6 Ağustos 2015 Perşembe

KAHVE FALIMDA CİNAYET VAR! 31. Bölüm

Deren kapıyı çalıp bekledi. Akın bir adım arkasındaydı. Genç ve güzel bir kadın açtı kapıyı. Gülümser hanıma benziyordu. Deren kendilerini tanıtınca kapıyı ardına kadar açıp içeri buyur etti. Birkaç kadın vardı evde taziye ziyaretine gelmiş olan... Deren onlardan izin isteyerek Gülümser hanımı başka bir odaya çağırdı.

Oturma odasına geçtiklerinde kadının hala gözlerinin ağlamaktan şiş olduğunu gördüler. Yeniden söylenen baş sağlığı dileklerinden sonra Deren sorularını sormaya başladı.

Akın sadece dinliyor arada not alıyordu. Sıra asıl sorulara gelmişti.


“Kocanızın, başka bir kadınla ilişkisi var mıydı?”

“Ne ilgisi var böyle bir sorunun bombayla?”

“İlgisi olabilir. Böyle bir izlenim edinmiş miydiniz? Başka biri olabilir mi?”

“Hayır yoktu. Kocam beni çok seviyordu.” Sesi sinirli çıkmıştı.

“Peki, saplantılı bir kadının ilgisi olabilir mi? Size hiç bahsetti mi?”

O sırada, kapıyı açan genç kadın, elinde çay tepsisi ve un kurabiyelerinin olduğu bir tabakla geldi. Deren'e çayını uzattıktan sonra Akın'a da çayını verdi. Ama ona bakışları beğeni doluydu. Deren soruların arasında bu ilgiyi fark etmişti. Akın da kadının ilgisini boş çevirmemişti.

Deren kendini toparlayıp yeniden sorularına döndü. Genç kadın odadan çıkmayınca soru dolu bakışlarla kadına baktı. Gülümser Hanım tanıştırdı onları. “En küçük kız kardeşim, Gülay. Onun yanında sorabilirsiniz.”

“Son soruma yanıt alamadım. Bildiğiniz böyle biri var mıydı? Saplantılı bir kadın? Mesela sessiz telefonlar alır mıydınız? Kimin gönderdiği belli olmayan hediyeler ya da çiçekler gelir miydi?”

“Hiç böyle şeyler olmadı.”

“İş yerinde yaşanmış olabilir mi?”

“Bilmiyorum. Bana hiç anlatmamıştı.”

“Peki, kocanızın özel hayatı ile ilgili konuşacak kadar yakın olduğu erkek arkadaşı var mıydı? Onlarla konuşabilirsek belki öğrenebiliriz.”

“Abla, eniştemin bahsettiği bir kız vardı. Ağabeyime anlatmıştı sanki. Ona sorsak belki o bilir.”

“Ama o neredeyse yedi sekiz yıl önce olmuş bir olay. O zaman çocukmuş ikisi de.”

“Nedir bu olay?”

“Haşim o zaman daha yirmi yaşındaymış. On yedi yaşında bir kız ile iki kere çıkmış. Sonra kız Haşim'e âşık olmuş ve hep peşinde gezmeye olur olmaz yerlerde rahatsız etmeye başlamış. Haşim de kızı terslemiş. Sonra askere gitmiş. O askerken kız intihar etmiş. Galiba asmış kendisini. Ama Haşim ile ilgili olacağını sanmam. Çünkü Haşim on aylık falan askermiş kızın intiharını duyduğunda. O arada kız neler yaşadı bilinmez.”

“Haklısınız çok eski ve bağlantısız gözüküyor. Yine de isimleri biliyorsanız not alayım bir araştıralım.”

Akın bu arada çayını bitirmişti. Gülay hemen ikinci bardağı doldurmak için kalktı. Deren'in de bardağı boşalmıştı ama fark etmemişti. Yeni çay ile döndüğünde Deren'in soruları devam ediyordu. Akın bardağı alırken kendisine gülümseyerek bakan Gülay'a aynı şekilde karşılık verdi. Bir yanda Deren, Gülümser Hanıma sorularını sıralarken diğer tarafta Gülay da Akın'ı soru yağmuruna tutuyordu.

Görüşme kırk dakika kadar sürmüştü. Deren'in soruları bittiğinde Akın da Gülay ile olan konuşmasını bitirmişti. Vedalaşarak ayrıldılar. Arabaya bindiklerinde Deren hiç konuşmuyordu. Akın bir iki kez laf atmış ama Deren tek kelimelik yanıtlar vermişti. Kafasını da çevirmiyordu. Akın iyice sıkılmıştı.

“Senin derdin ne? Ne bu surat?”

“Derdim yok. Yorgunum. Kocası yeni ölmüş bir kadını sorguya çekmek, eski kız arkadaşlarını ya da yenileri sorgulamak yorucu. Ama sen yorulmadın tabii. Ne de olsa Gülay Hanım ile gayet hoş bir sohbetin içindeydin.”

“Evet, hoş bir sohbetti. Güzel bir kadınla böyle konuşmayalı uzun zaman olmuş.”

“Yeni bir sorgu işi çıkarsa gider devam edersin. Söylerim Çevik seni yollar.”

“Çevik mi? Sen de ona Çevik demeye başladın öyle mi?” Akın, tüm bedeninden ateş çıktığını hissediyordu. Lakap kullanmak yakınlık belirtisiydi. Şu ana kadar aralarında hep Hakan Baş Komiser ya da amirim dedikleri kişi için ilk kez Deren Çevik demişti.

“Öyle.” Deren, o an herkes gibi lakap kullandığının farkındaydı ama başka bir amacı yoktu. İkisi baş başaydı, komiserim demeye ne gerek vardı? Akın, onun aksi cevaplarına iyice sinirlenmişti. Kendine hakim olamadı. Dananın kuyruğu koparsa kopsun dedi.

“Deren, yeter ama terslediğin. Ne yani güzel bir kadınla konuşmamı bu kadar kıskanacaksan yandım demektir.” Cümlesi bittiğinde karşıdan nasıl bir yanıt geleceğine dair tek bir fikri yoktu.

“Ben mi seni kıskandım? Saçmalama.” Deren, artık Akın’ın kendi duygularını anladığından emin, kızaran yanaklarını görmesin diye camdan dışarı bakmaya başlamıştı.

“Neden saçmalıyormuşum?”Akın arabayı kenara çekip durdurdu. Sivil bir arabada oldukları için dikkat çekmeyeceklerinden emindi. Bu iş bugün bitecekti. Her Allahın günü yüzüne bakıp işkence çekmekten bıkmıştı. Eğer Deren, kendisine karşı bir şeyler hissetmiyorsa tayin isteyecekti. Daha fazla acı çekmek istemiyordu.

“Saçmalıyorsun! Ben seni kıskanmıyorum.” Deren neden durduklarını anlamamış Akın’a bakıyordu. Gözleri kocaman açılmış, yanakları biraz daha kızarmıştı.

“Deren, ben seni kıskanıyorum. Çevik demeni, onunla işe gitmeni, odada baş başa çalışmanızı. Hepsini kıskanıyorum.” Bir solukta saymıştı hepsini. Artık son noktayı koymasını bekliyordu Deren’in.

“Kıskanıyor musun? Neden?”

Akın, kendisine bu soruyu soran dudaklara baktı önce. Sonra gözlerine çevirdi gözlerini. Birkaç saniye baktı o gözlere ve orada gördüklerinden umutlandı.

“Sen nasıl bir polissin? Benim seni sevdiğimi bilmeyen yok emniyette. Bir sen mi fark etmedin yani?”

“Beni seviyor musun?”

“Evet.”

“Bunu herkes biliyor mu?”

“Evet.”

“Sen mi söyledin herkese?”

“Ben özel olarak elbette kimseye söylemedim ama neredeyse tüm emniyet biliyordur. Çünkü sen fark etmesen de ben bakışlarımı senden alamıyorum. Sana yaklaşanlara yapmadığımı bırakmıyorum. Seninle aynı serviste olmak için her türlü taklayı atıyorum. Daha ne demem lazım inanman için.”

“Az önce neden o kadınla o kadar samimi konuşuyordun?”

“Belki kıskanırsın, ben de duygularımın karşılıksız olmadığını anlarım diye düşündüm. Ve galiba iki yıldan sonra ilk kez doğru bir karar verdim. Beni kıskandın.”

“Evet.”

“Evet, mi? Kabul ediyorsun yani?”

“Ediyorum. Seni kıskandım.” Deren, daha fazla konuşup konuşmamakta kararsızdı ama hayatının itirafını yapmıştı. Bir adım ileri gitmekte zarar yoktu. Derin bir nefes alıp, bir an bile gözlerinden ayrılmayan gözlere baktı. “Seni seviyorum.”

“Nihayet.”

“Bu mu yani? Nihayet dedin ve oturdun.” Deren, şoke olmuştu. Akın arabayı çalıştırıyordu!

“Deren, halka açık yerde ahlaka aykırı davranışlardan adam tutukluyoruz. Şu an sana sarılmaya kalkarsam birileri de bizi tutuklar. Ama iş çıkışı bunun acısını çıkartırız.” Sesinde, sadece sarılmakla kalamayacağını ima eden ton vardı. Deren, bu kez de neler yaşayabileceklerini düşünmenin ateşi ile kızarmıştı. Ama aklına gelen ile dondu kaldı.

“İş çıkışı mı? Bu gece ben nöbetçiyim!” sesinde gerçek bir pişmanlık vardı.

“Hay lanet...” Akın, hışımla direksiyona vurmuştu elinin ayasını. Deren, içini çekerek devam etti.

“Asıl sorun nöbetler de değil. Baş Komiserimiz anlarsa ne yapacağız? İkimizi aynı büroda bırakmazlar.” Aşkını içinde yaşarken aynı büroda olmak çok güzeldi. Herkesin anladığı bir ilişkide ise çok zordu. Kısa sürede ayrılacaklardı. Deren yakında daha az göreceğini bilerek baktı Akın'ın yüzüne. Akın,

“Ben amirin en azından benim duygularımı anladığını tahmin ediyorum ama yine de ondan saklamak doğru değil. Bu kuralın neden olduğunu ikimiz de biliyoruz. İstersen yarın konuşuruz.” İstemese de mecbur hissediyordu. Saygısızlık etmek demekti susmak.

“Ne diyeceğiz? Biz çıkıyoruz, bizi hemen ayırın mı diyeceğiz?” Deren'in sesi ağlamaklıydı. Akın, tedirginliğini atmak için derin derin nefes aldı. Koltukta yan dönerek Deren'in yüzüne baktı. Sonra elini uzatıp yavaşça parmakları ile yüzünü okşadı. “Biz yakında evleneceğiz o yüzden bizi çok uzak düşmeyecek şekilde ayırın diyeceğiz.”

İşte söylemişti. Saniyeleri sayıyordu. Bir... İki...

“Evlenmek de nereden çıktı?” Deren, beklemediği bu cümle ile yerine mıhlanmıştı. Akın da böyle bir yanıt beklemiyordu. Nefesini tuttu. Kısık bir sesle, “Ne yani beni seviyorsun ama evlenmeyecek misin?”

Deren, onun sesindeki korkuyu hissetmişti. “Akın, iki yıldır beni seven biri olarak beni tanıman gerekmez mi? Ben bu evliliği hemen kabul eder miyim?” dediğinde Akın, yutkundu “Etmez misin?”

“Ederim.”

Bu kez de olumlu yanıt ile şaşkınlığa uğramıştı. “Hayır diyeceksin diye yüreğime iniyordu. Yapma bunları bana. Zaten konuşabilmek için iki yıl beklemişim, daha fazla bekleyemem.”

“O kadar da acele etme. Seninle ekip arkadaşıydık ama hiç sevgili olmadık. Bakalım yürütebilecek miyiz?”

“İki yıldır, seninle ilgili tek bir olumsuzluk hissetmedim. Aksine yaptığın her şey beni sana daha fazla bağladı. Ama bir süre bu halimizin tadını çıkartalım.”

“İki nöbet arası aşk yaşayalım.”

“Senin dudaklarından bu kelimenin benim için dökülmesi bile büyük bir mutlulukmuş.”


İki âşık emniyete dönerken az önceki sinir bozucu sessizliğin yerini huzurlu bir sessizlik kaplamıştı. Arada birbirlerine bakıyor, gülümseyerek yine başlarını çeviriyorlardı. Yakında bu ortamı bir daha bulamayacaklarını biliyorlardı.



*****



“Araştırmayı derinleştirin. Bu geçmişteki kız meselesi kadının anlattığı gibi mi? Bilmek istiyorum.” Hakan, alınan bilgiler neticesinde yine Nil'in haklı çıkacağını anlamıştı. Ekiptekiler hep bir ağızdan, “Emredersiniz amirim.” derken Hakan, Akın'a dönüp,

“Akın, yarın bu bilgileri masamda istiyorum. Gerekirse gece de çalışalın. Ben erken çıkacağım ama bir şey bulursanız arayın.”

“Ben çalışırım amirim.” Akın, o gece nöbetçi olan Deren ile birlikte çalışacağı fırsatı kaçırmamıştı. Hakan, önce Akın'a sonra Deren'e baktı. Odasına doğru yürürken, “Tamam. Ben çıkıyorum birazdan. Bir şey bulursan ara.”

“Emredersiniz.”

Hakan, bürodan çıktığında saat yedi bile olmamıştı. O akşam kendine izin vermişti. Nil ile iki hafta kadar görüşemeyecekti. Bugünkü erken kaçışın acısını çıkartırdı nasılsa. Şimdi ona gidecekti. Belki de bugün sevdiğini söylerdi. Artık saklamak manasız geliyordu. Nil'in de kendisini sevdiğini düşünüyordu. Eğer yanılıyorsa ne yapacağını bilmiyordu ama yanılmamak için dua ediyordu.

Arabayı iki sokak ötede durdurdu. Nil'in saklama çabalarına gülüyor ama onu üzmemek için uyuyordu. Aslında Nil'in neden böyle davrandığını anlıyordu. İlk başlarda geç saatlerde buluştuklarında sorun olmamıştı. Bu akşam ise erken saatte buluştukları için saklanmayı istemişti. Eğer bu akşam bir şeyleri daha da açık konuşurlarsa kimin ilişkilerini öğrendiğini umursamayacaktı. İsterse tüm mahalle öğrensin, diye düşünüyordu. Nil onu sevsin de gerisi önemli değildi.

Nil, Hakan'ın geleceğini Ayşegül'e söylemiş, sonra da hızla dükkândan çıkmıştı. Çok az kalan vakitlerini harcamak istemiyordu. Hızlı adımlarla arabanın olduğu yere yürüdü. Hakan arabadan çıkmış kapıya dayanmış öyle bekliyordu. Yine çok yakışıklı gözüküyordu. Ne giyse yakışıyordu. Bu kez de lacivert keten pantolon üstüne mavi ve krem renkte büyük karelerin olduğu bir gömlek giymişti.  Nil beğeni ile baktı Hakan'a.

Hakan da kendisine yaklaşan kadını süzüyordu.  Nil, bu kez de zümrüt yeşili dar pantolon üstüne iki ton açık bluz ile çok güzel gözüküyordu. Saçlarını istediği gibi açık bırakmıştı. Tek kusuru yüzünün yarısın kapatan güneş gözlükleri idi. Hakan yaslandığı arabadan doğruldu, yanına gelen Nil'in beline sarıldı yanaklarından öpmeden önce gözünden gözlüğünü çıkarttı.

“Gözlerini de özledim. Onları neden saklıyorsun?”

“Saklamıyorum, sana bakarken kamaştılar da tedbir alıyorum.”

“İşte buna bayıldım. Ne yapalım canım?”

“Sen ne istersen!”

“Aç mısın?”

“Henüz değil ama sen açsan uyarım.”

“Ben de henüz aç değilim. Bir saat kadar gezelim mi? Yoksa deniz kenarında oturmayı mı tercih edersin?”

“Deniz kenarında gezelim. İkisini de yapmış olalım.”

“Bunu da sevdim. Hadi bin arabaya.”

Nil, arabaya binip çantasını dizlerinin üstüne koydu. Ellerini de çantasının üstünde birleştirmişti. Hakan arabayı çalıştırdıktan sonra elini uzatıp Nil'in elini tuttu. Yola çıkmak için acelesi yoktu. Elinin içindeki ele baktı.  

“Böylesini tercih ederim.”

Nil, elinin içinde kaybolduğu ele baktı. Sonra başını kaldırdı Hakan'a baktı ve sordu.

“Neden?”

“Neden mi? Sana dokunmak hoşuma gidiyor da ondan.”

“Neden?”

“Neden mi dokunmak hoşuma gidiyor? Çünkü çok güzelsin, çok çekicisin ve beni çok etkiliyorsun. Sana dokunduğum zaman kendimi çok mutlu hissediyorum.”

“Neden?”

“Ne tuhaf soru bu. Niye neden deyip duruyorsun?”

“Çünkü ben de öyle hissediyorum ve bunun nedenini tek başıma anlayamadığım için sana soruyorum. Neden?”

“Neden mi? Seni bilmem ama ben seni sevdiğim için olduğunu düşünüyorum. Sen?”

“Ben ne?”

“Sen neden olduğunu sanıyorsun?”

“Sanırım aynı sebepten!”

“Sanıyorsun... Yani emin değilsin. Öyle mi?”

“Sen emin misin?”

“Eminim. Hem de çok eminim.”

“Ben de...”

“Sanırım, en dolaylı yoldan seni seviyorum, dedin.”

“Sanırım.”

“Nil, benimle dalga geçme. Seni seviyorum de hemen.”

“Neden?”

“Yine mi döndük neden sorusuna? Çünkü duymaya ihtiyacım var.”

“Neden?”

“Ya sen beni çıldırtacaksın kadın. Neden deme. Ben seni seviyorum ve senin de beni sevdiğini söylemeni istiyorum. Bunu duymaya hakkım yok mu?”

“Seni seviyorum.”

“Çok sağ ol. Ne kadar içten söyledin öyle.”

“Nesini beğenmedin?”

“Bilmem... Sanki duygudan yoksundu. Üstelik hala bana sarılmadın. Hala o koltukta oturmuş suratıma dik dik bakıyorsun.”

“Çünkü sen bana hala sarılmadın.”

“Gel buraya.” İkisi de aynı anda hareket edip sarıldı. Hakan sımsıkı tutuyordu Nil'i. Sanki gevşek tutsa kaçacakmış gibi kendine yaslamıştı. Nil o kolların arasında olmaktan çok memnundu. Ayşegül ile yaptıkları konuşmadan sonra belirsizliği uzatamayacağını kendisini sevip sevmediğini hemen anlaması gerektiğini düşünmüştü. Hakan'ın gözlerinde gördüğü sevgiydi. Sorularına aldığı yanıtla artık dünya daha güzel olmuştu.

Ona âşıktı. Bunu iliklerinde hissediyordu. Hakan da ona âşıktı. Bunu anladığından beri tüm dünyayı daha güzel görüyordu...



*****



Handan, havaalanında dikiliyordu. Az önce Cenk ve Ar-Ge'den Ceyhun'u uğurlamıştı. Cenk, Ceyhun'un yanında sarılmış, tam son anonsa kadar da karısına sarılmış şekilde durmuştu. Ceyhun, onların bu samimi görüntülerini beğeni ile izlemiş, onları arada bir baş başa bırakmak için alışveriş yapacakmış bahanesi ile uzaklaşmıştı.

Handan, tüm bunların yine rol olduğunu biliyordu. Yine de son anonsa kadar kocasının kendisine sarılmasına ya da elini tutarak oturmasına ses çıkartmamıştı. Uçağa giderken de yanağına konan öpücüğün iadesini yapmıştı...

Kendine gelip arabasına doğru yürürken içinden hep aynı şeyi tekrarlıyordu. Sağ salim git gel... Çünkü içinde büyük bir sıkıntı vardı. Korku ile dualar sıralamaya devam etti.

İki gün sonra tatile gidecekti ama artık içinden gitmek gelmiyordu. Sırf Nil ile gidecek olmasından dolayı vazgeçemiyordu.

Nil... Telefonda bu akşam Hakan'ın geleceğini söylerken sesi ne kadar mutluydu. İkisi de birbirini seviyordu. Onlar için çok seviniyordu.

İki saat sonra Cenk aradı. Uçağın indiğini söyledi. Handan biraz daha rahatlamıştı. Yine de içindeki sıkıntı dağılmamıştı.


*****


Saat on olduğunda iki sevgili, aşklarını itiraf etmiş olmanın rahatlığı ile yemek sonrası yürüyüş yapıyordu. Nil,  Hakan’a eve gidebileceklerini, bahçede oturabileceklerini söylese de Hakan o gece gitmelerinin ardından gelebilecek şeyleri iyi biliyordu. Sevdiğini söylediği biri ile sevişmek istemesi de normaldi ama bunu itiraf ettikleri gece yaşamak sonra yanlış anlamalara neden olabilir diye korkuyordu. Ertesi akşam için evde buluşma sözü vermişti. Nil'in de iyice kabullenmesini beklemiş olacaktı. Yirmi dört saat yeterdi.

Kahvelerini içerken Hakan'ın telefonu çaldı. Ekibin tamamı bir olaya çağırılmıştı. Bir adam, on sekiz yaşındaki oğlunu, ikinci karısını öldürmüş, ondan olan kızını rehin almıştı. Oğlunun, üvey annesi ile aşk yaşadığını öğrenmişti.

Hakan, bir yandan dinliyor bir yandan da Nil'in yüzüne üzgün gözlerle bakıyordu. Akın ile Deren olay yerine gitmişti bile. O gece nöbette olan diğer memur Rıza idi. O da olay yerindeydi. Hakan amirleri olarak orada olmak zorundaydı.

“Seni eve bırakayım canım. İşe gitmem lazım.” Kısaca bahsetmişti olaydan. Nil zaten telefon geldiğinde anlamıştı işe çağırıldığını. Bunlara alışması gerekiyordu. Dokuzdan beşe çalışan biri değildi Hakan. Eğer onunla birlikte olacaksa iptal olacak bir sürü program için hazırlıklı olmalıydı.

“Tamam canım. Hadi gidelim.”

Nil, çok normalmiş gibi davranıyordu. Hakan ise çok üzgündü.

“Bu ne yazık ki hep başımıza gelecek.”

“Biliyorum. Ama bunu dert etmeyecek kadar seviyorum seni.”

“Ben de seni seviyorum.” Hesap ödenip yola çıktılar. Yarım saat sonra Hakan Nil’i öpüp eve sokmuş emniyete doğru yola çıkmıştı. Ama yoldan telefon ettiğinde ekibinin hala olay yerinde olduğunu, adamın kızının başına dayadığı silah ile hala cesetlerin olduğu yere ulaşılmasını engellediğini öğrenmişti. Yeni adres olay yeriydi.

Ekibini bulup onlardan bilgi aldığında saat on bir buçuk olmuştu. Üstüne çelik yeleğini giyip adamın olduğu tarafa yürüdü. Oradaki ekip adamı kızının canını yakmadan teslim olmak için ikna etmeye çalışıyordu. Hakan, elbette o ekibe müdahale etmeyecekti. Ama başlarındaki komiseri bulup bilgi almaya başladı.

“Amirim, bizim ekipten iki polis şu an adamın olduğu kata girdi. Ama o odaya giriş yapabilmeleri için dikkatini dağıtmamız lazım. Onlardan işaret gelince biz burada bir olay yaratıp kargaşa çıkartacağız. O sırada adamlar odaya girecek. Sonrasını hallederler.”

“Anladım. Biz sonra alırız adamı sizden.”

“Tamam amirim. Siz de uzaklaşın.”

Genç komiserin cümlesi bitmeden ortalık karışmıştı. Kızını rehin almış olan adam, evin içindeki polisleri fark etmiş ve elindeki silah ile etrafa ateş etmeye başlamıştı. Kızının boynuna doladığı kolunu gevşetmediği için kimse ona ateş edemiyordu ama o silahında kalan on üç merminin çoğunu polislerin üstüne boşaltmıştı...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder