23 Nisan 2015 Perşembe

Alize & Poyraz 21. Bölüm

Poyraz on gün boyunca Alize'yi düşünmeden tek gün geçirmemişti. Kilometrelerce uzaktaydı. Yakın olsa ne yapacaktı? Elbette şansını deneyecekti. İyi de o gece kendisinden uzak durmasını istememiş miydi? Naz'ın varlığı yüzünden kendisini çekmemiş miydi? Nasıl deneyecekti şansını? Yine ters yüz edilecekti. Açıklamasını dikkate bile almamıştı. Kendisi ise onu düşünmekten vazgeçmiyordu. Bu böyle devam edemez, dedi fısıltıyla. Yurda döner dönmez şansını deneyecekti. Bir kez daha konuşmanın zararı olmazdı.  
Oda kapısı hızla açıldığında korku ile sıçradı. Gelen İsmet Beydi. “Alize, ben gidiyorum. Sina’nın kızı intihar etmiş.” Alize, Poyraz'ın kız kardeşi olduğunu biliyordu ama bir an aklını toparlayamadı. “Kim intihar etmiş?”
“Poyraz’ın yirmi dört yaşında bir kız kardeşi var. Bu sabah odasında baygın bulmuş Poyraz kardeşini. Şimdi hastaneye gidiyorum. Midesi yıkanmış. Bu kaçıncı? Neler oluyor bunlara?” İsmet Bey kendi kendisine söyleniyordu ama söyledikleri Alize’nin aklını karıştırıyordu. Ne demek kaçıncı, diye düşünüyordu. Yoksa Poyraz da mı intihar etmişti? Ama ona yakıştıramıyordu. Yine de masasından kalktığını ve çantasını aldığını fark etmeden kapıya doğru yürüdü.
“Sen nereye gidiyorsun?”
Alize, “Sizinle geliyorum.”
İsmet Bey, nedenini sormadı. Sadece başı ile onayladı. Asansörde biraz daha bilgi almak istedi ama İsmet Bey de daha fazlasını bilmiyordu.
Hastaneye geldiklerinde çok kalabalık bir grubun oda kapısında olduğunu fark ettiler. Gazeteciler bile gelmişti. Gerçi kendileri de bir gazeteye bağlıydılar ama orada bulunmalarının işleri ile uzak yakın ilgisi yoktu.
Alize, koridorun başından itibaren Poyraz’ı izliyordu. Üçlü bekleme koltuğunda tek başına oturmuş, hafif açık bacaklarına dayadığı dirseklerinin üstünde ellerini çenesinin altında birleştirmiş gözlerini yerdeki gri renkli kaplamaya dikmişti. Yanında kimsenin olmaması, herkesin onun ruh halini anlayıp uzak durmayı seçtiğini gösteriyordu.
Yüzündeki ifade duygularını saklasa da gözlerindeki üzüntü gizlenemez boyuttaydı. O yüzden kafasını kaldırmak ve bunu başkalarına göstermek istemiyordu. Kardeşi içeride canı ile uğraşırken dışarıdaki saçma kalabalığa olan öfkesi git gide artıyordu. ‘Ah Ilgın ne derdin vardı da böyle bir çözüm aradın?’ aklındaki tek düşünce buydu.
Son zamanlarda şirketin işlerine Naz ile ilgili konuya ve Alize’ye o kadar çok odaklanmıştı ki evin içinde yaşananları görmemişti galiba. Son günlerde ne olduğunu bilme ihtimali de yoktu. Acil çıkan Almanya ve Belçika gezisi işlerini aksatmıştı. Şimdi ise yapılacak tek şey beklemekti. Aslında ailenin dışındakileri oradan kovmak da yapılacak şeylerden biriydi. Belki kendine olan sinirini de böylece yatıştırırdı. Yine de sakinmiş gibi oturmayı başardı.
Biri erkek diğeri bayan bacağı olan iki çift bacak görüş alanına girip de tam önünde durduğunda başını yavaşça kaldırdı. Kimse ile konuşacak durumda değildi. Ama gelenlerin yüzlerini görünce bir anda ayağa kalktı. Alize buradaydı. Görmeyi hiç ummadığı tek kişiydi. Yanında da İsmet Amca vardı. Elbette ondan öğrenmiş, belki de İsmet Amcanın zorlaması ile gelmişti. Yüzündeki üzgün ifadeye takılmıştı gözleri. O sırada İsmet Amca bir şeyler söylüyor ama Poyraz ne dediğini anlamıyordu. En son duyduğu “Bunu atlatacak emin ol oğlum” cümlesiydi. Kısaca teşekkür etmişti.
Alize ise ağzını açmamış kendisine bakan Poyraz’a içten bir üzüntüyle bakıyordu. İsmet Bey arkadaşının yanına doğru ilerlerken ayakta birbirine bakan ikili de söze nasıl başlayacağını düşünüyordu. Alize sonunda “Gerçekten çok üzüldüm. Umarım en kısa sürede kendisine gelir.” diyebildi.
“Teşekkür ederim. Seni burada göreceğimi ummazdım. İsmet Amca mı getirdi seni?”
Alize bu saçma soruya ters bir yanıt vermek istiyordu ama üzüntüsü ile saçmaladığını düşünmek ve kırıcı olmamak için sadece, “Her üzüntümü yalanmış gibi yorumlamaktan vazgeçersin umarım. Genç bir hayat için üzülmemek mümkün değil. Üstelik hem seni hem de babanı tanımış biri olarak burada olmamdan doğal bir şey düşünemiyorum.”
Poyraz içinde bulunduğu duruma rağmen duyduğu cümle ile mutlu olmuştu. Alize, şu an en ihtiyaç duyduğu kişiydi aslında. Ama duygularını bilmeyen genç kızın kendisini o konuma koymayacağı ortadaydı. Yine de “Yani önceki ‘üzüldüm’ cümlenin yalan olduğunu kabul ediyorsun.” demişti.
“Poyraz, bunun yeri değil ama… Senin biraz rahatlamanı ve renginin düzelmesini sağlayacaksa ‘evet yalandı’ derim.” Tek istediği o gözlerdeki hüznü yok etmekti. Bunun için duygularını açıklaması gerekiyorsa bunu da yapabilirdi. Kaybedecek neyi vardı?
“Alize, şu an duymak istediğim iki cümleden birini duydum. Şimdi ikincisi için dua etmek istiyorum. Bugün mucizelerin günü olmalı.”
“Poyraz, ne demek istediğini anladığımdan emin değilim. Ne mucizesi?”
“Sonra konuşacağız. Şimdi sadece yanımda otur.”
“Hayır oturamam.”
“Alize, lütfen. Bir kez de bir şeye itiraz etme.”
“Poyraz, ailene geçmiş olsun demeden yanında oturamam. Çok ayıp.”
“Of, Alize. Bir an yine yanıldığımı sandım. Hadi gel.” Poyraz, bir iki adımda tüm ailenin bir arada olduğu kalabalığın içine girmiş, babasına geçmiş olsun demesinden sonra Alize’yi tüm akrabaları ile kısaca tanıştırmıştı.
Nur Hanım ve iki kızı birbirine çok benziyordu. Yüzleri değil de boyları! Üçü de uzun boylu ve çok güzeldi. Nur Hanım, buğday tenli, kızıl saçlıydı. Kızları da annelerine yakın renklere boyanmış saçları ile üç genç kız görüntüsü veriyordu. Haber alır almaz geldikleri halde üçünün de kaliteli ve şık kıyafetleri hastane ortamına uymuyordu. Alize, Poyraz'ın annesi ile tanışamamıştı. O sırada telefon ile konuşmak için biraz uzaklaşmıştı. Damatlar ise kısaca selam vermiş eşlerinin yanında yer almıştı.
İsmet Bey ve Sina Bey bir kenarda konuşuyor olsalar da ikisinin de gözü az önceki banka geri dönen çiftteydi.
“Senin bu kız yaman biri İsmet. Ben, Poyraz’ı ilk kez böyle görüyorum.”
“Vallahi o kız yaman da, Poyraz da hata yapmayacağını bilmeli. Alize, benim kızım gibi. Seni bile umursamam kızımı üzerse oğlunu pataklarım.”
“Sanki üzmezmiş gibi geliyor. Üç-dört hafta oldu Naz ile ayrılalı. O gün bugün pek durgundu. Nedeni Naz’a karşı olan duygularıdır diyordum. Şimdi ise nedeni Alize olabilir gibi geliyor.”
Alize, banka oturduğunda Poyraz da kendisine çok yakın oturmuştu. Bacakları birbirine değiyordu. Orada olan gazeteciler resim çekmek istediklerinde ikisi de itiraz etmemişti. Aksi davranış o resmin altına olur olmaz yazıların yazılmasına neden olacağı için ikisi de çok normalmiş gibi davranıp, konuşuyordu. Oysa cümleler çok farklıydı.
“Kardeşim gözlerini açıp hastaneden çıksın, seninle uzun bir konuşma yapacağız.”
“Neden? Bu arada hayatına girip çıkan kişileri mi anlatacaksın? Nasıl dost kaldığınızı mı dinleyeceğim yine?” Dili yine doludizgin gidiyordu.
“Çok mu kıskançsın?” Poyraz bu soruyu gülen bir yüzle sormuştu.
“Çok, beni tarif etmekte yetersiz kalır.” Alize de aynı şekilde yanıt verdi. O gri poyrazların üzüntüden uzaklaştığını görmek kalbini çok hızlandırmıştı. “Üstelik senin nasıl yaşadığını çok uzun zamandır bilen birisiyim ben.”
“Aslı’nın düğününden sonra beni mi araştırdın yoksa? Bak o okuduklarının da çoğunu açıklayabilirim.” Magazincilerin saçmalıklarının bir gün başına bela olacağını düşünmemişti.
Alize yeniden tebessüm etti. “Ne kadar kendini beğenmişsin. Seni araştırmadım. Sadece on üç yıl kadar önce senin nasıl yaşadığını biliyorum.”
Poyraz şaşkınlıkla bakıyordu Alize’ye. “On üç yıl önce mi? On üç yıl önce sen çocuktun. Beni bilmene imkân yok.”
Alize, yanında oturan ve kendisine hayran gözlerle bakan adama aynı şekilde karşılık verdi. Sonra nerede olduğunu anımsayıp, “Bunları sonra konuşuruz. Şimdi kardeşin için dua edelim.” dedi.
İkisi de kendi düşüncelerine dalmıştı. Yan yana oturuyor ama konuşmuyorlar, içeride yaşam ile ölüm arasındaki seçimi yapacak olan genç kızın yaşamı seçmesini için dua ediyorlardı.
Alize içinden geleni yapamıyordu. O kadar kişinin önünde güç vermek için elini tutamıyordu. Gözerinde ve sözlerinde olan duyguları hissetmek ve hissettirmek için temas edemiyordu. Yine de orada olmak onun nefesini dinlemek arada bir bakışlarının karşılaşması da yetiyordu.
Poyraz, yanında oturana inanamıyordu. Alize gelmişti. Hiç ummadığı bir anda karşısındaydı. Bugün onu arayacaktı. Buluşmak için ikna etmeye çalışacaktı. Ama yaşanan olumsuzluklar her şeyi alt üst etmişken aklından çıkmayan kadın yanına gelmişti. Allah'ın bir bildiği vardı. Kader diye bir şey varsa şu an onu yaşıyordu. Bakışlarındakileri gizlemeden baktı o bal rengi gözlere...
Önlerinden hızla geçen acil hemşireleri ve iki doktorun ardından ayağa fırladılar. Hiçbir şey söylemeden içeriye giren doktorlardan biri, bir iki dakika sonra çıkmıştı. Bu süre kapı önündeki kalabalık için saatler sürmüş gibi gelse de doktorun yüzündeki gülümseme ile tüm yaşananlar unutulma noktasına gelmişti.
“Ilgın Hanım, gözlerini açtı. Annesini yanına alabiliriz ama sadece birkaç dakika kalabilirsiniz. Eğer değerler kısa sürede normale dönerse zaten bir iki saate kadar özel bir odaya alacağız. Orada kısa ziyaretler yapabilirsiniz.”
Hep bir ağızdan teşekkür etmeye başlanınca sesler yükselmiş doktor da ellerini hafifçe kaldırıp teşekkür edip yeniden içeriye girmişti.
Poyraz, içeri giren annesinin ardından baktı. Sonra uzun zamandır doğru düzgün konuşmadığı babasının yanına gitti. Kırgınlığın ne yeri ne de zamanıydı.
“Başaracak baba.” dediğinde Sina Bey oğluna sarıldı.
“Biliyorum oğlum. Ama neden bizleri üzdüğünü bilmiyorum.”
“Öğreneceğiz merak etme. Kısa zamanda neler olduğunu öğreneceğiz.”
Sonra babasının yanından ayrılıp, kalabalığın bir iki adım dışında duran Alize’nin yanına gitti. Ayakta kısacık bir an bakışan çiftin yüzü gülüyordu. Sonra yavaşça kolunu tuttu ve acilin çıkışına doğru yürümeye başladı.
“Nereye gidiyoruz?”
“Hava almaya ihtiyacım var.”
“Benimle çıkınca ailen ne düşünecek?”
“Umurumda mı sanıyorsun?”
“Ya benim umurumdaysa?”
“Şu an tek istediğim seninle dışarı çıkmak ve birkaç dakika temiz hava almak. Ama maşallah öyle bir ayak diretiyorsun ki, seni başıma bela olarak aldığımı düşünüyorum.”
“Dua et kardeşin için çok üzüldüğünü biliyorum. Yoksa bunları sana yedirirdim ya neyse.”
“Sanki bilmiyorum seni. Hadi gel şu bahçedeki kafeteryada oturalım birer kahve içelim.”
Boş bir masa bulup oturduklarında peşlerinde bir gazeteci olduğunun farkında değillerdi. Masaya oturur oturmaz o da yanlarına geldi.
“Poyraz Bey, çok geçmiş olsun. Kardeşinizin neden intihar ettiğini biliyor musunuz?”
Poyraz, dışarıya çıkarken herkesin ilgi odağı olacağını hiç hesap etmemişti. Tek istediği hastane ortamından uzaklaşmaktı. Oysa şimdi tek istediği bu gazeteci müsveddesini eşek sudan gelene kadar dövmekti.
Alize, sinirlendiğini anladığı için müdahale etmek istemiş ama kendisine söz düşmeyeceğini düşünüp vazgeçmişti. Poyraz ise kısaca “Daha sonra basın açıklaması yapacağız.” demişti. Israrla yanıt almak için uğraşan gazetecinin çantasının üstünde kendi basın kuruluşunun amblemi vardı. Alize daha fazla dayanamamış,
“İsmet Beyin içeride olduğunu fark etmediğinizi sanıyorum. Dilerseniz Poyraz Beyin yanıtını kabul edin ve işinizin başına dönün.”
“İsmet Bey mi? İsmet Gürsoy mu?”
“Ta kendisi.”
“E şey görmedim, İsmet Hocama da bir geçmiş olsun diyeyim.”
Gazeteci yanlarından ayrıldığında Poyraz hayretle döndü Alize’ye. “ İsmet Amcadan gerçekten korkuyorlar mı?”
“Azrail gibi hem de.”
“Ya sen?”
“Korkmuşa benziyor muyum?”
“Hayır.”
“Desene iyi saklıyorum.”
“Hiç sanmam. Korkmadığından eminim.”
“O kadar iyi ki. Tek istediği gazetecilik mesleğinin saygın meslek olarak anılması! Bu kavramı bozanlara karşı gerçekten acımasız! Beni ise himayesine aldı. Çünkü ben gazeteci değilim. Ekonomistim ve o da bunu bilerek beni eğitiyor. Anlayacağın Aslı vasıtası ile kendime edinebileceğim en sağlam torpili buldum.”
“İsmet Amca’yı çocukluğumdan beri tanırım. Torpil onun için denizde kullanılan bir çeşit bombadır. Onun haricindeki anlamını bilmez bile. O yüzden kendini küçümseme. Bizim ile ilgili yazını o kadar çok beğendim ki bunu kesin Alize yazmadı, dedim.”
“Yaa evet bir de o vardı değil mi? Senin vereceğin çok yanıt var.” İleri vadeli bir cümle değil miydi o?
“Sen dinleyeceksen ben o yanıtları veririm.” Yine ileri vadeli bir yanıttı galiba!
Kahvelerini bitirene kadar havadan sudan konuştular. Ne ortam ne de içinde bulundukları durum daha fazlasına izin vermiyordu. Yine de birbirlerinin gözlerine dalıp gidiyordu ikisi de. Dayanamayan Poyraz oldu. “O kadar güzelsin ki, gözlerine bakmaya doyamıyorum.” İşte bu gerçek bir iltifattı. Artık şüphe etmeyecekti. Poyraz'ın ona olan ilgisi gerçekti. Sırada bunun boyutlarını öğrenmek vardı.
“Şimdilik doy. Hadi içeri girelim. Herkes bizi merak edecek.”
Masadan kalktıklarında Poyraz kendisinden beklenmeyen bir şey yaptı. Lise yıllarından beri yapmadığı bir şey hem de. Elini uzattı ve Alize’nin eline parmaklarını geçirdi. Alize kafasını kaldırıp baktığında, “Senin bana, benim de sana ait olduğumuzu bilsinler. Etrafında gördüğüm zibidiler yüzünden katil olacağım.”
“Biz birbirimize mi aidiz?”
“Değil miyiz? Haftalardır sadece seni düşünüyorum. Aklımdan hiç çıkmadın. Bugün mucize gibiydi buraya gelişin. Üstelik gözlerinde bana ait kıpırtılar var. Yanılıyor muyum?”
Biraz şımarıklık yapmak istiyordu. “Sen bana aitsin elbette ama kendim için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Beni kazanmak için uğraşman lazım. Mesela neden aramadın beni? Bunca gün geçti o gecenin üstünden.”
“Demek savaş ilan ediyorsun. Ilgın hastaneden çıksın biz de seninle meydan muharebesi yaparız. Arayamadım çünkü yurt dışındaydım. Yüzüme kapatsan ya da konuşmak istemesen kapına dikilebileceğim bir yerde değildim. Dün döndüm bugün ilk iş seni arayacaktım. Ama işte… Buradayız.”
“Bunu duyduğuma çok sevindim. Kardeşinin durumu aramana engel olsa da beni hastaneye getirdi.” Artık bir şeyleri saklamaya çalışmıyordu. Her zamanki dobra Alize çıkmıştı ortaya. “Ilgın ismi çok güzel! Kimin seçimi?”
“İsimlerimizi hep babam koymuş. Ilgın'ın doğduğu hastanenin bahçesinde Ilgın ağaçları varmış. Onlara hayran kalan babam kardeşimin adını oradan almış.”
“ Ya senin adın? Neden Poyraz? Gri gözlerin yüzünden mi?”
“Benim doğduğum gün deli bir poyraz esiyormuş. Annem arkadaşları ile denize açılmış. Dedemin teknesi ile adalara tur düzenlemişler. Tam Burgaz Adanın oraya geldiklerinde sancıları ile birlikte poyraz esmeye başlamış. Koca tekne o kadar çok sallanıyormuş ki kimsede hâl kalmamış. Bostancı iskelesine yanaşana kadar ben dünyaya gelmişim. Teknede çok sayıda kadın olması bir yandan işe yaramış ama diğer yandan o gezi olmasa belki ben yedi aylık doğmayacaktım. İşte babam o günün anısına bana Poyraz adını koymuş.”
“Benim hikâyeme ne kadar benziyor. Ben doğduğumda babam Hint Okyanusunda seferdeymiş. Alize rüzgârları esiyormuş. O yüzden adımı Alize koymuş. Söylenişi zor ama seviyorum adımı.”
“Ben de seviyorum.”
“İnsan ismini sevmez mi?”
“Ben Alize’den bahsediyordum. İsmini seviyorum.”
Alize hafifçe pembeleştiğini hissediyordu. Elleri birbirinden ayrılmadan, hastanenin acil kapısından girdiklerinde kafeterya ile kapı arasındaki kısacık mesafeyi ne kadar uzun zamanda kat ettiklerini fark ettiler. Soru dolu gözlerin olduğu yere yaklaşırken elini çekmek istedi. Poyraz “Bırak görsünler. Zaten eminim seni burada gördükleri andan beri neyin ne olduğunu tahmin ediyorlardı.”
“Emin misin?”
“Evet, Alize. Çok eminim.”
 

2 yorum: