17 Mart 2024 Pazar

Azra 8. Bölüm

 

 

İlk iş gününün yarısı geçmişti bile. Kendisine bir masa, her renkten ayrı parçanın olduğu kırtasiye malzemesi, henüz hangi programın kullanıldığını bile bilmediği bir bilgisayar verilmişti. Bir de incelemesi istenen dosyalar konmuştu masasına. Orhan Bey, dosyalarda hata olup olmadığını yabancı gözün daha iyi göreceğini söylemişti. Böylece hem hesap hareketlerinin yönlerini anımsayacak hem de işleyişte hata varsa yakalayacaktı. Üretim firmalarının dosyalarını incelemek çok zevkliydi. Saat yarım olduğunda sekreter Aslı'yı masasının önünde buldu.  

"Merhaba Azra Hanım. Öğle paydosumuz başladı. Genelde burada kalmayız. Kalırsak bizi çalıştıracak birileri mutlaka oluyor. O yüzden yarım saat için bile olsa en alt kattaki lokantalardan birinde karnımızı doyuruyoruz. Gelir misiniz?" Aslı, çıtı pıtı denilen tiplerdendi. Kıyafet konusunda serbest oldukları için çoğu kot ve kazak giymişti. Bu tarz kendisine iş ortamı için pek hoş gelmiyordu. Yine de cumaları o da kot giyebilirdi. Eski işinde öyle yaparlardı. Davet hoşuna gitmişti. Elemanların çoğu kendisinden küçüktü. O üç bürodan ikisinde çalışanlardan biri daha büyük, diğer hemen hemen aynı yaştaydı. Onların bir arada yemeğe indiğini gördü. Ast üst ilişkisi mi vardı, geçimsizlik mi nedendi bilmiyordu. Yakında herkesi tanır, neyin ne olduğunu öğrenirdi. Bu tarz yerlerde dedikodu da bolca olduğundan yemeklerde ve dinlenme molalarında her şeyi öğreneceğinden emindi. Aslı’ya gülümseyip çantasını ve hırkasını aldı. "Elbette. Hem ben de arkadaşlarla tanışmış olurum." 

"Hadi çıkalım." 

Asansörün önünde üç kişi daha vardı. Hepsi ile tanıştırdı Aslı, Azra'yı. Karşılıklı memnuniyet ifadelerinden sonra havadan sudan konuşmalarla beşli asansöre bindi.  

"Toplamda kaç kişi çalışıyor?" 

"Sizinle birlikte on bir kişi olduk." 

"Güzel. Böyle birlikte mi çıkıyorsunuz genelde?" 

"Evet, genelde hepimiz birlikte çıkıyoruz. Bazen de kimin ne işi varsa ona göre dağılıyoruz. Bir arada çalışsak da iş yoğunluğunda birbirimizin hayatı hakkında çok bilgimiz olmuyor. Ama öğlen o yarım saat, bazen bir saatlik paylaşılan vakitler ile daha sıcak ortam yaratıyor, kimin ne kötü ne iyi haberi var öğreniyoruz. Büroda her gün için bir nöbetçi kalıyor. Siz de kalacaksınız." Bunu söylerken belli bir saygı tonlaması yapmış, sanki bu nöbet işi onun için kötü bir şeymiş de hafifletmek istemiş gibi tavır takınmıştı. Bilse bunun bile ne kadar büyük bir onur olduğunu asla böyle davranmazdı.  

"Elbette. Deneme sürem içinde de nöbete kalacak mıyım? Belki Orhan Bey sonrası için kalmamı uygun bulur." 

"Deneme süreniz yok. İşlemleriniz çoktan başladı." 

Azra, şaşkınlıkla gülümsedi. Farkında değildi ama aklının bir köşesinde bu işi kaybetme korkusu olduğunu anlamıştı.  

"Hep böyle mi olur?" 

"Orhan Bey eleman seçiminde ilginç yöntemleri olan biri. Ben de geldikten beş dakika sonra masaya oturmuştum. Üç yılı bitirdim." 

Azra, bunu duyunca sevindi. Kendisine özel bir tavır olmaması karakter analizinde başarılı biri olduğunu göstermişti. Yemek süresince karşılıklı bilgiler alınırken Azra kayıp üç yılını çalışmayarak geçirdiğini söylemişti. Kimse neden diye sormamıştı. Kişilerin özel hayatlarına saygılı oluşları da hoşuna gitmişti.  

Yemekten sonra Çınar'ı aradı. Genç adamın hemen telefonu açmasından duyduğu mutluluk tuhaftı.  

"Efendim Azra? Bir şey mi oldu?" 

"Çınar Bey, merhaba. Babama ulaşacak bir yol buldum. Fakat kadının adresini bulamıyorum." 

"Kim o kadın?" 

"Evin yatılı bakıcısı diyeyim. Adını soyadını biliyorum ama adresini hiç anımsamıyorum. Hep babamın yanında kaldığı için kendi evini sanırım hiç sormadım." 

"Ver adını bana. Hangi yakada evi? Bunu biliyor musun?" 

Azra, hem adını hem de Anadolu Yakasında oturduğunu söyledikten sonra tam vedalaşıp kapatacakken Çınar sordu, "Nasıl gidiyor ilk gün?" Sesi çok yumuşaktı. Gerçekten işini sormak için konuştuğu belli oluyordu.  

"Tahminimden iyi. Hem iş güzel hem insanlar." 

"Senin için sevindim. Ben de dosyayı tekrar incelemeye başladım. Şirketlerin son durumlarını kontrol ediyorum. Kasadakilerle karşılaştırıp yeni bir yol çizeceğim." 

"Çok iyi. Ben de diğer işi halletmeye çalışacağım. Sanırım hemen açtıramam. Bir iki gün içinde hallolmalı." 

"Haber bekleyeceğim." 

*****  

Azra, ilk iş gününden izin alamayacağı için bankalara uğrayacağı günü ayarlamakta bir iki gün gecikti. Öğlen paydosu ile birleştirerek üç gün üst üste birer saat izin aldı. Patronu durumunu bildiği için sorun çıkartmamış, Azra da bu iyiliğin altında kalmamak için yarım saat erken gelip yarım saat geç çıkarak telafi etmişti. Orhan bey böyle bir telafiye gerek olmadığını söylese de diğer çalışanların bu hareketini takdir ettiğini görüyordu.  

Her bankada bir sürprizle karşılaşmıştı. Her üç bankada da kendi adı ile birlikte babasının adına da açılmış ve anahtarı olmayan ikinci kiralık kasa olduğu bilgisini almıştı. Demek ki babası diğer kasalar hakkında bilgi sahibiydi. Memurlardan kasalarını kimsenin açmadığını öğrenmişti. Babasının bu bilgiyi kendisine sakladığını anladığında mutlu oldu. Artık onu bulmak daha önemli hale gelmişti. Kızgınlığının yavaş yavaş eriyip gittiğini hissediyordu. 

Tüm kasaların kiraları her yıl hesabından tahsil edildiği için toplu borç çıkmamış, ayrıca kırdırma talebinde sorunla karşılaşmamıştı. Tam yetkili olduğu için babasından izin almaya gerek görmemişler, sadece noksan imzaları tamamlatmışlardı. Artık açılacak toplam altı kasa vardı. Tüm bankalardaki tedbir kararı kalktığı için, personelin adını araştırıp karıştığı suçu öğrendiğinden emindi. Utanacak bir şey yapmadığı için başını dik tutmakta kararlıydı.   

Bankalar farklı günlerde açılış için randevu vermiş, çilingir ile aynı saatte orada olması gerektiği için yeni izinler talep etmişti. Orhan Bey, onun telafi etmesi ile diğer personelin şikayetçi olmadığını da gördüğü için hiç sorun çıkartmıyordu. Üstelik son yıllarda yanında çalışan en iyi eleman olacağını ilk haftadan anladığı için kaçırmak da istemiyordu.  

İlk bankaya giderken her zamanki gibi izlenip izlenmediğini anlamaya çalıştı. Umarsız tavırla yürüyor, büfeden gazete, bir başka büfeden su alıyordu. Bunları yaparken güneş gözlüğünün ardından görebileceği yerlerde takip eden kimse var mı diye bakıyordu. Teoman gibi bir adamın bankalarda da haber uçuran tanıdıkları olabilirdi. Nihayet bankadan içeri girdiğinde önceki gelişinde görüştüğü bankacı ile selamlaştı.  

"Hoş geldiniz Azra Hanım. Çilingir geldi, sizi bekliyor." 

"Hoş buldum, çok bekletmedim umarım." 

"Merak etmeyin, yeni geldi. Sizi götüreyim." 

Nihayet kasa açıldığında Azra, zaten içinde olduğunu bildiği şeyleri hızlıca çıkarttı. Çilingir diğer kasayı açarken o hemen tüm evrakların fotoğrafını çekmiş, Çınar'a yollamıştı. Belleğin o kasada olmadığını da eklemişti. Okunamayan bazı sayfaları yeniden çekmesi için mesaj atan adama yeniden yolladıktan sonra hepsini sildi. Birileri peşindeyse ve yakalarlarsa evrakların bilgisinin telefonunda bile olmasını istemiyordu. Çöpü de boşalttıktan sonra telefonu cebine koydu. Her kasaya bıraktığı bir iki küçük mücevherden biri olan kolyeyi boynuna taktı. Takip eden kişi varsa fark etsin diye yakasını biraz açtı.  

Yeni takılan kilitten sonra kendi kasasının anahtarını aldı. Babası ile ortak açılmış olan kasanın içinden çıkanları aldığında ise oldukça şaşırdı.  

Babası ona hesap cüzdanları, bir anahtar ve bir mektup bırakmıştı. Mektupta izini kaybettireceği, kendisini aramamasını, yaptıklarından pişman olduğunu belirtiyordu. Çok sıcak olmasa da itiraf ve özür biraz yatıştırmıştı nefretini. Kasalarını açmaya geldiğinde bu kasalara ulaşacağından emin olduğunu, evdeki kasadan çıkanların birer fotokopisinin de kendisinde olduğunu, aklına geleni yapmamış olması durumunda gerektiğinde bunları kullanacağını yazmıştı. Aklını babasından almış olmalıydı. Azra o satırları okurken bir yandan da bunu düşünüyordu.  

Mektupta, anahtarın bir depoya ait olduğunu, tüm ev eşyalarının orada olduğunu da yazmıştı. Galiba günün en güzel haberi buydu. Paranın da kendi çocukluğunun geçtiği evin satışından kalan para olduğunu, yani temiz olduğunu eklemişti. Azra, gözlerinin yaşarmasından satırları okumakta güçlük çekiyordu. Cüzdanları görür görmez aklından geçen dağıtma isteği biraz azalmıştı. Hesapların son halini birazdan öğrenecekti. Mektubu kendi kasasına sakladı. Hesap cüzdanlarını alıp üst kata çıktı.  

Çilingir ikinci kasayı da yeni kilit ile kullanılır hale getirmişti. Artık iki kasaya ihtiyacı yoktu. Babasının açtığı kasayı kapattırdıktan sonra mevduatları hakkında da bilgileri aldı. İstediği gibi harcayabileceği neredeyse iki ev parası vardı. Yine ilk günlerini anımsadı ve şu ev alma duygusunu bastırdı. Önceliği davasına vermeliydi. Acele etmeyecekti. Şimdilik mahallesinden ve evinden memnundu. Geleceği için doğru kararları acele vermeyecekti. Eşyalarını düşündü. Depoda hepsini bulması halinde şu an oturduğu eve sığmaları mümkün değildi. Ne yapacağına hemen karar vermek yerine karşısındaki güler yüzlü kadına teşekkür edip bankadan çıktı.  

Anahtarları tekrar denize atamayacaktı. Nerede saklayacağını bilmez bir şekilde çantasını sıkı sıkı tuttu. Taksi ile işe dönmüştü. Parayı düşünmeden harcamaya alışamadığı için taksi parasını bile dert ediyordu. İşe zamanında yetişmek için olduğunu anımsattı kendisine. 

Orhan beyin kapısını vurup o gün için teşekkür etti. İki gün sonra bir başka yere aynı şartlarda gideceğini anımsattı. Yerine oturduktan sonra Çınar'ı pizza ile yollayacağını söylediği ama bir gün önce kargo ile gelen telefondan aradı.  

"Merhaba." 

"Merhaba, evrakları inceliyoruz. Çok değerliler, çok teşekkürler." 

"Rica ederim. Bir kısmının hükmü kalmamış olabilir, çok zaman geçti ama işe yarayacak şeyler çıkacaktır. İki gün sonra yanılmıyorsam belleğin olduğu bankaya gideceğim. Orada olacak bir ekip ayarlayabilir misiniz?" 

"Ben geleceğim. Bana banka adresini verirsin, müşteri gibi otururum. Belleği aldığında sadece göz kırparsın, o sırada sana bir arkadaşın gelir, uzun zamandır görüşmemiş gibi sarılır kucaklaşırsınız ona belleği o anda aktarırsın. Sizi birileri takip etse de arkadaş kucaklaşmasını önemsemez. Beni görmeden sakın kimseyle bir şey konuşma veya teslim etme." 

"Anladım. Banka bilgilerini not edin." 

Çınar notlarını aldıktan sonra vedalaşırken Azra, “Bir konu daha var.” 

“Nedir?” 

“Babam... bana mektup bırakmış. Pişmanlığını yazmış.”  

“İlginç. Adresi bulduk bu arada. Kadınla biz mi konuşalım, sen mi konuşmak istersin?” 

“Ben konuşurum. Siz hiç olaylara girmediniz, ben kimseyle irtibat kurmadım.” 

“Tamam. Aklına başka bir şey gelirse ara yine. Saat kaç olursa...” 

“Ararım. Ah...” 

“Ne oldu?” 

“Anahtarları ne yapacağım? Nerede saklayacağım?” 

“Kasada evraktan başka ne var?” 

“Bir iki parça mücevherim var. Ama önemli değiller. Mazeret olsun diye koymuştum.” 

“Senin için sorun olmayacaksa bana verebilirsin. Saklarım.” 

“Tamam.”  

Vedalaşıp telefonu kapattı. Sesini duymak, bir şeylerin Çınar sayesinde yoluna gireceğini bilmek hoşuna gidiyordu. Her geçen gün daha çok güveniyordu. İşe başlamadan deponun adresini de tam olarak buldu. Cumartesi öğleden sonra uğrayacak, eşyaların durumuna bakacaktı. Sonra da eşyaların arasından seçim yapar, evine taşınmasını sağlardı.  

Gülümsemeyi silemiyordu yüzünden. Kaybettiği yılları geri kazanamayacağını biliyordu ama bunca yıldır hem haksız kazanç sağlayan hem de bunları yaparken birçok insanın üstüne basan, geleceklerini, hayatlarını çalan adamı hak ettiği yere sokacaktı. Tek başına yapamayacağını biliyordu. Çınar tam zamanında karşısına çıkmıştı. Eğer hapisteyken tüm gazete haberlerini takip etmese Çınar’ın çabasını bilmeyecekti. Bir dönem çıkınca onu bulmayı düşündüğünü söylememişti. Çünkü sonradan adını hiç okumamış ve unutmuştu. Küçük bir mucize olmuş, erkenden karşılaşmışlardı.  

Çınar'ı ilgi çekici bulması sadece mesleki konumu ve başarısı mıydı? Çok iyi biliyordu Azra daha ilk fotoğrafını gördüğünde adamı çok çekici bulmuştu. Ulaşılamayacak kadar uzak gözüken insanlara olan hayranlık diye yorumlamıştı. Şimdi ise ulaşmış, sesini duyacak kadar yakınlaşmıştı. İstediği zaman arayabiliyordu. İki gün sonra yine görecekti. Doya doya bakamasa da orada olduğunu bilecek, gerekirse korunacağını hissedecek kadar yakında olacaktı. Kendi duygularının aldığı yönü pek sevmemişti. O adam hâlâ ulaşamayacağı kadar uzaktı. Asla ulaşamayacağı kadar uzak... 

*****  

Akşam, Selma aramış, yakında olduğunu müsaitse uğrayacağını söylemişti. Azra, eve giderken ikisi için paket yemek almıştı. Mutfak eşyaları yetersizdi. Pişirmesi uzun sürecekti. Oysa bekleyemeyecek kadar açtı.   

Selma ile bir yandan konuşur bir yandan yerken eşyalara bakmaya gideceğini söyledi.  

"Cumartesi, öğleden sonra mı? Ben de geleyim mi?" 

"Gelebilir misin?" 

"Dur bi' sorayım." Anında telefona sarılmıştı. "Fikret abi, cumartesi benim iş sabahtan mı öğleden sonra mı? Tamam, sen beni sabah ile değiştirsene. Öğleden sonra Azra ile işim var. Onun da sana selamı var. Sağ ol abi, görüşürüz, yengeme selam." 

Azra, gülümseyerek bakıyordu Selma'ya. Anında halletmişti. Onunla kaçta nerede buluşacaklarını ayarladıktan sonra Selma'nın getirdiği çekirdekleri çay eşliğinde tükettiler. O arada eşyalarını düşünüyor, neleri bulacağını bilemiyordu. Kıyafetlerinin hepsini alacaktı. Biraz mutfak eşyası, biraz da mobilya almalıydı.  Televizyonu çalışır mıydı acaba?  

*****

Azra, bankaya giderken bu kez parasını düşünmeksizin taksi çevirmiş, sanki makyaj yapıyormuş gibi elinde önce uzun süre ayna tutmuş, sonra telefonunun şu ne işe yarayacak dediği ekranını açmış onu ayna gibi arka tarafı görmek için kullanmıştı. Aynı araç uzun süre taksinin arkasında kalmayınca biraz rahatlamıştı. Teoman'ın elinin bankalara kadar uzanmış olma ihtimali elbette vardı. Bulduğu bankalar birbirinden uzak, alakasız semtlerdeydi. Eski evinin yakınlarında olanlara yan gözle bile bakmamıştı. Mahkemesi olduğunda hepsine tedbir konduğu için öğrenmiş olma ihtimali çok yüksekti. Sonuçta babası öğrenmişti. Geçen sürede aynı yerde personel tanıma ihtimali azdı elbette. Ne de olsa bankacılıkta tayinler çok sık gerçekleşiyordu. Yine de korkuyordu.  

Bankadan içeri girdiğinde bekleyenlerin olduğu yere kısaca göz attı. Çınar orada değildi. Adresi yanlış mı anlamıştı acaba? Gerçi kasa dairesinden en az bir saat sonra çıkacağını biliyordu. O arada gelmesi daha az dikkat çekecekti. Yine de görmeyi ummuştu.  

Kasalarla ilgilenen memur ile konuştuktan sonra çilingirin beş dakikaya orada olacağını öğrenip bekleme koltuklarından birine geçti. Sekiz dakika sonra kapıdan Çınar girdi. Yüzünü görmese asla o olduğunu tahmin etmezdi. Çilingir ile aynı tulumu giymiş, onun gibi sarsak adımlarla yürüyordu. Azra'yı görmüş ama görmezden gelmişti. Memur ile konuşup Azra'ya döndüklerinde yine tanıdığını belli eden bir ifade görmemişti. Bu kadar iyi oyuncu olmasını beklemiyordu.  

"Buyurun, inelim." Memur yolu göstermiş, sonra onları aşağıda bırakıp çıkmıştı. Azra, nihayet üç kişi kalınca gülmeye başlamıştı.  

Fısıltıyla konuşmaya başladı. Çilingir kasayı açmaya başlamıştı bile. "Tulum yakışmış." 

"Geleceğimi söylemiştim.” 

“Müşteri gibi gelecektiniz.” 

“Bellek olunca kimseye güvenemedim. Burada almak da daha mantıklı geldi." 

"Çilingiri nasıl ikna ettiniz?" 

"Etmedim, bizim elemanı aldım geldim. Çalışılan çilingiri iptal ettim. Yine de parasını alacak." 

"Bankalar kendi bağlantıları olmayan kişilerle çalışmazlar diye biliyordum." 

"O Cumhuriyet Başsavcılığından emir gelene kadardır. Şimdi şu belgelere bir ulaşalım. İçlerinde bizim uzun sürede erişebileceğimiz üç ayrı yurt dışı belgesi var. Onlar önemli." 

"Biliyorum. Kaçakçılıklarını yürüttüğü paravan şirketleri ile ilgili belgeler. Hala aynı şirketler açık mı?" 

"O kadar kendine güveniyor ki çoğunu kapatmayı düşünmemiş bile. Elbette uzun yıllardır faaliyet gösteren şirketler piyasada güven de uyandırır. Bir taşla iki kuş vurmuş. Bir iki şirketi kapatmış. Onların yerine yenilerini açmış. Bu da bize asıl bakılması gerekenlerin onlar olduğunu gösteriyor. Daha derin inceleyeceğiz." Onlar konuşurken kasa açılmıştı. Azra, içindeki belgeleri kısaca gözden geçirdi. Bellek de oradaydı. Hepsini Çınar'a uzattıktan sonra, diğer bankadaki gibi babası ile ortak olan kasayı da açtırdı. Yine mektup ve bu bankada açılmış ayrı bir hesap cüzdanı çıkmıştı. Bu para kendi evinin parasıydı. Bir iki de mücevheri vardı kasada. Çınar’a mektubu uzattı. Özel sayılmazdı nasılsa. Kendisi de mücevherlerin içinden yine bir kolyeyi ayırdı. Kasa tutmaya değmeyecek kadar azdı kalan mücevherler ama bir süre daha orada saklanmaları gerekiyordu. Nasılsa kira sözleşmesinin sonuna kadar kasa onundu.  

Azra, üstünde uğur böceği olan dört yapraklı yonca şeklindeki kolyeyi boynuna takmaya çabalarken başka bir el parmaklarına değince şaşkınlıkla başını çevirdi.  

"Ben görerek takarsam daha kolay olur." Gerçekten de kolayca takmıştı. "Kilidinde bir sorun var. Açma kısmı kendiliğinden kapanmıyor. Değerli bir şey sanırım, en iyisi kuyumcuya baktırman." Özel birinden miydi acaba? Sadece bunu alıp hemen takmaya çalışması öyle düşündürmüştü.  

"Teşekkür ederim. Uğrarım. Çok değerli. İlk maaşımla almıştım. O zamanlar uğur getirdiğine inanıyordum. Hep boynumdaydı. Sonra başka kolyelere geçiş yaptım ve uğurumu kaybettim." 

İçi rahatlamıştı. Bu kadının her şeyini bilmek öğrenmek istiyordu. Geçmişinde kimler vardı. İş yerinde ya da çevresinde birileri var mıydı? Merak ediyordu. Bunu soramayacağını bildiği için başka bir şey sordu. "Batıl inançların mı var?" 

"Neye inancım olduğunu bilmiyorum ama tutunacak bir şeyler aradığımı biliyorum.”  

Çınar, nefes verir gibi bir ses çıkartmıştı. Azra ne dediğini duyamasa da beyninin tahmini, 'bana tutunabilirsin' olmuştu. Beyin galiba canı istediği şeyi duyup algılıyordu. Duymazdan gelip devam etti. “Bunlar da hemen herkesin uğur saydığı iki sembol. İkisini bir arada bulunca hemen almıştım. Acaba boynumdan hiç çıkarmasam yine de bunları yaşar mıydım?” 

“Hiçbir zaman bilemeyeceğiz!” 

“Diğer kasanın anahtarını da vereyim. Babamın açtırdığını kapattıracağım. ” 

“Diğer takılarını almayacak mısın?” Bir iki parça mücevheri yine kasada bırakmış, mektubu da yanlarına koymuştu.  

“Burada kalsınlar. Takmaya ihtiyacım yok.”  

“Bunun anahtarını da bana vereceksin, kaybolur falan sorumluluk istemem.” 

“Hiç önemli değil. Çok para edecek şeyler değil ama evde tutmaya da gerek yok. Ayrıca bu savcıya güveniyorum.” Önceki konuşmalarını anımsamıştı. Çınar’da anımsamıştı ama aklı başka yerdeydi. “Sat o zaman. Tabii hatırası yoksa.”  

“Yok ama şimdi satmama gerek yok. Sonra hepsini toparlar, yeni bir şeyler alırım bunların yerine.” 

“Maaşın iyi desene.” 

“Maaşım iyi, bankada da param vardı. Bunca yıl faiz işlemiş. Biraz hisse senedim vardı. Onların da değeri oldukça artmış. Bir de babam sattığı evimizin parasını benim adıma yatırmış. Benim olan evin parasını da bu bankaya yatırmış. Cüzdanı gördünüz. Yani aslında ortak hesap açmış ama benim olduğunu yazmış mektupta. Fena değil yani durumum.” Gülümseyerek söylemişti bunları. Hapisten çıktığı ilk haftayı düşününce dünyanın sahibi gibiydi şu an.  

Vayyy, zengin olduğunuzu hiç belli etmiyorsunuz, Azra Hanım.”  

“Paranın değerini o kadar iyi anladım ki, kendimi zengin değil gelecek için yatırım yapması gereken biri olarak görüyorum. Elbette sadece ekmek yediğim günleri unutmayacağım ama var yemez de olmayacağım. Şu işi bitirdiğimizde belki kendime ödül veririm ama o zamana kadar pek değişmeyeceğim. Önemli olan önceliklerim.” 

“Yine de kendini çok kısıtlama. En azından evinde rahat edeceğin şeyleri al. Hatta biraz kıyafete de para harca.” 

“Anladım. Demek çok çirkin giyiniyorum.” Alınmış gibi yapmaya gerek duymadı. Gerçekten üzülmüştü. 

“Öyle demek istemedim. Kadınlar alışveriş yapmayı sever. Moral verir. O yüzden söyledim. Ayrıca şu an üstündekilerle de çok şıksın.” 

“Teşekkür ederim. Eşyalarım bir depodaymış. Eğer Teoman o depoyu bulup talan edip zarar vermediyse çok fazla eşyam ve kıyafetim var.” 

Çınar mektupta okumuştu. “Ne zaman gidiyorsun depoya? Şimdi mi?” 

“Hayır, vaktim yok. Hafta sonu Selma ile birlikte gideceğiz.” 

“Taşıyacak mısın?” 

“Ne var ne yok görmem lazım. Sonra gerekenleri alırım. Yine de bu gidişimde kıyafetlerime ulaşırsam çok mutlu olurum.” 

“Ah işte kadınlar böyle. Kıyafetleriniz her zaman daha önemli.” Böylece az önce kızı kırdığı cümlesinin gerçeği ifade ettiğini belirtmişti. Azra bu kez bozulmadı, sadece gülümsedi. “Özellikle ayakkabılar ve çantalar.” 

“Lale’nin kaç çift ayakkabısı var, hiç bilmiyorum.” 

Bilgilerinin kaynağının Lale olması hoşuna gitmişti. “Ben de ne kadarını kurtarırım bilmiyorum. Ayakkabı derileri zaman içinde yıpranmıştır.” 

“Doğru. Umarım sevdiklerine kavuşursun.” Sonra saatine baktı. Kasaları açan adam yarım saate yakın süredir onu bekliyordu. O ise Azra ile konuşmak için konudan konuya geçiyordu. Fakat artık işine dönmeliydi. Azra’nın da işe dönmesi gerekiyordu.  

“Seni bırakmayı teklif etmeyeceğim. Artık gitmem gerekiyor. Sen ne yapacaksın?” 

“Önce buradaki paranın son durumunu öğreneceğim, sonra da işe döneceğim.” 

“Tamam, görüşürüz.” Çınar, elini uzatıp tuttu. Sonra diğer elini de üstüne koyup, “Aklına bir şey gelince, ya da ihtiyaç duyduğun her an lütfen ara.” 

“Ararım. Görüşürüz.” Azra, bir daha ne zaman karşılaşacaklarını ya da konuşacaklarını bilememenin hüznüyle baktı arkasından.  

Hesap cüzdanlarını alıp yukarıya çıktı. Babasının açtığı ortak hesapları ne yapacağını bilemiyordu. Sadece son durumu öğrenip kendisine satılmaya çalışılan ürünlere hayır dedikten sonra bankadan ayrıldı.  

İşe döndüğünde bedenen ve ruhen yorgun düşmüştü. Masasında bekleyen incelenecek şirket evraklarına o ruh hali ile baktı. İşe gömülüp tüm düşüncelerden uzaklaştı. Akşam herkes çıktıktan sonra iki saat daha çalıştı.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder