Silivri gişelerinden geçtikten sonra
hepsini evdeki karşılaşmanın sıkıntısı basmıştı. Poyraz, annesinin hem Nur ve
kızının yaptıklarını hazmetmek zorunda kalması hem de oğlunun sağ salim
gelişini normal karşılaması beklemiyordu. Tansiyonu fırlayacak diye çok korkuyordu.
Ne yapacaklarına karar veremeden konuşuyorlardı. En sonunda Alize,
“Ben eve tek başıma girer biraz
konuşurum. Sonra seni arar ve gelmeni sağlarım. O sürede arabada oturursunuz.
Ilgın'ın da annenin de sağlığı önemli. Gerçi Neslişah annem çok dayanıklı, çok
güçlü bir kadın ama yine de ölümünü kabullendikten kısa süre sonra sağ salim
görmek tansiyonunu fırlatabilir.”
“Tamam, yine de ilacını almasını
sağla.”
Evin önüne geldiklerinde Poyraz
güvenliğe de görünmemek için eğilmişti. Herkesten önce annesinin öğrenmesini
istiyordu. Zaten Ercan'ın arabasını tanıyan görevliler hemen kapıyı açmıştı.
Villanın zilini çalan Alize nasıl konuşacağını nasıl hazırlayacağını düşünüyor,
yine de hiçbir yol bulamıyordu. Kapıyı hizmetçi açınca kısa bir süre daha
kazanmış oldu.
Neslişah Hanım ile Ilgın karşılıklı
oturmuş çay içiyordu. İkisi de konuşmuyordu. Alize'yi görünce ayağa kalkmak
istese de Alize oturttu annesini. İkisini de öptükten sonra karşılarına oturdu.
“Erken döndün?”
“Sizleri daha fazla yalnız bırakmak
istemedim. Nasılsınız demeyeceğim çünkü eminim siz de benim gibi ellerinizle
boğmak istiyorsunuz ikisini de! Haksız mıyım?”
“Çok haklısın Alize, inan o kadını
parçalara ayırabilirim. Ne Nur ne de Nurhan bir kez daha karşıma çıkmasın. Onları
tarif edecek kelimeler lugatımda yok. “
“Merak etme anne benim lugatımda var.
Dünden beri de hepsini aralıksız sayıyorum.” Neslişah Hanım o kadar
sıkıntısının arasında gülümsemeye başladı.
“Alize, sen de olmasan ben neye
güleceğim. Bu tatil sana da iyi gelmiş. Orkun Bey, özellikle uzaklaşmanı istemiş. Öyle dedi.
Doğrusunu öğrendim yani. Nereye gittiniz?”
“Çok güzel bir yere gittik. Bahçe
içinde bir köy evi desem ya da doğrusunu söyleyeyim çok güzel bir deniz
fenerinde kaldık.”
“Deniz fenerinde mi? Denize olan
tepkini yenmek için mi? Kızım senin denizi ne kadar sevdiğini biliyoruz eninde
sonunda yine tekneye bineceksin.” Neslişah Hanım anlayışlı davranmaya
çalışıyordu. Gelininin denizi ne kadar çok sevdiğini bildiği için Ercan'ın
terapi niyeti ile götürdüğünü tahmin ediyordu. Alize ise suskun olan Ilgın'a da
bakıp devam etti konuşmaya.
“Anne, bir gün birlikte gidelim oraya.
Deniz fenerinin bekçisi karı koca o kadar tatlı insanlar ki. Tanımanı isterim.
Ilgın sen de gelirsin değil mi? Bayılacaksın oralara.”
İki kadın da Alize'nin sesindeki
mutluluk tınısını yeni yeni fark ediyordu. Soru dolu bakışlarını önce Alize'ye
sonra da birbirlerine çevirdiler.
“Şey... Geliriz tabii. Sen madem bu
kadar beğendin!”
“Evet, o kadar güzel ki nasıl anlatılır
bilemiyorum. Bir de... Yani bunu nasıl söylerim hiç bilemiyorum ama orada çok
yakışıklı birini tanıdım. Yani... ne bileyim... sanki oranın deli poyrazı bana
yeni bir aşk yolladı...” Daha lafı bitmeden iki kadın da yerinden fırlamıştı...
“Oğlumu mu buldun?”
“Ağabeyim yaşıyor değil mi?”
“Sizden de bir şey saklanmıyor!”
Alize sadece gülüyor kafasını
sallıyordu. Ayağa kalkmış kendisine sarılan kadınlara sarılmış ve onlarla
birlikte gülerek mutluluk yaşlarını akıtmaya başlamıştı.
Neslişah Hanım kapıya doğru bakıp,
“Nerede Poyraz? Gelmedi mi seninle?”
“Geldi anne ama görmeden önce haber
vereyim istedik. Gerçi sakin sakin anlatacaktım ama bende o yetenek ne gezer?
Allah'tan sizler dayanıklısınız. Maazallah en istemeyeceğimiz şey geceyi
hastanede geçirmek.”
“Oğlumun yaşıyor olması beni hasta
etmez, ölüm yatağından kaldırır. İçim hiç inanmamıştı.” Kapıya doğru yürümeye
başlamıştı bile.
Kapıyı açtığında Poyraz da arabadan
iniyordu. Anne oğulun kucaklaşması görülmeye değerdi. Defalarca kez
birbirlerini öpen ana oğulu izleyen Ilgın ile Alize yaşlarını siliyordu. Ilgın
da dayanamamış koşmuştu ağabeyine. Alize onlara doğru seslenerek,
“Demek ki yeni bir aşk bulduğuma ikna
edemedim sizi.”
“Alize, hayatta inanmayacağım bir şey
varsa o da senin bir başkasına aşık olacağın... Oğluma olan aşkını gördükten
sonra aklıma bile getirmem bunu.”
“Beni de kandıramazsın Alize. Onun
kaybında seni de kaybettiğimizi sandım. Bizler de çok acı çektik ama seninki
başkaydı.”
“Acı günler bitti artık. Bundan sonra
hep mutlu olacağız.”
Ercan ile Aslı'yı da zorla davet eden
Poyraz içeriye girdiğinde görevliler de dahil herkes çığlık çığlığa
bağırıyordu. O gece ana oğul saatlerce sarmaş dolaş oturmuştu. Alize arada bir
kocasının kollarında olma isteğini bastırmaya çalışsa da kayınvalidesinin
mutluluğunu engelleyecek bir hareket yapmamak için özen gösteriyordu.
Ilgın da mutluluğunu Orkun ile
telefonda paylaşmıştı.
“Yemeğin en alasını hak ettin,
biliyorsun değil mi?”
“Ben de ne zaman arayıp yemek
ısmarlayacağını merak ediyordum.”
“Sen ne zaman istersen.”
“Her zaman isterim.”
Ilgın cümleyi doğru anladığından emin
olmadığı için sadece “olur” diyebilmişti.
Kısa süre sonra kapı çaldığında
Alize'nin anne babası ellerinde kutlanamamış doğum günlerinin pastası ile
gözükmüşlerdi. Ilgın'ın daveti ile Orkun da katılmıştı partiye.
O gece sabaha kadar kimsenin aklına
uyumak gelmedi. Sabaha karşı tüm yaşananlar ve emniyette olanlar konuşulmuştu.
Telefonda dinlediklerini bir kez de yüz yüze dinleyen dörtlü noksan nokta
kalmayan olayı kapatma taraftarıydı. Elbette mahkemeler sürecekti. O mahkemeler
bitip de cezaları kesinleşene kadar konu ortada konuşulacak olsa da yüzlerini
görmeyeceklerdi. Bugünden sonra tek amaçları huzurlu ve mutlu bir yaşam
sürmekti.
Neslişah Hanım, Nurhayat için üzülse
de onu da görmek istemiyordu. Baki ağabeyini sevse de onu görmek de kendisini
rahatsız edeceği için bir süre görmek istemiyordu. Odadaki herkes ona hak
veriyordu.
Görevlileri çoktan uyumaya göndermişti
Neslişah Hanım. Ilgın, çayları koymak için mutfağa gittiğinde Orkun da peşinden
kalktı. Poyraz arkalarından baksa da sesini çıkartmamıştı. Alize kocasının
bakışlarını takip edip sonra da gülmeye başladı.
“Orkun'un damat olacağı gerçeğine
alışsan iyi olur. Bizim gibi aceleleri yok ama yine de çok beklemezler gibi
geliyor.”
“Bana da.” derken sesindeki sıkıntılı
ifade herkesi güldürmüştü.
Mutfakta ise çayları koyan Ilgın'ı
kapıdan izleyen Orkun gülümsüyordu.
“Yemeğimi ne zaman yerim?”
O konuşmadaki son cümleleri anımsayan
Ilgın utanmıştı. İşi şakaya boğmaya çalıştı.
“Ağabeyimin yaşadığını biliyordun ama
bunu benden sakladın. Ne yemeğinden bahsediyorsun? Şikeli bir ödül bu ve ben
şike yapanlardan hiç hoşlanmam.”
“Ben şike yapmadım, hem ağabeyini hem
de yengeni korumak için mecbur kaldım. Alize'nin acısına dayanamaz söyler ve
her şeyi bozabilirdin. Yoksa en son isteyeceğim şeydi seni üzmek.”
“Neden? Benim buradan gördüğüm ise
beni çok rahat üzebildiğin!”
“Ilgın ciddi olamazsın. Seni bu kadar
severken nasıl üzebilirim ki?”
“Beni seviyorsun yani?”
Orkun, az önce istemsizce yaptığı
itirafın yeni farkına varmıştı. Evet Ilgın'a aşıktı. Onun için canını verecek
kadar hem de. Ama bunu ailesinin evinde herkesin salonda oturduğu bir anda
söyleyeceğini rüyasında görse inanmazdı. Artık dönüşü yoktu.
“Evet seni seviyorum. Sana aşığım ve
ağabeyini bulduğuma göre haftalar önce konuştuklarımızı anımsatıyorum sana...
Bana yemek pişirmeye söz verdin.” Aslında Alize'nin evindeki konuşmayı
anımsatacak ve ağabeyini bulunca evliliği konuşacağız diye noktalanan konuşmaya
geri dönecekti ama evlilik teklifinin de mutfakta olmasının ne kadar yakışıksız
olacağını fark edip susmuştu. Ilgın da farkındaydı lafı çevirdiğinin ama o da
daha özel bir ortamda teklif almayı tercih ederdi. Hem daha birbirlerini iyi
tanıdıkları söylenemezdi. Ama bu kendi duygularını bastırmasını
gerektirmiyordu.
“Ben de seni seviyorum.”
“Ne?”
“Ne demek 'ne?' az önce sen demedin
mi?”
“Dedim ama senin diyeceğini
beklemiyordum. Ne kadar aptalım.”
“Ne demek bu? Yani yalan mı söyledin?”
Sesindeki burukluk içini acıttı Orkun'un. Üstelik artık kapıda değildi. Çayları
doldurmuş ama içeriyi götürmeyi akıl edemeyen Ilgın'a yaklaşmıştı.
“Aptalım çünkü seni öpemeyeceğim bir
yerdeyim. Aptalım çünkü içeride bir sürü kişi var ve hepsine ayıp ediyoruz. Yok
aptaldan da öteyim çünkü ağabeyinin beni öldürmesini göze alacak ve seni yine
de öpeceğim.”
“Delisin sen.”
“Delirten sensin. Ama ömür boyu
delirmeye razıyım.” Ilgın son cümleden sonra hiçbir şey söyleyemedi. Gülümseyen
gözlerle bakıp sadece kafasını salladı. Sonra da Orkun'un öpücüğüne yanıt
verdi.
“Bana mutfakta mı evlenme teklif
ediyorsun?”
“Şimdilik idare et. Sonra daha
güzelini bir kez daha yaparım. Yanıtın?”
“Şimdilik evet, ama sonrakinin
yanıtını şimdiden bilemem.”
“Gel buraya çılgın kız. Seni
seviyorum.”
Kısa ama tutkulu öpücükten sonra ikisi
de zorla toparlanıp çayları da alıp salona döndüler. Poyraz daha fazla
dayanamadı “O çayları soğuttunuz yenisini koyun diyeceğim ama onlar da soğuk
gelir diye demiyorum.”
Alize, Poyraz'ın dizine çimdik atmış
iki anne de öksürmeye başlamıştı. Orkun ile Ilgın ise kıpkırmızı olmuştu.
Orkun,
“Özür dilerim, Ilgın ile bana verdiği
bir söz için konuştum. Sözünü tutmak istemedi ama sanırım ikna oldu.”
“Neymiş o söz?”
“Seni bulursam bana kendi elleri ile
yemek pişirecekti. Yan çizmek istedi ama sonunda kaçışı olmadığını anladı”
“Neden kaçışı yokmuş.”
“Ben sözümü tuttum. Kurt ailesinde de
sözünü tutmayan birisinin olmayacağını anımsattım.”
Odada olan herkes sözlerin gerçekte
konuşulanları saklamak için sarf edildiğinin farkındaydı. İki gencin arasındaki
çekimi de fark ettikleri gibi!
Sabah beş gibi herkesin uykusu ağır
basınca ayaklandılar. Alize annesi ile babasını kendi villalarına davet etse de
Neslişah Hanım bırakmamıştı dünürlerini. Alize ile Poyraz evlerine yürürken
havanın soğuk olmasını da fırsat bilip hemen sarılmışlardı.
Ilgın konuklarına yatak hazırlamadan
önce Orkun'u uğurladı. Kapının önünde fazla oyalanamayacağını bildiği için
kısacık iki öpücük kondurup içeri kaçmıştı.
Ertesi sabah Poyraz ile Alize holding
binasından içeriye girdiklerinde yer yerinden oynamıştı. Tüm çalışanlar
odalarından fırlayıp patronun dönüşünü gözleri ile görmek için birbirinin önüne
geçmeye çalışmıştı. Saat daha on olmadan tüm haber kuruluşları son dakika
haberi olarak Kurter Holding’in en tepesinde olan Poyraz Kurt’un kurtulduğunu,
yengesinin ve kuzeninin tutuklandığını yazıyordu.
Naz’ı telefonla aramışlar uyuduğu için
Faruk ile konuşmuşlardı. Naz hastaneden çıkıp evine gelmişti bile. En çok
şaşırdıkları ise Faruk’un izin alıp hala başında bekliyor oluşuydu. Alize
gülmeye başlayınca Poyraz üstüne yürüyüp kollarına almış “Ben yokken de rahat
durmadın sanırım. Sen yas tutmayı bile beceremiyorsun. Ne iş bu? Naz ile Faruk
arasında ne var?”
“Henüz bir şey yoksa da yakında
olacaktır hayatım. Naz, Faruk’un platonik aşkıydı. Şimdi ise şansını iyi
değerlendirir de Naz’ı aşık ederse gerçek aşkı olmayı başarır.”
Poyraz da öyle olacağını hissediyordu.
Çünkü karısının elinin değdiği her şey güzelleşiyordu.
“Nihal hanıma neler yaptın peki ben
yokken? Sanki sana benden daha çok saygı duyuyor gibi hissettim. Sana bakışları
sevgi dolu.”
“Hiçbir şey yapmadım inan. Sadece ona
eşitimmiş gibi davrandım. Ama o da bunu asla suistimal etmeyecek biri. Hem ben
burada çalışacaksam ki bunu çok isterim, Nihal Hanım ortak asistanımız olmalı.”
“Dur bakalım, asistanımı kapmana izin
veremem.”
“Yani burada çalışmama itirazın yok
öyle mi?”
“Sen deli misin? Senin gibi bir
cevheri bu kapının dışına çıkartır mıyım? Bu kocaman odanın bir kısmı da sana
ait olacak. Gözümün önünden bir saniye ayrılmayacaksın.”
“Hep bu odanın bir kişi için çok büyük
olduğunu düşünmüştüm. Sevdim bunu. Gece gündüz seni görmek ne kadar güzel bir
şey!”
“Seni görmek kadar değil ama!”
“Sen yokken Ilgın'a da işleri
öğrenmesi için şirkete gelmesini teklif etmiştim. Senin için sakıncası yoksa o
da başlasın aile işlerine. Baki amcanın tarafından kimse kalmayacak sanırım
şirkette. Bu şirketin 50. yılını kutlarken yine aile şirketi özelliği ile
kutlamasını isterim.”
“Ilgın'a teklif etmiştik ama o
çalışmak istemiyorum demişti. Yine sorarım. Hala istiyorsa hemen başlar.”
“Tamam canım.”
Öğleden sonra gelen yoğun baskılar
sonucu basın toplantısı düzenlemek ve tüm gerçekleri paylaşmak zorunda
kalmışlardı. Yine de Naz’ın adını geçirmeden Nur Hanım’ın geçmişten gelen bir
hırsı olduğunu söylemeyi yeğlemişlerdi. Dedesinin ve amcasının adının daha
fazla olaylara karışmasını istemiyordu Poyraz. Hem telefon konuşmasından sonra
Naz’ın soyadının Kurt olmadan değişebileceğini düşünmüş, ailenin yeni bir
sansasyona karışmaması için de susmuştu.
Haftalar önce saçma sapan soruları
sıralayan basın mensupları yerine bu kez çok daha düzgün sorular soran bir
gazeteci grubu vardı karşılarında. İsmet Bey ve Mürüvvet Hanım bile şirkete
gelmişti. İkisi de Poyraz ile kucaklaşmalarının ardından Alize’yi de sımsıkı
kucaklamış, yaşadıklarından sonra en çok onun mutluluğu hak ettiğini söyleyip
durmuştu.
Basın toplantısından sonra Naz’ın
evine doğru yola çıktılar. Faruk kapıyı açtığında sevgiyle kucaklaştı Alize
ile. Sonra Poyraz’ın elini sıkıp kenara çekildi. Naz bacağındaki alçı ile
odadaki tek kanepede yatıyor aralıksız ağlıyordu. Daha odaya girmeden Faruk
fısıldamıştı. “Dün geceden beri hiç konuşmadı. Sadece ağlıyor ve uyuyor. Lokma
yediremedim. Aç karnına ilaç da almaması lazım. Eminim ağrısı arttı ama inat
ediyor.” Alize, Faruk'un sesindeki sevgiyi ve endişeyi algılıyordu. Elini sıkıp
içeriye doğru yürüdü.
Kapıdan girenleri gördüğünde yüzünü
dışarıya çevirdi. Zaten yaşları akmaya devam ediyordu. . İlk haberi Orkun’dan
almış o andan beri de sıkıntısı hiç geçmemişti. Öldü sandığı annesi yaşıyordu.
Yaşamakla kalmamış, gerçek babasını ve kardeşini öldürmüştü. Sina Bey ile
kardeş olduklarına hala inanamıyordu. Nur’un yaptıkları yüzünden şimdi ne
Poyraz’ın ne de Alize’nin yüzüne bakamıyordu. Gözlerinden süzülen yaşları gören
ikili hemen yanına gidip sarıldılar.
“Sakın ama sakın olanlar yüzünden
kendini suçlama.” Poyraz, Naz'ın yaşadıklarını anladığını belli eder bir
şekilde omuzlarına sarılmış ileri geri sallanarak teselli etmeye çalışıyordu.
Onun şevkatini hisseden Naz ise çok daha şiddetli ağlamaya başlamıştı. Annesi
olacak cani, bu sevgi dolu adamın babasını öldürebilmişti.
“Nasıl suçlamam? Nur denen yaratığa ne
diyeceğimi bilemiyorum. Babamı ve ağabeyimi öldürmüş. Onun kızı olduğum için
duyduğum utancın tarifi yok. Nasıl bakarım yüzünüze? Annenin yüzüne nasıl
bakarım?”
“Birincisi, sen aynı zamanda dedemin
de genlerini taşıyorsun. Yani içindeki iyiliğin dedemden kaynaklandığını
biliyorum. İkincisi Nur ve Nurhan kötü diye Nurhayat da kötü mü? Hayır, aksine
o da senin kadar mağdur. Şimdi siz iki kız kardeş hem birbirinizi tanıyacak hem
de yaralarınızı saracaksınız.”
“Poyraz anlamıyor musun? Tüm bu
olanların suçlusu benim.”
“Asıl anlamayan sensin. Tüm bu
yaşananlarda tek mağdur sensin. Ne Savaş ile Nur’un çocuğu olmayı istedin ne de
evlatlık verilmeyi. Ya iyi bir aileye denk düşmeseydin? Neler yaşayabileceğini
düşünüyor musun? Artık üzülmek yok. Bugünden itibaren hepimiz sadece mutlu
olmak için uğraş vereceğiz. Anlaştık mı?”
Naz, burnunu çeke çeke baktı
yüzlerine. İki yüzde de katıksız bir sevgi vardı. Sebep olduklarının hiç biri
onların sevgisini azaltmamıştı. Sonra mutfak kapısında onları izleyen Faruk ile
göz göze geldi. Evet, geçmiş geçmişte kalacaktı. Hayatına sağlık bir şekilde
devam etmek için mutlak yeni bir sayfaya ihtiyaç vardı.
“Anlaştık.”
Sesi kısık ve buruk ama umut doluydu.
Faruk mutfak kapısından seslendi. “Kim
ne içiyor?”
Sanki evin erkeği gibi davranmasından
sonra Alize ile Poyraz bakışıp gülmeye başladılar. Naz’a dönüp göz kırpan Alize
mutfağa doğru seslendi, “Sen buraya yerleştin galiba. Faruk?”
“Öyle gibi oldu. Poyraz’ın kurtulmuş
olacağını da sizin bugün böyle şeyleri yaşayacağınızı da kim bilebilir. İzin
aldım. Naz rahat hareket edebilir hale gelene kadar yanında kalacağım. Tabii o
da isterse?”
“İstemez gibi mi duruyorum?” Bu kez
sesi de normal tondaydı.
“Eh desene gözümüz arkada kalmayacak.
Çünkü bu aralar seni konuk etmeyi düşünemeyecek kadar karımla baş başa kalmanın
derdindeyim.”
“Al işte, benim yüzümden yaşanmış bir
acı daha... Günlerce bu kadın senin yasını tuttu. Senden ne istedi ki?”
“Benim başım gelenlerle Nur'un ve
doğal olarak senin ilgin yok. Ama Nurhan kocasının başa geçmesinin çok istemiş.
Anladığın gibi her şey senin başının altından çıkmayabiliyor. Şimdi hala mala
dinlemem seni döverim. Sopa yememek için yemek yiyeceksin.” Poyraz'ın hiçbir
şey olmamış gibi gülerek muhabbet etmesi Naz'ı rahatlatmıştı.
Naz, yanındaki küçük yastığı Poyraz’ın
kafasına fırlatıp “Sen halanla nasıl böyle konuşursun?” dediğinde dördü de
gülüşmeye başlamıştı.
Ailenin üstündeki karabulutların
kalkması oldukça uzun sürdü. Poyraz’ın sağ bulunmasından çok amcasının
karısının iki cinayet işlemiş olması yazıldı. Poyraz yeniden hisselerin bir kısmını
üstüne alacak yasal düzenlemeleri yaparak yine işlerin başına geçmişti.
Özcan, karısının yaptıklarından sonra
yönetimde yer alamayacağını bildirip, istifa etmek istemişti. Poyraz da hak
vermiş ama yine de şirketten ayrılmasını istememişti. Özcan hırslı ve başarılı
biriydi. Hem de şirket için oldukça iyi şeyler yapıyordu. İstifasını kabul
etmeyerek piyasadaki güven bunalımını da kısa sürede aşmalarını sağlamıştı
Poyraz.
Baki Bey ise artık şirket ile tüm
bağlarını kopartmak istemişti. Hisselerinin büyük kısmını Poyraz’a kalan
kısmını da Nurhayat’a devretmişti. Artık daha da az konuşuyordu. Neredeyse
evden dışarı çıkmıyor çoğu zaman kitap okuyarak vakit geçiriyordu. Bir tek kez
bile karısını görmeye gitmemiş aile avukatlarından boşanma işlemlerini başlatmasını
istemişti. Poyraz’ın canına kast eden kızını ise hiç affetmemiş mirasından pay
kalmaması için gereken her türlü düzenlemeyi yapmıştı. Kocasının mevkisi için
ailesini silip atabilen bir kızım yok benim, diyerek tüm itirazları da bertaraf
etmişti. Zaten Baki Bey’in bundan sonra ne sesi yükselmiş ne de hareketleri
hızlanmıştı. Sadece hastalığının izin verdiği ölçüde yaşıyordu.
Holdingin hisse senetlerinin değeri
düşse de bir süre sonra ortam durulmuştu. Bir ay kadar sonra ise neredeyse konu
tamamen unutulmuştu. Mahkemeler başlamış olsa da aile sadece avukat aracılığı
ile mahkemede temsil ediliyordu.
Tüm bu süreçte ölüm karinesi ile
ilgili işlemlerin düzeltilmesi için de yasal işlemler yapılmıştı. Yine de Alize
Poyraz’ı kızdırmayı seviyordu. Ben artık bekar bir kadınım, dedikçe Poyraz
bekar olmadığını anımsatıyordu!
Kasım ayının ortası geldiğinde
Nurhayat ve Özkan ilk bebeklerine kavuşmuştu.
Kızları çok sağlıklıydı. Nurhayat, annesi ile ablasının yaptıklarından
sonra uzunca bir süre kimse ile görüşmemişti. Adındaki Hayat neredeyse yok
olmuştu ama babasının ve ailenin diğer fertlerinin desteği ile toparlanmıştı.
Hastanede tüm ailesini karşısında
gören Nurhayat hepsini teker teker öpmüş ve teşekkür etmişti. En çok da
Poyraz’a sarılmış kulağına “Onlar adına ben özür dilesem kabul eder misin?”
“Senin en küçük bir hatan yok. Naz’ın
da olmadığı gibi! Lütfen ikiniz birbirinize destek olun, sizi her zaman gülen
yüzlerle ve güçlü görmek istiyorum.”
“Olurum. O da isterse tabii.”
“İster, canım. Bunca yıl ailesinden bir
tek beni tanıdı ve sizleri tanımak için can attı. Mutluluğu yarım da olsa
bundan sonra ailesi ile olmaya ihtiyacı var.”
“Elimden geleni yapacağım.”
Kasım ayının sonu yaklaştıkça
yılbaşında nerede olalım muhabbetleri başlamıştı. Naz alçıdan kurtulmuş ama
Faruk’u yine de evine göndermemişti. Faruk bir gece televizyonda izledikleri
bir filmdeki gibi aşkını ilan edince Naz da “Bir başka film sahnesi ile yanıt
versem? Acil mi lazım cevap?” diye sormuştu. Faruk olumsuz yanıt aldığını sanıp
susunca da, başka bir doksan dakikaya ihtiyacımız yok, seni seviyorum. Hem
insan kendisine bu kadar iyi davranan bir erkeği kaçıramaz değil mi?” demişti.
Faruk yanıtı beğenmemiş, “Yani sana baktığım için mi beni sevdin? O zaman kısa
süre sonra benden sıkılacaksın!” dediğinde ise,
“Ben, aşkı bulmak için bir kere
ayağımı kırdım. Bunu kaybetmemek için gerekirse tüm kemiklerimi kırmanın bir
yolunu bulurum.” dediğinde ancak rahatlamıştı.
“Saçının teline zarar gelmesini
istemem. Senin yaralandığını duyduğum an ömrümden on yıl gitti. O acıyı bir
daha yaşatma bana.”
“İyi ama o zaman da beni seviyor
muydun? Nasıl olur bu? Beni hiç tanımıyordun!”
“Seni sevmek için tanımaya ihtiyacım
yoktu. Ama seni tanıdıkça daha da çok sevdim.”
Ilgın ile Orkun’un ilişkisi de aynı
tadında devam ediyordu. Fırsat buldukça bir araya gelen ikili artık Poyraz'ın
da onayını almış olmanın rahatlığını yaşıyordu. Ilgın, şirkette işe başlamıştı.
Orkun'un o gece dolaylı yoldan ettiği evlenme teklifinin gerçeğini henüz
alamamış olması tek sıkıntısıydı. Acaba vaz mı geçti? Dediği zamanlar Orkun
aşkını yeniden ispatlıyordu. O zaman da beklemeyi seçiyordu. Çünkü daha çok
zaman geçmemişti tanışmalarının üstünden.
Poyraz tüm çiftlerin olacağı bir
yılbaşı gecesi düzenlemek istemiş ama sonra karısı ile baş başa olmak daha
cazip gelince bir dağ evi tutmaya karar vermişti. Bir haftalık tatil ile yarım
kalan balayını tamamlamayı düşünüyordu. Tek sorun karısına nasıl bir hediye
vereceği idi… En sonunda sormaya karar verdi.
“Hayatım, benim ödülüm sensin. Yeniden
benim yanımdasın ikinci kez hayatımdasın daha ne isterim. Hem dağ evindeki
balayı hediye değil mi?”
“Peki, sana desem ki bu hediye biraz
farklı olsa… hemen alamasan… biraz beklemen gerekse… Yani… Şey… Artık doğum
kontrol önlemlerimizi bıraksak? Bir bebeğimiz olsa? İster … misin?”
Poyraz’ın daha cümlesi bitmeden Alize
boynuna sarılmış kolları ile neredeyse nefes almasını engellemişti. Sorusunu
zorlukla tamamlayan Poyraz karısına sımsıkı sarılıp o doyamadığı kokusunu içine
çekti. Alize,
“Sen isteyene kadar beklemeyi düşünmüştüm
ama hala inat eder de hiç bebek istemezsen diye de korkuyordum.”
“Deli kadın söylesene bana. Neden
içinde tutuyorsun?”
“Çünkü benimle bu konuda sıkı sıkı
pazarlık yapan bir kocam var. Ve o kocam olacak adamın kendisinin istemesini
beklemiştim. Hadi hemen çalışmalara başlayalım.” Elinden tutmuş üst kata
sürüklüyordu kocasını.
“Emrinize amadeyim hayatımın anlamı.”
Poyraz, arabayı park ettiğinde Alize
hayatında gördüğü en güzel dağ evi olduğuna yemin edebilirdi. Ev çok büyük
değildi ama Kaz dağlarının en güzel manzarasına sahipti. Yoldan gözükmeyen taş
binanın bahçesi karların arasından çiçeklerini isyan edercesine açmış çuhalarla
doluydu. Çam ağaçlarının bembeyaz görüntüsü tarif edilemez güzellikteydi. Hele
ki dağların tepelerindeki bulutlarla görüntüleri en usta ressamın işiydi. Alize
yine yaşadıklarını anımsayıp bir an korku duysa da kocasının eline uzanması ile
yeniden şükretti o ulu ressama. Evin bacasından duman çıkıyordu.
“Evde bizden başkası da olacak mı?”
“Deli misin? Sadece sen ve ben! O şöminenin
dumanı. Yakan da köyden biri. Dolapları doldurdu. Odunlarımızı getirdi. Evi
bizim için ısıttı ve evine döndü. Bir hafta boyunca buradayız ve seni mutfakla
yatak arasından başka bir yere göndermeye niyetim yok. Bilmem anlatabildim mi?”
“Çok net anladım da ben mutfakta ne
yapacağım? Sen o arada nerede olacaksın?”
“Sen yemek hazırlarken ben yatağı
sıcak tutacağım.”
“Olmaz öyle. Bir sen bir ben.”
“Tüh, kandıramadım. O zaman her yere
Siyam ikizleri gibi gitsek?”
“İşte bu fikri sevdim.”
“Ben de seni sevdim. Hadi girelim
içeriye üşütme.”
“Isıtırsın hayatım.”
“Gel hemen başlayayım ısıtmaya.”
Eve girdikten sonra önce kısa bir tur
yapıp sonra da kahve yapmıştı Alize. Karşılıklı Türk kahvelerini yudumlarken
evin içinin güzelliğini izliyorlardı. Bir hafta bu evde baş başaydılar. Alize
her şey yola girmiş olsa da hala gece uyanıp yatağın içinde kocasını arıyordu.
Poyraz bunu ilk fark ettiğinde konuşarak aşmasını sağlamaya çalışmıştı. Alize
çabasını fark etse de içindekileri hemen değiştiremiyordu. Bu dağ evine
gelirken de tedirginlik duymamış değildi. Eve girer girmez kapıyı
kilitlemesinin nedeni de buydu. Odaları gezdiğinde hepsinde demir parmaklık
olduğunu görüp rahatlamıştı. Aşacaktı ama yaşadıklarını unutması o kadar kolay
değildi.
İki gün sonra yılbaşıydı ve o geceyi
şampanya patlatarak şömine önünde hafif müzik eşliğinde kutlamışlardı. Alize
tek kadehten sonra içmek istemeyince Poyraz da bırakmıştı. Müzik setindeki
güzel şarkıların eşliğinde dans etmişler sonra yeniden şöminenin önünde
meyvelerini yemişlerdi. Sonra aynı yerde sevişmiş, yeni yılı birbirlerinin
kollarında kutlamıştı aşıklar.
Alize ve Poyraz kasımın son haftası ve
aralık ayı boyunca çalışmalarına devam etseler de her ikisi de bebeklerinin ana
rahmine düştüğü günün yılbaşı gecesi olduğundan neredeyse emindi. Alize’nin
altıncı hissi devreye girmişti ama artık Poyraz da kendi hislerine güveniyordu.
Yine de karı koca bu hislerini birbirleri ile paylaşmamış, kendilerine
saklamıştı.
Yılbaşı tatilinden döndüklerinde Aslı
ile Ercan’ın bebeklerinin yolda olduğu haberini almış yakında bizden de böyle
bir haber bekleyin, diyerek kendi kararlarını da açıklamışlardı. Aslı,
Poyraz’ın eski isteğini bildiği için bu yeni karar çok mutlu etmişti onu da.
Poyraz’ın saklandığı dönemin acısını
çıkartmak için iki erkeğin de olayları neredeyse unutmasını sağlayacak süreyi
bekleyen ikili Aslı’nın hamileliği ile eziyetlerine başlamıştı. Alize Aslı’ya
fikirler veriyor biletler sağlıyor, Aslı da başka hamileler gibi yiyeceğe aş
ermiyor, aralıksız gezmek istiyor, Ercan’ın sevmediğini bildiği halde tüm resim
galerini, klasik müzik konserlerini, operaları defalarca kez geziyor,
dinliyordu. Ercan bu kadarla kurtulduğuna şükrediyordu.
Ocak ayının ortası geçtiğinde Alize
regl döneminin geçtiğini fark etmişti. İlk andan beri hissettiği gerçeğin
onaylanması için doktordan randevu aldı. Gerekli testler yapılıp sonuç
alındığında artık kesinleşmişti. Şimdi bunu kocasına söylemenin bir yolunu
bulmalıydı.
“Hayatım, masa hazır geliyor musun?”
Her zamanki gibi salatayı Alize yapmıştı.
“Geldim canım. Çok açım.” Poyraz,
yerine oturduğunda hemen yemeğe başlamıştı.
“Poyraz, bu yaz ne yapacağız?” Alize
daha başlamadığı çorbasını karıştırıyordu.
“Ne o kıştan sıkıldın galiba?” Hava
gerçekten soğuktu ama yazı özleyecek kadar kış yaşamamışlardı.
“Sıkılmadım da önceden planlamak
iyidir. Çeşme’ye tatil köyüne gidelim mi?”
“Olur tabii. Hem sizinkiler de orada
olur.”
“Bence herkes orada olsun. Hani şu
yapamadığımız düğünümüz var ya, işte onu yapalım yazın. Aklımda bir elbise var.
Tam bana göre olacak.”
“Ne yani, aklındaki elbise için mi
düğün yapacağız?”
“Yok, asıl nikah yapacağız. Düğün
ondan sonra.”
“Nikah mı? Yeniden mi?”
“Vallahi yeniden yapacağız. Çünkü
senin kayıp olduğun zaman bana dul olduğum söylendi. Şimdi kafamdan bu sorunu
atmam lazım.” Poyraz ciddi olduğunu anlayınca kaşığını bıraktı.
“Canım karım neden bekliyoruz o zaman
yaza kadar? Hemen yapalım.”
“Olmaz ben hep o tatil köyünün havuz
başında düğün istedim. Yani seni de istedim de, seninle düğünümü hep orada
hayal ettim. Şöyle senin üstünde beyaz bir keten gömlek… Yakasız olanlardan.
Altında da beyaz bol bir pantolon! Ayakların çıplak! Benim üstümde de göğüslerimin
altından yerlere kadar bol uzanan beyaz… yok yok kırık beyaz bir Yunan
Tanrıçası elbisesi. Hani şu tek omuzu olanlardan…”
“Boğaz turunda giydiğine benzeyen mi?”
O geceyi anımsamak ikisini de gülümsetti.
“Evet, ona benzeyen!”
“Ama onun bel kısmında çok güzel
şeritler vardı. Beline onların yerine kollarımı sarmayı düşündüğümü
anımsıyorum. Yine öyle bir şeyler giysen? Neden o kadar bol giyeceksin ki?”
“Çünkü o zamanlarda neredeyse doğurmak
üzere olacağım. O koca karnımı nasıl saklamamı bekliyorsun?”
“Anladım… Anlamadım… Ne… Hamile misin?
Bu kadar çabuk mu? Yılbaşı bebeği mi bu? Allah’ım inanamıyorum.” Çoktan mutfak
masasından kalkmış ve karısını kucaklamıştı. Öpücüklerinin arasında zorlukla
yanıt verdi Alize.
“ İnan… Canım… Eylülün… Onu gibi falan…
Doğuracağım. O yüzden temmuz ağustos gibi nikahımızı ve düğünümüzü yapalım
istiyorum. Olur mu?”
“Olmaz mı? Sen istersin de olmaz mı?
Seni çok sevdiğimi söylemiş miydim? Hayır, seni çok sevmiyorum sana tapıyorum.
Sensiz bir hayatı düşünemiyorum. Karım, bebeğimin annesi. Hadi herkese haberi
verelim. Yok şimdi vermeyelim. Yarın verelim. Sen hala aç mısın? Ben şu an tek
lokma yiyemem. Ama seni yerim.”
Aslı'ya yaptığı tavsiyeleri kendisi de
uygulamaya başlamıştı. Nedense aşermeleri hep gecenin bir yarısı el yapımı
tatlılara oluyordu. Koca holdingin patronu mutfakta belinde önlük ile ya
kurabiye yapıyor ya sütlaç kaynatıyordu. Poyraz bunların ceza olduğunu bilse de
sesini hiç çıkartmıyordu. Çünkü karısının canını istediği bir şeyleri yapmak
ona sadece zevk veriyordu.
Alize, haziran ayı sonuna kadar
şirkette çalışmaya devam etti. Temmuz ayında izne çıktığında oğlunun doğumuna
iki aydan biraz fazla kalmıştı. Aslı ise temmuzun ortasında oğlunu kollarına
almıştı. İki iyi arkadaş oğullarına yakın isimler koymak için uğraşmış, en
sonunda Ercan’ın fikrini kabul etmişti. Birinin adı Rüzgar diğerinin adı Kuzey
olacaktı. Kurada Aslı Kuzey’i çekince Alize ve Poyraz’a da çok istedikleri
Rüzgâr adı kalmıştı.
Kuzey, doğumdan sonra geçirdiği bir
dizi rahatsızlık yüzünden Aslı’yı üzmüş ama hiç biri ölümcül olmadığı için de
sadece iyileşmesini beklemişlerdi. Tabii bu zaman zarfında Alize ile Poyraz’ın
düğünü ertelenip durmuştu. Böyle olunca da Alize 6 Eylül günü, yani birinci
evlilik yıldönümlerinde düğün yapmaya karar vermişti.
Uçağa binemeyeceği için araba ile yola
çıkmışlar Alize’nin sıkıntıları yüzünden de sık sık mola vermişlerdi. Düğünden
on beş gün önce gelmiş olsalar da yol yorgunluğunu ancak bir haftada
atabilmişti üzerinden. Sık sık doktoru ile görüşmüş, doğuma az kaldığı için
geri dönmeden Çeşme’de doğurmaya karar verdiğini, düğüne davetli olduğunu,
Pazar akşamı uçakla geri dönüşünü ayarlayacağını söyleyip ikna etmişti.
Poyraz, iki üç gün ara ile uçup
karısının yanına gidiyor, ertesi gün yine uçakla İstanbul'a dönüyordu. Ilgın
İstanbul'da ağabeyi ile kalıyordu. Neslişah Hanım ise dünürü ile birlik olup
gelininin bir dediğinin iki olmaması için koşturuyordu.
Düğün sabahı her şey tamamdı. Tatil
köyünün bahçesi ayarlanmış, konuklara da düğün haber verilmiş, onların da
katılması sağlanmıştı. Saat on dokuz olduğunda tüm davetliler kumsala toplanmış
batmaya yüz tutan güneşin son ışıkları altında çalan müzik eşliğinde muhabbet
ediyordu. Tüm masalar kumsala taşınmıştı. Tatil köyünün misafirleri de kumsalda
yemeklerini alacaktı.
On dokuz otuz olduğunda iskeleye
yanaşan tekneden inen çift batmaya başlayan güneşi kıskandıracak kadar ışıltı
saçıyordu. İskeleden yürürken tüm bakışlar onlardaydı. Alize, karnını büyük
ölçüde gizleyen elbisesi ile kocasının yanında yalın ayak yürüyordu. Tüm
sevdikleri oradaydı. İkinci kez kıyılan nikah için toplanmıştı herkes.
Nikah kıyıldıktan sonra çalan hafif
dans müziğinde kocasının kollarındaydı, Alize.
“Seni seviyorum bal gözlüm.”
“Seni seviyorum gri gözlüm.”
Alize kocasının omuzu üstünden
konuklara bakıyordu. Tüm sevdikleri oradaydı. Naz ile Faruk evlenmeye karar
vermişti. Naz zaten birlikte yaşmaya başladığı Faruk ile bir ay sonra
evlenecekti. Artık mankenlik yapmayacak ama Türkiye'de manken ajansı açacaktı.
Faruk hayallerindeki kadına kavuştuğu için çok daha mutluydu. Hatta artık daha
da genç duruyordu.
İsmet Bey ile Mürüvvet Hanım da dans
edenlerin arasındaydı. İsmet Bey fırsat buldukça Alize'den yazıları ile dergiye
destek olmasını istemiş doğum iznine ayrılan Alize de evde sıkılmamak için yine
dergi için yazmaya başlamıştı.
Aslı ile Ercan, Ercan'ın annesinin
kucağında uyuyan oğullarına bakıp dans ediyordu. İkisi de sıkıntılı günlerin
geride kaldığını bilmenin huzurunu yaşıyordu.
Ilgın nihayet beklediği evlenme
teklifini altı ay önce almış ve hemen evet demeyerek beklemenin acısını
çıkartmıştı. Ama Orkun o eveti duyacağından emindi. Öyle de olmuş
nişanlanmışlardı. Bir ay kadar önce yaptıkları düğün ile evlenmişti iki
sevgili.
Nurhayat ve Özkan on aylık kızları ile
katılmıştı düğüne. Nurhayat çok sıkıntılı günlerden sonra ailede yine eski
neşeli Hayat olmuştu. Babasının tedavisinin devam etmesi ve Naz'ın aileye
girişi onu daha hızlı toparlanmaya itmişti.
Özcan, tek celsede boşanmıştı. Poyraz
ile bir süre mesafeli olsa da kısa süre sonra yine işine sıkı sıkıya
bağlanmıştı. Yine hırslıydı ama daha sakindi artık.
Alize, annesi ile babasının da pistte
olduğunu görünce gülümsedi. Torun sevinci sarmıştı ikisini de. Aslı ilk torunu
vermiş sayılsa da kendi kızlarının bebeğini çok büyük bir heyecanla bekliyordu
ikisi de. Alize'nin kendilerine bakıp güldüğünü fark edince onlar da gülümsedi.
Neslişah Hanım, Çeşme'de yaşayan
ahbapları ile konuşuyordu. O da gelininin bakışlarını üstünde hissedip
gülümsemişti.
Alize, tüm sevdiklerinden sonra
hepsinden çok daha fazla sevdiği kocasına bakmaya başladı. Biraz daha
yakınlaşıp parmaklarının ucunda kalkıp çenesine öpücük kondurduktan sonra,
“Keşke karnım bu kadar büyümeden
yapabilseydik düğünü. Sarılamıyorum sana.”
“Olsun hayatım, bu düğünün de tadı
başka. Herkes burada, bizimle ve mutlu! Daha ne olsun?”
“Rüzgar.”
“O da seneye bizimle olur.”
“Hayır, yetişecek sanırım.”
“Nasıl yetişecek?”
“Of Poyraz, Rüzgar geliyor. Sanırım
doğuracağım.”
“Allah’ım, kadın sen hiçbir şeyi yavaş
yapamaz mısın? Doktor? Doktorun nerede? Çabuk biri doktorunu bulsun, bu deli
kadın doğurmaya karar verdi….”
S O N
Bu harika hikaye için teşekkürler 😊
YanıtlaSilDesteğin ve beğenin için teşekkürler :)
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil