Kahve keyfinin kuralları
1-
Sırada beklerken zamanınızı ne içeceğinize karar vermek için geçirin,
telefonunuza bakarak değil. Sanal ortamlarınız ne içeceğinize karar veremez.
2-
Burası Kahveci, burada başka yerlerin tanımları geçmez. Derdinizi Türkçe
anlatın, biz anlarız.
3- Sipariş ettiğiniz kahvenin parasını peşin ödemeniz gerekiyor. Cüzdanınızı aramak için saatler harcayıp arkanızdakileri delirtmeyin
4- Elle hazırlanan şeylerin doğru yapılabilmesi için zaman gerekiyor. Sabredemeyecekseniz evde kendi kahvenizi yapabilirsiniz
3- Sipariş ettiğiniz kahvenin parasını peşin ödemeniz gerekiyor. Cüzdanınızı aramak için saatler harcayıp arkanızdakileri delirtmeyin
4- Elle hazırlanan şeylerin doğru yapılabilmesi için zaman gerekiyor. Sabredemeyecekseniz evde kendi kahvenizi yapabilirsiniz
5-
Kahveyi hazırlarken gözlerinizi bana dikmeniz içeceğinizi daha hızlı
hazırlamamı sağlamayacak, belki de hata yapmama neden olacak
6-
Ne sipariş ettiğinizi bir zahmet hatırlayın, başkasının kahvesini alıp gitmeniz
gerçekten hiç hoş değil, gördüğünüz gibi garson yok
7-
En azından bir yudum almadan önce porselen fincanın yanındaki sipariş
belgesinin üzerinde kendi isminizin yazıp yazmadığını kontrol edin. Biz
kartonda kahve verecek değiliz
8-
Kapanıştan beş dakika önce gelip menüdeki en karışık kahveyi istemeyin, çünkü
büyük ihtimalle kahve ekipmanları çoktan temizlendi
9-
En kötüsü de biz size 'Merhaba, nasılsınız?' dediğimizde sizden cevap olarak
'Bir grande latte' cevabı almak
10-
Eğer her gün geliyor, masaları birleştiriyor ve laptop'ınızı kuruyorsanız belki
de bir ofis tutma zamanınız gelmiştir... (Sami bey kapsam dışı, o hergün
laptopunu açabilir)
11-
Kahvecilerin insan olduğunu unutmayın. Onlara kaba davranmanız kahvenizin daha
hızlı ya da daha mükemmel hazırlanmasını sağlama
12-
Türk Kahvesi içecekseniz şekeri konusunda net olunuz, sonra bu az, bu çok
demeyiniz
13-
Yanında sadece kurabiye var, o da tadımlık! Dışarıdan yiyecek getirmek
serbest... Bizle de paylaşırsanız birer kahve de ikramımız.
14-
Kahvemizin üstüne hemen su içenlere bir bardak su bizden hediye. Niye başıma
döktünüz demeyin!
15-
Fal baktıranlar, fincanınızı elimize tutuşturup, hemen yıkar mısınız? Demeyin,
biz yıkayınca çıkmıyor fallar!
16-
Günümüzün nasıl geçtiğini belirleyen şey ya harika bir müşteri ya da berbat bir
müşteri oluyor. Asıl soru şu; siz hangisi olmayı tercih ediyorsunuz?
"Tüm bu maddeleri
yazmamızı istediğinizden emin misiniz?"
"Sizi rahatsız eden
hangisi?"
"Hiç biri!"
"O zaman başkaları da
ya rahatsız olmaz, ya da kendilerine çeki düzen verirler. Hem bu tarz
uyarıların ilk tepkisi genelde gülümsemek, ardından hareketlere dikkat etmek
oluyor. İçiniz rahat olsun, bunların aksini yapmak için çabalayanlar ile başa
çıkar, çıkamadıklarımı zehirlerim."
"Sizin dükkanın
adresini alayım da tepkileri izleyeyim."
*****
Üç yıllık kahve dükkanının
biraz değişikliğe ihtiyacı vardı. Boşandıktan sonra kocasının nafaka
yatırmasını beklemektense bildiği işi yapmaya karar vermişti. Böylece hem
oyalanıyor, hem de parasını kazanıyordu. Oğlunun okul taksitlerini ödemek
zorunda kalmadığı için biraz kenara para koyabiliyordu. Eski eşinin belki de
yaptığı en iyi şey oğlu ile ilgili eğitim konusunda titiz olmasıydı.
Bağdat Caddesi üzerindeki
bu dükkan ailesinden kalmıştı. Kira ödemek durumunda olsa asla altından
kalkamazdı. Başlarda biraz borçlanmış, zamanla tüm borçları ödeyip, kendisine
yetmeye başlamıştı. Işte artık tüm bunları düşünüp, dekorasyon için biraz
masraf yapmalıydı. Sadece iki günde halledilecek bir tadilat ile kurtulmak
istiyordu eski mobilya ve renklerden. Anlaştığı iç mimar ile dükkanın içinde
farklı ortamlar yaratmanın akıllıca olacağına karar vermişti. Daha ciddi
konuşmalar için tercih edenlerin kahverengi köşeyi seçeceklerinden emindi.
Müşteri portföyünde en az gençler kadar iş insanları da vardı. Iş adamları
lafından nefret ediyordu. Adamlık ayrıydı da erkeklikle aynı kefeye konmasından
hoşlanmıyordu. Kendisi de bu durumda iş adamı sayılıyordu ki o kesinlikle bir
kadındı...
Elindeki sarı tona ve
maviye baktığında son derece haklı kararlar verdiğinden emindi. Girişe göre
solda kalan kısmı gençlere ayırmıştı. Hemen içip gidenler için ideal yerdi.
Sarı renk kullanılacaktı. Tam karşısı biraz daha uzun süre oturmayı sevenler
içindi. Mavinin açık bir tonu olacaktı. Böylece bir birinden alakasız gibi
duran ama aslında üç yıllık deneyim sayesinde edinilmiş bilgilerle oluşturulan
yeni görüntüsü, amaçlarına ulaşırlarsa dükkanının aralıksız çalışmasına neden
olacaktı.
Sabahın henüz çok erken
saatinde matbaadan istediklerinin geldiğini görüp heyecanla açtı kutuları. Tam
istediği gibi, biraz ciddi, biraz eğlenceli maddeler dört ayrı yere asılacaktı.
Küçük olanlar da ise birer madde vardı. Onları da ressam müşterisinin güzel
resimlerinin süslediği duvarlara serpiştirecekti.
İlk müşterisi Sami Bey
kapıdan girdiğinde saatin dokuz buçuk olduğunu anladı. Dakik bir gazeteciydi.
Her gün aynı saatte gelir, aynı masaya oturur, yeni yeni kullanmaya başladığı
laptopunu açar ve önce biraz köşe yazılarını okur, gündeme bakar ve ertesi
günün yazısını hazırlamaya başlardı. Tüm bunları yaparken o istemeden önce sade
bir Türk Kahvesi servis edilirdi. İlk kahvesi bittikten on beş dakika sonra
yeni bir kahve masasına konurdu, sert, şekersiz, kremasız kahveler o ne zaman
durun derse o zamana kadar konmaya devam ederdi.
"Günaydın, güzel bir
gün olsun."
"Günaydın Sami Bey.
Yağışlı olacakmış. Zaten kasım ayının yağışsız olmasını beklemiyoruz değil
mi?"
"Havadan bahsettiğine
göre, önemli bir şey söyleyeceksin. Ne oldu? Eski kocan dert mi oluyor?"
"Benden uzak, Mısır'a
sultan olsun. O değil konu. Bu akşam biraz erken kapatacağım, çarşamba sabahı
yine aynı saatte açmış olmayı umuyorum. Tadilat başlıyor."
"Demek o meşum gün
bugün! O zaman ben de üst katta içerim kahvemi. Hep davet ediyorlar ama benim
buradaki rahatım orada olmaz."
"Eminim ellerinden
geleni yapacaklardır. Biraz daha gürültülü olabilir. Sadece iki gün."
"Tamam, sen kahvemi
yap, kendine de yap da karşılıklı içelim. Dünkü gündemi okumasam da olur. Her
şey kötü zaten."
İki fincan kahve ve
yanlarında torpilli sayılacak miktarda kurabiye ile Sami Beyin masasına geçti.
Onlar konuşurken yağmur da çiselemeye başlamıştı. Dükkanın kapısı aralıksız
açılıyor, kapanıyor, bir sürü müşteri yağmuru da fırsat bilip kahve içmeye
uğruyordu.
Tezgahın arkası aralıksız
kahve pişiriyor, ya da makinelere kahve koyuyordu. Bir ustası köpük süslemesi
yaparken diğerleri siparişleri yetiştiriyordu. İşleri iyiydi ama daha iyi
olmasını istiyordu. İsim yapmış kahve dükkanlarından biri olmadığı için bu
başarı önemliydi. Üç ustası, bir komisi vardı. Kim boşta ise kirlileri yıkardı.
Her şey müşterilerin gözünün önünde gerçekleşiyordu. Bu samimiyeti seviyordu.
Saat on bir olduğunda kimin
kapıdan gireceğini biliyordu. Başını kaldırıp baktığında üst katta yer alan
lokantanın sahibini gördü. Üç adımda dükkanın kapısında olacaktı. Bu adamı her
gördüğünde heyecanlanıyordu. Kendileri de müşterilerine kahve yaptıkları halde
onun hemen her gün gelip onun dükkanında kahve içmesini, onun da ilgisinin
olduğuna yormak istiyordu. İstemekle olmuyordu...Bir aydır tek bir flört havası
yaratmayan adama ilgisini belle etmek onun harcı değildi. Tam bakışlarını
kaçıracakken arkasındaki gölgeyi görüp seslendi.
"Kapıyı açık tutar
mısınız?"
"Elbette."
Timuçin, arkasından gelene
kapı çarpmasın diye tutarken bir yandan da kimin gireceğini görmeye
çalışıyordu.
Peş peşe kulaklarında
etiket olan iki sokak köpeği girdi içeri. İkisi de hiç kimseye bakmadan
kalorifer peteklerinden birinin önüne geçtiler. Onlar için ayrılmış ve her gün
yıkanıp ertesi gün temiz olarak yayılan örtünün üstüne kıvrıldılar. Kış gelince
üşüdükleri an kapısını çalacakları bir yer olduğunu bilirlerdi. Genç adam,
onların arkasından bakarken gülümsüyordu.
"Küçükken sokaktaki
tüm hayvanları evine götürenlerden miydiniz?"
"Tümünü değil. Anneme
göstermeden bakabildiklerimi..."
"Zor olmalı."
"Evet, büyüdükçe
kolaylaştı. Aynısından mı"?
Ne güzel muhabbet
ediyorlardı, niye siparişini sormuştu ki? Biraz daha konuşsa, o hoş ses tonunu
dinlese kötü mü olurdu?
"Evet, lütfen."
Az önceki hatasını telafi
etmeliydi.
"Siz de hayvanları eve
götürenlerden miydiniz?"
"Evet, özellikle
kedileri. Şimdi de kızım her gördüğü hayvanı eve getirmek istiyor. Salyangozu
var."
'Kızı' işte bu kelime ile
beyni durmuştu. Adamın niye flört etmediğini anlıyordu. Bozulduğunu belli
etmemek için son cümlesine gecikmeli de olsa gülümsedi.
"Arkasında bıraktığı
izin eşinizi memnun etmediğinden eminim."
"Haklı..."
Cümlesini tamamlayamadan
telefonu çalmaya başlamıştı. Zaten haklı olduğunu duymaya meraklı değildi. En
iyisi hazır olan kahvesini verip masaya geçmesini beklemekti. İlk zamanlar
kahvesinin parasını peşin ödüyordu. Artık aylık toplu ödeme yapmaya başlamıştı.
Sami Bey de öyle yaptığı için toplu para almak hoşuna gider olmuştu. Etraftaki
iş yerlerine paket servis yapmak ve belki onlardan da toplu para almak iyi
olabilirdi. Düşünecekti.
Asıl düşünmesi gereken az
önce duyduğu gerçeklerdi. Neyse iki gün görmeyecek, o arada kendini
toparlayacaktı.
"Çarşambaya kadar
kapalı olacağız. Biraz tadilat yapılacaktı. Bu akşam başlayacaklar. Aslında
mobilyaların bir kısmı değişecek ve boya yapılacak. Küçük tamirat işleri falan
var. Mümkün olduğunca üst kata ses gelmemesini sağlayacağız. Müşterilerin
şikayetçi olmayacağını umuyorum."
"Biz lokantayı açarken
yeterince rahatsız ettik sizleri. Lafı bile olmaz. İki gün... buralarda mı
olacaksınız?"
"Ara ara uğrayacağım.
İç mimar son kararlardan sonra ayak altında olmamamı söyledi."
"Hepsi mi aynı
bunların?"
"Umarım aynıdır. Sizin
lokantanın dekorasyonu çok başarılı oldu".
"Teşekkür ederim.
Kendime de pay çıkartabilirim sanırım. Epey sözümü geçirdim."
"Ben sanırım umutsuz
vakayım."
"Yardım gerekirse
seslenmeniz yeter."
"Teşekkürler."
Sırada bekleyen müşteriler
artınca, kahvesini alıp Sami Beyi başı ile selamlayıp boş masalardan birine
geçti.
Betül, genç adamın evli
olduğunu anladığından beri içinde oluşan hayal kırıklığını bastırmaya
çabalıyordu. Parmağında yüzük olmamasını bekar olduğuna yoracak kadar mı
etkilenmişti? Zaten kırklı yaşlarında birinin bekar olması, o bekarın da kendi
binasında olması... mucizelere inanacak yaşı geçmişti...
On dakika sonra kalkmış,
başı ile selam verip çıkışa yürümüştü. Tam o kapıdan çıkarken içeri on yaşında
bir erkek çocuk giriyordu. Montu ve pantolonu kirlenmiş, çantasının sapı
kopmuştu. Betül, kimsenin o zamana kadar duymadığı bir sesle bağırmıştı?
"Can? Oğlum, ne oldu?
Kaza mı geçirdiniz?"
Tüm müşterilerin bakışları
onlara dönmüştü. Timuçin de kapıda durmuş hüzünlü gözlerle bakıyordu. Sonra
Can'ın, sözlerini duyup yoluna devam etti.
"Hayır, son iki ders
tüm okulda iptal edildi. Servisleri bekleyeceğimize bir kısmımız yola
çıktık."
"EEE düştün mü?"
Sesini toparlamış, daha makul bir heyecanla konuşmuştu.
"Kavga ettim!"
Betül ağzı açık bakıyordu.
Oğlu ilk kez kavga ediyordu. Ne yapacağını bilemez şekilde baktı. Kavganın
kötülüğünden, konuşarak anlaşma yollarının tercih edilmesi gerektiğinden
bahsedecekti... Ama orada o anda değil. Azarlamanın, başkalarının yanında küçük
düşürmenin iyi sonuç vermesi beklenemezdi.
*****
Ayakları ağrımaya
başlamıştı. Yağmur dinmiş, köpekler dışarı çıkmış, Sami bey yazısını
tamamlamıştı. Öğleden sonra yoğunluğu bastırmak üzereydi. Öğle yemeklerini
yiyenlerin keyifli ve lezzetli kahve içmek için onun dükkanını tercih etmeleri
hoşuna gidiyordu.
Oğlunu eve göndermek yerine
arkadaki odada derslerini yapması için yanında tutmuştu. Ara sıra çıkıp
annesinin yanına gelmek, bazen kahve yapımını ya da süslemesini izlemek hoşuna
gidiyordu.
Karınları acıktığında ne
yemek istediğini sordu. Tahmininin aksine, üst kattaki lokantaya gitmek
istediğini, sofra adabı eğitiminin nasıl olduğunu göstermek istediğini
söylediğinde şaşkınlıkla oğluna baktı.
"Hamburger, pizza
falan istemiyor musun?"
"Hayır,
istemiyorum."
Kapıdan girenleri gören
Timuçin midesindeki yanmayı önemsemeden konuklarını karşılamak için yanlarına
gitti. Yüzünde gülümseme ile önce anneye, sonra oğluna hitaben konuştu.
"Bu şerefi neye
borçluyuz? Sanırım anneni sen ikna ettin?"
"Evet, öyle
oldu."
"O zaman size en güzel
masamızı verelim."
Timuçin, büyüdüğünde
yakışıklı olacağını tahmin ettiği çocuğu cam kenarında bir masaya yöneltti.
Babasına benziyorsa Betül'ün niye kimse ile ilgilenmediğini anlamak kolaydı.
Betül ikisini takip ediyordu.
Sandalyesini tutan genç adama teşekkür ettikten sonra siparişleri için bekleyen
garsona kısa bir incelemeden sonra yiyeceklerini söylediler.
"Güzel tercihler,
sizlere afiyet olsun."
"Siz yemek yediniz
mi?" Bu soru da nereden çıkmıştı? Timuçin de en az onun kadar şaşırmıştı.
Betül, bir an duraksayan adama gülümseyip devam etti. "Yemediyseniz bize
katılın lütfen." Oğlunun meraklı bakışlarını yakalamıştı. Ona açıklama
yaptı. "Timuçin Bey, bu lokantanın sahibi. Benim de iyi müşterilerimden."
"O zaman katılın ve
hatam olursa lütfen uyarın. Ne de olsa annemin sadece bir kahve dükkanı var.
Oğluyum diye belki de hatalarımı görmeyecek bile."
"Hangi konuda hata,
anlamadım!"
"Çatal, bıçak
kullanımı, doğru bardaklar gibi... tabii ben alkol yaşına gelmediğim için
sadece su ve meyve suyu içebilirim. Yine de hatasız öğrenmek gerekiyor."
Timuçin, gülümseyerek
"Elbette hatan olursa uyarırım. Eminim annen de çok iyi biliyordur
kuralları."
"Annem biliyor fakat
çok sorun etmiyor. Evde rahat yiyebiliyoruz. Babamın yeni eşi biraz kuralcı.
Her yemekte bunlara dikkat etmemiz gerekiyormuş."
Timuçin, midesindeki
yanmanın kesildiğini fark etti. Işte şimdi, yağmur sonrası kendini gösteren
güneş içini ısıtmaya başlamıştı. "Bilmek önemli ama hayatında çok daha
önemli konular var. Mesela bugünkü kavga. Yemekten sonra detayları anlatır
mısın bana? annenin izni olursa biraz erkek erkeğe muhabbet edelim. Tüm
elemanlarımın işi çok, canım sıkılıyor. Seninle vakit geçirmek iyi
gelebilir."
Betül, bir anda bakışlarını
çevirdi. Sanki aklından geçenleri okuyordu. İkisinin konuşmasını izlerken,
oğlunun bir baba ile neler paylaşacağını görmüş, nelerden mahrum kaldığını
anlayıp canı sıkılmıştı. Eski eşinin oğluna çok fazla vakit ayıramadığını
biliyordu. kötü ya da ilgisiz bir baba değildi, sadece gerçekten çok meşgul bir
adamdı. Zaten evlilikleri de bu yüzden bitmişti. Artık birlikte vakit
geçirmeyen bir çiftin evli kalmasının anlımı yoktu.
"Siz kavgayı gördünüz
mü?" Can nereden bildiğini anlamamış, hatta belki de annesinin anlattığını
sanmış olmalıydı.
"Hayır, sen geldiğinde
ben tam çıkıyordum. O zaman annenin çığlığını duydum."
"Bence Üsküdar'dan
bile duyulmuştur. İlk kez o kadar sesinin çıktığını duydum." İkisi de buna
gülünce Betül, yalancı bir kızgınlıkla katıldı onların konuşmasına.
"Dedikodu dediğin arkadan yapılır, ben masadayım küçük bey."
"Anne, gerçekten çok
fena bağırdın. Ayrıca önemli bir şey değil, küçük bir kavgaydı."
"Evde
konuşacağız."
Yemekleri geldiği için Can,
özenli bir şekilde önündeki servisten çorba kaşığını aldı. İki büyük de
kendisini dikkatle izliyor, doğru yaptığı her şeyden sonra takdir ediyorlardı.
Yemek aralarında da çatal ve kaşığını tabağına koyarak anlamlarını söylemeye
devam ediyordu.
Çatalını ve bıçağını ters V
şeklinde koyduğunda, "Bunu sadece bildiğimi göstermek için yaptım. Yoksa
hala açım ve ara vermeyeceğim." Demiş, annesinin ve Timuçin beyin
gülmesinin ardından ikinci tabağı istediğini belirtir şekilde çatal ve bıçakla
artı işareti yapmıştı. Tatlısını da yedikten sonra ise çatal ve bıçağını
birbirine paralel olacak şekilde tabağına soldan sağa doğru koymuştu. Bunu
gören Timuçin, "Takdirinizi aşçılarıma ileteceğim. Eminim çok mutlu
olacaklar." demişti.
"Gerçekten çok
lezzetliydi. Benim beğenimin bir önemi varsa, onu da ekleyebilirsiniz."
"Olmaz mı? Elbette
ileteceğim." Kısa bir an durup devam etti. "Sizinkiler kadar olmasa
da birer de kahve içer miyiz?"
"Mutlu olurum."
İçindeki merak duygusunu
bastırıp sormamıştı. Karısı ne iş yapıyordu, kaç yıllık evliydiler, başka çocuk
var mıydı? Hepsini merak ederek oğlunu orada bırakmış ve alt kata inmişti.
Artık düşünmeyecekti. Aklının takılı kalmasının anlamı yoktu. Bir saat kadar
sonra oğlu indiğinde ilk iş, annesinin yanına gidip, bir daha kavga etmeden
önce konuşarak çözme yolunu arayacağı, kendisini üzdüğü için onun da üzgün
olduğu ve özür dilediğini içeren uzun bir konuşma yaptı. Betül, cümlenin
başındaki 'kavga etmeden önce' kelimelerine takılmıştı. Bu bir daha asla kavga
etmeyeceğim demek değildi. Ki zaten öyle bir söz verse tutamayacağını bilecek
kadar erkekleri tanıyordu. Özrü kabul edip kalan derslerini tamamlaması için
arka odaya yolladıktan sonra yüzünde büyük bir gülümseme ile müşterinin
hesabını aldı.
*****
Koskoca iki gün...
Ara sıra alt katta neler
oluyor diye inip bakmaya çalışmış, fakat camlardaki kağıtlar yüzünden içeride
olanları görememişti... hem yapılanları... hem de kimlerin gelip gittiğini
görmek istemiş ama bir türlü başaramamıştı. Aslında bu yaptığı komik değil miydi?
Kapıyı çalsa içeriye alınacağını biliyordu. Görmek istediği yüzün orada
olmasını umuyor, belki denk geliriz diyordu. Oysa çarşamba sabahına kadar böyle
bir şansı olmamıştı. Her sabah on birde kapısında olurdu. Bu kez o saate kadar
bekleyemeyecekti. Saat daha yeni dokuz olmuştu. Arabasını binanın arkasındaki
otoparka park edip, ara yoldan ön tarafa geçti. Nihayet görecekti.
Olduğu yerde çakılı
kalmıştı. Dükkanın hala camlarında kağıtlar vardı. İşler bitmemiş olmalıydı. Bu
saatte açıyorlardı. Kapıyı çalmak ile üst kata çıkmak arasında oldukça
bocaladıktan sonra daha fazla dayanamadı.
Bir dakika kadar beklemiş,
bu süre içinde bir kez daha kapıyı çalmıştı. Nihayet açıldığında karşısında
pırıl pırıl bir gülümseme ile boğazlı kazakla o güzel boynunu kapatmış Betül'ü
görmüştü.
"Erkencisiniz!"
"Öz.......Merak ettim.
Bitmedi mi işler?" Ağzından kaçırıyordu. Tam zamanında susmuştu.
"Bitti. Sadece ufak
tefek masalarla ilgili düzenlemeleri yapıyorduk. Kağıtları Sami Bey ile
birlikte kaldıracağız."
"O bu saatte gelmiş
olmuyor muydu?"
"Gelir şimdi. Nasıl
olmuş?" Birlikte dükkanın içine doğru yürüdüler. Çok güzel döşenmiş, renk
geçişleri ile sanki dört ayrı dükkanın hepsi aynı avluya bakıyormuş gibi bir
hava yaratılmıştı. Ortadaki çiçekler tam da bu hava oluşsun diye konmuştu.
Masalarda taze çiçekler
yerine minik saksılarda hercai menekşeler ve çuhalar vardı. Bazı köşelerin
koltuklarının rahatlığı uzaktan bile belli oluyordu. Kahverengi tonlarının
olduğu yerin ciddiyeti şaşırtmıştı. Sonra amacı anladı. Oradaki sandalye ve
koltuklar bile iş yeri havasını taşıyordu.
Daha sonra ise duvarlardaki
resimlerle kahve maddelerinin olduğu çerçeveleri görüp okumak için yaklaştı.
Bazen gülüyor, bazen şaşkın bakışlarla Betül'e bakıyordu.
"Çok iyi olmuş.
Gerçekten çok iyi olmuş."
Tam teşekkür edecekken kapı
yine çalmıştı. Gülümseyerek yanından ayrılıp Sami beye kapıyı açtı. Kısa
sohbetten sonra ustasının yaptığı kahveleri keyifle içtiler. Artık yeni hali
ile dükkanının açılma saati gelmişti. Üçü birer kağıdı camlardan indirip ön
cepheyi temizlerken yan cepheyi de elemanları halletmişti.
Kendi iş yerine çıkmadan
önce bir adım atmaya karar vermişti. Yanına gelip kısık bir sesle ve kulağına
eğilerek, "Öğle yemeğine davet etsem, bu güzel açılışı kutlasak, sizin
için uygun mu?"
Değildi. Hiç uygun değildi.
Üstelik otuz beş yaşında bir kadının kulağına söylenen bu cümlelerle bu kadar
heyecanlanması, hatta nefesinin kesilmesi hiç uygun değildi. Bir aydır flört
etmek istediği, bir türlü öyle bir ortam bulamayan, evli olduğunu anladıktan
sonra adamın bu hareketleri ile karşılaşan kalbi resmen tekliyordu.
"Saat iki gibi uygun
mu?"
Dilinin aklı ile kalbini
umursamadığını görünce ısırmak istedi. Timuçin ise karşısında gülüyor, başı ile
uygun olduğunu belli ediyordu.
*****
Müdavimlerin gelişleri ile
keyfi çoğaldı. Bir sene önce dükkanın iki ayrı ucunda oturup, bir süre
birbirine bakan, sonra erkeğin tanışmayı teklif etmesi ile çıkmaya başlayan
çifti gördüğünde çok mutlu oldu. İkisi de yüzünde kocaman bir gülümseme ile
bankoya gelmiş, sonra da düğün davetiyelerini bırakmışlardı. Betül'ün yanlarına
gelip ikisine de sarılmasını şaşkınlıkla izleyen müşterilerine minik bir
açıklama yapmıştı. "Bu işletmenin tanıştırdığı üçüncü çiftimiz bu hafta
sonu evleniyormuş. Darısı tüm bekarların başına."
Bir sürü masadan aminnn ve
mutluluklarrrr diye sesler yükselmişti.
"Evlendikten sonra da
sık sık gelin. Özletmeyin kendinizi!"
"Geliriz elbette.
Sizin sayenizde saatlerce konuşmuş, birbirimizi çok iyi tanımıştık. Buranın
muhabbetlerinin tadını başka yerde bulamayız."
Saat ikiyi gösterirken
önlüğünü çıkartıp, üstünü başını kontrol etti. Ruju düzgündü. Saçlarını yeniden
topladı. Artık hazırdı.
Kapıdan girer girmez onu
gördü. Bir masada iki erkek bir kadın ile oturuyordu. Rahatsız etmekten
çekindi. Ya saati unutmuştu, ya da randevusu olduğunu. Oraya kadar gelmişken
yemeden inmeyecekti.
Masalardan birine
yönelmişti ki kulağının dibinde sesini duydu. "Özür dilerim, en çok beş
dakika içinde yanında olacağım."
"Sorun değil, ben
yemeğimi yer giderim. Sen arkadaşlarını bırakma."
"Arkadaşlarım değil.
İş görüşüyoruz. Hemen geleceğim."
Dediği gibi olmuş, kısa
sürede yanına gelmişti.
"Güzel bir iş
bağlantısı oldu. Bir firma ile yıllık yemekleri ve tüm ödül yemekleri ile
ilgili anlaştık."
"Çok güzel haber.
Tebrikler. Bir ay gibi bir sürede bu kadar iyi bir anlaşma yapmak hiç
küçümsenemez. Asıl bunu kutlamalıyız."
"Bunu sonra kutlarız.
Önce yeni dükkan dekorasyonunu kutlayalım."
Yani sonra yeniden mi yemek
yiyeceklerdi? O sormadan, Timuçin, cumartesi akşamı için davette bulundu.
"Akşam mı? Eşiniz ve
kızınız da olacaksa elbette olur." Bu adam kendisini ne sanıyordu? Öğlen
yemeği davetini kabul ettiği için kendisine kızmıştı. Böylece adama akşam
yemeği için cesaret vermişti. Bir daha asla tekrarlanmayacaktı. Çatık kaşları
ile bakıyor olmalıydı. Oysa Timuçin karşısında gülümsüyordu.
"Siz, eski eşinizi ve
yeni karısını çağırırsanız, ben de eski eşimi ve yeni kocasını çağırırım."
"Oh çok özür dilerim.
Bir anda çok kötü şeyler düşündüm."
"Biliyorum, hepsini
yüzünüzden okudum. Karısını evde bırakıp başka kadınlarla akşam yemeklerine
çıkan bir erkek sanılmak hiç hoşuma gitmedi. Hatta çok aşağılayıcı buldum. O
yüzden küçük bir cezayı hak ettiniz."
"Ceza mı? Hakkınızda
bir şey bilmediğim için cezalandırılmayı kabul etmiyorum. Ayrıca benim eski
eşim, karısı evde otururken ona ayıramadığı vakitlerde yeni eşine vakit
ayırabiliyordu. Yani kötü tecrübe ile sizi de aynı kefeye koymuş olmamı mazur
görmenizi umuyorum."
"Hepsi yerinde mutlu
olsun, bize bulaşmasın. Böylece ben de sizi mazur göreyim."
"Timuçin Bey, bir şey
rica edebilir miyim?"
"Evet, elbette."
"Bana Betül der
misiniz? Ben de size Timuçin diyeyim. Haddinden fazla kibarlık beni rahatsız
etmeye başladı. Üstelik yıllarca komşu olacağız, böyle zor olmayacak mı?"
"Büyük bir zevkle
derim Betül. Umarım uzun yıllar bir arada oluruz."
Betül cümleyi önce
kendisine yanıt olarak algıları fakat sonra aklını kurcalayan bir yanı olduğunu
fark etti. İma mı vardı? Varsa bile yüzünden anlaşılmıyordu.
"Az önceki konuya geri
dönelim. Evet cumartesi akşamı, ben kızımı, sen oğlunu alıp güzel bir yerde
yemek yiyelim. Aslında burası da uygun ama yemekleri bedavaya getirdiğimi
düşünme diye bir başka yerde yiyelim diyorum."
"Düşünebilirdim ama
senin aşçının maharetlerini tattıktan sonra başka yerde yemek yemek aynı tadı
verir mi bilemiyorum. Yine de akşamları alkol olduğu için çocuklarla başka bir
yere gitmek daha doğru olacak."
"Anlaştık. Adresini
verirsin, sizi alırız."
*****
İlk akşam buluşmalarının
çocuklarla olması sonrasının da öyle olacağı anlamını taşımıyordu. Hemen her
hafta bir, bazen iki akşam dışarıda buluşuyorlardı. Bazen yemek, bazen kahve ve
bazen sadece yürüyüş yapıyorlardı. Çocuklar uygun olduklarında mutlaka onlara
katılıyordu. Can ağabeylik yapmayı sevmiş gibiydi. Sude bazen huysuzluk ediyor,
programları bozmaya çabalıyordu. Babasının, dilerse annesinin yanında
kalabileceğini, akşama alacağını söylediği böyle bir ortamda babasına bakmış,
"Can?" Diye sormuştu.
"Can bizimle gelecek.
Sen sanırım onunla oynamak istemiyorsun. O da yeni arkadaşlar
bulur."dediğinde dudağını sarkıtıp ağlamaklı olan kızına bakıp ona belli
etmeden gülümsedi. Derdi Can değildi. Sonra aklına Betül geldi. Acaba onu mu
sevmemişti?
"Niye gelmek
istemiyorsun, bana anlatır mısın?"
"Yok bir şey, gelmek
istiyorum."
Konuyu uzatmayan Timuçin,
eski eşini arayıp ona sormayı aklının bir köşesine yazmıştı. Sude'nin annesi,
ikinci evliliği yapmadan önce de kızının velayetini babasına bırakmıştı.
Lohusalık döneminde geçirdiği rahatsızlıklar onun kızı ile ilgilenmesini
neredeyse engelleyecek büyüklükte sorunlara dönüşmüştü. Yeni eşi de çocuk
istemediği için gayet mutlu bir evlilikleri vardı. Kızını bazen hafta içi,
bazen hafta sonu alıyor, akşam babasına yolluyordu. Kötü bir şey konuşacağını
aklına bile getirmediği için Sude'nin belki bir şeyler anlatmış olabileceğini
düşünmüştü.
Bulduğu ilk fırsatta aradı
Sude'nin annesini. Hatır sorduktan sonra asıl derdini dile getirdi.
"Hayır, hiç kötü bir
şey söylemiyor. Can'ı abim diye anlatıyor. Bir ara bana haber vermeden evlendin
sandım. Betül müydü? Ondan da kötü bir şekilde bahsetmiyor. Ama bu çocuk kreşte
diğer çocukların yanında saatler geçiriyor. Bir sürü sorunlu aile var. Belki
eğitmenleri bir şeyler biliyordur. Ben mi sorayım, sen mi sorarsın?"
"Ben niye bu kısmı
düşünmedim ki? Tamam, sorarım ben. Çok teşekkürler. Selamlar."
Ne kadar medeni bir
konuşmaydı. Ilk zamanlar böyle değildi. Zamanla arkadaş olabilmişlerdi. Üç
seneye yakın zaman geçmişti ayrılıklarının üzerinden. Bu sürede hiç evlenmeyi düşünmemişti.
Sude küçükken bile aklına gelmemişti. Artık düşünüyordu. Hayatında biri vardı
ve onun yanında mutluydu. Kızının da mutlu olmasını istiyordu.
*****
"Kahveniz Hazır!"
Dediğinde en yakın masadan bir genç kız geldi. Tepsiyi alıp arkadaşlarının yanına
döndü. Geldiklerinden beri hararetle konuşuyorlardı. İçlerinden biri orada bir
erkekle buluşacak, kızlar da o erkeği ölçüp biçecekti. Kendi arkadaşlarını
düşündü. Onlar da zamanında benzer incelemeler yapar, bazen yakıştıramaz, bazen
çok beğenir bu kez de kızı ona uygun bulamazlardı. Aynı erkek için kavga
etmezler, aşk sandıkları duyguları gömmeye çalışırlardı. Oysa aşk başkaydı.
Bazen bir anda aşık
oluyordu insan. Tanımadan, bilmeden, sadece karşı konulmaz sanılan istekler
duyuyor, hep onunla olmak istiyordu. Ara sıra bu duygular doğru insanlara karşı
olsa da bazen büyük hatalar yapılıyor, büyük aşk daha büyük bir ayrılıkla son
buluyordu.
Bazen ise yavaş yavaş
oluşuyor, bu ne demeye kalmıyor, o insan vazgeçilmez oluyordu. Her konuda
anlaşamasa bile çoğu ortak nokta bir arada olmaya yetiyordu. Varsın farklı
film, müzik zevkleri olsundu. Zamanla o filmlerde, o müziklerden de zevk almaya
başlıyor, sonra asıl zevkin bir arada olmaktan kaynaklandığını çözüyordu
insan... Timuçin ile olmak da böyleydi. Arada bir konuyu enine boyuna
tartışabiliyor, bazen kahkahalarla gülebiliyorlardı. Çocuklarının sorunlarını
da paylaşıyorlar, birbirlerinden destek alıyorlardı. Onu sadece üç aydır
tanıdığını düşününce duraladı. Kocasını düşündü. Tanıştıktan bir sene sonra
evlenme teklif etmiş, yedi ay sözlü, üç ay nişanlı kaldıktan sonra evlenmiş, üç
sene sonra da boşanmıştı. Şimdi geriye dönüp baktığında onunla geçen sürede
kocasını tanıyamadığını görüyordu.
Kendisi mi çabalamamıştı?
Eski kocası mı değişmişti? Belki de değişen kendisiydi! Herkes büyüyor,
olgunlaşıyor ve doğal olarak değişiyordu. Erken yapılmış evliliğin belki de
kaçınılmaz sonucuydu. Eskiyi düşünmenin bir önemi yoktu belki de. Artık yeni
bir hayatı vardı. Güzel giden bir ilişkisi vardı. Henüz hayatlarına cinselliği
sokmamışlardı. Yine de öpüşmelerinden ikisinin de ne kadar etkilendiğini
anlayacak kadar tecrübeliydiler. Çocuklu ebeveynler olmaları çok daha dikkatli
hareket etmelerini gerektiriyordu. İkisi da her şeyi anlayacak yaşlardaydı.
Hatta Sude, küçük yaşının patavatsızlığını bazen sergiliyordu. Babasına
gazetede gördüğü bir resmi gösterip, "Siz de böyle öpüşüyor musunuz?"
Diye sorduğunda gülsünler mi ciddi mi yanıt versinler ikisi de bilememişti. En
sonunda Timuçin, "Evet, biz de bazen öpüşüyoruz. Sen de büyüdüğünde
öpüşeceksin." Demiş, sonra da milyarlarca kız babası gibi eklemişti,
"Ama çok büyüdüğünde." Sonra da daha kısık sesle, "Umarım benim
yanımda böyle bir şey yapmaz," diye mırıldanmıştı.
Sude, babasının yanıtından
sonra sessizliğe bürünmüş, uzun süre bunu fark edemeyen ikili Can'ın,
"Senin neyin var?" Diye sorması ile birbirine bakmaya başlamıştı.
"Gerçekten neyi var?
Öpüşmemize mi kızdı?"
"Bilmiyorum. Bir sorun
var ve bana anlatmıyor. Önce Can ile ilgili sandım. Sonra seninle ilgili
olduğunu düşündüm. Ne annesine ne okuldaki öğretmenlerine anlatmamış. Belki bir
psikoloğa göstermem gerekir."
"Benim konuşmamı ister
misin? Belki beni istemiyor hayatınızda!"
Timuçin bundan korkuyordu.
Nasıl bir tavır alacağını bilemiyordu. "Bir süre daha bekleyelim, belki kendi
başına çözer. Belki de kendisi anlatır. Baskı yapmayı istemiyorum. Zamanla
hallolur. " Çok iyi niyetle söylenmiş cümlelerin karşı tarafta açtığı
yaraların farkında değildi.
Zamanla çözülecek şeyler
neydi? Eğer gerçekten Betül'ü dert ediyorsa bu nasıl çözülecekti? Anne
istemiyor olabilirdi. Annesi kızını dolduruyor olabilirdi. Babasını paylaşmayı,
Can'ı istemiyor olabilirdi. Tüm bunların çözümü olarak Timuçin de ondan
ayrılmayı seçebilirdi. Zaman işte bu kadar belirsiz bir kelime oyunuydu.
O konuşmaların üstünden bir
ay geçmişti. Sude bazen çok neşeli, bazen durgun olsa da pek sorun
çıkartmıyordu.
Bir gün önce Timuçin,
öpücüklerine ara verdiğinde kulağına fısıldamıştı. "Yetmiyor. Sadece
öpüşmek bana yetmiyor. Seni kollarıma almak, saatlerce sevişmek istiyorum."
"Ben de!"
"Tamam, liseliler gibi
arabayı bir yere çekip sevişelim." Şaka yapıyordu ama sesinin boğukluğu
bir miktar gerçek payı olduğunu belli ediyordu.
"Daha iyi fikrim var.
Yarın kendimize izin verelim."
"Bu, bugüne kadar
duyduğum en iyi fikir. Seni alıp evime kaçıracağım."
Öyle de yaptı. Kızı ile
yaşadığı evin galiba bir tek kızının odasında sevişmediler. Ara verip, güç
toplayıp son kez diyerek başladıklarında akşam olmak üzereydi. Kızının kreşten
döneceği saatte, eve onu karşılamak için bir bakıcı geliyordu. Babası gelene
kadar onunla kalıyordu. Timuçin, yemek hazırlarken yanına gelen Betül'ün
giyinmiş, makyajını tazelemiş olduğunu görünce içinde bir yerlerde canını yakan
bir şeyler hissetti. Gitmesini istemiyordu. Artık birlikte yaşamak istiyordu.
Sadece yaşamak mı? Hayır evlenmek, aynı evi, mevcut çocukları ve yeni
doğacakları paylaşmak istiyordu.
"Can'ı ara, bir
taksiye binsin, buraya gelsin. Ben de bakıcıyı arayayım, gelmesin. Birlikte
akşam yemeği yeriz."
"Sude beni burada Can
olmadan görünce üzülebilir."
"Niye öyle
düşünüyorsun?"
"Sorunun devam
ettiğini görebiliyorum. Anlatmadı değil mi?"
"Hayır, kimseye bir
şey söylemiyor ama bazen derin iç çekiyor. Bir derdi olduğunu bilmesem
güleceğim o haline."
"Zamana bırakmak işe
yaramadı sanırım. Belki de en iyisi onu üzmemek için ayrılmak." Hay lanet
olası dilim, diye düşünürken karşısındaki adamın bir karış açık ağzını görmek
kendisini de şaşırttı.
"Ne dedin sen?"
"Sude..."
"O iyi ve daha iyi
olacak. Sen az önce ne dedin?"
"Bak, Can'ın üzüleceği
bir şeyi yapmam. Gerekirse onun için kendi isteklerimi geri plana atarım. Senin
de aynısını kızın için yapacağını biliyorum."
"Evet, yaparım. Fakat
sorunun ne olduğunu bilmeden körü körüne onun isteklerini yapmayacağım gibi,
senin şu an 'ayrılalım' saçmalığını da yapmayacağım. Çözüm üretebileceğimiz
şeyler olduğundan eminim." Onun yüzünden de hüzün akıyordu. Sadece
çocukları yüzünden ayrılmayı düşündüğünü görebiliyordu. Bu biraz rahatlatmış,
ilk duyduğu andaki kızgınlığı geçmişti. Kızının mutluluğunu kendi mutluluğundan
önce düşünen bir kadına daha fazla kızamazdı zaten.
"Bu günün üstüne böyle
bir cümle duyunca performansımdan şüpheye düştüm. Çok genç değilim ama o kadar
da kötü olduğumu düşünmemiştim."
Betül, kızaran yanakları
ile bakıp önce biraz çapkın bir gülüşle yanıtlamaya çabaladı ama sonra
dayanamayıp kahkahayı patlattı. "Erkeklerin iltifat beklediğini bilmezdim.
Harikaydı. Bunca sene sonra doğru erkeği bulmuş olmamın keyfini
anlatamam."
Timuçin, elindeki bıçağı
tezgaha bırakıp yanındaki kadına döndü, iki eli ile yanaklarını tutup
dudaklarına küçücük bir öpücük bıraktı. "Ben sana aldığım keyfi
anlatırsam, sen de bana anlatır mısın?"
"Sözcüklerle mi
hareketlerle mi?"
"Her ikisi de olur.
Hatta aynı anda bile olur." Bir süre baktı genç kadının yüzüne, sonra
usulca, "Sakın bir daha o kelimeyi kullanma. İçim hala acıyor." dedi.
Betül'ün yüzünde oluşan hüzün en az onun kadar acı çekerek söylediğini ispatlar
gibiydi.
"Sude konusunda rahat
ol. O benim kızım. Akıllıdır. Gerçi zeka ile ilgili genleri anneden aldıkları
söylenir ama eminim katkım olmuştur. Konuşarak, olmadı konuşturarak çözeceğiz.
Sonra da birlikte olmanın tadına varacağız."
Yine muallak cümleler...
birlikte olmak... aile olmak dememişti. Evlenmekten bahsetmemişti. Zaten o güne
kadar aralarında aşk, sevgi, evlilik gibi ikisine özel kelimeler hiç
kullanılmamıştı. En büyük hareket o gün sevişmeleri ve ayrılık konuşmasının
yapılmaması konusundaki emirleriydi. Belki de ayrılığı da hevesi geçince
kendisi konuşmak istiyordu. Konuşabilen bir çiftin bu kadar önemli konularda
konuşmaması tuhaf değil miydi?
Kendi duygularından emindi
Betül. Ayrılalım dediğinde bir an kabul edecek sanmış ve işte tam da o an emin
olmuştu aşkından. Aylarca süren duygusal değişimlerin aşka ulaştığını hissetmek,
kaybetmekten korkmak, kollarında huzur bulmak... hepsinin ölene kadar devam
etmesini istiyordu. Yolun yarısı denen yaşlarda aşkı yeniden bulmanın mutluluğu
ile uçan adımlarla girdi dükkandan içeri.
Elemanların hepsi
çalışıyordu. Sami bey bile gelmiş, köşesine kurulmuştu. Mis gibi kahve kokusu
her yeri sarmıştı.
"Günaydınnnn"
diye çınlattı dükkanı.
"Çok keyiflisin
bugün."
"Öyle Sami bey. Ne
ekonomik sıkıntılar, ne ülke sorunları beni bugün üzemez. Çok keyifliyim."
"Belli, bak bir
erkenci daha var. Onun da keyfi yerinde."
Kapıdan giren Timuçin'di.
Gelip yanağına bir öpücük kondurduktan sonra Sami Beye dönüp
"Günaydın" dedi.
"Sana da günaydın.
Hayırdı yüzünüzde güller açıyor."
"Bahara ne kaldı. Kara
kışı bitiriyoruz, işler iyi gidiyor, sağlığımız yerinde."
"Hepsi bu mu?"
"Hepsi olmasa da
herkese söyleyeceğimiz kısmı bu."
Yaşlı kurt, ikisine imalı
baktıktan sonra gülümseyerek yazısına geri döndü. Kısa süre sonra kapı açıldı,
üç takım elbiseli adam içeri girip, kendileri için oluşturulan köşeye geçti.
Üçünün de bilgisayarlarını çıkartıp iş konuşmaya başlamadan önce kahvelerini
alacaklarını biliyordu Betül. Yeni müdavimleri bu beylerdi. Her sabah yarım
saat kadar oturuyor, bazen sadece konuşuyor, bazen çalışıyorlardı. Daha sessiz
olan köşeyi tercih etmeleri Timuçin'in gözünden kaçmamıştı.
"Senin şu renkli
ayrımı bizim lokantaya da mı uygulasak? Gerçekten işe yaramış gözüküyor."
"Evet, işe yarıyor.
Müşteri sayımızda yüzde on beşlik artış olmuş. Muhasebecim çok memnun."
"Şu tabelaların da
etkisi vardır. Hızlı ve kaliteli servisi de ekle. Başka ne vardı? Tamam...
Senin güzel ve güler yüzünün de mutlaka etkisi vardır."
"Bu son cümleyi
sevdim. Hadi otur, kahvelerimizi yapıp geliyorum."
*****
"Betül, bu akşamki
randevuyu iptal etmemiz lazım. Sude çok ateşlenmiş. Ben kreşe gidiyorum. Sonra
telafi ederiz."
Genç kadın, yüzündeki
panikle konuşan adamın yalnız gitmesine izin veremezdi. Önlüğü çıkartıp,
elemanlarına dükkanı onlara emanet ettiğini, kapatıp çıkmalarını söyledi.
Elemanlar böyle zamanlarda ne yapacaklarını gayet iyi biliyordu. Çantasını alıp
hemen yanına geldi. genç adamın itirazlarını umursamamıştı bile.
"Kreşten aradılar.
Doktorları görmüş, soğuk algınlığı demiş. Yine de ateşinin düştüğünden emin
olmak lazım."
"Sen biraz rahat olur
musun? Ilık banyo yaptırırız düşer ateşi. En kötü hastaneye götürürüz."
"Havale geçirmişti. O
zamandan beri biraz ateşlense korkudan ne yapacağımı şaşırıyorum."
Annesinin böyle durumlarda
kızı ile ilgilenemediğini bildiği için genç adamın nasıl korktuğunu
anlayabiliyordu. Kadının psikolojik sorunlarının olması elinde olan bir şey
değildi. Lohusalığın bazen böyle etkileri olduğunu okumuştu. Yine de iyi bir
anneydi. Haberi olsa belki gelirdi.
"Hayır, onu aramanın
manası yok."
"Nereden
biliyorsun?"
"Daha önce de yaşadık
benzer durumları. Arasam, doktora götür der, yarın arar nasıl olduğunu sorar.
Fazlasını yapamıyor. Kızmıyorum ama Sude üzülüyor diye üzülüyorum."
"O zaman biz de 'Küçük
bir soğuk algınlığı anneni niye üzelim' der, aramamamıza kılıf uydururuz."
"Anlaştık."
Yanakları al al olmuş küçük
kız revirde yatıyordu. Çocuk doktorunun yazdığı reçetedeki ilaçları almıştı
kreştekiler. Böyle zamanlarda parasını hak ettiğini ispatlar kalitede işler
yapıyorlardı. Timuçin kızını kucaklamış, arka koltuğa yatırmıştı.
"Ben yanına oturayım
mı? Baban araba kullanırken biz de biraz okuldan falan konuşuruz, ne
dersin?"
"Sen de hastalanırsan
sonra? Bana kızarsın, sana hastalık bulaştırdım diye."
"Bulaştırmamaya
çalışırız ama illa bulaşacağım derse yapacak bir şey yok. Birlikte yatarız,
babanla Can da bize bakar."
"Can abim bakabilir
mi?"
Yanına oturup, başını
dizine koyduktan sonra yanıtladı küçük kızı. "Bak, abim diyorsun, o abi
olduğu için bakabilir."
"Ben de büyüyüp onun
kadar olunca bakabilirim."
"Elbette. Ama umalım
da kimse hasta olmasın. Sen nasıl hasta oldun?"
"Kreşteki çocuk
yüzünden. Hep haşpırdı."
"Hapşırdı"
"Evet, haşpırdı. Sonra
ben de haşpırdım."
İkisi de gülmeye başladı.
Bu kez Timuçin düzeltmeyi denedi kızının hatasını. "Hapşırdın"
"Off baba evet
haşpırdım. Sonra yanaklarım sıcak oldu. Sonra da beni doktora götürdüler."
"Tamam, hadi eve
gidene kadar uyu biraz."
Beş dakika geçmemişti ki
küçük kızın hırıltılı nefesini duymaya başladılar. Yanakları biraz daha
kızarmıştı. Klimayı açmamış, aracın ısınmasını engellemişti.
"Yükseliyor mu
ateşi?"
"Evet, eve gidince
duşa sokarız. Sen telaş etme, sakin kullan arabayı."
"İki aç dakikaya
evdeyiz zaten."
O iki üç dakika süresinde
Sude sayıklamaya başlamıştı bile.
"Baba, seninle
kalayım... beni bırakma... annemle kalmam..." Aralıklarla aynı kelimeleri
tekrarlıyordu.
"Neden senin
bırakacağını sanıyor? Annesi almak mı istiyor?"
"Hayır, hiç öyle bir
konu geçmedi. Anlamadım. Düzeldiğinde sorarım."
Eve geldikten iki saat
sonra ateşi düşmüştü. Can'ı gidip almıştı Timuçin. Sude televizyonun karşısında
oturmuş çizgi film izliyordu.
"Betül teyze, biraz su
içebilir miyim?" Sesinde tedirginlik mi vardı?
"Daha iyi
gözüküyorsun. Başka bir şey ister misin? Çorba pişiriyorum. Onu içince hemen
iyileşeceksin."
"Çorba ilaç mı?"
"Can abine göre
ilaçtan daha faydalı."
"Can abime de mi hasta
olunca o çorbadan yapıyorsun?"
"Tabii. Yoksa
iyileşemez hemen."
"Bana yaptığın için
kızar mı?"
"hayır, kızmaz."
"Ya kızarsa?"
"Sudeciğim, senin çok
sevdiğin yemekten baban Can'a yapsa sen kızar mısın?"
"Hayır, kızmam. Ama
bana daha çok verecek."
Gülmemek için tuttu kendini
Betül. "Tamam, Can kızarsa ona daha çok veririm ama eminim kızmayacaktır.
Hem o seni çok seviyor."
"Sen..."
"Bana ne olmuş?"
"Sen beni seviyor
musun?"
"Bilmiyor musun? Hiç
söylemedim mi? Çok seviyorum tabii. Üstelik ben bunu söylediğimi
sanıyordum."
"Söyledin. Ben de
söyledim ama bazen büyükler yalan söylermiş."
"Yalan söylemenin kötü
bir şey olduğunu zaten biliyorsun. O yüzden ben sadece şunu söyleyeceğim, seni
ve babanı çok seviyorum." İlk kez Timuçin'e olan duygularını yüksek sesle
söylemişti. Arkasından gelen sesle dönüp baktı. Oğlu ve Timuçin kapıdan onlara
bakıyorlardı. İkisinin de yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.
"O cümleyi benim
duymam gerekmiyor mu? Kızıma sadece kendisine ait kısmı söyle lütfen."
Betül utanma ile rahatlama
arası bir ruh hali ile yerinden kalktı. Can, Sude'nin yanına gidip büyük adam
gibi elini alnına koyarken Betül de Timuçin'i mutfağa sürükledi.
"Sana bir şey söylemem
lazım."
"Evet, bence de bana
bir şey söylemen lazım. İstersen önce ben söyleyeyim. Belki daha rahat
söylersin. Gerçi kızıma itiraf ederken oldukça rahattın."
"Dalga geçmeyi bırak.
Önemli bir konu."
"Bence de önemli ve
ben dalga geçmiyorum. Hadi söyle artık. Bunu duymayı aylardır bekliyorum."
"Hiç sanmıyorum."
"Ne?"
"Bak, Sude'nin sorunun
ben olduğumu düşünüyorduk ya. Yanılmıyoruz. Benim onu sevmediğimi sanıyor.
Büyükler bazen yalan söylermiş. Öyle diyor. Sanırım kreşte çocukların yaptığı
konuşmalardan çıkarttığı sonuçlar bunlar."
"Konu gerçekten
ciddiymiş. Peki, sen ne dedin?"
"Elbette gerçeği
söyledim. Onu seviyorum. Üstelik sen bunu duydun."
"Evet, başka şeylerle
birlikte..."
"Offf dalga geçme,
dedim sana konu önemli. Sana arabada söyledikleri şimdi daha anlamlı gelmiyor
mu? Senin onu benim yüzümden bırakacağını sanıyor. Bunu anlamak için illa her
şeyi onun söylemesi gerekmez."
"Haklısın. Tamam, bunu
halledeceğiz. Şimdi gelelim diğer konuya... evet, bekliyorum."
"Neyi?"
"Bana söyleyeceğin şu
önemli şeyi."
"Söyledim ya."
"Anlaşıldı, senin
ağzından laf alamayacağım. O zaman, bu romantik mutfakta, çocuklarımız
birbirleri ile ilgilenirken ben sana aşkımı ilan edeyim. Seni ilk kez kahve
içtiğim günden beri seviyorum. On altı ekim günü görür görmez çarpıldım. Her
gün sadece seni görmek için yarım saat erken geliyordum işe. Ama asıl kafama
dank etmesi tadilat için iki gün kapalı kaldığında oldu. O sabah seni
göreceğimi düşünerek gelip dükkanı kapalı görünce..."
"eee?"
"Eeee si, o kadar çok
özlemiştim ki, dayanamayıp söyleyecektim."
"Söyleseydin
keşke."
"Geç olsa da
söylüyorum. Seni seviyorum, görmeyince özlüyorum, görünce bile yetmiyor."
"Ben de seni
seviyorum."
"Nihayet. Kızım bile
benden önce öğrendi."
"Aynı anda
öğrendiniz."
"Doğru. Bizi seviyor
oluşunu seviyorum. Biliyorsun değil mi, ben de Can'ı seviyorum."
"Kavga ettiği günden
beri biliyorum. Ona kavga etmeden 'önce' konuşmasını tembihlediğinde
anlamıştım. Sahte 'sakın yapma' cümleleri yerine, yapmadan önce konuş demen çok
samimiydi."
"O günden sonra kavga
etti mi?"
"Hayır. Yani bildiğim
kadarıyla etmedi."
"Aferin benim
oğluma."
Betül onun bu cümlesinden
umutlansa da devamı gelmeyince, romantik mutfağın havası değişmişti. Oyalanmak
için çocuklara çorba doldurdu. Tepsileri alıp yanlarına gittiklerinde ikisinin
de çizgi filme daldığını gördüler. Keyifle çorbalarını içip izledikleri filme
güldüler.
Betül, ikili koltukta yan
yana oturduğu Timuçin'e baktı. Bir kolu omzunda elindeki tabletten gazete
okuyordu. Diğer tarafta uzanmış Sude, onun yanında oturan Can ile tam bir aile
ortamındaydılar. Sude'nin yanaklarındaki kızarıklık geçmişti.
"Çorba işe yaradı
mı?"
"Evet, iyileştim bile.
Can abim de hemen iyileşiyormuş. Ben artık ilaç yerine bu çorbadan
istiyorum."
Timuçin, "Ne çorbası
o? Bu kadar iyi geliyorsa, biraz da biz içelim mi?"
"Bol limonlu,
şehriyeli tavuk çorbası. Bana içiremezsin ama sen içebilirsin."
Mutfağa giderken kulağına
eğilip, "Sen niye içmiyorsun?"diye sordu.
"Çocuklar duymasın ama
hiç sevmiyorum. Can seviyor. Sude de sevdi."
"Daha önce zorla
içerdi. Sanırım senin elinden olunca değişik geldi."
"Can hemen iyileşiyor
dedim, galiba o işe yaradı."
"Öyle olmalı."
Konu bir türlü istediği
yere gelmiyordu. Aşktan, sevgiden bahsedildi diye hemen konunun evliliğe
gelmesini beklemekle ilişkilerine ayıp mı ediyordu? Onun da istediğini
sanıyordu. Belki gerçekten romantik bir ortam yaratmak istiyordu. Mutfaktan
romantik diye bahsetmesi belki de bu yüzdendi. Sakin ve sabırlı olmalıydı. En
kötü ihtimal o teklif ederdi. Bu düşünce bir anda hoşuna gitmişti. Neden illa
erkeklerin teklif etmesi bekleniyordu?
Oğlunu alıp çağırdıkları
taksi ile eve dönerken bu teklif işini ciddi ciddi düşündü. Biraz daha
bekleyecek ve gerekeni yapacaktı.
*****
Timuçin, sabah kızının
ateşine baktığında normal olduğunu görüp sevindi.
"Betül teyzenin
çorbası iyileştirdi."
"Evet, Betül teyzen
seni sevdiği için yaptığı çorba iyi geldi."
"Evet, beni seviyor.
Seni de seviyor. Sen de onu seviyor musun?"
"Evet, seviyorum.
Hatta onunla evlenmeyi bile istiyorum. Sen de bu durumda ben, Betül teyzen ve
Can abinle birlikte yaşamak ister misin? Onlar da bizimle birlikte otursunlar
mı?"
"Odamı paylaşmam mı
gerekecek? Oyuncaklarımı, kitaplarımı?"
"Eğer biz birlikte
yaşamaya başlarsak, yeni bir evimiz, ikinizin ayrı odası olacak. Sanırım Can'ın
oyuncakları seni daha çok ilgilendirir. Kitaplarınızı belki birlikte okursunuz.
Can, sana kitap okur, birlikte ders çalışırsınız. Güzel olmaz mı?"
"Beni isterler
mi?"
"O ne demek?"
"Begüm'ü babası
istemiyormuş. Başka yere gitmiş. Kızını görmeyecekmiş."
"Betül teyzen seni
istiyor. Ben zaten seni hiçbir yere bırakmam. Begüm ile babasının durumu sanırım,
babasının mecburen gitmesinden kaynaklanıyor. Hiç kızını görmemek için yapar
mı? İş için gitmiştir. Mutlaka görecektir."
"Gitmeseydi o
da."
Durumlarını bilmediği bir
aile için ne diyeceğini düşünürken basit bir yanıt vermek zorundaydı.
"Bazen iş için gitmek gerekebiliyor. Begüm de üzülmesin. Babası onu hep
sevecektir. Bak annen de seni seviyor. Hepimiz seviyoruz."
"Biliyorum. Ben de
sizi seviyorum. Yeni odamı ne renge boyayalım?" Nihayet konu değişmişti.
Kendi içinde yaşadığı sorunu kolayca aşmıştı. Kızının kısa sürede sevildiğini
anlaması, zamanla pekiştirmesi kendi ellerindeydi. Betül sevgisini göstermeyi
seven bir kadındı.
Betül, ne yapacağını
düşünerek bir hafta geçirmişti. Bu süre içinde defalarca görüşmüş, aşklarını
yaşamaya devam etmişlerdi. Sorun kalmadığını söyleyen Timuçin halinden memnun
gözüküyordu. Acaba, akşam yemeğe davet edip mum ışığında mı teklif etseydi. Bu
erkekler nasıl teklif edebiliyorlardı? Gerçekten zor bir eylem olduğunu
anlıyordu. Basit bir 'benimle evlenir misin' demenin suyu mu çıkmıştı? Evet, en
güzeli buydu, adamı karşısına alacak ve soracaktı.
Düşünceleri içinde kahve
dükkanına gelmişti. Kapıyı açıp içeri girdiğinde tüm personelin işinin başında
ama bıyık altından güldüğünü görüp neler olduğunu anlamak için etrafına
bakındı. Herkes kaşı gözü ile farklı bir yeri işaret ediyordu. Sami Bey bile,
ekranına bakmak yerine duvarlara bakıyordu. Etrafına yeniden bakmaya başladı...
masalar, üstündeki şekerler, çiçekler, içecek listeleri, duvarlarda tabelalar,
masaların aralarına serpiştirilmiş saksılar... her şey dün bıraktığı gibiydi.
"Neler oluyor?"
Kimse yanıt vermemişti. Bu
kez hepsi belli bir yere bakmaya başlamıştı. Duvarda asılı kahve kuralları
listesine bakıyorlardı. Biri bir şey mi yapmıştı listeye? İki adım yaklaşıp
duvardaki listeyi okumaya başladığında önce şaşkınlıkla durdu. Etrafına bakmaya
başladı. Sadece o listede değil tek tek olan tüm maddelerin yerinde hep aynı
cümle yazılıydı.
'BENİMLE EVLENİR MİSİN?'
Betül, hem gülüyor, hem
ağlıyordu. Yanıtını vermek için Timuçin'i aradı. Arka odanın kapısının önünde
duruyordu. Merakla bakıyor, dört beş kişi bile olsa bir kalabalığın ortasında
emrivaki gibi yaptığı teklifin neticesini bekliyordu.
Betül, elemanlarına döndü,
"Kahvem hazır mı?" diye sordu. Herkes şaşkınlıkla bu cümleyi anlamaya
çabalarken o Timuçin'e bakıp, onların soru dolu bakışlarına yanıt verdi.
"Müstakbel kocamla şöyle güzel bir kahve içmek istiyorum."
SON
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder