*****
İbrahim, Yunus'u aramış evin tarifini almıştı. Taksiden indiğinde
birazdan Zeycan'ı göreceği için çok heyecanlıydı. Zili çaldığında elleri bile
terlemişti. Oysa hava çok soğuktu. Birkaç saniye sonra kapı açıldığında donup
kalmıştı. Kapıda Zeycan şaşkınlıktan açılmış gözleri ile İbrahim'e bakıyordu.
İbrahim de ondan farklı değildi. İçeriden seslenen Meliha Hanım, Zeycan'dan ses
çıkmayınca kapıya gelmiş ikisini o şekilde bulmuştu.
“Buyurun, kime bakmıştınız?”
İbrahim, kendisini toparlamış ve zorla sesini çıkartarak kendisini
tanıtmıştı. Meliha Hanım hemen içeri davet etti. Zeycan ise hala konuşamıyordu.
En sonunda İbrahim elini tutup sıktığında kendine gelebildi.
“Hayal gördüm sandım. Gerçekten sen buradasın. Nasıl geldin?”
“Uçakla.” İbrahim artık toparlanmıştı. Ayakkabılarını çıkartıp
içeri girerken Zeycan'ın o şaşkın hali ile dalga geçiyordu. Sevdiğini sağ salim
ve şaşkın gördükçe keyfi yerine geliyordu.
Erhan'ın ailesi ile tanışmıştı. Erhan’ın, akşama doğru geleceğini
bildiği için o saate kadar Zeycan'ı gezdirmeyi umuyordu. Yarım saat kadar sonra
ikili hazırlanıp çıkmıştı evden.
Zeycan bir haftadır İstanbul'daydı ama hiç gezmemişti. Yunus ile
Sedat çalıştığı için vakitleri olmuyordu. Akşamları da kız arkadaşları ile
birlikte olmaları gezmelerine engeldi. Bu da İbrahim için büyük fırsattı. İlk o
gezdirecekti kendi sevdiği yerleri sevdiğine! Bir süre araba ile gezmişler,
sonra Anadolu Kavağına gitmeye karar vermişlerdi. Böylece Anadolu Yakasının tüm
kıyı şeridini görmüş olacaktı.
Kavakta yediği balığın hayatında yediği en lezzetli yemek olduğuna
bahse girebilirdi Zeycan. İbrahim ile yaptığı her şey zaten çok güzeldi.
Anadolu kavağındaki kaleye çıkıp boğazı seyretmek de çok güzeldi.
Hava çok soğuk olduğu için sıkı sıkı giyinmişti ikisi de. Ama yine de Zeycan
üşüyünce ısıtmak için İbrahim ellerini ovalamaya başladı. Sonra da Zeycan’ın
sırtını kendi göğsüne yasladı. Böylece hem sırtını soğuktan koruyor hem de
kollarının arasında tutuyordu. Başını, başına dayamış, buz gibi olmuş yanağını
da ısıtmaya çalışıyordu. En sonunda daha fazla dayanamamış, yanağına
dudaklarını bastırmıştı. Zeycan yanağından başlayan sıcaklığı bir süre sonra
ayak parmaklarında bile hissediyordu.
İbrahim, kollarının arasındaki genç kızı çevirmişti. Şimdi göğsü
göğsünde duruyordu. Gözlerine baktı.
“Üşüyor musun hala? Dönelim mi?”
“Dönmeyelim!” Zeycan üşüyordu ama onun kollarında olmak için
üşümeye değerdi. Kendisini ağabeylerinin yanında hissettiğinden daha da güvende
hissediyordu.
İbrahim dudaklarına eğildi. Zeycan o dudakları bekledi. İlk
öpüşmeleri ikisini de iliklerine kadar titretmişti. İbrahim bir süre sonra
dudaklarını çekti.
“Zeycan, sana aşığım, bir tanem. Seni çok seviyorum.” Hayatında
ilk kez söylüyordu ama çok güzeldi bunu söyleyebilmek.
“Ben de seni çok seviyorum.” Tüm yüreğinden gelmişti yanıt.
“Benimle İstanbul da yaşayacak kadar mı?” İbrahim, bu sorunun
yanıtından çok korkuyordu. Gerçi kendisi de Gaziantep de yaşayabilirdi ama
istediği sevdiğini orada olabilecek kötülüklerden uzak tutmaktı.
“Yanına taşınmamı mı istiyorsun?” Zeycan afallamıştı. Doğru mu
anlamıştı? Ağabeyleri onu, ölse yollamazdı bu şekilde.
“Sen beni, ağabeylerine öldürtmeye niyetlisin sanırım. Ben sana
evlenme teklif ediyorum.” İbrahim yanlış anlaşıldığını fark etmiş hemen
düzeltmişti. Zeycan’ın yüzü gülmeye başlayınca o da rahatlamıştı.
“O zaman yanına taşınırım.”
“Bu evet mi demek?”
“İbrahim, sen hep derdini dolaylı yoldan anlatıyorsun. Yanıtları
dolaylı alınca neden anlamıyorsun?”
“Benimle dalga geçme Zeycan.” Sözde kızmış gibi kaşlarını çatmıştı
ama yüzündeki gülümsemeyi silememişti.
“Seninle dalga geçmiyorum. Seninle birlikte dalga geçmek
istiyorum.”
İbrahim, soğuk havayı artık hissetmiyordu. Kollarının arasındaki
kadın teklifine evet demişti. Onu yine öpücüklere boğdu. Bir süre sonra arabaya
doğru yürümeye başladılar. O gün akşama kadar İstanbul'u dolaştılar. Birçok
yeri elbette arabadan görmüştü Zeycan ama evlendiğinde İstanbul da yaşayacaktı.
O zaman hepsini tek tek gezecekti.
İbrahim hayatının nasıl değiştiğini düşünüyor ve bu değişimi
mutlulukla karşılıyordu. Zeycan hayatındaki en önemli kişi olmuştu.
İbrahim için iki önemli olay vardı artık. Birincisi ve en önemlisi
Zeycan’ın ailesine, onu sevdiğini ve evlenmek istediğini söylemek. Diğeri de
İstanbul ve civar iller ile sınırlı görev bölgesi için dilekçe vermek...
*****
Son sabah Sevilay ile annesi de Erhan ve Uğur ile birlikte
kahvaltı yapmıştı. Birlikte son sabahın keyfini çıkartmışlardı.
Uğur, kahvaltı sonrası yürüyüşe çıkmak için hazırlanırken, Erhan,
onu yürüyüşe nasıl yollamayacağını düşünüyordu. Dışarıda çok soğuk bir hava
vardı. Yerler buzlanmıştı. Çok tedirgindi. Ama bir şey söyleyemeden çıkmıştı
Uğur. Beş dakika geçmeden bahçeden bir ses geldi. Bir kadın bağırıyordu.
Danışmadaki çocuğa gidip, sesi takip etmelerini söylediğinde aklına gelenin
Uğur'un başına geldiğinden emindi. Yanılmamıştı. Birkaç dakika sonra Uğur, tek
ayağının üstünde sekerek kolunda otel görevlisi ile geliyordu. Yüzünden acı
çektiği belliydi.
Erhan bir kez daha o kapının dışına çıktı. Aslında koşarak
kucağına almayı çok istese de yapamayacağını biliyordu. Yaklaştıklarında,
dikkatlice iki üç adım atıp kendi koltuk değneklerini verdi ona. Böylece daha
az canı yanarak yürüyecekti. Erhan çok üzülmüştü onu öyle görünce. Onun can
acısı ile yüzünü buruşturması kendi canını yakıyordu neredeyse…
“Keşke engelleseydim seni.” İçinden geçenleri söylemişti…
“İnat etmeyeceğimden emin misin?”
“Sen inat etsen de benim canım bu kadar acımazdı.”
Uğur, cümlenin anlamını kavramaya çalışmadı. O an kendi canının
acısı zaten engeldi buna.
Erhan, “Yanında bandaj ve krem var mı? Önce biraz buz yapalım.
Gerçi buz yeterince dert açtı başımıza ama şu an gerekiyor.”
“Odamda var her şey. Dolabımda buz poşeti de var.”
“Doktoru çağıralım mı, kendin halleder misin?”
“Duymamış olayım. Hallederim.” Uğur, asansöre doğru yürümeye
başlamıştı. Erhan da onunla yürüyünce soru dolu bakışlarla döndü.
“Sana yardım ederim diye düşündüm.”
“Teşekkürler” derken acısını unutmuş gülümsüyordu.
Odaya çıktıklarında Erhan onu koltuğa oturttu. Hemen gösterdiği
yerden ilk yardım çantasını getirdi. Sonra mini buzdolabındaki buz poşetini
aldı. Bu sırada Uğur, botunu çıkartmaya uğraşıyordu. Erhan, kendine dikkat
ederek ama yine de hızlı bir şekilde Uğur'a yaklaştı. “Bana bırak.”
Uğur, istemese de Erhan çoktan sehpanın üstüne oturmuş Uğur'un
botuna uzanmıştı. Hızlı hareketlerle ayağından önce botu sonra kalın
çoraplarını çıkarttı. Bilek kemiğinin etrafı kızarmıştı. Moraracağı belliydi.
Önce buz koyup bir süre öyle kalmasını sağladı. Ama bu Uğur'un üşümesine neden
olunca yatağın üstündeki örtüyü alıp omuzlarına sardı.
“Çok üzgünüm ama buz yapılmasını siz söylüyorsunuz. Isınırsın
şimdi.”
“İnşallah yoksa zatürree olacağım.”
“Uğur, o buz bir süre duracak. İstersen yatağa gir. En azından
üşümeni engelleriz.”
“İyi olur. Bir de çay isteyeyim. Sen de içersin değil mi?”
“Ben isterim. Sen doğru yatağa!”
Uğur, ayağına basmadan, koltuk değneklerine dayanarak yatağına
ulaştı. Yorganın altına girdi ama yatmak yerine sırtını başlığa dayadı. Boynuna
kadar yorganı çekmişti. O sırada Erhan buzu ayağının üstüne yerleştirmeye
uğraşıyordu.
“Kıpırdanmayı keser misin? Buz durmuyor.”
“Sen iyi ki benim işimi yapmıyorsun. Hastalarının vay haline!”
“Kim demiş. Ben sana, senin bana davrandığın gibi davranıyorum.
Sana ayağın acıyor diye acıyacağımı sanma.”
“OOO sen gerçekten işimi elimden alacaksın.”
Uğur, Erhan ile konuşurken hem ayağının acısını hem de üşüme
hissini unutmuştu. Ona laf yetiştirirken tek istediği biraz daha konuşmaktı.
Oda servisi çaylarını getirdiğinde ikisi de konuşmadan içmeye başladı. Buz
erimeye başladığında Uğur, Erhan'a hangi kremi istediğini söylemişti. Kendisi
biraz masaj yapacaktı. Ama Erhan kremi eline alıp da yatağa oturunca bu işi
Erhan'ın yapacağını anladı.
“Ben yaparım sen zahmet etme.”
“Bunca zamandır bana yaptıkların zahmet miydi? Şimdi ben sana
küçücük bir yardımda bulunacağım. Rahat dur olur mu?”
Uğur, Erhan'ın yumuşacık hareketlerle ayak bileğine kremi yedirmesini
izledi. O kadar doğal gelmişti ki sahne! Erhan ise o an sadece elinin altındaki
bileğe odaklanmıştı. Yavaş yavaş kremi yediriyor bazen canı yanan Uğur'un
sıçramaları ile duraksıyordu. Birkaç dakika sonra sargısı yapılmıştı.
“Gerçekten bu işlerde iyisin.”
“İki erkek kardeşim vardı. Ve onların yaramaz olduğunu anımsatmama
gerek yok. Evde de sık sık sargı işlerine bakardım.”
“Kardeşlerine çok bağlısın. Her an gözün üstlerinde.”
“Çocukluktan kalma alışkanlık. Ben hep ağabeydim. Sanırım sen de
hep abla oldun?”
“Öyle. Ama sana ağabeylik yakışıyor. Ve görüyorum ki kardeşlerime
bile ağabeylik yapıyorsun.”
“Kıskanmıyorsun değil mi? Onlara da göz kulak olmak sanırım doğal
bir tepki. Onlar benim kardeşlerimin sevdiği kızlar. Artık benim için
kardeşler.”
“Kıskanmıyordum ama bu kadar sevgiden sonra kıskana bilirim. Ya
seni benden çok severlerse?”
“Sen onlara uzun zaman annelik de yapmışsın. İşte senin elinden
alamayacağım tek unvan bu. Yani korkma, seni hep daha çok sevecekler.”
“Şimdi rahatladım.” Onun gözündeki konumu çok hoşuna gitmişti.
Evet, ablalıktan daha çok annelik yapar olmuştu. Bunu birilerinin takdir etmesi
hoşuna gitti.
“Ağrın var mı?”
“İyiyim. Bir süre sonra yürürüm. Böylece daha çabuk geçer. Aksi
halde her üstüne bastığımda çığlık atabilirim.”
“Çığlığını duydum. Bir daha gerek yok duymama.”
“Nasıl duydun?” Çok şaşırmıştı.
“Düştüğünde bağırdın ya. Sesini duydum.”
“Sen mi duydun? Ben de danışma duydu sandım.”
“Sen dışarı çıkmaya hazırlanırken içime bir şey doğdu. Sana
seslenmek istedim. Ama sen çıkmıştın. Ben de gözüm kulağım kapıda seni
beklemeye başladım.” Erhan doğruları söylüyordu ama Uğur şoke olmuş bir şekilde
dinliyordu. Neden kendisi ile bu kadar ilgileniyordu?
“Altıncı hissin kuvvetli midir?”
“Sanmam. Neyse birer çay daha içelim mi?”
İkinci çaylar gelene kadar ikisi de sessiz kaldı. Bu arada Erhan
odadan çıkması gerekip gerekmediğine karar veremiyordu. Uğur ise onunla
konuşmaktan keyif aldığı için sessizliği istemiyordu. Çaylar gelince
televizyonu açtı Uğur.
Erhan, “Yalnız mı kalmak istiyorsun?” diye sorduğunda, “Hayır
birlikte film izleriz diye düşündüm. Ama sıkıldıysan sorun yok.”
“Sıkılmadım. Ama burası televizyona göre pek rahat değil.”
Uğur, yatağın biraz daha kenarına çekilip yanında Erhan'a yer
açtı. Erhan iri yapısına rağmen ona değmeden oturmayı başarmıştı. Önce bir
komedi dizisinin tekrarını buldular. Birlikte gülerek izlediler. O bitince yine
kanal karıştırmaya başladı Uğur. Bu kez haber kanallarından birinde Hakkâri de
üç şehit verildiğini yazıyordu. Uğur'un kanalı değiştirene kadar geçen üç
saniyede bile tüm dünyası değişmişti. Gözleri dolmuştu. Erhan kumandayı elinden
alıp televizyonu kapattı.
Uğur, yine donuk gözler ile karanlık ekrana bakıyordu. Az önce
üşüyen o değilmiş gibi alnında ter damlaları birikmişti. Erhan ne yapacağını
bilemeden baktı bir süre. Sonra yumuşak bir sesle konuşmaya başladı.
“Bana neler olduğunu anlatır mısın? Benim asker olmam, bir sürü
şehit haberi almış olmam, şu an bana diyor ki, senin tepkilerinde farklı bir
neden var. Nedir seni bu kadar üzen?”
“Anlatamam. Lütfen sorma.” Uğur, o kadar üzgündü ki tek kelime
etmek istemiyordu.
“Ben, askeriyenin sırlarını saklayın biriyim. Şu an bana
anlatacağın her şey burada kalacak. Seni bu kadar üzen, sinirlerini bu kadar
yıpratan ve hala içinden atamadığın nedir?”
“Erhan, lütfen sorma.”
“Uğur, sordum ve yanıt istiyorum. Söz veriyorum, ne anlatırsan
anlat sadece bende kalacak. Sırrın sırrım olacak. Ama inan anlattığın an artık
eskisi kadar üzmeyecek.”
“Erhan, söze dökemiyorum. Kelimeler dudaklarıma bile ulaşmıyor.”
İkisi de konuşurken birbirine bakmıyordu. İkisi de sırtını yatağın başına
dayamıştı. Uğur yorganın altında, Erhan ise üstünde oturuyordu. O oturma
düzeninin el verdiği ölçüde Uğur'a yakınlaştı. Elini omzuna attı ve “Anlat
artık.” dedi yumuşacık bir sesle. Omzundaki elin verdiği güven ve ses tonundaki
sıcaklık üç yıldır içinde tuttuklarını kesik kesik cümlelerle, sık sık derin
nefesler alarak ve üstündeki yorganın sağını solunu avuçlarının içinde bükerek
sözlere döktü.
“Atilla o yılbaşı izine geldiğinde, benim işten ayrılmamı, kendisi
ile Hakkâri'ye gitmemi, orada çocuk sahibi olmamı istedi. Bir yıl sonra zorunlu
hizmeti biteceği halde, inatla günlerce bunu konuştu. Ben de bebeğimiz olsun
istiyordum ama babasının, yurdun öbür ucunda olduğu bir bebek büyütmek
istemiyordum.” Sustu. Bunlar en kolay kısmıydı. Bunları söylemek içini acıtsa
da hala nefes alıyordu. Ama sonrası... O susunca Erhan omzunu biraz daha sıktı,
“Devam et.” dedi.
“Erhan, çok zor...”
“Uğur, anlattığında o kadar da güç olmayacak. Hadi bak yarısını
anlattın zaten. Devam et güzel gözlü.” Son cümlesini gerçekten öyle hissederek
söylemişti. O an, ona sarılıyor olmak da çok doğal geliyordu. Hatta cesaret
vermek için öpmeyi de çok istiyordu. Ama öpmek için gereken cesarete kendisi
sahip değildi.
Uğur yeniden anlatmaya başladı.
“İzni boyunca her baş başa kaldığımızda bunu konuştuk. Ve her
seferinde kavga ettik. Kısa süre kalacağını bildiğim için hep barıştım. Ama
izninin bittiği gün yine aynı şeyleri söyledi. Benim işimin kendi işi ile
kıyaslanamayacağını, işi bırakmamın tek öneminin kendime olduğunu, doğru karar
vermezsem, doğru kararı kendisinin vereceğini söyledi. O kadar sinirlendim ki,
neymiş o doğru karar, diye sordum. O da bana sinirle, boşanırız olur biter
dedi. Uzak evlilikler yürümez derlerdi de inanmazdım, dedi. Bizim evliliğimiz
de yürümüyormuş. Ben başıma buyruk davranıp kocamı hiç düşünmüyormuşum.”
Farkında değildi ama artık ağlayarak anlatıyordu. O anları
yaşıyor, yine o günkü kavgada duyduğu kırıcı sözlerin karşılığında üzülüyordu.
Ama asıl üzüldüğü kendi verdiği yanıtlar ve sonrasıydı.
İşte onları anımsamak ve söze dökmeye çalışmak gözyaşlarını
arttırıyordu. O ağlayınca Erhan dayanamadı. İlk kez bir kadının gözyaşları ona
sahte gelmiyordu. İlk kez bir kadının ağlamasını avutmak istiyordu. Elini
uzatıp yanaklarından süzülenleri sildi. O sildikçe Uğur biraz daha ağladı.
“Devamını da anlatır mısın?”
“Erhan, ben üç yıldır hiç ağlamamıştım. Senin yanında ağladığım
için utanmam lazım belki ama...” Ama utanmıyordu. Aksine onun yanında ağlamak
çok doğal geliyordu.
“Utanmak mı? Bırak bunları da rahat ağla.” Erhan o an içindeki
sevinci yadırgıyordu. O kadına bu kadar yakın olduğunu, kendini bu kadar yakın
hissettiğini bilmiyordu. Ama Uğur da onu yakın hissetmiş olmalı ki onun yanında
ağlıyor ve konuşmak istemediği bir olayı anlatıyordu.
“Sonra ne oldu?”
“Sonra... Sonra o kadar büyük bir kavga ettik ki... O boşanma lafı
beni çok kırmıştı. Ertesi sabah yola çıkana kadar benden defalarca özür diledi.
Beni özlediği için yanında istediğini söyledi. Onun için o kadar kaba konuştuğunu
tekrarladı durdu. Ama hiçbir özrünü kabul etmedim. Sabah yola çıktığında hala
küstük. Birliğine ulaştığında aradı ama telefonunu açmadım. İki gün sonra yine
aradı ama hala küstüm ben ona. Yine açmadım.”
Sesi yükseliyordu. Her kelime biraz daha ciğerlerinden sökülerek
geliyordu.
“Lanet olsun yine açmadım. Ben o telefonu açmadım! Neden açmadım
Erhan? Neden küçük bir kavgayı bu kadar büyüttüm? Neden kocamı öldürdüm? Benim
yüzümden öldü. Ben öldürdüm onu. Telefonunu açsaydım, onu affettiğimi söyleseydim,
ölmeyecekti. Aklı bende kalmayacaktı. Eve cenazesi değil canlı bedeni
gelecekti. İşte ben böyle lanet bir insanım. Ben hiçbir şeyi hak etmeyecek
kadar kötüyüm. Ama ben yaşıyorum. Hala nefes alıyor ve her gün kendime lanet
okuyorum.”
Uğur, sustuğunda Erhan söyleyecek bir şeyler aradı. Ama o an
söylenecek söz yoktu. O da sustu. Tek yaptığı, sarıldığı omuzu iyice göğsüne
çekmek, iki kolu ile sarılmak oldu. Uğur, yaslandığı göğüste ağlıyordu. Üç
yılın gözyaşını döküyordu. Omuzlarının sarsılması yavaş yavaş şiddetini
azalttı. Uzun bir süre sonra sadece içini çekerek ağlamaya devam etti.
“Üç yıldır, annesinin yüzüne her baktığımda, oğlunun katili
olduğumu anlayacağını düşünüyorum. Anlatmak istiyorum ama beceremiyorum. Dilim
tutuluyor. Oğlun benim yüzümden öldü, diyemiyorum. Acısına bir acı da ben
eklemek istemiyorum.”
“Uğur, şimdi sana ne söylesem senin düşüncelerini değiştirmeyecek.
Ama bildiğim tek şey var. Hiçbir asker, karısı ile kavga etti diye hata yapmaz.
Eminim eşinin de işi söz konusu olduğunda seninle olan kavgasını aklının
köşesinden geçmemiştir. Senin Allah inancın yok mu?”
“O nasıl bir soru? Elbette var.”
“O zaman, hepimizin vadesinin bir gün dolacağını ve bunu sadece
Allah'ın bildiğini biliyorsun. Bu manevi kısmıydı. Mantık kısmını da ben sana
açıklayayım. Eşinin adı neydi?”
“Atilla.”
“Atilla, adı gibi savaşçıymış. Çatışma o bölgenin her yerinde, her
anında var. Hele dağlık arazide neredeyse olaysız gün geçmiyor. Emin ol, Uğur,
seninle zerre ilgisi yoktur. Askerin aklında tek bir kadın, tek bir anne olmaz.
Tüm kadınları koruması gerektiğini, tüm anneleri savunması gerektiğini bilir.
Karısı savaş anında belki de aklına en son düşecek kişidir. Önce askerleri
vardır. Önce onları, sonra tüm vatan toprağını düşünür. Ne kavga, ne küslük, ne
de açılmayan telefonlar aklının köşesinde yoktur. Çünkü işini doğru yapamazsa,
geri döndüğünde evini, karısını çocuğunu bulamayacağını bilir. İşte asker onlar
için savaşırken, ölmüş ise, yerini alacakların, onun karısını, annesini, kız
kardeşini koruyacağını bilir.”
“Erhan, bunları beni rahatlatmak için anlatıyorsun.”
“Uğur, rahatlatmak için anlatsam, bir sürü kahramanlık hikayesi
falan anlatırdım. Ama seni rahatlatmak değil, bir askerin eğitiminde ona
verilen birinci dersi anlatıyorum. Bir karış toprak için can veriyorsak, bunun
nedeni o bir karışın kaybı ile tüm ülkenin kaybedileceğini bilmemizdir. Bunun
için kendini suçlamaktan vazgeç. Kocan uzun yıllar askerlik yapmış, her gün
ölümün kucağına gitmiş. Ne mutlu ki şehit olmuş. Buna sevinmelisin. Hem eminim
o senin pişmanlığını ve onunla küs olmadığını biliyordur.”
Uğur, konuşurken iyice yerleştiği göğsün üstenden kalkmak
istemiyordu ama Erhan'ın söyledikleri içini gerçekten rahatlatmıştı. Erhan da
bir askerdi. Cephede olmasa da askerdi! Biraz doğruldu yüzünü görecek şekilde
başını çevirdi. Sonra küçük bir öpücüğü yanağına bıraktı. Erhan, inanamaz
gözlerle baktı kendisine. Uğur utanarak geri çekilmek istedi. Ama bir kez daha
Erhan omuzlarından çekti. Eğilip o da yanağından öptü. Sonra bir daha öptü. Ama
ikincisi yanağı ile dudağı arasındaydı. Üçüncü kez öpecekti. Bu öpücük doğru
yere ulaşacaktı. Ama Uğur'un o an gözlerinde gördüğü korku ile durdu.
“Özür dilerim.” Erhan, yanlış anlamıştı o öpücüğü. Uğur'u
korkutmuştu. Oysa Uğur ona sadece teşekkür etmişti. Şimdi yine uzaklaşacaktı.
Erhan, ne yapacağını bekliyordu. Uğur, derin bir nefes aldı. Biraz doğruldu ama
uzaklaşmadı. Yüzünü Erhan'dan yana çevirdi. O kadar yakındılar ki, ikisi de
birbirinin gözünün içine bakıyordu. Erhan o an bu kadına aşık olduğunu anladı.
Kardeşlerinin başına gelen kendi başına da gelmişti!
Uğur, o özrün neden olduğunu biliyordu. O an özrü kabul etse neler
olacağını biliyordu. Erhan uzaklaşacaktı. Bir daha asla onu öpmeyecekti.
Böylece o da Erhan ile sadece arkadaş kalacaktı. Hem sadece arkadaş değil
akraba da olacaklardı. Yeter miydi o kadar yakınlık?
Uğur, gözlerine bakan gözlere baktı. Yetmeyeceğini biliyordu! Ama
korkuyordu! Yine de az önce kendi yanağı ile dudağı arasına kondurulan öpücüğü
iade etti.
Erhan inanamamıştı. Uğur onu öpmüştü. Hem de aynı kendisi gibi. O
zaman?
Erhan, bu kez dudaklarından öptü. Ama küçük bir öpücüktü. Varla
yok arası. Bir saniye sonra aynı öpücük Uğur tarafından dudaklarına kondu.
Erhan, Uğur'un her öpücüğüne aynı şekilde yanıt verdiğini anladığı
için yeniden uzandı dudaklarına. Bu kez dolu dolu öptü. Uğur da aynı şekilde
yanıt verdi.
Erhan, ürkütmekten korkarak yeniden ama daha büyük bir öpücükle
dudaklarına uzandığında Uğur da ona doğru uzanmış aynı derinlikte yanıt
veriyordu.
Erhan, o an vücudundaki değişimin de farkına vardı. Tahrik
oluyordu. Aylardır korkusunu yaşadığı şey kendiliğinden düzelmişti. Hayır,
kendiliğinden değil, Uğur sayesinde düzelmişti. Aylardır yaşadığı korkudan
sonra bu kadar mutlu olacağını, tahrik olmuş halini gizlemek için uğraşacağını
hiç düşünmemişti. Ama o an Uğur'u yine korkutmamak için kendini frenliyordu.
Uğur da ikisi arasında yaşananları tam kavrayamıyordu. Nasıl bu hale
gelmişlerdi? Nasıl daha da fazlasını ister olmuştu? Bunun nedeni Erhan'ın
kendisine olan yaklaşımı mıydı? Yoksa kabuğundan çıkma çabası mıydı? Nedeni ne
olursa olsun, o an yine öpmek istiyordu o dudakları...
“Uğur, biraz hava alalım mı? Şu camı açayım biraz. Hala üşüyor
musun?”
“Üşüyor muyum?” İçi alev almış gibiydi. Az önce üşüdüğünü bile anımsamıyordu.
Hatta o öpücüklerden önce yaşananları bile tam anımsayamıyordu.
Erhan yanıtına gülerek yataktan kalktı. Camı açıp bir süre derin
nefes aldı. Uğur'un yanına dönmek, yine kollarına almak istiyordu ama yavaş
olmalıydı. Şu halleri bile çok büyük bir gelişimdi. Daha hızlı olup korkutmak,
kaçırmak istemiyordu. Camdan gelen serin hava ile biraz kendine gelmişti. Camı
kapatıp tekli koltuğa oturdu. O an aklında olan bir sürü soruyu kulak arkası
etti. Ortamı rahatlatmak için,
“Neden bu kadar kısa saçların? Yani sana çok yakışıyor ama kız
kardeşlerin gibi uzun saç da sana yakışırdı eminim.”
“Atilla, benim uzun saçlarıma takmıştı. Saçtan nefret ederdi. Hele
sağda solda dökülmüş saç tellerini görünce çıldırırdı. Ben de uzun saç
severdim. O ölünce bir gün kendimi kuaförde buldum. Kısacık kestirdim. Sonra
alıştım kısa saça ve bir daha uzatmadım.” İşte bunu da kimseye anlatmamıştı.
Ama Erhan ne sorsa, son noktasına kadar yanıtlıyordu onu.
“Peki şimdi yeniden uzatmayı düşünür müsün?”
“Evet.”
Erhan, sorunun ardındaki soruya yanıt almıştı.
‘Artık Atilla için
değil kendin için yaşar mısın?’
“Peki, bir soru daha.”
“Ben de sormaya başlayacağım. Ne kadar çok soru sordun.”
“Önce bunu da yanıtla. Sonra soracağın her soruya yanıt veririm.”
“Sor.”
“Sen acıkmadın mı? Saat bir oldu!”
“Açım. Hem de çok.” Gülerek söylemişti bunu.
Ayağındaki sargının üstüne çorap giymiş, terlik ile aşağı inmişti.
Öğle yemeğinden sonra yola çıkılacaktı. Dün akşamdan valizlerini toplamış
oldukları için yemek sonrası sadece son kalan birkaç parçayı da valizlerine
yerleştirdiler. Uğur kapıya doğru tek koltuk değneği ile yürüyordu. Erhan da
diğerini kullanıyordu.
Otobüse bindiklerinde, Erhan Uğur'un ayağı yüzünden en arka
koltuklara oturmalarını söylemişti. Uğur ayağını boş koltuğa doğru uzatıyor,
böylece Erhan'a yaslanıyordu. Erhan özel olarak ayarlamıştı bu oturuş şeklini.
Böylece ona sarılıyor, arada yanağına küçük kaçamak öpücükler konduruyordu.
Oyuncular aralarındaki samimiyetin farkına varsalar da seslerini çıkartmıyordu.
Bir saat kadar sonra mola verdiler. Son bir saatlik yol kalmıştı. Yine aynı şekilde
arkada oturuyorlardı. Erhan, aralarında olanların ne olduğunu, nasıl
davranmaları gerektiğini bilemiyordu.
“Bizimkilere ne diyeceğiz? Dillerine düşeceğimizin farkında
mısın?”
“Bir şey söylememize gerek var mı?”
“Uğur Hanım, sizden çok hoşlandığımı bildiğime göre, bunu neden
saklayayım? Ama sen saklamak istiyorsan?”
“Yani biz şimdi seninle çıkıyor muyuz?”
“Lisede olsaydık çıkıyor olabilirdik. Ama sanırım şu an bize
sevgili demek daha doğru olur.”
“Sevgili mi? Erhan, daha yavaş olalım lütfen. Senden hoşlandığımı
inkar edemeyeceğim bir durumdayım ama daha fazlası değil. Bu kadar karmaşanın
arasında değil.”
“Tamam. Yavaş oluruz. Zaten daha en başında değil miyiz? O zaman
yavaş olmamız en doğalı.”
“Böylece kardeşlerimizin dilinden de bir süre kurtuluruz.” Uğur da
kızların neler diyeceğini düşündüğünde dehşete kapılıyordu.
“Onlara çaktırmamak için onlarla birlikte oluruz. Böylece altı
kişi bir arada vakit geçiririz. Biz yine uzak durur arada dans falan ederiz.
Onlardan uzakta ise birbirimizi daha yakından tanırız. Ne diyorsun?”
“Güzel fikir. Böylece hem göz önünde olacağız hem de
gizleneceğiz.”
“Peki, bu güzel fikrim için beni kutlamaya ne dersiniz, Uğur
Hanım?”
“Erhan Bey, sizin bu kadar fırsatçı olduğunuzu bilmiyordum.”
“Ben de senin bu kadar neşeli olduğunu bilmiyordum. Gülmek sana
çok yakışıyor.”
“Erhan, seninle konuştuklarımız...”
“Seninle konuştuklarımızı o odada bıraktık.” Cümlesi bittiğinde
Uğur, Erhan'ın beklediği öpücüğü kondurdu dudaklarına.
“Teşekkür ederim. Sana bir şey daha söyleyeceğim. Ama bunu da
kimseye söylemeyeceksin.”
“Söyle.”
“Sen bana ne yaptın? Hayatımda kimseyi istemiyorum diyen ben,
seninle neden ve nasıl bu hale geldim?”
“Bunu kime dedin bilmiyorum ama bazı soruların yanıtı ben de bile
yok. Bunu da zamana bırakalım mı?”
*****
Bu aşka bayıldım ve sonunda uğurun sırrını öğrendik 😊
YanıtlaSilteşekkürler canım...
Sil