20 Mart 2015 Cuma

Sırlar, Yalanlar ve Kararlar 17. Bölüm

Erhan, yatağında günü düşünüyordu. Sorduğu her soruya tereddütsüz yanıt almıştı. Vücut dili de göz bebekleri de her şeyin doğru olduğunu gösteriyordu. Sorularına yanıt verirken gözlerinin rengi değişiyordu. Bazen ela bazen yeşil bazen de sarımsı bir renk alıyordu. O gözlerin içinde kaybolduğunu hissettiği çok an yaşamıştı. Aden’i düşünmek bile kalbini hızlandırıyordu. Bir an önce sonuca ulaşmak istiyor bu soruşturmanın gerçek suçluyu ortaya çıkartmasını istiyordu. İçinde bir yerlerde Aden’in suçsuz olduğuna dair kuvvetli hisler vardı. Güzel yüzünü düşünerek uykuya daldı.

Ferhat, birkaç telefon görüşmesinden sonra, ekibi toparlamış, kapalı kasalı bir kamyoneti de binanın önüne getirtmişti. Tüm gece boyunca çalışılmış, evde kullanılmaz h
alde olan her şey atılmıştı. Yatak odasını neredeyse bizzat kendisi toplamıştı. Yanmış bile olsa Aden’in kıyafetlerine iç çamaşırlarına başkasının elinin değmesini kabul edemezdi. Çöp poşetlerine koyduğu çamaşırları ayrı bir yere koymuş atık kamyonuna yükletmemişti.

Evde neredeyse yapılacak hiçbir şey kalmamış, yanan kabloları değiştiren ekibin de işi bitmişti. İçerideki dayanılmaz is kokusu da her çıkan eşya ile hafiflemiş daha katlanılır bir hal almıştı. Yerlerdeki yanmış ve ıslanmış halılar kaldırılınca alttaki taş zemin ortaya çıkmıştı. Mutfaktaki isten rengi değişmiş tabak çanak da kaba kirlerinden temizlenmiş ama isten görünmez olmuş dolaplara yerleştirilemeyeceği için tezgahın üstüne dizilmişti. İşin büyük kısmı hallolmuştu. Gece yarısını geçtikten sonra da çalışmaya devam ettikleri için son derece sessiz olmaya uğraşıyorlardı. Bir ara karşı komşu Hülya Hanım, elinde çay tepsisi ile gelmiş herkese çay ikram etmişti.

Sabah üçe doğru duvarların üstüne yapışmış, yanmış kumaş parçaları, erimiş plastik parçaları da temizlenmişti.

***
Çiğdem işe gittikten sonra, Aden ortalığı toparlayıp evden çıktı. Yedek anahtarı kendisindeydi. Akşam da ondan önce evde olup tuzaklarını kontrol etmeliydi. Aksi halde evde olabilecek değişiklikleri fark edemezlerdi.

Evine kadar yürümek iyi gelmişti. Ferhat da sözünü tutmuş ve sabah gelmemişti. Hem gelse kavga edeceklerini bilmeliydi. Bakkalın önünden geçerken Burhan amca yolunu kesmiş ve geçmiş olsun, demişti. Hanımı da hemen yanındaydı. Yangının nasıl çıktığını sorup daha çok bilgi edinmeye çalıştılar. Aldıkları yanıtlardan memnun olmadıkları yüzlerinden anlaşılıyordu.

Köşeyi döndüğünde binanın önündeydi. Binanın önünde başka bir şey daha vardı! Ferhat’ın arabası. Üstelik şoför koltuğunda uyuyan Ferhat da cabasıydı. Sözünü bu kadar mı tutuyordu? Sinirle arabanın camına vurdu.

Ferhat uyandığında nerede olduğunu kavrayamadı. Sonra kendisine alev saçan gözlerle bakan Aden’i görünce gece yaptıkları konuşmayı ve şu anki kızgınlığını birleştirdi. Savaş başlamak üzereydi!

İçeriden kilitli kapıyı açamadığı için daha da sinirlenen Aden’i yatıştırmak için camı hafif araladı. İlk duyduğu sözler,

“Hani gelmeyecektin? Bana söz vermiştin.” oldu.

“Sözümü tuttum. Fulya’nın evine gelmedim. Burası için söz verdiğimi hiç anımsamıyorum. Hadi bin de gidip kahvaltı edelim.”

“Ben kahvaltımı yaptım. Sen git yap ve geri dönme.”

“Hiç mi?”

“Ne?”

“Hiç mi geri dönmeyeyim?”

“Bugün için hiç.”

“Yani akşama gelebilirim öyle mi?”

“Elbette. Ama şimdi gidiyorsun.”

“Gidemem. Benden bunu isteme. Gel içeri girelim. Zaten birazdan kavganın daha büyüğünü yapacağız. “

“Ferhat, neden bu kadar zorluyorsun her şeyi. Ben halledebilirim işleri. Neden yormak istiyorsun kendini?”

“Senin yorulmanı istemediğimi anlamak bu kadar zor mu? Hadi içeri girelim sonra kahvaltı ederim.”

Ferhat, kavganın büyüğüne hazırlamıştı kendisini. Beşinci sınıf işçilikle yapılmış olsa bile dairenin dış kapısı çelik olduğu için yanmamıştı. Evde bulduğu anahtarı yanına aldığı için Ferhat önden gidip kapıyı açtı. Aden içeriye adım atar atmaz durdu. Evin içi tamamen boşaltılmıştı. Duvarlarda hafif grilikler vardı. Kırık camlar sökülmüş, yanmış halılar kaldırılmıştı. Diğer odaya geçtiğinde yerde ağızları bağlı poşetleri görünce soran gözlerle Ferhat’a baktı. Ferhat ne diyeceğini bilemedi.

“Kızma bana…”

“Söyle!”

“İç çamaşırlarını başkalarının boşaltmasına izin veremezdim. Yanık bile olsa ben toplamak istedim.”

“Yani sen benim çamaşırlarımı mı topladın? Dur dur… sen dün gece burada neler yaptın? Nasıl bu hale geldi ev?”

“Bak tüm bunlarla uğraşmanı istemedim. Firmanın inşaat ekibinde çalışan birkaç işçiyi çağırdım. Birkaç saat çalıştılar ve gördüğün gibi ev neredeyse boyaya hazır hale geldi. Yalnız duvarlar hala ıslak. Birkaç gün sonra kurur ve o zaman da boyatırız.”

“Sana söyleyecek söz bulamıyorum. Dün defalarca kez bunları benim yapabileceğimi söylememiş miydim? Neden bunu yaptın?”

“Bunu tahmin etmek bu kadar zor mu? Senden çok hoşlanıyorum. Sana çok değer veriyorum. Tüm bu keşmekeşle uğraşmanı, yorulmanı istemiyorum. Üstelik senin yaptıracağından çok daha ucuza gelecek bir yöntemle de temizlik kısmını çözdüm. Şimdi de kavgamızı edelim ve bu konuyu kapatalım.”

Aden, tüm kızgınlığı ile bakıyordu. Ferhat ise kaderine razı, boynunu bükmüş gelecek fırtınayı bekliyordu. Fırtına ummadığı şekilde patladı. O mahzun haline dayanamayan Aden, yüzünü tutup dudaklarından öpmeye başladı. Ferhat ne olduğunu anlayamadan karşılık verirken buldu kendisini. Bir süre sonra dudakları ayrıldığında yavaşça konuşmaya başladı, Aden.

“Beş yıldır kimse beni bu kadar düşünmemişti. Ailemi kaybettiğimden beri ilk kez biri benim için bir şeyler yapıyor. Ve ben buna nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Dünkü tersliğimi de affet lütfen. Ve şimdi bana gerçekten söz ver. Bundan sonrasını benim yapmama izin vereceksin.”

“Sen hep şaşırtıyorsun beni. Bu kez gerçekten kavgaya hazırlamıştım kendimi. Oysa sen, hayatımın sürprizini yaptın.”

“Kavga edeceğimizi bile bile bunları yaptığın için affettim.”

“Bir de ödül verdin! Demek ki daha çok çalışmam lazım. “

“Hayır, artık ben hallederim.”

“Bak güzel gözlüm, sen ne dersen de ben de bu işin içinde olacağım. Önce benim karnımı doyuracağız. Sonra eşya bakmaya gideceğiz. Biraz da üst baş alacağız. Üstelik bunların yettiği kadarını senin ödemene izin vereceğim. Ama yetmediği zaman bana borçlanırsın. Avans alınca da ödersin. Bak borç veriyorum hiç öyle elini falan kaldırma. Susmayacağım. Kendini rahat hissedeceksin. Hiçbir şeye üzülmeyeceksin. Cumartesi günü de beraber evi boyayacağız. Anlaştık mı?”

Aden, birkaç kez sözünü kesmek istese de Ferhat hiç fırsat vermemişti. Söylediği cümlelerde itiraz edebileceği bir taraf da yoktu. Kabul ettiğini belli etti. Her kuruşu iade edeceğini belirten bir tavırla elini uzattı. Anlaşmayı kabul eden taraflar el sıkıştılar. Birbirlerine gülümseyerek bakıyorlardı. Bu kez dayanamayan Ferhat oldu. Anlaşmayı bir de dudakları ile mühürledi. Perdesiz camlardan komşulara gözükmemek için geri geri giderek mutfağa soktu Aden’i. Karşılık aldıkça öpüşmesi daha da derinleşti. Mutfak tezgahı ile kendi arasında sıkıştırdığı Aden’i soluksuz bırakacak şekilde öpüyordu.

“Beni deli ediyorsun. Her an öpmek okşamak istiyorum seni. Seni bırakıp nasıl işe gideceğim ben? Günlerce görmeden nasıl dayanacağım?”

“Ferhat, bize neler oluyor? Hız keselim dedikçe daha da hızlanıyoruz.”

“Bilmiyorum. Ve inanmayacaksın ama korkuyorum. Adını koyamasam da daha önce hiç böyle şeyler hissetmediğim için korkuyorum. Senin gözlerinde de benzer şeyleri görüyorum. Yanılıyor muyum?”

“Hayır yanılmıyorsun. Neler hissettiğimi biliyorum ama ad koyamıyorum. O yüzden bırakalım her şeyi kendi haline. Ne olacaksa olur.”

Bu cümlelerin ardında, gün gelecek ve bazı şeyleri anlatamayacağı için bu ilişkiye dur diyecek Aden vardı.

“Tamam canım. Ne olacaksa olur.”

Ferhat da ayrılmak zorunda kalacağı günü düşünüyordu. O gün gelene kadar duygularıyla boğuşmak istemiyordu. Ağzından bir şey alamazsa da bu başarısız olduğu ilk işi olurdu. Zaten neden hala bu işin içinde olduğunu sorgulayıp duruyordu. Bu belki de son işi olacaktı. Daha fazla bu saçmalığın içinde kalmak istemiyordu!

Durgunlaştığını gören Aden, önce dudağına sonra burnunun ucunu en son da çenesini öpüp, “Hadi kahvaltı edip güç toplayalım.” dedi.

“Hani sen yapmıştın? Beni mi kandırıyorsun?”

“Yaptım ama canım bir şey istemediği için çok az yemiştim. Şimdi ise kurt gibi açım. Üstelik bugün çok işimiz var. Sevgilim benim için yorulmayı göze almış. Ee yormazsam olmaz.”

“Sen ne dedin bakayım? Sevgilin mi? Kabul ediyorsun yani artık sevgili olduğumuzu?”

“Eh bu kadar öpüşmek koklaşmak sevgili olmayı gerektirir. Kabul etmezsem Allah beni çarpar.”

“Seni hiç bu kadar neşeli görmemiştim. Sana gülmek çok yakışıyor. Hep gül olur mu?”

“Beni hep güldür olur mu?”

İşte asla söz veremeyeceği bir şeydi bu! Kaçışı olmayan sona hazırlamalıydı Aden’i.

“Yanında olduğum sürece hep gülmeni sağlayacağım. Bunun için elimden geleni yapacağım.”

Bu cümle Aden’in içini acıtmıştı. Yanında olduğu sürece? Bu süre ne kadardı? Hayır düşünmeyecekti. Çünkü düşündükçe morali bozulacaktı. Kim bilir belki de birkaç güne kadar hapse girecekti. Suçlu bulunduğu takdirde en az on beş yıl hapis yatacak ve TSK dan da çıkartılacaktı. Bu durumda Ferhat’ı görebilme ihtimali bile yoktu. Davası sonuçlanana kadar ne yaşarsa kâr sayacaktı. Kararını verdikten sonra yüzüne gülümsemesini yeniden yerleştirdi. İkili hayatının Ayşe olan kısmını dolu dolu yaşamak için önünde sadece birkaç günü vardı.

“Bana öyle bakarsan evden çıkamayız.”

“Ne yapacakmışız bu eve benzemeyen evde?”

“Buluruz yapacak bir şeyler. Bak mesela bunu yaparız… Hem de bol bol…” der demez öpmeye başlamıştı genç kızı. Bu kez daha da derinleşmişti öpücükleri. Dudakları ayrılmadan bir yenisine başlıyorlardı. Hala mutfak tezgâhı ile arasına sıkıştırdığı Aden’i biraz daha eğdiği anda ortalığı korkunç bir gürültü kapladı.



***   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder