24 Nisan 2015 Cuma

Alize & Poyraz 23 Bölüm

Ertesi sabah, içinde çok büyük bir mutlulukla uyandı. Akşamı düşünüyor ne giyeceğine nasıl bir yere gideceklerine göre karar vermek istiyor ama bilgisi olmadığı için tereddüt ediyordu. Teknedeki gibi yine o gün çok güzel şeyler olacağını hissediyordu. Gün içinde sesini duyacağından emindi. Bunu düşünmek bile mutlu ediyordu işte kendisini. Yanılmıyordu.

Saat dokuzu on geçe cep telefonu çalmaya başlamıştı. Ekranda Poyraz’ın adını görünce gülümsemeye başladı. “Erkencisin.”

“Sana da günaydın!”

“Günaydın. ”

“İşte böyle. Önce günaydın denir sonra sitem edilir. Bir daha bu kadar erken aramam. Böylece sabahları huysuz olduğunu da öğrenmiş oldum.”


“Aksine, sabahları çok neşeli olurum.”

“Görmek isterim o halini. Ne zaman dergide olursun?”

“Dergideyim.”

“Öyle mi? Ne güzel! Dergiye yakınım, bana kahve ısmarlar mısın?”

“Elbette. Hemen gel. Yiyecek ne istersin.”

“Sen ne yiyorsun?”

“Bu saatte ikinci kahvaltımı yapıyor olacağım. Sadece bir tost yiyebilirim. Sen ne istersin, söyle?”

“Aynısından.”

“Sen gelene kadar hazır olur sanırım. Kaç dakikada buradasın?”

“İki.”

Alize kahkahayla gülmeye başlamıştı. Çünkü iki dakikalık mesafe kapının önü demekti.

“Hadi çık yukarı.”

“Asansöre geldim bile.” Poyraz da gülüyordu. Bu kadın kendisini her durumda mutlu ediyor ve hep güldürüyordu. Asansörde onun katına çıkana kadar aklından geçenler, bir zamanlar Alp ve o zibidi arkadaşı yüzünden düşündüğü saçmalıklardı. Kıskanmıştı. Hem de çok kıskanmıştı! Kıskanmayı bilmezdi ki! Yani…

Telefonu kapatır kapatmaz üstüne çeki düzen verdi, Alize. Zaten akşam yemeği için biraz özenmiş, ağustosun son günlerinin tadını çıkartırcasına üst kısmı vücuduna oturan kalın askılı krem rengi keten bir elbise giymişti. Aşağıdaki büfeye iki tost söylemiş, sekreterine de iki kahve sipariş vermişti. Telefonu kapattığında kapısı çalıyordu. Kalkıp açtı kapıyı. Poyraz da kendisi gibi krem rengi takım elbise giymişti. İçindeki iki ton koyu gömleğin yakası açıktı. Çok yakışıklıydı. Birbirlerini kapının önünde süzmeye başlayınca Poyraz toparlandı,

“İçeri almayacak mısın?”

“Elbette, buyur.” Poyraz’ı odasındaki koltuk takımına doğru yönlendirmiş, ikisi de karşılıklı tekli koltuklara oturmuştu.

“Sabahları huysuz değilmişsin. Çok güzelmişsin.”

“Sen de öyle.”

“Senin saatlerin serbest değil mi neden bu kadar erken geliyorsun dergiye?”

“Buyur İsmet Bey… İsmet bey de aynısını söylüyor aslında. Gelmeyebilirim ama evden iş yapmayı denediğimde daha verimsiz olduğuma karar verdim. Burada daha rahat çalışıyorum. Üstelik bu ortamı seviyorum. Biliyor musun, benim için en önemli özellik iş saatlerimin rahatlığı idi. Bu bana sağlanınca yaptığıma bakar mısın?”

“Ne yani elde edince bir kenara atanlardan mısın?”

“Aaa nasıl böyle bir yorum yaptın? Hayır, öyle değil. İngiltere’de sorunum iş saatim değilmiş. İşi sevmememmiş. Burada aynı işi o kadar farklı yapıyorum ki. Çok da severek yapıyorum.”

“Yani çok seversen, çok verici oluyorsun.”

“Sen de her lafımdan bir şeyler öğrenmeye çabalıyorsun.”

“Evet, çünkü seni çok daha yakından tanımak istiyorum. Bunda bir sakınca var mı?”

“Hayır, hiç sakınca yok. Ben de soru sorup yanıt aldığım sürece!” O da Poyraz’ı daha yakından tanımak istiyordu. Bunu da belli etmişti.

Bu esnada kapı yeniden çalınmış, tostlar ile kahveleri taşıyan sekreter içeriye girmişti. Elindeki tepsiyi orta sehpaya bırakmış ve çıkmıştı.

“Kahvemi nasıl sevdiğimi biliyor muydun?”

“Hastanede nasıl istediğini duymuştum.”

“Dikkatlisin.”

‘Hayır, sana aşığım’ diye geçirdi içinden. Dışından ise “Ilgın nasıl? İyi mi?” dedi.

“İyi iyi. Seni merak ediyormuş. Babam anlatmış. Annem de tanışamadığı için üzgün olduğunu söyledi.” Alize yine kızarmıştı. Aile içinde kendisinin konuşulması beklememişti. Belki de kibarlık olsun diye öyle demişlerdi.

“Ben de üzgünüm ama bir gün tanışırız kısmetse.” diyebildi. “Eee neymiş Ilgın’ın derdi?

“Deli kız, alkolü fazla kaçırmış, bolca karides yemiş. Üstüne arkadaşları kuruyemiş yerken o da farkında olmadan fıstıklardan yemiş. Çakır keyif olunca da tadı hoşuna gitti diye devam etmiş. Anlayacağın yer fıstığından sonra karidese de alerjisi oluşmuş olabilirmiş. Birkaç etken bir arada olunca ve hanımefendi sabah beşte eve gelince, üstüne de kendini kötü hissettiği için aspirin alınca olan olmuş. Doktoru da söylemişti. Aspirin sindirim sistemini olumsuz etkilemiş olabilirmiş. Bizi çok korkuttu ama neyse ki çok ucuz atlattı.”

“Evet, dün seni ilk gördüğümde rengin bembeyazdı. Bilmesem hasta olanın sen olduğunu sanabilirdim.”

“Dün seni görünce bende hastalık falan kalmazdı. Ne oldu da geldin? Dün söylediklerini biliyorum tekrarlama. Bana ne olduğunu söyle.”

Nasıl? Yani neler hissettiğini açıkça anlatacak mıydı? Yok, o kadar da değil, diye düşündü. Önce Poyraz anlatmalı duygularını. Tabii varsa?

“Galiba yanında olmak istedim.” Evet, bu iyi bir yanıttı. Hem ilgili hem de çok açık vermeyen.

“Galiba? Emin değilsin yani?” Poyraz, kahvesinden bir yudum aldı. Alacağı yanıt önemliydi. Alize’nin de duygularını açıklayacak bir yanıt bekliyordu.

“Eminim. Sanki bir güç illa orada olmam gerektiğini söyledi. Ben de geldim.”

“O güç her ne ise çok iyi şeyler söylüyor.”

İkisi de artık gerçek duyguların etrafında gezdiklerini biliyordu. Alize artık saklamaya gerek duymuyordu. O gözlerin yalan söylemediğini biliyordu.

“Ama o güç aynı zamanda seninle çok işim olduğunu da söylüyor.”

“Ne gibi?”

“Mesela? Mesela bu sabah, bu kadar erken dergiye yakın ne işin olduğu gibi? Mesela bu akşam nereye gideceğimiz gibi? Hala söylemedin!”

Poyraz hafif bir kahkaha attı. Bu kız gerçekten yamandı. Sözünü hiç sakınmıyordu.

“Bu sabah bu tarafta tek işim seni görmekti. Diğerine gelince, haklısın akşam nereye gideceğimizi söylemedim. Çünkü aklımda belli bir yer yok. Akşam seni alırım ve yola çıkarız. Nereyi gözümüze kestirirsek orada yer, başka yerde içeriz. Kötü fikir mi?”

“Yo, tam tersi, illa şurası olsun gibi kararlardan çok daha güzel bu yöntem.”

“Kaçta alayım seni?”

“Altıdan sonra ne zaman müsait olursan!”

“Altıda o zaman.”

“İşin yok mu?”

“Var ama daha geç görmek ve vakit kaybetmek bana göre değil. Altıda alıyorum seni. Bu arada kahvem ve tostum süperdi. Ama senin elinden değildi.”
“Ben bu kadar güzel yapamazdım.”

“Öğretirim sana.”

“Tamam.” İleri vadeli cümleler çok normal gelmeye başlamıştı.

Artık gitmesi gerekiyordu ama kalkmak ve o odadan çıkmak çok zor geliyordu. Alize, damarlarında akan kan gibiydi. Çok ihtiyacı vardı onunla olmaya. Ama… Şimdilik çok ileriyi düşünmeye gerek yoktu. Bu halleri çok güzeldi. Zamana bırakırsa, durumu açıkladığında belki de kötü bir tepki vermezdi. Neler düşünmeye başlamıştı? Daha o kadar az tanıyordu ki. Hatta hiç tanımıyordu. Sadece Çeşme’deki o ilk gördüğü günden beri, sıkça hayallerini süslemiş, bazen de gördüğünü sanmıştı. Aslı’nın düğünü ise hem en kötü gecelerden biri hem de en güzel geceydi. Alize’yi bulmuştu. Yanında eşi olduğunu sandığı arkadaşı ile! Şimdi ise yanındaki erkek kendisiydi. Ve hep öyle kalmak istiyordu.

Tekne gezisinden sonra geçen sürede çok iyi anlamıştı, yanında olmasını istediği kadın Alize’ydi. Şimdi ise önlerinde bir fırsat vardı. Birbirlerini tanıyacak belki de ömür boyu bir arada olacaklardı. Aklından geçenlere kendisi de şaştı. Alize’den önce kimse ile bir ömür geçirmeyi düşünmemişti. Hiç tanımadığı biri ile bunları düşünmek tuhaf geldi. Düşüncelere daldığından beri onun yüzünü izliyordu. Akşam görüşürüz, diyerek ayağa kalktı. Büronun kapısına kadar yürüdü. Alize de arkasından geliyordu. Daha önce de holding binasında çok benzer bir sahne yaşamışlardı. Tam elini uzattığında, Alize de uzanmıştı. Elleri kapı kolunun üstünde buluştu. Bu kez çeken kimse olmadı. Poyraz, yavaşça eğildi ve Alize’nin dudaklarına küçük bir öpücük bıraktı. “Devam edersem bu kapıyı açmaktan vazgeçip kilitleyebilirim. O yüzden ben bir an önce gideyim.”

Alize, Poyraz’ın sesindeki boğukluğu fark etmişti. Kendi sesinin çıkacağından emin olamayınca sadece başını salladı. O kadar hafif bir öpücüğün bu kadar büyük bir heyecan yaratması mümkün müydü? Elleri de titriyordu galiba. Kapının tokmağında birleşmiş eller o titremeyi hissediyordu. Hangisiydi titreyen? Galiba ikisi de aynı durumdaydı. Yavaşça kapıyı açtılar. İkisi de yine ufak birer tebessümle ayrıldılar.

Masasına oturduğunda hala hafifçe titriyordu. Elini dudaklarına götürdü. Kısacıktı o öpüş. Yine de sanki hala öpülüyormuş gibi hissediyordu.
Telefona uzandı ve Aslı’nın dâhilîsini tuşladı.

“İşin yoksa gelir misin?”

“Hemen geliyorum.”

Aslı, sesindeki boğukluktan kötü bir şey olduğunu düşünüp koşarak gelmişti. Alize’yi parmakları dudaklarında gözleri dalmış dışarıyı izlerken görünce “Poyraz mı geldi?” dedi.

“Evet, buradaydı.”

“Belli. Üstelik öpüşülmüş.”

“Nerden anladın.”

“Parmakların hala dudaklarında kızım.” Alize hemen elini çekince Aslı kahkahayla karşılık verdi.

“Alize, sen kesin âşıksın. Benim yıllar önceki halime benzedin.”

“Hiç inkâr etmedim ki.”

“Bana bile söylemeden bunca yıl nasıl içinde yaşattın bu aşkı? Sana kırılmam lazım. Ama şu halini görünce her şeyi unutuyorum.”

“Olmayacak duaya âmin demek gibiydi. Ama mucizelere inanmak lazımmış.”

“ Eh yaradanın hikmetinden sual olunmaz. Mucizelerine inanmak lazım! Söyle bakalım neden gelmiş?”

“Geçiyormuş uğramış.”

“İnandın mı?”

“Hayır.” İkisi de kahkahalarla gülüyorlardı.


Aslı, tüm konuşmayı öğrendiğinde artık çok daha mutluydu. Arkadaşı mutlu olmayı hak ediyordu. Üstelik Poyraz da boş değildi. Hem itiraf etmemiş miydi, sırf Alize’yi görmek için geldiğini? Kaç erkek bu kadar dürüst yanıtlardı bunu. Eğer… Eğer olurda Poyraz damat adayı olursa, şimdiden onayını almıştı. Alize’yi bu kadar mutlu eden erkek onayı alırdı. 

3 yorum: