANI 9.Bölüm

Başak, kapıyı açıp, elinde fincanlarla Tarık'ı görmüş, kapıyı ardına kadar açıp, içeri davet etmişti. Tarık, bu davetten sonra rahatlamıştı. Daha ileri gitmemek için kendisine telkinlere devam etmişti. Çünkü Başak, ufacık bir tebessümü bile çok görmüştü.

İçeri girdiğinde, Başak'ın televizyonu açmış film izlemeye başladığını gördü. Elinde fincanı ile koltuğa oturdu ve yine filme döndü. Tarık da karşısındaki üçlü kanepeye oturmuş, filmi izlemeye başlamıştı. Güzel bir romantik komediydi. Tarık, filmi izleyen Başak'ı izlemeyi tercih ediyor, yüzünde yumuşama arıyordu. En komik sahnelerde bile ufacık bir tebessüm oluşmuyordu yüzünde. Daha fazla dayanamadı Tarık. Koltuktan kalktı. Önce fincanı aldı sehpaya koydu. Kendisine dik dik bakan Başak'a aldırmadı bile. Kollarından tutup kaldırdı ve üçlü kanepeye götürdü. Önce kendisi oturup, Başak'ı da göğsüne yaslayacak şekilde koltuğa oturttu. Fincanını yeniden eline verdi.

“Böylesi çok daha güzel.” dedi.



Başak, sırtında hissettiği göğse yaslanmış, şimdi rahat ve mutlu filmi izliyor, her sahnesinden de keyif alıyordu. Hatta kahkaha atmaya başlamıştı. Tarık da, onun bu değişiminden memnun, arada bir kollarını okşayarak ya da saçına öpücükler bırakarak filmi izlemeye başlamıştı. Film bittiğinde, Tarık, odasına gitmek için ayaklandı. Başak bir anda kırk derece sıcakta üşüdüğünü hissetti. Yine kollarında olmak istiyor, bu akşam yaşananlardan sonra böyle bir hareketi gerçekleştiremiyordu. Acele edildiğini söyledikten sonra, kendisinden bir atak gelmesi en olmayacak şeydi. Kapıya doğru yürümeye başladı. Tarık da arkasından geliyordu. Kapıyı açmadan, belinden tutup kendisine çevirdi.

“İyi geceler canım. Rüyanda beni gör.” dedi ve bu kez o ufak bir öpücük bıraktı. Başak, daha fazlasını istese de tuttu kendisini.

“İyi geceler... Tarık... Teşekkür ederim.” diyerek kapıyı ardından kapattı.

Yine o soğuk günlerine geri mi dönmüştü? Hayır bu sefer değil. Bu sefer o kolların arasında olmak istiyor, ama bunu bu kadar çabuk yaşamayı beyni kabullenmiyordu. Yatağa girdiğinde bir süre daha uyuyamadı. Yine beraber geçirdiği zamanı düşünmeye başlamış ve gülümseyerek uykuya dalmıştı. Sabah, kapısının vurulması ile uyandı.

“Uykucu hadi aç kapıyı.”

“Tarık?”

“Elbette benim. Başka kim kapına dayana bilir ki?”

“Bekle üstümü giyeyim.”

“Hayır, üstünde ne varsa o halinle aç kapıyı. Seni uyku mahmuru görmek istiyorum.”

“Saçmalama olmaz.”

“Hadi lütfen”

Başak, yine de sağını solunu düzeltip, kabarmış saçlarını yatıştırmaya çalışıp açmıştı kapıyı. Üstünde, askılı bir penye, altında da takımı olan diz altında biten bir pijama vardı.

“Çok şirinsin” dedi, bu halini gören Tarık.

Başak utanmıştı kılığından. Hiç seksi olmayan bir kılık vardı üstünde. Tarık ise, bu haliyle bile kendisini tahrik ettiğini anlayınca, biraz uzaklaşmış,

“Dünkü tavrımı affettin mi? “

“Evet.”

“Peki, bugün çekimler biterse hemen dönecek misin? Yoksa seni yarın buralarda gezdirmeme izin verecek misin?”

“Bakarız.”

“Tamam canım. Hadi giyin de gel bekliyorum seni. Kahvaltıya beraber inelim.”

“Bekle, hemen geliyorum.”

Beş dakika sonra hazırdı. Tarık şaşkınlıkla bakıyordu.

“Bu ne sürat?”

“Eh işte bu kadar süre yetiyor bana.” diyerek gülmeye başlamıştı.

Beş dakikanın ilk üç dakikası giyinmeye son iki dakikası diş fırçalama ve makyaja aitti. Saçları ile uğraşmak istemediği için ensesinde toka ile toplamıştı. Tarık, beline sarılmış, yüzüne bakmış ve saçındaki tokayı çıkartmıştı. Sonra yine çillerine ufacık bir öpücük kondurdu.

“Bırak açık kalsın. Çok yakışıyor açık saç, sana. Bir de bu çiller.”



















Keyifle yaptıkları kahvaltılarını bitirip hastaneye gitmek için yola çıktıklarında saat dokuz olmuştu. Tarık, yurt dışında kaldığı sürede yaptığı işlerden bahsediyor, başından geçen komik olayları anlatıyordu. Arada bir kere Gaye adı geçmiş, açıklama yapılmamıştı. Başak, kadınca bir hisle bu kişiden hoşlanmaması gerektiğini düşünmeye başlamıştı. Bunda da en büyük etken, bahsederken Tarık’ın sesinin sertleşmesiydi. En komik olaylardan birinde adı geçen kişi, sinirlendiriyorsa, çok da önemsiz olmamalıydı.

Hastaneye kadar bir daha o isim anılmayınca Başak da üstünde durmadı. Eğer, ilişkileri ilerlerse zaten kimin kim olduğu aralarında mutlaka konuşulacaktı. Kendi geçmişi de bir şekilde konu olacaktı. Arada sırlar olmasından hoşlanmazdı, Başak. Tarık, dün yaşananlardan sonra bugün daha az ısrarcıydı. Yine yanından ayrılmıyor, ilgisini esirgemiyor ama fazla temas etmiyordu. Başak, bundan hem memnun hem de huzursuzdu. Çekim alanına gireli çok olduğu için, ufak dokunuşlarından çok hoşlanıyordu. Bugün kendisini mahrum bırakılmış hissediyordu. Öğlen tüm ekip yemeklerini sete isteyince, Tarık ile Başak da onlara katılmıştı. Öğleden sonra saat üç olduğunda ise işler bitmişti. Başak, yapılan çalışmadan memnun, herkese teşekkür etmiş, İzmir çekiminde buluşmak üzere vedalaşmıştı.
Korku temalı reklamı, statta çekecekleri için İzmir’e de aynı ekibi istemişti Başak. Çocuklara yönelik olanı zaten animasyon hazırlayan bir firma ile yapacaklardı.

Hastaneden ayrıldıklarında, Tarık huzursuzdu. Sabahtan beri, ufacık bir temastan bile kaçınmıştı. Hem içinde yükselen isteği dizginlemek, hem de dünkü gibi gereksiz sahneler yaratmamak için uzak durmuştu tüm gün. Şimdi ise ne yapacağını bilemiyordu. İstanbul’a dönelim derse, nasıl orada kalmaya ikna edecekti, Başak’ı? Hemen ayrılmak da istemiyordu. En azından bedenen doymak istiyordu. Gerçi, her hali ile hoşuna gitmeye başlamıştı, Başak. Hep yanında olmasını, her şeyi kendisi ile paylaşmasını istiyordu. Duygularının yönünden rahatsızlık duymaya başlamıştı. O, bu kadar kısa sürede hayatına birisini bu kadar sokmazdı. Onunla olmak için bu kadar çabalamaz, kırmamak için kılı kırk yarmazdı.

Dün gece, kapı önünde bırakıldığından beri, Başak’ın yaptıklarını haklı gösterecek bahaneler sıralamıştı kendisine. Şimdi ise, elini bile tutmadan geçirilecek birkaç saati dilenecek hale gelmişti. Kendisini toparlaması, bugüne kadar verdiği değerden fazlasını vermemesi gerekiyordu. Bir kez daha aynı şeyleri yaşamayı göze alamazdı. Aynı acıyı, aynı hayal kırıklığını yaşamak, yeniden toparlanmaya uğraşmak, yatağına girecek adını bile anımsamadığı bir süsü kadınla unutmaya çabalamak istemiyordu. İstek duyduğu kişiyle birlikte olmak, bedeninde bittiğinde kafasında da bitirebilmek istiyordu. Başak, bu nedenle kendisi için tehlike oluşturmaya başlamıştı.

Başak ise, Tarık’ın aklından geçenlerden habersiz, aralarına giren bu mesafeyi nasıl yok edeceğini düşünüyordu. Otel yoluna döndüklerini fark edince,

“Hani beni gezdirecektin? Ne çabuk sıkıldın benden.” dedi.


Tarık, bir an şaşırdı bu cümleye. Sonra, sabah arabadaki muhabbetten beri gülmeyen yüzü ilk defa güldü.

“Hadi hemen geziyoruz. Önce nereyi görmek istersin?”

“Açıksa, Zeugma’dan çıkan mozaiklerin sergilendiği müzeye gitmek istiyorum. Sonra bakarız nereler var. Galiba bir de bakırcılar çarşısı vardı. Gezelim işte.”

Tarık, önce bir kırtasiyeden şehir haritası aldı, sonra müzeden başladılar gezmeye. Muhteşem mozaikleri inceledikçe hayran oldular.

“Sanki bu güzellikler 2300 yıl önce değil de yeni yapılmış gibi. Tek tek nasıl bir sabırla uğraşmışlar, renkleri tonları ne kadar güzel yakalamış ve yansıtmışlar. Hayran olmamak mümkün değil. Hele o POSEIDON, OCEANOS VE TETHYS MOZAİĞİ’n deki renk uyumları müthiş. Hayran kaldım, Tarık. Bayıldım. Çok beğendim. Ay anlatmaya kelimelerim yetmiyor galiba.” demiş durmuş, onun bu çocuksu hali de Tarık’ı hayran bırakmıştı.

Eros ve Ruh mozaiği ve Akheloos’u incelerken yeniden aynı tepkileri vermeye başladığında Tarık artık dayanamamış ve gülmeye başlamıştı.

“Neredeyse hoplayıp zıplayacaksın. Bakırcılar çarşısına vakit kalmıyor. Hadi bu kadar oyalanmayalım”

“Yok boş ver bakırcılar çarşısını. Ben burayı hatmetmeden ayrılmam. “

Tarık, yine mahzunlaştı. Bu akşam dönelim demesinden korkmaya başladı. Yavaş adımlarla tüm eserleri dakikalarca inceleyerek gezdiler.

En son GAIA ya geldiler. Tarık özellikle sona bırakmıştı bu küçük ama muhteşem eseri.
Başında bandanası ile mozaiğe hayranlığın ötesinde bakışlar gönderen Başak, O an, o mozaikteki kadına ne kadar çok benzediğinin farkında bile değildi. Tarık ise, hikayesini bildiği bu kadının her iki varlığının da o an kendisine Başak’ı anımsatmasından çok memnundu.

“Yanında dur ve bana poz ver, GAIA “ dedi.



“Ben mi GAIA’yım, hani şu yer tanrısı? Yok, ben olsam olsam “çingene” versiyonu olurum.”

“Hikayeyi biliyorsun sanırım?”

“Evet, ilk çıkartıldığı zamanlar henüz çocuk olsam da o gözlerdeki anlamdan çok etkilenmiştim. Günlerce yurtta bu gözlere bakıp dolaşmıştım."

“İşte bu yüzden sen GAIA sın. Çingene değil. Yok yok her ikisi birdensin."

“Bu iltifatların ardından ne gelecek beyefendi?”

“Bu gece burada kalıyor muyuz?”

“Anlamalıydım, bu kadar iltifatın ardında başka şeyler olduğunu. Eh madem bu kadar güzel şeyler söyledin, kalalım bari.”

“Ciddi misin? Çok sevindim. Üstelik bu kadar kolay kabul edeceğini de beklememiştim. Beni her an şaşırtıyorsun.”

“Sen de beni şaşırtıyorsun. Dünkü Tarık ile bugünkü arasındaki fark dağlar kadar."

“Hangisini tercih edersin?”

“İki Tarık’ın arasında bir şeyleri tercih ediyorum galiba.”

“Yani bugünkü Tarık da seni mutsuz etti öyle mi?”

“Yok, buna mutsuzluk demem de kendimi biraz dışlanmış hissettim.”

“Dışlanmış mı? Bana bak tanrıçam, ben ellerimi senden uzak tutmak için nasıl çabalıyorum biliyor musun? Bana izin versen, şimdi burada öpmeye başlarım. Sonra bizi müzedeki mahzenlere kilitlerler.”

“Mahzen mi? Burada mahzen mi var? Gezelim mi?”

“Hay Allah’ım. Ne bileyim mahzen var mı? Varsa da, oralara girersek çıkamayız."

“Aaa neden? Kilitlenecek değiliz ya. Çıkarız.”

“Başak, safa mı yatıyorsun, yoksa derdimi gerçekten anlamıyor musun?”

“Ben safa yatmıyorum da sen oltaya takılıyorsun.” Diyerek kahkahayı patlatmış, sonra müzede yankılanan sesi yüzünden kendisine tuhaf tuhaf bakan insanlara mahcup bir ifade ile gülümsemişti.

“Çıkalım mı artık? Beni yeterince oltana takmış bulunuyorsun."

“Tamam çıkalım. Sonra nereye gidiyoruz?”

“Güzel bir lokantada yemek yiyelim. Yöresel yemeklerin tadına bakalım.”

“İyi de yağı ağır gelmesin. Birkaç arkadaşım bu konudan dert yanmıştı. Özellikle İstanbul’dan gelenler pek dertli ayrılıyormuş.”

“Tamam, sorarız ve bize uygun yağ ile hazırlamalarını isteriz.”

“Çok düşüncelidir benim sevgilim.”

“Sevgilin miyim senin?”

“Değil misin?”

“Galiba öyleyim. Çok da emin olamıyorum. Mesela şu an elin elimde bile değil. Seni hissetmek istiyorum.”

Tarık’ın elini eline almış, parmaklarını parmaklarına dolamıştı. Tarık da bu hareketten sonra birbirine kenetlenmiş eli dudaklarına götürmüş ve Başak’ın eline öpücük kondurmuştu.

“Şimdi seni sevgilim gibi görüyorum işte.”

“Demek bu kadar basit, senin sevgilin olmak!"

“Hayır. Benim sevgilim olmak için tek kural var. Dürüst olmak. Ama dürüst olabilmek için çok kural var. Açık olmak. Ne hissettiğini saklamamak. İstemediğin bir şeyi sırf ben istiyorum diye kabul etmemek. İstemediğim bir şeyi, sen istediğin için, bana söylemeden gizli saklı yapmamak. Bu kurallar ağırdır. Uymak zordur. Hiç ummadığın anda çok basit bir şey yüzünden bu kurallar yıkılabilir. İşte o zaman, benim sevgilim olamazsın. Daha doğrusu beni yanında bulamazsın.”

“Seni kim kırdı, Tarık? Nedir bu dürüstlüğe olan takıntının ardında yatan neden?”

“Şimdi değil. Belki bir gün anlatırım.”

“Tamam. Ben de dürüst olmaktan yanayım. Sonra aramızda sırlardan engeller olacak ve bu da tadımızı kaçıracaksa, şimdiden konuşmak lazım. Bunu sana söylemiştim zaten. Ben de açık olmak istiyorum."

“Tamam canım. O zaman önce karnımızı doyuralım. Sonra Antep sokaklarında biraz gezelim.
Akşam yemeğini Antep’in en meşhur lokantalarından İmam Çağdaş da yediler. Birkaç yemeği tadabilmek için, siparişlerini az az verdiler. Yemeğin üstüne, meşhur havuç baklavayı da ustaların tarifine uygun tükettikten sonra, şişmiş karınlarıyla masada oturmaya devam ettiler. Kalkacak halleri kalmamış, birbirlerine bakıp gülmeye başlamışlardı. İkram kahvelerini de içip, yola çıktıklarında hava iyice kararmıştı. Bir süre ara sokaklarda gezip, yediklerini hazmettiler. Lokantadan çıktıklarından beri el ele yürüyorlardı. İkisi de halinden memnundu. Geç saatlere kadar gezdikten ve ufak tefek alış verişler yaptıktan sonra otele dönmeye karar verdiler.

Tarık, bu gece için umudunu yitireli çok olmuştu. Başak, ilk başlarda tahmin ettiği rahatlıkta değildi. Ve artık kendisi de ilk başlarda istediği, bir an önce yatağa atayım, havasında değildi. Tam tersi, Başak ne isterse onu yapmaya karar vermişti.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder