14 Haziran 2015 Pazar

BUZDAKİ ATEŞ 21. Bölüm



“Meliha Hanım, kermes için neler yapabileceğimizi sordu ya, babamı ikna etsek de şu yaptıklarını satsa? Hiç olmazsa odada biraz yer açılır.” Umut, ablası ile neler yapılabileceğini konuşuyordu. Eski kıyafetleri genelde belediyeye verir onların yoksullara dağıtmalarını sağlardı. Evde giyilmeyen pek bir şey kalmazdı o yüzden. Yiyecek yapacaktı. Onu kesin kararlaştırmıştı ama başka şeyler de takviye olsun istiyordu.


“Bunca yıldır hediye ettikleri dışında hiç birini satmadı. Ama bu kez ikna edebilir miyiz dersin?” O odadan bir iki parçanın eksilmesi bile mucize gibiydi.

“Ya alıcı çıkmazsa? O zaman kızmaz mı?” Umut, babasının gönlünün kırılması tehlikesini göze alamıyordu.

“O zaman tedbir alırız. Arkadaşlarımıza aldırtırız. Ama iki üç tanesi bile satılsa kârdır.”

“Bunu ben konuşmam. Sen daha iyi ikna edersin.”

“Olur, ben yarın konuşurum.”

Kapıdaki anahtar sesi ile ikisi de Onur'un girişini beklemeye başladı.

*****   

Onur, yaşadığı geceyi ablalarına anlatıyordu. Tahminlerinin çok üstündeydi gece. Sedat onu iskeleden almış, önce yemek yiyeceklerini söylemişti. Onur'un makarna sevgisini öğrendiği için Moda da güzel makarna yapan bir lokantaya götürmüştü. Denizi gören masalardan birinde uzun uzun yemek yemiş, muhabbet etmişti ikili.

Onur, Sedat ile nasıl uğraştığını her lafına yanıt verdiğini anlatmasa da ablaları anlıyordu. Onur öyleydi. Sedat bazen bozulmuş gibi yapıyordu. O öyle yapınca Onur da bir daha lafı gediğine koymama kararı alıyor, iki cümle sonra kararını unutuyor ve yine onu kızdırıyordu.

Sinema biletlerini iskeleye inmeden almıştı Sedat. Bu sayede yemeği uzun tutabilmişti ikili. Makarnalar bitince kahveler ve tatlılar ile geçmişti zaman. Sedat bir sürü soru sormuş, yanıtlara göre yeni sorularla genç kızı tanımaya çalışmıştı. Arada Onur da sorular sormuş, yanıtları hazmetmeye çabalamıştı. Sedat'ın nikâh masasından döndüğünü öğrenmek tuhaf gelmişti. Hayatında daha önceden bir kadın vardı! O kadın kalıcı olacaktı. Ama olmamıştı! Bunları ablalarına anlattığında Umut, “O kadın zaten doğru kadın değilmiş. Sedat da şimdi bunu biliyor.”

“İyi de o zaman aksini düşündüğü belli. Yarın öbür gün benim için de öyle düşünürse?”

“Buna çok üzülür müsün?” Soru Uğur'dan gelmişti bu kez.

“Galiba!”

“O zaman, tüm işaretlere dikkat edeceksin. Üzüleceğini düşündüğün ya da üzeceğini düşündüğün zaman kararını doğru vermelisin. En kötü ihtimal bizlere danış. Ayrıca hayatının en önemli olayını en başta anlatan bir erkek yabana atılmamalı.”

“Tamam.”

“E başka neler yaptınız? Neler konuştunuz?”

“Başka bir şey yok, sanırım. Aklıma gelirse anlatırım. Ben biraz ders çalışayım. Yarın ki sınavın konularını üstünden geçeyim.” Bunları söylerken apar topar yerinden kalkan Onur'un yüzü de kızarmıştı.

Onur, odadan çıkınca iki kız kardeş birbirlerine baktılar. Umut, Uğur'a göz kırpıp “Öpüşmüşler” dedi. Uğur da başını sallayarak onay verdi.

*****

Sedat ve Onur ayrı evlerde ayrı yataklarda ama aynı düşüncedeydiler. İkisi de ayrılırken alınan öpücüğü düşünüyordu. Sedat önce kendisine kızmıştı. İlk buluşmada öpüşme de neyin nesiydi? Ama Onur da kendisine karşılık verince, tüm düşünceleri değişmişti.

Onur ise isteyerek yanıt vermişti. Arabadan inmeden önce kendisine bakan gözlerde takılı kalmış, kendisini öpeceğini anlayınca kaçmak yerine, öpücüğü beklemişti. İlk kez öpüşmüyordu elbette ama ilk kez öpüşme ile kendinden geçiyordu.

İkisi de anlatamamıştı öpüşmeyi. Sedat, hissettiklerini açıklayamayacağı ve Onur hakkında Yunus'un bile kötü düşünmesine neden olacak küçücük bir şey olmaması için, Onur ise utandığı için anlatamamıştı.

İki seven kalp ayrı evlerde ayrı yataklarda ama eller dudaklarında uykuya daldılar...


***** 

Erhan yataktan çıkmak istemiyordu. Çünkü bu gün mahkeme günüydü ve ne kendisini savunabiliyor, ne de arkadaşına yardımcı olabiliyordu. Antep'e bile gidememişti. Celal'in nerede ve ne durumda olduğu da aklından bir an bile çıkmıyordu. Celal isteyerek gittiyse ailesini hiç mi aramıyordu? Mantıklı gelmiyordu. Celal gibi kardeşlerine düşkün biri ancak zorda kalınca böyle bir hareket yapacak karaktere sahipti.

Saat dokuz olduğunda hala yataktaydı, Erhan. Cep telefonu çalınca yavaşça doğrulup telefonu aldı. Artık beli daha rahat hareket ediyordu. Zaman ilerledikçe ağrıları azalıyordu.

Ekranda İbrahim'in adını görünce hemen açtı.

“Kötü haber mi var?

“Kötü mü bilmem. Aslında mahkemeden önce söylemeyecektim. Sonra bu şekilde davaya  giremeyeceğimi düşündüm. Şu e-postalarına bak. Birazdan ekranında göreceksin. Beni ara sonra.”

“Tamam, celse başlamadan dönerim sana.”

“On beş dakikan var. Erkene alındı mahkeme.”

“Hemen bakıyorum.”

Telefonu kapatıp yavaşça kalktı. Alçısı çıktığından beri koltuk değnekleri ile yürümesi bile düzelmişti. Bilgisayarın başına geçti. Ekranın açılmasını beklerken saniyeler geçmiyordu. E-postalarını açtığında İbrahim'den gelen bir dosya olduğunu gördü. Hemen açıp yüklemeye başladı.

Gelen resmi gördüğünde ne düşüneceğini bilemedi. Uzun uzun inceledi resmi. Objektife keyifle poz veren üçlü hiç de zorla kaçırılmış gibi durmuyordu. Burhan da işin içindeydi. Şimdi kendisini aklamak hem daha güçtü hem de sonuç daha yıkıcı. Resme bakarken içindeki tüm iyi duyguların, umutların yıkıldığını hissediyordu. Celal bunu yapacak kadar hain olabiliyorsa, arkadaş tanıma konusunda çok başarısız olduğunu kabul etmeliydi.

Kazadan beri diline yerleşen birkaç küfrü yine sıralamaya başlamıştı ki ayak seslerini duyup sustu. Annesi kapıyı tıklatıp içeri girdiğinde çoktan ekranı değiştirmişti. Onların da resmi görüp morallerinin bozulmasını istemiyordu.

“Günaydın. Bu sabah uyudun sanırım biraz? Hadi gel masayı kaldırmadım, seni bekliyorum.”

“Sana da günaydın anne, gelirim şimdi. Bir telefon açmam lazım.”

“Hayrola?”

“İbrahim'i arayacağım. Şans dileyeceğim. Ona güvendiğimi bilmeli.”

“Tamam, uzatma ama!”

Annesi çıkar çıkmaz hemen telefonun tuşuna bastı. İbrahim ilk çalışta açınca onun da tedirgin beklediği netleşti.

“Bu çok kötü!”

“Evet, ne yazık ki öyle!  Bazı şeyler daha buldum ama sonra söylerim. Sadece bu işin kaçırma değil kaçma olduğu netleşti. Senin olayların hiçbir yerinde olmadığın da kesin. Ama bunları hâkim kabul eder mi? Beraat verir mi sana, emin değilim.”

“Hâkim beni beraat ettirse de ben kendimi aklamadan onu yakalamadan rahat edemem ki.”

“Önce iyileş sen. Ben burada iz üstündeyim. Yardım da alıyorum.”

“Kimden?”

“Zeycan... Hanımdan.”

“Zeycan, bu resimden haberdar mı?”

“O verdi bana.”

“Çok üzülmüştür!”

“Kırgın desek daha doğru! Ağabeyinden beklemediği bir hareketti bu. O da şaşırdı. Ama senin kurtulman için elinden geleni yapıyor.”

“Sağ olsun. Ona özel teşekkür etmem lazım. Beni kurtarması bu durumda ağabeyinin suçunun ispatlanması gibi olacak. Bu resmi delil olarak verecek misin?”

“Sen karar ver. Bu kaçmadıklarının ispatı!  Ama aynı zamanda senin de olayla bağlantının olmadığını belgeleyebiliriz. Bakın müvekkilimiz, onlarla birlik değil, sadece aynı ortamda bulunmuş, sadece hediye vermiştir, derim.”

“Tamam, o zaman söyle. Onu daha fazla savunmamın bir anlamı yok. Resim neyin ne olduğunun ispatı!”

Telefonu kapattığında kendisini o kadar kötü hissediyordu ki yemek yiyecek hali yoktu. Resmi ailesine de açıklamak zorundaydı. Tek koltuk değneği ile yürüyemeyeceği için sandalyesine oturdu. Diz üstü bilgisayarını da kucağına aldı. Mutfağa girdiğinde annesini yemek yaparken, babasını da televizyon izlerken buldu. Masada kendisi için boş bırakılan köşeye sandalyesini yanaştırdı. Bilgisayarı açıp önce babasına seslendi.

“Baba, bakar mısın? Bir şey göstereceğim.”

“Göster bakalım. Neymiş o kahvaltıdan önemli şey?” Yaşlı adam, ekrana eğildiğinde gördüklerine inanamadı. Yakın gözlüklerini takıp yeniden resme bakmaya başladı. Kocası ile oğlunun sessiz şekilde ekrana bakmalarından huylanan Meliha Hanım da yanlarına geldi.

“Celal değil mi o? Ne zaman çekilmiş bu resim?”

“Bu yılbaşı gecesi anne!  Alttaki tarih bunu gösteriyor.”

“Ne yani, onlar kaçırılmamış mı? Bu ne demek oluyor?”

“Kaçmışlar demek oluyor, Meliha. Bu da Celal'in aslında suçlu olduğunun göstergesi!  İyi ama nereye kaçmışlar?”

“Evin bahçesine bakılırsa hala Türkiye de bir yerlerde olduğunu gösteriyor.”

“Suriye, İran falan olamaz mı?”

“Olur, tabii ama resimdeki örtüden, kaşığa çok şey, bizim. Tabii bu, yine de kesin bir bilgi değil. Deminden beri resmi büyütüp inceliyorum. Masada olanlar bize ait ürünler.”

“Yerdeki taş işçiliği de bize benziyor. Ustası kim acaba?” Babası resmin bahçe kısmında görülen işçiliği inceliyordu. Erhan bilgisayarın ekranının el verdiği ölçüde büyüttü resmi. Yerde, çok güzel bir halı deseni vardı. Tamamen mozaiklerle yapılmış halının resimde gözüken köşesinde ustasının imzası olabilecek bir işaret vardı. Ama bilgisayarın kapasitesi yetersiz kaldığı için daha fazla büyütemiyor, büyüttüğünde de netliği kaybediyordu. Resmi eski haline getirdi. Celal ve Leyla'nın objektife bakışlarına takıldı. Gözlerinde bir şeyler bulmayı umuyordu. Ama gördüğü tek şey keyifle bakan iki çift gözdü. Celal kucağında bebeği ile oturuyordu. İki kolu ile sarılmıştı. Leyla kollarını masaya uzatmış, sanki takılarını gösterir gibi poz takınmıştı. Bir kolunda hiç çıkartmadığı bilezikleri diğerinde de saati vardı.

Saat!

Erhan, resme yeniden baktı. Celal'in de, Burhan ile Leyla'nın da saatleri sağ kollarındaydı.

Erhan, hemen cep telefonundan İbrahim’i aradı. Onun bu telaşlı halini gören annesi ile babası sorular sormaya başladı. Tek söylediği, bu resim özellikle yollanmış. Mesaj var burada, oldu.

İbrahim'in telefonu çalıyor ama açılmıyordu. Celsenin başladığını anlayınca mesaj attı.

“Resmi bildirme”

Erhan, mahkemenin bitmesini beklerken dakikaları saydı.

Yarım saat kadar sonra telefonu çaldığında arayanın İbrahim olduğundan emindi.

“Neden söylememi istemedin?”

“Celal mesaj yollamış. Bu resmin bir şekilde elime geçeceğinden emindi. Zeycan'ın yardım edeceğini ya da korkup benden yardım isteyeceğini düşünmüş olmalı. O yüzden de bu resmi çekip yollayarak olanları kandırmış ve mesaj yollamış.”

“Nasıl?”

“Üçü de saatlerini sağ kollarına takmış. Celal ve Leyla kesinlikle sol koluna takıyor. Burhan'dan emin değilim. Ama üçü de hem sağa takmış, hem de özellikle göstermiş. Saat camlarından Ya da gözlerine yansıyan görüntülerden bir şeyler çıkar mı bilmem. Bir de resmin arka tarafında bahçede bir mozaik halı görüntüsü var. Köşesinde imzaya benzer farklı bir şekil var sanırım. Emin değilim ama.”

“Ben resmi kriminale yolladım zaten. Ama bu sabah yolladım. Onlara söylerim mozaik halıyı incelesinler. Bu yörede taş ustası çok. Onlardan biri yapmış olabilir mi?”

“Celal'i yakınlarda tutuyorlarsa olabilir.”

“Tamam, ben hesaplarını da inceliyorum. Bir şeyler yakalamaya başladım ama daha netleşmedi. Bilgi alınca aktarırım.”

“Eee o kadar konuştuk, celse ne oldu?”

“Beklediğimiz gibi sonuçlandı. On yedi şubatta ikinci celse var. O zamana kadar Celal'i bulabilirsek çok iyi olur. Senin ile ilgili, çantayı satan kişiden fatura koçanı istenmiş. Gelmediği için karara bağlanmadı ama seni suçlayacak başka da delil yok zaten ellerinde.”

“Tamam. Ben suçsuz olduğumu biliyorum ama arkadaşımı oradan kurtarmadan içim rahat etmeyecek. İbrahim, Zeycan sana emanet. Ağabeylerinin, hatta kendisinin de hayatı tehlikede olabilir.”

“Burada bana faydası dokunan tek kişi, Zeycan. Öyle olmasa çoktan yollardım senin yanına.”

“Buralara gelmesinin daha iyi olacağını sakın ona söyleme, Zaten istiyordu atlar uçağa gelir. Ama sen de ona dikkat et.”

“Tamam, merak etme gözüm gibi bakarım.”

“İbrahim!”

“Efendim?”

“Zeycan değil, Zeycan Hanım!”

“Defol, deli.”

Erhan, İbrahim'in sesindeki neşenin farkında kapattı telefonu. Kendisi de neşelenmişti. Yanılmamıştı. Arkadaşı isteyerek kaçmamış, kaçırılmış ya da bulunduğu yere gitmeye mecbur bırakılmıştı. Şimdi önemli olan nerede olduğunu bulmaktı.

Kendisini telefon konuşması boyunca dinleyen annesi göz yaşını siliyordu. Celal ile ilgili hem iyi hem kötü bir haber almak kadını yaralamıştı. Erhan yanlarında konuştuğu için kendisine kızarken, babası annesini teselli etti. “Bu çocuklar zehir hafiye. Bulurlar onları da kurtarırlar. Merak etme sen. Hadi sil göz yaşını.”

“Bu celsede mahkemenin bitmeyeceğini biliyordum. Ama sonrakinde fatura koçanı da gelecektir, hem o arada biz Celal'i buluruz. O zamana kadar ağlamak yok, annem. Sonra hep birlikte güleceğiz.”

“Celal'in isteyerek gitmediğine sevindim, ondan ağlıyorum... Bir dakika! Sen ne dedin?”

“Ne dedim?”

“Ne demek, Celal'i buluruz? Senin ne işin var oralarda? İbrahim bulur. Gerekirse Yunus da gider, araştırmaya yardım eder ama sen gidemezsin!”

“Anne, o zamana kadar ben de neredeyse tamamen iyileşmiş olacağım. O yüzden bunu dert etme.”

“Tabii, tabii dert etmem. Neyi dert edeceğim ki? Oraya giderken kaza geçirdin, hala tedavi oluyorsun, yine gideceğim, kayıpları arayacağım diyorsun. Alihan, şu oğluna bir şey söyle, saçmalamasın. Ben onu bir yere yollamam.”

“Olur, Meliha, yollamayız.” Alihan Bey o kadar çabuk ve onaylayan yanıt verince Meliha Hanım sinirle döndü kocasına.

“Sen benimle dalga mı geçiyorsun?”

“Ne mümkün? Sen söyledin ben uygulayacağım.” Alihan Bey artık alenen gülüyordu.

“İşte böyle zamanlarda Bade'yi çok özlüyorum. Kızım hiç olmazsa bana destek olurdu.”

“Ne yani, erkek dayanışması mı var oğullarımla aramda?”

“Aynen öyle yapıyorsunuz.”

“Aman, Meliha seninle uğraşamam.”

“Sen benimle uğraşırsın da başa çıkamazsın.” Kocasına lafı bitince kaldığı yerden devam etmek için Erhan'a döndü. “Erhan, sana söylüyorum, aklından bile geçirme Antep’e gitmeyi. Asla izin vermem.”

“Anne, ben otuz yedi yaşındayım, on yedi değil. Gidebilecek durumda olursam, giderim.”

“Hadi bakalım, Erhan Bey! Otuz yedi yaşında anne sözü dinleniyor mu dinlenmiyor mu?”

Erhan, annesinin inadını bildiği için daha fazla üstüne gitmekten çekindi. En doğrusu o zamana kadar sessizliğe bürünmekti.


***** 

Fuat araştırmalarını bitirdiğinde yeni ipuçları ile karşılaştı. Ama buldukları basit bir kaçırmanın peşinde olmadıklarının ispatıydı. Biraz daha derinleşen aramalar ile kaçırma değil kaçakçılık olaylarının peşinde oldukları anlaşılıyordu. Fuat bulduklarını hemen İbrahim'e bildirmek için harekete geçti. Kendisine dosyaların ulaştığı şekilde posta kutusu aracılığı ile bilgileri yolladı. Tekin kod adı ile Lütfü kod adlı İbrahim'i aradı. Kızı görmeye gittiğini gözünün tuttuğunu ama belki bir iki kez görüştükten sonra kesin kararını vereceğini de telefonda söylemeyi unutmadı.


*****  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder