31 Ağustos 2015 Pazartesi

DOĞRU ERKEK NASIL BULUNUR? 12. Bölüm

İlk akşam yemeği için özel giyinmeye gerek yok, diyen Çağla, gündüz giydikleri ile yemek salonuna indi. Aslında ne göreceğini biliyordu ama yine de kimse ile yarışmayacak kadar o akşamı kendisine ayırmıştı. Yemeğini yiyecek ve hemen odasına dönüp kitap okuyacak, erkenden de uyuyacaktı. Kimin ne yaptığını da umursamıyordu. İsteyen istediği ile vakit geçirebilirdi. Uyarmış ve haklı olduğunu ispatlamıştı.
Salona girdiğinde Fatih’in kendisine el salladığını gördü. Tayfun Bey de masadaydı ve kendisine bakıyordu. Masa dört kişilikti. Elindeki anahtarı masada Fatih’in karşısındaki tabağın yanına bıraktı. “İyi akşamlar. Ben tabağımı alıp geliyorum.”

Fatih, “Aman oyalanma Çağla, yerini zor ayırdık” dediğinde neden o kadar heyecanla el salladığını anlamıştı. Demek ki yerini kapmak isteyenler vardı ve erkekler o yerlerin kimse tarafından kullanılmasını istememişti. Gülümseyerek “Hemen geliyorum” dedi ve yemeklerin sergilendiği bölüme geçti. Her şey çok güzel gözüküyordu. Yine de midesinin rahat etmeyeceği şeyleri es geçip azar azar ana yemekten ve yanına iki çeşit salata alıp masaya döndü. Tabağını bıraktıktan sonra güzel bir tatlı seçmek için yeniden sergilerin olduğu tarafa yürüdü. İki çift gözün kendisini izlediğinden habersizdi. Başka iki çift göz de kendisini izleyenleri izliyordu. İki kız erkeklerin ilgisini tamamen üstüne çekmiş olan Çağla’ya düşmanca bakışlar atarak kendi aralarında konuşmaya başladı.
Tüm bunlardan habersiz olan Çağla, tabağına hem kabak tatlısı, hem de ayva tatlısını almış masaya dönecekken iki erkeğin ortak olacaklarını düşünüp biraz daha koydu. Böylece kendisinin tatlısını kurtarmıştı.
Yürüyüşte kendisi ile çok az konuşan Tayfun Bey akşam yemeğinde de pek konuşkan değildi. Canı sıkkın gibiydi hatta. Çağla kısa bir iki bakış attıktan sonra gerçekten canının sıkkın olduğunu anlayıp Fatih’in gevezeliklerini biraz törpülemeyi tercih etti. Zaten çok oturmayacaktı. En iyisi yemeğini bir an önce bitirmek ve odasına gitmekti. Tabağındakileri bitirdiğinde sıra tatlıya gelmişti. Erkeklerin önüne tatlı çatallarını koyarak tabağına ortak ettiğinde ikisi de teşekkür ederek yemeye başladı.
“Çok güzel yapılmış. Her yerde ayva tatlısı yiyemem. Bu çok güzel olmuş.” Fatih kendisi için ayrılmış kısmı yerken bir yandan da iltifatlar yağdırıyordu.
“Buranın tatlı şefi o kadar iyi ki her geldiğimde mutlaka yiyorum.”
“Belli.” Tayfun Bey iştahla yemesini izliyordu. Tatlıyı bu kadar keyifle yiyen birini hiç görmemişti.
“Anlamadım?”
“Kötü bir şey demedim. Çok güzel birisinin masada keyifle yemek yemesi.”
Çağla, bu konuşmanın satır aralarındaki rahatsızlığı anlamıştı ama yorum yapamayacaktı. Tayfun beyin rahatsız olduğu kişinin kendi sevgilisi olduğu belliydi. Sadece tebessüm ederek son lokmasını da keyifle attı ağzına.
“Hadi şömine başında güzel birer kahve içelim.” Teklif Tayfun Beyden gelmişti. İkisi de onaylayınca şömineli salona geçtiler.
“Sen nasıl içiyorsun Fatih kahveni?”
“Ben sade içerim.” Yanıtı alan Tayfun bey Çağla’ya sormadan garsona  “İki orta, bir sade kahve.” dediğinde Çağla şaşırmıştı. Kendi kahvesini nasıl içtiğini anımsıyordu. Bundan tuhaf bir zevk almıştı. Önceki suskunluğuna kızdığını unutmuştu bile.
Kahvelerini ertesi sabah oynanacak oyundan konuşarak yudumladılar. Çağla bazen Fatih ile konuşan Tayfun beyi incelediğini fark ediyordu. Yüz hatları gerçekten düzgündü. Burnu ve saçları güzeldi. Çenesi de ne çok köşeliydi ne de sivri. Şu an tıraşlı olduğu için hatları biraz daha yumuşaktı. Arada kirli sakal bırakırdı. O zaman biraz daha sert hatlı oluyordu. Koyu renk gözleri de güzeldi ve hemen her zaman canlı bakardı. Bazen, güldüğü zaman o gözlerin de güleceğini düşünüyor ama bir türlü gözünün önüne getiremiyordu.  Neden bir anda bu adamı izlemek ihtiyacı hissettiğini ise hiç bilmiyordu. Bazı hareketleri merak uyandırmış olmalıydı. Başka sebep yoktu… Olamazdı…
Erkenden odasına gitmek isteyen Çağla, saat onda hala oturuyordu. Bol tarçınlı salepler gecenin en keyifli zamanına eşlik etmişti. Çok keyifli bir muhabbet vardı üçlü arasında.
Pelin ile Şeniz dışarıdaki terslenmeden sonra bu akşam yeni bir deneme yapmamıştı. Çağla onların vazgeçmediğinden emindi. Sadece yeni atak için zamanı kolluyorlardı. Çünkü iki kız da erkekleri görecekleri yerde oturuyor ve arada oldukça yüksek kahkahalar ile ilgi çekmeye çalışıyorlardı. İlk iki kahkahada Tayfun ile Fatih de onlara bakmış ama sonraki kahkahalarında tepki vermez olmuştu. Çağla iki erkeğin de bu tepkisizliğinden hoşnuttu.
Saat on buçuk olduğunda esnemeye başlamıştı. Gizlemeye çalışsa da sık sık esnemesi dikkatten kaçacak gibi değildi. Tayfun bey ayağa kalkıp ikisine de eli ile yolu gösterdi. “Hadi bakalım uykumuz geldi. Sabah erken kalkacağız.” Nedense bu birlikte kalkma kararından da hoşlanmıştı.
Aynı katta kalan üçlü birlikte asansöre bindi. Kata geldiklerinde önce Çağla indi. Ardından gelen erkeklerden ilk Fatih odasına ulaşmıştı. “İyi geceler.” Diyerek odasına girdi. Çağla koridorun ucundaki odasına giderken Tayfun Bey de kendisini takip ediyordu. İki oda vardı aralarında o yüzden uzunca bir koridoru birlikte yürüdüler. Odasına ulaştığında iyi geceler, diledi ama hemen girmedi odasına. Çağla oda kapısına geldiğinde hala arkasından baktığını hissediyordu. Kapısını açıp içeri girerken başını çevirdi ve odasını girmesini izleyen patronuna başı ile selam verdi. Tayfun da aynı şekilde yanıt verdikten sonra odasına girdi.

*****

Sabah erkenden kahvaltıya indi. İş günüydü ve siyah eteği ile beyaz gömleğini giymişti. Hafif bir makyaj yapmış ama gözlerini biraz koyu boyamıştı. Böylece gözlerinin koyu rengi iyice belirginleşmişti. Saçlarını ise yanlardan birer tutam alarak arkada toplamış, dalgalarını omuzlarına bırakmıştı.
Kahvaltı tabağını alıp yine gölü gören masalardan birine oturdu. Beş dakika sonra Tayfun Bey kapıdan girdi. Bakışlarını cam kenarındaki masalarda gezdirdi. Çağla’yı görünce hafif bir tebessümle başını eğerek selamladı. Çağla da aynı şekilde yanıt verdi.
Kahvaltı tabağını çok doldurmayan Tayfun, hızlı adımlarla masaya geldi. Bu kez tam karşısındaki sandalyeye oturdu. Dün gece Çağla ile Fatih’in konuşmalarını ve bakışlarını izlemiş ikisinin arkadaş olduğuna karar vermişti. Akşam yemeğinde kendisinin değil de Fatih’in karşısına oturmasının nedenini patronu olmasına bağlamıştı. Şimdi kendisi karşısına oturarak onun bu düşüncesinin yanlış olduğunu anlamasını istiyordu.
“Günaydın. Çok iyi gözüküyorsun. İyi uyudun mu?” Aslında güzel gözüktüğünü söyleyecekti ama son anda iyi olarak değiştirmişti.
“Evet, çok iyi uyudum. Siz?”
“Eh iyi sayılır. Burası kafamı biraz daha toparlamamı sağladı sanırım.”
Yine neden olduğunu bilmediği bir açıklama gelmişti. Çağla, ne diyeceğini bilmeden yüzüne küçük bir gülümseme yerleştirip tabağındaki dil peynirini önce çatalı ile almayı denedi. Her seferinde bir ucu açılan peyniri en sonunda eliyle alıp attı ağzına. Tam iştahla yerken Tayfun’un kendisini şaşkın gözlerle izlediğini gördü. Çok utanmıştı. Ama Tayfun da kendisi gibi eli ile yediğinde yanaklarının kızarıklığının geçtiğini anladı. Patronundan beklenmeyen hareketler görüyordu. Acaba suratsızlığının arkasında başka nedenler mi vardı? Kıskanç bir sevgili mesela? Bu düşünceyi sevmedi ama mantıklı buldu. Çayını bitirdiğinde Tayfun’un da çayının bittiğini fark etti.
“Size de alıyorum.”
“Teşekkür ederim. Elinden çay içerim.”
Çağla bu söze gülümsedi. Çayı o yapmamıştı ama self serviste çay almasına bu anlamı yüklemesi hoşuna gitmişti.
Masaya döndüğünde Fatih de gelmişti. Onun gelmiş olması ile hava değişti. İş ile ilgili biraz konuştuktan sonra diğer elemanlara söyledikleri gibi toplantı odasında son bir tekrar yapmak için buluştular.
On kişilik ekip tam istendiği gibi giyinmişti. İki kız bile bugün aykırı bir tavır sergilemiyordu. Grup ile tekrarı bitirdikten sonra büyük salona geçtiler. Saat dokuz buçukta oyun başlayacaktı. Yarım saatten biraz daha kısa sürede ekibe tüm oyun detayları ve kimden nasıl bir yardım alabilecekleri anlatıldı.
Saat on olduğunda start verildi ve on ekip kendi arasında yarışmaya başladı. Tayfun skorları tutuyor, Fatih ile Çağla elemanlara yardımcı oluyordu. İşin angarya kısmını ise on öğrenci üstlenmişti. Salonda devamlı bir koşturma ve uğultu vardı. Ama kimlerin başarısız olacağı daha en başlarda belli olmuştu. Üç masa önde giderken diğerleri oldukça geriden geliyordu.
“Sona geliyoruz. Hala üç masa başa baş gidiyor. Ne yapacağız?” Fatih sormuştu bu soruyu. “Yedek oyuna başvururuz.” Tayfun böyle bir durum için daha önceden hazırladıkları basit birkaç oyunu şirketin yöneticilerine sormuş ve onay almıştı.
Son anda masalardan biri daha hata yapınca oyunu iki masa eşit sayı ile bitirmişti. Birinciyi belirleyecek oyunu Çağla seçti. Basit ve eğlenceli olması için iki ekipten üçer kişi seçilerek bilgisayarda sakal tıraşı yapması istendi. Daha hızlı yapan grup ödülü kazanacaktı.
Çağla oyunun ne kadar basit olduğunu anlatırken biraz el yatkınlığı gerektiğini özellikle belirtti. Gruplardan biri üç erkek yarışmacı seçerken, diğeri üç kadın yarışmacı seçti. İzleyicilerin tepkisi ile karşılaşan kadın yarışmacılar ve onları seçenler sessiz kalmayı tercih etmişti.
Yarışma bittiğinde kadınların olduğu grup kazanmıştı. Üç kadın yarışmacı alkışlarla masalarına döndü.
Çağla, kazanan grubun akşam ödülünü alacağını açıkladıktan sonra böyle bir yarışmaya neden üç kadını seçtiklerini sordu. Grup lideri “Erkeklerin tuşlar ve joestikler ile oyun kazanabileceğini biliyorum ama iş mause kullanmaya geldiğinde sizin el yatkınlığı cümlenizi doğru değerlendirdik. Daha küçük elli kişilerin daha kıvrak hareketlerle tıraşı çabuk bitireceğini tahmin ettik.” Dedi.
“Gördüğünüz gibi, grup aslında oyun içindeki en önemli noktayı yakalamış. Önemli olan söylenenin ardındakini doğru anlayabilmek. Her zaman size kendini tam ifade eden cümleler ile gelmiyor insanlar. Erkekler tıraş olur ama kadınların eli bu tarz şeylere daha yatkındır.”
Salondakilerin onaylayan nidaları duyuldu. Birinci olan ekip yeniden alkışlandı ve öğleden sonra konferans salonunda buluşmak üzere herkes yemek salonuna davet edildi.
Çağla, Fatih ve Tayfun Bey yine birlikte yemeğe oturdular.  Ama bu kez salon çok dolu olduğu için manzaradan oldukça uzak bir masaya geçtiler. Oyunun ne kadar keyifli geçtiğini konuşurken telefonu çaldı. Yakup arıyordu!
“Teşekkürler, çok iyiyiz. İlk oyunu bitirdik, yemek yiyoruz.”
“…”
“Fatih ve Tayfun Bey ile tabii ki. Sen neden aradın?”
“…”
“İletirim. Teşekkürler.”
Telefonu kapattığında iki erkek de kendisine bakıyordu.
“Selamı var.” Çağla konuşmanın çok gereksiz bir zamanda gerçekleştiğinin farkındaydı. Yakup neden aramıştı ki? Hala mı umutlanıyordu? Tamam geçen hafta bulduğu bir bilet yüzünden onunla sinemaya gitmişti ama bu tamamen arkadaşça bir geceydi. Yemeğine eğilirken gözleri bir an Tayfun Beye takıldı. Kendisine dikkatle bakıyordu! Kaçıncı kez bu bakışları yakaladığını ya da kendi bakışlarının yakalandığın bilmiyordu. Ama çok olduğundan emindi.
Öğlen yemeği iki erkeğin akşam odalarına çekildikten sonra izledikleri maç özetleri ile ilgili konuşmaları ile geçti. Kendisini ikisi de konuşmaya dahil etmiyordu. Oysa onun da söyleyecekleri vardı. En sonunda dayanamayıp bir pozisyon konuşulurken lafa karıştı. “O pozisyonda pasif ofsayt vardı. Hakemin kararı nasıl doğru olabilir, Fatih. Taraf tutarak yorum yapma. Top ofsaytta olmayan oyuncuya atılmıştı. Bunu bile ayırt edemiyorlarsa maç yönetmesinler.” Bahsi geçen maç kendi takımının maçı olduğu için sesi biraz da sert çıkmıştı. Şaşkın bakışlı Fatih, “Sen anlıyor musun futboldan?” diye sordu.
“Senden çok anladığım ortada.”
“Doğru söylüyor Fatih, senden daha iyi yorum yapıyor. Böylece bizim de ona karşı ne kadar kaba olduğumuz çıktı ortaya. Kusurumuza bakmazsın umarım Çağla?”
“Önemli değil.” O sırada Tayfun Beyin cep telefonu çaldı. Yüzünden kız arkadaşının aradığını anladı. Onların konuşmasını dinlemek ayıp olurdu. “Şey, ben zaten odama çıkacaktım. Siz rahat rahat yorumlarınızı yapın.” Konuşmanızı yapın demek ayıp olurdu. Sanki iki erkeği baş başa bırakmak için söylemiş gibi yaptı.
“Ne oldu şimdi?” Fatih sormuştu. Çağla, “Nasıl ne oldu?” diye yanıtladı. Anlamamıştı neden sorduğunu.
“Neden odana çıkıyorsun? Tamam maç konuşmayalım. Ya da seninle de maç konuşalım. Ne oldu da bizi terk ediyorsun?”
“Fatih, senin etrafında kadın olmazsa karnın mı ağrıyor? Odama çıkıp kitap okuyacağım.”
“Aman iyi tamam. Zaten eminim senin arkadaşların da senin gibidir. Hiç eğlenceli değilsin.”
“Üzgünüm. Tüm arkadaşlarım bana benzer. Tanışmadın mı onlarla? Kızlar onları unuttuğunu duyunca çok mutlu olacaktır. İyi konuşmalar size. Akşam yemeğinde görüşürüz.”
Çağla, Fatih’in cümlesindeki tuhaflığı fark etmiş ama Tayfun Beyin yanında sormak istememişti. Çünkü telefonu müsait olmadığını söyleyerek hemen kapatmıştı. İlgi ile ikisini dinliyordu. Çağla ise Fatih’in cümlesini çözmeye uğraşıyordu. Ne demekti bütün arkadaşların senin gibidir, cümlesi? Acaba?
‘Yok canım, Fatih uslanmaz. Berna’nın da başı yakılmaz.’ diye kendi düşünceleri ile tersleşti. Masadan kalkmak için hareketlendiğinde iki erkeğin de kalktığını gördü.
“Siz yemeğinizi bitirin. Benim yüzümden kalkmayın.”
“Ben doydum. Fatih sen?”
“Bu kadar laftan sonra ben de doydum.”
“Sana ne dedim ki? Maçtan anlamıyorsun. Etrafında kadın olmazsa rahat edemiyorsun. Arkadaşlarıma laf…” cümlesini tamamlayamadan Fatih’in yüzündeki değişimi gördü. Evet bir şeyler vardı bu çocukta.
“Aman neyse ben kitap okuyacak ve dinleneceğim. Sizlere iyi eğlenceler.” dediğinde Pelin ile Şeniz’in onlara doğru yürüdüğünü gördü. Bu kez nasıl kurtulacaklarını çok merak etse de durup beklemeyecekti.
Asansörün kapısı açıldığında karşı duvardaki aynada Tayfun Beyin de arkasında beklediğini gördü. Demek ki kızlara yakalanmamak için odasına kaçıyordu. Fatih görünürde yoktu. Huylu huyundan vazgeçmiyordu işte.
Çağla ile Tayfun asansördeki kısa sürede konuşmadılar. Çağla başını kaldırmıyordu ama bakışların üstünde olduğunu hissediyordu. Katta indiklerinde yine sessizlik hakimdi. Odasına doğru yürürken kısaca görüşürüz, demişti. Çağla odasına girip hemen üstündeki etek ile gömleği çıkarttı.
Eşofmanlarını giyerek yatağa uzandı. Eline bilgisayarını aldı. Şarjın azaldığını görünce fişe taktı ve e-kitabını açtı. Bir süre sonra hep aynı cümleyi okuduğunu fark etti. Neden kafasının bu kadar karışık olduğunun bilincinde değildi. En iyisi biraz uyumak diyerek uzandı.
Aklına gelen Fatih’in cümlesi ile arkadaşlarını düşünmeye başladı. Kızların içinde sadece Berna’nın hayatında kimse yoktu. Üstelik o da sıkıcı değil çok eğlenceliydi. Hiç birinin evlenmek için acelesi yoktu. Çok vakitleri vardı ama tam tersi bir durumdaydı hepsi. Berna zaten daha evlenmeyi düşünmüyordu. Oysa kendisi hem evlenmek hem de çocuk sahibi olmak konusunda acele etmeliydi. Oysa hayatındaki üç erkekten birini kendi elemiş, diğerinin kendisinden çok arkadaşı ile anlaşabileceğine karar vermiş ve yanılmamıştı. Geriye kalan tek adayı da ki zaten adaylıktan çıkalı aslında çok olmuştu, geçen hafta salı günü bir daha aklına bile getirmemek üzere elemişti.
Salı günü birlikte gittikleri yemekte annesinin araması ile kulak misafiri olduğu konuşma karar vermesine yetmişti. “Anneciğim, nasılsınız? Muhterem pederim nasıllar? Biz yemek yiyoruz. Asla sizin yaptıklarınız gibi lezzetli olamaz. O pamuk ellerinizden çıkmış yemeklerinizi yemeyi özlüyorum. İnşallah anneciğim.”
Çağla, o konuşma sonrasında kendi şaşkın sorusunu anımsadı. Ali’ye “Annenler nereye gitti?” diye sormuş, evde olduklarını öğrenince neden özledim, dediğini merak etmişti. Ali’nin yanıtı oldukça ilginçti. “Ben annemi hep özlüyorum.”
Çağla, o güne kadar kibarlığını ve annesine düşkünlüğünü bildiğini ama boyutları konusunda çok yetersiz bir yerlerde olduğunu anladı. Ali daha annesinin dizi dibindeki çocuktu. Erkek olmaya karar verirse biri hayatına girebilirdi. Kendisine nasıl ilgi gösterdiğini bilemiyordu zaten. Nasıl olur da bu kadar anne düşkünü bir erkek kendisi gibi rahat ve asi ruhlu biri ile birlikte olmak için çaba harcardı?
Bunun tek açıklaması kabuğunu kırma çabası olabilirdi. O kabuğu kırmak için Çağla yanlış kişiydi.

*****

Gözünü açtığında neredeyse bir saattir uyuduğunu fark etti. Ne de olsa Ali’yi düşünmüştü. Bu kadar derin uyuması normaldi. Gerçi Jülide’nin nişanlısının adı da Ali’ydi ama çok neşeliydi o! Çağla, yattığı yerden doğruldu. Üstünü örtmemişti. Odanın sıcak olmasına şükretti. Açılmak için kahve mi içsem diye aklından geçirirken gözü göle takıldı. Karşı sahilinde kar kümeleri vardı. En iyisi yürümek ve öyle açılmak, diye karar verdi.
Kalın bir şeyler giyip, kabanını ve beresini de taktı. Eldivenleri cebindeydi. Kulaklıklarını takıp müziği açtı. Otelin içi boş gözüküyordu. Firma elemanları toplantıdaydı. Kendi elemanları da ortada yoktu. Göl kenarında da kimse gözükmüyordu. Hava kararmadan dönerse tehlike olmayacağından emindi.
Oteli arkasında bırakarak gölün kenarındaki patika yolda yürümeye başladı. Gölgede kalmış yerlerde küçük buz birikintileri vardı. Ağaçların çoğu çam olduğu için yeşilliklerini koruyordu. Ara sıra çıkan güneş, gölün üstüne bu muhteşem ağaçların yansımasını düşürüyordu. Yanına fotoğraf makinesini almadığı için çok hayıflandı. Daha önce çektiği resimler vardı ama bu manzara da müthişti. Telefonu ile yine de resimledi sevdiği kareleri. Temiz havayı ciğerlerine çekti. Yürümek iyi gelmişti.
Bazen kulağındaki müziği mırıldanarak, bazen durup telefonunun kamerası ile resim çekerek yürüyüşüne devam etti. Yolun yarısına geldiğinde koluna dokunulması ile çığlık attı. Tayfun bey onun çığlığı ile bir adım geriledi.
“Benim, yabancı değil. Neden korktun? Kaç kez seslendik sana!” Kızmıştı kendisinden bu kadar korkmasına ama üzülmüştü de. Onu korkutmak istememişti.
Çağla Tayfun’u tanıyınca korku dolu ifadesi silinmişti yüzünden. Gülümsemeye bile başlamıştı. Tek sorun bir anda hızlanan kalp ritmi ve nefesiydi. Arkaya döndüğünde Fatih, Pelin ve Şeniz’i gördü. Yüzündeki gülümseme silinirken, [i]Sonunda başarmışlar demek ki[/i] diye düşündü. Erkek milleti işte. Biri üç kızı aynı anda idare ediyor, diğeri öğlen yemeğinde sevgilisi ile konuşup, sonra başka kızlarla gönlünü eğliyordu. Aklından bunlar geçerken başındaki berenin altından kulaklıkları çıkarttı.
“Seslendiğinizi duymadım. Müziğe kaptırmışım kendimi.”
“Hani kitap okuyacaktın?” O kızlarla yakalanmış olmaktan rahatsız mı olmuştu? Öyleyse kendisini durdurması ve kendilerini belli etmesi gerekmezdi ki!
“Dönüşte yapacağım o işi.” Neden açıklama yapıyordu ki? İş yerinde değildi. İş saatinde de değildi.
“Bize katıl istersen.”
Çağla, omzunun üstünden iki adım arkasında duran üçlüye baktı. Kızların yüzünde hoşnutsuz ifade açıktı. “Teşekkürler. Sizleri rahatsız etmeyeyim. Ben de dönecektim zaten.” Onlarla bir arada olmak istemiyordu. Birilerinin kıkırdaşmalarına, diğerlerinin onların bu basit hareketlerine memnun ifadeler ile bakmalarına katlanamayacaktı…
“İyi, o zaman akşama görüşürüz.” Tayfun sinirle söylediği bu cümleden başka bir şey söylemeden yürümeye başlayınca üçlü de ona katıldı.
Çağla artık devam edemeyeceğini biliyordu. Tekrar kulaklıklarını takıp otele doğru yürümeye başladı. Tüm öğleden sonrası tatsızlaşmıştı. Odasına çıkıp sıcak bir duş aldı. Saçlarını kuruttuktan sonra eşofmanlarını giyip yatağına uzandı. Kitap okumaya başladı. Bu kez de aklı az önce gördüklerine takılmıştı. Fatih’in Berna için alternatif olup olmadığını düşünmesi ile olmadığına karar vermesi arasında sadece iki saat geçmişti.
Bilgisayarındaki kitabı kapatmak için düğmeye bastı. Zaten tek satır anlamamıştı. Neler olduğunu anlamadan kitabı anlaması mümkün değildi. Neye kızmıştı bu kadar? Tayfun ile Fatih’in o kızlarla konuşmasına neden bu kadar tepki veriyordu? İkisi de kendisinin ilgilendiği erkekler değildi. Birinin sevgilisi, diğerinin sevgilileri vardı. Böyleyken iki erkeğin de kendisinin aklını bulandırması mantıklı değildi.
Fatih’e kızıyordu. Berna’ya daha çok kızıyordu. Al işte ilgilendiğin erkek, dedi yanında olmayan arkadaşına. Bunu mu adam edeceksin? Gözümün görmediği ilk an yanında bir kız. Üstelik bir gün önce o kızlardan kurtulmak istediklerini söylüyorlardı. Demek ki kendisinin yanında öyle konuşmak zorunda kalmışlar ama onun olmadığı ilk fırsatta kızlarla ilgilenmeye başlamışlardı.
Tayfun’a ne demeliydi?
Kız arkadaşının telefonunu nerdeyse yüzüne kapatmıştı ama kızlarla göl kenarında romantik bir yürüyüş yapabiliyordu. Kimseye saygısı yoksa o kıza olmalıydı. Çok ayıptı bu yaptığı! Neden bu erkekler böyleydi? Neden hep bir fırsat kolluyorlardı? Üstelik bunu istemiyormuş gibi yaparak yaşıyorlardı.
Düşüncelerinin içinde kıvranıp neyi neden düşündüğüne anlam veremezken saatin kaç olduğuna bakmayı akıl edememişti. Saatin altı olduğunu görünce hemen yerinden kalkıp hazırlanmaya başladı. Otelin yemek salonunun sıcak olduğunu bir önceki akşamdan test etmişti. Annesine ait pantolon üst takımı dolaptan çıkarttı. Sarı üstüne büyük kırmızı ve beyaz çiçeklerin olduğu kıyafet tam bu geceye uygundu. Üst parçayı bağlarken göbeğinin ve belinin ortada oluşuna şöyle bir baktı. Evet, kış için oldukça açık bir kıyafetti ama gece buna uygundu. Ayrıca bu kıyafeti hakkıyla taşıyacak fiziğe sahipti. Ne çok uzun ne çok zayıftı. Tam olması gerektiği gibiyim, diyerek kendisine beğeni ile baktı. Göğüslerinin bir kısmı ortadaydı ama bu çok az bir bölümdü. Üstüne yine annesinin süt beyaz uzun deri yeleğini giydi. Beyaz çizmeleri de giydiğinde neredeyse hazırdı. Makyajını yapıp gözlerine takma kirpiklerini de taktıktan sonra uzun saçlarını beyaz saç bandı ile topladı. Yuvarlak gözlüklerini gözüne taktıktan sonra beyaz çantasını da koluna taktı. Beyaz çantanın içine oda anahtarını ve telefonunu attı. Artık hazırdı. Kapıdan çıkmadan önce son kez aynada kendisine baktı.
Kesinlikle o bir hippiydi. 
Yemek salonuna girene kadar olan yoldaki tüm başların kendisine çevrildiğini görmek hoşuna gitti. Madem konsept hippileri yansıtacaktı. Her şeyi ile o döneme uygun olmayı başarmıştı. Yemek salonuna girdiğinde de tüm başlar kendisine dönmüştü. Çağla, hala tepkilerden mutluydu. Öğlen kendilerine ayrılmış masaya doğru yürüdü. Onlar kendisini görmeden Çağla onları gördü. İki erkek de kot pantolon ve gömlekleri ile katılmıştı. İkisinin de konsepte uygun giyinmemesi Çağla’yı rahatsız etti. Kendi kıyafeti çok abartılı kalmıştı onların yanında.
Fatih’in Çağla’yı görür görmez ıslık çalması ile Tayfun Beyin de başı ondan tarafa döndü ama tek bir söz etmedi. Sadece bakıyordu. Bakışlarında ateşleri görünce duraksadı Çağla. Neye kızmıştı? Açık olmasına mı, konsepte uymasına mı? Anlayamamıştı. Ayrıca o dört kişilik masaya oturması mı gerekiyordu karar verememişti. Eğer kızlar gelecekse kendisi sığıntı olacaktı. Tereddütle ayakta durdu.  Tayfun Beyin oldukça sert ve buz gibi bir sesle “Otursana Çağla, yeterince gördü herkes seni.” demesi ile ona döndü. “Derdim görünmek değil. Masa dört kişilik, kendime yer bakıyorum.” Sesinde sinirli olduğunu belli eden tını Tayfun’a da Fatih’e de ulaşmıştı.
“O ne demek? Yerin burası.” Tayfun da aynı sinirle yanıtlamıştı.
“Tayfun Bey, arkadaşlarınız geldiğinde kendimi ayakta mı bulmam lazım? Ben şöyle tuvaletlere yakın bir yer bulurum kendime.” Siniri artmıştı. Bu adam kendisini ne sanıyordu?
“Masamız üçümüz için. Başka kimsenin de gelip oturmasını istemiyoruz. Öyle değil mi Fatih?”
“Kesinlikle öyle Tayfun Bey. Biraz daha katlanamayacağım o ikisine. Çağla hadi otur da sandalyeleri boş bulup çökmeye kalkışmasınlar.”
Çağla, iki erkeğin tepkilerinden sonra, yürüyüşün kendi düşündüğü gibi olmadığını anlamaya başladı. Kızlar acaba rahatsız mı etmişti onları? Belki de kendisini kurtarıcı olarak çağırmışlar, yanlış anladığı için de o kurtarışı gerçekleştirememişti.
Nihayet yerine oturduğunda iki erkeğin de rahatladığını görüp gülümsedi. Kesinlikle öğleden sonraki yürüyüş tahmin ettiği gibi gelişmemişti. Sorup onları konuşturmayacaktı. Merak da etmiyordu zaten… Ediyordu ama sormayacaktı! Fatih merakına yenilmişti, “Senin gözlerin bozuk mu?”
“Yoo”
“O gözlük ne öyle?”
“Aman Fatih, numarasız bu gözlükler. Sadece kıyafetimi tamamlaması için yuvarlak gözlük taktım.”
Tayfun, onu gördüğü an midesine oturan yumrudan nasıl kurtulacağını bilemiyordu. Bu kadar dikkat çekici olmak zorunda mıydı? Tüm erkekler onların masasına bakıyordu. Üstelik oldukça açık bir kıyafetti. Şeytan gözlerini o kıvrımlardan ayırmamasını söylüyordu ama bunu yapması hiç yakışık almayacaktı. Yutkunup midesindeki yumruyu yok etmeye çalıştı. Elbette yanında çalışan birinin bu kadar dikkat çekmesinden hoşlanmamıştı. Bu da midesine olanı açıklıyordu…
Fatih ise oldukça rahat inceliyor ve konuşuyordu. “Çok yakışmış biliyor musun? Ben böyle bir kıyafetin bu günlerde birine yakışacağını hiç düşünemezdim.” Samimiydi iltifatında. Tayfun da gözlerini ayıramadan inceliyordu Çağla’yı ama iltifat etmeyi aklından bile geçirmiyordu belli ki.
Çağla, kendi kendine iltifat etmeyi bilirdi. “Sen kıyafete değil, taşıyana bak.”
“Orası ayrı. Kıyafetin içindeki zaten çok güzel.”
Kızmış gibi yaptı Çağla, “Fatih, sana İstanbul’da yolunu gözleyen üç kızımızın olduğunu bildiğimi anımsatırım.”
“Zaten en büyük şanssızlığım da bu. Başka yerde çalışsaydın hiç şansın yoktu.”
“Sen öyle san. Senin ne olduğun alnında yazıyor.”

Tayfun ikisinin samimi konuşmasına baktı. İlk başlarda Fatih’in sözlerine takılmış ve kızmıştı ama Çağla ile ikisinin yakın arkadaş olduğu artık su götürmez bir gerçekti. Bu konuşma taciz içermiyor, ikisi birbirine takılıyordu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder