Ailemin başka şehirde yaşaması ve
yaşımın artık yirmi dört olması sayesinde iki yıldır erkek arkadaşımla aynı evi
paylaşıyorum. Hemen her konuda anlaşabiliyoruz. Bu iki yıl içinde defalarca
kavga ettik ve barıştık.
En son kavgamızı iki gün önce
yaptık. Hala küsüz. Bu kez bitti. Ne kadar seversem seveyim, barışmayacağım.
Adamın derdini anlamıyorum ki! Bazen çok basit bir şeyden büyük kavgalar
çıkartabiliyor.
Neymiş, ben onun kıyafetlerini
seçerken yardımcı olmuyor muşum! Pehhh ne kadar önemli bir konu. Ama tabii bu
kadar basit bir konudan nasıl ilişki bitirilir noktasına tek başına gelmedi.
Ben de elimden geleni yaptım. İçimde ne kadar birikmiş öfke varsa ona
yönlendirdim. İş yerimdeki stresim yetmiyor sanki! Beni anlayacağına gömleğime
karar ver, diyor.
Ben hiç ona diyor muyum, elbisemi
sen seç diye? O neden her şeyi benim yapmamı istiyor. Annem hep der, bu
erkeklere elini ver kolunu alamazsın diye. Bırak kendi işlerini kendisi yapsın,
sen karışma. Hatta sorarsa ben bilmem de, derdi. Ben de kulakları çınlasın,
annemi dinliyorum.
Adama bakın yahu, bugün gömleği
seç diyen, yarın çorabımı al, bokserımı al da der. O kadar da uzun boylu değil.
Ben anca kendi işlerime yetiyorum. Çok da yettiğim söylenemez ya. Geçen gün
ondan rujumu almasını rica ettim. Aman çok da önemli değil ki bu. Marka ve
numarasını söyledim. Yolunun üstündeki dükkandan aldı. Tüm yaptığı bu! Ama ona
sorarsan benim için dünyanın en önemli işini yaptı. Hediye paketi yaptırmış.
Şey gerçi yanına sevdiğim kokuyu da eklemiş. Bitmeye yakın olduğunu fark etmiş,
o an aklına gelmiş almış.
Bunun için madalya beklemiyor
değil mi? Ben de onun sevdiği pizzayı almıştım o akşam. Evde yemek yok diye
kızmasın demiştim. Pek uygun örnek olmadı sanırım. Ama öyle işte. Ben çok yoğun
çalışan biriyim. Bazen hafta sonu bile çalışıyorum. Arada böyle yemek
kaçamakları yapmama ses etmemeli. Ne ses etmesi. Hakkını yiyemem. Mehmet bu
güne kadar tek bir kez bile yemek yok diye laf etmemiştir. Bu akşam da ona
yemek yapacak değilim. Hamburger mi alsam acaba?
Eve kapı çalmadan girmeye sinir
oluyorum. Eminim yine surat asan bir Mehmet olacak kapıda. Kapı çalacağıma
anahtarımla açarım. Asansörden inip kapıya yaklaştığımda kendiliğinden açıldı
kapı. Mehmet yüzünde gülümseme ile bakıyor bana. Bu adamın aşık olduğum tarafı bu
işte. O da dayanamıyor küs kalmaya. Daha kapıyı kapatmadan boynuna sarıyorum
kollarımı ve kocaman bir barışma öpücüğü veriyorum.
Seni seviyorum, demek ne kadar
kolay. Seviyorum çünkü. Kaçıncı olduğunu bilmediğim öpücükten sonra kendimizi
yatak odasında buluyoruz. Bu barışma sevişmeleri neden diğerlerinden daha
zevkli oluyor? Kaybetme korkusunu tatmak ve yeniden bulduğunu bilmekten sanırım.
Yataktan kalkıp mutfağın yolunu
tuttuğumda aklımda onun sevdiği sosla yapacağım makarna vardı. Hamburgerleri
atmayı istemezdim ama üzgünüm… bu akşam masaya Mehmet’in sevdiği şeyler
konacak.
“Deniz, ne yapıyorsun hayatım?”
“Senin sevdiğin soslu
makarnadan.”
“Hamburgerleri ne yapacaksın?”
“Barışma şerefine onları yok
sayacağım.”
“Deniz, benim için önemli olan
onları seninle yemek! Makarnayı yarın yaparsın. Şunları mikrodalgaya at da
ısınsın.”
“Ciddi misin hayatım? Su nerdeyse
kaynayacaktı.”
“Ciddiyim. Ben yere örtüyü
sereyim de minderlerde yiyelim olur mu?”
“Olmaz mı? Mehmet?”
“Efendim.”
“Seni seviyorum.”
“Ben de seni seviyorum canım.”
*****
Sevgi böyle işte… Bir an gözünü
mü oysam derken bir an sonra birbirine sarılmış aynı hamburgeri paylaşarak
karnını doyurabiliyorsun.
Elbette her kavga bu kadar kolay
tatlıya bağlanmıyordu. Üstelik tüm arkadaşlarımız ne zaman evleneceğimizi sorarken
biz daha çok kavga etmeye başladık.
İncir çekirdeği bile bazı
kavgalarda büyük kalıyordu. Ama hep barışmanın yolunu buluyoruz.
Evimin her köşesinde Mehmet ile
çekilmiş resimlerimiz var. Seviyorum aşık halimizi görmeyi. O da seviyordu ki
bol bol ikimizin resimlerini çerçeveletiyor.
Bu akşam elinde yeni bir resim
ile geldi. Yine çok seven gözlerle bakmışız. Ama bunu şimdi bir yerlere
koyamam.
“Aşkım, üzgünüm ama bu bir süre
kendine çekmecede yer bulacak.”
“O niye?”
“Sen de evine döneceksin!”
“Sen neler söylüyorsun?”
“Annemle babam bu hafta sonu bana
geliyor. En az on gün kalacaklar. Ve seninle yaşadığımızı bilmiyorlar.”
“Öğrensinler!”
“Olur tabii. Zaten biz çok
marjinal bir aileyiz. Annem hep övünür, kızım sevgilisi ile yaşıyor diye.”
“Çok iyi. Tam annene göre biriyim
işte.”
“Mehmet, canım beni kızdırmak
istiyorsan başarıyorsun. Hadi gel de toparlayalım şunları. Az önce şöyle bir
göz attım da dünya kadar eşya var ortadan kalkması gereken.”
Neden bu kadar kızdı bilmiyorum.
Ama o andan itibaren Mehmet’in yüzü bir daha hiç gülmedi. Tüm eşyalarını
topladı. Resimlerin hepsini kutuladı. Dolaptaki eşyalarını hatta kirlideki
kıyafetlerini bile poşetledi. Kendi evi olmasına rağmen uzun zamandır birlikte
olduğumuz için çok eşya birikmişti bende. Toplanması bittiğinde evin yarısını
da yanında götürüyor gibi hissettim.
Hiç sormamıştım daha önce ama bu
akşamki tavrından annemlerle tanışmak istediği anlamını çıkarttım. Yine de emin
olmak için sormayı tercih ettim.
“Bir akşam seni yemeğe çağırsam
gelir misin?”
“Zahmet etme.”
“Mehmet, neden bu kadar
kızıyorsun anlamıyorum. Annemlerin karşısına bir anda çıkartamam ama önce
anlatırım sonra tanışırsınız.”
“Gerek yok.”
“Ne demek gerek yok?”
“Kusura bakma ama tanışmak
istemiyorum.”
O kadar üzüldüm ki anlatmam
mümkün değil. Mehmet sanki eşyaları ile birlikte sevgisini de alıp gidiyor.
Yemek bile yemedi. Sabah gidersin dedim, dinlemedi. Eşyalarını arabasına
yüklediği gibi kuru bir öpücük bırakıp yanağıma, evine gitti.
*****
Annemlerle geçen on gün cehennem
azabı gibiydi. Onlara belli etmemek için çok çaba harcadım. Bu çaba bende baş
ağrısı olarak etkisini gösterdi. Sonunda onları mutlu olduğuma ikna edip
uğurladım.
Bu süreçte birkaç kez aradım
Mehmet’i. Hep soğuk konuştu benimle. Tüm ortak arkadaşlarımızı aradım. Herkes
Mehmet’in çok normal gözüktüğünü, hiç üzgün olmadığını söyledi. Yıkıldım
resmen.
Bu adam değil miydi on gün önce
beni sevdiğini söyleyen? Ne oldu da her şey değişti? Annemleri bahane edemez.
Benim nasıl bir aileden geldiğimi ve onunla yaşamaya başlamamın nasıl büyük bir
değişim olduğunu biliyor.
Acaba bunların hepsi bahane mi? Bıktığı
ve bitirmek istediği için mi böyle yapıyor? Ben bu kadar üzgünken onun son
derece normal davranması, hiç normal değil. Kavgalarımızda hep ikimiz de üzgün
olurduk. Ama bu kez tek üzülen benim.
Tek başıma geçecek ilk gecem. Her
üzüldüğümde yaptığım şeyi yapıyorum. Puzzle yaparak vakit geçiriyorum. Daha
önce söylememiştim değil mi? Evde, onlarca bitmiş ve çerçevelenmiş puzzle var.
Bir şey yiyemedim. İçim almıyor.
Mehmet yokken neden böyle oluyorum? Çünkü onu çok seviyor ve çok özlüyorum. Bir
kaseye yoğurt koydum. Bir dilim de ekmek aldım. Yeter bu bana. Bir yandan küçük
parçalarla uğraşıyorum, bir yandan da yoğurttan bir iki kaşık yiyorum.
Bir sat kadar sonra kapı çaldı. Kimdi
bu?
O tabii ki!
Kapıyı sonuna kadar açtım. Hemen
kucağına atladım. Şaşkın adam düşecekti nerdeyse. Bilmiyor mu benim ani hareketlerimi? O kadar özlemişim ki yüzünde öpülmedik yer bırakmadım. Kucağından
bırakmadan içeri girip kapıyı kapattı. Özlemle öptü, öptü öptü. Kapı çalınınca
bıraktı beni. Yine kim geldi diye kapıyı açtığımda, kapıcı karşımda duruyordu.
“Abla bu valizleri içeri
almayacak mısınız? Çalınırlar valla.”
Şaşkın aşkım, ben öyle kucağına
zıplayınca valizlerini unutmuş dışarıda. Hemen içeri aldık ve dolaba
yerleştirmeye başladık. Bir sürü resim de olması gereken yerlere dağıldı.
Bunları yaparken de on günün hasreti ile sık sık öpüştük. İşimiz bittiğinde
evim yine eski sıcak haline bürünmüştü.
Bir paket vardı resimlerin yanında.
Merak ettim içinde ne olduğunu. En sonunda onu eline aldı. Yemek masamın üstüne
yaydı içindekileri.
Son çektirdiğimiz resmi de yanına
koydu.
“Bu yeni puzzleın.”
“Ne bu?”
“Bizim resmimiz.”
“AAA nasıl yaptın?”
“Ben yapmadım. Yapan bir firma
buldum onlara yaptırdım.”
“Süper bir hediye. Çok teşekkür
ederim aşkım.”
“Ne kadar zamanda tamamlarsın?
“Vaktime bağlı ama sanırım bir
haftada tamamlanır. Sen de yardım eder misin?”
“Bu kez tek başına yapacaksın.”
Oysa hep yardım ederdi. İkimiz
yapınca çok daha çabuk biterdi. Bitmiş halini duvarımda görmek istiyorum. Ama
madem tek başıma yapacağım hemen işe koyulmalıyım.
O akşam yemek masasının üstündeki
parçalardan kenarları birleştirdim. Ama daha fazla oyalanmadım. Kapatmamız
gereken bir açık var.
Neden bana surat yaptığını, neden
on gün boyunca tafrasından geçilmediğini o akşam sormadım. Bir kez daha tadımız
kaçmasın istedim. Ertesi gün konuştuk. Meğer kızmamış, sadece ben öyle sanayım
da hayatındaki yerini anlayayım diye yapmış. Sanki bilmiyorum.
Ama galiba o benden daha çok
biliyor benim kıymetimi. Bazen düşünüyorum da, o daha verici bir yapıya sahip.
Sanırım benim de silkelenmem ve kendime gelmem lazım. Biraz bencilim çünkü.
*****
Ertesi gün birlikte alış verişe
çıktık. Bir kazak gördüm. Ben bu kazakları çok severim. Şöyle kalın yünden kar
tanesi desenli kazaklar vardır ya. İşte onlardan. Mehmet için ona uygun bedeni,
kendim içinde en küçük bedeni almaya karar verdim. Umarım sever. O pantolon
denerken ben kazakları paketlettim bile. Acaba Kızılay dağıtmış gibi
giyinmekten memnun olur mu?
Bir de kot alacak. Çok yakıştı
giydiği kot. O sırada bir gömlek dikkatimi çekti. Oduncu gömleği tarzı. Ama
kollar dirseğe yakın bir noktaya kadar katlanmış. İçine de uzun kollu kalın bir
penye konmuş. Mankenin üstünde çok güzel duruyordu. Sevgilimin gözlerine uygun
olsun diye mavisini sordum. Varmış.
“Bunu alalım mı? Sana yakışır.” dediğimde
çok mutlu oldu. Allahım ben bu adamı bu kadarcık mutluluktan bile mahrum
etmişim. Oysa o benim için ne çok şey yapıyor. Şimdi kesinlik kazandı, ben
bencil domuzun tekiyim.
Dükkandan çıkarken daha da sıkı
sarıldı bana.
“Seni özledim.”
“Özledin mi?”
“Evet. Başka bir şey yoksa
alınacak eve dönelim.”
Ev… Orası bizim evimiz. Ama biz
neyiz?
Sakın bu halimizden şikayetçi
olduğumu sanmayın. Onunla çok mutluyum. Ama bazen adımızın konması gerektiğini
düşünüyorum. O da düşünürse söyleyecektir. En iyisi eve gitmek ve bu günümüzün
tadını çıkartmak.
Kazağını çok sevdi. Ben de onun
kazağı sevmesini sevdim. Ve üstelik ikimizde seviştikten sonra çıplak
bedenlerimize giyerek defile yaptık. Meğer benim sevgilim pek muzipmiş.
*****
Akşamları beni hemen masanın
başına oturtuyor. Bitir artık şu resmi diyor. Kolay sanki. Neden şöyle bol
renkli bir remimizi değil de bol beyazlı bir remimizi puzzle yaptırmış ki? Ne
kadar zorlanıyorum yaparken. Haftayı yarıladığımda onu da yarılamıştım. Lanet
adam tek bir tane bile parça yerleştirmedi. Hatta ben yaparken yanıma gelip
seyrettiği anlarda bile yardımcı olmadı.
Bu akşam lafı ikide bir annemlere
getirmesi de ilginç.
“Beni anlatmayı düşünüyor musun
hala?”
“Elbette sen istersen anlatırım.”
Yok öyle topu bana atıp kaçmak. Benim de bir gururum var. Sıkıştırdım köşeye…
“Eh o zaman daha anlatma.”
Elimdeki minicik puzzle parçası
olacağına neden beyzbol sopası olmadı ki. Şöyle kafasına vursam, donkkk diye
ses çıksa? Ay yok kıyamam. O da anlat diyecektir bir gün.
“Sen de onlara gidip kalmayı
düşünüyor musun?”
“Şu ara değil. Yeterince ayrı
kalmadık mı? Yine mi ayrılalım istiyorsun?”
“Ben halimden memnundum. Sorun olmaz.”
Anladım mahsus yapıyor. “Benim için de sorun olmaz ama önce onları biraz
özleyeyim.”
“Tamam. Özleyince söyle de seni
uçakla yollayayım.”
“O kadar mı bıktın benden?”
“Bıkmadım. Sadece senin
isteklerin benim için önemli. Onu demeye çalışıyorum.”
“Ama çok kaba bir şekilde
söylüyorsun.”
“Sen benimle uğraşma bitir şunu
hadi.”
On dakika sonra iki kadehe şarap
koyup geldi. Kadeh bittiğinde ben de bittim. Gözlerim yoruldu ama bir kısmını
daha bitirdim. Üç dört güne kadar tamamen bitecekti.
*****
Bugün ilkokuldan beri
ayrılmadığım arkadaşım aradı. Sevgilisinden ayrılmış. Aldatmış kızı. Hödük.
Önce ayrıl sonra ne yaparsan yap. Ama olur mu? İstenilen erkek desinler. Hödük
mü dedim. Az bile dedim. Mehmet de yapar mı?
Umarım yapmaz. Büyük
konuşmayayım. Konuşan herkesin başına geldi çünkü. Yine de içim içimi yedi. Ben
bir arasam? Yok iş yerine sürpriz ziyarette bulunayım.
Elime de bir demet çiçek alayım.
Bir kutu da kurabiye. Bir şeyler yakalarsam kafasına atmak kolay olsun.
*****
Kurabiyelerin yanına çaylar
gelince Mehmet de işine ara verdi. Çok yoğun çalışıyor sevgilim. Neyse ki
aldatmıyor. Yani en azından bugünlük! Ama beni herkese sevgilim diye tanıtıyor.
Biraz daha rahatladım.
Arkadaşımın başına geleni anlattım.
Zeki adam şu Mehmet. “Sen de beni kontrole mi geldin?” dedi hemen. Olmuş karpuz
içi kadar kırmızıyım eminim.
“Özür dilerim. Ama bir an
korktum.” Sarıldı yine. Biraz daha rahatladım.
“Kork tabii. Beni kapacak kadın
çok. Ayağını denk al.”
“Gözlerini oyarım onların.”
“Cani”
“Dalga geçme. Çok korktum.”
“Tamam korkma artık. İşe mi
döneceksin?”
“Hayır senle eve gideriz
diyordum. Çok mu işin?”
“Az kaldı. Yemek yer eve öyle
gideriz.”
Öyle de yaptık.
*****
Bugün Cumartesi. Ben
hapşırıyorum. Soğuk algınlığı serdi beni resmen. Tüm günü uyuyarak geçirdim.
Mehmet ilaçlarımı verdi. Çorba yaptı ve ıhlamur kaynattı. İnsanın iyi ve kötü
gününde yanında olan erkekten daha iyi bir şey yok.
Ona hastalığı geçirmemek için
öpmüyorum. Kıyamam. Ya o da hastalanırsa?
Yine uyuyorum. Gece ne yapacağım?
Ama gözüm açılmıyor! Yapacak bir şey yok.
*****
Sabaha karşı üçte uyandım. Gayet
iyiyim. Ve elbette uykumu almış durumdayım. Salona geçtim. Oda sıcak.
Kaloriferi kısmamış. Daha fazla üşütmeyeyim diye yapmıştır. Ayağımda kalın yün
çoraplarım. Üstümde bir örnek kazağımız ve eşofmanımla salonda biraz oturdum.
Televizyonda bir şey yok. Kitap okursam uyurum dedim ama o da pek zevkli
gelmedi bu saatte.
En iyisi puzzleın başına oturmak.
Zaten az kaldı. Son köşeyi yapıyorum. Sabah saat altı olduğunda hala uykum
yoktu. İki fincan ıhlamur bitirmiştim, bir de puzzleımı.
Çok güzel gözüküyoruz. Çok da
aşık bakıyoruz. Bu aşkı kaybetmek istemiyorum. Umarım hep yanımda kalır diye
dua ettim. Sonra da asıl önemli işi yapmak için kartonu aldım.
Kaybolmasını, dağılmasını
engellemek için yapıştırmam gerekiyor. Bu işlerde tecrübeliyim. Her yaptığımı
bir karton üstünde yaparım. Bir başka kartonu da ters çevirmek için kullanırım.
Başardım. Hiç dağılmadı. Şimdi de
tersten tutkalı süreyim. İş bitsin. Sonra yatar uyurum. Kartonu kaldırdığım an
öylece kaldım. Puzzleın arka yüzünde bir yazı vardı. Defalarca kez okudum o
yazıyı.
Ne kadar zaman ayakta öylece
kaldığımı bilmiyorum.
Müthiş üç kelime yazılıydı orada…
“BENİMLE EVLENİR MİSİN?”
Beynim çılgın gibi çalışıyordu.
Bu adam deliydi. Şunu sorsaydı ya. Bir haftadır bunu bitirmek için
uğraşıyordum. Meğer uğraştığım hayatta duyabileceğim en önemli soruymuş!
Ne yapacağımı düşünüyordum.
Mehmet daha uyanmazdı nasılsa. Hemen çekmeceleri karıştırdım. Aradığım şeyleri bulup çıkarttım. Makas ve bantı da aldım.
Hediye paketlerini saklamak
çocukluğumdan kalma alışkanlıktı. Renkleri uygun olanları yan yana sıraladım.
Makası elime alıp uygun şekillerde kestim. Birbirlerine ekledim sonra da yatak
odasına gittim. Ses çıkartmadan yatağın karşısındaki duvara yapıştırdım. Gayet
güzel olmuştu.
Mehmet’i uyandırmadan yatağa
girdim. Sevdiğim erkeğe baktım. Huzurlu bir uykuya daldım.
*****
Yüzüme ve dudaklarıma konan
öpücüklerle uyandım. Mehmet gülerek bakıyordu.
“Sadece 'Evet' deseydin yeterdi.” dedi.
“Sen de sadece 'Benimle Evlenir
Misin?' deseydin yeterdi.” dedim.
“Artık beni annenlerle,
evleneceğin erkek olarak tanıştırır mısın?”
“En kısa sürede”
SON
Ablacığım senin kısa hikayelerindeki lezzet inan hiç bir şeyde yok. Defalarca bıkmadan usanmadan tebessümle okuyorum, okuyacagim. Yüreğine sağlık ♥
YanıtlaSilCanım benim sen daha ezberlemedin mi bunları? :D
SilAsuman 😍kısa hikayelerdeki başarın inanılmaz güzel insanın ağızında tat bırakıyor😊
YanıtlaSilÇok teşekkürler canım, ben de çok keyifle yazıyorum ama sizlerin bu kadar keyif alması başka bir güzellik.
Sil