30 Haziran 2015 Salı

BUZDAKİ ATEŞ 37. Bölüm


***** 

İbrahim, Yunus'u aramış evin tarifini almıştı. Taksiden indiğinde birazdan Zeycan'ı göreceği için çok heyecanlıydı. Zili çaldığında elleri bile terlemişti. Oysa hava çok soğuktu. Birkaç saniye sonra kapı açıldığında donup kalmıştı. Kapıda Zeycan şaşkınlıktan açılmış gözleri ile İbrahim'e bakıyordu. İbrahim de ondan farklı değildi. İçeriden seslenen Meliha Hanım, Zeycan'dan ses çıkmayınca kapıya gelmiş ikisini o şekilde bulmuştu.

“Buyurun, kime bakmıştınız?”

İbrahim, kendisini toparlamış ve zorla sesini çıkartarak kendisini tanıtmıştı. Meliha Hanım hemen içeri davet etti. Zeycan ise hala konuşamıyordu. En sonunda İbrahim elini tutup sıktığında kendine gelebildi.


“Hayal gördüm sandım. Gerçekten sen buradasın. Nasıl geldin?”

“Uçakla.” İbrahim artık toparlanmıştı. Ayakkabılarını çıkartıp içeri girerken Zeycan'ın o şaşkın hali ile dalga geçiyordu. Sevdiğini sağ salim ve şaşkın gördükçe keyfi yerine geliyordu.

Erhan'ın ailesi ile tanışmıştı. Erhan’ın, akşama doğru geleceğini bildiği için o saate kadar Zeycan'ı gezdirmeyi umuyordu. Yarım saat kadar sonra ikili hazırlanıp çıkmıştı evden.

Zeycan bir haftadır İstanbul'daydı ama hiç gezmemişti. Yunus ile Sedat çalıştığı için vakitleri olmuyordu. Akşamları da kız arkadaşları ile birlikte olmaları gezmelerine engeldi. Bu da İbrahim için büyük fırsattı. İlk o gezdirecekti kendi sevdiği yerleri sevdiğine! Bir süre araba ile gezmişler, sonra Anadolu Kavağına gitmeye karar vermişlerdi. Böylece Anadolu Yakasının tüm kıyı şeridini görmüş olacaktı.

Kavakta yediği balığın hayatında yediği en lezzetli yemek olduğuna bahse girebilirdi Zeycan. İbrahim ile yaptığı her şey zaten çok güzeldi.

Anadolu kavağındaki kaleye çıkıp boğazı seyretmek de çok güzeldi. Hava çok soğuk olduğu için sıkı sıkı giyinmişti ikisi de. Ama yine de Zeycan üşüyünce ısıtmak için İbrahim ellerini ovalamaya başladı. Sonra da Zeycan’ın sırtını kendi göğsüne yasladı. Böylece hem sırtını soğuktan koruyor hem de kollarının arasında tutuyordu. Başını, başına dayamış, buz gibi olmuş yanağını da ısıtmaya çalışıyordu. En sonunda daha fazla dayanamamış, yanağına dudaklarını bastırmıştı. Zeycan yanağından başlayan sıcaklığı bir süre sonra ayak parmaklarında bile hissediyordu.

İbrahim, kollarının arasındaki genç kızı çevirmişti. Şimdi göğsü göğsünde duruyordu. Gözlerine baktı.

“Üşüyor musun hala? Dönelim mi?”

“Dönmeyelim!” Zeycan üşüyordu ama onun kollarında olmak için üşümeye değerdi. Kendisini ağabeylerinin yanında hissettiğinden daha da güvende hissediyordu.

İbrahim dudaklarına eğildi. Zeycan o dudakları bekledi. İlk öpüşmeleri ikisini de iliklerine kadar titretmişti. İbrahim bir süre sonra dudaklarını çekti.

“Zeycan, sana aşığım, bir tanem. Seni çok seviyorum.” Hayatında ilk kez söylüyordu ama çok güzeldi bunu söyleyebilmek.

“Ben de seni çok seviyorum.” Tüm yüreğinden gelmişti yanıt.

“Benimle İstanbul da yaşayacak kadar mı?” İbrahim, bu sorunun yanıtından çok korkuyordu. Gerçi kendisi de Gaziantep de yaşayabilirdi ama istediği sevdiğini orada olabilecek kötülüklerden uzak tutmaktı.

“Yanına taşınmamı mı istiyorsun?” Zeycan afallamıştı. Doğru mu anlamıştı? Ağabeyleri onu, ölse yollamazdı bu şekilde.

“Sen beni, ağabeylerine öldürtmeye niyetlisin sanırım. Ben sana evlenme teklif ediyorum.” İbrahim yanlış anlaşıldığını fark etmiş hemen düzeltmişti. Zeycan’ın yüzü gülmeye başlayınca o da rahatlamıştı.

“O zaman yanına taşınırım.”

“Bu evet mi demek?”

“İbrahim, sen hep derdini dolaylı yoldan anlatıyorsun. Yanıtları dolaylı alınca neden anlamıyorsun?”

“Benimle dalga geçme Zeycan.” Sözde kızmış gibi kaşlarını çatmıştı ama yüzündeki gülümsemeyi silememişti.

“Seninle dalga geçmiyorum. Seninle birlikte dalga geçmek istiyorum.”

İbrahim, soğuk havayı artık hissetmiyordu. Kollarının arasındaki kadın teklifine evet demişti. Onu yine öpücüklere boğdu. Bir süre sonra arabaya doğru yürümeye başladılar. O gün akşama kadar İstanbul'u dolaştılar. Birçok yeri elbette arabadan görmüştü Zeycan ama evlendiğinde İstanbul da yaşayacaktı. O zaman hepsini tek tek gezecekti.

İbrahim hayatının nasıl değiştiğini düşünüyor ve bu değişimi mutlulukla karşılıyordu. Zeycan hayatındaki en önemli kişi olmuştu.

İbrahim için iki önemli olay vardı artık. Birincisi ve en önemlisi Zeycan’ın ailesine, onu sevdiğini ve evlenmek istediğini söylemek. Diğeri de İstanbul ve civar iller ile sınırlı görev bölgesi için dilekçe vermek...

*****

Son sabah Sevilay ile annesi de Erhan ve Uğur ile birlikte kahvaltı yapmıştı. Birlikte son sabahın keyfini çıkartmışlardı.

Uğur, kahvaltı sonrası yürüyüşe çıkmak için hazırlanırken, Erhan, onu yürüyüşe nasıl yollamayacağını düşünüyordu. Dışarıda çok soğuk bir hava vardı. Yerler buzlanmıştı. Çok tedirgindi. Ama bir şey söyleyemeden çıkmıştı Uğur. Beş dakika geçmeden bahçeden bir ses geldi. Bir kadın bağırıyordu. Danışmadaki çocuğa gidip, sesi takip etmelerini söylediğinde aklına gelenin Uğur'un başına geldiğinden emindi. Yanılmamıştı. Birkaç dakika sonra Uğur, tek ayağının üstünde sekerek kolunda otel görevlisi ile geliyordu. Yüzünden acı çektiği belliydi.

Erhan bir kez daha o kapının dışına çıktı. Aslında koşarak kucağına almayı çok istese de yapamayacağını biliyordu. Yaklaştıklarında, dikkatlice iki üç adım atıp kendi koltuk değneklerini verdi ona. Böylece daha az canı yanarak yürüyecekti. Erhan çok üzülmüştü onu öyle görünce. Onun can acısı ile yüzünü buruşturması kendi canını yakıyordu neredeyse…

“Keşke engelleseydim seni.” İçinden geçenleri söylemişti…

“İnat etmeyeceğimden emin misin?”

“Sen inat etsen de benim canım bu kadar acımazdı.”

Uğur, cümlenin anlamını kavramaya çalışmadı. O an kendi canının acısı zaten engeldi buna.

Erhan, “Yanında bandaj ve krem var mı? Önce biraz buz yapalım. Gerçi buz yeterince dert açtı başımıza ama şu an gerekiyor.”

“Odamda var her şey. Dolabımda buz poşeti de var.”

“Doktoru çağıralım mı, kendin halleder misin?”

“Duymamış olayım. Hallederim.” Uğur, asansöre doğru yürümeye başlamıştı. Erhan da onunla yürüyünce soru dolu bakışlarla döndü.

“Sana yardım ederim diye düşündüm.”

“Teşekkürler” derken acısını unutmuş gülümsüyordu.

Odaya çıktıklarında Erhan onu koltuğa oturttu. Hemen gösterdiği yerden ilk yardım çantasını getirdi. Sonra mini buzdolabındaki buz poşetini aldı. Bu sırada Uğur, botunu çıkartmaya uğraşıyordu. Erhan, kendine dikkat ederek ama yine de hızlı bir şekilde Uğur'a yaklaştı. “Bana bırak.”

Uğur, istemese de Erhan çoktan sehpanın üstüne oturmuş Uğur'un botuna uzanmıştı. Hızlı hareketlerle ayağından önce botu sonra kalın çoraplarını çıkarttı. Bilek kemiğinin etrafı kızarmıştı. Moraracağı belliydi. Önce buz koyup bir süre öyle kalmasını sağladı. Ama bu Uğur'un üşümesine neden olunca yatağın üstündeki örtüyü alıp omuzlarına sardı.

“Çok üzgünüm ama buz yapılmasını siz söylüyorsunuz. Isınırsın şimdi.”

“İnşallah yoksa zatürree olacağım.”

“Uğur, o buz bir süre duracak. İstersen yatağa gir. En azından üşümeni engelleriz.”

“İyi olur. Bir de çay isteyeyim. Sen de içersin değil mi?”

“Ben isterim. Sen doğru yatağa!”

Uğur, ayağına basmadan, koltuk değneklerine dayanarak yatağına ulaştı. Yorganın altına girdi ama yatmak yerine sırtını başlığa dayadı. Boynuna kadar yorganı çekmişti. O sırada Erhan buzu ayağının üstüne yerleştirmeye uğraşıyordu.

“Kıpırdanmayı keser misin? Buz durmuyor.”

“Sen iyi ki benim işimi yapmıyorsun. Hastalarının vay haline!”

“Kim demiş. Ben sana, senin bana davrandığın gibi davranıyorum. Sana ayağın acıyor diye acıyacağımı sanma.”

“OOO sen gerçekten işimi elimden alacaksın.”

Uğur, Erhan ile konuşurken hem ayağının acısını hem de üşüme hissini unutmuştu. Ona laf yetiştirirken tek istediği biraz daha konuşmaktı. Oda servisi çaylarını getirdiğinde ikisi de konuşmadan içmeye başladı. Buz erimeye başladığında Uğur, Erhan'a hangi kremi istediğini söylemişti. Kendisi biraz masaj yapacaktı. Ama Erhan kremi eline alıp da yatağa oturunca bu işi Erhan'ın yapacağını anladı.

“Ben yaparım sen zahmet etme.”

“Bunca zamandır bana yaptıkların zahmet miydi? Şimdi ben sana küçücük bir yardımda bulunacağım. Rahat dur olur mu?”

Uğur, Erhan'ın yumuşacık hareketlerle ayak bileğine kremi yedirmesini izledi. O kadar doğal gelmişti ki sahne! Erhan ise o an sadece elinin altındaki bileğe odaklanmıştı. Yavaş yavaş kremi yediriyor bazen canı yanan Uğur'un sıçramaları ile duraksıyordu. Birkaç dakika sonra sargısı yapılmıştı.

“Gerçekten bu işlerde iyisin.”

“İki erkek kardeşim vardı. Ve onların yaramaz olduğunu anımsatmama gerek yok. Evde de sık sık sargı işlerine bakardım.”

“Kardeşlerine çok bağlısın. Her an gözün üstlerinde.”

“Çocukluktan kalma alışkanlık. Ben hep ağabeydim. Sanırım sen de hep abla oldun?”

“Öyle. Ama sana ağabeylik yakışıyor. Ve görüyorum ki kardeşlerime bile ağabeylik yapıyorsun.”

“Kıskanmıyorsun değil mi? Onlara da göz kulak olmak sanırım doğal bir tepki. Onlar benim kardeşlerimin sevdiği kızlar. Artık benim için kardeşler.”

“Kıskanmıyordum ama bu kadar sevgiden sonra kıskana bilirim. Ya seni benden çok severlerse?”

“Sen onlara uzun zaman annelik de yapmışsın. İşte senin elinden alamayacağım tek unvan bu. Yani korkma, seni hep daha çok sevecekler.”

“Şimdi rahatladım.” Onun gözündeki konumu çok hoşuna gitmişti. Evet, ablalıktan daha çok annelik yapar olmuştu. Bunu birilerinin takdir etmesi hoşuna gitti.

“Ağrın var mı?”

“İyiyim. Bir süre sonra yürürüm. Böylece daha çabuk geçer. Aksi halde her üstüne bastığımda çığlık atabilirim.”

“Çığlığını duydum. Bir daha gerek yok duymama.”

“Nasıl duydun?” Çok şaşırmıştı.

“Düştüğünde bağırdın ya. Sesini duydum.”

“Sen mi duydun? Ben de danışma duydu sandım.”

“Sen dışarı çıkmaya hazırlanırken içime bir şey doğdu. Sana seslenmek istedim. Ama sen çıkmıştın. Ben de gözüm kulağım kapıda seni beklemeye başladım.” Erhan doğruları söylüyordu ama Uğur şoke olmuş bir şekilde dinliyordu. Neden kendisi ile bu kadar ilgileniyordu?

“Altıncı hissin kuvvetli midir?”

“Sanmam. Neyse birer çay daha içelim mi?”

İkinci çaylar gelene kadar ikisi de sessiz kaldı. Bu arada Erhan odadan çıkması gerekip gerekmediğine karar veremiyordu. Uğur ise onunla konuşmaktan keyif aldığı için sessizliği istemiyordu. Çaylar gelince televizyonu açtı Uğur.

Erhan, “Yalnız mı kalmak istiyorsun?” diye sorduğunda, “Hayır birlikte film izleriz diye düşündüm. Ama sıkıldıysan sorun yok.”

“Sıkılmadım. Ama burası televizyona göre pek rahat değil.”

Uğur, yatağın biraz daha kenarına çekilip yanında Erhan'a yer açtı. Erhan iri yapısına rağmen ona değmeden oturmayı başarmıştı. Önce bir komedi dizisinin tekrarını buldular. Birlikte gülerek izlediler. O bitince yine kanal karıştırmaya başladı Uğur. Bu kez haber kanallarından birinde Hakkâri de üç şehit verildiğini yazıyordu. Uğur'un kanalı değiştirene kadar geçen üç saniyede bile tüm dünyası değişmişti. Gözleri dolmuştu. Erhan kumandayı elinden alıp televizyonu kapattı.

Uğur, yine donuk gözler ile karanlık ekrana bakıyordu. Az önce üşüyen o değilmiş gibi alnında ter damlaları birikmişti. Erhan ne yapacağını bilemeden baktı bir süre. Sonra yumuşak bir sesle konuşmaya başladı.

“Bana neler olduğunu anlatır mısın? Benim asker olmam, bir sürü şehit haberi almış olmam, şu an bana diyor ki, senin tepkilerinde farklı bir neden var. Nedir seni bu kadar üzen?”

“Anlatamam. Lütfen sorma.” Uğur, o kadar üzgündü ki tek kelime etmek istemiyordu.

“Ben, askeriyenin sırlarını saklayın biriyim. Şu an bana anlatacağın her şey burada kalacak. Seni bu kadar üzen, sinirlerini bu kadar yıpratan ve hala içinden atamadığın nedir?”

“Erhan, lütfen sorma.”

“Uğur, sordum ve yanıt istiyorum. Söz veriyorum, ne anlatırsan anlat sadece bende kalacak. Sırrın sırrım olacak. Ama inan anlattığın an artık eskisi kadar üzmeyecek.”

“Erhan, söze dökemiyorum. Kelimeler dudaklarıma bile ulaşmıyor.” İkisi de konuşurken birbirine bakmıyordu. İkisi de sırtını yatağın başına dayamıştı. Uğur yorganın altında, Erhan ise üstünde oturuyordu. O oturma düzeninin el verdiği ölçüde Uğur'a yakınlaştı. Elini omzuna attı ve “Anlat artık.” dedi yumuşacık bir sesle. Omzundaki elin verdiği güven ve ses tonundaki sıcaklık üç yıldır içinde tuttuklarını kesik kesik cümlelerle, sık sık derin nefesler alarak ve üstündeki yorganın sağını solunu avuçlarının içinde bükerek sözlere döktü.

“Atilla o yılbaşı izine geldiğinde, benim işten ayrılmamı, kendisi ile Hakkâri'ye gitmemi, orada çocuk sahibi olmamı istedi. Bir yıl sonra zorunlu hizmeti biteceği halde, inatla günlerce bunu konuştu. Ben de bebeğimiz olsun istiyordum ama babasının, yurdun öbür ucunda olduğu bir bebek büyütmek istemiyordum.” Sustu. Bunlar en kolay kısmıydı. Bunları söylemek içini acıtsa da hala nefes alıyordu. Ama sonrası... O susunca Erhan omzunu biraz daha sıktı, “Devam et.” dedi.

“Erhan, çok zor...”

“Uğur, anlattığında o kadar da güç olmayacak. Hadi bak yarısını anlattın zaten. Devam et güzel gözlü.” Son cümlesini gerçekten öyle hissederek söylemişti. O an, ona sarılıyor olmak da çok doğal geliyordu. Hatta cesaret vermek için öpmeyi de çok istiyordu. Ama öpmek için gereken cesarete kendisi sahip değildi.

Uğur yeniden anlatmaya başladı.

“İzni boyunca her baş başa kaldığımızda bunu konuştuk. Ve her seferinde kavga ettik. Kısa süre kalacağını bildiğim için hep barıştım. Ama izninin bittiği gün yine aynı şeyleri söyledi. Benim işimin kendi işi ile kıyaslanamayacağını, işi bırakmamın tek öneminin kendime olduğunu, doğru karar vermezsem, doğru kararı kendisinin vereceğini söyledi. O kadar sinirlendim ki, neymiş o doğru karar, diye sordum. O da bana sinirle, boşanırız olur biter dedi. Uzak evlilikler yürümez derlerdi de inanmazdım, dedi. Bizim evliliğimiz de yürümüyormuş. Ben başıma buyruk davranıp kocamı hiç düşünmüyormuşum.”

Farkında değildi ama artık ağlayarak anlatıyordu. O anları yaşıyor, yine o günkü kavgada duyduğu kırıcı sözlerin karşılığında üzülüyordu. Ama asıl üzüldüğü kendi verdiği yanıtlar ve sonrasıydı.

İşte onları anımsamak ve söze dökmeye çalışmak gözyaşlarını arttırıyordu. O ağlayınca Erhan dayanamadı. İlk kez bir kadının gözyaşları ona sahte gelmiyordu. İlk kez bir kadının ağlamasını avutmak istiyordu. Elini uzatıp yanaklarından süzülenleri sildi. O sildikçe Uğur biraz daha ağladı.

“Devamını da anlatır mısın?”

“Erhan, ben üç yıldır hiç ağlamamıştım. Senin yanında ağladığım için utanmam lazım belki ama...” Ama utanmıyordu. Aksine onun yanında ağlamak çok doğal geliyordu.

“Utanmak mı? Bırak bunları da rahat ağla.” Erhan o an içindeki sevinci yadırgıyordu. O kadına bu kadar yakın olduğunu, kendini bu kadar yakın hissettiğini bilmiyordu. Ama Uğur da onu yakın hissetmiş olmalı ki onun yanında ağlıyor ve konuşmak istemediği bir olayı anlatıyordu.

“Sonra ne oldu?”

“Sonra... Sonra o kadar büyük bir kavga ettik ki... O boşanma lafı beni çok kırmıştı. Ertesi sabah yola çıkana kadar benden defalarca özür diledi. Beni özlediği için yanında istediğini söyledi. Onun için o kadar kaba konuştuğunu tekrarladı durdu. Ama hiçbir özrünü kabul etmedim. Sabah yola çıktığında hala küstük. Birliğine ulaştığında aradı ama telefonunu açmadım. İki gün sonra yine aradı ama hala küstüm ben ona. Yine açmadım.”

Sesi yükseliyordu. Her kelime biraz daha ciğerlerinden sökülerek geliyordu.

“Lanet olsun yine açmadım. Ben o telefonu açmadım! Neden açmadım Erhan? Neden küçük bir kavgayı bu kadar büyüttüm? Neden kocamı öldürdüm? Benim yüzümden öldü. Ben öldürdüm onu. Telefonunu açsaydım, onu affettiğimi söyleseydim, ölmeyecekti. Aklı bende kalmayacaktı. Eve cenazesi değil canlı bedeni gelecekti. İşte ben böyle lanet bir insanım. Ben hiçbir şeyi hak etmeyecek kadar kötüyüm. Ama ben yaşıyorum. Hala nefes alıyor ve her gün kendime lanet okuyorum.”

Uğur, sustuğunda Erhan söyleyecek bir şeyler aradı. Ama o an söylenecek söz yoktu. O da sustu. Tek yaptığı, sarıldığı omuzu iyice göğsüne çekmek, iki kolu ile sarılmak oldu. Uğur, yaslandığı göğüste ağlıyordu. Üç yılın gözyaşını döküyordu. Omuzlarının sarsılması yavaş yavaş şiddetini azalttı. Uzun bir süre sonra sadece içini çekerek ağlamaya devam etti.

“Üç yıldır, annesinin yüzüne her baktığımda, oğlunun katili olduğumu anlayacağını düşünüyorum. Anlatmak istiyorum ama beceremiyorum. Dilim tutuluyor. Oğlun benim yüzümden öldü, diyemiyorum. Acısına bir acı da ben eklemek istemiyorum.”

“Uğur, şimdi sana ne söylesem senin düşüncelerini değiştirmeyecek. Ama bildiğim tek şey var. Hiçbir asker, karısı ile kavga etti diye hata yapmaz. Eminim eşinin de işi söz konusu olduğunda seninle olan kavgasını aklının köşesinden geçmemiştir. Senin Allah inancın yok mu?”

“O nasıl bir soru? Elbette var.”

“O zaman, hepimizin vadesinin bir gün dolacağını ve bunu sadece Allah'ın bildiğini biliyorsun. Bu manevi kısmıydı. Mantık kısmını da ben sana açıklayayım. Eşinin adı neydi?”

“Atilla.”

“Atilla, adı gibi savaşçıymış. Çatışma o bölgenin her yerinde, her anında var. Hele dağlık arazide neredeyse olaysız gün geçmiyor. Emin ol, Uğur, seninle zerre ilgisi yoktur. Askerin aklında tek bir kadın, tek bir anne olmaz. Tüm kadınları koruması gerektiğini, tüm anneleri savunması gerektiğini bilir. Karısı savaş anında belki de aklına en son düşecek kişidir. Önce askerleri vardır. Önce onları, sonra tüm vatan toprağını düşünür. Ne kavga, ne küslük, ne de açılmayan telefonlar aklının köşesinde yoktur. Çünkü işini doğru yapamazsa, geri döndüğünde evini, karısını çocuğunu bulamayacağını bilir. İşte asker onlar için savaşırken, ölmüş ise, yerini alacakların, onun karısını, annesini, kız kardeşini koruyacağını bilir.”

“Erhan, bunları beni rahatlatmak için anlatıyorsun.”

“Uğur, rahatlatmak için anlatsam, bir sürü kahramanlık hikayesi falan anlatırdım. Ama seni rahatlatmak değil, bir askerin eğitiminde ona verilen birinci dersi anlatıyorum. Bir karış toprak için can veriyorsak, bunun nedeni o bir karışın kaybı ile tüm ülkenin kaybedileceğini bilmemizdir. Bunun için kendini suçlamaktan vazgeç. Kocan uzun yıllar askerlik yapmış, her gün ölümün kucağına gitmiş. Ne mutlu ki şehit olmuş. Buna sevinmelisin. Hem eminim o senin pişmanlığını ve onunla küs olmadığını biliyordur.”

Uğur, konuşurken iyice yerleştiği göğsün üstenden kalkmak istemiyordu ama Erhan'ın söyledikleri içini gerçekten rahatlatmıştı. Erhan da bir askerdi. Cephede olmasa da askerdi! Biraz doğruldu yüzünü görecek şekilde başını çevirdi. Sonra küçük bir öpücüğü yanağına bıraktı. Erhan, inanamaz gözlerle baktı kendisine. Uğur utanarak geri çekilmek istedi. Ama bir kez daha Erhan omuzlarından çekti. Eğilip o da yanağından öptü. Sonra bir daha öptü. Ama ikincisi yanağı ile dudağı arasındaydı. Üçüncü kez öpecekti. Bu öpücük doğru yere ulaşacaktı. Ama Uğur'un o an gözlerinde gördüğü korku ile durdu.

“Özür dilerim.” Erhan, yanlış anlamıştı o öpücüğü. Uğur'u korkutmuştu. Oysa Uğur ona sadece teşekkür etmişti. Şimdi yine uzaklaşacaktı. Erhan, ne yapacağını bekliyordu. Uğur, derin bir nefes aldı. Biraz doğruldu ama uzaklaşmadı. Yüzünü Erhan'dan yana çevirdi. O kadar yakındılar ki, ikisi de birbirinin gözünün içine bakıyordu. Erhan o an bu kadına aşık olduğunu anladı. Kardeşlerinin başına gelen kendi başına da gelmişti!

Uğur, o özrün neden olduğunu biliyordu. O an özrü kabul etse neler olacağını biliyordu. Erhan uzaklaşacaktı. Bir daha asla onu öpmeyecekti. Böylece o da Erhan ile sadece arkadaş kalacaktı. Hem sadece arkadaş değil akraba da olacaklardı. Yeter miydi o kadar yakınlık?

Uğur, gözlerine bakan gözlere baktı. Yetmeyeceğini biliyordu! Ama korkuyordu! Yine de az önce kendi yanağı ile dudağı arasına kondurulan öpücüğü iade etti.

Erhan inanamamıştı. Uğur onu öpmüştü. Hem de aynı kendisi gibi. O zaman?

Erhan, bu kez dudaklarından öptü. Ama küçük bir öpücüktü. Varla yok arası. Bir saniye sonra aynı öpücük Uğur tarafından dudaklarına kondu.

Erhan, Uğur'un her öpücüğüne aynı şekilde yanıt verdiğini anladığı için yeniden uzandı dudaklarına. Bu kez dolu dolu öptü. Uğur da aynı şekilde yanıt verdi.

Erhan, ürkütmekten korkarak yeniden ama daha büyük bir öpücükle dudaklarına uzandığında Uğur da ona doğru uzanmış aynı derinlikte yanıt veriyordu.

Erhan, o an vücudundaki değişimin de farkına vardı. Tahrik oluyordu. Aylardır korkusunu yaşadığı şey kendiliğinden düzelmişti. Hayır, kendiliğinden değil, Uğur sayesinde düzelmişti. Aylardır yaşadığı korkudan sonra bu kadar mutlu olacağını, tahrik olmuş halini gizlemek için uğraşacağını hiç düşünmemişti. Ama o an Uğur'u yine korkutmamak için kendini frenliyordu. Uğur da ikisi arasında yaşananları tam kavrayamıyordu. Nasıl bu hale gelmişlerdi? Nasıl daha da fazlasını ister olmuştu? Bunun nedeni Erhan'ın kendisine olan yaklaşımı mıydı? Yoksa kabuğundan çıkma çabası mıydı? Nedeni ne olursa olsun, o an yine öpmek istiyordu o dudakları...

“Uğur, biraz hava alalım mı? Şu camı açayım biraz. Hala üşüyor musun?”

“Üşüyor muyum?” İçi alev almış gibiydi. Az önce üşüdüğünü bile anımsamıyordu. Hatta o öpücüklerden önce yaşananları bile tam anımsayamıyordu.

Erhan yanıtına gülerek yataktan kalktı. Camı açıp bir süre derin nefes aldı. Uğur'un yanına dönmek, yine kollarına almak istiyordu ama yavaş olmalıydı. Şu halleri bile çok büyük bir gelişimdi. Daha hızlı olup korkutmak, kaçırmak istemiyordu. Camdan gelen serin hava ile biraz kendine gelmişti. Camı kapatıp tekli koltuğa oturdu. O an aklında olan bir sürü soruyu kulak arkası etti. Ortamı rahatlatmak için,

“Neden bu kadar kısa saçların? Yani sana çok yakışıyor ama kız kardeşlerin gibi uzun saç da sana yakışırdı eminim.”

“Atilla, benim uzun saçlarıma takmıştı. Saçtan nefret ederdi. Hele sağda solda dökülmüş saç tellerini görünce çıldırırdı. Ben de uzun saç severdim. O ölünce bir gün kendimi kuaförde buldum. Kısacık kestirdim. Sonra alıştım kısa saça ve bir daha uzatmadım.” İşte bunu da kimseye anlatmamıştı. Ama Erhan ne sorsa, son noktasına kadar yanıtlıyordu onu.

“Peki şimdi yeniden uzatmayı düşünür müsün?”

“Evet.”

Erhan, sorunun ardındaki soruya yanıt almıştı.
‘Artık Atilla için değil kendin için yaşar mısın?’

“Peki, bir soru daha.”

“Ben de sormaya başlayacağım. Ne kadar çok soru sordun.”

“Önce bunu da yanıtla. Sonra soracağın her soruya yanıt veririm.”

“Sor.”

“Sen acıkmadın mı? Saat bir oldu!”

“Açım. Hem de çok.” Gülerek söylemişti bunu.

Ayağındaki sargının üstüne çorap giymiş, terlik ile aşağı inmişti. Öğle yemeğinden sonra yola çıkılacaktı. Dün akşamdan valizlerini toplamış oldukları için yemek sonrası sadece son kalan birkaç parçayı da valizlerine yerleştirdiler. Uğur kapıya doğru tek koltuk değneği ile yürüyordu. Erhan da diğerini kullanıyordu.



Otobüse bindiklerinde, Erhan Uğur'un ayağı yüzünden en arka koltuklara oturmalarını söylemişti. Uğur ayağını boş koltuğa doğru uzatıyor, böylece Erhan'a yaslanıyordu. Erhan özel olarak ayarlamıştı bu oturuş şeklini. Böylece ona sarılıyor, arada yanağına küçük kaçamak öpücükler konduruyordu. Oyuncular aralarındaki samimiyetin farkına varsalar da seslerini çıkartmıyordu. Bir saat kadar sonra mola verdiler. Son bir saatlik yol kalmıştı. Yine aynı şekilde arkada oturuyorlardı. Erhan, aralarında olanların ne olduğunu, nasıl davranmaları gerektiğini bilemiyordu.

“Bizimkilere ne diyeceğiz? Dillerine düşeceğimizin farkında mısın?”

“Bir şey söylememize gerek var mı?”

“Uğur Hanım, sizden çok hoşlandığımı bildiğime göre, bunu neden saklayayım? Ama sen saklamak istiyorsan?”

“Yani biz şimdi seninle çıkıyor muyuz?”

“Lisede olsaydık çıkıyor olabilirdik. Ama sanırım şu an bize sevgili demek daha doğru olur.”

“Sevgili mi? Erhan, daha yavaş olalım lütfen. Senden hoşlandığımı inkar edemeyeceğim bir durumdayım ama daha fazlası değil. Bu kadar karmaşanın arasında değil.”

“Tamam. Yavaş oluruz. Zaten daha en başında değil miyiz? O zaman yavaş olmamız en doğalı.”

“Böylece kardeşlerimizin dilinden de bir süre kurtuluruz.” Uğur da kızların neler diyeceğini düşündüğünde dehşete kapılıyordu.

“Onlara çaktırmamak için onlarla birlikte oluruz. Böylece altı kişi bir arada vakit geçiririz. Biz yine uzak durur arada dans falan ederiz. Onlardan uzakta ise birbirimizi daha yakından tanırız. Ne diyorsun?”

“Güzel fikir. Böylece hem göz önünde olacağız hem de gizleneceğiz.”

“Peki, bu güzel fikrim için beni kutlamaya ne dersiniz, Uğur Hanım?”

“Erhan Bey, sizin bu kadar fırsatçı olduğunuzu bilmiyordum.”

“Ben de senin bu kadar neşeli olduğunu bilmiyordum. Gülmek sana çok yakışıyor.”

“Erhan, seninle konuştuklarımız...”

“Seninle konuştuklarımızı o odada bıraktık.” Cümlesi bittiğinde Uğur, Erhan'ın beklediği öpücüğü kondurdu dudaklarına.

“Teşekkür ederim. Sana bir şey daha söyleyeceğim. Ama bunu da kimseye söylemeyeceksin.”

“Söyle.”

“Sen bana ne yaptın? Hayatımda kimseyi istemiyorum diyen ben, seninle neden ve nasıl bu hale geldim?”

“Bunu kime dedin bilmiyorum ama bazı soruların yanıtı ben de bile yok. Bunu da zamana bırakalım mı?”



*****  

2 yorum: