"Sakınnnnnnnnn…....
bak sakınnnn....... geliyorum oraya..... bekle beni...... hayır hayır....
sakın ha..... bak çok kötü olur........ kapatma....sakın kapatma.... bekle
beni .... bak …..geliyorum …….. bekleeeeee............. kapatmaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa"
Başak, avaz avaz bağırıyordu telefonda. Büroda olan çalışma arkadaşları
şaşkın gözlerle bakıyorlardı. Başak'ın deliliklerine alışkın olmasına rağmen,
hiç biri bu güne kadar böyle bir sahne görmemişti.
Karşı tarafın kapattığı telefona aval aval bakıyordu. Sonra, bir hışım
ahizeyi yerine çarparak kapattı ve masasından fırladı. Ardında devrilen
kalemlik ve kablosundan aşağı doğru sarkmış klavyeyi fark etmeyip, kapıya
doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Kısa dosya dolabının üstünde duran
kaskını ve askıdan motor montunu kaptı. Hızlandırdığı adımlarla çıkışa doğru
yürürken, arkasını dönüp arkadaşlarına, "Bir saate kadar gelirim"
dedi.
Danışmanın önünde duran adamı hiç görmedi. Adam da onu. Birbirini görmeden
hareket eden bu iki kişi çarpıştı ve tuhaf olsa da, olan adama oldu.
Dengesini kaybetti ve kıç üstü düştü. Başak, bir adama bir elindeki kaska
baktı ve..."Özür dilerim... Çok özür dilerim..." dedi. Elini bile
uzatmadan asansöre doğru yine hızlı adımlarla devam etti. Adam şaşkın ve kızgın
arkasından bakarken, birkaç kişi hemen yardımına geldi.
Başak, asansörde beş katı inene kadar aynı şeyi tekrarladı durdu... "Yapma...
Sakın yapma... Lütfen yapma... Ben ne yaparım... Sensiz ne yaparım... Nasıl
başarırım... Sakın yapma"
Çok iyi
biliyordu ki yetişemeyecekti. Burçak, yapacağını yapacaktı. Asansörde bir
yandan montunu giymiş, bir yandan sayıklamaya devam etmişti. Asansörün kapısı
açıldığında kaskını takmakla meşguldü.
2003 model Harley Davidson'una atladığı gibi Cihangir'deki evine doğru yola
çıktı. Uzun, havuç kızılı, kıvırcık saçları yarım kaskın arkasından
uçuşuyordu. Hışımla çıkarken diz korumalarını almadığını fark etti. Tedbirsiz
davranmaktan kaçınırken, böyle hata yaptığı için kendisine kızdı. Kaza
olmasın diye daha dikkatli gitmeliydi. Bu da zaman kaybı demekti. Zaman
kaybedemezdi. Bugün bir istisna yaptı ve bir eli kornada trafiğin elverdiği
kadar hızlı yol aldı. Nişantaşı'ndan Cihangir'e olan yolu kısa sürede aldı
ama yine de yetişemeyeceğinden emindi.

Apartmanın önüne geldiğinde, görünürde kimse yoktu. Motorun üstünden anahtarı
aldığı gibi koşar adım en üst katta olan dairesine çıktı. Dördüncü kata
çıktığında nefes nefese kalmıştı. Kapıyı anahtarıyla açtı ve içeriye
bağırmaya başladı...
"Burçakkkkkk... neredesin, ses ver?... Burçakkkkkkkkk...sakın ha...
sakın dediğini yapmış olma?"
Tüm odalara, hatta banyoya bile baktı. Burçak'tan en ufak bir iz yoktu. Hemen
karşı kapının zilini çaldı. Komşuları, aynı fakültede okuyan iki genç kızdı.
İkisi de üçüncü sınıf öğrencisiydi. Toplam altı öğrenci vardı apartmanda.
Kızlar evde yoktu. Bir alt katın kapısını çaldı. Bu katta, kendi dairesinin
altında iki erkek öğrenci vardı. Ahmet, üst kattaki Sema'ya aşıktı. Sema da,
O'na. Fakat okul askerlik iş derken ikisi de dertliydi bu aşktan ve aşkın
kendilerine getireceklerden. Yine de, tek bir günü ayrı geçiremiyorlar,
hayatlarına yön vermek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Sema'nın ev
arkadaşı Füsun, geçen seneden beri okuldan bir asistanla çıkıyordu. Kendisi
de okulda kalmak, böylece iş bulma derdinden kurtulmak ve sevgilisi ile
birlikte çalışmak istiyordu.
Ahmet'in ev arkadaşı Oğuz, biraz içine kapanıktı. Başak, Oğuz'un kendisine
bakışlarını yakalamış ve 'Bu çocuk bana aşık mı acaba?' diye sorgulamış, emin
olamamıştı.
Ahmet ile Oğuz'un evinden de ses çıkmayınca, karşı kapıyı hiç çalmadan
aşağıya indi. Karşı dairede üç gay vardı. Dışardan bakıldığında asla gay
oldukları anlaşılmayan bu üçlü, gündüz işte oldukları için, evde bulunma
ihtimalleri yoktu. Başak, ilk taşındığında üçünün de çok yakışıklı olduğunu
düşünmüş, hatta acaba birisi ile bir şeyler olabilir mi, derken, gay
olduklarını öğrenmişti. Söylene söylene alt kata indiğinde, bir daireden
gelen seslerden aradığını bulduğunu anladı.
Kapıyı çaldı ve bekledi. O kadar çok gürültü vardı ki kimse kapıyı duymadı.
Yumruklamaya başlayınca, önce tartışma sesleri kesildi, sonra içeriden ayak
sesleri geldi...
"Ay geldim patlama, şeker."
Kapıyı Aysev açmış, Başak'ı görünce biraz mahcup olmuştu. Apartmanın üç gülü,
travestileri bu daireyi paylaşıyordu. Sahne adları, Aysev, Cansev ve Soysev
di... Belki de dünyanın en tatlı insanlarıydı üçü de. Tercihleri nedeniyle
dışlandıkları, dayak yedikleri günlerden sonra üçü bir araya gelip bir grup
kurmuş, gece programa çıkmaya başlamışlar, böylece rahat bir nefes
almışlardı. Başak, Aysev'i kenara itip, "çekil kız... İçeride
saklıyorsunuz değil mi?" dedi... Aysev, kenara çekildi ve eliyle
abartılı bir hareketle içeriye buyur etti.
Başak,
başına geleni anlamıştı. Korktuğu olmuştu. İçeride, üçlü grubun diğer iki
üyesi, ayakta durmuş, arkalarında bir şey saklıyorlardı.
"Burçak nerede?"
"Gitti" dedi Soysev.
"Nasıl gider? Neden durdurmadınız? Neden beni beklemedi?"
"Acelesi vardı, şeker. Uçak kaçıyormuş."
"Başlatmayın kaçan uçaktan... Ya siz, deli misiniz? Nasıl izin verirsiniz buna?"
"Başak, sen kardeşini tanımıyor musun? Nasıl durdursaydık? "
"Bağlasaydınız. Yok mu kelepçeniz falan? Taksaydınız koluna. Bunu da mı
akıl edemediniz?"
"AAA sen de bizi hepten sapık yaptın. Ne arasın kelepçe falan? Ayrıca olsa
da kullanmazdık. Sonuçta kızın anlattıklarından sonra hak verdik."
“Hak vermişler miş. Yahu benim haklarım ne olacak? Ben nasıl bakarım o
küçücük şeye? Ne yaparım? Nasıl ilgilenirim? O kocasının peşine düşecek ben
burada, ne yapacağımı bilemediğim ufacık o şeye bakacağım öyle mi? Daha o neyle
beslenir onu bile bilmiyorum. Ben emanetçi miyim? Pansiyon falan yok mu,
bunların bırakılacağı?"
"Oha Başak oha... "
Başak çıldırmış şekilde, ayakta duran iki travesti ile yanında dikilen üçüncü
arasında bakışlarını gezdirip durdu. Haklılardı, ne pansiyonundan bahsediyordu?
Ama kendisi de bakamazdı. Tam ağzını açacaktı ki, o sesi duydu... Anlaşılmaz
seslerle kendisini hatırlatıyordu. Cansev ile Soysev yana çekildiler.
Arkalarında gizledikleri bebek arabasındaki, Damla çıktı ortaya.
Burçak ile Levent'in yedi aylık kızları... Başak'ın bu dünyada Burçak'tan
sonraki tek akrabası... Kardeşine gittiğinde beşiğinin başından ayrılmadığı,
bakmaya doyamadığı, şimdi ise başına bırakılıp, kaçılmış, yeğeni...
Bir an, yine yüzüne bakıp daldı. Sonra gerçeğe döndü. Bu velet kendisine emanet
edilmişti.
Kendisine!!!!
Burçak ne
zaman delirmişti? Ne zaman gerçekten kardeşinin, yedi aylık bir bebeğe
bakabileceğini düşünecek kadar kafayı sıyırmıştı? Yok yok bir karışıklık vardı
bu işte. İki kardeşin deli olanı, Başak'tı, Burçak değil!
Başak ile Burçak, doğumlarından bir gün sonra, bir apartman kapısına bırakılmış
olarak bulunduklarında kaderleri çizilmişti. Çocuk esirgeme kurumuna
verilmeleri ve ardından yetiştirme yurtlarında büyümeleri, iki kızı da hayata
hazırlamıştı. Tek yumurta ikizi olan kızlar, tip olarak kopya gibi benzeseler
de, karakter olarak taban tabana zıttı. Ta ki Burçak, bu deliliği yapana kadar.
Günlerdir, kardeşini arıyor ve kocasından hiç haber alamadığını, çok merak
ettiğini söyleyip duruyor, Başak da, kardeşinin derdine ortak olmaya
çalışıyordu. Son iki gündür, "Damla olmasaydı, kesin uçmuştum
Afganistan'a" demeye başlamıştı. Başak da, böyle bir şeyin mümkün
olmadığını, bağlı olduğu gazetenin nasılsa bulmak için elinden geleni yaptığını
söylüyordu. Evet, gazete elinden geleni yapıyordu. Her gün sekiz sütuna manşet,
kayıp gazeteci ile ilgili eski haberlerle yeni gündem yaratıp, tiraj
arttırıyordu.
Burçak daha fazla dayanamamış, bugün kardeşini arayarak, " ben
Afganistan'a gidiyorum, Damla sana emanet" demiş, Başak'ı deli eden
kararını açıklamıştı. O görüşmeden sonra yaşananlar ise ortadaydı. Travestiler,
bebeği almış ve Burçak da hava alanının yolunu tutmuştu. Başak, koltuğa
çöktü... Kıvırcık saçlarını toplamaya çabaladı, başaramayınca yine serbest
bıraktı.
"Ben ne yapacağım, şimdi?"
"İzin al bir süre, istersen?" dedi, Cansev
"Tabii tabii çok önemli bir reklam anlaşması öncesi, zaten patron da bana
izin verir. Hep bunu bekliyordu. Başak izin istese de ben de versem diyordu... Ya
delirtmeyin beni... İzin mizin alamam... Ben, bu kıza ba-ka-mammmmm... Burçak'ı
arayacağım... geri dönsün alsın kızını."
"Cep telefonunu kapatacağını söylemişti, yine de dene"
Başak, hemen aramış ve kapalı olduğunu anlamıştı. Başına geleceği bildiğinden,
açık bırakması mucize olurdu zaten. Bu arada, Damla, arabasının içinde
kıpırdamaya başlamıştı. Sıkıntısı olduğu belliydi. Aysev, kucağına alıp,
poposunu burnuna yaklaştırdıktan sonra yüzünü buruşturmuştu.
"Oooo bu küçük hanım, pek de marifetliymiş. Hadi altını değiştirelim,
Başak."
Alt değiştirmek mi? Başak, suratında son derece salakça bir bakışla, Aysev'e
baktı.
"Ben alt değiştirmeyi bilmem."

|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder