Uğur,
iş yerinde yine sessizdi. Ama bu kez aklındakiler başkaydı.
Erhan'ın
bugün yaptığı çocukların gözünde çok önemliydi. Onlar için uğraşan biri daha
vardı artık. Ama Erhan, çocukların çalışmasını izlemekten vazgeçmiş ve salondan
erken ayrılmıştı. Gerçi Hasan Usta ile tam bir asker edası ile konuşmuştu. Uğur
o an tüm duygularının kabarması ile oradan ayrılmak istemişti ama zorla da olsa
kalmıştı. Sonra Harun gelmiş ve tekerlekli sandalyelerin temini ile ilgili
müjdeyi vermişti. Takım en azından maçlara çıkarken sandalye sorunu
yaşamayacaktı. Sonra ne olmuşsa olmuş ve Erhan ayrılmıştı. Üstelik sadece
ağzında gevelediği bir veda cümlesi ile... Suat usta ile yaptığı görüşmeye
sinirlendiği için mi öyle ayrılmıştı? Erhan gittikten sonra çalışma bir saat
kadar sürmüş ve yapılan antrenman maçı ile çocukların moralleri daha da
yükselerek çalışma bitmişti.
Uğur,
neler olduğunu anlamaya çalışmaktan vazgeçti. Erhan'ın asker oluşu zaten
yeterince sinirini bozuyordu. Bir de neyi neden yaptığını düşünmek istemiyordu.
Belki o an kendini o adama karşı güçlü hissetmek, Uğur'u da aciz göstermekti
amacı? Evet, bu olmalıydı. Ne de olsa Uğur kadındı ve acizdi!
Erhan
böyle düşünecek biri miydi? Bilmiyordu. Erhan'ı tanımıyordu. Tanımak da
istemiyordu. Şimdi daha önemli dertleri vardı. Üç yıldır, içinde sakladıkları
yüzünden, yüzlerine bakarken çektiği utancı yine gizlemek zorunda olduğu
insanları aramak ve düzenlemeleri yapmak zorundaydı. Bu vicdan azabına daha ne
kadar dayanabilecekti acaba? Ölene kadar içinde bu acı ile mi yaşayacaktı? Söze
dökemediği pişmanlığı ile yaşayacaktı.
Cep
telefonundan kayınvalidesini aradı. Kadın yine içten selamladı gelinini.
Oğlunun ölümünden beri sık sık arayıp telefonda ağlamıştı. O ağlarken Uğur,
içinde bir yerlerin yandığını hissediyor ama o yangınları söndürecek
gözyaşlarını akıtamıyordu. Üç yıldır ağlamamıştı. Ne sevinçten ne hüzünden
gözyaşları dökülmemişti. Yaptığının cezası iki üç gözyaşı ile kesilecek miydi?
O yüzden belki de gözyaşları dökülemiyordu. Acısı dinmesin, kendine acıyanları
biraz daha üzmesin, yaptıklarının bedelini ödemesin diye...
Kayınvalidesi
hafta sonu gelecekti kocası ile birlikte. Telefonda yine ağlamaya başlayınca
Uğur telefonu kapatmak için izin istedi. Akşam mesaisi bittiğinde o günün
kendisini çok yorduğunun farkındaydı.
Yolda
en küçüğünü düşündü. Onur bugün Sedat ile buluşacaktı. Sabahki heyecanı gözünün
önüne gelince o gün ikinci kez tebessüm yayıldı dudaklarına. Küçük kardeşi
büyüyordu. İlk kez bu kadar heyecanlı, ilk kez bu kadar hevesliydi. Çok güzeldi
Onur. Belki de en güzelleriydi, ama ilk kez bir erkek için hazırlanmıştı.
Hayatına girmek isteyenleri ya bakışı ya sözü ile iten biriydi. Sedat da ne
vardı da onu itememişti?
Evet,
Sedat çok yakışıklıydı. Çok da konuşkan neşeli biriydi ama Onur ilk kez böyle
biri ile tanışmamıştı ki! Bu Ertaş kardeşlerde şeytan tüyü mü vardı acaba? Umut
da kalbini çoktan kaptırmıştı ama farkında değildi. Yunus da kardeşine bakarken
gözlerindeki sevgiyi gizleyemiyordu. Acaba Erhan da kardeşlerinin sevgisinden
haberdar mıydı?
Olsa
ne olacaktı?
Erhan,
ikisinden de soğuktu. Az konuşuyor, az gülüyordu. Ama bu kardeşleri ile de
konuşmadığı anlamına gelmiyordu. Belki biliyordu kardeşlerinin neler
hissettiğini...
Eğer
iş ciddiyete binerse onun ağzını arar kardeşlerinin neler düşündüğünü öğrenmeye
çalışırdı. O zamana kadar karışmayacaktı iki kardeşinin de aşk hayatına... Sonra
bu düşündüklerine güldü. Erhan ile bu kadar özel bir konuyu nasıl konuşacaktı
ki? O adam buz dolabı gibiydi!
*****
Erhan,
ertesi gün görülecek dava ile ilgili İbrahim'i aradı. İki gündür kendisinden
yeni bir haber alamamıştı. Davanın o celsede neticelenmeyeceği ortadaydı. Öyle
bir beklentisi yoktu. Ama belki kendisi ile ilgili beraat kararı çıkar diye de
ümitleniyordu. İbrahim'in sesi pek de umut verici değildi.
“Erhan,
yarın için ümitlenmediğini umuyorum. Elimden geleni yaptığımdan emin ol ama
daha sanki çok başındayız dosyanın.”
“Neden
öyle dedin? Bir şeyler mi öğrendin?”
“Daha
değil ama öğreneceğim. Avukatın olarak yapabileceklerimin haricinde arkadaşın
olarak da yapacaklarım var. Sen lütfen iyileşmeye bak. Ben burada elimden
geleni yapıyorum merak etme.”
“Hiç
şüphe etmedim ki. Sadece olumlu gelişme var mı diye merak ettim, ondan aradım.”
“Yarını
bir atlatalım, sonra ararım ben seni.”
“Tamam,
senden haberleri bekliyorum.”
“İyi
bak kendine.”
“Tamam,
buzlu havada araba kullanmam.” Erhan bunu söylerken gülebileceğini hiç
düşünmemişti ama sesinde gülümseme vardı. İbrahim de gülerek kapattı telefonu.
Sıkıntısından
kurtulmak için maketinin başına geçti. Maketleri yapmaya başladığından beri
daha az okumaya başlamıştı. İkinci uçak da bitmek üzereydi. Bundan sonra ilk
kez gemi maketi yapacaktı. Belki o biraz daha fazla oyalardı kendisini. Annesi
dernek toplantısındaydı. Pazartesi günkü toplantı ertelenmişti. Bir saate kadar
gelecek, tekerlekli sandalyeler ile ilgili kararı da böylece öğrenecekti.
Yapıştırma
işleri bittikten sonra kuruması için kenara koydu uçağı. Bir saattir aynı
pozisyonda oturunca yine ağrıları başlamıştı. Aralıklarla oturup kalkması
hareket etmesi gerektiğini bildiği halde bir saat boyunca oturmasının tek
suçlusu kendisiydi. O zaman ağrılarını da kendisi geçirecekti... Germe
hareketlerini yaptıkça rahatladı.
Yunus
eve geldiğinde Erhan'ı uzanmış buldu.
“Ne
o, ağrın mı var?”
“İkinci
uçağı bitirdim. Boyaları kaldı. Ama o da beni bitirdi. İyiyim ama. Sadece uzun
süre aynı şekilde oturduğum için ağrıdı biraz sırtım. Sen nasılsın?”
“İyiyim
ne olsun?” İyi değildi. İçi içini yiyordu ama bunu söylemeyecekti.
“Annem
gelmedi mi toplantıdan?”
“Birazdan
gelir. Lafa dalmıştır hatunlar yine.”
“Bir
kere ben de gitmiştim anımsıyor musun? Hukuki bir konuda yardım istemişlerdi. O
zaman hayret etmiştim. Toplantı bittikten sonra kapı ağzında bir saat kadar
konuşmuştu kadınlar. Ayakta yapılan muhabbet daha tatlı geliyor sanırım.”
“Evet,
nedense öyle bir alışkanlık var. Yılbaşı gecesi de sizler öyleydiniz. Kızları
yollamamak için çabalayıp durdunuz.” Lafı Umut'a getirmekti derdi. Hazır
ikisiyken konuşurdu belki.
“Ne
ilgisi var?”
“Ayaküstü
konuşmanızı izlemiştim. Bırakmamak için uğraşıyordun gibi gelmişti.”
“Yanılmışsın.
Uğur ile ilgili konuşuyorduk.”
“Uğur
ile mi ilgili? Ne olmuştu o gece? İçeride bir şeyler olduğu belliydi ama kimse
anlatmayınca ben de sormamıştım.” O gece ne olduysa belki sonraki soğukluğunun
nedeni de oydu!
“Erhan,
Uğur'un kocasının öldüğünü söylemiştim anımsıyor musun?”
“Evet.”
“Asker
olduğunu ve çatışmada öldüğünü söylemiş miydim?” Erhan, donmuştu. Hiç
beklemediği bir şeydi.
“Ciddi
misin?”
“Evet,
o yüzden askerlerden uzak duruyor. Asıl işi Gata da imiş ama ayrılıp, bir süre
evde oturmuş, sonra da bu hastanede işe başlamış.”
“Yani?”
“Yani
o gece senin de asker olduğunu öğrenmiş. Hani senin dosyanı isteyip durmuştu
ya! İlk gittiğimizde gerçekten ben karıştırmıştım dosyaları. Kasıtlı değildi
ama sonra özellikle götürmenizi engelleyecek şekilde davrandım. Sonra da gerek
kalmadı zaten.”
Erhan
duyduklarını anlamakta zorlanıyordu. Asker ile evlenmiş biri şimdi askere
düşman mıydı? Ne demek istiyordu Yunus? Onun için mi kendisine o kadar kötü
davranıyordu? Buz gibiydi bugün!
“Askerleri
sevmiyor mu artık? Ne yani asker olunca tedavi etmeyecek miydi? Bu nasıl bir
mantık? Bu nasıl bir doktorluk?” Çok sinirlenmişti. Ne demek askere tedavi
uygulamamak diye köpürüyordu. Ondan hiç böyle bir şey beklememişti. Uğur
tanıdığı gibi biri değil miydi? O bunları düşünürken Yunus gerçeği açıklamaya
başlamıştı bile.
“Şu
an asker olduğunu biliyor ama yine de tedavini yapıyor değil mi? O zaman
askerlere düşman olmadığını kabul etmeliyiz. Kendi yaşadıklarını anımsamamak
için uzak durmak istemesi çok normal. Kocası çatışmada ölmüş. Bu kimin başına
gelse tepki vermesi, uzak durması çok doğal.”
“Bunu
ben de biliyorum. Ama bunca yılını asker olarak geçirmiş biri olarak yine de
sinirleniyorum.” Sinirliydi ama ilk duyduğu andaki kadar değil. O kadını
anlamak çok da zor değildi. Kendisi cephede görevli olmasa da sıcak bölgelerde
olan arkadaşlarının, askerlerini kaybettiğinde neler yaşadığını çok iyi
biliyordu. Bu kadın kocasını kaybetmişti. Hiç kolay değildi yaşadıkları...
“Sen
de haklısın!”
“Beni
susturmak için mi öyle diyorsun?”
“Hayır,
gerçekten sen de haklısın. Ama o da haklı. Sevdiğin birinin ölümü seni de bu
hale getirebilirdi.”
'Sevdiği
birinin ölümü!'
Uğur'un
sevdiği erkek! Nasıl biriydi acaba? Nesini sevmişti? Kaybına nasıl dayanmıştı?
Nasıl bir erkek o kadının kalbini çalmış ve hala geri vermemişti? Tüm bu
soruların yanıtını asla öğrenemeyeceğini biliyordu. Uğur, güzel denilebilecek
bir kadındı ama insanı ilk görüşte çarpan biri değildi. Aksine fark edilmeyecek
kadar kendini silebilmişti. Yine de etrafında bir sürü erkek vardı. Uğur ve
Harun bir dakika bile yalnız bırakmıyordu neredeyse Uğur'u. Meslektaşı da âşık
mıydı? Gerçi onun ilgisinin hep arkadaşlık boyutlarını görmüştü. Ama Harun'un
arkadaşlıktan çok öte duyguları olduğu belliydi. Nasıl sarılmışlardı? Kimse de
yadırgamamıştı. Demek ki takımdaki herkes biliyordu! Bana ne? Dedi en sonunda.
Bana ne ki? Kim kime âşık olursa olsun. Ben iki yıl önce sıramı savdım, diyerek
Yunus'a döndü.
“Sedat
ne yaptı? Buluşabilmiş mi?”
“Sedat
fena kapıldı. Kız arayacak da gelemeyeceğim diyecek, diye aklı çıktı. Gerçi
kendisi de itiraf ediyor ama aşkı kabullenmiyor daha.”
“Neden
aşkı kabullenmiyor? Çok hızlı olduğunu mu düşünüyor?”
“Sanırım
öyle.”
“Aşk,
her çeşit gelebilir. Bir bakışla âşık olunamaz mı? Kim engelleyecek? Ya da uzun
zaman bir arada olan kişiler bir gün âşık olamaz mı?”
“Sen
neden bu akşam bu kadar aşk konularına girdin?”
“Sedat
ve aşkı yüzünden girdim. Neden girmeyeyim? Aşk özel ve güzel bir şey!”
“Senin
aşkın da özeldi. Ama sen onun peşinden gitmedin!”
“Çünkü
o başkasını seviyordu. Sevdiği de ona âşıktı! Ne yapacaktım? Aralarına mı
girecektim? O zaman benim sevgimin ne anlamı kalacaktı? Biri güzel bir söz
etmiş, sevmek, sevdiğini mutlu görmektir. Ben de onu mutlu görüyor ve seviniyorum.”
“Erhan?
Aşk insanı olgunlaştırıyor mu?”
“Olgunluktan
ne anladığına bağlı. Çılgınlar gibi gülmek istemek de aşkın içinde, ağlama
isteği de.”
“Bunları
bilmek de olgunluk değil mi?”
“Sanırım
öyle. Şimdi sen söyle, sen neden bu akşam aşk konusuna bu kadar girdin? Sedat
yüzünden deme, o benim mazeretimdi.”
“Bilmem,
sanırım ben de Sedat yüzünden konuşuyordum.”
“İyi
öyle olsun. Bizim küçük prens geldiğinde öğreniriz aşkın nasıl bir şey
olduğunu.”
“O
biliyor mu acaba? Nişanlısını düşününce Sedat'ın hata potansiyeli yüksek
diyorum.”
“Aynı
hatayı yapması affedilmez ama bu kez hata yapmayacak gibi geliyor.”
“Bana
da öyle geliyor.”
“Kapı
mı açıldı?”
“Annem
geldi. Ben yardıma gidiyorum. Sen de gel de erkenden yemeği yiyelim.”
*****
Umut,
tok olduğunu söyleyip odasına çekildi. Uğur, kardeşinin arkasından baktı.
Canının sıkkın olduğu belliydi. Ama kendisi de onunla ilgilenemeyecek kadar
yorgundu. Ruhu yorulmuştu. Birkaç yıl önceki Uğur ile ne kadar farklıydı. O
zamanlar hemen her şeyden keyif alan, gülen, güldüren biriydi.
Atilla
ile Gata da tanışmıştı. Göreve yeni başlamış biriyken, yaralı askerini ziyarete
gelen Atilla ile karşılaşmış, sonra da sık sık görüşmek için bahaneler yaratan
erkeğin sevgisini hissetmiş, kendi duygularını da gizleyemez olmuştu. Önce
çıkma teklifi, ardından evlilik teklifi gelmişti. Altı ay sonra evlendiklerinde
Uğur, görev yerini değiştiremeyeceğini kocası ile gidemeyeceğini biliyordu.
Atilla da bunu biliyordu. Kendisi zaten dağ başında görev yaparken karısını da yanında
sürükleyemeyeceğini bildiği için teklif bile etmemişti.
İstanbul
Gata da görevini devam ettirirken sık sık izinlerini hafta sonları ile
birleştirip uçakla Van'a gidiyor, oradan Hakkâri’ye geçiyordu. Diğer zamanlarda
da Atilla ona geliyordu. Biraz pahalı bir yaşam olsa da ikisi de başka türlü
yaşayamayacağını biliyor, diğerinin yaşamını değiştirmek için talepte
bulunmuyordu.
En
son Atilla izne gelmiş, yılbaşını birlikte geçirmişlerdi. Sonra... Sonra geri
dönmüş ve iki gün sonra çatışmada ölmüştü. En son ayrılıkları ölümüne neden
olmuştu kocasının. Üç yıl önce bu günlerde hayatta olan adam artık yoktu. Tam
bir hafta sonra yine o mezarlığa gidecek ve yine aynı olayları yaşayacaktı.
Atilla’nın annesinin ve babasının yüzüne bakmak zorunda kalacaktı. Başı
ağrıyordu. Neler yaşayacağını bildiği için o ağrının bir hafta süreceğini de
biliyordu.
Onur
daha gelmemişti. İnşallah gecesi güzel geçiyordur, diye düşündü. Gerçi saat
daha erkendi. Babası ile yemek yeyip, odasına geçmişti. Başının ağrıdığını
söylememişti. Makale okuyacağını söylemiş, babasını televizyonu ile baş başa
bırakmıştı.
*****
“Anne,
başkana benim için de teşekkür et olur mu? Bu çok güzel bir haber oldu. O
kermesteki kazanç ne kadar çok olursa o kadar kendimi iyi hissederim.”
“İyi
olur. Kızlar da kendi çevrelerine söyleyecekti. Böylece daha çok alıcı gelir.”
“Sen
o zamana kadar yine bir şeyler yapacak mısın?”
“Hazırda
olanlar var. Yeni bir şeyler yapabilirsem eklerim.”
“
O zaman benim maketler için de yar aç. Onları da satacağım.”
“Bak
bu da güzel fikir. Çocuklar sever uçakları, gemileri.”
“Ben
de onlara güveniyorum zaten.”
“O
zaman ben de sana yardım edeyim. Birkaç tane daha yapalım. Olmaz mı?”
“Olur.
Kızların böyle yetenekleri var mı acaba? Belki onlar da katılmak ister?”
“Yunus,
sorsana Umut'a var mı el emeği ile yapabilecekleri bir şeyler?”
“Erhan,
Uğur'a sorsun.”
“Erhan'ın
sorması yakışık almaz. Sen Umut'un eski arkadaşısın. Senin sorman daha doğru
olur.”
“Tamam,
bir ara sorarım.”
“Oğlum
saat erken ara işte kızı. Neden geciktiriyorsun?”
Yunus,
pazardan beri aramamıştı Umut'u. O gün yaptıkları konuşmadan sonra Umut'un
kendisini nasıl gördüğünden emin olmuş ve kararını uygulamaya koymuştu. 'Arkadaşından' uzak duruyordu. Şimdi ararsa
sesini duyacak ve kararları yerle bir olacaktı. Bunu söyleyemeyeceği için nasıl
kurtulacağını bilemiyordu.
“Sen
ara anne. Hem, bilmiyorlarsa da senin öğreteceğin şeyler olabilir.” Meliha
Hanım, uzun yıllar kurslarda eğitmenlik yapmış, görev yaptıkları illerde
kurslar açmıştı. Kızlara da ders vermekten memnun olurdu.
“İyi
tamam ararım. Getir telefonumu.” Yunus'un aramak istemediğini anlamıştı. Israr etmedi.
Belki de kavgalıydılar!
Yunus,
aramaktan kurtulduğu için mutlu olmuştu. Hemen annesinin çantasını getirdi.
Telefon konuşmasını dinlemek istese de orada olmamak için dışarıya çıktı.
Erhan, Yunus'u izledikçe üzülüyordu. Yunus sırılsıklam âşıktı. Ve bunu artık
kendisi de biliyordu.
“Umut,
merhaba kızım. Nasılsın?”
“...”
“Bizler
de iyiyiz. Sesin biraz kötü hasta mısın?”
“...”
“Anladım.
Aman dikkat et kendine. Bak ne soracağım, hani kermes düzenleyeceğimizi
söylemiştik ya, bugün bizim derneğin başkanı ile konuştum, toplanan paraya göre
tekerlekli sandalyeler için de para ayırmaya karar verdi. Ama iki mi üç mü
sandalye alınacağı satış rakamlarına göre belirlenebilecek.”
“...”
“Uğur
kızıma söyle, teşekkür edilecek bir şey yok. Bunları yapmamız zaten görevimiz.
Aksini düşünemem bile.”
“...”
“Sizler
de sağ olun, güzel kızlarım. Umut, bak ne soracağım, sizin de kermeste
satabileceğiniz bir şeyler var mı?”
“...”
“Anlıyorum.
Siz de haklısınız o kadar koşturmanın içindeyken el işi ile uğraşmaya vakit mi
kalır. Ama yine de temiz, eski giysinizden, okunmuş kitabınıza kadar her şeyi
satabilirsiniz. Aklınızda olsun.”
“...”
“Tamam,
sen bana haber ver, ona göre ben sizin için de masa tutarım.”
“...”
“İyi
geceler, herkese çok selam söyle.”
Yunus,
annesinin telefonu kapattığını duyana kadar koridorda dolanmış, duymamak için
de şarkı mırıldanmıştı. Ama aklı sadece neler konuşulduğunda takılıydı. Acaba
kendisini sormuş muydu? Annesine soramazdı. Erhan'a da soramazdı. Çıldıracaktı.
Nasıl olur da arkadaşım dediği birine bu kadar tutulurdu? Üstelik onsuz tek bir
an geçirmek istemezken nasıl ondan uzak durabilirdi?
Yunus,
mutfağa girdiğinde, Erhan annesine telefon konuşmasını soruyordu. Kızların el
işleri ile arasının olmadığını söylüyordu annesi. Umut, yine de bir şeyler
düşüneceğini söylemişti. Kek ve kurabiye yapabilirim, demişti. O da çok
satılan, aç olanların en çok rağbet ettiği masalardan olurdu. Kötü fikir
değildi. Yılbaşı gecesi getirdikleri yemeklerin lezzetinden, becerikli
oldukları anlaşılıyordu. Annesi bunları sıralarken Yunus da dikkatle
dinliyordu.
Erhan,
Yunus'un telefon konuşmasını merak ettiğini bildiği için asıl bomba sorusunu
sordu.
“Umut'un
sesi neden değişikmiş? Hasta mıymış?” Yunus, soruyu duyar duymaz annesine
bakıp, “Umut hasta mı? Nesi varmış? Kötü müydü sesi?” sorularını sıraladı.
Erhan ve Meliha Hanım, Yunus'a bakıp belli etmeden bir de birbirlerin baktılar.
Meliha Hanım, oğullarının aşk hayatına asla müdahale etmezdi ama neyin ne
olduğunu da anlardı. Şu an olduğu gibi durumlarla karşılaştığında ise fırsatı
kaçırmazdı.
“Canı
sıkkınmış. Ne olduğunu söylemedi. Sanırım özel bir durum. Erkek arkadaşı var
mı? Belki
ayrılmış ona üzülmüştür?” Oğlunun renginin atmasına üzülse de bir telefon
açamayacak kadar aralarının bozulacağı neler yaşandığını merak ediyordu.
“Yok,
erkek arkadaşı! Yani yoktu. İki gündür
konuşmadık. Yeni biri var mı bilmiyorum.”
“O
kadar kısa sürede tanışıp ayrılıp üzülecek bir kıza benzemiyordu.”
“Öyle
biri değil zaten.”
“Allah
Allah, neye üzüldü, neye sıkıldı acaba?”
Erhan,
Yunus'un haline acıyıp başka bir mazeret buldu, “Yılbaşından önce işlerinin çok
olduğunu, ocak ayının en az yarısına kadar da yoğun olacağını söylemişti. İşle
ilgilidir. Önemli değildir.” dedi.
“Evet
ya işleri yoğundur. Yoksa hastalanacak olabilir mi? Bazen hastalık da
halsizlikle insanı deli eder ya. Öyle olmasın?” Yunus yine de rahat değildi. Ya
gerçekten hastalanıyorsa?
“Yarın
ara sor bari. Bu kadar merak ettiğine göre!” Babası en sonunda dayanamamış,
oğlunun aramasını söylemişti.
Alihan
Bey de Yunus’taki değişimi görüyordu. Ama oğullarını annelerine havale edeli
çok olmuştu. Meliha'sı hepsinin hakkından gelebilecek kadar güçlü bir kadındı.
“Ararım
belki.” Aramayacaktı. Belki Onur biliyordur ve Sedat'a söylemiştir! Sedat'ın
gelmesini beklerken zaman geçmiyordu. En iyisi odasına gidip çalışmaktı.
Diz
üstü bilgisayarını açtı. Çalışırsa vakit daha çabuk geçebilirdi.
Sedat
eve geldiğinde saat on bir buçuktu. Sedat için erken bir saat olsa bile
yüzünden gecenin çok güzel geçtiği belliydi.
“Anlat.”
“Neyi?”
“Sedat,
anlat.”
“Anlatılacak
bir şey yok. Buluştuk, yemeğe gittik, sinemaya gittik, tatlı yedik, evine
bıraktım.”
“Özet
diye buna derim.”
“Yunus,
özet mözet, Onur hakkında söyleyeceğim tek şey bu.”
“Yani,
Onur, özel ve ona ait hiçbir şeyi paylaşmam mı diyorsun?”
“Aynen
öyle.”
“Pekâlâ,
şunu söyle, o ne düşünüyor? O da senden hoşlanmış mı?”
“Evet.”
“Bu
kadar mı?”
“Bu
kadar.”
“İyi
öyle olsun.”
“Yunus,
gece çok güzeldi ve ben hala etkisindeyim, anlatmıyorum diye bana tavır yapma.
O gerçekten çok özel ve öyle kalması için de yaşananları anlatmamam gerekir.”
“Biliyorum.
Zaten gerçekte sorma nedenim oydu. Anlatsaydın seni ondan vazgeçirmek için
uğraşırdım. Ama sen hislerin doğrultusunda hareket ettiğine göre aynen devam et
küçük kardeş. İnşallah bu kez doğru kızdır.”
“Doğru,
eminim.”
“Sedat,
hiç Umut'tan söz edildi mi? Hasta olabilir mi?”
“Yoo,
neden sordun hasta mıymış?”
“Bilmiyorum.
Annem telefon açtı bu akşam. Öyle bir şeyler konuşmuşlar ama anlayamadım.”
“Arayıp
sorsaydın ya!”
“Arayamam.”
“Neden,
kavga mı ettiniz?”
“Hayır.”
“Oğlum
neler oluyor?”
“Sedat,
onu görmek istemiyorum artık.”
“Niye?”
“Niye
olacak, gördükçe daha çok bağlanıyorum. Bunu yapamam, onunla olan arkadaşlığımı
kendi bencil hislerim yüzünden bozamam. En azından böyle davranarak
arkadaşlığımızı askeri düzeyde bile olsa, sağlam tutabilirim.”
“Onu
aramayarak, görmeyerek doğru mu davranıyorsun?”
“Birincisi,
ben ondan hoşlanıyorum diye onun da benden hoşlanması gerekmez. Zaten öyle bir
şey de hissetmedim. O beni arkadaşı olarak görmeye devam ediyor. İkincisi biz
arkadaş olarak yola çıktık. Nasıl bir erkek, arkadaşım dediği kadına, başka
gözle bakar? Ben o kadar aşağılık olmayacağım.”
“Şimdi
saçmaladın işte. Neden aşağılık oluyorsun? Duygularını sen sipariş edemezsin.
Değiştirmeye uğraşamazsın. Adı üstünde duygu bunlar. Kendiliğinden gelirler ve
giderler.”
“Tamam,
ben de gitmelerini beklerim.”
“Sen
bu işi gurur meselesi yaparken belki de hayatının kadınını kaçırıyorsun. Deli
misin?”
“Evet,
deliyim. Ama böyle olmaya devam edeceğim.”
Kesip
atmıştı Yunus. Çünkü devam ederse Sedat'ın kendisini ikna etmesinden
korkuyordu. Ekrana dönüp çalışıyormuş gibi yaptı. Sedat da mesajı almış ve
susmuştu.
*****
Doktor uğurun sırrı ne,? Yunus ve Erhan ne yapacak ? Ve Sedat ile onur şahane :))))
YanıtlaSil