İlk akşam yemeği için özel giyinmeye
gerek yok, diyen Çağla, gündüz giydikleri ile yemek salonuna indi. Aslında ne
göreceğini biliyordu ama yine de kimse ile yarışmayacak kadar o akşamı
kendisine ayırmıştı. Yemeğini yiyecek ve hemen odasına dönüp kitap okuyacak,
erkenden de uyuyacaktı. Kimin ne yaptığını da umursamıyordu. İsteyen istediği
ile vakit geçirebilirdi. Uyarmış ve haklı olduğunu ispatlamıştı.
Salona
girdiğinde Fatih’in kendisine el salladığını gördü. Tayfun Bey de masadaydı ve kendisine
bakıyordu. Masa dört kişilikti. Elindeki anahtarı masada Fatih’in karşısındaki
tabağın yanına bıraktı. “İyi akşamlar. Ben tabağımı alıp geliyorum.”
Fatih, “Aman oyalanma
Çağla, yerini zor ayırdık” dediğinde neden o kadar heyecanla el salladığını
anlamıştı. Demek ki yerini kapmak isteyenler vardı ve erkekler o yerlerin kimse
tarafından kullanılmasını istememişti. Gülümseyerek “Hemen geliyorum” dedi ve
yemeklerin sergilendiği bölüme geçti. Her şey çok güzel gözüküyordu. Yine de
midesinin rahat etmeyeceği şeyleri es geçip azar azar ana yemekten ve yanına
iki çeşit salata alıp masaya döndü. Tabağını bıraktıktan sonra güzel bir tatlı
seçmek için yeniden sergilerin olduğu tarafa yürüdü. İki çift gözün kendisini
izlediğinden habersizdi. Başka iki çift göz de kendisini izleyenleri izliyordu.
İki kız erkeklerin ilgisini tamamen üstüne çekmiş olan Çağla’ya düşmanca
bakışlar atarak kendi aralarında konuşmaya başladı.
Tüm bunlardan habersiz olan
Çağla, tabağına hem kabak tatlısı, hem de ayva tatlısını almış masaya
dönecekken iki erkeğin ortak olacaklarını düşünüp biraz daha koydu. Böylece
kendisinin tatlısını kurtarmıştı.
Yürüyüşte kendisi ile çok
az konuşan Tayfun Bey akşam yemeğinde de pek konuşkan değildi. Canı sıkkın
gibiydi hatta. Çağla kısa bir iki bakış attıktan sonra gerçekten canının sıkkın
olduğunu anlayıp Fatih’in gevezeliklerini biraz törpülemeyi tercih etti. Zaten
çok oturmayacaktı. En iyisi yemeğini bir an önce bitirmek ve odasına gitmekti.
Tabağındakileri bitirdiğinde sıra tatlıya gelmişti. Erkeklerin önüne tatlı
çatallarını koyarak tabağına ortak ettiğinde ikisi de teşekkür ederek yemeye
başladı.
“Çok güzel yapılmış. Her
yerde ayva tatlısı yiyemem. Bu çok güzel olmuş.” Fatih kendisi için ayrılmış
kısmı yerken bir yandan da iltifatlar yağdırıyordu.
“Buranın tatlı şefi o kadar
iyi ki her geldiğimde mutlaka yiyorum.”
“Belli.” Tayfun Bey iştahla
yemesini izliyordu. Tatlıyı bu kadar keyifle yiyen birini hiç görmemişti.
“Anlamadım?”
“Kötü bir şey demedim. Çok
güzel birisinin masada keyifle yemek yemesi.”
Çağla, bu konuşmanın satır
aralarındaki rahatsızlığı anlamıştı ama yorum yapamayacaktı. Tayfun beyin
rahatsız olduğu kişinin kendi sevgilisi olduğu belliydi. Sadece tebessüm ederek
son lokmasını da keyifle attı ağzına.
“Hadi şömine başında güzel
birer kahve içelim.” Teklif Tayfun Beyden gelmişti. İkisi de onaylayınca
şömineli salona geçtiler.
“Sen nasıl içiyorsun Fatih
kahveni?”
“Ben sade içerim.” Yanıtı
alan Tayfun bey Çağla’ya sormadan garsona
“İki orta, bir sade kahve.” dediğinde Çağla şaşırmıştı. Kendi kahvesini
nasıl içtiğini anımsıyordu. Bundan tuhaf bir zevk almıştı. Önceki suskunluğuna
kızdığını unutmuştu bile.
Kahvelerini ertesi sabah
oynanacak oyundan konuşarak yudumladılar. Çağla bazen Fatih ile konuşan Tayfun
beyi incelediğini fark ediyordu. Yüz hatları gerçekten düzgündü. Burnu ve
saçları güzeldi. Çenesi de ne çok köşeliydi ne de sivri. Şu an tıraşlı olduğu
için hatları biraz daha yumuşaktı. Arada kirli sakal bırakırdı. O zaman biraz
daha sert hatlı oluyordu. Koyu renk gözleri de güzeldi ve hemen her zaman canlı
bakardı. Bazen, güldüğü zaman o gözlerin de güleceğini düşünüyor ama bir türlü
gözünün önüne getiremiyordu. Neden bir
anda bu adamı izlemek ihtiyacı hissettiğini ise hiç bilmiyordu. Bazı
hareketleri merak uyandırmış olmalıydı. Başka sebep yoktu… Olamazdı…
Erkenden odasına gitmek
isteyen Çağla, saat onda hala oturuyordu. Bol tarçınlı salepler gecenin en
keyifli zamanına eşlik etmişti. Çok keyifli bir muhabbet vardı üçlü arasında.
Pelin ile Şeniz dışarıdaki
terslenmeden sonra bu akşam yeni bir deneme yapmamıştı. Çağla onların
vazgeçmediğinden emindi. Sadece yeni atak için zamanı kolluyorlardı. Çünkü iki
kız da erkekleri görecekleri yerde oturuyor ve arada oldukça yüksek kahkahalar
ile ilgi çekmeye çalışıyorlardı. İlk iki kahkahada Tayfun ile Fatih de onlara
bakmış ama sonraki kahkahalarında tepki vermez olmuştu. Çağla iki erkeğin de bu
tepkisizliğinden hoşnuttu.
Saat on buçuk olduğunda
esnemeye başlamıştı. Gizlemeye çalışsa da sık sık esnemesi dikkatten kaçacak
gibi değildi. Tayfun bey ayağa kalkıp ikisine de eli ile yolu gösterdi. “Hadi
bakalım uykumuz geldi. Sabah erken kalkacağız.” Nedense bu birlikte kalkma
kararından da hoşlanmıştı.
Aynı katta kalan üçlü
birlikte asansöre bindi. Kata geldiklerinde önce Çağla indi. Ardından gelen
erkeklerden ilk Fatih odasına ulaşmıştı. “İyi geceler.” Diyerek odasına girdi.
Çağla koridorun ucundaki odasına giderken Tayfun Bey de kendisini takip
ediyordu. İki oda vardı aralarında o yüzden uzunca bir koridoru birlikte
yürüdüler. Odasına ulaştığında iyi geceler, diledi ama hemen girmedi odasına.
Çağla oda kapısına geldiğinde hala arkasından baktığını hissediyordu. Kapısını
açıp içeri girerken başını çevirdi ve odasını girmesini izleyen patronuna başı
ile selam verdi. Tayfun da aynı şekilde yanıt verdikten sonra odasına girdi.
*****
Sabah erkenden kahvaltıya
indi. İş günüydü ve siyah eteği ile beyaz gömleğini giymişti. Hafif bir makyaj
yapmış ama gözlerini biraz koyu boyamıştı. Böylece gözlerinin koyu rengi iyice
belirginleşmişti. Saçlarını ise yanlardan birer tutam alarak arkada toplamış,
dalgalarını omuzlarına bırakmıştı.
Kahvaltı tabağını alıp yine
gölü gören masalardan birine oturdu. Beş dakika sonra Tayfun Bey kapıdan girdi.
Bakışlarını cam kenarındaki masalarda gezdirdi. Çağla’yı görünce hafif bir
tebessümle başını eğerek selamladı. Çağla da aynı şekilde yanıt verdi.
Kahvaltı tabağını çok
doldurmayan Tayfun, hızlı adımlarla masaya geldi. Bu kez tam karşısındaki sandalyeye
oturdu. Dün gece Çağla ile Fatih’in konuşmalarını ve bakışlarını izlemiş
ikisinin arkadaş olduğuna karar vermişti. Akşam yemeğinde kendisinin değil de
Fatih’in karşısına oturmasının nedenini patronu olmasına bağlamıştı. Şimdi
kendisi karşısına oturarak onun bu düşüncesinin yanlış olduğunu anlamasını
istiyordu.
“Günaydın. Çok iyi
gözüküyorsun. İyi uyudun mu?” Aslında güzel gözüktüğünü söyleyecekti ama son
anda iyi olarak değiştirmişti.
“Evet, çok iyi uyudum.
Siz?”
“Eh iyi sayılır. Burası
kafamı biraz daha toparlamamı sağladı sanırım.”
Yine neden olduğunu
bilmediği bir açıklama gelmişti. Çağla, ne diyeceğini bilmeden yüzüne küçük bir
gülümseme yerleştirip tabağındaki dil peynirini önce çatalı ile almayı denedi.
Her seferinde bir ucu açılan peyniri en sonunda eliyle alıp attı ağzına. Tam
iştahla yerken Tayfun’un kendisini şaşkın gözlerle izlediğini gördü. Çok
utanmıştı. Ama Tayfun da kendisi gibi eli ile yediğinde yanaklarının
kızarıklığının geçtiğini anladı. Patronundan beklenmeyen hareketler görüyordu.
Acaba suratsızlığının arkasında başka nedenler mi vardı? Kıskanç bir sevgili mesela? Bu düşünceyi sevmedi ama
mantıklı buldu. Çayını bitirdiğinde Tayfun’un da çayının bittiğini fark etti.
“Size de alıyorum.”
“Teşekkür ederim. Elinden
çay içerim.”
Çağla bu söze gülümsedi.
Çayı o yapmamıştı ama self serviste çay almasına bu anlamı yüklemesi hoşuna
gitmişti.
Masaya döndüğünde Fatih de
gelmişti. Onun gelmiş olması ile hava değişti. İş ile ilgili biraz konuştuktan
sonra diğer elemanlara söyledikleri gibi toplantı odasında son bir tekrar
yapmak için buluştular.
On kişilik ekip tam
istendiği gibi giyinmişti. İki kız bile bugün aykırı bir tavır sergilemiyordu.
Grup ile tekrarı bitirdikten sonra büyük salona geçtiler. Saat dokuz buçukta
oyun başlayacaktı. Yarım saatten biraz daha kısa sürede ekibe tüm oyun
detayları ve kimden nasıl bir yardım alabilecekleri anlatıldı.
Saat on olduğunda start
verildi ve on ekip kendi arasında yarışmaya başladı. Tayfun skorları tutuyor,
Fatih ile Çağla elemanlara yardımcı oluyordu. İşin angarya kısmını ise on
öğrenci üstlenmişti. Salonda devamlı bir koşturma ve uğultu vardı. Ama kimlerin
başarısız olacağı daha en başlarda belli olmuştu. Üç masa önde giderken
diğerleri oldukça geriden geliyordu.
“Sona geliyoruz. Hala üç
masa başa baş gidiyor. Ne yapacağız?” Fatih sormuştu bu soruyu. “Yedek oyuna
başvururuz.” Tayfun böyle bir durum için daha önceden hazırladıkları basit
birkaç oyunu şirketin yöneticilerine sormuş ve onay almıştı.
Son anda masalardan biri
daha hata yapınca oyunu iki masa eşit sayı ile bitirmişti. Birinciyi
belirleyecek oyunu Çağla seçti. Basit ve eğlenceli olması için iki ekipten üçer
kişi seçilerek bilgisayarda sakal tıraşı yapması istendi. Daha hızlı yapan grup
ödülü kazanacaktı.
Çağla oyunun ne kadar basit
olduğunu anlatırken biraz el yatkınlığı gerektiğini özellikle belirtti.
Gruplardan biri üç erkek yarışmacı seçerken, diğeri üç kadın yarışmacı seçti.
İzleyicilerin tepkisi ile karşılaşan kadın yarışmacılar ve onları seçenler
sessiz kalmayı tercih etmişti.
Yarışma bittiğinde
kadınların olduğu grup kazanmıştı. Üç kadın yarışmacı alkışlarla masalarına
döndü.
Çağla, kazanan grubun akşam
ödülünü alacağını açıkladıktan sonra böyle bir yarışmaya neden üç kadını
seçtiklerini sordu. Grup lideri “Erkeklerin tuşlar ve joestikler ile oyun
kazanabileceğini biliyorum ama iş mause kullanmaya geldiğinde sizin el
yatkınlığı cümlenizi doğru değerlendirdik. Daha küçük elli kişilerin daha
kıvrak hareketlerle tıraşı çabuk bitireceğini tahmin ettik.” Dedi.
“Gördüğünüz gibi, grup
aslında oyun içindeki en önemli noktayı yakalamış. Önemli olan söylenenin
ardındakini doğru anlayabilmek. Her zaman size kendini tam ifade eden cümleler
ile gelmiyor insanlar. Erkekler tıraş olur ama kadınların eli bu tarz şeylere
daha yatkındır.”
Salondakilerin onaylayan
nidaları duyuldu. Birinci olan ekip yeniden alkışlandı ve öğleden sonra
konferans salonunda buluşmak üzere herkes yemek salonuna davet edildi.
Çağla, Fatih ve Tayfun Bey
yine birlikte yemeğe oturdular. Ama bu
kez salon çok dolu olduğu için manzaradan oldukça uzak bir masaya geçtiler.
Oyunun ne kadar keyifli geçtiğini konuşurken telefonu çaldı. Yakup arıyordu!
“Teşekkürler, çok iyiyiz.
İlk oyunu bitirdik, yemek yiyoruz.”
“…”
“Fatih ve Tayfun Bey ile
tabii ki. Sen neden aradın?”
“…”
“İletirim. Teşekkürler.”
Telefonu kapattığında iki
erkek de kendisine bakıyordu.
“Selamı var.” Çağla
konuşmanın çok gereksiz bir zamanda gerçekleştiğinin farkındaydı. Yakup neden
aramıştı ki? Hala mı umutlanıyordu? Tamam geçen hafta bulduğu bir bilet
yüzünden onunla sinemaya gitmişti ama bu tamamen arkadaşça bir geceydi.
Yemeğine eğilirken gözleri bir an Tayfun Beye takıldı. Kendisine dikkatle
bakıyordu! Kaçıncı kez bu bakışları yakaladığını ya da kendi bakışlarının
yakalandığın bilmiyordu. Ama çok olduğundan emindi.
Öğlen yemeği iki erkeğin
akşam odalarına çekildikten sonra izledikleri maç özetleri ile ilgili
konuşmaları ile geçti. Kendisini ikisi de konuşmaya dahil etmiyordu. Oysa onun
da söyleyecekleri vardı. En sonunda dayanamayıp bir pozisyon konuşulurken lafa
karıştı. “O pozisyonda pasif ofsayt vardı. Hakemin kararı nasıl doğru olabilir,
Fatih. Taraf tutarak yorum yapma. Top ofsaytta olmayan oyuncuya atılmıştı. Bunu
bile ayırt edemiyorlarsa maç yönetmesinler.” Bahsi geçen maç kendi takımının
maçı olduğu için sesi biraz da sert çıkmıştı. Şaşkın bakışlı Fatih, “Sen
anlıyor musun futboldan?” diye sordu.
“Senden çok anladığım
ortada.”
“Doğru söylüyor Fatih,
senden daha iyi yorum yapıyor. Böylece bizim de ona karşı ne kadar kaba
olduğumuz çıktı ortaya. Kusurumuza bakmazsın umarım Çağla?”
“Önemli değil.” O sırada
Tayfun Beyin cep telefonu çaldı. Yüzünden kız arkadaşının aradığını anladı.
Onların konuşmasını dinlemek ayıp olurdu. “Şey, ben zaten odama çıkacaktım. Siz
rahat rahat yorumlarınızı yapın.” Konuşmanızı yapın demek ayıp olurdu. Sanki
iki erkeği baş başa bırakmak için söylemiş gibi yaptı.
“Ne oldu şimdi?” Fatih
sormuştu. Çağla, “Nasıl ne oldu?” diye yanıtladı. Anlamamıştı neden sorduğunu.
“Neden odana çıkıyorsun?
Tamam maç konuşmayalım. Ya da seninle de maç konuşalım. Ne oldu da bizi terk
ediyorsun?”
“Fatih, senin etrafında
kadın olmazsa karnın mı ağrıyor? Odama çıkıp kitap okuyacağım.”
“Aman iyi tamam. Zaten
eminim senin arkadaşların da senin gibidir. Hiç eğlenceli değilsin.”
“Üzgünüm. Tüm arkadaşlarım
bana benzer. Tanışmadın mı onlarla? Kızlar onları unuttuğunu duyunca çok mutlu
olacaktır. İyi konuşmalar size. Akşam yemeğinde görüşürüz.”
Çağla, Fatih’in
cümlesindeki tuhaflığı fark etmiş ama Tayfun Beyin yanında sormak istememişti.
Çünkü telefonu müsait olmadığını söyleyerek hemen kapatmıştı. İlgi ile ikisini
dinliyordu. Çağla ise Fatih’in cümlesini çözmeye uğraşıyordu. Ne demekti bütün
arkadaşların senin gibidir, cümlesi? Acaba?
‘Yok canım, Fatih uslanmaz. Berna’nın da başı yakılmaz.’ diye kendi düşünceleri ile
tersleşti. Masadan kalkmak için hareketlendiğinde iki erkeğin de kalktığını
gördü.
“Siz yemeğinizi bitirin.
Benim yüzümden kalkmayın.”
“Ben doydum. Fatih sen?”
“Bu kadar laftan sonra ben
de doydum.”
“Sana ne dedim ki? Maçtan
anlamıyorsun. Etrafında kadın olmazsa rahat edemiyorsun. Arkadaşlarıma laf…”
cümlesini tamamlayamadan Fatih’in yüzündeki değişimi gördü. Evet bir şeyler
vardı bu çocukta.
“Aman neyse ben kitap
okuyacak ve dinleneceğim. Sizlere iyi eğlenceler.” dediğinde Pelin ile Şeniz’in
onlara doğru yürüdüğünü gördü. Bu kez nasıl kurtulacaklarını çok merak etse de
durup beklemeyecekti.
Asansörün kapısı
açıldığında karşı duvardaki aynada Tayfun Beyin de arkasında beklediğini gördü.
Demek ki kızlara yakalanmamak için odasına kaçıyordu. Fatih görünürde yoktu.
Huylu huyundan vazgeçmiyordu işte.
Çağla ile Tayfun
asansördeki kısa sürede konuşmadılar. Çağla başını kaldırmıyordu ama bakışların
üstünde olduğunu hissediyordu. Katta indiklerinde yine sessizlik hakimdi.
Odasına doğru yürürken kısaca görüşürüz, demişti. Çağla odasına girip hemen
üstündeki etek ile gömleği çıkarttı.
Eşofmanlarını giyerek
yatağa uzandı. Eline bilgisayarını aldı. Şarjın azaldığını görünce fişe taktı
ve e-kitabını açtı. Bir süre sonra hep aynı cümleyi okuduğunu fark etti. Neden
kafasının bu kadar karışık olduğunun bilincinde değildi. En iyisi biraz uyumak
diyerek uzandı.
Aklına gelen Fatih’in
cümlesi ile arkadaşlarını düşünmeye başladı. Kızların içinde sadece Berna’nın
hayatında kimse yoktu. Üstelik o da sıkıcı değil çok eğlenceliydi. Hiç birinin
evlenmek için acelesi yoktu. Çok vakitleri vardı ama tam tersi bir durumdaydı
hepsi. Berna zaten daha evlenmeyi düşünmüyordu. Oysa kendisi hem evlenmek hem
de çocuk sahibi olmak konusunda acele etmeliydi. Oysa hayatındaki üç erkekten
birini kendi elemiş, diğerinin kendisinden çok arkadaşı ile anlaşabileceğine
karar vermiş ve yanılmamıştı. Geriye kalan tek adayı da ki zaten adaylıktan
çıkalı aslında çok olmuştu, geçen hafta salı günü bir daha aklına bile
getirmemek üzere elemişti.
Salı günü birlikte
gittikleri yemekte annesinin araması ile kulak misafiri olduğu konuşma karar
vermesine yetmişti. “Anneciğim,
nasılsınız? Muhterem pederim nasıllar? Biz yemek yiyoruz. Asla sizin
yaptıklarınız gibi lezzetli olamaz. O pamuk ellerinizden çıkmış yemeklerinizi
yemeyi özlüyorum. İnşallah anneciğim.”
Çağla, o konuşma sonrasında
kendi şaşkın sorusunu anımsadı. Ali’ye “Annenler nereye gitti?” diye sormuş,
evde olduklarını öğrenince neden özledim, dediğini merak etmişti. Ali’nin
yanıtı oldukça ilginçti. “Ben annemi hep özlüyorum.”
Çağla, o güne kadar
kibarlığını ve annesine düşkünlüğünü bildiğini ama boyutları konusunda çok
yetersiz bir yerlerde olduğunu anladı. Ali daha annesinin dizi dibindeki
çocuktu. Erkek olmaya karar verirse biri hayatına girebilirdi. Kendisine nasıl
ilgi gösterdiğini bilemiyordu zaten. Nasıl olur da bu kadar anne düşkünü bir
erkek kendisi gibi rahat ve asi ruhlu biri ile birlikte olmak için çaba
harcardı?
Bunun tek açıklaması
kabuğunu kırma çabası olabilirdi. O kabuğu kırmak için Çağla yanlış kişiydi.
*****
Gözünü açtığında neredeyse
bir saattir uyuduğunu fark etti. Ne de olsa Ali’yi düşünmüştü. Bu kadar derin
uyuması normaldi. Gerçi Jülide’nin nişanlısının adı da Ali’ydi ama çok
neşeliydi o! Çağla, yattığı yerden doğruldu. Üstünü örtmemişti. Odanın sıcak
olmasına şükretti. Açılmak için kahve mi içsem diye aklından geçirirken gözü
göle takıldı. Karşı sahilinde kar kümeleri vardı. En iyisi yürümek ve öyle
açılmak, diye karar verdi.
Kalın bir şeyler giyip,
kabanını ve beresini de taktı. Eldivenleri cebindeydi. Kulaklıklarını takıp
müziği açtı. Otelin içi boş gözüküyordu. Firma elemanları toplantıdaydı. Kendi
elemanları da ortada yoktu. Göl kenarında da kimse gözükmüyordu. Hava
kararmadan dönerse tehlike olmayacağından emindi.
Oteli arkasında bırakarak
gölün kenarındaki patika yolda yürümeye başladı. Gölgede kalmış yerlerde küçük
buz birikintileri vardı. Ağaçların çoğu çam olduğu için yeşilliklerini
koruyordu. Ara sıra çıkan güneş, gölün üstüne bu muhteşem ağaçların yansımasını
düşürüyordu. Yanına fotoğraf makinesini almadığı için çok hayıflandı. Daha önce
çektiği resimler vardı ama bu manzara da müthişti. Telefonu ile yine de
resimledi sevdiği kareleri. Temiz havayı ciğerlerine çekti. Yürümek iyi
gelmişti.
Bazen kulağındaki müziği
mırıldanarak, bazen durup telefonunun kamerası ile resim çekerek yürüyüşüne
devam etti. Yolun yarısına geldiğinde koluna dokunulması ile çığlık attı.
Tayfun bey onun çığlığı ile bir adım geriledi.
“Benim, yabancı değil.
Neden korktun? Kaç kez seslendik sana!” Kızmıştı kendisinden bu kadar
korkmasına ama üzülmüştü de. Onu korkutmak istememişti.
Çağla Tayfun’u tanıyınca
korku dolu ifadesi silinmişti yüzünden. Gülümsemeye bile başlamıştı. Tek sorun
bir anda hızlanan kalp ritmi ve nefesiydi. Arkaya döndüğünde Fatih, Pelin ve
Şeniz’i gördü. Yüzündeki gülümseme silinirken, [i]Sonunda başarmışlar demek ki[/i] diye düşündü. Erkek milleti işte.
Biri üç kızı aynı anda idare ediyor, diğeri öğlen yemeğinde sevgilisi ile
konuşup, sonra başka kızlarla gönlünü eğliyordu. Aklından bunlar geçerken
başındaki berenin altından kulaklıkları çıkarttı.
“Seslendiğinizi duymadım.
Müziğe kaptırmışım kendimi.”
“Hani kitap okuyacaktın?” O
kızlarla yakalanmış olmaktan rahatsız mı olmuştu? Öyleyse kendisini durdurması
ve kendilerini belli etmesi gerekmezdi ki!
“Dönüşte yapacağım o işi.”
Neden açıklama yapıyordu ki? İş yerinde değildi. İş saatinde de değildi.
“Bize katıl istersen.”
Çağla, omzunun üstünden iki
adım arkasında duran üçlüye baktı. Kızların yüzünde hoşnutsuz ifade açıktı.
“Teşekkürler. Sizleri rahatsız etmeyeyim. Ben de dönecektim zaten.” Onlarla bir
arada olmak istemiyordu. Birilerinin kıkırdaşmalarına, diğerlerinin onların bu
basit hareketlerine memnun ifadeler ile bakmalarına katlanamayacaktı…
“İyi, o zaman akşama
görüşürüz.” Tayfun sinirle söylediği bu cümleden başka bir şey söylemeden
yürümeye başlayınca üçlü de ona katıldı.
Çağla artık devam
edemeyeceğini biliyordu. Tekrar kulaklıklarını takıp otele doğru yürümeye
başladı. Tüm öğleden sonrası tatsızlaşmıştı. Odasına çıkıp sıcak bir duş aldı.
Saçlarını kuruttuktan sonra eşofmanlarını giyip yatağına uzandı. Kitap okumaya
başladı. Bu kez de aklı az önce gördüklerine takılmıştı. Fatih’in Berna için
alternatif olup olmadığını düşünmesi ile olmadığına karar vermesi arasında
sadece iki saat geçmişti.
Bilgisayarındaki kitabı
kapatmak için düğmeye bastı. Zaten tek satır anlamamıştı. Neler olduğunu
anlamadan kitabı anlaması mümkün değildi. Neye kızmıştı bu kadar? Tayfun ile
Fatih’in o kızlarla konuşmasına neden bu kadar tepki veriyordu? İkisi de
kendisinin ilgilendiği erkekler değildi. Birinin sevgilisi, diğerinin
sevgilileri vardı. Böyleyken iki erkeğin de kendisinin aklını bulandırması
mantıklı değildi.
Fatih’e kızıyordu. Berna’ya
daha çok kızıyordu. Al işte ilgilendiğin erkek, dedi yanında olmayan
arkadaşına. Bunu mu adam edeceksin? Gözümün görmediği ilk an yanında bir kız.
Üstelik bir gün önce o kızlardan kurtulmak istediklerini söylüyorlardı. Demek
ki kendisinin yanında öyle konuşmak zorunda kalmışlar ama onun olmadığı ilk
fırsatta kızlarla ilgilenmeye başlamışlardı.
Tayfun’a ne demeliydi?
Kız arkadaşının telefonunu
nerdeyse yüzüne kapatmıştı ama kızlarla göl kenarında romantik bir yürüyüş
yapabiliyordu. Kimseye saygısı yoksa o kıza olmalıydı. Çok ayıptı bu yaptığı!
Neden bu erkekler böyleydi? Neden hep bir fırsat kolluyorlardı? Üstelik bunu
istemiyormuş gibi yaparak yaşıyorlardı.
Düşüncelerinin içinde
kıvranıp neyi neden düşündüğüne anlam veremezken saatin kaç olduğuna bakmayı
akıl edememişti. Saatin altı olduğunu görünce hemen yerinden kalkıp
hazırlanmaya başladı. Otelin yemek salonunun sıcak olduğunu bir önceki akşamdan
test etmişti. Annesine ait pantolon üst takımı dolaptan çıkarttı. Sarı üstüne
büyük kırmızı ve beyaz çiçeklerin olduğu kıyafet tam bu geceye uygundu. Üst
parçayı bağlarken göbeğinin ve belinin ortada oluşuna şöyle bir baktı. Evet,
kış için oldukça açık bir kıyafetti ama gece buna uygundu. Ayrıca bu kıyafeti
hakkıyla taşıyacak fiziğe sahipti. Ne çok uzun ne çok zayıftı. Tam olması
gerektiği gibiyim, diyerek kendisine beğeni ile baktı. Göğüslerinin bir kısmı
ortadaydı ama bu çok az bir bölümdü. Üstüne yine annesinin süt beyaz uzun deri
yeleğini giydi. Beyaz çizmeleri de giydiğinde neredeyse hazırdı. Makyajını
yapıp gözlerine takma kirpiklerini de taktıktan sonra uzun saçlarını beyaz saç
bandı ile topladı. Yuvarlak gözlüklerini gözüne taktıktan sonra beyaz çantasını
da koluna taktı. Beyaz çantanın içine oda anahtarını ve telefonunu attı. Artık
hazırdı. Kapıdan çıkmadan önce son kez aynada kendisine baktı.
Kesinlikle o bir
hippiydi.
Yemek salonuna girene kadar
olan yoldaki tüm başların kendisine çevrildiğini görmek hoşuna gitti. Madem
konsept hippileri yansıtacaktı. Her şeyi ile o döneme uygun olmayı başarmıştı.
Yemek salonuna girdiğinde de tüm başlar kendisine dönmüştü. Çağla, hala
tepkilerden mutluydu. Öğlen kendilerine ayrılmış masaya doğru yürüdü. Onlar
kendisini görmeden Çağla onları gördü. İki erkek de kot pantolon ve gömlekleri
ile katılmıştı. İkisinin de konsepte uygun giyinmemesi Çağla’yı rahatsız etti.
Kendi kıyafeti çok abartılı kalmıştı onların yanında.
Fatih’in Çağla’yı görür
görmez ıslık çalması ile Tayfun Beyin de başı ondan tarafa döndü ama tek bir
söz etmedi. Sadece bakıyordu. Bakışlarında ateşleri görünce duraksadı Çağla.
Neye kızmıştı? Açık olmasına mı, konsepte uymasına mı? Anlayamamıştı. Ayrıca o
dört kişilik masaya oturması mı gerekiyordu karar verememişti. Eğer kızlar
gelecekse kendisi sığıntı olacaktı. Tereddütle ayakta durdu. Tayfun Beyin oldukça sert ve buz gibi bir
sesle “Otursana Çağla, yeterince gördü herkes seni.” demesi ile ona döndü.
“Derdim görünmek değil. Masa dört kişilik, kendime yer bakıyorum.” Sesinde
sinirli olduğunu belli eden tını Tayfun’a da Fatih’e de ulaşmıştı.
“O ne demek? Yerin burası.”
Tayfun da aynı sinirle yanıtlamıştı.
“Tayfun Bey, arkadaşlarınız
geldiğinde kendimi ayakta mı bulmam lazım? Ben şöyle tuvaletlere yakın bir yer
bulurum kendime.” Siniri artmıştı. Bu adam kendisini ne sanıyordu?
“Masamız üçümüz için. Başka
kimsenin de gelip oturmasını istemiyoruz. Öyle değil mi Fatih?”
“Kesinlikle öyle Tayfun
Bey. Biraz daha katlanamayacağım o ikisine. Çağla hadi otur da sandalyeleri boş
bulup çökmeye kalkışmasınlar.”
Çağla, iki erkeğin
tepkilerinden sonra, yürüyüşün kendi düşündüğü gibi olmadığını anlamaya
başladı. Kızlar acaba rahatsız mı etmişti onları? Belki de kendisini kurtarıcı
olarak çağırmışlar, yanlış anladığı için de o kurtarışı gerçekleştirememişti.
Nihayet yerine oturduğunda
iki erkeğin de rahatladığını görüp gülümsedi. Kesinlikle öğleden sonraki
yürüyüş tahmin ettiği gibi gelişmemişti. Sorup onları konuşturmayacaktı. Merak
da etmiyordu zaten… Ediyordu ama sormayacaktı! Fatih merakına yenilmişti,
“Senin gözlerin bozuk mu?”
“Yoo”
“O gözlük ne öyle?”
“Aman Fatih, numarasız bu
gözlükler. Sadece kıyafetimi tamamlaması için yuvarlak gözlük taktım.”
Tayfun, onu gördüğü an
midesine oturan yumrudan nasıl kurtulacağını bilemiyordu. Bu kadar dikkat
çekici olmak zorunda mıydı? Tüm erkekler onların masasına bakıyordu. Üstelik
oldukça açık bir kıyafetti. Şeytan gözlerini o kıvrımlardan ayırmamasını
söylüyordu ama bunu yapması hiç yakışık almayacaktı. Yutkunup midesindeki
yumruyu yok etmeye çalıştı. Elbette yanında çalışan birinin bu kadar dikkat
çekmesinden hoşlanmamıştı. Bu da midesine olanı açıklıyordu…
Fatih ise oldukça rahat
inceliyor ve konuşuyordu. “Çok yakışmış biliyor musun? Ben böyle bir kıyafetin
bu günlerde birine yakışacağını hiç düşünemezdim.” Samimiydi iltifatında.
Tayfun da gözlerini ayıramadan inceliyordu Çağla’yı ama iltifat etmeyi aklından
bile geçirmiyordu belli ki.
Çağla, kendi kendine
iltifat etmeyi bilirdi. “Sen kıyafete değil, taşıyana bak.”
“Orası ayrı. Kıyafetin
içindeki zaten çok güzel.”
Kızmış gibi yaptı Çağla,
“Fatih, sana İstanbul’da yolunu gözleyen üç kızımızın olduğunu bildiğimi
anımsatırım.”
“Zaten en büyük
şanssızlığım da bu. Başka yerde çalışsaydın hiç şansın yoktu.”
“Sen öyle san. Senin ne
olduğun alnında yazıyor.”
Tayfun ikisinin samimi
konuşmasına baktı. İlk başlarda Fatih’in sözlerine takılmış ve kızmıştı ama
Çağla ile ikisinin yakın arkadaş olduğu artık su götürmez bir gerçekti. Bu
konuşma taciz içermiyor, ikisi birbirine takılıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder