“Daha iyi
misin?”
“Evet, az
önce korktuğum için herkesi tedirgin ettim farkındayım. Ama patlama sesine bir
süre böyle tepki vereceğim gibi geliyor.”
Yiğit ile
Mine, evin denize uzanan küçük iskelesinin üstündeydiler. Her iki tarafta da
boğaz önlerinde uzanıyordu. Sol taraftan gelen yoğun patlamalara neden olan
havai fişeklerin göğe yükselen izlerini gördüğü için artık
irkilmiyordu.
“Hava
serinlemiş, içeri girelim mi?”
Mine
başını çevirip içeri baktığında Fırat ile Sedef’i öpüşürken gördü. Onları
rahatsız etmeyi istemiyordu. Kollarını elleri ile ısıtmak için ovuşturmaya
başladı. Ya şal ince gelmiş ya da içindeki ürpertiler üşütmüştü. Titremek üzere
olduğunu hissediyordu.
“Al şunu
sırtına.” diyerek omuzlarına koydu ceketini.
“Çok film
karesi olmadı mı bu hareket?”
“O filmlerde
de üşüyenlere veriliyor ceket.”
“Şimdi de
sen üşüyeceksin!”
“Üşürsem
içeridekilerin keyfini kaçırmayı göze alırım.”
“Fark
ettin mi?”
“Fark
ettim ve mutlu oldum. Fırat zaten hiç saklamıyordu. Sed.. sen ne
düşünüyorsun?”
Mine, ne
diyeceğini ve neden cümlesini değiştirdiğini merak
etti. Bu akşam kimseye bir şey diyemeyeceği için sustu.
“Kardeşim uzun zamandır kimseyle birlikte değildi. Şu an huzurlu ve mutlu
gözüküyor. Bu da bana yetiyor.”
“Aşk? Aşk yok mu aralarında?”
“Aşka inanıyor musun?”
“İnanmasam sormam.”
“Bana böyle bir itirafta bulunmadı. Sanıyorum insan hayatında gerçekten bir
kez aşık oluyor. Kavuşamazsa sonrakileri aşk niyetine yaşıyor. Onun ne
hissettiğini en iyi kendi bilecek ve bir gün anlatacak.”
“Kavuşamadığı biri mi var?”
Mine, sinirlerinin gerildiğini hissediyordu. İçeridekini Mine sanıyordu ve
aşk hayatını soruyordu. Ne diyecekti? Gerçek Mine benim ve kavuşamadığım da
sensin mi? Cekete biraz daha sığınıp bakışlarını denize çevirdi. Sakin bir
sesle yanıtladı. “Yok! Olsaydı bilirdim. Onların ilişkisi seni rahatsız mı
ediyor? Niye soruyorsun?”
Yiğit, genç kadına bir süre bakıp yüzünden geçen ifadeleri anlamaya
çalıştı. Karanlığı hafifleten şehrin ışıklarına rağmen çözemeyince
vazgeçti.
“Ben, birbirini seven insanlar, her şeye rağmen mutlu olsun istiyorum.”
İstediği yanıt bu değildi. Sesinde kıskançlık yoktu. Bir şeyler vardı ama
tam çözememişti. Yüzüne bakınca o karanlıkta bile imrenme denilebilecek bir
ifade ile ikiliyi kısa bir an izleyip kafasını çevirdiğini gördü.
Mine içerideki durumun daha normale döndüğünü fark etmişti. “Artık içeri
girelim mi?”
“Tamam. Ben de gideyim artık.”
“Evet, seni de çok tuttuk. Merak eder.”
“Kim?”
“Melda!”
“Etmez.” Çok netti yanıt. Mine, çarpık bir gülümseme kondurdu
dudaklarına. “Güven önemli tabii.”
“Evet, önemli.”
“Hadi girelim.”
İçerideki ikili bahçe kapısından girenleri görüp gülümsedi. “Üşüdün
mü?”
“Evet, serin biraz.”
“O zaman bir şeyler için ve ısının. Ne içersiniz?”
“Ben bir şey almayayım. Gideyim artık.”
“Yiğit haklı, geç oldu. Ben de gideyim.”
Sedef, onun gitmesini istemiyordu. Evde olması korkularını yatıştırıyordu. “Biraz
geç oldu ama gitmeyin. Hem Yiğit ısınsın. Bizim de uykumuz gelir belki o
arada.”
Fırat, genç kadının aslında kalmasını istediğini anlamıştı. Biraz
takılmaktan zarar gelmez diye düşündü. “Tatlım, senin uykun gelecek diye biz
uykusuz mu kalalım?”
Sedef’in esmer teni bile kızardığını gizleyemiyordu. “Ah çok özür dilerim.
Haklısın. Bencilce düşündüm.”
“Şaka yaptım. Uykum yok ama bir teklifim var. Bizim kalabileceğimiz misafir
odalarınız yok mu? Ah pardon, Yiğit kalmaz ama ben sizi yalnız bırakmak
istemiyorum. Sakıncası yoksa burada kalayım.”
“Ciddi misin? Gerçekten kalır mısın?”
“Ciddi olmasam teklif etmem.”
Sedef, diğerlerine aldırmadan yanağına bir öpücük kondurdu. “Odadan bol ne
var. Hemen hazırlatıyorum. Yiğit…Sen?”
“O kalamaz, evde bekleyeni var biliyorsun.” Mine, zorla da olsa
kıskançlığını saklayarak konuşmuştu.
“Evde bekleyen kimse yok. Yine de kalmayayım. Nasılsa Fırat burada ve
sizleri koruyacağından eminim. Güvenlikleriniz zaten göz açtırmaz artık.”
“Haklısın. O halde sana iyi geceler. Yarın şirkette görüşürüz.” Sedef,
ısrarcı olmayınca Mine de sustu.
Yiğit, Fırat ile vedalaşıp kapıya yürüdü. Onu geçiren kızlara başı ile
selam verip “Dikkatli olun ve bir şey olursa beni arayın.” diyerek evden
çıktı.
Kızlar salona dönüp koltuklarına oturdular.
“Uykun geldi mi? Oda hazırlatayım sana.”
Fırat, genç kadının kulağına eğilip, “Şimdi boşuna uğraşmasalar mı? Ben
senin yanına kıvrılıp uyurdum.”
“Eminim, ama bu gece alt kattaki misafir odasında kalacaksın. Ve haberin
olsun merdivenler gıcırdar. Odandan çıkar da üst katları merak edersen yakalanacağın
kesin.”
“Şu eski evler ve gıcırdayan merdivenler.”
Kızlar gülerken Fırat yüzünü asıyordu.
Yalıda alt katta, Suat için ayrılmış oda haricindeki misafir odaları boştu.
Orta kat bebekler ve anneanneleri için düzenlenmişti. İki günlüğüne evine dönen
Hümeyra Hanım tüm bu kargaşadan uzak olduğu için kızlar mutluydu. Bu akşam
olanları duymuş telefonla arayıp konuşmuştu. Aslında pek de iyi bir konuşma
olmamıştı. Kadının torunları için korkmasından doğal bir şey yoktu. Neyse ki
evde bir sorun yoktu ve bu biraz rahatlatmıştı.
Sedef, evin kara ve deniz yolundan girişlerinin kontrol altına alınmasını
sağlayacağını da söylediği için rahatlamıştı. Kendisini de evinden araba ile
aldıracak ve güven içinde torunlarına ulaşmasını sağlayacaktı.
O bunları düşünürken Mine çoktan görevlilerden oda hazırlamasını
istemişti.
Yarım saat kadar sonra herkes odasına çekilmişti. Uzun ve korkutucu gün
nihayet bitmişti.
On dakika sonra Sedef kardeşinin kapısını açıp içeri girdi. Onun da
uyumadığından emindi.
“Alt kata kaçmak için beni mi kontrol ediyorsun?”
“Bu gece değil. Hem eminim çoktan uyudu. Seninle şu yarım kalan konuşmamızı
tamamlamamız lazım.”
“Sabah konuşsak?”
“Fırat da kahvaltıda olacak. Hem biliyoruz ki konuşup bitirmezsek ikimiz de
uyuyamayacağız. Artık bana o kaza ve sonrasında neler olduğunu anlat.”
“Uzun sürecek.”
“Hiç uykum yok.”
Mine, sabah gözünü açtığında kardeşine hak verdi. Konuşmaları işe yaramış,
ikisi de olayları bilerek ortak hareket etmenin rahatlığına kavuşmuştu. Bir de
gerçek isimlerine.
Kıyafetlerine bakarken gülümsedi. Fırat gerçekten kızları karıştırmıyordu.
O yüzden ne giydiklerinin artık önemi yoktu. Keşke… Başını sağa sola sallayıp
aklındakileri uzaklaştırdı.
Sedef’in kapısını vurduğunda ses gelmeyince içeri başını uzattı. Kimse
yoktu. Eh aşağıda sevgilisi olunca erken kalkıp yanına kaçmış olması
normaldi.
Merdivenlerden inerken ikisinin sesinin geldiğini duydu. Gülüşerek
konuşuyorlardı. İçinde bir yerlerde kıskançlık rüzgarları uçuştu. Ne Sedef’i ne
de Fırat’ı kıskanması mümkün değildi. Onun kıskandığı mutluluktu. Bu duyguyu
ifade edecek en iyi kelime imrenme idi. Tam da akşam Yiğit’in gözlerinde
gördüğü gibi. Yiğit! Neden öyle konuşmuştu? Evde kimse beklemiyor demişti.
Acaba Melda neredeydi? Hem ona aşıksa niye kardeşine ve Fırat’a o bakışlarla
bakmıştı? Umut etmek korkutucuydu. Yaşayacağı hayal kırıklığını düşünmek bile
istemiyordu.
İşler düzelir, tehditler bertaraf edilirdi. Ama bu duygusal karmaşaya çözüm
olacak kişiyi bir türlü bulamıyor, bulduğuna ulaşamıyordu. Yeni
biri! Evet yeni birini bulmalıydı. Nerede bulacaktı? İş toplantılarında mı?
Babalarını kaybettiklerinden beri gece gezmeleri çok zorunlu olmadıkça
hayatlarından çıkmıştı. Bir sürü daveti geri çevirmişlerdi.
Gezip tozmayı düşünmek için yanlış zamandı. Şu pislikleri başlarına açan,
kardeşinin hayatı ile kendisini tehdit edenleri polis yakalamadıktan sonra eğlenmek
lükstü. Mafya denilen kişilerin nasıl yaşadıklarını merak etti. Bir sürü
düşmanla nasıl baş ediyorlardı acaba?
“Ne düşünüyorsun, o kadar derinlere dalıp?”
“Mafyayı”
“Mafyayı mı? Ne mafyası? Ne oldu? Biri mi aradı? Tehdit mi edildin? Kızım konuşsana.”
“Sakin ol. Günaydın bu arada.”
“Tamam sana da günaydın ama sakin olamam. Ne mafyasından
bahsediyorsun?”
“Biz korktuk eve kapandık ya, bu mafyadakiler ne yapıyor diye merak ettim. Adamların
düşmanı çok. Ama gazetelerden anlıyoruz ki çoğu gece kulüplerinden
çıkmıyor.”
Sedef ne demek istediğini anlayınca rahat bir soluk aldı. “Gel bir şeyler
ye kendine gel. Saçmalıyorsun.”
“Aslında olay saçmalamak değil. Ben şimdi merdivenden inerken sizin
konuşmanızı, gülüşmelerinizi falan duydum ya. Sizi kıskandım. Yani sizi
değil. Offf ben ne anlatıyorum, ne saçmalıyorum.”
“Evet, ne saçmalıyorsun? Ne kıskanması?”
“Yani, aslında… ben mutlu olmanızı kıskandım. Ama bu ‘mutsuz olsunlar’ diye
düşünülenden değil. Ben de böyle mutlu olmak istiyorum, denilen
cinsinden.”
“Offf Mine, saçmala ve gel buraya. İmrenmek o, kıskanmak değil.”
Sedef kardeşine sarılıp bırakmadı bir süre. Akşam Yiğit konusundaki
şüphelerini anlatmamıştı. Daha çok üzmek istemiyordu. Şimdi bunu yaptığı için
daha mutlu oldu. Kardeşi Yiğit’e hala aşıktı ve üzülüyordu. Basit bir cümle ile
bile kardeşinin korkularını arttırmıştı. Daha detaylı bilgiler verip üzmediği
için mutlu oldu. Gerçekten hain o çıkarsa? Bir de onun hain olma ihtimali ile
canı yanmamalıydı. En azından bunu Sedef’ten öğrenmemeliydi. Belki de ondan
öğrenmeliydi! Ne yapacağını bilemez şekilde yeniden sarıldı.
Mine, Sedef’in kulağına fısıltıyla, “Bir şey anlattın mı?” diye sordu. Aynı
şekilde yanıt aldı. “Hayır. Sonra anlatırım. Polis, gerekenleri yapsın
da.”
Kızlar hala ayaktayken Süheyla Hanım gelip kahvaltıyı sordu.
“Hazırlayın. Fırat, kahvaltıda ne içersin, çay, kahve ya da başka bir
şey?”
“Siz ne içiyorsanız.”
O sabah işe geç gideceklerdi. Polis aracı henüz kaldırmamıştı. Evden erken
çıkmalarını gerektiren toplantı da olmayınca kendilerine ona kadar izin
verdiler. Havanın yazdan kalma sıcaklığı tüm olumsuzluklara inat keyif
veriyordu. Kahvaltı, bahçe masasında yapılmıştı. Rahat koltuklara gömülmüş
kahvelerini yudumluyorlardı.
Süheyla Hanım yanlarına geldi. Bir polis arabası Mine’yi emniyete götürmek
için gelmişti. Kızlar korku ile bakışırken iki sivil polis de yanlarına geldi.
Polisler ikizlerin benzerliği karşısında afallamış gibiydi. İkisini de
tanımayan kızlar gösterilen kimliklere kısa bir bakış attı. Gerçek olduğundan
nasıl emin olacaklardı? Elbette kapıdakiler anlamış olmalıydı. Hatta yaka
numaralarından teyit bile etmiş olabilirlerdi.
“Sedef Hanım?” diye seslenip birinin tepki vermesi için bekledi. İkizler
bir an bakıştı... Mine hareketlendi. Sedef kolundan tutup durdurdu. Polis,
Mine’ye “Sedef Hanım, sizi kısa bir süre için emniyete
götürmemiz lazım. Bir iki sorumuz olacak.” Dediğinde Sedef cebinden
çıkarttığı telefonda bir numarayı çevirmişti bile.
“Hangi emniyet bürosu bu?” Aldığı yanıttan sonra Jeyan Irmak’ın
telefonunu açmasını bekledi. Polisleri teyit edecekti. Fakat Sedef’in asıl
merak ettiği polislerin kimliği değildi. Sesini Fırat’ın duymayacağı kadar
kıstı.
“Merhaba, burada sizin büronuzdan olduğunu söyleyen iki memur var. Sedef
Söğüt’ü sorgu için çağırıyorlarmış. Mine mi Sedef mi?”
Hattın ucunda Jeyan, “Sedef Hanım? Bunu sorduğunuza göre, şöyle diyeyim,
gerçek Mine Söğüt’ü istiyorum.” diye teyit amaçlı sorunca, Sedef gülümseyerek,
“Anladım. Tamam, birazdan yanınızda olur. Ben de geleyim mi?”
“Gerek yok. Şimdi, polislerden birini telefona verin.”
“Tamam.” diyerek elindeki telefonu adamlardan birine uzattı. Kısa
konuşmadan sonra telefon kendisine geri verildi.
“Jeyan Hanım… Biz konuştuk. Sorun yok.” Telefonu kapattıktan sonra
kardeşine dönerek, “Seni çağırıyorlar.”
“Sen kiminle konuştun?”
“Emniyet amiri ile.”
“Telefonu ne arıyor sende?”
“Sonra anlatırım, bekletme memurları.”
“Anladım. Tamam ben üstüme bir şey alayım, çıkalım.”
*****
Sedef, şirkete gittiğinde yine bir sürü gazeteci ile burun buruna gelmişti.
Sorulara yanıt vermiyor, sadece herkesin iyi olduğunu, polisin suçluları
yakalamak üzere olduğunu söylüyordu. Dilinin ucuna gelen cümleleri tutamamıştı.
Belki polisler kızacaktı ama güçlü konumda olduklarını göstermek istemişti. Bir
gazetecinin sorusu ile sarsıldı. “Babanıza düzenlenen silahlı saldırı ile bunun
bağlantısı olduğu söyleniyor. Kazanın kasıtlı olduğu da söylenenler arasında.
Siz ne söyleyeceksiniz bu konuda?”
“Patlamanın soruşturması bittiğinde silahlı saldırı ile bağlantısı var mı
polisten bilgi alırız. O zamana kadar ben de sizler kadar bilgiye sahip
olacağım. Şimdi müsaadenizle toplantıya yetişmem gerekiyor.”
Ardından bağırılarak iletilen soruları duymazlıktan geldi. Binaya
girdiğinde gürültü kesilmişti. Korumalarının şirket binasındaki güvenliklerden
bilgi almasını beklerken etraftaki personel ile selamlaşıyor, geçmiş olsun
dileklerine gülümseyerek yanıt veriyordu. Kendisi rahat olursa hepsinin rahat
olacağını biliyordu. Yine de bugün birkaç istifa dilekçesi alacaklarından
emindi. Kızılacak bir durum değildi. O da korkuyor ve her şeyin bitip eski
huzurlu günlerine dönmelerini istiyordu.
“Mine? Sedef? Dur, bekle, koşturma beni!”
Bora!
Sedef, Bora ile olan toplantıyı tamamen unutmuştu. Açılış için
görüşeceklerdi.
“Sedef, Bora. Nasılsın?”
“Biriniz saçınızı değiştirse çok daha iyi olacağım.”
“Unut bunu. Yaşlı birer nine olduğumuzda, saçımıza düşen aklar bile aynı
olacak. Bizi ayırt etmeyi öğren. Bak başaran başarıyor.”
“Kimmiş o? Formülü neymiş?”
“Sevgi… Demek ki sen bizi sevmiyorsun!”
“Saçmalama, sevmez olur muyum?” Bu arada ikili asansörlere ulaşmış,
korumalar yine etraflarını sarmıştı.
“Akşam uzun konuşamadık. Neyin nesi şu patlama. Bilgi aldınız mı?”
“Henüz değil. Ama bak bize iş çıktı. İkimize de yeni araba lazım. İlk
satışımızı bize yapalım. Tüm evraklar tamam değil mi?”
“Tamam elbette. Şirket binasının ilk iki katının tadilatı bile tamamlandı.
Araçların gelmesi iki ayı bulacak. O sürede kalan iki katın da tadilatının
biteceğini umuyorum.”
“Sana demiştim, önceden de oto galerisi olan bir yeri elden geçirmek çok
daha kolay. Kolon falan kesilmemiş değil mi? projeyi incelettin mi?”
“Sen bu saatte bu kadar detayı nasıl düşünüyorsun? Boşa başarılı
değilsiniz. İncelettim. Bir kolon var kesilen. Mühendislere incelettim. O
kolonun sorun teşkil etmeyeceğini, diğer kolonların gücü eşit paylaşacak kadar
yakın olduğunu söylediler.”
Asansör katta durduğunda Sedef, hem minik bir adım atmış, hem de eli ile
yol göstermişti. “Güzel. Hadi gel. Diğer işleri kontrol edelim. Açılışı
planlamak lazım.”
Bora Taşkan, geniş koridorda ikizlerin çalışma odasına doğru yürürken
yüzünde memnun bir gülümseme vardı.
*****
Mine’nin ifadesi tahminlerden çok daha uzun sürdü. Sorulan sorular aklını
karıştırmaya başlamıştı. Sanki bir şüpheli var gibiydi. Üstelik bu kişiyi
tahmin etmesi de canını sıkıyordu. Olamaz diye düşündü. Sorular dönüp dolaşıp,
kardeşine, annesine ve Yiğit’e geliyordu. Böyle bir ihtimali düşünmek, üçünden
birinin bu kötülükleri yapacağını sanmak canını yakıyordu. Düşüncelerini bile
düzeltti. Üçü değil. Asla Sedef’ten şüphelenmemişti. Zaten hayatı ile tehdit
edilen kardeşiyken ondan nasıl şüphelenecekti? Polisin tüm, kardeşiniz şirketi ele geçirmek için sizi
böyle bir tuzağa çekmek istemiştir, gereksiz güveni bir yana bırakın ve onun
suçlu olabileceğini düşünerek yeniden yorumlayın yaşadıklarınızı,
demelerine rağmen, asla Sedef’ten şüphelenmedi.
Annesi ise kesinlikle şüpheliydi. Aşırı para düşkünlüğü birilerinin maşası
olmasına neden olmuş olabilirdi. Kesinlikle şaşırmaz, hatta üzülmezdi. Sadece
kızacağını biliyordu. Hayattaki en yakın akrabasının suçlu olma ihtimalini bu
kadar soğukkanlı karşılamak polisleri belki şaşırtıyordu ama Binnur Canel’i
tanısalar asla şaşırmazlardı.
Yiğit’in suçlu olduğunu düşünmek ise çok canını yakıyordu. O kadar çok
ipucu onu gösteriyordu ki! Dün akşam yanındaydı. Neden? Oyunun bir parçası
olarak, aksi bir davranışın şüphe çekeceğini düşündüğü için gelmiş olmalıydı.
Onun hakkında tüm bildiklerini sıralarken gözleri doluyordu. Karşısındaki
polislerin anlamasını beklemiyordu. Yanılıyordu. İki polis de Yiğit Uçar ile
ilgili her şeyi soruyordu. İlişkilerini didikliyorlardı. Sonunda Endonezya
gezisini ve nasıl ayrıldıklarını anlatınca iki polis de yeni sorular ile bu
yakınlığı detaylandırdılar. Sorular, Yiğit’in kıskançlıktan böyle davranıyor
olma ihtimaline yönelince Melda Berklay ile uzun süredir ilişkisi olduğunu
söylemişti. Bu kez de sorular bu kadına yönelmiş, genç kız bildiklerini
anlatmış, ilişkilerinde ikisinin de mutlu gözüktüğünü, defalarca kez aynı
ortamlarda bulunduklarını hatta genç kadın ile çok keyif aldığı konuşmalar
yaptığını söylemişti.
Saatine baktı. Bir olmuştu. Yorgun ve aç olduğunu biraz ara vermek
istediğini söylediğinde yemek söylemişti polisler. Beklerken sorgu sırasında neler
sorulduğunu düşünmeye başladı. Sedef’i düşünme ihtiyacı bile duymamıştı. Yine
düşünceleri en suçlu olacak kişiye, annesine yöneldi.
Annesi ne yazık ki para için çok şey yapabilecek bir karaktere sahipti. Yine
de içinde bir yerlerde bu kadar acı çekmelerini o bile istemez diye düşünen bir
iki hücresi vardı. Babasının ölümü ona bir fayda sağlamazdı. Boşanmadan önce
böyle hareketler yapılmış olsa anlardı ama o dönemde hiç kötü olay gelmemişti
babasının başına. Polis bu konunun üstünde çok duruyordu. Açtığı davalar,
hastanede sergilediği tavırlar ellerindeki bilgileri oluşturuyordu. Hiç
azımsanacak bilgi değildi bunlar!
Mine, kaza sonrasında kadının böyle bir fikre kapılmış olma ihtimalini
eleyemediğini düşünüp derin bir nefes aldı. Annesi gerçekten zanlı olabilirdi!
Ya Yiğit? İşte asıl canını yakan bu oluyordu. Hem babasına çok yakın oluşu,
hem de sevdiği adam oluşu, bunları yapma ihtimaliyle birleşince her şeyin
üstünde acı veriyordu. Kendisi belki aşkı yüzünden yanılmıştı ama ya
babası? Necdet Söğüt, insanlar hakkında kolay kolay yanılmazdı. Çok nadir,
beklediği gibi çıkmayan biri olduğunda kendi değer yargılarını gözden
geçirdiğini, kişi hakkında nerede yanıldığını düşündüğünü söylerdi.
Yiğit ile bunca yıl çalışıp onun hain olduğunu anlamamış olması mümkün
müydü? Bu düşünceye tutunmak istiyordu. Babası bu kadar yanılmış olamazdı! Ya
Yiğit babasını da kandıracak kadar iyi bir oyuncuysa? Böyle biri, istediğini
elde etmek için Mine ile de rahatlıkla oynayabilirdi. Ya da Sedef ile! Neden
kendisi ile uğraşmıştı? Onun başta Sedef’ten hoşlandığını sandığı zamanlara
kadar gitti düşünceleri. Bu durumda niye kendisi ile ilgilensin, neden boşa
vakit harcasın? İkizi ile birlikte olup şirkette kendisine daha güvenli bir
konum edinebilirdi. Acaba? Evet, tek ihtimal bu kalıyordu. Sedef onu istemezken
Mine istemişti. Peki, neden devam etmemişti? İşte burada mantıklı bir yanıt
bulamıyordu. Bunları düşünen, planlayan adamın ilişkiden kaçınması mantıksızdı.
Yiğit suçlu değil ise kimdi? Şirketten o kadar bilgi dışarı nasıl çıkıyordu?
Yemekten sonra ifade için yanına gelen polisler artmıştı. Tanıştığı kadın,
emniyet amiri Jeyan Irmak, yani kardeşinin sabah konuştuğu kadındı. Onunla
konuşmak rahattı. Ne yazık ki uzun süre kalmamış sadece bir iki soru sorduktan
sonra dışarı çağırılmış ve gitmişti. Suçlanmıyor, sadece sorulara yanıt vermesi
isteniyordu. Süre uzadıkça bu bile rahatsız edici olmuştu. Kendini kardeşinin
canına kast etmiş biri gibi hissetmesine neden oluyordu. Oysa tüm çabası
ona ve tabii kendi başına bir şey gelmesini engellemek içindi. Neden polise
gitmediği sorusuna verdiği yanıtı tatmin edici bulmamış olmalıydılar ki
defalarca sormuşlardı. Babasının ölümünden sonra bunun tehlikeli olduğunu
düşünmesini anlayamıyorlar mıydı? Necdet Söğüt gibi birini öldürenlerin,
kardeşini ya da ikisini birden öldürmesi çok daha kolay değil miydi?
Soruların bittiği söylendiğinde saat üçe geliyordu. Ne biliyorsa, ne
anımsıyorsa her şeyi defalarca anlatmıştı. Hala da aklına gelmemiş önemli bir
şey var mı diye hafızasını zorluyordu. Gazetecilere söylemesi gerekenleri de
öğrenmişti polislerden. Olayı babası ile asla ilişkilendirmeyecek, polisin
araştırdığını, rakiplerinin asla böyle davranmayacağını, bunun takıntılı biri
tarafından yapılmasının daha büyük ihtimal olduğunu söyleyeceklerdi. Eski,
işten atılmış, haksızlığa uğradığını sanan bir personelin aşırı tepkisi… Zaten
onlar böyle demese de gazetelerde benzer haberlerin çıkacağını hepsi biliyordu.
Acaba Sedef ne yapmıştı?
Hemen kardeşini arayıp sordu. Şirkette ve iyi olduğunu öğrendikten sonra
Fırat’ın da şirkete geldiğini, bir saat sonra eve geçeceklerini öğrenince gülümsedi.
Bu adamın kardeşini yalnız bırakmaya niyeti yok gibiydi. Tüm sıkıntısına
rağmen işi şakaya vurdu. “Uff şunu söylemek zorunda mıydın? Bak yine
kıskandım. Canım, dikkatli olun. Sakın kaçamak yapmak için korumaları
atlatmayın.”
“Of Mine ne çok konuştun. Sen eve geç, dinlenmeye başla, ben de bir buçuk
saate evdeyim.”
“Tamam, birazdan çıkıyorum buradan.”
“Mine?”
“Efendim?”
“İyisin değil mi?”
“Yanına geleyim daha iyi olacağım.”
“Tamam canım. Seni seviyorum.”
“Ben de seni seviyorum.”
Telefonu çantasına koyarken arkasında birinin olduğunu anlayıp
döndü. Jeyan hanım, onu bekliyordu.
“Mine Hanım, isterseniz bir kahvemi için, daha sonra arkadaşlar sizi
evinize bıraksın.”
Bu tekliften çok emir gibiydi. Mine, bu kadınla konuşurken kendini daha iyi
hissedeceğini düşünüp odasına yürüdü. Kahveleri kendi hazırlayan Jeyan,
ikizlerin benzerlikleri hakkında elemanlarının söylediklerini düşünüyordu. O
halde kahveyi de aynı içiyorlardı. Sedef ile görüştüğünü bilmediği için sade
diyeceğini tahmin ederek sordu nasıl istediğini. Hazırladığı fincanları orta
sehpaya koyup karşısına geçip oturdu. Masanın arkasındaki koltuğuna geçmemesi
bunun biraz daha samimi bir görüşme olacağını anlatmak içindi.
“Sizi çok yorduk ama sorularımızdan da anlayacağınız gibi babanızın ölümü ile
sonuçlanan olayın kaza olmadığını, o nedenle dosyaların birleştirilmesi
gerektiği konusundan gerekli izinlerin alındığını bilmenizi istiyorum.”
“Evet, anlamak güç değildi. Zaten kabahat bende, o tehditlerden sonra
cinayet olduğunu sizlere bildirmem gerekirdi. Fakat Sedef’in başına bir şey
gelme ihtimali elimi kolumu bağlamıştı.”
“Kardeşim olsaydı sanırım sizin gibi davranırdım. Onun hayatı için kendimi
tehlikeye atardım.”
“Üstelik hayatta sadece o kalmışsa…”
“Şimdi iki kardeşiniz ve babanızın akrabaları da hayatta.”
“Akrabalık başka bir şey. Bebekler henüz çok küçükler. Ama Sedef… O benim
her şeyim. Bana nasıl baskı yapacaklarını çok iyi biliyorlar. Bizim korumaların
bizleri karıştırması yüzünden bunları ben yaşadım. Aksi halde hepsi Sedef’in
başına gelecekti ve eminim aynısını o beni korumak için yapacaktı.”
“Emin misiniz?”
“Kendimden emin olduğum kadar.”
“Birisine bu kadar güvenmek çok güzel. Sanırım ben unuttum.”
“Anımsatacak birisi olur.” Kadının parmaklarında yüzük yoktu. Kardeşi
olmadığını söylemişti. İş arkadaşlarına canını emanet ediyordu ama ne demek
istediğini anlamak zor değildi. Kadın ağzının içinde ‘Umarım’ dedi. Sonra konu
daha kadınca bir muhabbete döndü. Saç renklerinin doğallığından, son çıktıkları
defilede giydikleri elbiselerden konuştular. Kahvesi biten Mine, muhabbetin bu
halinden de cesaret alıp artık gitmesi gerektiğini kardeşinin merakla
beklediğini söyledi.
“Tamam, bu arada aklınıza ne gelirse, küçük büyük demeden beni arayın. Size
bir şekilde ulaşırlarsa mutlaka haber verin. Şu telefonlarınızın dinlemeye
alınması konusunda kardeşiniz de onay verirse hemen işlemlere
başlayalım.”
“Yazılı onay için gereken belgeleri bana verin, eminim imzalayacaktır.
Memurlarla yollarım size.”
“Bu daha iyi bir çözüm. Hemen getirsinler. Şirket telefonlarınızın
dinlenmesinin de faydası olacağını düşünüyorum. Onun için onay almanız
gerekiyor sanırım. Onu da hallederseniz içerideki haini bulmak kolaylaşır”
Mine, şirket telefonları denilince direkt Yiğit’i düşündü. Onayı onun
imzalaması gerekiyordu. Eğer o suçlu ise zaten şirket telefonlarını
kullanacağını sanmıyordu. Hele de altında imzası olan dinleme emrinden sonra.
Bunlara kafa yoruyor olmak bile korkunçtu. Yine de şirket için de gereken
evrakları istedi. Sonra yollayacaktı geri.
Jeyan, kısa süre odasında konuk ettiği Mine ile sadece havadan sudan
konuşmuştu. İkizlerin birbirlerini koruyup kollamalarının eşit olduğunu anlamak
için bu bile yeterliydi. Vedalaşırken kendisinden haber beklemelerini, bir
şeyler ayarlayacağını söylemişti. Mine bu kadına güvendiğini hissediyordu. Konuşurken
yüzünden bir şey anlamak zordu ama beyninin çok hızlı ve detaylı çalıştığını
söyleyebilirdi. Çarkların sesini duyacağını bile düşünüyordu insan.
Mine eve ulaştığında Fırat ile Sedef’i televizyonda film izlerken buldu.
Fırat koltuğun başına oturmuş, bacaklarını biraz uzatmış, Sedef de hemen yanına
oturup sırtını genç adamın göğsüne dayamıştı. O kadar dalmışlardı ki ne kapıyı
ne Mine’nin sesini duymuşlardı.
“Çok heyecanlı sanırım?” diye ortaya laf atınca ikisi de sıçrayıp başlarını
çevirdi. Sedef yerinden fırlayıp gelirken Fırat çoktan filmi
durdurmuştu.
“Çok geciktin. Nasıl geçti? İyi misin?”
“Sen bir buçuk saate evdeyim dedin ama gelmiş, bir de film açmışsınız.
Erken kaçmışsın ondan uzun gelmiştir. Ben iyiyim, biraz başım ağrıyordu
ama yolda geçti. Çok şeker iki memur ile muhabbet ederek geldim.”
“Sabahkiler değil miydi?”
“Evet, onlarla döndüm.”
“Çok suratsızlardı.”
“O sabah mahmurluğuymuş sanırım. Dönüş yolu keyifliydi. Ya da çok güzel
şeyler söyleyip işlerini kolaylaştırdığım için bana iyi davrandılar.”
Kızlar gülüşürken Fırat da onlara katıldı.
“Siz filme dönün, ben bir duş yapıp üstümü değiştireyim.”
“Aç mısın?”
“Hayır ama inince size katılırım, mısırları bitirmeyin.”
“Söz veremem, sana yenisini yaptırıyorum. Bu adam tam bir mısır canavarı
çıktı.” Fırat tam da o an elindeki mısırları ağzına atmakla meşguldü. İçinde
bulunduğu ruh haline inat kahkaha attı manzarayı görünce. “Tamam,
görüşürüz.”
Kardeşinin duş süresini tahmin eden Sedef filmin bitişini fırsat bilip üst
kata çıktı. Mine, havlu ile bir koltuğa oturmuş camdan dışarı bakıyordu. Bir
şeyi görmeden baktığı, aklının çok başka yerlerde olduğu o kadar belliydi
ki.
“Biraz konuşalım mı?”
“Gel.”
“Neler konuştunuz?”
“Her şeyi. Kaza ve sonrasını, bana gelen adamları, sana neler
yaptığımı…”
“Bana bir şey yapmadın.”
“Sana, kendini bir süre için bile olsa hasta hissettirdim.”
“Ben hasta olduğumu hiç düşünmedim. Evet bir kabahatin var. O dönemde senin
hasta olduğunu sanmama neden oldun.”
Bu cümle biraz yumuşattı Mine’yi. “Özür dilerim.”
“Dileme. Aynısını yapacağımı biliyorsun.”
“Evet, Jeyan Hanıma da bunu söyledim.”
“İyi yaptın.”
“Şüphelendiği kişilerden birinin sen olması o kadar acı ki.”
“Jeyan hanım benden mi şüpheleniyor?” Ona da kardeşini sormuştu.
Sonuçta işini yapıyordu.
“Sadece senden değil, annemden ve…”
“Ve?”
“Ve Yiğit’ten şüpheleniyor.”
“Yiğit’ten mi?” Sedef, kendini suçlamamak için derin bir nefes aldı.
Yiğit suçsuz çıktığında en çok o sevinecekti belki de. Fakat şu son yaşananlar
yüzünden en büyük şüpheli oydu.
“Yapmaz değil mi? Tamam beni sevmiyor ama benim ölmemi de istemez değil mi?
Bu kadar yanılmış olamam. Olmamalıyım.” Sesi titriyor, gözleri
buğulanıyordu. Kendini toparlamak için sarf ettiği çaba gözle görülüyordu.
Sedef keşke rahatlatacak cümleler kurabilsem diye düşünerek çıplak omuzlarına
sarıldı. Yıkık dökük bir sesle yanıtladı. “Bilmiyorum.”
“Tamam, sen de bir şekilde şüpheleniyorsun ama ben onun yapmayacağına
inanıyorum.”
“Ben de inanmak istiyorum. Babama çok yakındı. Ben yıllarca onunla iş
yaptım. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmedi. Sen aksini düşünsen de ben onun sana
hep aşık olduğundan emindim. O böyle bir işin içindeyse önce ona sonra kendime
çok kızacağım. Büyük bir güvenle o yapmaz diyemediğim için çok üzgünüm. İyi
biri olarak tanıdım ve bir gün tüm bu düşündüklerim için pişman olmayı, ondan
ve senden özür dilemeyi tahmin edemeyeceğin kadar çok istiyorum. Ama bunları
düşünmem, ona karşı tedbir almama engel değil. Zamanlamalar o kadar denk
düşüyor ki korkuyorum. Sen de duygularını bir kenara bırak ve tedbirli davran.
Masum ise zaten kendimizi affettiririz.”
Mine, bir elini omzundaki elin üstüne koyup hafifçe sıktı. Onun da nasıl
bir ruh hali içinde olduğunu anlıyordu. “Öyle yapacağım.”
“Sonuç her ne olursa olsun, sana destek olacağımı biliyorsun değil
mi?”
“Aksini düşünmedim bile.”
“O zaman aramızdaki son sırrı da sana anlatayım.”
“Başka
sırlarda mı var?”
“Tek bir
tane. Ve şu an onu da anlatacağım bitecek.”
“Anlat.”
Sedef, Jeyan ile yaptığı görüşmeyi tüm ayrıntısı ile anlattı kardeşine.
Onun önce kızgın, sonra şaşkın hallerine bakıp konuşmasını bitirdiğinde
tepkisini bekliyordu.
“Aslında iyi yapmışsın. Önce bana söylemediğin için kızdım ama ne
diyecektin? Seni kandıran bendim. Kandırmaya çalışan…”
“Geçti gitti. Artık birlikte hareket edecek ve bizi bu zor duruma
düşürenlerin yakalanması için gerekeni yapacağız.”
“Anlaştık. Fırat gitti mi bekliyor mu?”
“Aşağıda. Rahatsız mı oluyorsun? Yollayayım mı?”
“Hayır, neden rahatsız olayım? Sadece ne giyeceğimi düşünürken yine bir
örnek mi giyinsek diye aklıma geldi. Acaba karıştıracak mı, yine deneyelim
mi?” Zamanında Yiğit için yaptıkları oyunları tekrarlamak, Sedef’in aklını
bulandırmak o an tüm havalarını dağıtmak için birebirdi. Yanılacağını
sanmıyordu. Daha önceki denemesinde belli etmişti Fırat doğru kızı bulduğunu.
“Karıştırmaz. Yani karıştırmaz değil mi? Offf aklımı bulandırma.
Zaten ilk kez ikizim olduğun için çok kızgınım.”
“Ne? Kızgın mısın? Ben ne yaptım ki? Dün Yiğit’i deneyelim diyen sendin.
Ama Fırat’ı tek başınayken denemek iyi olabilir.”
“İşte beni korkutan nokta bu. Tamam deneyelim. Olur da seni öperse var ya
onu parçalarım.” Tüm iyi yetişmiş, kibar ve eğitimli hallerinin bir tarafa
bırakıldığı anın tadını çıkartıyordu Mine. “Sedef?”
“Neeee?”
‘Oooo gerçekten kızgın!’ diye düşündükten sonra “Seni ilk kez bu kadar
kıskanç ve korumacı görüyorum.” dedi.
Sedef, kardeşinin cümlesi ile durdu, kendisini dinledi kısa bir an ve çatık
kaşları ile yanıtladı. “Ben de.”
Daha fazla uğraşmayacaktı kardeşiyle. Onun üstündekilere bakıp aynısını
çıkarttı dolaptan. Fırat’ın karıştırmayacağından emindi. Sadece kardeşi de
rahatlasın diye bunu yapıyordu. Yiğit konusundaki şüphelerinin bir türlü
yenemediği zamanı anımsayıp bu davranışı ile kardeşinin içinin rahatlamasını
sağlayabilirdi. En azından şu ara ona bunu vererek mutlu edebilirdi.
Kot pantolonların üstündeki bir örnek bluzlar ve aynı şekilde toplanmış
saçlarla indiler aşağıya. Fırat spor haberlerini dinliyordu.
“Geldiniz mi? Ben de artık gitmem gerektiğini düşünüyordum. İki gündür aynı
kıyafetle geziyorum.” Bunları söylerken televizyonu kapatmış ve ayağa
kalkmıştı. Sanki karşısında kopya kızlar yokmuş gibi yürüyüp Sedef’e sarılıp
yanağına bir öpücük bıraktı. Daha sonra Mine’ye dönüp, “İyisin değil mi?” diye
sordu. Onun tüm yanılmaz, karıştırmaz demesine rağmen bu kadar net bir hareket
karşısında şaşkınlıkla açılmış gözlerine bakıp, soru dolu yüzünü Sedef’e dönüp,
“Ne oldu? Niye öyle bakıyor?” dedi. Sedef gülümseyerek, “Sadece yorgun. Yarın
görüşürüz.” diye yanıtladı. O kadar rahatlamıştı ki aklından geçenleri
yapmak yerine uğurlamak daha mantıklı gelmişti. Şimdi öncelik kardeşi ile daha
detaylı konuşmaktı. Mutlaka anlatacağı şeyler vardı.
“Beni uğurlar mısın?”
“Evet Sedef, onu uğurla. Ben bakmıyorum.” Mine çok keyiflenmişti. Az önceki
şaşkınlığını tamamen atmıştı üstünden. Kardeşi ve Fırat gülerken çoktan mutfağa
doğru yürümeye başlamıştı. Bir şeyler atıştırmak istiyordu.
Sedef, Fırat’ın öpücüklerine karşılık verdikten sonra kendini geri çekip
yüzüne baktı.
“İyi ki varsın. Yarın geliyorsun değil mi?”
“Tüm hafta sonunu benimle geçirmek istediğinden emin misin?”
“Hatta bu akşamı bile birlikte geçirmek istediğimden eminim. Yarın sabah
kahvaltıya gel. En azından iki tam gün evden çıkmamış tedbirlerin alınmasını
sağlamış oluruz.”
“Eğer gece uyuyamazsan beni ara. Gelirim. Bakma öyle tamamen masum bir
teklif. Yine misafir odasında uyurum. Ya da uyuyamam, döner durur, merdivenleri
gıcırdatmadan nasıl odasına sızarım diye hayaller kurarım.”
“Hadi git artık. Bir şey olursa ararım.”
“Seni seviyorum.”
“Seni seviyorum.”
Sedef o kadar rahatlamıştı ki yüzündeki gülümsemeyi silmeye hiç niyeti
yoktu.
Elinde iki kase ile mutfaktan çıkan Mine, kardeşinin aşık suratına bakıp gülümsedi.
Elindeki tarçınlı yoğurdu uzattı.
“Aklım az önceki sahnede kaldı. Bana bakmadı bile. Sanki birimiz esmer
birimiz sarışınmışız gibi rahatça sana yöneldi.”
“Bu kadarını ben de beklemiyordum. Artık babamın nasıl ayırt ettiğini
anlıyorum. Biz kesinlikle bir şey yansıtıyoruz karşımıza. Bizim bile
bilmediğimiz bir şey.”
*****
“Demek kızlar bunun bağımsız bir saldırı, işten çıkan birinin intikam
hareketi olduğunu söyledi.”
“Evet, şu Sedef nasıl ikna etti kardeşini bilmiyorum ama kızlar polisle
konuşurken de babalarının ölümü ile kesin bağlantı olmadığını söylemiş. Fakat
sabah merkeze almışlar, cinayet masası da sorgulamış.”
“Sonuç?”
“Kız korkuyor. Dosyaya bakan adamımız tüm ifadede hep aynı şeyi okumuş.
Babamın kazası ile bir alakası olacağını düşünmüyoruz, bu şahsi bir şey olmalı.
O kaza zaten aileyi yeterince üzdü…bla bla bla…”
“Güzellll.” Kısa bir an durdu. Dört kişiydiler ve dördüncünün artık bir
faydası kalmamıştı. Zaten ilk bilgilerden sonra işe yarar tek hareketi evden
çıkan iki araba olduğunu söylediği kaza günüydü. Bunu da çok geç söylemiş,
hazırlık yapamamışlardı. “Nazif, kamyonun nerede olduğunu biliyor musun?”
“Evet, ne oldu?”
“O kamyonu görmek istiyorum. Beni götürür müsün?”
“Ne zaman?”
“Bugün işin mi var?”
“Hayır, hiç işim yok. Gidelim.”
Telefonu kapattıktan sonra masasının sol tarafındaki çekmeceyi açtı. Üst
kısma bantla tutturulmuş ruhsatsız silahı yerinden söküp aldı. Küçücük bir
şeydi. Bir kadın silahı olabilecek kadar küçük. Mokasen ayakkabısının içine
giydiği ipek çorabının içine sakladı küçük tabancayı. Yerinden kalkıp odada bir
iki volta attı. Düşmeyeceğinden emin olunca telefonunu, anahtarlarını alıp lüks
döşeli bürosundan çıktı.
*****
“Size bir şey yapmayın demedim mi?”
“Bunu biz yapmadık.”
“Ne demek biz yapmadık?”
“Gerçekten, bizim planlarımızda araba uçurmak falan yoktu. Çok saçma olmaz
mıydı? Beklememiz gerekirken harekete geçecek, sonra da kimsenin binmediği
arabayı patlatacağız!”
“Kim yaptı o zaman?”
“Bırak da onu polis bulsun. Ben araştıramayacağım.”
“Sen eğleniyor musun? Bu patlama Sedef’i çok korkutur da polise her şeyi
anlatırsa?”
“Onu araştırdık. Sistemdeki dosyaların, ifadelerin hiçbirinde bizden bahsetmiyor.”
“Emin misin?”
“Evet, ilk başta eski bir çalışan yapmıştır açıklamasını oyun sandım ama polisteki
adamımız da aynı şeyi söyledi. İfadelerde ne tehdit, ne kaza bağlantısı yok. Polis
defalarca sormuş. Onlar aptal değil, bağlantı olduğunu düşünüyorlardır ama
Sedef ısrarla inkar etmiş. Sadece korkmuşlar, ki bu da işimize yarar.”
“Kızın bizi ele vermemiş olması çok mantıksız değil mi?” Aklı yatmıyordu.
Ölüm korkusu bu aşamada bile susturmuşsa artık iki kardeşin de karşısına çıkıp
imzayı istemek belki de en iyi çözümdü. Bunu düşünecekti.
“İçin rahat olsun. Bugün ifadedeki ‘eski’ çalışanın işini bitirdim.”
“Ne demek bu? Anlat.”
“Nazif, Necdet’in korumalarından olan adam… Bugün beni hurdalığa götürmesi
için ikna ettim. İnegöl’e yakın bir yerdeymiş kamyon.”
“Eee?”
“Eeesi, Nazif şimdi o hurdalığa yakın bir yerde. Cesedi bulunduğunda
kamyonu da bulacaklar. Eski çalışan, patronunu öldürdükten aylar sonra
kızlarını da öldürmek istemiş ama başaramayınca kafasına sıkmış!”
“İntihar mektubu mu var?”
“Elbette. Kendi el yazısı ile. Gerçi onun kadar bilgili ve güçlü birine
bunu yaptırmak çok güç oldu. Önce bayılttım. Sonra iki bacağını bağladım. Bir
kolunu da vücuduna bağladıktan sonra tek eli ile bir şey yapamadığı için
yazdı.”
“Sen bunları nasıl biliyorsun? Nereden aklına geliyor?”
“Bilmiyorum ama öyle biriyle başka türlü başa çıkamayacağımı bilecek kadar
kendimi tanıyorum.”
“Temiz iş. Parmak izi falan yok değil mi?”
“Temiz… Kendi kafasına sıktı. İntiharda şüphe bile yok.”
“Çok iyi. Nihayet bir şeyler yoluna girdi. Şüphelerin yönü tamamen
değişecek. Güzel iş. Tebrikler.”
“Teşekkürler.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder