Deren kapıyı çalıp bekledi. Akın bir
adım arkasındaydı. Genç ve güzel bir kadın açtı kapıyı. Gülümser hanıma
benziyordu. Deren kendilerini tanıtınca kapıyı ardına kadar açıp içeri buyur
etti. Birkaç kadın vardı evde taziye ziyaretine gelmiş olan... Deren onlardan
izin isteyerek Gülümser hanımı başka bir odaya çağırdı.
Oturma odasına geçtiklerinde kadının
hala gözlerinin ağlamaktan şiş olduğunu gördüler. Yeniden söylenen baş sağlığı
dileklerinden sonra Deren sorularını sormaya başladı.
Akın sadece dinliyor arada not alıyordu.
Sıra asıl sorulara gelmişti.
“Kocanızın, başka bir kadınla ilişkisi
var mıydı?”
“Ne ilgisi var böyle bir sorunun
bombayla?”
“İlgisi olabilir. Böyle bir izlenim
edinmiş miydiniz? Başka biri olabilir mi?”
“Hayır yoktu. Kocam beni çok seviyordu.”
Sesi sinirli çıkmıştı.
“Peki, saplantılı bir kadının ilgisi
olabilir mi? Size hiç bahsetti mi?”
O sırada, kapıyı açan genç kadın, elinde
çay tepsisi ve un kurabiyelerinin olduğu bir tabakla geldi. Deren'e çayını uzattıktan
sonra Akın'a da çayını verdi. Ama ona bakışları beğeni doluydu. Deren soruların
arasında bu ilgiyi fark etmişti. Akın da kadının ilgisini boş çevirmemişti.
Deren kendini toparlayıp yeniden
sorularına döndü. Genç kadın odadan çıkmayınca soru dolu bakışlarla kadına
baktı. Gülümser Hanım tanıştırdı onları. “En küçük kız kardeşim, Gülay. Onun
yanında sorabilirsiniz.”
“Son soruma yanıt alamadım. Bildiğiniz
böyle biri var mıydı? Saplantılı bir kadın? Mesela sessiz telefonlar alır
mıydınız? Kimin gönderdiği belli olmayan hediyeler ya da çiçekler gelir miydi?”
“Hiç böyle şeyler olmadı.”
“İş yerinde yaşanmış olabilir mi?”
“Bilmiyorum. Bana hiç anlatmamıştı.”
“Peki, kocanızın özel hayatı ile ilgili
konuşacak kadar yakın olduğu erkek arkadaşı var mıydı? Onlarla konuşabilirsek
belki öğrenebiliriz.”
“Abla, eniştemin bahsettiği bir kız
vardı. Ağabeyime anlatmıştı sanki. Ona sorsak belki o bilir.”
“Ama o neredeyse yedi sekiz yıl önce
olmuş bir olay. O zaman çocukmuş ikisi de.”
“Nedir bu olay?”
“Haşim o zaman daha yirmi yaşındaymış.
On yedi yaşında bir kız ile iki kere çıkmış. Sonra kız Haşim'e âşık olmuş ve
hep peşinde gezmeye olur olmaz yerlerde rahatsız etmeye başlamış. Haşim de kızı
terslemiş. Sonra askere gitmiş. O askerken kız intihar etmiş. Galiba asmış
kendisini. Ama Haşim ile ilgili olacağını sanmam. Çünkü Haşim on aylık falan
askermiş kızın intiharını duyduğunda. O arada kız neler yaşadı bilinmez.”
“Haklısınız çok eski ve bağlantısız
gözüküyor. Yine de isimleri biliyorsanız not alayım bir araştıralım.”
Akın bu arada çayını bitirmişti. Gülay
hemen ikinci bardağı doldurmak için kalktı. Deren'in de bardağı boşalmıştı ama
fark etmemişti. Yeni çay ile döndüğünde Deren'in soruları devam ediyordu. Akın
bardağı alırken kendisine gülümseyerek bakan Gülay'a aynı şekilde karşılık
verdi. Bir yanda Deren, Gülümser Hanıma sorularını sıralarken diğer tarafta
Gülay da Akın'ı soru yağmuruna tutuyordu.
Görüşme kırk dakika kadar sürmüştü.
Deren'in soruları bittiğinde Akın da Gülay ile olan konuşmasını bitirmişti. Vedalaşarak
ayrıldılar. Arabaya bindiklerinde Deren hiç konuşmuyordu. Akın bir iki kez laf
atmış ama Deren tek kelimelik yanıtlar vermişti. Kafasını da çevirmiyordu. Akın
iyice sıkılmıştı.
“Senin derdin ne? Ne bu surat?”
“Derdim yok. Yorgunum. Kocası yeni ölmüş
bir kadını sorguya çekmek, eski kız arkadaşlarını ya da yenileri sorgulamak
yorucu. Ama sen yorulmadın tabii. Ne de olsa Gülay Hanım ile gayet hoş bir
sohbetin içindeydin.”
“Evet, hoş bir sohbetti. Güzel bir
kadınla böyle konuşmayalı uzun zaman olmuş.”
“Yeni bir sorgu işi çıkarsa gider devam
edersin. Söylerim Çevik seni yollar.”
“Çevik mi? Sen de ona Çevik demeye
başladın öyle mi?” Akın, tüm bedeninden ateş çıktığını hissediyordu. Lakap
kullanmak yakınlık belirtisiydi. Şu ana kadar aralarında hep Hakan Baş Komiser
ya da amirim dedikleri kişi için ilk kez Deren Çevik demişti.
“Öyle.” Deren, o an herkes gibi lakap
kullandığının farkındaydı ama başka bir amacı yoktu. İkisi baş başaydı,
komiserim demeye ne gerek vardı? Akın, onun aksi cevaplarına iyice
sinirlenmişti. Kendine hakim olamadı. Dananın kuyruğu koparsa kopsun dedi.
“Deren, yeter ama terslediğin. Ne yani
güzel bir kadınla konuşmamı bu kadar kıskanacaksan yandım demektir.” Cümlesi
bittiğinde karşıdan nasıl bir yanıt geleceğine dair tek bir fikri yoktu.
“Ben mi seni kıskandım? Saçmalama.”
Deren, artık Akın’ın kendi duygularını anladığından emin, kızaran yanaklarını
görmesin diye camdan dışarı bakmaya başlamıştı.
“Neden saçmalıyormuşum?”Akın arabayı
kenara çekip durdurdu. Sivil bir arabada oldukları için dikkat
çekmeyeceklerinden emindi. Bu iş bugün bitecekti. Her Allahın günü yüzüne bakıp
işkence çekmekten bıkmıştı. Eğer Deren, kendisine karşı bir şeyler
hissetmiyorsa tayin isteyecekti. Daha fazla acı çekmek istemiyordu.
“Saçmalıyorsun! Ben seni kıskanmıyorum.”
Deren neden durduklarını anlamamış Akın’a bakıyordu. Gözleri kocaman açılmış,
yanakları biraz daha kızarmıştı.
“Deren, ben seni kıskanıyorum. Çevik
demeni, onunla işe gitmeni, odada baş başa çalışmanızı. Hepsini kıskanıyorum.”
Bir solukta saymıştı hepsini. Artık son noktayı koymasını bekliyordu Deren’in.
“Kıskanıyor musun? Neden?”
Akın, kendisine bu soruyu soran
dudaklara baktı önce. Sonra gözlerine çevirdi gözlerini. Birkaç saniye baktı o
gözlere ve orada gördüklerinden umutlandı.
“Sen nasıl bir polissin? Benim seni
sevdiğimi bilmeyen yok emniyette. Bir sen mi fark etmedin yani?”
“Beni seviyor musun?”
“Evet.”
“Bunu herkes biliyor mu?”
“Evet.”
“Sen mi söyledin herkese?”
“Ben özel olarak elbette kimseye
söylemedim ama neredeyse tüm emniyet biliyordur. Çünkü sen fark etmesen de ben
bakışlarımı senden alamıyorum. Sana yaklaşanlara yapmadığımı bırakmıyorum.
Seninle aynı serviste olmak için her türlü taklayı atıyorum. Daha ne demem
lazım inanman için.”
“Az önce neden o kadınla o kadar samimi
konuşuyordun?”
“Belki kıskanırsın, ben de duygularımın
karşılıksız olmadığını anlarım diye düşündüm. Ve galiba iki yıldan sonra ilk
kez doğru bir karar verdim. Beni kıskandın.”
“Evet.”
“Evet, mi? Kabul ediyorsun yani?”
“Ediyorum. Seni kıskandım.” Deren, daha
fazla konuşup konuşmamakta kararsızdı ama hayatının itirafını yapmıştı. Bir
adım ileri gitmekte zarar yoktu. Derin bir nefes alıp, bir an bile gözlerinden
ayrılmayan gözlere baktı. “Seni seviyorum.”
“Nihayet.”
“Bu mu yani? Nihayet dedin ve oturdun.”
Deren, şoke olmuştu. Akın arabayı çalıştırıyordu!
“Deren, halka açık yerde ahlaka aykırı
davranışlardan adam tutukluyoruz. Şu an sana sarılmaya kalkarsam birileri de
bizi tutuklar. Ama iş çıkışı bunun acısını çıkartırız.” Sesinde, sadece
sarılmakla kalamayacağını ima eden ton vardı. Deren, bu kez de neler
yaşayabileceklerini düşünmenin ateşi ile kızarmıştı. Ama aklına gelen ile dondu
kaldı.
“İş çıkışı mı? Bu gece ben nöbetçiyim!”
sesinde gerçek bir pişmanlık vardı.
“Hay lanet...” Akın, hışımla direksiyona
vurmuştu elinin ayasını. Deren, içini çekerek devam etti.
“Asıl sorun nöbetler de değil. Baş
Komiserimiz anlarsa ne yapacağız? İkimizi aynı büroda bırakmazlar.” Aşkını
içinde yaşarken aynı büroda olmak çok güzeldi. Herkesin anladığı bir ilişkide
ise çok zordu. Kısa sürede ayrılacaklardı. Deren yakında daha az göreceğini
bilerek baktı Akın'ın yüzüne. Akın,
“Ben amirin en azından benim duygularımı
anladığını tahmin ediyorum ama yine de ondan saklamak doğru değil. Bu kuralın
neden olduğunu ikimiz de biliyoruz. İstersen yarın konuşuruz.” İstemese de
mecbur hissediyordu. Saygısızlık etmek demekti susmak.
“Ne diyeceğiz? Biz çıkıyoruz, bizi hemen
ayırın mı diyeceğiz?” Deren'in sesi ağlamaklıydı. Akın, tedirginliğini atmak
için derin derin nefes aldı. Koltukta yan dönerek Deren'in yüzüne baktı. Sonra
elini uzatıp yavaşça parmakları ile yüzünü okşadı. “Biz yakında evleneceğiz o
yüzden bizi çok uzak düşmeyecek şekilde ayırın diyeceğiz.”
İşte söylemişti. Saniyeleri sayıyordu.
Bir... İki...
“Evlenmek de nereden çıktı?” Deren,
beklemediği bu cümle ile yerine mıhlanmıştı. Akın da böyle bir yanıt
beklemiyordu. Nefesini tuttu. Kısık bir sesle, “Ne yani beni seviyorsun ama
evlenmeyecek misin?”
Deren, onun sesindeki korkuyu
hissetmişti. “Akın, iki yıldır beni seven biri olarak beni tanıman gerekmez mi?
Ben bu evliliği hemen kabul eder miyim?” dediğinde Akın, yutkundu “Etmez
misin?”
“Ederim.”
Bu kez de olumlu yanıt ile şaşkınlığa
uğramıştı. “Hayır diyeceksin diye yüreğime iniyordu. Yapma bunları bana. Zaten
konuşabilmek için iki yıl beklemişim, daha fazla bekleyemem.”
“O kadar da acele etme. Seninle ekip
arkadaşıydık ama hiç sevgili olmadık. Bakalım yürütebilecek miyiz?”
“İki yıldır, seninle ilgili tek bir
olumsuzluk hissetmedim. Aksine yaptığın her şey beni sana daha fazla bağladı.
Ama bir süre bu halimizin tadını çıkartalım.”
“İki nöbet arası aşk yaşayalım.”
“Senin dudaklarından bu kelimenin benim
için dökülmesi bile büyük bir mutlulukmuş.”
İki âşık emniyete dönerken az önceki
sinir bozucu sessizliğin yerini huzurlu bir sessizlik kaplamıştı. Arada
birbirlerine bakıyor, gülümseyerek yine başlarını çeviriyorlardı. Yakında bu
ortamı bir daha bulamayacaklarını biliyorlardı.
*****
“Araştırmayı derinleştirin. Bu
geçmişteki kız meselesi kadının anlattığı gibi mi? Bilmek istiyorum.” Hakan,
alınan bilgiler neticesinde yine Nil'in haklı çıkacağını anlamıştı. Ekiptekiler
hep bir ağızdan, “Emredersiniz amirim.” derken Hakan, Akın'a dönüp,
“Akın, yarın bu bilgileri masamda
istiyorum. Gerekirse gece de çalışalın. Ben erken çıkacağım ama bir şey
bulursanız arayın.”
“Ben çalışırım amirim.” Akın, o gece
nöbetçi olan Deren ile birlikte çalışacağı fırsatı kaçırmamıştı. Hakan, önce
Akın'a sonra Deren'e baktı. Odasına doğru yürürken, “Tamam. Ben çıkıyorum
birazdan. Bir şey bulursan ara.”
“Emredersiniz.”
Hakan, bürodan çıktığında saat yedi bile
olmamıştı. O akşam kendine izin vermişti. Nil ile iki hafta kadar
görüşemeyecekti. Bugünkü erken kaçışın acısını çıkartırdı nasılsa. Şimdi ona
gidecekti. Belki de bugün sevdiğini söylerdi. Artık saklamak manasız geliyordu.
Nil'in de kendisini sevdiğini düşünüyordu. Eğer yanılıyorsa ne yapacağını bilmiyordu ama yanılmamak için dua
ediyordu.
Arabayı iki sokak ötede durdurdu. Nil'in
saklama çabalarına gülüyor ama onu üzmemek için uyuyordu. Aslında Nil'in neden
böyle davrandığını anlıyordu. İlk başlarda geç saatlerde buluştuklarında sorun
olmamıştı. Bu akşam ise erken saatte buluştukları için saklanmayı istemişti.
Eğer bu akşam bir şeyleri daha da açık konuşurlarsa kimin ilişkilerini
öğrendiğini umursamayacaktı. İsterse tüm mahalle öğrensin, diye düşünüyordu.
Nil onu sevsin de gerisi önemli değildi.
Nil, Hakan'ın geleceğini Ayşegül'e
söylemiş, sonra da hızla dükkândan çıkmıştı. Çok az kalan vakitlerini harcamak
istemiyordu. Hızlı adımlarla arabanın olduğu yere yürüdü. Hakan arabadan çıkmış
kapıya dayanmış öyle bekliyordu. Yine çok yakışıklı gözüküyordu. Ne giyse
yakışıyordu. Bu kez de lacivert keten pantolon üstüne mavi ve krem renkte büyük
karelerin olduğu bir gömlek giymişti.
Nil beğeni ile baktı Hakan'a.
Hakan da kendisine yaklaşan kadını
süzüyordu. Nil, bu kez de zümrüt yeşili
dar pantolon üstüne iki ton açık bluz ile çok güzel gözüküyordu. Saçlarını
istediği gibi açık bırakmıştı. Tek kusuru yüzünün yarısın kapatan güneş
gözlükleri idi. Hakan yaslandığı arabadan doğruldu, yanına gelen Nil'in beline
sarıldı yanaklarından öpmeden önce gözünden gözlüğünü çıkarttı.
“Gözlerini de özledim. Onları neden
saklıyorsun?”
“Saklamıyorum, sana bakarken kamaştılar
da tedbir alıyorum.”
“İşte buna bayıldım. Ne yapalım canım?”
“Sen ne istersen!”
“Aç mısın?”
“Henüz değil ama sen açsan uyarım.”
“Ben de henüz aç değilim. Bir saat kadar
gezelim mi? Yoksa deniz kenarında oturmayı mı tercih edersin?”
“Deniz kenarında gezelim. İkisini de
yapmış olalım.”
“Bunu da sevdim. Hadi bin arabaya.”
Nil, arabaya binip çantasını dizlerinin
üstüne koydu. Ellerini de çantasının üstünde birleştirmişti. Hakan arabayı
çalıştırdıktan sonra elini uzatıp Nil'in elini tuttu. Yola çıkmak için acelesi
yoktu. Elinin içindeki ele baktı.
“Böylesini tercih ederim.”
Nil, elinin içinde kaybolduğu ele baktı.
Sonra başını kaldırdı Hakan'a baktı ve sordu.
“Neden?”
“Neden mi? Sana dokunmak hoşuma gidiyor
da ondan.”
“Neden?”
“Neden mi dokunmak hoşuma gidiyor? Çünkü
çok güzelsin, çok çekicisin ve beni çok etkiliyorsun. Sana dokunduğum zaman
kendimi çok mutlu hissediyorum.”
“Neden?”
“Ne tuhaf soru bu. Niye neden deyip
duruyorsun?”
“Çünkü ben de öyle hissediyorum ve bunun
nedenini tek başıma anlayamadığım için sana soruyorum. Neden?”
“Neden mi? Seni bilmem ama ben seni
sevdiğim için olduğunu düşünüyorum. Sen?”
“Ben ne?”
“Sen neden olduğunu sanıyorsun?”
“Sanırım aynı sebepten!”
“Sanıyorsun... Yani emin değilsin. Öyle
mi?”
“Sen emin misin?”
“Eminim. Hem de çok eminim.”
“Ben de...”
“Sanırım, en dolaylı yoldan seni
seviyorum, dedin.”
“Sanırım.”
“Nil, benimle dalga geçme. Seni seviyorum
de hemen.”
“Neden?”
“Yine mi döndük neden sorusuna? Çünkü
duymaya ihtiyacım var.”
“Neden?”
“Ya sen beni çıldırtacaksın kadın. Neden
deme. Ben seni seviyorum ve senin de beni sevdiğini söylemeni istiyorum. Bunu
duymaya hakkım yok mu?”
“Seni seviyorum.”
“Çok sağ ol. Ne kadar içten söyledin
öyle.”
“Nesini beğenmedin?”
“Bilmem... Sanki duygudan yoksundu.
Üstelik hala bana sarılmadın. Hala o koltukta oturmuş suratıma dik dik
bakıyorsun.”
“Çünkü sen bana hala sarılmadın.”
“Gel buraya.” İkisi de aynı anda hareket
edip sarıldı. Hakan sımsıkı tutuyordu Nil'i. Sanki gevşek tutsa kaçacakmış gibi
kendine yaslamıştı. Nil o kolların arasında olmaktan çok memnundu. Ayşegül ile
yaptıkları konuşmadan sonra belirsizliği uzatamayacağını kendisini sevip sevmediğini
hemen anlaması gerektiğini düşünmüştü. Hakan'ın gözlerinde gördüğü sevgiydi.
Sorularına aldığı yanıtla artık dünya daha güzel olmuştu.
Ona âşıktı. Bunu iliklerinde
hissediyordu. Hakan da ona âşıktı. Bunu anladığından beri tüm dünyayı daha
güzel görüyordu...
*****
Handan, havaalanında dikiliyordu. Az
önce Cenk ve Ar-Ge'den Ceyhun'u uğurlamıştı. Cenk, Ceyhun'un yanında sarılmış,
tam son anonsa kadar da karısına sarılmış şekilde durmuştu. Ceyhun, onların bu
samimi görüntülerini beğeni ile izlemiş, onları arada bir baş başa bırakmak
için alışveriş yapacakmış bahanesi ile uzaklaşmıştı.
Handan, tüm bunların yine rol olduğunu
biliyordu. Yine de son anonsa kadar kocasının kendisine sarılmasına ya da elini
tutarak oturmasına ses çıkartmamıştı. Uçağa giderken de yanağına konan öpücüğün
iadesini yapmıştı...
Kendine gelip arabasına doğru yürürken
içinden hep aynı şeyi tekrarlıyordu. Sağ salim git gel... Çünkü içinde büyük
bir sıkıntı vardı. Korku ile dualar sıralamaya devam etti.
İki gün sonra tatile gidecekti ama artık
içinden gitmek gelmiyordu. Sırf Nil ile gidecek olmasından dolayı
vazgeçemiyordu.
Nil... Telefonda bu akşam Hakan'ın
geleceğini söylerken sesi ne kadar mutluydu. İkisi de birbirini seviyordu.
Onlar için çok seviniyordu.
İki saat sonra Cenk aradı. Uçağın
indiğini söyledi. Handan biraz daha rahatlamıştı. Yine de içindeki sıkıntı
dağılmamıştı.
*****
Saat on olduğunda iki sevgili, aşklarını
itiraf etmiş olmanın rahatlığı ile yemek sonrası yürüyüş yapıyordu. Nil, Hakan’a eve gidebileceklerini, bahçede
oturabileceklerini söylese de Hakan o gece gitmelerinin ardından gelebilecek
şeyleri iyi biliyordu. Sevdiğini söylediği biri ile sevişmek istemesi de
normaldi ama bunu itiraf ettikleri gece yaşamak sonra yanlış anlamalara neden olabilir
diye korkuyordu. Ertesi akşam için evde buluşma sözü vermişti. Nil'in de iyice
kabullenmesini beklemiş olacaktı. Yirmi dört saat yeterdi.
Kahvelerini içerken Hakan'ın telefonu
çaldı. Ekibin tamamı bir olaya çağırılmıştı. Bir adam, on sekiz yaşındaki
oğlunu, ikinci karısını öldürmüş, ondan olan kızını rehin almıştı. Oğlunun,
üvey annesi ile aşk yaşadığını öğrenmişti.
Hakan, bir yandan dinliyor bir yandan da
Nil'in yüzüne üzgün gözlerle bakıyordu. Akın ile Deren olay yerine gitmişti
bile. O gece nöbette olan diğer memur Rıza idi. O da olay yerindeydi. Hakan
amirleri olarak orada olmak zorundaydı.
“Seni eve bırakayım canım. İşe gitmem
lazım.” Kısaca bahsetmişti olaydan. Nil zaten telefon geldiğinde anlamıştı işe
çağırıldığını. Bunlara alışması gerekiyordu. Dokuzdan beşe çalışan biri değildi
Hakan. Eğer onunla birlikte olacaksa iptal olacak bir sürü program için
hazırlıklı olmalıydı.
“Tamam canım. Hadi gidelim.”
Nil, çok normalmiş gibi davranıyordu.
Hakan ise çok üzgündü.
“Bu ne yazık ki hep başımıza gelecek.”
“Biliyorum. Ama bunu dert etmeyecek
kadar seviyorum seni.”
“Ben de seni seviyorum.” Hesap ödenip
yola çıktılar. Yarım saat sonra Hakan Nil’i öpüp eve sokmuş emniyete doğru yola
çıkmıştı. Ama yoldan telefon ettiğinde ekibinin hala olay yerinde olduğunu,
adamın kızının başına dayadığı silah ile hala cesetlerin olduğu yere
ulaşılmasını engellediğini öğrenmişti. Yeni adres olay yeriydi.
Ekibini bulup onlardan bilgi aldığında
saat on bir buçuk olmuştu. Üstüne çelik yeleğini giyip adamın olduğu tarafa
yürüdü. Oradaki ekip adamı kızının canını yakmadan teslim olmak için ikna
etmeye çalışıyordu. Hakan, elbette o ekibe müdahale etmeyecekti. Ama
başlarındaki komiseri bulup bilgi almaya başladı.
“Amirim, bizim ekipten iki polis şu an
adamın olduğu kata girdi. Ama o odaya giriş yapabilmeleri için dikkatini
dağıtmamız lazım. Onlardan işaret gelince biz burada bir olay yaratıp kargaşa
çıkartacağız. O sırada adamlar odaya girecek. Sonrasını hallederler.”
“Anladım. Biz sonra alırız adamı
sizden.”
“Tamam amirim. Siz de uzaklaşın.”
Genç komiserin cümlesi bitmeden ortalık
karışmıştı. Kızını rehin almış olan adam, evin içindeki polisleri fark etmiş ve
elindeki silah ile etrafa ateş etmeye başlamıştı. Kızının boynuna doladığı
kolunu gevşetmediği için kimse ona ateş edemiyordu ama o silahında kalan on üç
merminin çoğunu polislerin üstüne boşaltmıştı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder