23 Mayıs 2015 Cumartesi

Alize & Poyraz 56. Bölüm - Final

Silivri gişelerinden geçtikten sonra hepsini evdeki karşılaşmanın sıkıntısı basmıştı. Poyraz, annesinin hem Nur ve kızının yaptıklarını hazmetmek zorunda kalması hem de oğlunun sağ salim gelişini normal karşılaması beklemiyordu. Tansiyonu fırlayacak diye çok korkuyordu. Ne yapacaklarına karar veremeden konuşuyorlardı. En sonunda Alize,
“Ben eve tek başıma girer biraz konuşurum. Sonra seni arar ve gelmeni sağlarım. O sürede arabada oturursunuz. Ilgın'ın da annenin de sağlığı önemli. Gerçi Neslişah annem çok dayanıklı, çok güçlü bir kadın ama yine de ölümünü kabullendikten kısa süre sonra sağ salim görmek tansiyonunu fırlatabilir.”

“Tamam, yine de ilacını almasını sağla.”
Evin önüne geldiklerinde Poyraz güvenliğe de görünmemek için eğilmişti. Herkesten önce annesinin öğrenmesini istiyordu. Zaten Ercan'ın arabasını tanıyan görevliler hemen kapıyı açmıştı. Villanın zilini çalan Alize nasıl konuşacağını nasıl hazırlayacağını düşünüyor, yine de hiçbir yol bulamıyordu. Kapıyı hizmetçi açınca kısa bir süre daha kazanmış oldu.
Neslişah Hanım ile Ilgın karşılıklı oturmuş çay içiyordu. İkisi de konuşmuyordu. Alize'yi görünce ayağa kalkmak istese de Alize oturttu annesini. İkisini de öptükten sonra karşılarına oturdu.
“Erken döndün?”
“Sizleri daha fazla yalnız bırakmak istemedim. Nasılsınız demeyeceğim çünkü eminim siz de benim gibi ellerinizle boğmak istiyorsunuz ikisini de! Haksız mıyım?”
“Çok haklısın Alize, inan o kadını parçalara ayırabilirim. Ne Nur ne de Nurhan bir kez daha karşıma çıkmasın. Onları tarif edecek kelimeler lugatımda yok. “
“Merak etme anne benim lugatımda var. Dünden beri de hepsini aralıksız sayıyorum.” Neslişah Hanım o kadar sıkıntısının arasında gülümsemeye başladı.
“Alize, sen de olmasan ben neye güleceğim. Bu tatil sana da iyi gelmiş. Orkun Bey,  özellikle uzaklaşmanı istemiş. Öyle dedi. Doğrusunu öğrendim yani. Nereye gittiniz?”
“Çok güzel bir yere gittik. Bahçe içinde bir köy evi desem ya da doğrusunu söyleyeyim çok güzel bir deniz fenerinde kaldık.”
“Deniz fenerinde mi? Denize olan tepkini yenmek için mi? Kızım senin denizi ne kadar sevdiğini biliyoruz eninde sonunda yine tekneye bineceksin.” Neslişah Hanım anlayışlı davranmaya çalışıyordu. Gelininin denizi ne kadar çok sevdiğini bildiği için Ercan'ın terapi niyeti ile götürdüğünü tahmin ediyordu. Alize ise suskun olan Ilgın'a da bakıp devam etti konuşmaya.
“Anne, bir gün birlikte gidelim oraya. Deniz fenerinin bekçisi karı koca o kadar tatlı insanlar ki. Tanımanı isterim. Ilgın sen de gelirsin değil mi? Bayılacaksın oralara.”
İki kadın da Alize'nin sesindeki mutluluk tınısını yeni yeni fark ediyordu. Soru dolu bakışlarını önce Alize'ye sonra da birbirlerine çevirdiler.
“Şey... Geliriz tabii. Sen madem bu kadar beğendin!”
“Evet, o kadar güzel ki nasıl anlatılır bilemiyorum. Bir de... Yani bunu nasıl söylerim hiç bilemiyorum ama orada çok yakışıklı birini tanıdım. Yani... ne bileyim... sanki oranın deli poyrazı bana yeni bir aşk yolladı...” Daha lafı bitmeden iki kadın da yerinden fırlamıştı...
“Oğlumu mu buldun?”
“Ağabeyim yaşıyor değil mi?”
“Sizden de bir şey saklanmıyor!”
Alize sadece gülüyor kafasını sallıyordu. Ayağa kalkmış kendisine sarılan kadınlara sarılmış ve onlarla birlikte gülerek mutluluk yaşlarını akıtmaya başlamıştı.
Neslişah Hanım kapıya doğru bakıp, “Nerede Poyraz? Gelmedi mi seninle?”
“Geldi anne ama görmeden önce haber vereyim istedik. Gerçi sakin sakin anlatacaktım ama bende o yetenek ne gezer? Allah'tan sizler dayanıklısınız. Maazallah en istemeyeceğimiz şey geceyi hastanede geçirmek.”
“Oğlumun yaşıyor olması beni hasta etmez, ölüm yatağından kaldırır. İçim hiç inanmamıştı.” Kapıya doğru yürümeye başlamıştı bile.
Kapıyı açtığında Poyraz da arabadan iniyordu. Anne oğulun kucaklaşması görülmeye değerdi. Defalarca kez birbirlerini öpen ana oğulu izleyen Ilgın ile Alize yaşlarını siliyordu. Ilgın da dayanamamış koşmuştu ağabeyine. Alize onlara doğru seslenerek,
“Demek ki yeni bir aşk bulduğuma ikna edemedim sizi.”
“Alize, hayatta inanmayacağım bir şey varsa o da senin bir başkasına aşık olacağın... Oğluma olan aşkını gördükten sonra aklıma bile getirmem bunu.”
“Beni de kandıramazsın Alize. Onun kaybında seni de kaybettiğimizi sandım. Bizler de çok acı çektik ama seninki başkaydı.”
“Acı günler bitti artık. Bundan sonra hep mutlu olacağız.”
Ercan ile Aslı'yı da zorla davet eden Poyraz içeriye girdiğinde görevliler de dahil herkes çığlık çığlığa bağırıyordu. O gece ana oğul saatlerce sarmaş dolaş oturmuştu. Alize arada bir kocasının kollarında olma isteğini bastırmaya çalışsa da kayınvalidesinin mutluluğunu engelleyecek bir hareket yapmamak için özen gösteriyordu.
Ilgın da mutluluğunu Orkun ile telefonda paylaşmıştı.
“Yemeğin en alasını hak ettin, biliyorsun değil mi?”
“Ben de ne zaman arayıp yemek ısmarlayacağını merak ediyordum.”
“Sen ne zaman istersen.”
“Her zaman isterim.”
Ilgın cümleyi doğru anladığından emin olmadığı için sadece “olur” diyebilmişti.

Kısa süre sonra kapı çaldığında Alize'nin anne babası ellerinde kutlanamamış doğum günlerinin pastası ile gözükmüşlerdi. Ilgın'ın daveti ile Orkun da katılmıştı partiye.
O gece sabaha kadar kimsenin aklına uyumak gelmedi. Sabaha karşı tüm yaşananlar ve emniyette olanlar konuşulmuştu. Telefonda dinlediklerini bir kez de yüz yüze dinleyen dörtlü noksan nokta kalmayan olayı kapatma taraftarıydı. Elbette mahkemeler sürecekti. O mahkemeler bitip de cezaları kesinleşene kadar konu ortada konuşulacak olsa da yüzlerini görmeyeceklerdi. Bugünden sonra tek amaçları huzurlu ve mutlu bir yaşam sürmekti.
Neslişah Hanım, Nurhayat için üzülse de onu da görmek istemiyordu. Baki ağabeyini sevse de onu görmek de kendisini rahatsız edeceği için bir süre görmek istemiyordu. Odadaki herkes ona hak veriyordu.
Görevlileri çoktan uyumaya göndermişti Neslişah Hanım. Ilgın, çayları koymak için mutfağa gittiğinde Orkun da peşinden kalktı. Poyraz arkalarından baksa da sesini çıkartmamıştı. Alize kocasının bakışlarını takip edip sonra da gülmeye başladı.
“Orkun'un damat olacağı gerçeğine alışsan iyi olur. Bizim gibi aceleleri yok ama yine de çok beklemezler gibi geliyor.”
“Bana da.” derken sesindeki sıkıntılı ifade herkesi güldürmüştü.
Mutfakta ise çayları koyan Ilgın'ı kapıdan izleyen Orkun gülümsüyordu.
“Yemeğimi ne zaman yerim?”
O konuşmadaki son cümleleri anımsayan Ilgın utanmıştı. İşi şakaya boğmaya çalıştı.
“Ağabeyimin yaşadığını biliyordun ama bunu benden sakladın. Ne yemeğinden bahsediyorsun? Şikeli bir ödül bu ve ben şike yapanlardan hiç hoşlanmam.”
“Ben şike yapmadım, hem ağabeyini hem de yengeni korumak için mecbur kaldım. Alize'nin acısına dayanamaz söyler ve her şeyi bozabilirdin. Yoksa en son isteyeceğim şeydi seni üzmek.”
“Neden? Benim buradan gördüğüm ise beni çok rahat üzebildiğin!”
“Ilgın ciddi olamazsın. Seni bu kadar severken nasıl üzebilirim ki?”
“Beni seviyorsun yani?”
Orkun, az önce istemsizce yaptığı itirafın yeni farkına varmıştı. Evet Ilgın'a aşıktı. Onun için canını verecek kadar hem de. Ama bunu ailesinin evinde herkesin salonda oturduğu bir anda söyleyeceğini rüyasında görse inanmazdı. Artık dönüşü yoktu.
“Evet seni seviyorum. Sana aşığım ve ağabeyini bulduğuma göre haftalar önce konuştuklarımızı anımsatıyorum sana... Bana yemek pişirmeye söz verdin.” Aslında Alize'nin evindeki konuşmayı anımsatacak ve ağabeyini bulunca evliliği konuşacağız diye noktalanan konuşmaya geri dönecekti ama evlilik teklifinin de mutfakta olmasının ne kadar yakışıksız olacağını fark edip susmuştu. Ilgın da farkındaydı lafı çevirdiğinin ama o da daha özel bir ortamda teklif almayı tercih ederdi. Hem daha birbirlerini iyi tanıdıkları söylenemezdi. Ama bu kendi duygularını bastırmasını gerektirmiyordu.
“Ben de seni seviyorum.”
“Ne?”
“Ne demek 'ne?' az önce sen demedin mi?”
“Dedim ama senin diyeceğini beklemiyordum. Ne kadar aptalım.”
“Ne demek bu? Yani yalan mı söyledin?” Sesindeki burukluk içini acıttı Orkun'un. Üstelik artık kapıda değildi. Çayları doldurmuş ama içeriyi götürmeyi akıl edemeyen Ilgın'a yaklaşmıştı.
“Aptalım çünkü seni öpemeyeceğim bir yerdeyim. Aptalım çünkü içeride bir sürü kişi var ve hepsine ayıp ediyoruz. Yok aptaldan da öteyim çünkü ağabeyinin beni öldürmesini göze alacak ve seni yine de öpeceğim.”
“Delisin sen.”
“Delirten sensin. Ama ömür boyu delirmeye razıyım.” Ilgın son cümleden sonra hiçbir şey söyleyemedi. Gülümseyen gözlerle bakıp sadece kafasını salladı. Sonra da Orkun'un öpücüğüne yanıt verdi.
“Bana mutfakta mı evlenme teklif ediyorsun?”
“Şimdilik idare et. Sonra daha güzelini bir kez daha yaparım. Yanıtın?”
“Şimdilik evet, ama sonrakinin yanıtını şimdiden bilemem.”
“Gel buraya çılgın kız. Seni seviyorum.”
Kısa ama tutkulu öpücükten sonra ikisi de zorla toparlanıp çayları da alıp salona döndüler. Poyraz daha fazla dayanamadı “O çayları soğuttunuz yenisini koyun diyeceğim ama onlar da soğuk gelir diye demiyorum.”
Alize, Poyraz'ın dizine çimdik atmış iki anne de öksürmeye başlamıştı. Orkun ile Ilgın ise kıpkırmızı olmuştu. Orkun,
“Özür dilerim, Ilgın ile bana verdiği bir söz için konuştum. Sözünü tutmak istemedi ama sanırım ikna oldu.”
“Neymiş o söz?”
“Seni bulursam bana kendi elleri ile yemek pişirecekti. Yan çizmek istedi ama sonunda kaçışı olmadığını anladı”
“Neden kaçışı yokmuş.”
“Ben sözümü tuttum. Kurt ailesinde de sözünü tutmayan birisinin olmayacağını anımsattım.”
Odada olan herkes sözlerin gerçekte konuşulanları saklamak için sarf edildiğinin farkındaydı. İki gencin arasındaki çekimi de fark ettikleri gibi!
Sabah beş gibi herkesin uykusu ağır basınca ayaklandılar. Alize annesi ile babasını kendi villalarına davet etse de Neslişah Hanım bırakmamıştı dünürlerini. Alize ile Poyraz evlerine yürürken havanın soğuk olmasını da fırsat bilip hemen sarılmışlardı.
Ilgın konuklarına yatak hazırlamadan önce Orkun'u uğurladı. Kapının önünde fazla oyalanamayacağını bildiği için kısacık iki öpücük kondurup içeri kaçmıştı.

Ertesi sabah Poyraz ile Alize holding binasından içeriye girdiklerinde yer yerinden oynamıştı. Tüm çalışanlar odalarından fırlayıp patronun dönüşünü gözleri ile görmek için birbirinin önüne geçmeye çalışmıştı. Saat daha on olmadan tüm haber kuruluşları son dakika haberi olarak Kurter Holding’in en tepesinde olan Poyraz Kurt’un kurtulduğunu, yengesinin ve kuzeninin tutuklandığını yazıyordu.
Naz’ı telefonla aramışlar uyuduğu için Faruk ile konuşmuşlardı. Naz hastaneden çıkıp evine gelmişti bile. En çok şaşırdıkları ise Faruk’un izin alıp hala başında bekliyor oluşuydu. Alize gülmeye başlayınca Poyraz üstüne yürüyüp kollarına almış “Ben yokken de rahat durmadın sanırım. Sen yas tutmayı bile beceremiyorsun. Ne iş bu? Naz ile Faruk arasında ne var?”
“Henüz bir şey yoksa da yakında olacaktır hayatım. Naz, Faruk’un platonik aşkıydı. Şimdi ise şansını iyi değerlendirir de Naz’ı aşık ederse gerçek aşkı olmayı başarır.”
Poyraz da öyle olacağını hissediyordu. Çünkü karısının elinin değdiği her şey güzelleşiyordu.
“Nihal hanıma neler yaptın peki ben yokken? Sanki sana benden daha çok saygı duyuyor gibi hissettim. Sana bakışları sevgi dolu.”
“Hiçbir şey yapmadım inan. Sadece ona eşitimmiş gibi davrandım. Ama o da bunu asla suistimal etmeyecek biri. Hem ben burada çalışacaksam ki bunu çok isterim, Nihal Hanım ortak asistanımız olmalı.”
“Dur bakalım, asistanımı kapmana izin veremem.”
“Yani burada çalışmama itirazın yok öyle mi?”
“Sen deli misin? Senin gibi bir cevheri bu kapının dışına çıkartır mıyım? Bu kocaman odanın bir kısmı da sana ait olacak. Gözümün önünden bir saniye ayrılmayacaksın.”
“Hep bu odanın bir kişi için çok büyük olduğunu düşünmüştüm. Sevdim bunu. Gece gündüz seni görmek ne kadar güzel bir şey!”
“Seni görmek kadar değil ama!”
“Sen yokken Ilgın'a da işleri öğrenmesi için şirkete gelmesini teklif etmiştim. Senin için sakıncası yoksa o da başlasın aile işlerine. Baki amcanın tarafından kimse kalmayacak sanırım şirkette. Bu şirketin 50. yılını kutlarken yine aile şirketi özelliği ile kutlamasını isterim.”
“Ilgın'a teklif etmiştik ama o çalışmak istemiyorum demişti. Yine sorarım. Hala istiyorsa hemen başlar.”
“Tamam canım.”
Öğleden sonra gelen yoğun baskılar sonucu basın toplantısı düzenlemek ve tüm gerçekleri paylaşmak zorunda kalmışlardı. Yine de Naz’ın adını geçirmeden Nur Hanım’ın geçmişten gelen bir hırsı olduğunu söylemeyi yeğlemişlerdi. Dedesinin ve amcasının adının daha fazla olaylara karışmasını istemiyordu Poyraz. Hem telefon konuşmasından sonra Naz’ın soyadının Kurt olmadan değişebileceğini düşünmüş, ailenin yeni bir sansasyona karışmaması için de susmuştu.
Haftalar önce saçma sapan soruları sıralayan basın mensupları yerine bu kez çok daha düzgün sorular soran bir gazeteci grubu vardı karşılarında. İsmet Bey ve Mürüvvet Hanım bile şirkete gelmişti. İkisi de Poyraz ile kucaklaşmalarının ardından Alize’yi de sımsıkı kucaklamış, yaşadıklarından sonra en çok onun mutluluğu hak ettiğini söyleyip durmuştu.
Basın toplantısından sonra Naz’ın evine doğru yola çıktılar. Faruk kapıyı açtığında sevgiyle kucaklaştı Alize ile. Sonra Poyraz’ın elini sıkıp kenara çekildi. Naz bacağındaki alçı ile odadaki tek kanepede yatıyor aralıksız ağlıyordu. Daha odaya girmeden Faruk fısıldamıştı. “Dün geceden beri hiç konuşmadı. Sadece ağlıyor ve uyuyor. Lokma yediremedim. Aç karnına ilaç da almaması lazım. Eminim ağrısı arttı ama inat ediyor.” Alize, Faruk'un sesindeki sevgiyi ve endişeyi algılıyordu. Elini sıkıp içeriye doğru yürüdü.
Kapıdan girenleri gördüğünde yüzünü dışarıya çevirdi. Zaten yaşları akmaya devam ediyordu. . İlk haberi Orkun’dan almış o andan beri de sıkıntısı hiç geçmemişti. Öldü sandığı annesi yaşıyordu. Yaşamakla kalmamış, gerçek babasını ve kardeşini öldürmüştü. Sina Bey ile kardeş olduklarına hala inanamıyordu. Nur’un yaptıkları yüzünden şimdi ne Poyraz’ın ne de Alize’nin yüzüne bakamıyordu. Gözlerinden süzülen yaşları gören ikili hemen yanına gidip sarıldılar.
“Sakın ama sakın olanlar yüzünden kendini suçlama.” Poyraz, Naz'ın yaşadıklarını anladığını belli eder bir şekilde omuzlarına sarılmış ileri geri sallanarak teselli etmeye çalışıyordu. Onun şevkatini hisseden Naz ise çok daha şiddetli ağlamaya başlamıştı. Annesi olacak cani, bu sevgi dolu adamın babasını öldürebilmişti.
“Nasıl suçlamam? Nur denen yaratığa ne diyeceğimi bilemiyorum. Babamı ve ağabeyimi öldürmüş. Onun kızı olduğum için duyduğum utancın tarifi yok. Nasıl bakarım yüzünüze? Annenin yüzüne nasıl bakarım?”
“Birincisi, sen aynı zamanda dedemin de genlerini taşıyorsun. Yani içindeki iyiliğin dedemden kaynaklandığını biliyorum. İkincisi Nur ve Nurhan kötü diye Nurhayat da kötü mü? Hayır, aksine o da senin kadar mağdur. Şimdi siz iki kız kardeş hem birbirinizi tanıyacak hem de yaralarınızı saracaksınız.”
“Poyraz anlamıyor musun? Tüm bu olanların suçlusu benim.”
“Asıl anlamayan sensin. Tüm bu yaşananlarda tek mağdur sensin. Ne Savaş ile Nur’un çocuğu olmayı istedin ne de evlatlık verilmeyi. Ya iyi bir aileye denk düşmeseydin? Neler yaşayabileceğini düşünüyor musun? Artık üzülmek yok. Bugünden itibaren hepimiz sadece mutlu olmak için uğraş vereceğiz. Anlaştık mı?”
Naz, burnunu çeke çeke baktı yüzlerine. İki yüzde de katıksız bir sevgi vardı. Sebep olduklarının hiç biri onların sevgisini azaltmamıştı. Sonra mutfak kapısında onları izleyen Faruk ile göz göze geldi. Evet, geçmiş geçmişte kalacaktı. Hayatına sağlık bir şekilde devam etmek için mutlak yeni bir sayfaya ihtiyaç vardı.
“Anlaştık.”
Sesi kısık ve buruk ama umut doluydu.
Faruk mutfak kapısından seslendi. “Kim ne içiyor?”
Sanki evin erkeği gibi davranmasından sonra Alize ile Poyraz bakışıp gülmeye başladılar. Naz’a dönüp göz kırpan Alize mutfağa doğru seslendi, “Sen buraya yerleştin galiba. Faruk?”
“Öyle gibi oldu. Poyraz’ın kurtulmuş olacağını da sizin bugün böyle şeyleri yaşayacağınızı da kim bilebilir. İzin aldım. Naz rahat hareket edebilir hale gelene kadar yanında kalacağım. Tabii o da isterse?”
“İstemez gibi mi duruyorum?” Bu kez sesi de normal tondaydı.
“Eh desene gözümüz arkada kalmayacak. Çünkü bu aralar seni konuk etmeyi düşünemeyecek kadar karımla baş başa kalmanın derdindeyim.”
“Al işte, benim yüzümden yaşanmış bir acı daha... Günlerce bu kadın senin yasını tuttu. Senden ne istedi ki?”
“Benim başım gelenlerle Nur'un ve doğal olarak senin ilgin yok. Ama Nurhan kocasının başa geçmesinin çok istemiş. Anladığın gibi her şey senin başının altından çıkmayabiliyor. Şimdi hala mala dinlemem seni döverim. Sopa yememek için yemek yiyeceksin.” Poyraz'ın hiçbir şey olmamış gibi gülerek muhabbet etmesi Naz'ı rahatlatmıştı.
Naz, yanındaki küçük yastığı Poyraz’ın kafasına fırlatıp “Sen halanla nasıl böyle konuşursun?” dediğinde dördü de gülüşmeye başlamıştı.


Ailenin üstündeki karabulutların kalkması oldukça uzun sürdü. Poyraz’ın sağ bulunmasından çok amcasının karısının iki cinayet işlemiş olması yazıldı. Poyraz yeniden hisselerin bir kısmını üstüne alacak yasal düzenlemeleri yaparak yine işlerin başına geçmişti.
Özcan, karısının yaptıklarından sonra yönetimde yer alamayacağını bildirip, istifa etmek istemişti. Poyraz da hak vermiş ama yine de şirketten ayrılmasını istememişti. Özcan hırslı ve başarılı biriydi. Hem de şirket için oldukça iyi şeyler yapıyordu. İstifasını kabul etmeyerek piyasadaki güven bunalımını da kısa sürede aşmalarını sağlamıştı Poyraz.
Baki Bey ise artık şirket ile tüm bağlarını kopartmak istemişti. Hisselerinin büyük kısmını Poyraz’a kalan kısmını da Nurhayat’a devretmişti. Artık daha da az konuşuyordu. Neredeyse evden dışarı çıkmıyor çoğu zaman kitap okuyarak vakit geçiriyordu. Bir tek kez bile karısını görmeye gitmemiş aile avukatlarından boşanma işlemlerini başlatmasını istemişti. Poyraz’ın canına kast eden kızını ise hiç affetmemiş mirasından pay kalmaması için gereken her türlü düzenlemeyi yapmıştı. Kocasının mevkisi için ailesini silip atabilen bir kızım yok benim, diyerek tüm itirazları da bertaraf etmişti. Zaten Baki Bey’in bundan sonra ne sesi yükselmiş ne de hareketleri hızlanmıştı. Sadece hastalığının izin verdiği ölçüde yaşıyordu.
Holdingin hisse senetlerinin değeri düşse de bir süre sonra ortam durulmuştu. Bir ay kadar sonra ise neredeyse konu tamamen unutulmuştu. Mahkemeler başlamış olsa da aile sadece avukat aracılığı ile mahkemede temsil ediliyordu.
Tüm bu süreçte ölüm karinesi ile ilgili işlemlerin düzeltilmesi için de yasal işlemler yapılmıştı. Yine de Alize Poyraz’ı kızdırmayı seviyordu. Ben artık bekar bir kadınım, dedikçe Poyraz bekar olmadığını anımsatıyordu!
Kasım ayının ortası geldiğinde Nurhayat ve Özkan ilk bebeklerine kavuşmuştu.  Kızları çok sağlıklıydı. Nurhayat, annesi ile ablasının yaptıklarından sonra uzunca bir süre kimse ile görüşmemişti. Adındaki Hayat neredeyse yok olmuştu ama babasının ve ailenin diğer fertlerinin desteği ile toparlanmıştı.
Hastanede tüm ailesini karşısında gören Nurhayat hepsini teker teker öpmüş ve teşekkür etmişti. En çok da Poyraz’a sarılmış kulağına “Onlar adına ben özür dilesem kabul eder misin?”
“Senin en küçük bir hatan yok. Naz’ın da olmadığı gibi! Lütfen ikiniz birbirinize destek olun, sizi her zaman gülen yüzlerle ve güçlü görmek istiyorum.”
“Olurum. O da isterse tabii.”
“İster, canım. Bunca yıl ailesinden bir tek beni tanıdı ve sizleri tanımak için can attı. Mutluluğu yarım da olsa bundan sonra ailesi ile olmaya ihtiyacı var.”
“Elimden geleni yapacağım.”


Kasım ayının sonu yaklaştıkça yılbaşında nerede olalım muhabbetleri başlamıştı. Naz alçıdan kurtulmuş ama Faruk’u yine de evine göndermemişti. Faruk bir gece televizyonda izledikleri bir filmdeki gibi aşkını ilan edince Naz da “Bir başka film sahnesi ile yanıt versem? Acil mi lazım cevap?” diye sormuştu. Faruk olumsuz yanıt aldığını sanıp susunca da, başka bir doksan dakikaya ihtiyacımız yok, seni seviyorum. Hem insan kendisine bu kadar iyi davranan bir erkeği kaçıramaz değil mi?” demişti. Faruk yanıtı beğenmemiş, “Yani sana baktığım için mi beni sevdin? O zaman kısa süre sonra benden sıkılacaksın!” dediğinde ise,
“Ben, aşkı bulmak için bir kere ayağımı kırdım. Bunu kaybetmemek için gerekirse tüm kemiklerimi kırmanın bir yolunu bulurum.” dediğinde ancak rahatlamıştı.
“Saçının teline zarar gelmesini istemem. Senin yaralandığını duyduğum an ömrümden on yıl gitti. O acıyı bir daha yaşatma bana.”
“İyi ama o zaman da beni seviyor muydun? Nasıl olur bu? Beni hiç tanımıyordun!”
“Seni sevmek için tanımaya ihtiyacım yoktu. Ama seni tanıdıkça daha da çok sevdim.”

Ilgın ile Orkun’un ilişkisi de aynı tadında devam ediyordu. Fırsat buldukça bir araya gelen ikili artık Poyraz'ın da onayını almış olmanın rahatlığını yaşıyordu. Ilgın, şirkette işe başlamıştı. Orkun'un o gece dolaylı yoldan ettiği evlenme teklifinin gerçeğini henüz alamamış olması tek sıkıntısıydı. Acaba vaz mı geçti? Dediği zamanlar Orkun aşkını yeniden ispatlıyordu. O zaman da beklemeyi seçiyordu. Çünkü daha çok zaman geçmemişti tanışmalarının üstünden.

Poyraz tüm çiftlerin olacağı bir yılbaşı gecesi düzenlemek istemiş ama sonra karısı ile baş başa olmak daha cazip gelince bir dağ evi tutmaya karar vermişti. Bir haftalık tatil ile yarım kalan balayını tamamlamayı düşünüyordu. Tek sorun karısına nasıl bir hediye vereceği idi… En sonunda sormaya karar verdi.
“Hayatım, benim ödülüm sensin. Yeniden benim yanımdasın ikinci kez hayatımdasın daha ne isterim. Hem dağ evindeki balayı hediye değil mi?”
“Peki, sana desem ki bu hediye biraz farklı olsa… hemen alamasan… biraz beklemen gerekse… Yani… Şey… Artık doğum kontrol önlemlerimizi bıraksak? Bir bebeğimiz olsa? İster … misin?”
Poyraz’ın daha cümlesi bitmeden Alize boynuna sarılmış kolları ile neredeyse nefes almasını engellemişti. Sorusunu zorlukla tamamlayan Poyraz karısına sımsıkı sarılıp o doyamadığı kokusunu içine çekti. Alize,
“Sen isteyene kadar beklemeyi düşünmüştüm ama hala inat eder de hiç bebek istemezsen diye de korkuyordum.”
“Deli kadın söylesene bana. Neden içinde tutuyorsun?”
“Çünkü benimle bu konuda sıkı sıkı pazarlık yapan bir kocam var. Ve o kocam olacak adamın kendisinin istemesini beklemiştim. Hadi hemen çalışmalara başlayalım.” Elinden tutmuş üst kata sürüklüyordu kocasını.
“Emrinize amadeyim hayatımın anlamı.”

Poyraz, arabayı park ettiğinde Alize hayatında gördüğü en güzel dağ evi olduğuna yemin edebilirdi. Ev çok büyük değildi ama Kaz dağlarının en güzel manzarasına sahipti. Yoldan gözükmeyen taş binanın bahçesi karların arasından çiçeklerini isyan edercesine açmış çuhalarla doluydu. Çam ağaçlarının bembeyaz görüntüsü tarif edilemez güzellikteydi. Hele ki dağların tepelerindeki bulutlarla görüntüleri en usta ressamın işiydi. Alize yine yaşadıklarını anımsayıp bir an korku duysa da kocasının eline uzanması ile yeniden şükretti o ulu ressama. Evin bacasından duman çıkıyordu.
“Evde bizden başkası da olacak mı?”
“Deli misin? Sadece sen ve ben! O şöminenin dumanı. Yakan da köyden biri. Dolapları doldurdu. Odunlarımızı getirdi. Evi bizim için ısıttı ve evine döndü. Bir hafta boyunca buradayız ve seni mutfakla yatak arasından başka bir yere göndermeye niyetim yok. Bilmem anlatabildim mi?”
“Çok net anladım da ben mutfakta ne yapacağım? Sen o arada nerede olacaksın?”
“Sen yemek hazırlarken ben yatağı sıcak tutacağım.”
“Olmaz öyle. Bir sen bir ben.”
“Tüh, kandıramadım. O zaman her yere Siyam ikizleri gibi gitsek?”
“İşte bu fikri sevdim.”
“Ben de seni sevdim. Hadi girelim içeriye üşütme.”
“Isıtırsın hayatım.”
“Gel hemen başlayayım ısıtmaya.”
Eve girdikten sonra önce kısa bir tur yapıp sonra da kahve yapmıştı Alize. Karşılıklı Türk kahvelerini yudumlarken evin içinin güzelliğini izliyorlardı. Bir hafta bu evde baş başaydılar. Alize her şey yola girmiş olsa da hala gece uyanıp yatağın içinde kocasını arıyordu. Poyraz bunu ilk fark ettiğinde konuşarak aşmasını sağlamaya çalışmıştı. Alize çabasını fark etse de içindekileri hemen değiştiremiyordu. Bu dağ evine gelirken de tedirginlik duymamış değildi. Eve girer girmez kapıyı kilitlemesinin nedeni de buydu. Odaları gezdiğinde hepsinde demir parmaklık olduğunu görüp rahatlamıştı. Aşacaktı ama yaşadıklarını unutması o kadar kolay değildi.
İki gün sonra yılbaşıydı ve o geceyi şampanya patlatarak şömine önünde hafif müzik eşliğinde kutlamışlardı. Alize tek kadehten sonra içmek istemeyince Poyraz da bırakmıştı. Müzik setindeki güzel şarkıların eşliğinde dans etmişler sonra yeniden şöminenin önünde meyvelerini yemişlerdi. Sonra aynı yerde sevişmiş, yeni yılı birbirlerinin kollarında kutlamıştı aşıklar.
Alize ve Poyraz kasımın son haftası ve aralık ayı boyunca çalışmalarına devam etseler de her ikisi de bebeklerinin ana rahmine düştüğü günün yılbaşı gecesi olduğundan neredeyse emindi. Alize’nin altıncı hissi devreye girmişti ama artık Poyraz da kendi hislerine güveniyordu. Yine de karı koca bu hislerini birbirleri ile paylaşmamış, kendilerine saklamıştı.
Yılbaşı tatilinden döndüklerinde Aslı ile Ercan’ın bebeklerinin yolda olduğu haberini almış yakında bizden de böyle bir haber bekleyin, diyerek kendi kararlarını da açıklamışlardı. Aslı, Poyraz’ın eski isteğini bildiği için bu yeni karar çok mutlu etmişti onu da.
Poyraz’ın saklandığı dönemin acısını çıkartmak için iki erkeğin de olayları neredeyse unutmasını sağlayacak süreyi bekleyen ikili Aslı’nın hamileliği ile eziyetlerine başlamıştı. Alize Aslı’ya fikirler veriyor biletler sağlıyor, Aslı da başka hamileler gibi yiyeceğe aş ermiyor, aralıksız gezmek istiyor, Ercan’ın sevmediğini bildiği halde tüm resim galerini, klasik müzik konserlerini, operaları defalarca kez geziyor, dinliyordu. Ercan bu kadarla kurtulduğuna şükrediyordu.
Ocak ayının ortası geçtiğinde Alize regl döneminin geçtiğini fark etmişti. İlk andan beri hissettiği gerçeğin onaylanması için doktordan randevu aldı. Gerekli testler yapılıp sonuç alındığında artık kesinleşmişti. Şimdi bunu kocasına söylemenin bir yolunu bulmalıydı.

“Hayatım, masa hazır geliyor musun?” Her zamanki gibi salatayı Alize yapmıştı.
“Geldim canım. Çok açım.” Poyraz, yerine oturduğunda hemen yemeğe başlamıştı.
“Poyraz, bu yaz ne yapacağız?” Alize daha başlamadığı çorbasını karıştırıyordu.
“Ne o kıştan sıkıldın galiba?” Hava gerçekten soğuktu ama yazı özleyecek kadar kış yaşamamışlardı.
“Sıkılmadım da önceden planlamak iyidir. Çeşme’ye tatil köyüne gidelim mi?”
“Olur tabii. Hem sizinkiler de orada olur.”
“Bence herkes orada olsun. Hani şu yapamadığımız düğünümüz var ya, işte onu yapalım yazın. Aklımda bir elbise var. Tam bana göre olacak.”
“Ne yani, aklındaki elbise için mi düğün yapacağız?”
“Yok, asıl nikah yapacağız. Düğün ondan sonra.”
“Nikah mı? Yeniden mi?”
“Vallahi yeniden yapacağız. Çünkü senin kayıp olduğun zaman bana dul olduğum söylendi. Şimdi kafamdan bu sorunu atmam lazım.” Poyraz ciddi olduğunu anlayınca kaşığını bıraktı.
“Canım karım neden bekliyoruz o zaman yaza kadar? Hemen yapalım.”
“Olmaz ben hep o tatil köyünün havuz başında düğün istedim. Yani seni de istedim de, seninle düğünümü hep orada hayal ettim. Şöyle senin üstünde beyaz bir keten gömlek… Yakasız olanlardan. Altında da beyaz bol bir pantolon! Ayakların çıplak! Benim üstümde de göğüslerimin altından yerlere kadar bol uzanan beyaz… yok yok kırık beyaz bir Yunan Tanrıçası elbisesi. Hani şu tek omuzu olanlardan…”
“Boğaz turunda giydiğine benzeyen mi?” O geceyi anımsamak ikisini de gülümsetti.
“Evet, ona benzeyen!”
“Ama onun bel kısmında çok güzel şeritler vardı. Beline onların yerine kollarımı sarmayı düşündüğümü anımsıyorum. Yine öyle bir şeyler giysen? Neden o kadar bol giyeceksin ki?”
“Çünkü o zamanlarda neredeyse doğurmak üzere olacağım. O koca karnımı nasıl saklamamı bekliyorsun?”
“Anladım… Anlamadım… Ne… Hamile misin? Bu kadar çabuk mu? Yılbaşı bebeği mi bu? Allah’ım inanamıyorum.” Çoktan mutfak masasından kalkmış ve karısını kucaklamıştı. Öpücüklerinin arasında zorlukla yanıt verdi Alize.
“ İnan… Canım… Eylülün… Onu gibi falan… Doğuracağım. O yüzden temmuz ağustos gibi nikahımızı ve düğünümüzü yapalım istiyorum. Olur mu?”
“Olmaz mı? Sen istersin de olmaz mı? Seni çok sevdiğimi söylemiş miydim? Hayır, seni çok sevmiyorum sana tapıyorum. Sensiz bir hayatı düşünemiyorum. Karım, bebeğimin annesi. Hadi herkese haberi verelim. Yok şimdi vermeyelim. Yarın verelim. Sen hala aç mısın? Ben şu an tek lokma yiyemem. Ama seni yerim.”
Aslı'ya yaptığı tavsiyeleri kendisi de uygulamaya başlamıştı. Nedense aşermeleri hep gecenin bir yarısı el yapımı tatlılara oluyordu. Koca holdingin patronu mutfakta belinde önlük ile ya kurabiye yapıyor ya sütlaç kaynatıyordu. Poyraz bunların ceza olduğunu bilse de sesini hiç çıkartmıyordu. Çünkü karısının canını istediği bir şeyleri yapmak ona sadece zevk veriyordu.

Alize, haziran ayı sonuna kadar şirkette çalışmaya devam etti. Temmuz ayında izne çıktığında oğlunun doğumuna iki aydan biraz fazla kalmıştı. Aslı ise temmuzun ortasında oğlunu kollarına almıştı. İki iyi arkadaş oğullarına yakın isimler koymak için uğraşmış, en sonunda Ercan’ın fikrini kabul etmişti. Birinin adı Rüzgar diğerinin adı Kuzey olacaktı. Kurada Aslı Kuzey’i çekince Alize ve Poyraz’a da çok istedikleri Rüzgâr adı kalmıştı.
Kuzey, doğumdan sonra geçirdiği bir dizi rahatsızlık yüzünden Aslı’yı üzmüş ama hiç biri ölümcül olmadığı için de sadece iyileşmesini beklemişlerdi. Tabii bu zaman zarfında Alize ile Poyraz’ın düğünü ertelenip durmuştu. Böyle olunca da Alize 6 Eylül günü, yani birinci evlilik yıldönümlerinde düğün yapmaya karar vermişti.
Uçağa binemeyeceği için araba ile yola çıkmışlar Alize’nin sıkıntıları yüzünden de sık sık mola vermişlerdi. Düğünden on beş gün önce gelmiş olsalar da yol yorgunluğunu ancak bir haftada atabilmişti üzerinden. Sık sık doktoru ile görüşmüş, doğuma az kaldığı için geri dönmeden Çeşme’de doğurmaya karar verdiğini, düğüne davetli olduğunu, Pazar akşamı uçakla geri dönüşünü ayarlayacağını söyleyip ikna etmişti. 
Poyraz, iki üç gün ara ile uçup karısının yanına gidiyor, ertesi gün yine uçakla İstanbul'a dönüyordu. Ilgın İstanbul'da ağabeyi ile kalıyordu. Neslişah Hanım ise dünürü ile birlik olup gelininin bir dediğinin iki olmaması için koşturuyordu.
Düğün sabahı her şey tamamdı. Tatil köyünün bahçesi ayarlanmış, konuklara da düğün haber verilmiş, onların da katılması sağlanmıştı. Saat on dokuz olduğunda tüm davetliler kumsala toplanmış batmaya yüz tutan güneşin son ışıkları altında çalan müzik eşliğinde muhabbet ediyordu. Tüm masalar kumsala taşınmıştı. Tatil köyünün misafirleri de kumsalda yemeklerini alacaktı.
On dokuz otuz olduğunda iskeleye yanaşan tekneden inen çift batmaya başlayan güneşi kıskandıracak kadar ışıltı saçıyordu. İskeleden yürürken tüm bakışlar onlardaydı. Alize, karnını büyük ölçüde gizleyen elbisesi ile kocasının yanında yalın ayak yürüyordu. Tüm sevdikleri oradaydı. İkinci kez kıyılan nikah için toplanmıştı herkes.
Nikah kıyıldıktan sonra çalan hafif dans müziğinde kocasının kollarındaydı, Alize.
“Seni seviyorum bal gözlüm.”
“Seni seviyorum gri gözlüm.”
Alize kocasının omuzu üstünden konuklara bakıyordu. Tüm sevdikleri oradaydı. Naz ile Faruk evlenmeye karar vermişti. Naz zaten birlikte yaşmaya başladığı Faruk ile bir ay sonra evlenecekti. Artık mankenlik yapmayacak ama Türkiye'de manken ajansı açacaktı. Faruk hayallerindeki kadına kavuştuğu için çok daha mutluydu. Hatta artık daha da genç duruyordu.
İsmet Bey ile Mürüvvet Hanım da dans edenlerin arasındaydı. İsmet Bey fırsat buldukça Alize'den yazıları ile dergiye destek olmasını istemiş doğum iznine ayrılan Alize de evde sıkılmamak için yine dergi için yazmaya başlamıştı.
Aslı ile Ercan, Ercan'ın annesinin kucağında uyuyan oğullarına bakıp dans ediyordu. İkisi de sıkıntılı günlerin geride kaldığını bilmenin huzurunu yaşıyordu.
Ilgın nihayet beklediği evlenme teklifini altı ay önce almış ve hemen evet demeyerek beklemenin acısını çıkartmıştı. Ama Orkun o eveti duyacağından emindi. Öyle de olmuş nişanlanmışlardı. Bir ay kadar önce yaptıkları düğün ile evlenmişti iki sevgili.
Nurhayat ve Özkan on aylık kızları ile katılmıştı düğüne. Nurhayat çok sıkıntılı günlerden sonra ailede yine eski neşeli Hayat olmuştu. Babasının tedavisinin devam etmesi ve Naz'ın aileye girişi onu daha hızlı toparlanmaya itmişti.
Özcan, tek celsede boşanmıştı. Poyraz ile bir süre mesafeli olsa da kısa süre sonra yine işine sıkı sıkıya bağlanmıştı. Yine hırslıydı ama daha sakindi artık.
Alize, annesi ile babasının da pistte olduğunu görünce gülümsedi. Torun sevinci sarmıştı ikisini de. Aslı ilk torunu vermiş sayılsa da kendi kızlarının bebeğini çok büyük bir heyecanla bekliyordu ikisi de. Alize'nin kendilerine bakıp güldüğünü fark edince onlar da gülümsedi.
Neslişah Hanım, Çeşme'de yaşayan ahbapları ile konuşuyordu. O da gelininin bakışlarını üstünde hissedip gülümsemişti.
Alize, tüm sevdiklerinden sonra hepsinden çok daha fazla sevdiği kocasına bakmaya başladı. Biraz daha yakınlaşıp parmaklarının ucunda kalkıp çenesine öpücük kondurduktan sonra,
“Keşke karnım bu kadar büyümeden yapabilseydik düğünü. Sarılamıyorum sana.”
“Olsun hayatım, bu düğünün de tadı başka. Herkes burada, bizimle ve mutlu! Daha ne olsun?”
“Rüzgar.”
“O da seneye bizimle olur.”
“Hayır, yetişecek sanırım.”
“Nasıl yetişecek?”
“Of Poyraz, Rüzgar geliyor. Sanırım doğuracağım.”
“Allah’ım, kadın sen hiçbir şeyi yavaş yapamaz mısın? Doktor? Doktorun nerede? Çabuk biri doktorunu bulsun, bu deli kadın doğurmaya karar verdi….”



S O N

3 yorum: