17 Şubat 2015 Salı

DOSTLAR APARTMANI 7. Bölüm

Başak, yaşadıklarını düşünerek uykuya daldı. Sabah saat yedide ağlayan saati ile uyandığında, Damla’nın ateşine hiç bakmadığını anımsadı. Gerçi durumu kötü olsa gece ağlardı. Yine de bunu akıl edememiş olmak, baygın uyumuş olmak üzüyordu kendisini. Burçak kadar sorumluluk sahibi olamıyor, hata yapmaktan korkuyordu. Mamasını hazırlarken, dün geceyi ve Tarık’ı düşündü. Öpüşmeleri aklına gelince, ürperdi. Çok hızlı gittiğini düşünmek moralini bozsa da öpüşmelerinden aldığı zevk o hızın yetersiz bile olduğunu söylüyordu.

Damla’nın düşen ateşi moralini düzeltmiş, kahvaltısını yaptırdıktan sonra, biraz beraber televizyon karşısında oturmuş, mis kokusunu içine çekip, evine misafir olduğundan beri hayatının nasıl değiştiğini düşünüp, gülümsemişti. Eğer, Damla yanında olmasaydı, Cumartesi günü tırmanış ekibi ile eğitimde olacaktı. Bugün de henüz dönmemiş olacağı için, bu saatleri kampta çadırda, geri dönüş hazırlığı yaparak geçirecekti. Böylece dün akşamki yemek daveti olmayacak, o öpücüklerden mahrum kalacaktı.

Acaba, hafta sonu işim var dese ilişkileri nereye giderdi? Boş kalmamak için başka birisi ile vakit geçirmek ister miydi?

Yemek boyunca konuşmuşlar, birbirlerini tanımaya çabalamışlardı. Yine de çapkın biri olup olmadığını bilmiyordu. Yanında olduğu sürece cep telefonu hiç çalmamış, hiç mesaj gelmemişti. Acaba özellikle telefonunu kapatmış olabilir miydi? Paranoyaklaştığına karar verip, saçma sapan düşünceleri attı kafasından. Kıskanç değildi ki Başak. Neden böyle şeyler düşünüyordu? Ne önemi vardı hayatında olan başka kadınların? Kendisine “sevgilim” dememiş miydi? Sevgi sözcüklerini çok kolay harcayan birisi miydi? Zamanla öğreneceği bir konu için çok fazla kafa yormak istemedi. Tek bildiği, Tarık’tan çok hoşlanıyordu!



















Öğlene doğru telefonu çaldı. Heyecanla ekrana baktığında arayanın Şebnem olduğunu gördü. Tarık olmadığı için hayal kırıklığı duysa da, Şebnem’i çok özlemiş olduğu için, yüzünde tebessümle açtı telefonu.

“İzin bitti mi tatil kuşu?”

“Bittiiii, uffff Pazartesi iş başı yapıyorum… Seninle bugün görüşmek istiyorum. Çok özledim. Pazartesiyi bekleyemem. Hem bir sürü de havadis var anlatacağım.”

“Ben de çok özledim. Her zamanki yere gel. Yarım saate kadar oradayım. Bende de çok havadis var.” dedi, Başak.

Damla’nın eşyalarının arasında olan kanguruyu boynuna geçirip doğru şekilde bağlayana kadar üç kere uğraşmış, sonunda başarmıştı. Takside kafenin önünde indiklerinde, cam kenarında oturan Şebnem, kendilerini görmüş ve kapıya çıkmıştı.

“Burçak?”

“Değil canım, ben Başak.”

“Dalga mı geçiyorsun? Ne oldu sana? Damla sende ne arıyor?”

“Havadis çok demiştim. Hadi şu arabayı sen al içeriye, ben de çantaları taşıyayım.”

Yanına neler gerekeceğini bilemediğinden iki koca çanta doldurmuştu. Şimdi içeriye taşırken bile zorlanıyordu. Şaşkın bakışlar ile kendisini takip eden Şebnem, sorularına devam ediyordu.

“Burçak nerede? Onu da mı kaçırdılar yoksa? Çabuk anlat kötü bir şey yok değil mi?”

“Kızım sakin ol. Burçak’ı kaçırmadılar ama o deli kocasını bulmak için Afganistan’a gitti. Bu sabah e-posta gelmiş Burak Beyden. İyiymiş. İz bulmuşlar da emin olamıyorlarmış. Okuduğumdan beri biraz keyiflendim. Dua edip duruyorum sağ salim dönsünler diye. “

“Burak Bey de kim?”

“Yani Şebnem, o kadar lafın içinde merak ettiğin, Burak Bey mi? Tanımıyorum konsolosluktan biri. Hadi sen anlat şimdi. Ben de, başka şeyleri anlatacağım birazdan.” diyerek Şebnem’i iyice meraklandırmıştı. Yine de, yaz tatilinde yaşadığı flörtü anlatmak için can atan Şebnem, başlamıştı kendi yaşadıklarını paylaşmaya.

“İstanbul’da karşılaşma, git ta Kemer’de tanış. Bu dünya bir tuhaf. Ama çok yakışıklı. Görmen lazım. Yok yok nasılsa göreceksin. Önümüzdeki hafta öğlen yemeğine çıkartacak beni. O da yakın sayılır, iş yeri Sirkeci’de. Sen de gelirsin. Bir arkadaşından bahsetti. Seni tanıştırmayı düşündük.”

“Kızım sen kendine buldun birisini, kesmedi, bir de beni mi düşündün oralarda?”

“Tabii, en yakın arkadaşımı böyle tek başına mı bırakacaktım? Olmuyor kızım, doğru düzgün birileri ile tanış artık. Abuk sabuk tiplerle yemeklere gitmekle olmuyor bu işler. Bak çocuk çok iyiymiş. İşi var, yaşı da uygun. Bir tanış, beğenmezsen “hayır” dersin olur biter.”

“Valla görüşeyim de, Tarık ne der bilemiyorum?”

“Ne diyecek ki, Allah Allah?”

“Der bir şeyler”

“Ne der? Aaaaa kim ne diyor? Anlamadım, kim bu Tarık? Sen neler geveliyorsun be?”

“Bana bak, argo kraliçesi, bir şey gevelemiyorum. Tarık, hoş karşılamaz diyorum. Hatta hiç hoş karşılamaz diyorum.”

“Saçmalamayı kes ve bana Tarık kim en baştan anlat.”

Başak, bir yandan Damla’ya yoğurdunu yedirirken, bir yandan da bu hafta içinde olanları atlamadan anlatıyordu, Şebnem’e. Aktaracakları bittiğinde, Şebnem şaşkın bakıyordu.

“Kızım bu ne hız? Ben bir haftadır Sercan ile aynı oteldeydim, sadece dün öptürdüm, sen ikinci gün maşallah yani… Ay ben sana ne diyeyim…”

“Bir şey deme. Ben, daha önce hiç kimseden böyle etkilenmedim. O yüzden, olayları da akışına bıraktım. Ne olacaksa olur. Bazı şeyleri yaşamış olsam da, hiç etkilenmediğimi anlatmıştım. Bu sefer sanki başka olacak gibi geliyor. Devamı olmasa bile, en azından cinselliği yaşayabileceğim biri var galiba karşımda. Üstelik o da son derece açıkça beni istediğini söylüyor. “

“Seni istemeyecek erkek, ya kör ya da sizin apartmandakilerdendir. O yüzden, seni istemesi, senin için lütufmuş gibi konuşma. Önemli olan senin hissettiklerin!”

“Benim hissettiklerimi de anlattım sana. Nereye kadar giderse? Nasıl sonuçlanırsa, hiç dert etmeyeceğim. Sonuna kadar yaşayacağım bu ilişkiyi.”

“İyi de, sonra ne olacak? Kısa süre sonra ayrılırsanız, üzülmez misin? Bu kadar hevesle anlattığına göre ve bu kadar etkilendiğine göre, ayrılığı da düşün şimdiden. “

“Sağ ol canım be, daha başlamadan bitişi düşündürtüyorsun bana. Gerçi, dün geceden beri ben de, düşünüyorum ve tek güvencem senin omuzun. Ağlamaya geleceğim tek yer orası.”

“Aman, ayrılmayın ve ağlamayın. Hadi bakalım zaman ne gösterecek.”


















Sonra muhabbete iş yerinden olaylar, tatilden diğer anılarla devam ettiler. Aradan bir saat kadar geçtiğinde Başak’ın cebi çalmaya başlamıştı. Arayan Tarık’dı. Heyecanla açtı telefonu.

“Merhaba canım, nasılsın?”

“İyiyim, sen nasılsın?”

“Çok iyiyim. Damla nasıl oldu? Daha erken aramak istedim ama uyuyordur belki diye çekindim.”

“Damla iyi, şimdi dışarıda bir arkadaşımla kahve içiyoruz. Yanımda keyifle mırıldanıyor. “

“Arkadaşınla mı? Kim o? Dün bahsetmemiştin dışarı çıkacağından?”

“Evet, çünkü bu sabah arayıp tatilden döndüğünü söyledi ve buluşmak istedi. Ben de kıramadım.”

“Bu önceki gün arayan yapışkan değil, değil mi?”

“O da nereden çıktı? Değil elbette. Şebnem, bizim şirketten. İzindeydi, dönmüş ve hasret gidermek istemiş.”

Tarık, yalan söylemediğinden emin olamadı. Eski yaşanmışlıklar yine beynini kemirmeye başlamıştı. Kıskanmasına gerek olmadığına kendisini inandırmak istiyordu. Hem, neden kıskanacaktı? Ama kıskanıyordu işte. Tahmininden çok daha fazla etkilenmişti Başak’dan. Artık kabul etmesi gerekiyordu. Evet, sevişmek istiyordu ama tek istediği bu değildi. Zamanını da Başak ile geçirmek istiyordu. Bugün beraber olabileceklerini düşünüp aramış, ama dışarıda olduğunu öğrendiği andan beri de kendisini yemeğe başlamıştı. Yanında olmak istiyordu.

“İyi, tamam”

“Ne o pek kısa bir yanıt oldu. Neyse boş ver sen neler yapıyorsun, işin yoksa gelsene yanımıza. Şebnem de seninle tanışmak istiyordu. “ diye yine hızlı hızlı konuşmaya başlamıştı.

Tarık, bu davetten sonra rahatlamıştı. Yanındakinin Şebnem olduğundan emin olmuş ve kendisinin anlatılmasından da çok hoşlanmıştı.

“Yeri tarif et, sevgilimi bu kadar saat alıkoyan kişiyi tanımam lazım.” demiş ve adresi aldıktan sonra yirmi dakikaya kadar geleceğini söylemişti.

Başak, Şebnem’e de konuşulanları aktarmış, onun da tanışmak istediğini iletmişti. Üstelik pazartesi beraber Gaziantep’e uçacakları için Şebnem ile üç gün daha görüşemeyeceği için imkân olduğunca çok arkadaşıyla olmak istiyordu. Bu arada, Damla’nın bezinin değiştirilmesi gerektiği için, Başak, kafenin arka tarafında uygun bir yere geçmiş, hızlı ve alışmış hareketlerle bezi değiştirmeye başlamıştı.

Masaya geri döndüğünde, cep telefonunun çaldığını gördü. Şebnem de tam telefona uzanırken, Başak alıp açmış “Geldin mi canım?” demiş, Tarık, ensesinde bitmiş ve “Tam arkandayım” diyerek telefonu kapatmıştı.

Şebnem, bu yakışıklıyı içeri girerken görmüş, arkadaşının tarifinden de Tarık olduğunu anlamış yine de Başak gelene kadar hareketlerini izlemek için kendisini belli etmemişti. İçeri girdiğinde etrafına bakmasını, göremeyince bahçeye doğru hareketlenmesini, sonra dayanamayıp telefon açmasını izlemişti. Bu sırada, bayanların olduğu bazı masaların kendisini incelemesini fark etmemişti bile. Şebnem, gördüklerinden memnun, arkadaşına bunları anlatmak için uygun fırsatı kolluyordu.

Tarık, Başak’ı yanağı ile dudağı arasından bir noktadan öpmüş, sonra Şebnem ile tanışmak için elini uzatmıştı.

Bir saat kadar beraber oturmuş ve birçok şeyi konuşmuş, neşeli vakit geçirmişlerdi. Şebnem kalkmak istediğinde, Tarık evine bırakabileceğini söylemiş, böylece üçü birden Tarık’ın arabaya doluşmuşlardı. Bebek arabasını bagaja koyarken, Tarık’ın yanlarından ayrılmasını fırsat bilen Şebnem, kulağına “Sakın kaçırma, çok haklıymışsın” demişti.

En yakın arkadaşının onayını da alan Başak, çok daha mutlu oturdu ön koltuğa. Şebnem’i evine bıraktıktan sonra, Başak da eve dönmek istemiş ama Tarık’ı davet etmemişti. Dün gece gibi bir akşam yaşamak istemiyordu. Hem yarın Gaziantep’e uçacakları için, hazırlık yapmalıydı. Apartmandakilerle olmadığı günlerin planları yeniden konuşacaklardı.




















Apartmanın kapısına geldiklerinde, Başak, Damla ile birlikte indi arabadan. Tarık, bagajdan arabayı çıkartırken, güneşten korunmak için apartman kapısına doğru ilerleyen Başak, içeriden çıkan Tufan ile karşılaştı. En az gördüğü komşuları gay lerdi. Tufan da başak’ı gördüğü için çok sevinmiş, kangurudaki Damla’yı da saracak şekilde kucaklamıştı ikisini. Damla, önce huysuzlanmış, sonra kendisine oyunlar yapan bu adama gülerek bakmaya başlamıştı.

“Ben yanlış tercihler mi yaptım acaba. Bu kıza aşık oluyorum.” dediğinde, sarılmanın başından beri kendilerini izleyen Tarık, “Kucaktakine olabilir… Kucağında tutana olmasın” diye araya girmişti.

Tufan da Başak da, böyle bir tepki beklemiyorlardı. Başak, gülmemek için kendisini zor tutarken Tufan işin gırgırındaydı.

“Ben o kucakta tutana zaten aşığım. Aylardır ikna etmeye uğraşıyorum ama aynı evde üç yakışıklıyla kalamam, aranızda tercih yapamam diyor, beni hep reddediyor.

Başak, daha fazla dayanamamış, bir yüzü kararmış Tarık’a, bir gülmemeye çalışan Tufan’a bakıp en sonunda kahkahayı patlatmıştı.

“Canım, senin değil benim Tufan’ı kıskanmam lazım. Lütfen öyle bakma, sonra seni kapmaya çalışabilir. Tüm tırnaklarımı çıkartırım ortaya. “

Tarık, bu konuşmalardan anlayamadığı ama korkmasına gerek olmayan anlamlar çıkartıyor, yine de emin olamıyordu. Yani bu yakışıklı adam gay miydi?

“Kapmam canım, sevgilim beni bekliyor. O yüzden kimsenin sevgilisini kapmam. Hadi görüşürüz. İyi bak kızlarımıza, Tarık Bey.” demiş ve çıkmıştı kapıdan.

“O adamın gay olduğunu söylemeyeceksin değil mi?”

“O adam gay. Hatta aynı evde iki tane daha var ondan. Onlar da çok yakışıklı. Ama onların tercihleri, bayanların kaybı ne yazık ki!”

“İsabet olmuş. Bu kadar yakışıklı bir adamın seninle aynı çatı altında olması kabul edilebilir bir şey değil, çünkü.”

“Bana bak, iki de bir yakışıklı deyip durma. Kıskanacağım ama.”

“Kıskan da onlardan değil. Tercihim belli. Üstelik şimdi yukarı çıkıp tercihimin ne kadar doğru olduğunu göstermek için çıldırıyorum. “

“Kusura bakma ama o kadar hızlı gitmemiz çok doğru gelmiyor. Ayrıca çok işim var. “

“İşin olmasaydı gelebilir miydim yani?”

“Hayır. Gerçekten çok hızlı ilerliyoruz. Bana çok doğru gelmiyor bu sürat.”

“Başak, bu şu anda ve burada konuşulacak bir konu değil. Biraz hızlı yol almış olabiliriz ama bunu engelleyebilecek durumda da değiliz galiba? En azından ben, değilim. Bu tişört ile beni ne kadar tahrik ettiğini düşünemezsin bile. O yüzden, bana hızlıyız deme. Kendimi güç tutuyorum.”

“Anladım. Görüşürüz. Sabah hava alanında buluşuruz.”

“Ne o kaçıyor musun? Kaç bakalım. Ama kaçmalarında bitecek. Sonra senin her milimini keşfedeceğim. Ayrıca sabah beni bekliyorsun ben seni alıyorum buradan. Hava alanına da beraber gidiyoruz. O motorun tepesinde olmandan hiç hoşlanmıyorum. “

“Anlamadım. Motor kullanmamdan hoşlanmıyor musun?”

“Hayır.”

“Neden? Çok keyiflidir. Daha önce bindin mi?”

“Evet, bindim ve hoşlanmadım”

“Düştün?”

“Evet, düştüm ne olacak? Bir daha da binmedim. Binmem de.”

“Ben sana öğretirim. Ama şimdi ve burada değil. Hadi git artık. “

“Olmaz, üst kata kadar geleceğim.”

“Gerek yok.”

“Tabii çok kolay taşırsın zaten hem çantaları hem arabayı en üst kata kadar. Bir de sussan da ne yapacağımı izlesen?”

Tabii, Başak son konuşmalardan sonra kafasını bir türlü toparlayamamış ve haklı olduğunu ancak cümlesi bitince algılayabilmişti. Üst kata çıktıklarında elinden anahtarı almış, kapıyı açıp arabayla çantaları girişe sokmuştu. Aslında kendisi de girmek istiyor ama baskı yapmış olmaktan çekiniyordu. Nasılsa üç gün Antep de beraber olacaklardı. Yine de yarın sabaha kadar kendisini idare edecek bir şeylere ihtiyacı vardı. Damla’yı sıkıştırmadan, Başak’ı kapı eşiğinde öpmeye başladı. Başak da karşılık veriyor, daha çok öpmesi için içinden yalvarıyordu. Tarık bir an durunca ne olduğunu anlayamadı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder