12 Nisan 2015 Pazar

Alize & Poyraz 10. Bölüm

Akşam yemeğine az zaman kaldığını anlayınca, hemen bir duş almış mutfağa girmişti. Annesi fırından çıkarttığı tepsiyi tezgâha koyuyordu. En sevdiği fırında patatesli tavuktu pişen. Hep basit zevkleri olduğunu söyler takılırdı annesi. Suzan Hanım, bir sürü yemek kursuna gidip çeşit çeşit yemek yapmayı öğrenmiş, ama eşi ile kızının kısıtlı yemek talepleri ile her sorduğunda deliye dönmüştü. Bu kez sormadan kızının sevdiklerini yapıyordu. Salatanın da bir kısmının hazırlandığını görünce kalanını doğramak için tezgâhın başına geçti.
Yemeğin neredeyse sonuna kadar kimse pek konuşmadı. Mümkün olduğunca az konuşulurdu masada. Ama mutlaka kahve keyfi yapılır ve günün değerlendirmesi o kahve yudumlarının arasına karışırdı. İlk yudumunu höpürdeterek çeken Güngör Bey, arkasına yaslanıp, “Anlat bakalım dünya güzelim, ne yapacaksın? Ne yapmak istiyorsun?”
“Baba, aslında kendi işimi kurmak ve danışmanlık yapmak istiyorum ama bu aralar mümkün değil. Türkiye beni tanımıyor. Önce adımı duyurmam lazım. Birkaç firmaya CV mi İngiltere’den gönderdim. Aslında önümüzdeki hafta biri ile görüşmem var. Fakat Aslı, çarşambaya kadar bir şey yapma bekle, dedi. Ben de Salı günü görüşmeye gideceğim ama Aslı’nın söyleyeceklerini duymadan kabul edilsem de onay vermeyeceğim. O kız bana boşuna bekle demez.”
“Açıklamadı mı, neden bekle dediğini?”
“Bilmez misin onu? İnadı tuttu, sürpriz yapacakmış.”

“Hadi bakalım ne çıkacak altından”
O ana kadara konuşmaya katılmamış olan annesi, “Aslı, iyi bir şeyler planlamasa böyle konuşmaz. Bence de beklemekle doğru karar verirsin.” Dedi.
Alize, Pazartesi sabahı daha dinç kalktı yataktan. O günün tamamı boştu. Valizinden çıkan askıda düzelmeyen kıyafetlerini ütüleyerek öğlene kadar oyalandı. Öğleden sonra annesi ile bahçedeki kameriyeye gidip, gül ve karanfil kokuları altında çaylarını yudumladılar. Havuçlu kekten kesilmiş kalın bir dilimi midesine indirirken annesi, “ye bakalım hanımefendi, arkadaşının düğününe elbise bulamayacaksın!” dediğinde, “Bunları yapan da, bu kadar kalın dilimler kesende, beni bu genlerle doğurup kilo almamı engelleyen de sensin.  O yüzden ben rahatım. Sadece beni alacak adam zengin olmalı ki mutfak masrafına gücü yetsin.”
“Olur, öylesini ararız.”
“Aman anne şaka yaptım sakın bir şey arama bana”
“Olmaz sen tarif verdin ben bakarım etrafa. Kızıma zengin koca lazım o bir obur derim.”
“Aman anne, ciddisin sandım seni”
“Ciddiyim.”
Diyerek eve giren annesinin ardından kahkahayla gülmeye başladı. Annesinden en son bekleyeceği şeydi görücü usulü evlilik yapmasını ummak. Kendisi aşk evliliği yapmış ve daima kızına da âşık olup evlenmesini salık vermişti. Çevresinde gördüğü mantık evliliklerinin sonu da ortadaydı. Ya boşanma, ya da aldatma! Kızı âşık olmalıydı. Zengin fakir fark etmezdi. Alize de aynı fikirdeydi. Sürünmeyecek kadar parasının olması yeterliydi. Kendileri de çok zengin değillerdi. Sadece babasının işinin iyi olması nedeniyle rahat yaşamışlardı. O sırada yeni çaylarla geri dönen annesi hala gülümsüyordu.
Salı günü saat on birdeki görüşmeye beş dakika erken gitmişti. Ne bekletmeyi ne de bekletilmeyi sevmezdi. İlk işe başladığı zamanlar çok sevdiği en büyük patronu öğretmişti. ‘Ne çok vaktim var o yüzden erken geldim havası yarat, ne de işimi yetiştiremeyecek, geç kalacak kadar beceriksizim’ demişti. Alize de bu sözü dinlemiş, iş hayatındaki başarılarının temel taşlarından birinin bu yarattığı hava olduğunu da hep bilmişti.
İnsan Kaynakları Departmanının yöneticisi ile yaptığı kırk dakikalık görüşme aslında işi kesin aldığını belli etmişti. Firma birçok konuda kendi istediği şartları karşılıyordu. Tek istediği rahat çalışma saatleri kavramı ne yazık ki yoktu sabah dokuz akşam altı çalışacaktı. Gerçi İngiltere’de de öyle çalışmıştı ama İstanbul’da ailesine daha çok vakit ayırmak istiyordu. Yoksa derdi sabah uykusu ya da gece gezmeleri değildi. Aslı’ya verdiği sözü tutacağını bilerek görüşmeyi noktaladı. ‘Arayacaklardı’ en geç Çarşamba günü aranacağından emin, evin yolunu tuttu. Taksiden indiğinde Burak yine annesinin yanındaydı.
“Benim yerime konmuşsun bakıyorum Burak Bey”
“Alize abla, çok şanslısın biliyorsun değil mi?”
“Biliyorum canım. Bugünkü mönüde ne vardı?”
“Cevizli kurabiye”
“Pek güzel yapar”
“Evet haklısın ama sanki biraz sertti bugünküler. Aklı sende kaldı galiba. Bana ‘Nerde kaldı bu kız?’ diyordu.”
“Aaa ne oluyor size? Kurt kocayınca kuzunun maskarası olurmuş. Ben burada yokmuşum gibi çekiştiriyorlar. Burak? Nasıl sert olmuş kurabiyem?” dediğinde, en başta göz kırpıp konuşmaya başlamış ikili kahkahayı koy vermişti.
Annesinin meraklı sorusuna, “Görüşme iyi geçti ama şu Aslı ne diyecek çok merak ediyorum. Keçi gibi inat, biraz açıklasın bari… Ama olur mu, beni deli edecek ya, susuyor.”
“Bunca yıldır, birbirinizi çözemediniz mi? Söylemeyecek nasılsa, bekle yarın neyse öğrenirsin.”
O geceyi ve ertesi sabahı anlamsız bir heyecanla geçirdi Alize. Kahvaltıdan sonra televizyonda izlemeye değer bir şeyler aranırken, cep telefonu çalmaya başladı. Aslı’nın adını görünce heyecanı arttı. Güzel bir şeyler olacağının habercisi bu ruh haline şaşarak yanıtladı telefonu.
“Alo, Aslı? Nasılsın?”
“Bırak bunları. Kudurdun değil mi meraktan?”
“Bana bak…”
“İtiraf etttt”
“Evet kudurdum. Biraz daha söylemezsen seni de kudurtacağım.”
“Söylüyorum.”
“Söyle.”
“Aaa dur ya sen kapa ben önce Ercan’ı arayayım da akşam eve giderken ekmek almayı unutmasın”
“Aslııııııııııı”
“İşte bu… Çatlayan Alize.”
“Şansını zorluyorsun.”
“Biliyorum ama duyduklarından sonra beni nasılsa daha çok seveceksin!”
“Allah aşkına söyle… Gerçekten çatlayacağım.”
“Bir ekonomi dergisinde yazarlık nasıl bir iş?”
“Ne? Yazarlık mı? O ne be?”
“Hani yazı yazan kişiler vardır. Gazetelerde köşe yazarları falan! İşte öyle yazar. Ama bu haftalık bir ekonomi dergisi ve bu dergide hem soruları yanıtlayacak hem de köşesi olacak bir yazara ihtiyaç var. Sana onca yıl derslerimden tüyoları boşa aktarmadım değil mi? Beni doğru düzgün dinlediysen bu işi kıvırırsın.”
“Emin misin? Ben danışmanlık firmasında çok yazı yazdım ama aynı şey değil ki!”
“İnan aynı. Üstelik burada çok daha özgür olacaksın. Hele bir de verdiğin fikirler kazandırmaya başlayınca, adın kısa sürede duyulur. Kendi şirketini kurmak da o zaman çocuk oyuncağı olur.”
Alize, ilk an şaşırdığı bu işin aslında tam da kendisine göre olduğunu anlayınca sesinin tonu bile değişti.
“Aslı… Seni seviyorum canım… Bu iş gerçekten çok güzel ama beni alacaklarından emin misin?”
“Yok, emin değilim. Onun için hazırlan öğleden sonra ikide, vereceğim adreste ol. Dergi yeni yayınlanmaya başlayacak. Seni de işe alacaklardır ama tabii görüşme yapmadan olmaz.”
“Sen nereden biliyorsun bu işi?”
“Dergiyi yayınlayacak olan bizim firmamız. Ama yönetimi farklı olacak. Aslında aynı şirkette ve aynı binada farklı katlarda çalışacağız.”
“Sen ciddi misin? Eğer olursa gerçekten harika bir şey olur bu”
“Olur olur sen dediğimi yap. Normal bir kıyafet giy. Sakın fazla ağırbaşlı ya da fazla rahat olma. Derginin başındaki ağabeyimiz böyle konularda acayiptir. Döpiyesli kadınlardan da kotlu erkeklerden de hoşlanmaz. Arada bir şeyler ister.”
“Tamam, sorun değil. Adresi ver hadi. Hazırlanmam lazım.”
Görüşme umduğundan da iyi geçmişti. Her zamanki kuralı ile beş dakika erken gelmiş, daha doğrusu son yirmi beş dakikasını dergiye yakın bir çay bahçesinde geçirmişti. Beş dakika önce odasına henüz tam yerleşmediği belli olan sekreterin karşısındaydı. Çok kısa bekletilip odaya alındığında, Aslı’nın ne demek istediğini anlamıştı Alize.  Pantolon askıları, koca göbeğinin iki yanından zorla sırtına doğru dönmüş olan, elli beş-altmış yaşlarında babacan tipli patron ile karşılaşması, yüzlerindeki tebessümle birbirlerini süzmeleri ve sonra masanın önündeki koltuklara karşılıklı oturmaları ile görüşmenin resmi değil sıcak geçeceği anlaşılmıştı. İsmet Bey, beyaz üstüne mavi çizgili, spor yakalı gömleğinin içinde klimalı odanın keyfini sürüyordu. Alize ilk görüşte hoşlanmıştı kendisinden.
Deli dolu biriydi İsmet Bey. O cüssesine rağmen, bir oturuyor bir kalkıyor, daldan dala atlıyor, bir konuyu yarım bırakıyor başka bir konudan devam ediyor, sonra da yarım bıraktığı konuya aynı hızla geri dönüyordu. Alize, tüm bunların hızlı düşünmeyle ilgisi olduğunu biliyordu. Aynı derecede hızlı düşünüp, ona yetişebildiğini göstermekten memnundu.
Hem görüşme hem mülakat gibi olan bir saatlik muhabbetten sonra, İsmet Bey, “yarın başla” dediğinde Alize, sanki ilk defa iş bulmuş gibi sevindi. Büyük bir basın kuruluşu oldukları için maaşları da imkânları da çok iyiydi. En çok hoşuna giden ise çalışma saatlerinin esnekliğiydi. İlk zamanlar daha yoğun olsalar da sonradan rahatlayacaklarını açıklamıştı. İlk birkaç yazısında yardımcı olacağını, sonra zaten bildiği işini yazacağı için rahatlayacağını söylemiş, Alize’nin tek tedirgin olduğu konuyu da çözmüştü.
Derginin olduğu kattan iki kat alta inip, arkadaşına uğradı
. Yüzünden düşen bin parça bir tavırla yanına gelen Alize’ye bakan Aslı,” Hiç numara yapma yarın başlıyormuşsun” dediğinde Alize de gülmeye başladı. “Sizin neden başarılı bir ekip olduğunuzu anladım. Çok hızlısınız.”
“Artık, sen de bu ekibin bir parçasısın hayatım. O kadar mutluyum ki.”
Alize’yi odasında misafir eden Aslı, kahvelerini söylemişti bile.
“Bana bak, sırf senin arkadaşınım diye alındıysam, yakında da bunun kokusu çıkarsa, seni paralarım.”
“Aaa tabi sırf o yüzden alındın. Yoksa İngiltere’de yaptıkların ne ki? Basit şeyler. Kızım sen deli misin? İsmet bey, söylemedi mi? O seni daha önceden duymuş bile. Adını söyler söylemez hemen gelsin dedi. İnsandan iyi anlar. Ekonomiden çok daha iyi anlar. Eminim seni sorguya çekmiş, bunaltmıştır.”
“Sorguya çekildiğim doğru da bunalmadım.”
“İşte bu. O an zaten iş senindi emin ol.”
“Olsun, yine de bu güzel iş için ilk maaşımla sana istediğin yerde güzel bir yemek ısmarlayacağım.”
“Tek mi geleceğim?”  sesi buruk, yüzü düşmüş arkadaşına bakan Alize, “Yok o nişanlın olacak kazuleti de çağıracağım. Seni tek çekemem. Başımın etini yersin, özledim diye.” Kahvesinden büyükçe bir yudum alan Aslı,
“Alize, âşık olduğunda anlayacaksın beni. Bunca yılı birlikte geçirdiğim halde, sabahtan akşama kadar bile çok özlüyorum. İnanmazsın ama kavgasını bile seviyorum.”
“Korkmuyor musun bu kadar büyük sevgiden?”
“Neden korkayım? O da beni seviyor. Bunu biliyorum ve görüyorum. O sevgi var oldukça korkmam.”
“Senin için ne kadar sevindiğimi söylemiş miydim?”
“Yüzlerce kez. Ama yine de duymak çok güzel.”

Eve döndüğünde akşam olmuştu. Annesi ve babası yeni işine sevinmiş, Alize’nin mutluluğunu paylaşmışlardı. Yine de hemen başlayacak olmasına kızgındı Suzan Hanım. Kızı ile gönlünce vakit geçirmek istiyordu. Ama bu devirde kolayca iş bulmak mümkün olmadığı için, bir iki söylenip sustu.
Alize için hareketli günler başlamıştı. Aslı ile yazım teknikleri üzerine konuşuyorlar, nasıl başlaması nasıl bitirmesi gerektiği konusunda tüyolar alıyor, deneme yazıları hazırlıyordu. İsmet Bey, titiz biriydi. İlk iki yazısında imla hatasından, anlatım bozukluğuna kadar çok fazla yeri işaretlemişti. Yıllarca İngiltere’de kalmış olmasının diline bu kadar olumsuz etkisi olduğunu fark etmemiş olan Alize, imla kurallarını yeniden öğreniyordu. Word programının denetlemesini de Türkçe üzerine değiştirince hatalarını kendisi de bulup düzeltmeye başlamıştı. Üçüncü ve dördüncü deneme yazılarında çok daha az hata, çok daha akıcı bir anlatımı olduğunu görüp, kendisi yazdıklarını beğense de, İsmet bey yine burun kıvırmış, “Sen ben anlarız. Hiç bilmeyen de yazdıklarını anlamalı. Halka hitap ettiğini unutma. Bu kadar akademik terim, okunmaz hale getirir yazılarını” demişti.
Alize, bir hafta gibi kısa sürede çok şey öğrenmişti. Sabah dokuz akşam dokuz arasında dergide kalıyor, çoğu zaman Aslı ile dönemiyor, dergiden birileri en azından karşıya geçmesine yardımcı oluyordu. En kısa sürede kendisine araba alacağını söylemeye başlamıştı. Babası hemen aramalara başlamış, ikinci el çok temiz bir araba bulmuştu. Alize, babasının ne bulduğunu merak edip, birlikte görmeye gittiklerinde gözlerine inanamadı. Çok güzel, tek kapı spor bir arabaydı.
“Kadrana aldanma. Kesinlikle o kadar sürat yapamazsın. Beni bunu seçtiğime pişman etme.”
“Asla, baba süper bir şey bu! Bana kocaman bir sedan bulacaksın diye aklım çıkıyordu.”
Alım satım işlemleri tamamlandığında baba kız, arkaya zorla binen Suzan hanım ile ilk seyahatlerine çıktılar. Sahil yolundan Tuzla’ya gelip, nefis köfte kokularının arasında lokanta tercihi yaptılar. Arabasını çok sevmiş, keyifle kullanmış, anne ve babasını korkutmamak için gaz pedalına çok ihtiyatlı basmıştı. Babası bundan memnun olduğunu belli edince de kendisi ile gurur duymuştu.
İstanbul trafiğine de kısa sürede alışan Alize, derginin yayınlanmaya başlamasından bir hafta önce belli bir düzene kavuşmuştu. O hafta yayınlanacak konular için birkaç ayrı yazı hazırlamış, en güncelinin seçilerek dergiye konması için hepsini İsmet beye teslim etmişti. Editörlüğü de o yaptığı için, tüm yazıların kendisine verilmesi gerekiyordu.
Haziran ayının ilk haftası dergi yayınlandı. O zamana kadar yapılan reklâmların ve kadrosundaki çok iyi ekonomistlerin adları, derginin satışını olumlu etkilemişti. Tahminlerinden daha fazla bir satışla yayın hayatına girmiş olmanın sevincini ikinci sayının yayınlanmasına bırakmışlar, ikinci hafta da aynı başarıyı yakalayınca tüm dergi ekibi birlikte yemeğe gitmişti.
Bu yemek, diğer yazarlarla ve çalışanlarla kaynaşması anlamında Alize için çok başarılı geçmişti. Yıllardır yazılarını İngiltere’den bile takip ettiği köşe yazarları ile tanışmak, fikir alış verişi yapmak, beğenilmek, keyfine keyif katmıştı. Bu arada Aslı, “Dergi işlerine daldın beni unuttun” diyerek sitem ediyordu. Temmuz ayının ikinci haftasında düğünlerini yapacaklardı. Bir ay gibi bir zaman kaldığı için ikisi de çok telaşlıydı.
Derginin dördüncü sayısı çıktığında, en çok sayfa, okuyuculardan gelen sorulara ve yanıtlarına ayrılmıştı. Bu sayfaların sorumluluğu aslen Alize’de idi ama İsmet Bey de her yanıtı mutlaka okuyor, gerekirse dili sadeleştiriyordu. Yazı ekibi ve asistanları toplam yirmi kişiydi. Bu ekip, artık çok daha sık bir araya geliyor, beraber bolca vakit geçirip eğleniyorlardı.
Alize, başlarda çekingen dursa da kısa sürede kaynaşmış, hatta dizgi bölümünden sorumlu Faruk ile çok da yakın arkadaş olmuştu. Sık sık görüşen, hatta hatasız yazmak üzerine iddialara giren iki arkadaşın samimiyeti dışarıdan bakanların akıllarını karıştırsa da, iki genç de kendi içlerinde hissettiklerini biliyor, arkadaşlığın tadını çıkartıyorlardı. Faruk, birkaç yıl önce sevdiği kızla evlenmek istemiş, kızın ailesi karşı çıkıp, kız da ailesinin lafına göre hareket edince, ilişkileri bitmiş. Hâlâ ondan bahsederken gözleri dolu dolu olan Faruk için yapabileceği bir şey olmadığını bilmek, canını sıkıyordu. Tek yapabildiği canı sıkkınken güldürmekti.
Aslı ile hazırlıklara da dört koldan devam ediyorlardı.  On beş gün kadar bir süre kaldığında neredeyse her şey tamamlanmıştı. Gelinliğin son provası yapılacak ve bir sonraki gün teslim alınabilecekti. Aslı aksilik olmaması için, gelinlikçide bırakmak istemişti. Düğünden önce uğrayıp alacaklardı. Alize, arkadaşını son provada yalnız bırakmamış, karşısında, her zaman hayalini kurduğu kabarık etekli gelinliği ile yürüyen Aslı’ya hayran gözlerle bakmıştı.
“Hiçbir zaman kabarık etekli gelinlik düşünmemiş ben bile bu gelinliğe bayıldığıma göre, gerisini sen düşün canım. Müthiş kelimesi bile şu halini anlatmaya yetmiyor.”
Aslı’nın esmer güzelliği, gelinliğin süt beyaz rengi ile öyle hoş bir zıtlık yaratmıştı ki, Alize, arkadaşına yutkunarak bakmaktan kendini alamıyordu.
“ İyi ki erkek değilim, Ercan’ı son dakikada saf dışı etmek için her şeyi yapardım.”
“Delisin sen.”
“Evet”
Gelinlikçiden ayakkabı ve el çiçeğini de ayarladıkları için noksan bir şey kalmamıştı. Bağdat caddesindeki butikten çıktıktan sonra avare avare dolaşmaya başladılar. Alize, hala kendine elbise seçmemişti. Bir yandan vitrinlere bakıyor, bir yandan da muhabbet ediyorlardı. Alize, beyaz harici herhangi bir renk olur diyordu arkadaşına. Aslı ise, gözlerini ortaya çıkartacak bakır rengi bir elbise bulma umuduyla dolaşıyordu. Tam vazgeçecekleri bir anda karşılarına çıktı istedikleri elbise. Boyundan askılı, sırtı tamamen açık, önden göğüslerinin hemen altına kadar açık olan, üçgen parçalarla göğüsleri örten elbise, sadece bel kısmında pul ve boncuklarla işliydi. Belden aşağıya ise üst kısımla aynı renk tüllerden, ayak bileklerine kadar inen volanlı etek, yetmişli yılların müzikallerindeki dansçı kadınları anımsatıyordu. Alize’nin düşündüğünün de üstünde bir güzelliğe sahipti. Klasik sayılabilecek model, tam istediği gibiydi. Elbette uygun ayakkabı ve el çantası aramaları başlayınca, cumartesi öğleden sonraya kadar Bağdat Caddesinin altı üstüne gelmiş ama istenen her şey bulunmuştu.
“Nihayet kafamdaki en büyük sorunu böylece bitirdim. Senin gelinliğin bile bana bu kadar dert olmamıştı.”
“Hep kıyafet konusunda şanslıydın kızım sen. İstesen bu kadar uygun bir rengi bulamazdın. Saçlarını boyatmama konusunda ısrarcı olman, böyle zamanlarda hep işe yarıyor. Bu saçlara çok az açık tonda makyaj ile afet olacaksın.”
“Şımart şımart… Ben de kendimi bir şey sanayım.”
“Aman Alize, yarışmaya girsen tescilli güzel olursun. Bunu sen de ben de biliyoruz.”
“Elbette. Ama kıskanır da sen de girersin, ikinci olunca da küsersin diye girmiyorum o yarışmalara.”
“Yok, yok sen deli değil zır delisin. Kıskanacak en son insanımdır sanırım.”
“Biliyorum canım ama ben de o yarışmalara katılacak en son insanım.”
Elerindeki alışveriş torbaları ile yürümeye devam ederek, Caddebostan’a kadar geldiler. Aslı, o gece Alize’de kalacaktı. Ercan, bir seminer için şehir dışındaydı. Eve geldiklerinde çay saati olduğu için Suzan Hanım, kızların önlerine birer tabak koymuş, içlerini de kurabiye ve börek ile doldurmuştu.
“Suzan Teyze, bunun hepsini yersem gelinliği genişletmem lazım. Çok doldurmuşsun.”
“Aslı, daha en az iki kilo verirsin düğüne kadar. O yüzden ye kızım. Alize de evlenirse, onu da düğün öncesi besiye çekeceğim.”
“Duyuyorsun değil mi cümledeki kinayeyi? ‘Evlenirse’… Evlenmeyeceğim. Evde kalacağım. Turşumu kurun ama yanıma lahana doldurun.”
“Al işte. Lafı nereden anladı da nasıl yanıt verdi. Kızım kim ne yapsın bu kızı. Ben de olmayacak duaya âmin diyorum. Kesin evde kalacak Alize.”
“Suzan teyze, hep demezler mi, her malın bir kör alıcısı olur diye. İşte Alize de o kör alıcıyı bekliyor. Yoksa bu çirkin yüzlü, çirkin huylu kızı alan ne yapsın?”
“Ooo arkadaşımız bir yandan, anamız bir yandan sattınız beni. Eh o zaman ben de en cazip bekârı bulup onunla evlenmezsem bana da Alize demesinler.” Suzan Hanım kızına gülen bir suratla sordu.
“Kimmiş o cazip damat adayı?”
“Henüz bilmiyorum ama ben seçince o zaten cazip aday olacak.”
“Megalomansın Alize. Sen normali bul da en cazibi kusur kalsın.”
Annesinin şaka ile karışık kurduğu son cümle, içten içe yaşadığı korkularını da dışa vuruyordu. Alize annesinin bu korkularını yok etmek için asla alelacele karar vermeyecekti. O da Aslı gibi aşk evliliği yapmak istiyordu. Bunun için kaç yaşına kadar bekleyeceğinin hiç önemi yoktu.
İki hafta sonra Cuma akşamı, tüm kıyafetler ve diğer aksesuarlar valizlere konulup, Çeşme’ye ulaşmak için İzmir’e uçuldu. Ercan’ın ailesinin çiftliğinde yapılacaktı düğün. Birkaç yıl önce yapılmış yarı olimpik havuz ve etrafı düğün için süslenmişti. Aslı, daha önce sadece resimlerini görmüş ve çok beğenmiş, ailelerin tanışmasından sonra yakından görerek hayran kalmıştı havuza. Düğünlerinin orada yapılmasını istemişti. Kayınpederi bunu duyunca çok mutlu olmuş, havuzun etrafını daha da güzelleştirmek için kesenin ağzını açmıştı. Çiftliğe, gece ulaşmalarına rağmen bahçenin güzelliği hepsini büyülemişti.
Herkese odaları gösterilmiş, o gece dinlenmek için erkenden odalara çekilmişlerdi. Ertesi sabah, müthiş bir koşuşturmayla geçmiş, öğlene doğru saçı da tamamlanmış yeni gelin, fotoğraf işlerini halletmek için kuaförde nişanlısını bekliyordu. Alize, arkadaşının elini tuttuğunda buz gibi olduğunu fark etmiş, heyecanını yatıştırmak için havadan sudan konularla aklını dağıtmaya başlamıştı.
“Alize, ne yaparsan yap bu heyecanı yatıştıramam. Bunca yıldır birlikte yaşadığım adamla evleniyorum ama çok heyecanlanıyorum. Sanki aksilik olacak ve bir şeyler kötü gidecekmiş gibi geliyor.”
“O heyecan, her şeyin güzel gideceğini bilmenden kaynaklanıyor. Hayallerindeki düğüne kavuştun. İşin ‘koca’ kısmını saymıyorum bile. On beş yaşından beri sevdiğin tek erkek… Daha ne olsun?”
“Senin hayalin nasıl bir düğün?”
“Bilmem. Hiç düğün hayali kurmadım biliyor musun? Annem duymasın ama!”
“Ciddi misin? O kadar zaman konuştuk seninle, hep bana fikirler verdin, şunu yap bunu yap dedin. Onlar neydi?”
“Onlar hep senin içindi. O fikirleri gelin olarak seni düşünerek ürettim. Kendim ise sanırım kumsalda çıplak ayak evlenmeyi tercih ederim.”
“O bizde olmaz canım. Ancak Amerikan filmlerinde olur.”
“Olsun. Tony Curtis’imle ben de Amerikan filmlerindekiler gibi evleniriz.”
“Ay, yine Tony. Yok, kızım ondan bir tane daha. Zaten o da çok yaşlı artık.”
“Hevesimi kırma. Ben bulacağım Tony’mi.”
Bir süre sonra Aslı’nın elleri daha sıcak, yüzünün rengi daha normaldi. Ercan geldiğinde ise kızlar iyice keyiflenmişlerdi. Ercan’ın yanında Alp’i de gören Alize çok sevindi. Son iki yıldır görüşememişlerdi. Alp de yıllar önce çıktığı Aylin ile evlenmiş, ilk bebeklerini bekliyor olmanın heyecanı ile doğuma kalan süreyi sayıyorlardı. Aylin, çok istemesine rağmen düğüne katılamıyordu. Alize ve Aslı, Aylin’i sevmiş birkaç kez de bir araya gelmişlerdi.
“Ne kadar kaldı Alp, baba olmaya?”
“Alize, son iki buçuk ay ama inan dakika saymaya başladık.”
“İnşallah kolay bir doğum olur da sizler de anne baba olmanın tadına varırsınız.”
“İnşallah. Aylin’in çok selamı var sizlere. Özellikle tembihledi, bana göz kulak olacakmışsınız. Kimseye gözümün ucu ile bakmayacakmışım.”
“Hele bir bak. Oyarız gözünü.”
Alize ile Alp ayaküstü konuşurken, Ercan ile Aslı’nın suskun hallerine dikkat etmemişlerdi. İki âşık, sadece birbirlerine bakıyor ve o anın tadını çıkartıyordu.
Eve ulaştıklarında, önden çıkmış olan annelerin telaşla son kontrolleri yaptıklarını gördüler. Ajlan ve Suzan Hanım hemen her şeye beraber koşturuyor, ev sahiplerinin üstünden yükün bir kısmını almak için uğraşıyorlardı. Suzan Hanım, bu yaz Çeşme’de kalmamaya kararı vermişti. Alize çalışmaya başlayınca görüşecekleri süre azalmış, o da tatilden vazgeçip İstanbul’da kalmıştı. Yine de bu düğün, kendi evine uğramak için iyi bir vesile olmuştu.
Konuklar gelmeye başladığında Aslı yine heyecanlanmıştı. Ercan da ondan aşağı kalmıyordu. Beş yüz kişi kadar davetli vardı. Çoğu Ercan’ın ailesinin tanıdıkları idi. Aslı bir ara kendisini, az sayıdaki akrabası ve arkadaşı yüzünden kötü hissetse de Ercan’ın ilk görüştükleri gün pazar tezgâhında olan arkadaşlarını çağırdığını görünce yüzünde kocaman bir gülümseme ile müstakbel kocasına döndü.
“Bunlar ortak arkadaş sayılır. O gün onlar bile anlamıştı aramızda olanları.”
“Anlamazlar mı? Beni kaç gün alaya aldılar biliyor musun sen? Adım sübyancıya çıkacaktı ama Allahtan sen çabuk büyüdün.”
“Ercan, seni sevdiğimi söylemiş miydim?”
“Bugün mü? Hayır, hiç söylemedin.”
“Yalancı”
“Bir daha söylemenin zararı yok.”
“Seni seviyorum.”
Alize ve Alp, bu hallerine gülerek bakıyor, onlara ait günü en iyi şekilde yaşamaları için ellerinden geleni yapıyorlardı. Düğün öncesi nikâh kıyılmış, sonra da kokteyl şeklindeki düğün başlamıştı. İlk dansı yeni evli çift yapmış, diğer konuklar da hemen pisti doldurmuştu. Hava karardığında gökyüzündeki yıldızlar ile Aslı’nın gözleri yarışıyordu. Aslı heyecanını atmış, eşinin kolunda misafirler ile tanışıyordu.
Alize ile Alp, dansa kaptırmışlar kendilerini, aslında müziğinde çok farkında olmadan muhabbet ederek dans ediyor, işlerinden konuşuyorlardı. Bahçenin girişine doğru bir hareketlenme olunca onlar da gayri ihtiyari kafalarını çevirdiler.
Alize, bir an olduğu yerde kalmıştı. On iki yaşına geri dönmüş, arkasından hayranlıkla baktığı gri gözlüsünü yine dalgın gözlerle izlemeye başlamıştı!
“Kurt ailesinin veliahdı teşrif etmiş”
“Tanıyor musun?”
“Sen tanımıyor musun?
Alize, aslında çocukluğundan beri tanıdığı ama adını bilmediği kendi Tony’sine bakıyordu. Tony’sinin kolunda çok güzel bir bayan vardı. Ve ikili gülümseyen gözlerle etrafa bakıyor, sevgilerini dışa vurmaktan çekinmiyorlardı.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder