“Merhaba Nil. Dükkânda mısın?”
“Merhaba Hakan. Değilim. Yemeğe çıktım.” Nil, dün
gecenin intikamını alacak fırsatı yakaladığını düşünüyordu.
Handan, arayanın Hakan olduğunu anlayınca gülmeye
başladı.
“Yemeğe mi çıktın? Sen dükkânda yemiyor muydun?”
Merak etmişti neden yemeğe çıktığını. Ama direkt de soramamıştı.
“Bir arkadaşım geldi. Beni yemeğe davet etti.
Kıramazdım onu.”
“Öyle mi? O zaman size afiyet olsun.”
Hakan bozulmuştu. Kimdi acaba arkadaşı? Arkadaşları hakkında bilgisi yoktu.
Kiminle olduğunu sormak istiyordu. Onun için önemli miydi o arkadaş?
Nil ise, onun nefes alışından
sinirlendiğini ve telefonu kapatmak istediğini anlamış eğlenmeye devam
ediyordu. Gayet ciddi bir sesle konuşuyordu.
“Sen neden aramıştın?”
“Geç kalmışım, önemli değil.”
“A yoksa yemeğe mi çıkalım diyecektin?”
“Dedim ya geç kalmışım.”
Daha fazla üzmeyecekti...
“Yok, biz de daha yeni oturduk. Sen
neredesin? Gel katıl bize.” Cümlesi bittiğinde Hakan'ın nefesini bıraktığını
duydu.
“Rahatsız etmeyeyim.” Ama çoktan gitme
kararı vermişti.
“Rahatsız etmezsin, adresi vereyim de
gel.”
Hakan, on dakika sonra lokantanın
arkasındaki oto parka bırakıyordu arabasını. Kapıdan içeri girdiğinde bakışları
ile ortamı taradı. Nil onu görmüş el sallıyordu. Karşısında oturana çevirmişti
hemen bakışlarını.
Handan!
Hakan’ın yüzüne kocaman bir gülümseme
yerleşmişti. Hayatındaki iki önemli kadın kendisini kıvrandırmayı sevmişti
anlaşılan. Yanlarına gittiğinde önce Handan’ı öptü. Sonra Nil’in yanına geldi
ve beline sarılarak kendisine çekip yanaklarına küçük öpücükler bıraktı.
Çok özlemişti.
Çok kıskanmıştı.
Çok rahatlamıştı…
“Bunu ödeyeceksiniz.”
“Çok korktuk.” dedi Handan.
Nil ise onun yüzüne bakmaya devam
ediyordu. Kısa zamanda hayatının başköşesine oturmuştu Hakan.
“Nasıl oldu da buluştunuz siz?”
“Bende bir değişiklik görmüyor musun?”
Handan, saçlarını savurarak bakmıştı Hakan’a. Hakan, kardeşinin saçındaki
değişikliği görmüştü artık.
“Çok güzel olmuş saçın. Kusura bakma
fark etmedim.”
“Çünkü gözün beni görmüyor. Pabucum dama
atıldı.”
“Öyle değil ama Nil’e bir özür
borçluydum. Dün olaylı bir geceydi ve buluşamadık.”
“Biliyorum. Önemli olan bugün gelmen!”
Handan, Hakan’ın halinden, dün gece kaçan fırsata üzüldüğünü anladı. Ağabeyi,
hayatında bir kadına alışkın değildi ama ne yapması gerektiğini bilecek kadar
kadınlarla arası iyiydi.
“Evet, geldim ama her an
çağırılabilirim. Mesai saatinde kaytarıyorum resmen.”
“Gece seni ikiye kadar çalıştırırken
kaytarmanı da göze alsınlar. Telefonun çalarsa bakma.” Nil, onun hemen
gitmesinden korkmuştu.
“Sen gitmemi istemiyorsan gitmem.
Beklesinler biraz.” diyerek göz kırpmıştı. Bir eli Nil’in sandalyesinin
arkasındaydı. Saçları ile oynadığının farkında bile değildi.
“Ben de bir şeyler yiyeyim.”
“Bizimkilerden atıştır. O arada seninki
de pişer.”
“Bak buna memnun olurum. Çok açım.”
Handan, yemek bitince kalkmış ikisini de
öperek vedalaşmıştı. Daha fazla onlarla kalmak istemiyordu. İkisinin de
konuşacak çok az vakti oluyordu. Kapıdan çıkarken arkasını dönüp baktığında
ikisinin de gözlerini birbirinden ayıramadığını gördü.
‘Bunlar çoktan âşık oldu!’ diyerek
mutlulukla arabasına doğru yürüdü.
*****
Hakan, Nil’in kahverengi gözlerine baktı
bir süre. Sonra elini tutup,
“Beni korkuttun, biliyor musun?” dedi.
“Sen mi korktun?” Nil gerçek bir
şaşkınlıkla sormuştu.
“Evet, yanında bir erkek bulacağımdan o
kadar emindim ki.”
“Erkek mi? Olabilirdi de. Neden
korktun?”
“Olabilir miydi?” Hakan, onun bu rahat
tavrına şaşırdı. Nil, aynı rahatlıkla devam etti.
“Evet, olabilirdi. Benim erkek
arkadaşlarım var. Ama onları kıskanmana gerek yok.”
“Kıskanmadım.” Hakan, aldığı yanıta
bozulmuştu ama belli etmemeye uğraşıyordu.
“Kıskandın. Hala da kıskanıyorsun. Kim o
arkadaşlarım merak ediyorsun.” Hakan, Nil’in dürüst gözlerine baktı. Haklıydı.
Kıskanıyordu ve çok merak ediyordu. Saklamaya gerek yoktu.
“Doğru.”
“Arkadaşım sadece.”
“Öyle kalmalarında sakınca yok.”
Kıskançlığını dizginleyemeyeceğini biliyordu ama Nil’i de gereksiz kaprislerle
üzmek istemiyordu.
“Manken ile görüşüyor musun?” Bu kez de
Nil, kendi kıskançlığını dışa vuruyordu. Üstünlük değil eşitlik sağlamaktı
amacı. Hakan’ı kıskanıyordu ve bilmesinde sakınca yoktu.
“Ne mankeni?”
“Geçen gün göz göze konuştuğun manken?”
“Ha şu güzel kadın! Yok, ne yazık ki
aramıyor. Ben de vakit bulup onun telefonunu aratamıyorum. Kaldı öyle.”
“Hazır masada bıçak varken kendin
cinayet konusu olacaksın. Sus bence.”
“Sustum. Yalandı zaten. Aklıma bile
gelmemişti.” Aklım sadece seninle dolu diyememişti. Oysa ne kolaydı o an o
gözlere bakıp konuşmak. Filmlerde sevgisini rahat rahat söyleyen erkeklere
şaşkınlıkla bakardı. Ama o an kendini aynı rahatlıkla konuşmamak için zor
tutuyordu. Nil’i sevdiğini söylemek çok kolay olacaktı. Seviyordu onu… Sadece
Nil’e zaman vermek, onun da duygularından emin olmasını beklemekti yaptığı…
Konuyu değiştirdi.
“Handan ile aranız çok iyi bakıyorum.”
“Evet, gerçekten çok iyi! Onunla zaman
nasıl geçiyor anlamıyorum. Tatil planlarımızı yaptık bugün.” Hakan’a, akşam
Cenk ile yaşadıklarını konuştuklarını söyleyemezdi.
“Gerçekten gidecek misin onunla? İki
hafta sensiz ne yapacağım?”
“Bunca zaman ne yapıyordun bensiz?”
“O eski zamandı. Artık sen varsın.
Bilgisayarlarla aran nasıl?”
“Evde var ama aklıma gelmez açmak. Neden
sordun?”
“Handan diz üstü bilgisayarını yanına
almadan tatile gitmez. Ben de seninle görüntülü konuşurum öyle hasret
gideririm.”
“A o kadarını beceririm. Tamam, bak bu
iyi olur. Ben de özleyeceğim seni.”
“Bir hafta sonra mı çıkıyorsunuz?”
“Evet.”
“O zaman her fırsatta seni göreceğim.”
“Her fırsatta mı? Sen karşıda çalışmıyor
musun? Nasıl geleceksin o kadar yolu?”
“Gelirim.”
“Benzin parasından iflas edeceksin.”
“İçin rahat olsun. Babamın şirketinin
resmi olmasa da ortağıyım. Daha doğrusu Handan ve ben ortağız. Babamın işleri
artık çok iyi! Ben devlet memuru olduğum için resmi olarak ortak olamıyorum ama
paralarını harcamayı biliyorum.”
“Böyle söyleyince de baba parası
yiyormuş gibi oldun.”
“Bir gün sana babamla ilgili gerçekleri
anlatırım. Neden böyle dediğimi anlarsın. Ama şimdi babamdan bile bahsetmek
istemiyorum. Zaten telefon çalacak diye…” sözünü bitiremeden telefonu çalmaya
başlamıştı.
“Hay lanet…”
“Kızma, bak ne kadar zamandır
çalmıyordu. Bunu da bulamayanlar var.”
“Çok önemli olmadıktan sonra
aramamalarını söylemiştim.” O sırada üçüncü kez çalan telefonu açtı.
“Hakan Çevik, buyurun.”
“Amirim, bomba ile ilgili bilgiler
ulaştı. İlginç bir durum var. Gelebilecek misiniz?”
“Bir saate kadar gelirim.”
Telefonu kapattığında gidecek olmanın
sıkıntısı yüzüne yansımıştı.
“Üzgünüm.”
“Bugün geldin ve bu kadar görüşebildik
ya. Ben üzülmüyorum. Fırsat bulduğunda gel yine. Ama mesaiden kaçma. Amirlerin
kızmasın.”
“Kızmazlar. Zaten böyle sakin günler çok
az oluyor. Hadi seni dükkâna bırakayım.”
“Gerek yok. Sen buradan hemen karşı yola
gir. Tabelalar seni köprüye çıkartır.”
“Olmaz öyle şey.” Maço erkek tavırları
sergilediğinde bayılıyordu ona. Ama kendisi de maço kadındı. Hakan öyle her
istediğini yaptıramazdı.
“Ne demek olmaz. Hadi dediğimi yap. Beni
bırakmak bu saatte o ara sokaklarda yirmi dakikadan fazla vakit kaybettirir.
Ben bir taksiyle giderim.”
“Ama...”
“Aması yok.”
Lokantadan çıktıklarında Hakan zorla
vedalaştı. Yine yanağına konan öpücük ile Nil, kendini ayakları yerden kesilmiş
hissetmişti. Bu adamın dudaklarında tılsım olduğundan neredeyse emindi.
“Arayacağım.”
“Bekleyeceğim.”
*****
Hakan, bombanın özelliklerini
öğrendiğinden beri 'yanlış hedef' üstünde duruyordu. Bomba yıllardır
kullanılmıyordu ama kullanıldığı zaman hep diplomat ölümlerinde kullanılmıştı.
Komşuların verdiği ifadelerden de benzer
bilgiler almıştı. Alt sokakta oturan diplomat için koruma istenmişti. İkinci
bir suikast ihtimaline karşı tedbir alınmıştı. Hakan, ikna olmasa da hata
yapıldığını düşünmeye başlamıştı. Aklı karışmıştı. Başka bir neden olmadığından
emin olamıyordu. İzlerin peşinden gitmeye devam edecekti.
*****
“Nil, iyi misin?”
“Evet. Neden sordun?”
“İki adım mesafeden üç kere seslendim
dönüp bakmadın bile. Kulaklarında sorun mu var?” Ayşegül, şaşkınlıkla bakıyordu
Nil’e.
“Yok, dalmışım canım. Ne istemiştin?”
“Biraz bahçeye çıkıp birer kahve içelim
mi?”
“Olur. Emine, sen bize iki kahve yap
canım.”
İki genç kadın bahçeye inip divana
oturdu. Nil cep telefonunu da yanına almıştı. Ayşegül onun ikide bir telefona
kayan bakışlarını yakalamıştı. Zaten Nil de iki üç gündür bir farklılık vardı.
“Hayrola Ayşegül, sen gün ortası pek
böyle mola vermezdin. Neye canın sıkkın?”
“Canım sıkkın değil. Sadece seninle iki
çift laf etmek için mola aldım. Asıl senin neyin var?”
“Benim bir şeyim yok. Gayet iyiyim.”
“Zaten olay o. Çok iyisin! Keyfin
yerinde. Neler oluyor?”
“Dedim ya yok bir şey!”
“Nil, senin ilk genç kızlığını bilirim.
Var sende bir şey. Biri hatta. Kim bu?”
“Yok kimse!”
“Yok kimse derken bile yalan
söylüyorsun? Bak vallahi küserim. Kim bu adam?”
Nil, arkadaşını, iş ortağını, dert
ortağını ikna edemeyeceğini anlayınca anlatmaya karar verdi. “Ayşegül, sen
korkunçsun? Handan'ın ağabeyi!” Rahatlamıştı…
“Handan'ın ağabeyi mi? Nerede tanıştın?
Ne zaman tanıştın? Ne iş yapıyor? Yakışıklı mı?”
“Başka var mı?”
“Ne var mı?”
“Soracağın soru? Kaç tane sıraladın
öyle?”
“Sen de bir tanesini bile yanıtlamadın
hala. Hadi konuş. Bak vallahi Necla Ablaya söylerim yoksa!” Ayşegül çok
heyecanlanmıştı. İlk kez Nil, böyle oluyordu.
“Hani Bayramoğluna gittim ya. Hakan da
oradaymış. O zaman tanıştım. Yakışıklı. Hem de çok yakışıklı. Ama tabii bana
göre öyle. Başkasına göre bilemem.”
“O ne demek? Ya yakışıklıdır ya
değildir.”
“Olur, mu öyle? Herkese göre başkadır
ölçüler. Bana göre Hakan çok çekici çok karizmatik biri.” Nil, öyle bir sesle
anlatıyordu ki Ayşegül gülmeye başladı.
“Ohooo sen abayı yakmışsın.”
“Galiba öyle. Ayşegül, hani kitaplarda
falan yazarlar ya onu gördüğümde de sesini duyduğumda da kalbim deli gibi
atıyor. Ben gerçekten hiç böyle hissetmemiştim. Sanırım haklısın abayı yaktım.”
“Sus.”
“Ne?”
“Sus dedim.” O sırada Emine tepsi ile
gözükmüştü. Kahveler gelmişti.
“Emine, sonra bana fal bak. Geçen günkü
kır saçlı adam ile kapışmam çıktı. Bakalım başka ne göreceksin?”
“A çıktımı gerçekten abla? Bakarım
tabii. Ay sevindim.”
“Sevindin mi? Kavga etmesine mi?”
Ayşegül kızmıştı.
“Yok, Ayşegül abla, falımın çıkmasına!
Nil abla gibi bakamam ama demek ki ben de anlıyorum biraz.” Emine, yüzündeki
gülümsemeye engel olamıyordu.
“Anlıyorsun canım. Hadi siz içeride
Bertuğ’ya yardım edin. Ben seni çağırırım.”
Emine içeri girince Ayşegül sordu.
“Kiminle kavga ettin sen?”
“Kimse ile kavga etmedim. Hakan o
bahsettiği kır saçlı!”
“A ne diyorsun sen? Hakan yaşlı mı? Kaç
yaş var aranızda?”
“Yaşlı değil. Sadece saçları kırlaşmış
ama ona çok yakışmış.”
“Ne abası sen dünyayı yakmışsın kızım.
Âşık olmuşsun resmen.”
“Âşık olmak böyle ise sanırım oldum.”
“Ya o?”
“Bilmem. Bir şey söylemedi.”
“Söylemez kızım erkek o. Sen
anlayacaksın!”
“O nasıl olacak?”
“Şimdi bak, tüm bildiklerimi
anlatıyorum. Önce senin şöyle gözlerine bakıp dakikalarca dut yemiş bülbül gibi
duruyor mu?”
“Hayır.”
“Olmadı şimdi. Peki, yanında bir erkek
gördüğünde arkasını dönüp gidiyor mu?”
“Yanımda erkek görmedi ki!”
“Ay bu da olmadı. Dur bakayım başka
neyle ölçersin... Hah tamam buldum. Senin eski sevgililerinden biri ile
konuşmanı nasıl karşılayacağını sor.”
“Benim eski sevgilim yok ki!”
“Doğru söylüyorsun. Senin erkeği
erkekler ile test etmen mümkün değil. Seni ailesi ile tanıştırdı mı?”
“Ayşegül. Sen beni dinlemiyor musun?
Bizi zaten kız kardeşi tanıştırdı. Eniştesi ile de tanıştım. Bir babası var ama
onunla tanışmadım.”
“Ay ben bu adamı çözemedim. Peki, seni
hiç öpmeye sıkıştırmaya falan kalkıştı mı?”
“Ayşegüllll... Bunu sana söyleyecek
değilim herhalde!”
“Öpüştün değil mi?” Ayşegül o an otuz
beş yaşında değil en fazla on beş yaşındaydı. Tüm yüzünde koca bir gülümseme
ile öpüşmesini anlatacağını umarak bekliyordu.
“Ayşegül, ver fincanını da bakayım. Sen
çok konuştun.” Nil, utandığını gizlemeye çalışıyordu.
“Aman tamam anlatma. Ama yüzünden belli
öpüşmüşsün de hoşlanmışsın da. Ama bil bu adamın seni sevdiği şüpheli.”
Nil elinde fincanla kalakalmıştı.
“O nereden çıktı?”
“Hiçbir şey yapmamış senin için. Sevse
yapardı sanki.” Ayşegül, Nil’in damarına basıyordu. Amacına ulaşacağından emin
arkasını yaslanıp kollarını kavuşturdu.
“O zaman şunu dinle. Hani şu ilaç almak
için gelen adam vardı. Camı çerçeveyi indiren! O olayın olduğu gece geldi.
Camcılar işlerini bitirip gidene kadar yanımda bekledi. Buluşacağımız bir gece
acil işe gitmesi gerekince ertesi gün mesai saatinde taa karşıdan kalktı geldi
sırf beni yarım saat görebilmek için. Bunlara ne diyorsun.”
“Ayyy Nillll bu adam sana aşıkkkk.”
“Ne oldu? Az önce şüpheliydi.”
“O dizilere göre aşk tahliliydi.
Dizilerde hep öyle oluyor ama gerçek hayatta iş başkaymış. Bu adam seni seviyor
bence.” Artık bulutlarda yürüyen Ayşegül’dü. Nil’in aşk hayatı romantik
hayallere dalmasına yetmişti. Elinde tuttuğu fincanı gösterip,
“Hadi bak falıma artık. Ben de aşk
istiyorum. Gör orada güzel bir aşk.”
“Dizilere göre aşk aramasan zaten
bulacaksın ama senin aklın fikrin dizilerde.”
“Doğru diyorsun ama bizim işte erkekleri
görmek mümkün değil ki. Nasıl bulacağım güzel bir aşkı?”
“Ben de dükkândan bulmadım ama dükkân
sayesinde buldum Hakan'ı. Demek ki olabiliyor. Ama sen dizilere takıldın kaldın
o yüzden biraz gözünü aç, biraz kafanı kaldır.”
“Evet, seni kendime örnek alacağım. Ama
bu arada hala falıma bakmadın. Kuruyacak fincan. Hadi. Bak artık.”
Nil, bir süre Ayşegül'ün fincanına bakıp
falını anlattı. Sıra tabağa geldiğinde bir süre baktı. Sustu... Sonra Ayşegül'e
iki cümle daha söyledi ve tamam dedi. Gördüklerini doğru mu yorumluyordu?
Elleri titremeye başlamıştı. Korkmuştu...
Ayşegül, fincanı ile tabağını alıp içeri
girmişti. Nil bir süre düşündü ama sonra telefonun tuşuna bastı. Hakan'ın
sesini duyduğunda yine heyecanlanmıştı.
“Hayrola tatlım. Sen beni aramama kararı
almıştın.” Hakan, Akın’ın masasının başında bir dosyaya bakıyordu.
“Müsait misin?”
“Sesin neden bu kadar ciddi?”
“Bomba ile ilgili aradım.”
“Anladım. Bir saniye... Şimdi dinliyorum
canım.” Hakan, odasına girip kapıyı kapatmıştı.
“Hakan, bomba ile ilgili bir şeyler
gördüm. Ölmüş bir genç kız. Asmış kendisini. Onun için patlamış bomba. Bir de
polis var. Bomba patladığında yaralanan polis var mıydı?”
“Yoktu. Neden sordun?”
“Sanki yaralı bir polis var. O olayı
inceleyen kimse dikkatli olsun.”
“Söylerim çocuklara. Başka bir şey var
mı canım?”
“Yok.”
“Sesin neden bu kadar kötü?”
“Sanırım gördüğümden etkilendim.”
“Tamam canım. Üzülme. Ben ilgileneceğim.
Kendine dikkat et.”
“Sende... Hakan?”
“Efendim?”
“Yok, bir şey!”
“Ne demek yok bir şey? Ne söyleyecektin?
Söylemezsen aklım sende kalır.”
“Canım demen çok hoşuma gitti. Onu
söyleyecektim.”
“Söylemek de güzel. Ben de duyarım
umarım.”
“Duyarsın elbette. Hakan...?”
“Söyle...”
“Üç gün sonra gidiyoruz Handan ile. Seni
ne zaman göreceğim?”
“Bu akşam ayarlayabilirsem geleceğim.
Sen müsait olur musun?”
“Olurum.”
“Nil... Teşekkür ederim. Yine işe
yarayacak eminim.”
“Bir şey değil. Akşama görüşürüz.”
Telefonu kapattıktan sonra Hakan kısa
bir süre durakladı. Sonra Deren ile Akın'ı çağırdı.
“İkiniz hemen Gülümser Bozkurt'a
gidiyorsunuz. Kadının kocasının hayatında başka bir kadın var mı
araştırıyorsunuz.”
“Emredersiniz. Amirim. Bombayı kıskanç
bir kadın koymuş olamaz değil mi?”
“İstanbul’da kadınların neler
yapabileceklerinin sınırı yok sanırım ama ben de bombayı bir erkek koymuştur
diye düşünüyorum.”
İkisi de selam verip odadan çıktığında
Hakan Nil'i düşünmeye başladı. Aklına takılanı hemen soruyor ya da söylüyordu,
Nil. İçinde tutmayı bilmiyordu. Hakan, ona âşıktı bundan emindi artık. Nil onun
hayatının en önemli parçası olmuştu. Babası ile tanıştırmayı istiyordu. Ama
önce babası ile geçmişlerinden gelen sorunları anlatmalıydı. En önemlisi
babasının hala kendisini affetmeyen tavırlarını açıklamaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder