8 Nisan 2015 Çarşamba

Alize & Poyraz 6. Bölüm

2002



Uzun boyları, dalgalı saçları ve muhteşem kıvrımları ile iki genç kız Çeşme sokaklarında yürürken kendilerine dönen başların farkındaydılar ama ikisi de görmemezlikten geliyordu. Çünkü üniversiteye başladıklarından beri bu ilginin her geçen gün arttığını gözleri ile görüyorlardı.
Alize, University of Nottingham da Genel ve Finansal İşletme okumaya başlamıştı. Ailesini ikna etmek güç olunca hayatında ilk kez kapris yapmış ve günlerce konuşmamıştı. Bu küslük işe yaramış, önce babası sonra da annesi yumuşamıştı. Okula kayıt yaptırdığı gün, kendisini dünyanın en mutlu insanı sayıyordu. Elbette bu eğitimin güçlüklerini, aile özlemini günler geçtikçe algılamış, defalarca kez kendisini sorgulamıştı. İlk yılı bitirdiğinde, yine de kendisinin doğru karar verdiğinden emin yurda dönmüştü. 

Aslı, ise İstanbul üniversitesi’nde İletişim Fakültesi, Gazetecilik bölümünde okumaya başlamıştı. İki arkadaş sık sık internet üzerinden muhabbet ediyor, birbirlerine dersleri hakkında bilgi verip, öğrendiklerini paylaşıyorlardı. Sadece arkadaşça yaptıkları bu paylaşımların yıllar sonra işe yarayacağını akıllarının ucundan bile geçirmiyordu ikisi de…
Uzun zaman yüz yüze görüşememiş iki arkadaş tatil için yine Çeşme’yi seçtiklerinde yedi yıl öncenin ufaklıkları gitmiş, yerine çok güzel iki genç kız gelmişti. O gün Çeşme’ye geleceklerinden kimsenin haberi yoktu. İstanbul’da buluşmuş, bir gece Aslı’nın ailesinde kalmış, ertesi gün Aslı’nın arabası ile Çeşme’ye yola çıkmışlardı. Babası şehirlerarası yollardan korktuğu için sabah yola çıkmalarına izin vermiş, sıklıkla da cep telefonundan arayarak kontrol etmişti. Kızlar sağ salim Çeşme’ye inince içleri rahatlamıştı. Arabayı park edip önce marinaya doğru yürüdüler. Alize’nin babası Güngör Bey, tur varsa dönmek üzere olmalıydı. Tur yoksa da teknesinde bulacaklarından emindi ikisi de.
Denizin iyot dolu kokusunu içlerine çekerek marinaya yaklaştılar. Yatların, tur teknelerinin cıvıl cıvıl görüntüsü, kuş sesleri ve hafifçe teknelere vuran dalga sesleri, benliklerini sarmışken, kendilerine yaklaşan dörtlü grubu fark ettiler.
Kendileri de güneş gözlükleri ile neredeyse tüm yüzlerini kapattıkları için tanınmayacaklarından emindiler.
Aslı, o dörtlü grubun içinde, yıllardır aklından çıkartamadığı Ercan’ı hemen tanımıştı. Kafasını sertçe denize doğru çevirip kolunda çok güzel bir genç kızla yürüyen genç adamı görmemezlikten gelmişti.
Dörtlü grupta bulunan iki erkek de kızlara ilgi ile bakıyorlardı. Yanlarındaki kız arkadaşları ise olanlardan habersiz kendi aralarında muhabbet ediyordu.
Alize ile Aslı, kaprilerinin üstüne atlet tarzı penyeler giymiş, omuzlarına astıkları ip saplı torba tarzı çantaları, yürüdükçe dalgalanan saçları ile çok güzel gözüküyordu. Ercan ve arkadaşı Alp, bakışlarını alamadan bu ikiliye bakarken Ercan bir anda durup,
“Aslı? Alize?” dedi. İki kız da oldukları yerde kalıp sesin geldiği tarafa baktılar. Alize, sesin sahibini tanıyınca yanına doğru yürüdü. Ercan da kolundaki genç kızdan kurtulmuş, onlara doğru yürüyordu. Üstündeki bol cepli şort ve penye ile ilk karşılaşmalarındaki pazarcıdan çok farklıydı. Yine de o tezgâhın ardında, gözlerini ayırmadan Aslı’yı izleyen erkek, gözlerinde pırıltılarla karşılarındaydı. Tüm yüzüne yayılan gülümseme ile bakıyordu kızlara. Özellikle Aslı’ya.
Aslı, ise arkada kalmış, yanlarına gelmeye uğraşmıyordu. İçinde duyduğu kıskançlığa anlam veremiyordu. Dört yıldır görmediği, adından ve tıp da okuduğundan başka bilgisinin olmadığı adamı kıskanmasına anlam veremiyordu. Onlar ayaküstü konuşurken, az önce Ercan’ın kolunda olan kız da yanlarına gelmiş, elini uzatmıştı Alize’ye.
“Ercan tanıştırma gereği duymadı ama ben de Selvi, kız arkadaşıyım.” Dediğinde Alize, bu kendine güveni olmayan kıza aşağılayan gözlerle bakmamak için kendisini zor tuttu. Dilinin ucuna kadar gelen ‘ilginç bir unvanınız var’ cümlesini ise yutmak için daha çok çaba sarf etti.
“Memnun oldum. Ben de Alize.” Kızın adını duyduğundaki şaşkınlığına anlam veremedi. “Alize mi? Ne kadar değişik! Anlamı ne?” Alize, çok sık olmasa da adının anlamını bilmeyenlerle karşılaşıyordu. Kısaca açıkladı. ‘Tropikal denizlerde esen sıcak rüzgârın adıdır’ dediğinde kızın gözleri daha da boş bakmaya başladı.
“Rüzgârın adı mı? Neden böyle bir isim koymuşlar ki?” dediği anda Alize, daha fazla dayanamayacağını anlayıp, “Size de Selvi demişler ama bu kadar kısa olacağınızı düşünememişler” diyerek cevabı yapıştırmıştı. Yüzüne yayılan kırmızılığın hiddetten olduğunu anlayana kadar Alize, yüksek sesle konuştuğunun farkında değildi. Ama diğer herkes olanların farkındaydı ve kahkahalarla gülüyorlardı.
Selvi, kendisi ile dalga geçilmesine içerlemiş, hızlıca yürümeye başlamıştı. Aslı ise arkadaşının verdiği yanıttan memnun Ercan’ın tepkisini izliyordu. Ercan, gitmekle kalmak arasında bocalıyordu. Alp’in kız arkadaşının yakın arkadaşı olduğu için, en azından arkadaşına ayıp olmasın diye, “Selvi, bir dakika bekler misin?” diye arkasından seslendi. Selvi, halinden memnun bir tavırla kızlara bakınca ikisi de kafasını çevirdi.
“Ercan, ayıp oldu. Ama susamadım. Ona ne benim adımdan? Seni kırmak istemem ama ondan da özür dilemem, haberin olsun.”
“Önemli değil, ben alırım gönlünü” dediğinde Aslı’nın yüzü daha da asıldı.
Selvi’nin bekliyor olmasını umursamadan, kızlarla ayaküstü muhabbet etmeye başladı. “Siz, neler yapıyorsunuz? Uzun zamandır görmüyorum. Okul ne oldu?”
“Çeşme’ye az önce geldik. Babama bakmaya marinaya yürüyorduk. Okulda ilk yıl bitti ve dinleniyoruz. Sen bitirdin mi?”
“Bu yıl bitecek. Sonra da uzmanlık var ama onu nasılsa hallederim, diyorum. Şimdi dersleri düşünmeden biraz dinlenip, Çeşme’nin tadını çıkartmak istiyorum.” O ana kadar susan Aslı,
“Aman aman sen tadını çıkart… Alize, babana bakmayacak mıydık?” diyerek konuşmanın uzamasını engelledi. Aslı’nın sert sesini duyan Ercan, gözlerinde alaycı bir ifade ile kafasını ondan tarafa çevirdi.
“Aslı hanım, çok hoş sohbetsiniz… Her zamanki gibi!”
“Sizi, eğlencenizden uzak tutmamak için susmayı yeğliyorum. İyi günler.” Dedi ve marinaya doğru ilerledi. Alize, arkadaşının arkasından yürümeye başlamadan önce vedalaştı. Alp ile de kısaca konuşup el sıkışıp, adımlarını hızlandırdı. Aslı’ya yetiştiğinde arkadaşını burnundan solurken buldu.
“Aslı, hâlâ Ercan senin için bu kadar önemli mi? Bak yanındaki boş beyinli kızlarla vakit geçirmek isteyecek birisi için neden tatilin ilk gününü zehir ediyorsun. Hem bu yaz Çeşme daha da kalabalık sanki. Eminim bir sürü yakışıklıyı peşimize takarız.”
“Elbette, o salakla uğraşacağıma ben de keyfime bakarım”
“İşte bu… Hadi babama bakalım.”
Kısa bir beklemenin ardından babasının, Alize adını verdiği tur teknesi iskeleye yanaştı. Güngör Bey kızları görünce yolcuların inmesini bile beklemeden kıyıya atladı. Önce Aslı’ya sonra da kızına sımsıkı sarıldı. Alize, “Baba boğuluyorum” diyerek tuhaf sesler çıkartmaya başlayınca kızını bıraktı ama şaka olduğunu anlayınca yeniden sarıldı.
“Deli kız neden haber vermedin?”
“Bu halini görmek için! Bakalım özlenmiş miyim, unutulmuş mu?”
Baba kız şakalaşarak otoparka doğru yürüdüler. Babası bisikletine binip kızların ardından eve doğru yol alırken, araba içinde de kızlar Ercan ile ilgili konuşuyorlardı.
“O kadar sığ kızlarla birlikte olabileceğini asla düşünmezdim. Demek ki erkeklerin aptalları tercih ettiği doğruymuş.”
“Saçmalama kızım, gönlünü eğliyor. Kızın halinden ne olduğu belli.” Hiç hoşlanmasa da arkadaşının üzüntüsünü almak için, hiç tanımadığı bir kızı eleştiriyordu… Yine de Aslı’nın asılan yüzünü gülümsetememişti.
Eve ulaştıklarında Suzan Hanım terasa masa hazırlıyordu. Babası erken yemek yenmesinden yanaydı. Saat daha yedi olmasına rağmen her şey hazırdı. Tabii iki kişi için. Kızı ile arkadaşını bahçe kapısında gören Suzan Hanım elindeki çatalı düşürdü. Şaşkınlıkla bakan yüzü sonra kızgınlıkla asıldı.
“Neden haber vermiyorsunuz? Sizinle hâlâ uğraşmak zorunda mıyım? Yemeğim yok. Aç kalın da görün gününüzü!” dediğinde gözleri dolmuştu bile… Terastan bahçeye inen dört basamağı uçar gibi inip iki kıza birden sımsıkı sarıldı. “Çok özledim, çok özledim” diyor başka bir şey ağzından çıkmıyordu.
“Peynir ekmek yeriz ama birlikte yeriz annem.” Dediğinde artık kimsenin sitem edecek hali kalmamıştı. Nasıl geldiniz? Ne zaman geldiniz? Sorularına yanıtlar, terasa çıkarken verilmeye başlandı. Babası geldiğinde masaya oturulmuş, okul hayatı ve kaldığı yurt ile ilgili komik olayları anlatarak hoşça vakit geçirmelerini sağlayan Alize, ailesini çok özlediğini ve bakmaya doyamadığını düşünüyordu. Uzun uzun konuşarak denizden esen hafif meltemin eşliğinde yemeklerini yediler. Artık büyümüş olduğuna inandığı kızlar ile karşılıklı bira içmek Güngör Beye önce tuhaf gelse de, bir gün kızı ile bunları paylaşacağını hep hayal etmişti.
Alize’yi doğururken geçirdiği komplikasyonlar sonucu Suzan Hanımın, ikinci çocuk şansı hiç olmadı. Güngör Bey de kendisinden uzakta gözlerini dünyaya açan kızını istediği gibi yetiştirdi. Şimdi ise birçok erkeğin istediği erkek evlat yerine bir kızı olduğu için kendisini çok şanslı hissediyordu. Aslı da ikinci kızı sayılırdı. Üstelik dünya üstündeki en güzel iki kız kendisinindi. Babası ne zaman dünya güzelim dese, annesi hemen lafa karışır “Kuzguna yavrusu güzel gözükür” derdi. İlk başlarda buna içerlese de annesinin batıl inançlarından kaynaklandığını, kendisini nazardan korumak için öyle söylediğini anladığından beri, bu muhabbet çok hoşuna gidiyordu.
Tatilin ikinci günü eve yerleşmekle ve bolca muhabbetle geçmişti. Akşam sahilde yürümek için evden çıkan kızların ardından bakan Güngör Bey, eşine, “yakında kollarında birer zibidi ile gelir bunlar karşımıza” diye dertleniyordu. Suzan Hanım, eşinin gururla bakan gözlerine, yirmi bir yıldır eksilmeyen aşkı ile yanıt verip, “Sen de o zibidileri uzaklaştırmak için gerekeni yaparsın o zaman” dedi. İkisi de, iki genç kızın düzgün eşler bulmaları için dua ediyordu. Alize’den ayırmadıkları Aslı’da dualarından eksik olmuyordu.
Alize, üstündeki bebek mavisi askılı elbisenin hafifçe uçuşan eteklerinin verdiği serinlik hissi ile çok yüksek olmayan dolgu topuklu ayakkabılarının üstünde güvenle adımlarını atıyordu.  Yazın cıvıltısı Çeşme’yi sarmıştı. İngiltere’nin kasvetli havasından sonra parlak gecenin denizde oluşturduğu mehtap ve yakamoz görüntüsü, cennette yaşıyormuş hissi veriyordu. Sahildeki kayalara, demirlere bağlanmış birkaç ufak sandalın dibinde oluşan parıltılar neredeyse göz alacak gibiydi. Gecesini ayrı gündüzünü ayrı sevdikleri Çeşme’nin kalesine doğru yola devam ettiler. İlk gördükleri dondurmacıdan dondurma almak isteyen Aslı’yı, Alize durdurdu.
“Yine dökersin ve tüm Çeşme’yi koca dondurma lekesi ile gezersin. Dönüşte alalım.”
“Artık koca kız oldum. Dökmem.”
“Evet, ama bak bu konuda sabıkalısın. Sen bilirsin!”
“Tamam, dönüşte alalım. Ama bak kebap mısır yiyeceğiz.”
“Allah’ım, sen yemekten başka bir şey düşünmez misin? O kadar abur cubur nereye gidiyor?”
“Alize, bana hesap sorma. Sen dile getirmiyorsun ama en az benim kadar yiyorsun. Seninkiler nereye gidiyor?”
İki kızında genç yaşlarının ve aileden aldıkları genleri sayesinde kilo almak gibi bir sorunları yoktu. Okul, dersler ve arkadaş çevreleri derken zaten hareketli bir yaşamları vardı. Deniz kenarında diğerlerine göre daha sakin gözüken bir çay bahçesine oturdular. Birkaç kilometrelik yürüyüş ikisini de yormuştu. Biraz sonra kızların isteği olan buz gibi gazozlar masadaki yerini almıştı. Şişeler yarılanmadan Alize, kendisine seslenildiğini duyup, sesin sahibini aramaya başladı.
Bir an, kısacık bir an, yıllar öncesindeki gri gözlü yakışıklısını gördüğünü sandı. Ama yürüyenler o kadar kalabalıktı ki, onun olup olmadığını anlayamadan, gözden kaybetti. Adını ikinci kez duyduğunda biraz ileride Ercan’ı gördü. Aslı’nın da gördüğünden emindi.
“Sakın davet etme!” Aslı, Ercan ile muhabbet etmek istemiyordu. Yıllar öncenin çocukluk aşkı, yine alevleniyor diye düşünen Alize, Ercan ve Alp’in tek başlarına olduğunu görünce el sallamış ve Aslı’nın dediklerini dikkate almadan masaya davet etmişti.
Masada, boş sandalye olmayınca, iki erkek yan masalardan sandalye alıp geldiler.
Ercan, Aslı’nın dünkü karşılaşmadan sonra daha da tavırlı olduğunu anlayıp bozulsa da yanına oturunca, kendisi ile konuşacağını düşünüyordu. Dünkü kuş beyinli kızdan kurtulduğu ve Alp’i de kırmadığı için memnundu. Alp, kendi kız arkadaşı Aylin’e kibarca durumu anlatmış ve Selvi’yi bir daha aynı ortama getirmemesini istemişti. Aylin, bozulsa da sevgilisini kaybetmemek için isteğine boyun eğmişti. Bu akşam da Selvi’nin yanında kalmış, kız kıza eğleneceğiz, diyerek Alp’i göndermişti.
Böylece masada, biri kumral, buğday tenli ve bal rengi gözlü, diğeri siyah saçlı, esmer ve o simsiyah gözlü iki güzel kız ile biri sarışın yeşil gözlü, diğeri kahverengi saçlı, kahverengi gözlü iki yakışıklı erkek suskun bir ortam yarattılar. Sessizlikten sıkılan Alize, Alp ile konuşmaya başladı. Konu açılınca nasılsa Ercan ile Aslı da konuşmaya başlar diye düşünüyordu.  Haksız da sayılmazdı. Yarım saat kadar sonra Alp’in neşeli tavırları ve anlattığı açık fıkraları usturuplu hale getirme çabası, fıkralardan daha çok güldürmeye başlamıştı üç genci. Hatta bir ara sesleri o kadar yüksek çıkmıştı ki, yan masaların bakmasından utanmışlar kısa süre sessiz bile kalmışlardı. Alize, amacına ulaştığını Ercan ile Aslı arasındaki kalın buz tabakasının yavaş yavaş erimeye başladığını görüyordu. Yine de dün karşılaşılan Selvi’nin gölgesi, gecenin karanlığına rağmen aralarına düşmeye devam ediyordu. ‘benden bu kadar, kalanını da kendileri halletsin’ diye düşünürken, Alp’in kendisine doğru eğildiğini fark etmemişti. Bir an çok yakınında gördüğü yüz ile irkildi. Alp de onun korku dolu yüzünü görünce kahkahayla gülmeye başladı. Alp’in tek amacı saçına konan ufak bir uçan haşereyi uzaklaştırmaktı.
Alize, bunu anlamış ve rahatlamıştı. Ama bu görüntüye gri gözleri takılmış olan esmer, uzun boylu erkeğin merakı sıkıntıya dönüşmüştü. Arkadaşları ile marinaya doğru yürürken duyduğu değişik isimle, o ismin sahibini aramış, kısa bir an, uzaktan çözemediği ama rahmetli dedesinden kalma kehribar tespihin rengine benzettiği gözlere takılmıştı. Sadece gözleri görmemiş, omuzlarına dökülen bal rengindeki dalgalı saçları ve o saçlara uygun kıvrımlı vücudu da incelemiş, ama kalabalığın sürüklemesi ile gözlerine çektiği ziyafet kısa sürmüştü. Şimdi ise geri dönmek için neden ısrar ettiğini açıklamasa da o güzel kızı görmek istiyordu. Sonunda amacına ulaşmış ama bu kez de yanında oturan kumral erkeğin yakın ilgisinden, sevgilisi olduğunu anlayıp canı sıkılmıştı. O kadar yakınlaşmanın arkası öpüşmekti ve o bunu izlemeyecekti. Kafasını hemen çevirmişti.
Grupta bulunan arkadaşlarının aynı çay bahçesine oturma isteklerini kalabalığı bahane ederek geri çevirmiş, sonra da daha kalabalık bir başka yere oturmak için yönlendirmişti. Kısa süre sonra masadaki muhabbete dalmış ve az önce gördüğü genç kızı aklından çıkartmıştı.
Biraz daha oturduktan sonra, Aslı eve gitmek istemişti. Alize de hala yol yorgunluğunu atamadığı için isteğini kabul etti ve Ercan ile Alp’i zorla orada bırakıp yürümeye başladılar. Alize, kısa süre sonra takip ediliyormuş hissine kapıldığından tedirginlikle etrafına bakınmaya başladı. Üstünde hissettiği bakışlardan git gide uzaklaşıyordu. Bir süre sonra o his de kaybolunca Aslı ile konuşmaya başladı.

“Dondurma ister misin?”
“Neden masaya çağırdın?”
“Ne alaka? Dondurmayı masaya çağırmadım, Ercan’ı çağırdım.”
“Sinir etme Alize, Ercan’ı neden çağırdığını soruyorum.”
“Gördün işte gayet hoş vakit geçirdik. Üstelik Alp çok eğlenceli çocuk! Ercan yüzünden bu muhabbeti kaçırsaydık iyi olmazdı.”
“Ercan yüzünden, masaya kimse gelmeseydi biz de böyle bir muhabbeti kaçırdığımızı bilemezdik. O yüzden bana laf cambazlığı yapma. Dün sen de gördün yanındaki kızı. Bu akşam olmaması bir şey ifade etmez. Onların yokluğunda vakit geçirilecek kızlar olduk resmen.”
“Aslı, boşuna üzülüyorsun. Gör bak o kısa boylu Selvi, bir daha ayağına dolaşmayacak.”
“Nereden biliyorsun?”
“Ercan’ın sana bakışlarından desem!”
“Ne? Nasıl bakışlar?”
“Ne oldu esmer bombam. Birden ilgini çekti?”
“Sen benimle dalga geçiyorsun. Kimsenin bana baktığı falan yok.”
“Dalga geçmeyeceğim tek kişisin biliyorsun. Ercan sana bakıyor. Hem de gözünü kırpmadan. Yarın sor, masaya gelen gazozu kaç yudumda içtiğinden, kaç kere yutkunduğuna kadar söylesin sana.”
“Yuh artık.”
“Yanılıyorsam bana da Alize demesinler”
“Ne desinler?”
“Bak bak… Küçük hanımın keyfi geldi de benimle dalga geçmeye başladı.”
“Alize, kaç yıl oldu benim Ercan’ı o tezgâhta gördüğümden bu yana?”
“Dört”
“İşte bu dört yılın tamamında her erkeği onunla kıyasladım.”
“Gri gözlü ne oldu?”
“Hangi gri gözlü?”
“Hangisi olacak, tatil köyünün barında gördüğün, seni görsün diye peşinde koştuğun?”
“Aaa anımsadım. Evet ya öyle biri vardı değil mi? Aman Alize, o zaman çocuktuk daha. Sen söylemesen aklıma bile gelmezdi.”
“Biliyor musun, bu akşam ona çok benzeyen birini gördüm sandım. Ama sonra kaybettim.”
“Ciddi misin? Nerede gördün?”
“Çay bahçesinin arka tarafından yürüyordu. Çok benzettim ama yanılıyorumdur.”
“Benzetmişsindir. Zaten o zaman daha çocuktuk. Yüzünü anımsaman mümkün mü?” Alize, arkadaşının şüphelenmesine izin veremezdi.
“Değil sanırım. Aman, boş ver hadi eve gidelim.”
“Yol gözümde büyüyor.”
“Neden Alp’in eve bırakma teklifine o kadar ısrarla hayır dedin? Şimdi çoktan Eve varmıştık.”
“Alp ve Ercan ile aynı arabaya binmek istemedim.”
“Şuna sadece Ercan yüzünden binmek istemedim, desene”
“Alize, ben senin kadar o konuda olumlu düşünemiyorum. Ercan, bu akşam masasındaki kıza ilgi gösteren çapkının tekiydi. O yüzden, bir daha görüşmek istemiyorum.”
“Tüh, keşke bunu daha önceden bilseydim. Alp, iki gün sonra bizim sahile geleceklerini söylemişti. Ben de kabul ettim tabii.”
“Ciddi olamazsın. Alize?”
“Ciddiyim bu kez. Hatta Ercan duymasın diye kısık sesle konuşunca, ‘Bu da bana mı sarıyor?’ dedim ama sonra açıkladı, ‘Ercan, duymasın sürpriz yapacağım’ dedi. İşte benim senden daha umutlu olmamın nedenlerinden biri de bu.”
“Bu kez gerçekten uyduruyorsun. Böyle bir şey konuşmadınız. Konuşmadınız değil mi?”
“İki gün sonra anlarsın!”
“Alize, çatlatma da söyle, gerçekten bunları mı söyledi Alp? Hani o kız Alp’in sevgilisinin arkadaşıydı? Nasıl söyler ki? Yok, kesin, sen benimle dalga geçiyorsun, ben de saf saf inanıyorum.”
“Aslı, ben se nin le   dal ga   geç mi yo rum. Anladın mı?”
“Evet” Aslı’nın sesi bu kez gerçekten neşeli çıkmış, kısacık kelime de bile umudu hissedilir olmuştu.
Alize, arkadaşının duygularının yoğunluğunu hissediyordu. Kalbini gerçekten bu çocuğa kaptırmış olduğu belliydi. Yine de arkadaşının şıpsevdi gönlünün durulmasını, karar vermesi beklemek istiyordu. Sonra gerekirse, yardım eder, destek verirdi.

Siyah saçlarının arasından sıkıntıyla üçüncü kez ellerini geçirdiğinde arkadaşları, üstündeki durgunluğu fark etmiş sorularına yanıt alamayınca da üstelemekten vazgeçmişlerdi. Poyraz, kehribara benzettiği o gözlerin sahibinin, gecenin koyuluğunda kaybolana kadar ardından izlemişti. Ertesi gün yanıt vermek zorunda olmasa ve ilk gençlik yıllarından beri birilerinin peşinden koşmuş olsa, şu an o sandalyede oturuyor olmayacaktı.
Askerliği bittiğinde aile şirketinde işe başlamıştı. Daha öncesinde de firmada çalışıyordu ama o zamanlar okul ve derslerden arta kalan zamanı kullanıyordu. Oysa şimdi şirkette neredeyse tüm işleri bilir hale gelmişti. İlk gün babası “Seni, muhaberattan başlatacağım. Sonra bir süre muhasebede çalışıp, ne nedir öğrenmeni izleyeceğim.” demiş, Poyraz da hiç itiraz etmemişti. Oysa babası sadece şaka yapmıştı. Çünkü Poyraz zaten o işleri biliyordu. Okul zamanı her şirkete gelişinde kime yardım lazımsa onun yanına göndermişti babası. Bazen fotokopi çekmiş, bazen postaneye gitmiş, bazen de muhasebe de dosyalama yapmıştı. Birkaç aylık bu ‘ne iş olsa yaparım’ süresi bitince de kendisine ait odasına geçmiş, gün be gün kendisini ispatlamıştı. Şimdi ise, sadece üç gün kaçabildiği Çeşme’de arkadaşları ile vakit geçirmek, kafasını dağıtmak ve İstanbul’a döndüğünde dinlenmiş olmak istiyordu.  Tabii aklı, az önce erkek arkadaşının yanında gördüğü ve o andan beri içindeki anlamsız kızgınlığı kabullenmeye çalıştığı kehribar gözlü, kumral kıza takılmasaydı.
Çok çekici birisi olduğunu anlamıştı ama neden erkekleri masada bırakıp tek başlarına geri döndüklerini anlamamıştı. Arkasından bakarken aklından geçen ‘bizim tatil köyünde kalıyorsundur inşallah’ sözleri, diline dolanmış şarkı gibi tekrarlanıp duruyordu. O tarafa yürüyor olmaları, aynı yol üzerindeki onlarca tesisten birinde kalıyor olabileceklerini gösteriyordu ama Poyraz yine de umudunu yitirmek istemiyordu. Bu akşam gördüklerini soracak, erkek arkadaşı olup olmadığını öğrenecekti… Tabii bir daha görebilirse!
Kendi saçma düşüncelerini fark edip gülmeye başlayınca 
arkadaşları da rahatlamıştı. Yarım saat arayla iki kere gördüğü, adını duyduğu için ilgilendiği, gözleri güzel diye aklına taktığı,  nerede kaldığını bilmediği genç kıza hesap sormayı düşünebiliyordu. Evet, bu tatil iyi olmuş, yoksa ben delirecekmişim, diye düşüncelerini normal hayata çevirdi. Sonra da kendisindeki tuhaflığa hayretle bakan arkadaşları ile muhabbete başladı.

****** 

2 yorum:

  1. Herkesin bir kız bir erkek arkadaşı sonra arkadaşları var demek ki ah birde akıllı esas kızın akıllıarkadaşı,çok keyifli olmaya başladı kalemine sağlık :))))

    YanıtlaSil
  2. Teşekkürler canım. Evet ölümlere ve kötülere rağmen bu hikaye gerçekten keyiflidir. Umuyorum sonuna kadar aynı tadı artarak alacaksın :))

    YanıtlaSil