22 Mart 2015 Pazar

Sırlar, Yalanlar ve Kararlar 19. Bölüm

Ertesi gün, servis şoförüne verdiği yeni adresten binmişti araca. Servisteki işçilerin geçmiş olsun dileklerini kabul etti. Hemen hepsi yapabilecekleri bir şey olup olmadığını sordu. Aden, bu kadar mesafeli davrandığı insanların ilgisi karşısında mahcup oldu.

Perşembe akşamı yine Ferhat geldi. Bu kez kızları dışarıda bir şeyler yemeğe götürdü. Rıza ustanın yerinde aldılar soluğu. Havalar çok ısınmadan kebap yemenin keyfini çıkarttılar. Ferhat bu kez künefe yemiş, ilk akşamı anımsayıp bol bol gülmüşlerdi. İlk gelişlerinden çok daha farklı ruh hallerini fark eden Rıza usta da yine yanlarına katılmış keyif çaylarını birlikte içmişlerdi.

Cuma sabahı kızların ikisi de çok tedirgindi. Konuşamıyorlar ama birbirlerinin gözlerinden durumlarını anlıyorlardı. Bugün çapraz sorguya alınacaklardı.

Bir saat kadar sonra ikisi de üs de Mustafa Albay’ın karşısındaydılar. Erhan Binbaşı da odada subaylara, bugün neler yaşanacağını anlatıyordu. Öncelikle sorguları dört kişi tarafından yapılacaktı. Bunlar Albay Mustafa, Binbaşı Erhan, üs de görevli Binbaşı Kazım ve Binbaşı Ahmet di. Tek tek sorgu odasına alınacaklardı. Sorgunun bir yerinde diğeri çağrılacak ve aynı soru ona sorulup yanıtı dinlenecekti. Önce kimin sorguya alınacağına albay karar verecekti. Sorguda bulunacak tüm amirlerini tanıyan Aden ile Çiğdem, bugüne kadar yüz kızartıcı hiçbir suça karışmadıkları için utanç duyuyor ama suçsuz oldukları için de başları dik sorgularını bekliyorlardı.

Camlı odada bu altı kişi konuşurken, üs de faaliyet devam ediyordu. Rahatsız edilmek istemediğini belirtmiş olmasına rağmen, telefonu çalınca sinirle açtı albay. Kısa bir görüşmeden sonra telefonu kapattı.

“Aden, bu haber seni mutlu edecektir. Patent alımı için bizden başka talep yapan yok. Hatayı bulamadılar sanırım. Kutlarım.”

“Teşekkür ederim efendim. Kara mizah gibi ama evet mutlu oldum.”

“Bu durumda önce seninle başlayalım. Çiğdem sen bizi toplantı odasında bekler misin?”

Bu konuşmadan sonra dört kişi önlerindeki dosyalardan birçok soru sordular. Bu kez hiçbir soru sıralı ya da bağlantılı değildi. Aden anımsadığı her şeyi atlamadan anlattı. Hatta akşamları buluştuklarında neler yaptıklarını anlattığı durumlarda Çiğdem odaya alınıp aynı soru ona da soruldu. Aynı yanıtları aldıkça komutanların yüzlerinde rahatlamalar oluşuyordu. Hepsi bu olaydan iki genç bayan subayın temiz çıkmasını istedikleri için aldıkları her doğru yanıta mutlu oluyorlardı.

Çiğdem toplantı odasında beklerken, aynı dönemden Selda odaya girdi. Sıcak bir ifade ile geçmiş olsun dileklerini sundu.

“Çiğdem, ikiniz de bunu asla yapmayacak insanlarsınız. Neden sorgu bu kadar sürdü ki? Bu suçlu mutlaka dışarıdan biri!”

“Biz de öyle düşünüyoruz ama prosedürleri biliyorsun. Tek ümidimiz suçsuzluğumuzu ispatlamak. Aksi halde en az on beş yıl hapis yatacağız. TSK den atılacağız. Yani bizi bekleyenlere inanamıyorum. Bunları hak edecek ne yaptık bilemiyorum? Aden desen ayrı bir konu! Kahroldu kız! Onun bir de bitmiş sayılırdı, projesi. İyi ki hata yapmış.”

“Yaa çok büyük şans. İnşallah her şey yoluna girer. Suçsuzluğunuz ispatlanır.”

Selda çıktıktan sonra Çiğdem beklemeye devam etti. Bir süre sonra yeniden çağrılmıştı. Bu böyle akşama kadar aralıksız sürdü. Kısa süren yemek molası haricinde ara verilmediği için sorgular tamamlandı. Askerî mahkemeye sevk edilmeleri ve tutuksuz yargılanmaları konusunda dört kişi de hemfikir olunca, kızlar rahat bir nefes aldılar. Bu arada gerçek suçlu ya da suçluların aranmasına devam ediliyordu.

Odadan çıktıklarında ikisi de bir nebze rahatlamıştı. Tutuksuz yargılanma talebi bile çok büyük olaydı. Amirlerinin bu güveni kızları mutlu etse de bunlar asıl derdin yanında o kadar küçük avuntulardı ki…

Bir süre boş toplantı odasında oturdular. İlk defa rahat konuşabilecekleri bir ortamda yan yanaydı iki genç kız. Önce sorgunun sonucunu konuştular. Çiğdem arkadaşını patent ile ilgili gelişmeden dolayı kutladı. Sonra kahvelerini tazeleyip, hayatları hakkında konuşmaya başladılar. Çiğdem,

“Erhan Binbaşı çok yakışıklı değil mi?” dediğinde Aden, tebessümle kaldırdı başını,

“Evet, yakışıklı, beğendin demek ki sen de?”

“Kızım ben beğendim ama o beni değil seni beğenmiş. Bakışlarını görmedin mi? Bu aralar kısmetin aşktan yana açık.”

“Aşk mı? Bilmiyorum. Ferhat ile çok iyiyim ama aşk mı bunun adı bilmiyorum. Erhan binbaşı ile ilgili bir şey söyleyemem. Ben, bana karşı özel bir ilgi fark etmedim. Hem üstümüz zaten. Aklıma bile getirmem öyle bir şey.”

“Ben fark ettim canım. Üstelik kıskandım da. Bunu bil. Ama Ferhat konusunda ben de tedirginim. Sana çok düşkün ve gözünün içine bakıyor. Ev için yaptıklarını kaç erkek beş altı günlük tanışıklıkta yapar ki? Fazla ilgili ve fazla iyi! İlk akşamdan beri bir yanım iyi çocuk ve gerçekten Aden ile ilgileniyor diyor. Diğer tarafım ise bundan sakın, diyor. Bazen biri, bazen diğeri baskın çıkıyor. Lütfen dikkatli ol. Üzülmeni istemiyorum.”

“Biliyorum canım. Ben de üzülmek istemiyorum. Zamana bırakayım diyorum ama o kadar hızlı ilerliyoruz ki ben bile hıza yetişemiyorum. Fakat aynı ikilemleri ben de yaşıyorum. Bir gün yanında çok rahatım ertesi gün tedirgin oluyorum. Oysa yaptığı en ufak hata yok. Belki de bu kadar kusursuz olmasından kaynaklanıyor. Bu beni korkutuyor.”

Tam cümlesi bittiğinde içeri Selda ile Serpil girdi. Bu iki bayan da kızlarla hemen hemen aynı dönemlerde askeriye de göreve başlamış aynı eğitimleri almışlardı. Fakat okulları farklıydı. Hepsi okullarından derece ile mezun olduklarında özel takibe alınmıştı. Tüm seçim, sınav ve eğitimler gizli yapılmış, kimse diğeri ile karşılaşmamıştı.

Hatta yurt dışı eğitimi için açılan sınavı bayan subaylar arasında, Aden birinci Çiğdem ikinci olarak vermiş, Serpil de üçüncü olduğu için yurt dışına gidip eğitimlerini tamamlamışlardı. Bu eğitimleri bile farklı ülkelerde farklı okullarda almışlardı. Selda ise masterını Türkiye de yapmıştı. Hepsine ikili yaşam teklif edilmiş, sadece Aden ve Çiğdem bunu kabul etmişti. Selda ile Serpil geri hizmette kalmış, üs de deneylerin yapılmasında görev almışlardı. Üs de karşılaşana kadar hiç biri diğeri ile tanışmamıştı. Az sayıda kadın subay olduğu için üs de bir araya geldiklerinde muhabbet etmekten hoşlanıyorlardı. Aden ile Çiğdem görevli çağrılmadıkça gelemedikleri için bu karşılaşmalar çok nadir oluyordu.

 
Aden, Selda’yı sever ama Serpil’ i soğuk bulurdu. Gerçi bugün ikisi de yakın ilgi göstermiş, avutmaya çalışmışlardı. Aden de Çiğdem de buna minnettardı. Diğer iki bayan da üs de çok önemli başarılara imza atıyorlardı. Uzunca bir süre konuştular. Çiğdem'in durup dururken Ferhat'ı anlatmasına bozulsa da Selda'nın heyecanlanıp merakla sorması ve anlattıklarından sonra sevinci görülmeye değerdi. Serpil ise yine soğuk haline bürünmüştü. Kıskandığını düşünen Aden, üstünde durmadı. Serpil iki yıl önce evlenmişti. Eşi de subaydı. Serpil konuyu değiştirdi,

“Albay Mustafa üs de kendisine sağ kol seçecekmiş, haberiniz var mı?”

“Zaten yardımcıları yok mu? Kazım binbaşı ile Ahmet binbaşı yetmiyor mu? Üçüncüyü ne yapacakmış?” Çiğdem merakına yenilmişti.

“Bunca yıldır gizli saklı çalışmaktan yorulmuştur. Haklı adam. Ağır iş, yaşı da ilerliyor. Her gün ayrı şifreler, her gün ayrı yoldan işe geliş gidiş!”

“Selda, âlemsin adam senden benden dinç. Sıkılmıştır belki.”

“Bu daha mantıklı!”

Aden bu konunun devam etmesini istememişti. Amirinin kararlarını sorgulamak üstlerine vazife değildi. Görevi bırakmak isterse bırakır, isterse emekliliğine kadar devam ederdi. İşten çıkış saatlerine kadar dört bayan muhabbete devam etti. Sonra herkes iş yerine döndü.

Erhan binbaşı, diğer komutanlarla Mustafa Albayın odasında görüşmeye devam ediyordu. Tutuksuz yargılanacak olmalarından memnundu. Suçlarını tespit edememişti. Suçsuz olduklarından neredeyse emindi. Gerçek suçlunun bulunması için bu hafta sonu da çalışmaya devam edecekti. Bugün sabaha karşı bankalarda gerçek ve sahte adlarla yapılan hesap araştırmaları sonuçlanmış, kızların, bilinen hesaplarından başka bir şeye rastlanmamıştı. Yine de araştırmalar devam ediyordu. Tüm bilinen akraba ve arkadaşları da araştırılacaktı.

Mustafa Albay'ın odasındaki kasada saklanan CD, testlerin yapılacağı zamanda kasadan çıkartılıyor, kopyalama yapılamadan sadece okunabiliyordu. CD'lere ulaşabilen herkesi araştırmaya başlamıştı. Albay Mustafa da dahildi. Aden'in suçsuzluğunu ispatlamak için gereken neyse yapacaktı.

Aden, eve geldiğinde Çiğdem gelmiş ve çayı koymuştu. İkisi de mutfakta ayaküstü laflıyorlardı.

“Ne yiyelim bu akşam. Hep Ferhat ısmarladı. Ayıp denen bir şey var. Bu akşam biz bir şeyler yapalım. Buzlukta köftem vardı. Pilav, salata yeter mi?”

“Ferhat'ın geleceğinden eminsin bakıyorum Fulya?”

“Ayşe'm, gelmezse bana da Fulya demesinler!”

“O zaman biz başlayalım hazırlıklara.”

Haklı çıkmıştı Çiğdem. Yarım saat sonra kapı çaldığında Ferhat, yorgun argın girmişti içeri.

“Bu akşam da sen dökülüyorsun. Ne yaptın taş mı taşıdın?”

“Hayır, tatlım ama bugün birkaç yere gittim. Yol yordu beni.”

“Tamam hadi dinlen bu akşam. Yemek birazdan hazır. Bira da var, içer misin?”

“İyi olur.”

Kızlar mutfağa gidip köfteleri kızartmaya başladılar. Çiğdem, Aden'i sevgilisinin yanına gönderene kadar epey dil döktü. Ferhat içeride kafasını koltuğa dayamış oturuyordu. Gerçekten çok yorgundu. Aden, yanına oturup, elini tuttuğunda yüzü gülmeye başlamıştı.

“Dinlendiriyorsun beni. Huzur veriyorsun.”

“Keşke bu kadar yorgunlukla gelmeseydin, canım. Gidip dinlenseydin.”

“Seni görmeden geçecek gün beni dinlendirmezdi. Huzurum olmayacağı için daha çok yorulurdum.”

“Hiç bir fırsatı kaçırmıyorsun. Yorgunluk falan bahane!”

Çiğdem'in ayak sesleri gelince sustular. Yemeklerini yedikten sonra biraz daha muhabbet ettiler. Ferhat çok yorgun olduğu için esneyip duruyordu. En sonunda evine gitmek için ayağa kalktığında yalpalayınca, Çiğdem, o gece orada kalmasını teklif etti.

“Olmaz. Laf olur. Ben gidiyorum.”

“Aman laf eden etsin. Kimi kime çekiştirecekler? Biz Ayşe ile içeride uyuruz. Sen de koltukta yatarsın. Ama üstünle uyuyacaksın. Çünkü sana verecek bir şey yok.”

“Zahmet etmeyin. Ben giderim.”

“Kal işte. Yarın yine geleceksin nasılsa!”

“Aman, sevgilimin davet şekline bak. “kal işte” olur kalırım.”

“Yalvaracak değiliz her halde.”

“Hadi biz de erken yatalım. Hepimiz yorgunuz. Yarın da dünya kadar iş yapacağız.”

“Tamam. İyi geceler o zaman.”

Önce Çiğdem girmişti banyoya. Üstünü değişip, yatak odasına giderken içeriye seslenip iyi geceler dilemişti. Ferhat ile Aden koltukta oturuyordu.

“Hemen yatacak mısın?”

“Evet canım. Sen de çok yorgunsun uyu hemen.”

“İyi geceler öpücüğümü alsam önce?”

Bir süre sonra Aden, Çiğdem'in yanına yattığında arkadaşı,

“Ne kadar uzun sürdü vedalaşmanız!” kıkırdıyordu. Aden, kızardığını hissediyordu.

“Uğraşma benimle. Uyu hadi.”


***  


Sabah erkenden kahvaltı edip evden çıktılar. Ferhat bazı işleri olduğunu söyleyip ayrılmıştı. Aden ile Çiğdem de Pendik pazarına gittiler. Alış verişi tamamladıklarında saat on olmuştu. Aden'in evine gidilecekti. Boya yapılacağı için yanlarına iş yaparken giymek için eski eşofmanlar almışlardı.

Eve geldiklerinde kırık camların değiştiğini fark ettiler. Ferhat yine bir şeyleri Aden'den gizli yapmıştı. Boya için on bir gibi geleceğini söylemişti. Ortalıkta gözükmüyordu. Anahtarı olduğu için eve girmiş olabilir diye düşündü, Aden.

Kızlar eve girdiklerinde kimse yoktu. Ama tüm evin boyanmış, yerlere yeni halılar serilmişti. Oturma odasında iki tekli bir tane de yatak olabilen kanepe vardı. Bir köşede televizyon sehpası ve üstünde televizyonu görünce kızmaya başladığını hissediyordu. Onun seçtikleri bunlar değildi. İkinci eldi hepsi ama yine de bu kadar eşya istememişti. Maddi durumu şu an buna uygun değildi. Ferhat'a bu kadar borçlanamazdı.

Yatak odasına girdiğinde ise tam bir şok yaşadı. Onun söylediği tekli yatak yerine daha geniş bir yatak alınmıştı. Çift kişilik olamayacak kadar küçük, tek kişi için geniş olan yatak oldukça rahat gözüküyordu. Dolap olarak fermuarlı kumaş dolap istemişti. Şimdi ise üç kapılı çok güzel bir dolap, eski dolabın yerinde duruyordu. Şifonyer üstünde aynası ile işlevseldi. Oda çok güzel olmuştu ama bunlar çok pahalıydı.

Aden, sinirle ayağını yere vurmaya başlamıştı. “Olamaz. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Benim param buna yetmez ki. Bana danışmadan nasıl yapar?”

“Söylenip durma. Borç olarak kabul etmedin mi? En kısa sürede hepsini ödersin. Ben de destek çıkarım sana. Gerçi keşke bu evi boşaltıp yanıma taşınsaydın ama bu hali ile evin çok güzel olmuş. Bu kadar sinirlenmeden önce ardında yatan iyi niyeti düşün. Bak bunlar sıfır ürün değil. Hepsi ikinci el. Yani çok fark yoktur.”

“Olur mu? Dünya kadar fazladan eşya almış. Ben iki ayda borcumu kapatırım diyordum. En az altı ay sürer bunları ödemem.”

“Hayır tatlım, inan yine iki ayda biter borcun.” Ferhat kapıdan girmiş, biraz çekingen bakıyordu. Yaptığı kabahatin farkında olan çocuklar gibiydi.

“Ferhat… bunu nasıl yaparsın? Bu kadar çok eşyaya ne gerek vardı. Ayrıca evi boyamışsın her şey bitmiş. Bana danışmadan neden yaptın bunları?”

“Sana danışmadım sayılmaz. Öncelikle evi bu renklere boyayacağını söylemiştin. Dün öğlene kadar üç kadın evi dip bucak temizlemişti. Ben de o gece temizlik yapan çocuklara boyattım. Öğleden sonra boyası bitti… Dün akşam eşyalar da geldi. Biraz yoruldum ama seninle aynı çatı altında uyuyunca o da hemen geçti.”

“Bana mazeret sayma. Ben çok ufak bir fark için senden borç almayı kabul ettim. Bunu da en geç iki ayda mutlaka ödeyecektim. Şimdi aylar sürecek ve ben kendimi hep sana borçlu hissedeceğim. Bu kabul edilebilir şey değil. Kusura bakma ama bunları iade edip kendi seçtiklerimi alacağım.”

“Canım, bu kadar sinirlenme. Yemin ederim çok fark yok dünkü fiyatlarla. Çok sıkı pazarlıkla ufak bir farkla tamamladım bunları. Bak fişi bile burada. İkinci el satanlar o kadar ucuza alıyorlar ki, satarken her fiyat onlar için kâr. O yüzden canını hiç sıkma. İki ay sonra bana beş kuruş borcun kalmamış olacak… Eğer hala iade etmek istiyorsan arayayım gelip alsınlar.”

“Ayşe, saçmalama bak fişini bile almış. Gerçekten çok sıkı pazarlık yapmış. Ben hayatta bu kadar ucuza temin edemezdim. Üstelik her şey çok güzel. Kutu gibi ev derler ya öyle olmuş. Eh artık daha sık sende kalırım. Eskitmek lazım bunları.”

Olan olmuş ve ufak bir farkla evi eskisinden bile güzel olmuştu. Siniri yatışmamıştı ama beğenisi ağır basmış, rakamı görünce de ödeme gücünün olduğu anlayıp susmuştu.

“Tamam neyse kapatalım konuyu. Ben pazardan aldıklarımı dolaba yerleştireyim.”

“Şey, ben bu arada bir şey daha aldım. Ama bak bu kesinlikle hediye.”

Aden, sert bakışlarla dolaba yürüdü. Elindeki poşetleri boşaltmadan içine koydu. Sonra askıdaki elbiseyi fark etti. Çok güzel bir elbiseydi. Kumaşın kendisinden kaynaklanan biraz parlaklık, hem gece hem gündüz giyilmesine olanak sağlıyordu. Üstelik Aden’in indirimde gördüğü elbiseydi bu. Sadece rengi farklıydı. Vitrinde olan lila iken, bu çağla yeşiliydi. Gözlerine uygun olsun diye bu rengi aldığından emindi. Yarım kloş olan etekleri askıda bile uçuşur gibiydi. Her ne kadar elbiseye bayılmış olsa da kendisine bu kadar harcama yapılmasını kabul edemeyeceği için askıdan elbiseyi aldı ve kapağı sertçe kapattı.

“Gözlerin çok keskin! Bu elbiseye baktığımı görmüşsün. Ama bu sana bunu alma hakkını vermez. Lütfen bunu geri götür.”

“Bu mümkün değil. Çünkü giyilmiş malı geri almazlar.”

“Giymedim ki.”

“Akşam giyeceksin nasılsa. O yüzden hiç ısrar etme. Bu akşam benimle geliyorsun ve bunu da giyip güzelliğinle herkesi kıskandırıyorsun.”

“Ferhat, ben gelmeyeceğimi söylemiştim yemeğe.”

“İyi de canım, biz bunu konuştuğumuzda tanışalı üç gün olmuştu. Şimdi ise dokuzuncu günümüzdeyiz. Üstelik aramızda adı konmuş bir şeyler var. Ve sen, benim arkadaşlarımla tanıştırmak isteyeceğim birisin.”

“Biz tanışalı dokuz gün oldu değil mi? Peki beyefendi nasıl bir bayan dokuzuncu günde erkek arkadaşından kıyafet kabul eder?”

“Sakın böyle saçma sapan düşüncelere kapılma. Sen bile kendine böyle bir cümle sarf edemezsin. Sadece benim yanımda olmanı istiyorum, güzelliğine güzellik katmak istiyorum ve seninle gurur duyduğumu herkes görsün istiyorum.”

Aden, bu cümlelere kadar itiraz etmekte kesin kararlıydı. Fakat duydukları ile bir anda durulmuş, itiraz edecek kelime bulamaz olmuştu.

“Bu çocuğun ağzı iyi laf yapıyor. Vallahi ben susardım bu kadar laftan sonra!”

“Fulya yaa…sen benden yana mısın, düşmandan yana mı?”

“Tabi tabi konuşun, ben burada yokum zaten. Hatta beni iyi de bir çekiştirin. Eee daha nasıl birisiyim ben, küçük hanım? Düşmanım… başka??”

Ferhat, suratını asmış kendisi hakkındaki konuşmalara bozulmuş bayanlara bakıp duruyordu. Aden, daha fazla dayanamadı, Çiğdem’in yanlarında olmasından dolayı sadece yanağına ufacık bir öpücük bıraktı.

“Bu senden kabul ettiğim son hediye. Tek bir şey daha alırsan bir daha yüzümü göremezsin.”

“Tamam tamam almayacağım.”

“Söz mü?”

“Yemek falan ısmarlayabilirim değil mi? Yani onlar bu sözün içine girmez. O bir şey almak değil, değil mi?”

“Yemek girmiyor. Ama bak bir tek şey daha alırsan külahları değişiriz. “

“O zaman, bana olan borcun bitene kadar sana hediye almak yok.”

“Anlaştık.”

Ufak bir tartışma ortamı daha yatışmıştı. Aden kendisine kızıyordu. Çok çabuk yelkenleri suya indiriyordu. Ama karşısındaki de o kadar güzel haklı konuma geçiyordu ki itiraz edecek bir şey bırakmıyordu. Gerçekten itiraz etmek istiyor muydu? Özellikle o yemeğe gitmek için alınmış bu elbiseye? Galiba istemiyordu!!

Ferhat, ufak tefek sıyrıklarla atlattığını düşünüyordu bu tartışmayı. Çok daha kötü tepki beklemişti.

“Ayşe, akşam geliyorsun değil mi benimle?”

“Geliyorum. Ama orada çatalı bıçağı hatalı kullanıp seni rezil edersem bana
kızmayacaksın!”

“Dert ettiğin şeye bak. İstersen elinle ye.”

“O kadar da değil!”

O gün evinin yeni haline alışmaya çalıştı. O gece evinde kalacaktı. Akşamüstüne kadar üçü bir aradaydı. Sonra Aden elbisesini giydi. Elbiseyi zaten denemiş tam üstüne göre olduğunu anladığında Ferhat'ın gözlem yeteneğine de hayran kalmıştı. Makyajını yaptı. Çiğdem uzun ve buğday sarısı saçlarını ensesinde atkuyruğu toplamış, saçının bir tutamı ile kuyruğu oluşturan lastiğin üstünü de kapatıp çok güzel bir görüntü sağlamıştı. Böylece boyundan bağlı elbisenin sırt dekoltesini de hafifçe kapatmıştı. Sabah banyo yaptıktan sonra kuruturken düz olması için uğraştığına sevindi. Çok hoş bir görüntü vermişti bu model yüzüne. Yatak odasından çıktıklarında Ferhat'ı televizyon izlerken buldular. Kafasını çevirdiğinde hayranlıkla büyüdü gözleri.

“Muhteşem olmuşsun.”

“Kim süsledi onu?”

“Of Fulya, o zaten güzel. Sadece rötuş yapmışsın, böbürlenme.”

“İkinizde susun bakalım ben Allah vergisi güzelim.”

“Ya sen fazla havalandın. Üçümüzün ortak şaheseri desek?”

Şakalaşmalarla evden çıktılar. Çiğdem'i evine bırakıp oradan Acıbadem'e gittiler. Ferhat üstünü değiştirecekti. Eve çağırıp çağırmamak konusunda tedirgindi. Arabada bekletmek de hoş olmayacaktı. Nasıl eve çağıracaktı? Neden buna bu kadar takılmıştı? Kararını verdi...

“Beni nerede beklemek istersin?” en doğrusu buydu kararı ona bırakmak!

“Mahsuru yoksa evine gelebilirim. Tuvaletini kullanmaya ihtiyacım var.”

“Elbette. Hadi gel.”

Evi büyük bir bahçe içinde beşer katlı dört bloktan oluşan bir sitedeydi. Bahçe çok güzel ve temizdi. Çiçekler yeni yeni açmaya başlamıştı. Apartman kapısından girerken içeriden çıkan yaşlı bir bayan Ferhat'a selam vermiş,

“Daha buralarda mısın, oğlum?”

“Bu akşam sanırım belli olacak, Nadide teyze. Yeni görev pazartesi başlayacak galiba.”

“Ben sıkıldım senin gezmelerinden. Şu işini değiştir de evini bil çocuk.”

“İnşallah o da olur. Ama iş böyle ne yazık ki. Seni tutmayalım, teyzem. Bir yemeğe yetişmemiz lazım. Bizim de acelemiz var.”

“Tamam, hadi iyi eğlenin.”

Nadide teyze ve diğer komşular da Ferhat'ı tanıyordu. İlter olarak apartmanda kimse bilmezdi. Zaten kimse ile görüştüğü yoktu. Böyle karşılaştığı ortamlarda ayak üstü birkaç kelime konuştuğu komşuları da kendisine hep “oğlum” derdi. Sitede oturan en genç kişi kendisiydi. Özellikle böyle bir yer seçilmişti. Evine gelen giden kimse olmaz, kimse kapısını çalmazdı. Hayatının belki de en yalansız kısmıydı buradaki yaşam. Komşuları işinin şehirler arasında olduğunu çok gezdiğini bilir, başka bir şey sormazdı.

En üst kattaki daireye geldiklerinde Aden'e yol verdi. Önce tuvaleti gösterdi. Sonra giyeceklerini seçmek için yatak odasına gitti.

Aden, salona döndüğünde evi incelemeye başladı. Erkeksi dekorasyon hakimdi. Koyu kahverengi deri koltuk takımı deri orta sehpa ve krem rengi halı ve köşedeki dört kişilik masa takımı odayı tamamlamıştı. Duvarlarda ilginç haritaların olduğu tablolar vardı. Cam kenarında ise birkaç saksı çiçeği vardı.

“Bu çiçeklere kim bakıyor?”

“Her hafta evi temizlemeye gelen biri var. O bakıyor sağ olsun.”

“Hımm evin bu kadar derli toplu olması senin eserin değil yani?”

“Dağınık değilimdir ama temizlik de yapmam.”

“Hadi duşunu al da gecikmeyelim.”

“Önce...”

Ferhat, yumuşak bir hareketle beline sarıldı. Kendisine iyice çekti ve yavaş yavaş başını eğdi. Tam öpecekken,

“Rujun yanında değil mi?”

“Öp beni!”


***  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder