6 Temmuz 2015 Pazartesi

BUZDAKİ ATEŞ 43. Bölüm



İçindeki kırılmışlığı nasıl gidereceğini bilmiyordu. Uğur'un on gün sonra bitirmek istediği bir ilişkinin tarafıydı. Ama o, on gün sonra bitmesini istemiyordu. O ömür boyu sürsün istiyordu. Uğur'un inadını kırmanın yolunu bulmalıydı. Bulamazsa da vazgeçmesi mümkün müydü? Önce buna karar vermeliydi.

Düşünceleri içinde boğulmuşken kapısı çaldı. Gelen annesiydi.


Meliha Hanım, Erhan’ın kapıdan girdiği halini hiç beğenmemişti. O kadar olayı üst üste yaşadığı halde onu bu kadar kötü görmemişti. Oğlunun yatağa uzanmış asık bir yüzle tavana bakıyor olmasından zaten yeterince tedirgin olan kadın bir de onun gözlerindeki hüznü görünce çok üzülmüştü. Kimdi oğlunu bu kadar üzen?

“Erhan, neler oluyor? Ne bu halin? Ağrın mı var?” Yatağın yanına usulca ilişti. Erhan annesinin meraklı bakışlarından saklanamayacağını bildiği halde son bir deneme yaptı.

“Bir şey yok anne. İyiyim.”

“Erhan? Yalan söyleme. Kim seni bu kadar üzdü?”

“Sence?”

“Ne demek sence? Ben nereden bilebilirim ki?” Meliha Hanım, şaşkınlıkla bakıyordu. Erhan ne demek istiyordu? Yoksa?

“Bilirsin.” Artık bunu konuşacağı birisine ihtiyaç duyuyordu. Bu da annesi olmalıydı.

“Erhan? Uğur mu? Seni Uğur mu üzdü? Ah işte anlamıştım. Onun hayatındaki adamı duyduğumda anlamıştım, seni üzeceğini.” Meliha Hanım, küçük bir çocukmuş gibi oğlunun yüzünü okşamaya başladı. Sanki böylece onun üzüntüsünü dağıtacaktı. Erhan, annesinin üzgün haline dayanamadı. 

“Anne onun hayatındaki erkek bendim.”

“Sen mi? Ama bir şey söylemedin. Sana sormadım mı?” Meliha Hanım, hem sevinci hem şaşkınlığı yaşıyordu.

“Sordun. Ama ben de sorunu yanıtladım. Sen, bana, erkek arkadaşı olduğunu biliyor muydun? dedin. Ben de 'evet' dedim. Ama kim diye sormadın. Sorsaydın söylerdim.” Erhan o an annesinin yüzündeki değişime tüm karamsar ruh haline rağmen güldü.

“Erhan, benimle uğraşma. Hay Allah’ım ya. Ben ne kadar üzülmüştüm o kızı kaçırdın diye. Oysa kaçırmamış, yakalamışsın.” Mutluydu artık. Üç gelini de sevdiği kızlardı. Daha ne isteyecekti ki Allah'tan? Ama Erhan’ın dudaklarından dökülen söz ile yine canı sıkıldı!

“Yakalamıştım. İş başı yapınca kaçacak elimden.”

“Ne yani sen askersin diye ayrılacak mı? O zaten bilmiyor muydu senin asker olduğunu?  Bana erkek arkadaşı olduğunu söylerken biliyordu, sorun değildi, şimdi mi sorun? İş başı yapmasan önemli değil yani? Anlamıyorum.”

“Anne, ona kızma. O da beni çok seviyor ama çok da korkuyor.”

“Oğlum, ben babanı her sabah işe yollarken korkmadım mı? Sizleri okula, askere, işlerinize yollarken korkmadım mı? Hala evden çıktığınızda korkmuyor muyum? Seni neredeyse kaybetmiyor muydum? Benimki korku değil mi? Ne yani bunların olma ihtimaline karşı sizleri doğurmasa mıydım? Ne demek o korkuyor? Sevenler hep korkar!”

“Anne, ne senin korkuların küçümsenecek korkular, ne de onunkiler... Sen ihtimallerden dolayı korkuyorsun. O yaşadığı için korkuyor. Onu anlıyorum ama çözüm bulamıyorum.” Erhan, Uğur'a laf söyletmeyecekti.
“Onu bu kadar koruduğuna göre çok seviyorsun.”

“O kızlarda ne var bilmiyorum ama evet Uğur'u çok seviyorum. Oğullarını üç kardeşe kaptırdın anne.”

“Ne güzel! Onlar üç kardeşi severken, sizin de onları sevmeniz o kadar güzel ki. Ben çok mutluyum. Sen de üzülme çözüm bulursun. Senin bulamayacağın bir çözüm olduğunu sanmıyorum.”
“Anne, ondan vazgeçmeyeceğim. Ama onu da ikna edene kadar kimseye bir şey söyleme olur mu? Ben bizimkilerle başa çıkarım ama o kız kardeşlerinin dilinden kurtulamaz.”

“Merak etme. Belli etmem.”

“Teşekkür ederim.”

“Şimdilik ben de teşekkür ediyorum. Ama sonra ikinizden de beni kandırmanın acısını çıkartacağımı bilin.”

“Ne bana, ne de gelinine kıyamazsın.”

“Gelinim! Evet, o da benim gelinim. Kıyamam ama bulurum yapacak bir şeyler.”

“Üzmezsin değil mi?”

“Oy kıyamazmış Uğur'una. Üzmem merak etme.”

Erhan, biraz daha rahattı. Annesi en büyük müttefiki olacaktı. Meliha Hanım, az önceki gibi yine okşadı oğlunun yanaklarını. Sonra eğilip alnına bir öpücük bıraktı ve iyi geceler dileyerek çıktı odadan.

O gün çok kötü bir görüşme yapmışlardı. Bu şekilde uyumak istemiyordu. Eline telefonunu aldı. Telefonun tuşuna basmadan çalınca şaşırdı. Arayan Uğur'du. Adını gördüğü an içinde yeniden bir umut doğdu.

“Erhan? Nasılsın?”

“Uğur? Sesin çok kötü geliyor.”

“Erhan, canım çok sıkkın.”

“Aşkım, yarın buluşalım. Eve gidelim. Hem konuşuruz hem de kalan günlerimizin tadını çıkartırız.”

“Tamam.”

“Uğur... Seni seviyorum. Çok seviyorum. On gün sonra da on yıl sonra da seni sevmeye devam edeceğim. Şimdi o güzel gözlerini sil ve uyu.”

“Saat daha çok erken!”

“İyi tamam o zaman kızlara açıklarsın neden ağladığını!”

Uğur, telefonun ucunda gülümsemeye başladı. Erhan onun ağladığını anlamıştı. Oysa telefonu açmadan önce ağlaması durmuştu. Ama ondan saklayamıyordu.

“İyi geceler, canım.”

“İyi geceler, Uğur'um.”

Telefonu kapattığında Erhan daha da umutluydu. Uğur onu aramıştı. O da aralarının kötü olmasına dayanamıyordu. Ayrılmayı da istemezdi bu durumda!

Bunu düşünmek bile mutlu etmişti kendisini.

*****

Ertesi gün, Erhan erkenden eve gitti. Bir önceki günün pozitif düşünceleri kalmamıştı. Eninde sonunda Uğur kendisine hayır diyecekti. Bunu hissediyordu. O gün konuşmak için belki erkendi ama daha fazla uzatamayacaktı. Her belirsiz dakika ömründen ömür götürüyordu.

Uğur kapıyı çaldığında Erhan televizyon izliyordu ama neye baktığının bile farkında değildi. Uğur kapıda sarıldı, öpüp odaya girdi.

“Nasılsın hayatım?”

“İyiyim. Sen?”

“Ben de iyiyim. Çayı koydum. Gelirken börek de aldım. Yer misin?” Erhan bir şey yokmuş gibi davranıyordu.

“Yerim.”

Uğur, mutfağa hazırlamaya gittiğinde derin bir nefes aldı. Bir şey yokmuş gibi davranmak ne kadar zor geliyordu. Ona söz vermemiş miydi? Bir şey saklamayacaktı!

Saklamıyordu...

Erhan zaten biliyordu onun neler hissettiğini... Onun gözlerinde görüyordu... Sadece ikisi de o günü beklerken, konuyu yeniden açmama kararı vermiş gibi susuyordu...

Çaylar ve böreklerle odaya döndüğünde Erhan'ı televizyon izlerken buldu. Bu evin kendi evleri olduğunu hissettiği anlardan biriydi. Ondan isteyeceği şeyi söylese acaba tepkisi ne olurdu? Ama bunu isterse Atilla'nın yaptığını yapmış olmayacak mıydı? Neden başka çıkış yolu bulamıyordu? Her düşündüğünün sonunu aynı karara bağlaması doğru değildi.

Erhan'ın yanına oturdu. Televizyonda Turizm programı vardı. İskeleden denize balıklama atlayan birini gördüğünde Erhan'a dönüp, “Sen sakın ha bunu yapma.”

“Yapmam.”

“Çok söz dinler gördüm seni.”

“O ağrıları bir daha çekmek istemiyorum. Ama senin elinden tedavi olmak için yaramazlık yapsam mı diye de düşünüyorum.”

“Sakın ha. Sen bir daha acı çekersen, benim tepkilerim bu seferki gibi olabilir mi? Şakası bile hoş değil.” Uğur, yine aynı ruh haline bürününce, Erhan kendisine çok sinirlendi. Şaka yapmıştı sözde...

“Sen benim yanımda olup, yanlış hareket yapmamamı sağlarsan sorun yok. Bir ömür yanımda olursun böylece.”

Uğur, korktuğu konunun açıldığını anladı. Nasıl yanıt vereceğini bilemiyordu. Tam ağzını açacaktı ki kapı çaldı.

İkisi de donup kaldılar. Ya kardeşlerden biriydi gelen, ya da kapıcı... İkinci şıkkın olması için dua ederek kapıya gitti Erhan... Duası tutmamıştı. Kapıda duran dörtlüye göz deliğinden baktı. Derin bir nefes alıp kapıyı açtı.

Dördünün de yüzünde aptal bir sırıtma ile kendisine bakması, zaten her şeyi anladıklarını gösteriyordu.

İçeri ilk önce Umut girdi. Evi iyi bildiğini belli eder bir şekilde salona doğru yürüdü ama kafasını yatak odasının tarafına çevirip, “Uğurrrr” diye seslendi. Belki de böylece ablasına, kendisine çeki düzen vermesi için süre tanıdığını belirtmeye çalışıyordu. Salona girdiğinde Uğur'u elinde çay bardağı ile kapıya bakarken gördü. Uğur o an sanki onların gelmesi çok normalmiş gibi davranıyordu. Artık saklayamayacakları gerçeği inkar edip de iyice dillerine düşmektense çok normalmiş gibi davranmayı tercih etmişti.

Sokak kapısından giren ikinci kişi Onur oldu. Ama o ses çıkartmak bir yana kocaman açılmış gözler ile Erhan'a bakıyordu. Aklına bile getirmediği, yüzündeki ifadeden belliydi. Yunus ile Sedat ise ağabeylerine sarılmış, onu tebrik ediyordu.

“İşte bu. Anlamalıydık. Bu kızlar bizi bizden aldı. Seni de ablanın kapacağını bilmeliydik.” Yunus, çok mutluydu. Bunu da sesine yansıtmıştı. Erhan'a sarılmış odaya doğru öyle yürüyordu. Sedat da Onur'u sürüklüyordu. Genç kız hala şaşkındı...

Uğur, kapıdan girenlere bakıp ev sahibi gibi buyur ettikten sonra  “Hoş geldiniz, geçin, size de çay koyayım.” diyerek mutfağa doğru yoluna devam etti. Umut'un sesi ile olduğu yerde kaldı.

Umut, ablasının rahatlığının şaşkınlığını yaşıyordu. “Ne çayı ya? Siz ne zamandan beri birliktesiniz? Neden bizden gizli? Ay çok sevindim. Yunus, ne güzel üçlü düğün yaparız değil mi?”

Yunus, tam ona iyi olacağını söyleyecekti ki, Erhan'ın yüzünden üçlü düğün fikrinin pek de mümkün olmadığını anladı. Umut'un sevincini kırmadan nasıl bir yanıt vereceğini düşünüyordu. O da nişanlısı kadar şaşırmış çok sevinmişti ama yine de ikisinin de yüzündeki burukluğu fark edebilmişti.

“Bırakalım da onlar karar versin aşkım.” Yunus, Umut'un yüzüne öyle bir bakıyordu ki nihayet anladı Umut bir şeyler olduğunu.

O zamana kadar sessiz duran Onur, “Ama çok güzel olmaz mı? Üç kardeş, üç kardeşle aynı düğünde...” demişti ama Umut'un kaşlarını kaldırması ile sözünü bitiremeden susmak zorunda kalmıştı.

Umut, bir anda yaptığı gafı toparlamak için konuşmaya başladı. “Sizin için ne kadar sevindim anlatamam. Ablamın bir süredir yüzünün güldüğünü fark ediyordum ama sanırım kendi sevgimin peşine düşmekten ondaki asıl değişimi yakalayamamışım. Erhan ağabey, çok sevindim. Onu yeniden bu kadar gülerken görmek çok güzel! Hep güler inşallah.”

Uğur, kardeşlerini susturabilmeyi çok isterdi. Ama diyemezdi ki bizim ilişkimiz on güne kadar bitecek! Sonra ikimiz de kendi yolumuza devam edeceğiz. Bunu dese, hepsinin kendisine tepki vereceğini biliyordu. O da istiyordu ama yapamayacağını da biliyordu. Nasıl diyebilirdi Erhan'ı asker olarak düşündüğüm an kanım donuyor, nefes alamıyorum, onun öldüğünü sanıyorum, diye. Bunu söylese de onları nasıl ikna ederdi?

Onlarla konuşmak yerine mutfağa gitmeyi tercih etti. Tabii iki kız da peşinden gitti.
Kızların mutfakta konuşacağından emin olan Yunus, Erhan'a dönüp,

“Senin de Uğur'a aşık olmana çok sevindim ama sorununuz ne anlamadım? Neden rahat değilsin?”

Erhan, kardeşine baktı. Kısık sesle yanıtladı.

“Asker olmam sorun da ondan.”

“İyi ama biliyordu senin asker olduğunu.” Sedat tepki vermişti bu kez.

“Evet, biliyor fakat bu benimle bir ömür geçirmesine yetmiyor. Onu anlıyorum aslında. Çok korkuyor. Ben de ona bir şey olmasından, onu kaybetmekten çok korkuyorum. Yine de ben onsuz bir an bile geçirmek istemezken o farklı düşünüyor.”

“Onu anlamak kolay ama senin işini kabullenmemesi tuhaf. Sen, masa başı iş yapan herkes kadar risk altındasın. Bunu bilmiyor mu?” Bu kez konuşan Yunus'tu.

“Biliyor elbette. Konuştuk da ama sanırım bana bile anlatamadığı büyüklükte bir korku yaşıyor. Ben de onu zorlamıyorum. Belki geçer o ruh hali diye bekliyorum.”

“Ondan vazgeçmeyeceksin yani?”

“Yunus, ben çıldırmadım? Her ne olursa olsun ondan vazgeçmeyeceğim. Ama o bunu bilmesin. Son dakikaya kadar onun ne yapacağını bekleyeceğim. O zaman son çare ben bir şeyler yaparım.”

“Anlıyorum. Ama ya bu arada onu kaybedersen? Ya seni geç kalmakla suçlarsa?”

“Biz onunla konuşabiliyoruz. Suçlarsa da beni dinler. O zaman da çözeriz sorunlarımızı.” Kardeşinin yapıcı olma çabasını memnuniyetle karşılayan Erhan, Uğur ile ilişkisini kendisinden sakladığı için kızgın olacağını düşünüyordu. Ama ne Yunus ne de Sedat böyle bir tepki vermemişti. Aksine ikisi de şu an ağabeylerinin yaşadığı üzüntüyü algılamış, çözüm arıyordu. Yine de Erhan neden böyle davrandıklarını kısacık açıklamak istedi.

“Benim, sizlerden saklamak gibi bir sorunum hiç olmadı ama o kız kardeşlerine anlatamayacağı için bir süre kendimize sakladık. Özür dilerim.”

Yunus yine önce yanıtladı. “Özür mü? Ağabey, ben sizi anlıyorum. Bazen kızların diline düşmektense çukura düşmek iyidir biliyorsun. Şimdi mutfakta kızlar asıl onun canına okuyordur.”

“Gidip kurtarsam mı acaba?” Erhan yüzüne muzip bir ifade vermişti...

Sedat, “Bırak biraz dertleşsinler. Hem böylece belki seni elinden kaçırmaması gerektiğini de anlar.” dediğinde Erhan'ın yüzü daha çok güldü.

“Doğru söylüyorsun. Aslında onu ikna etmek için kızları kullanmak iyi fikir. Ama en iyisi zamana bırakmak sanırım.”

“Çok doğru. Zamana bırakalım. Nasılsa sık sık görüşeceksiniz. O da belki sensizliğe dayanamayacağını anlar.”

“İnşallah.”

Erhan, yakalanmanın ve durumu açıklamanın derdine düşmüş, onların neden orada olduğunu sormak aklına gelmemişti.  Yunus'a dönüp, “Siz neden geldiniz? Eviniz yok mu?”

“Umut, buradaki eşyalarımı toparlamak istedi. İkinci bir kapım olmamalıymış. Aklı kalırmış.”

“Haklı. Sedat siz?”

Soruyu Yunus yanıtladı.

“Bizimle bir yerlere gitmek için program yapmak istediler ama bizim buraya geleceğimizi öğrenince Onur da evi görmek istemiş. Böylece biz de otopark da ikinizin arabasını gördük ve o andan beri de şok üstüne şok yaşıyoruz. Ama biliyor musun? O kadar sevindim ki anlatamam. Müge'den sonra senin düzgün birini bulamaman, eşlerimizin sorun yaşama ihtimali beni çok üzüyordu.”

Erhan, Müge'yi aklına bile getirmediğini fark edip güldü. “O evlenmeyi asla düşünmeyeceğim biriydi zaten. Ama Uğur ile öyle değil. Onu sevdiğimi anladığımdan beri tek istediğim evlenmek. Umarım her şey güzel olur.”

“Onu ikna etmek elinde. Başarırsın. Eğer benim Umut'u sevdiğim kadar seviyorsan mutlaka başarırsın.”

Erhan, kardeşinin dizine avucunun içi ile yavaş yavaş vurup, kendini de ikna eden bir sesle, “O zaman kesin başaracağım demektir.”

*****

Kızlar aynı anda mutfakta Uğur'u sıkıştırıyordu.

“Ay abla, ne kadar mutluyum anlatamam. Hep Erhan ağabeyin aksi bir karısı olursa eltiler nasıl anlaşırız diyordum. Şimdi ise üç kardeş aynı aileye gelin gidiyoruz.” Umut hızlı hızlı konuşurken Uğur ona hüzünle baktı.

“Yavaş ol canım. Ben kimseyle evlenmiyorum.”

“Anlamadım!”

“Biz Erhan ile evlenmeyeceğiz.”

“Ne? Neden? Evlenme teklif etmedi mi sana? E o zaman yani böyle bu evde kaçak göçek mi görüşeceksiniz? Yani tabii bizi ilgilendirmez ama ya hamile falan kalırsan?”

“Umut, biz kısa süre sonra ayrılacağız. O yüzden tehlike yok.”

Uğur'un sakin sakin ayrılıktan bahsetmesi kızları dehşete düşürdü. İkisi birden neredeyse çığlık atarak, 'Ne? Ne ayrılması', diye sordular. Uğur o an düştüğü çıkmazdan nasıl kurtulacağını bilmiyordu. Nasıl anlatacaktı?

Uğur'un neler yaşadığını bildikleri halde, bu kadar tepki verdikleri bir başka olay yoktu ki. İkisi de onun içinde bulunduğu durumu unutmuş olamazdı. Ama aşkın her şeyi kabullenmek olduğunu düşündüklerinden emindi. Sorunların çözümünün sadece aşk olarak nitelendirilmesi mümkün değildi. Hayat dizilerdeki gibi yaşanmıyordu. Her an ölüm haberi bekleyerek ömür geçiremezdi. Bunu anlayacaklarını umuyordu. Anlamazlarsa da yapabileceği bir şey yoktu. Düğüne kadar Erhan'ı göreceğini biliyordu. Ondan sonra mümkün olduğunca onun olduğu ortamlarda bulunmazdı. Böylece bir gün unuturlardı birbirlerini...

Kimi kandırıyordu ki? Nasıl unutacaktı? Mümkün değildi... Daha şimdiden canı acıyordu. Bitecek günlerin ardında acısının nasıl artacağını anlamak için şu an çektiklerini ölçmek yeterdi. Erhansız bir hayat istemiyordu ama onunla da yapamayacağını düşünüyordu.  Ne yapacağını bilmez bir şekilde çayların olduğu tepsi ile mutfaktan çıktı.

Salonda iki erkek onları bekliyordu. Onların da Erhan-Uğur ilişkisini konuştuğu yüzlerinden belliydi. Ama aynı yüzler konunun hiç de hoş bir boyutta olmadığını belli ediyordu.
O günün devamını, sanki on gün sonra ayrılacak olan onlar değilmiş gibi birlikte geçirdiler.  Erhan ve Uğur, günü diğerlerine nazaran buruk yaşıyordu ama ikisi de üzüntüsünü saklıyordu.

***** 

O akşam evde Alihan Bey de öğrendi. Baba oğul bir süre, durum değerlendirmesi yaptı. Alihan Bey o güne kadar sakladığı, Hasan bey ile yaptığı konuşmayı söyledi. O da, ikisinin bir araya gelmesini ne kadar istedikleri idi...

Erhan, bir kez daha büyüklerin olaylara bakış açısının onlardan çok daha net olduğunu kabul etti. Kendi kararını ilk önce babasına açıkladı. Babasının kendisine her durumda destek olacağını bilmek içini rahatlatmıştı.

Uğur ise evde kızların sorularını yanıtlıyordu. Ama her iki sorudan biri, bu kadar severken neden ayrılacakları olunca daha fazla dayanamayıp odasına gidip yattı... Yapabildiği tek şey ağlamak ve yorgunluktan sızarak uyumaktı...

*****

Kalan on günün her akşamını bir arada geçiren ikili, hem tüm güzellikleri paylaşmanın, hem de bunların bitecek olmasının verdiği duygu karmaşasını birlikte yaşadı. İki aile de öğrendiği için akşamları da yalan söyleme gereği olmadan bir araya geldiler. Tüm bu buluşmalarda hemen her şeyi paylaştılar. Sadece ayrılığı konuşmuyorlardı. İkisi de bunu söze dökemeyecek kadar üzgündü. Yapabildikleri sadece üzüntülerini saklama çabasıydı. 

Erhan, her zamanki gözlemciliği ile Uğur'un her geçen gün artan üzüntüsünü görüyor, bundan da kendince keyif alıyordu. Belki bu üzüntü sayesinde ayrılıktan vazgeçerdi. Ama inat edeceğini, verdiği kararı uygulayacağını da tahmin diyordu. İşte bunu düşündüğünde aklına gelen tek şey, belki ayrılığa dayanamaz ve geri döner, oluyordu.

Uğur, tüm o günleri kendi ile savaşarak geçirdi. Erhan'ın onun dudaklarından dökülecek 'ayrılmayalım' kelimesini beklediğini bilerek geçen bu günlerde hep üzüntüsü galip geldi. Kendini denemek için yaptığı şeylerden biri de televizyonda haberleri dinlemekti. Ama her seferinde Derince’de olduğu gibi donup kalıyordu. Bunların değişmesi mümkün değilse, Erhan ile bir ömür geçirmek de mümkün değildi. Onu bu kadar severken, bu kararı vermenin ne kadar zor olduğunu kimse anlamıyordu. Kendisine deli gözü ile bakan kardeşlerini de anlıyor ama ne yapacağını bilmiyordu.

Aybaşı hafta ortasına denk geldiği için salı akşamı son kez buluştular. Son kez Bostancı'daki eve gittiler ve sanki ilk kez sevişiyorlarmış gibi, bu sevişme ile birbirlerine doymaları mümkünmüş gibi seviştiler. Saat gece yarısını geçtiği halde ikisi de eve gitmek istemiyordu.

Erhan, kollarında yatan Uğur'un, orada sabaha kadar uyumasını çok istiyordu. Ama bir yandan da eve gitmek için yataktan kalkacağı dakikaların çok yaklaştığını biliyordu.

“Erhan!”

“Efendim aşkım?”

“Bana çok kızma olur mu?”

“Kızmıyorum.”

“Kızıyorsun, biliyorum. Ama lütfen beni anla. Yapamam. Şimdi olmaz.”

“Seni çok iyi anlıyorum. Bunu yapmanı istemiyorum ama neden yaptığını da biliyorum.”

“Sen beni hep anladın zaten. Ailelerimiz de bana kızıyor. Lütfen onlara karşı beni korumaya devam et. Sensizlik zaten beni kahredecek, bir de onların baskısına dayanamam.”

“Uğurum, sen hiç üzülme olur mu? Ben seni de kendimi de savunurum. Seni anlıyorum ve anlatabiliyorum. O yüzden kim ne derse desin ben senin arkandayım.”

“Biliyorum. Seni tanıyorum. Ve sana bir şey söyleyeceğim...!”

“Söyle.”

“Seni çok seviyorum. Bir gün...” Sözünü tamamlayamadan Erhan yeniden öpmeye başladı. Bir gün neler olacağını bekleyip görecekti. Tutulamayacak sözlerin altında üzmek ve üzülmek istemiyordu. Sevgilisini kollarının arasında tutmak, öpücüklere boğmak ve son kez sevişmek o an için her şeyden önemliydi.

Ama ayrılık saati geldiğinde ikisi de birbirine asla doymayacaklarını biliyordu...

Doğaya bahar gelmiş ama iki sevgiliyi karakışta bırakmıştı.


***** 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder