19 Şubat 2019 Salı

Geçmişi Bırakırsan Gelecek Gelecek 2


Ahu, anneannesinin yanında geçirdi tüm cumartesiyi. Yaşlı kadının kendisini kızı sandığı günlerden birini yaşıyorlardı. İki sene önce evden çıkıp gittiğinde artık tek başına bırakamayacağını anlamış, bakım evine yatırmıştı. Alzheimer teşhisi uzun zaman önce konmuş, hastalık yavaş yavaş ilerlemişti. Daha kötü bir şey yaşamadan tedbir almak istemişti. Onun bakım evinde olmasına üzülüyordu ama evde bakım çok daha pahalı ve riskliydi.  
Vedalaştığında bu kez de kendi annesi olduğunu sanmaya başlamış, anne gitme, diye ağlamaklı sesle arkasından seslenmişti.  
Ahu, bakım evinin önünden minibüse bindi. Sessizce ağlıyor, ara ara göz yaşlarını siliyordu. Her seferinde biraz daha zor geliyordu ayrılmak. Neredeyse yetmiş yaşına gelmişti. Çoğu yaşlının halen sağlıklı olduğu yaşta bu hale gelmesini de babasına bağlıyordu. Doktorlar çok net olmasa da travmaların hastalığı tetiklemiş olma ihtimalinden bahsetmişti. Kızının ölümünün etkisi böyle çıkmış olmalıydı.  
Eve geldiğinde arkadaşlarının mutfakta yemek hazırladığını gördü.  
“Bu akşam evde misiniz?” 
“Evet, ben yarın kahvaltıya gideceğim. Zuhal bu hafta ev keyfi yapacakmış.” 
“Güzel. Üstümü değişip geliyorum.” 
“Nasıl anneannen?” 
“Aynı.” 
“İyi.” 
Başka bir şey konuşmadılar. Hep aynı şeyleri konuşmak kimseye fayda sağlamıyordu.  
Yemekleri kızlar hazırladığı için Ahu masayı toplayıp bulaşıkları makineye koydu. Bu arada Füsun kahve hazırlamıştı.  
“Ben biraz odama geçeyim. Başım ağrıyor. Sesim çıkmazsa uyumuşumdur.” 
“Tamam, bir şey istersen seslen.” 
“Olur.” 
Yalan söylemişti. Uzun süre maç izleyememişti. Şubeye tayini çıkıp tuttuğu takımın hesaplarının kendisinin sorumluluğunda olduğunu öğrendiğinden beri en azından maçların skorlarına ilgi göstermeye başlamış, arada özetlere bakmıştı. Başka şey sanmalarını istemediği için maç izleyeceğini arkadaşlarına bile söylemedi. Metin transfer olduğunda ilk maçını gerçekten izlememişti. Bir arkadaşının doğum günü vardı. Sonraki maçı ise izlediğini itiraf etmek istememişti. Faruk abiye yazdığı notlara çok gülmüştü. Şimdi hem günün stresini atacak hem de onu izleyecekti. Bakalım bu hafta kime ne notu vardı?  
İlk devre iki gol atmıştı Metin. Kimseye özel bir notu yoktu. Takıma çok iyi gelmişti.  
Takımının başarıları ile havalara uçtukları günleri düşündü. Her şeyi bozan babasıydı. Artık düşünmek yerine maça dikkatini vermeliydi. İkinci devrenin başında rakip oyuncu Metin’e o kadar sert faul yapmıştı ki hem kırmızı kart görmüş hem de Metin’in bir süre aksayarak dolaşmasına neden olmuştu. Değiştirmek isteyen hocasına kalacağını işaret edene kadar yüreği ağzında izlemişti ekranı. Neyse ki bir süre sonra daha iyi koşmaya başlamıştı. 
 Deplasman maçlarının bu kötü tarafını da annesinden biliyordu. Yine anılara dalacakken bir gol daha atmıştı takımı. Artık son dakikalara gelmişti maç ve Metin’i oyundan almıştı hocaları. Deplasman seyircisi oyuncularını alkışlarla desteklemişti.  
Kameralar bir süre oyuncuyu takip etmiş, sağlık ekibinin ayağı ile ilgilenmesini ara ara göstermişti. Canının çok yanmadığını anlayınca rahatladı Ahu.  

*****  

Çarşamba, hardal rengi günü.  
Metin, ilk kez kimsenin olmadığı odaya şaşkınlıkla baktı. Ahu, hardal rengi bir takım giymişti. Yine içinde boğazlı bir kazak vardı ama hardala çok yakışan kavuniçiydi rengi. İki rengi bir arada kullanabileceğini bile bilmezdi Metin. Ahu'nun makyajı, hatta ojeleri bile takımı ile uyumluydu. Pinti denmesinin nedenini anlayamıyordu. Kadın her güne bir kıyafet belirlemiş, belki de bu sayede vakit tasarrufu yapıyordu. Asıl nedeni bu olamaz mıydı? Hem araba kullanmak zordu İstanbul’da. Toplu taşıma kullanmasının nesi tuhaftı? Niye takılmıştı şu pinti lafına. ‘Bence saçmalıyor takım, kız gayet iyi yaşıyor belli’ 
Aklından bunlar geçerken tabelada numarası yanmıştı bile. Hemen odaya girip gülümseyerek selamladı Ahu’yu.  
Ayakta karşılamıştı yine. “Hoş geldiniz, nasıl oldu ayağınız?” 
“Ayağım? Ah şu. İyiyim. Önemli bir şey yok. İki gün yine de bandajla gezdim. Maçı mı izlediniz?” 
“E...Hayır, gazetede okudum.” 
“İnsan böyle zamanlarda bir ‘geçmiş olsun’ telefonu bekliyor. Gelmesem konu bile edilmeyecekmiş, demek ki.” 
“Rahatsız etmek istemem.” Gerçekten aramayı düşünmüştü. Sonra ne sıfatla arayacağını bilemediği için vazgeçmişti.  
“Olmam. Bir daha sakatlanırsam arayın. 
“Bir daha sakatlanmayın, ben de aramayayım. Aksini dilemek çok tuhaf olacak çünkü.” 
“Aramak için sakatlanmam gerekmiyor bence.” Flört mü ediyordu ikisi? Evet, kesinlikle öyleydi. Metin, gülümsemesinin yanlış anlaşılmaması için kendini denetledi.  
“Maçı da kazanmışsınız, üstelik yine gol atmışsınız. Kutlayayım da yine izlemedim diye kızdırmayayım müşterimi.” 
“Müşteri? Ben müşteriyim değil mi? Neyse, şimdi biraz iş konuşayım, müşteri olarak. Birazdan, yeni bir müşteri getireceğim.” 
“Tamam, müşteri kelimesini daha az kullansak iyi olacak. Kötü bir şeymiş gibi söylendiğini hissediyorum.” 
“Çok mesafe koyucu bir kelime. İnsanı rahatsız ediyor. Fakat bizi en iyi ifade eden kelime de o. Konuya dönersek, ailemin hesaplarının burada toparlanmasını istiyorum. Annem ve babam birazdan gelecek...hatta geldiler bile.” Metin, hemen çıkıp ikisini de odaya yönlendirdi.  
Tanışmadan sonra odada üçüncü kişi için koltuk olmadığından Metin Ahu’ya biraz daha yakın kısa bir dolaba yaslanıp ayakta durmaya başladı. Bu duruş Ahu’yu huzursuz etmişti. Masanın iki tarafında olmak daha güvenliydi. Şu an neredeyse aralarında otuz santim kadar mesafe kalmıştı. 
Metin, uzun boyu sayesinde o dolaba neredeyse oturmuş şekilde dayanabilmesine şükretti. Yeni manzarasının güzelliği ile mest olmuştu. Hardal ceketin altında yine güzel bir mini etek vardı. Uzun ve düzgün bacakları, stiletto ayakkabıları ile çok güzeldi. Spor kıyafetlere alışkın gözü bu klasik kıyafetlerden çok zevk alıyordu. Hele o topuklu ayakkabılar insanın aklını fena karıştırıyordu.  
Başını kaldırdığı an annesinin çatılmış kaşları ile karşılaştı. Masanın altına doğru baktığını anlamıştı. Kızardığını hissetti. Annesine yakalanmak hiç hoş değildi. Bir daha bakışlarının kaymaması için insan üstü çaba harcadı.  
Ahu, hem anne ve babası ile tanışmaktan hem de neredeyse ensesinden kendisini izleyen Metin’in konumundan rahatsızdı. Her zamanki rahatlığından eser yoktu. Kendini beğenmelerini bekler konumda hissetmek tuhaftı. Tam işlemler hakkında konuşmaya başlamışlardı ki telefonu çaldı. Hızlı bir yanıttan sonra tekrar işe döndü. İki dakika geçmemişti ki yine telefonu çaldı. Bu kez işlem önemli ve acildi. O yüzden karşısındaki çiftten özür dileyerek hızlı şekilde işlemleri yaptı. Hattın ucundaki müşterisi ile sıcak, samimi ve seviyeli konuşmasının üç çift kulak tarafından dinlendiğinden emindi.  
“Kusura bakmayın lütfen. Ne yazık ki telefonlar öncelikli. Aynı kural sizin için de geçerli olacak. Aradığınızda hızlı hizmet alacaksınız.” 
“Sorun değil. Vaktimiz var.” 
“Teşekkür ederim. Şimdi siz şu sözleşmeleri imzalarken ben de diğer işlerinizi halledeyim.” 
Bu arada dışarıda iki ayrı müşteri daha beklemeye başlamıştı. Birinin çok şık ve yakışıklı olması Metin’i rahatsız etmişti. Kendisi antrenmandan çıktığı için yine spor giyimliydi. Zaten mecbur değilse takım elbise giymezdi.  
Ahu da gelenleri fark etmiş, başı ve gülümsemenin ulaştığı gözleri ile selamlamıştı. Metin gülümsediğini, annesi ise gözlerinin bile güldüğünü görmüştü. Kime bu kadar sıcak güldüğünü anlamak için başını hafifçe dışarı çevirmiş, oğlu gibi o da yakışıklı ve şık giyimli adamı görmüştü.  
İşlemleri bitmişti. Vedalaşıp yanından ayrılırken Metin dışarıda bekleyen erkeklere belli etmeden baktı. İkisi de kendisini tanımış, selamlamıştı. O da istemsizce yanıt verip annesini takip etti.  

*****  

“Güzel kız.” 
“Kim?” 
“Kör Nebile’nin küçük kızı!” 
“Kim kim?” 
“Metin, koca kazık demem döverim seni. Annenle dalga geçme. Kimden bahsettiğimi iyi biliyorsun.” 
“Güzel, değil mi?” 
“Ama sen ondan uzak duracaksın.” 
“O niye?” 
“Sen anne sözü dinle.” 
“Zaten yakın değilim de niye öyle dedin?” 
“Üstündeki kıyafeti, takıları, hareketleri ve telefondaki müşteri ile konuşması bangır bangır zengin koca avcısıyım diye bağırıyor. Belli ki bir giydiğini bir daha giymiyor. Her erkekle flört ediyor. Bize de aşırı iyi davranması tamamen seni kendine bağlamak için.” 
Metin arabayı kullanıyor olmasa gözünü dikip bakacaktı annesine.  
“Tüm bunlara o süre içinde mi karar verdin? Ne kadar tanımışsın öyle.” 
“Tanımadım tabii ki, sadece memur maaşı alan ve böyle giyinen birinin niyeti odur diye tahmin etmem zor mu?” 
“Sen tahmin falan yapma.” 
“O niye?” 
“Ahu ne renk giymişti?” 
“Ne ilgisi var?” 
“Söylesene hanım.” Babası annesinin sözlerine takılmış olmalıydı ki lafa karışmıştı.  
“Hardal rengi. Yakışmıştı. Ne var, kız güzel. Kıyafeti de güzel. Benim beğenmediğim kız değil. Konumu. O kız senin paranın ne kadar olduğunu biliyor değil mi?” 
“Anne, bence sus. Şimdi, bu kız gerçekten güzel ve ben de çok beğeniyorum. Fakat senin düşündüğün gibi biri değil. Hardal rengi takımı her çarşamba giydiği kıyafeti. Her gün aynı takıları takıyor. Haftanın her gününün belli bir rengi ve kıyafeti var. Anlayacağın senin o her gün başka kıyafet giyiyor dediğin kızı herkes pinti diye tanıyor. Bunu söylemekten nefret etsem de senin o kötü düşüncelerini kökünden sileceğine inandığım bir şey daha söyleyeyim. Benden daha yüksek parası olan futbolcular dahil, takımdan bir sürü arkadaş kızla çıkmaya çalışmış, o tekine bile evet dememiş. Buna ben de dahilim. Şimdi... Bir daha onun hakkında olumsuz bir şey duymak istemiyorum.” 
“Demek öyle? Akıllı kız. Hepinizi ikna etmiş. Yani içinizden birine imkan tanıdığı an peşinden koşacak ve belki de evleneceksiniz. Gerçekten akıllı kız.” 
Anneeee!” 
“OOO oğlum, sen çoktan kıza kapılmışsın.” 
“Yok öyle bir şey. Kapatalım konuyu artık.” 
“Kapatalım.” 
Eve geldiklerinde anne ile babasının inmesini bekledi. “Benim biraz işim var, akşama gelirim.”  
“Ne yemek yapayım?” 
“Canın ne isterse.” 
“Tamam, geç kalma.” 
“Kalmam.” 
Metin, evde yine aynı konuların açılma ihtimali yüzünden biraz uzak durmak istemişti. Ortaköy’e indi. Kahve söyledi. Beklerken yanına gelen bir sürü öğrenci ile fotoğraf çektirdi. Güzel dileklere teşekkür etti. Rakip takımları tutan arkadaşlarının gençlerle uğraşmalarını dinledi. Kafasını dağıtmıştı. İkinci kahvesini söyledi.  

*****  

“Neden o kadar üstüne gittin çocuğun?” 
“Çünkü oğlum gözünü kızdan alamıyordu.” 
“Gördüm onu da sen niye kızı o kadar kötüledin?  
“Oğlanın ağzını yokladım.” 
“Sen ona ağız yoklama mı diyorsun? Resmen kızı aşağıladın.” 
“Oğlun da canhıraş savundu. Fark etmedin mi?” 
“Doğru söylüyorsun. Normalde sana yanıt bile vermezdi. Kızı savundu değil mi? Hem neydi o ne renk giymiş muhabbeti? Kızın her gün ne giydiğini mi biliyor bu adam?” 
“Biliyor baksana. Nelere dikkat etmiş.” 
“O dikkat edecek kadar zaman geçmedi. Kızı araştırmış belli.” 
“Yapmıştır. Eyvah eyvah, oğlan kafayı fena takmış.” 
“Kızın kimseyle ilgilendiği yok. Boş ver unutur.” 
“Bakalım.” 
Bakmayacak, beklemeyecekti. ‘Yarın olmaz ama öbür gün benim bankada kesin işim vardır. Bir de tek başıma göreyim bakalım şu kızı.’ diye düşündü. Oğlunun hali hoşuna gitmişti. Kocasına bile belli etmese de gerçekten hoşuna gitmişti.  

*****  

“Hoş geldiniz, nasılsınız?” 
“Teşekkür ederim iyiyim. Geçen gün alelacele geldik, gittik para çekmeyi unutmuşum. Hangi hesap müsait onu da bilemediğim için gelip yardım alayım dedim. Ev arıyoruz hala. Bulursak ödeme isteyecekler. Nakit olsun biraz yanımda 
“İyi yaptınız. Sizi bizim de çalıştığımız emlakçılarla tanıştırmamı ister misiniz?” 
“Neden olmasın. Güzel bir eve kim hayır der ki?” 
“Ben şimdi sizi bir iki numara vereceğim. Sonra da onları sizinle ilgli bilgilendireceğim. En uygun yerleri bulacaklarından eminim.” 
“Teşekkür ederim.” 
“Oğlunuzun evine yakın olsun, değil mi?” 
“Evet, yakın olsun. Hatta aynı sitede olsa daha da iyi olur ama boş yer yokmuş o sitede. Yarın evlense, torun sevmek için çok yol gitmeyelim diyoruz.” 
Ahu’nun bir an kalbi teklemişti. Metin’in hayatında ciddi biri vardı demek ki” 
“Şimdiden hayırlı olsun. Umarım, istediğiniz torunlara hemen kavuşursunuz.” 
“Umuyoruz. Tabii oğlum henüz doğru adayı bulamadı.” 
Ahu resmen sesli nefes vermişti. Hiç farkında değildi. Rengi de düzelmiş gibiydi. “Ben bir miktar likit fondan bozayım. Ödemeyi hazırlasınlar, imzanızı atar alırsınız paranızı.” Kasalarda çalışan arkadaşlarından kendi işlemlerine yardımcı olanı aradı. İş talimatını verdi. Bu süre içinde iyice toparlamıştı kendisini. Neler olduğunu anlayamıyordu.  
İşlemleri yaparken bir yandan da eşinin hatırını sormuştu. Bunu fırsat bilen Nesrin Hanım ailesi hakkında soru sormuştu.  
“Anneannem ve amcam var. Amcam Ankara’da ailesi ile yaşıyor. Anneannem burada. O da iyi, teşekkür ederim.” Hastalığı konuşmak istemiyordu.  
“Aileniz? Onlara bir şey mi oldu, uzaktalar mı?” 
“Keşke uzakta olsalardı. Üzücü bir konu. Üçü de öldü. Bir abim vardı. 
“Çok üzüldüm. Başın sağ olsun.” 
“Teşekkür ederim.” 
“Ah gözlerin doldu. Metin hep söylüyor patavatsız olduğumu. Yok yere üzdüm.” 
“Üzülmem için birinin onları sorması gerekmiyor. Zaten her gün en az bir kere üzülüyorum. O yüzden kendinizi suçlamayın. Metin Beye de söyleyin, anneye patavatsız denmez.” Zorla da olsa gülümsemiş, Nesrin Hanım’ı da gülümsetmişti.  
Onlar odada işlem yaparken dışarıda gürültülü bir grup toplanmıştı. Metin’in takım arkadaşları oradaydı ama Metin yoktu. Altı genç ve yapılı adamın aynı anda şubede olması her zamanki gibi personelin olur olmaz sebeple üçüncü kata çıkmasına neden oluyordu. Para ödemesi için aradığı arkadaşı geri aramıştı. Sistemde arıza vardı işlemleri tamamlayamıyordu. Bankanın sisteminde sorun olması yüzünden herkes bekliyordu. Ahu saatin baktı. Dört olmuştu.  
“Kek sever misiniz?” 
“Severim tabii de bankada kek mi var?” 
“Hayır, saat dört olduğuna göre beş dakika sonra olacak.” 
Tam beş dakika sonra altı gencin sözde seslerini kısarak yaptıkları tezahüratla elinde iki poşetle gelen tombul kadın gülmeye başladı.  
Canlarımmm gelmişsiniz. Ahuuu çayları söyle, ben geldimmmm.” 
“Duymamak ne mümkün Hülya Abla. Sen ses etmesen de bu koca adamlar her seferinde ilan ediyor. Hadi gel, bak yeni transferimizin annesi de burada, tanıştırayım sizi. Oğlundan önce o tatsın kekinden.” 
“Ay siz Metin’in annesi misiniz? Ayağı nasıl? Bir şey olmadı değil mi? Çok güzel oldu onun gelmesi. Bu beceriksizler gol atamıyordu. O kaç tane attı bile. Maşallahhhh.” 
“Teşekkür ederim. Bileğinde bir şey yok. O da mutlu takımından. Sizi tanıyınca daha da mutlu olacaktır.” 
Ahu görevli kadının getirdiği çayları alırken dışarıda kekleri bekleyen beyler için de poşetleri uzatmıştı.  
“Sessiz olun biraz. Şansınıza sistem hala bozuk. Keyifle yiyin kekleri. O arada herkes ne işlemi olduğunu da söylesin. Yapabileceklerimi o arada halletmeye bakayım.” Odanın dışında hepsinin ne için geldiğini öğreniyordu.  
Nesrin, bir yandan kekini yiyor bir yandan da Ahu’nun hareketlerini izliyordu. 
“Çok iyi biri.” dedi Hülya Hanım. “Oğlum olsa asla kaçırmayacağım biri.” 
“Öyle mi?” 
“Öyle. Şu çocukları azarlamasına baksana. Altı delidolu adamı iki cümlesi ile susturuyor. Bir taneyi adam etmemesi imkansız.” 
“Güzel bir kız. Mutlaka sevgilisi vardır.” 
“Hiç duymadım, görmedim. Fakat sanırım haklısınız, bu kadar güzel ve hanım birini kim kaçırır ki?” 
Kadının haklı olduğunu görebiliyordu. Altı genç adam onunla konuşurken az önceki şamatacı hallerini bırakmışlar, kibar kibar konuşuyor, o not alırken sabırla bekliyorlardı. Notlarını tamamlayınca hepsine bakıp “Milli takıma kimlerin seçildiği belli oldu mu?” 
“Henüz değil.” 
“Hayır.” 
“Bekliyoruz.” 
“Anlaşıldı beyler. Seçilmeyenler üzülmesin. Henüz gençsiniz, daha çok çalışır sonraki kadroya seçilirsiniz. İzin günlerinizi iyi değerlendirin.” 
“Milli maçı izleyecek misin?” 
“Ben maç izlemem. Artık bunu öğrendiniz sanıyordum.” Minik bir yalandı. Eskiden doğru olan bir yalan...  
“Bu kadar futbolcuyla çalışıp nasıl maçımızı izlemezsin? Hainlik bu. Biz sen izliyorsun diye o kadar iyi oynuyoruz.” 
“Yalancılar sizi. Belki milli maçı izlerim ama söz vermiyorum.” Yalanı biraz küçültmüştü.  
Keki, çayı ve bankacılık işlemlerinin notları bitenler vedalaşıp ayrıldı. Sadece iki kişi kalmıştı. Onlar da alt kata inip para çekecekti. Sistemin düzelmesini beklemeleri gerekeceği için o kalabalığa inmeyip üst katta kaldılar. 
Odanın dışında bunlar konuşulurken içinde Nesrin yakın takibini devam ettiriyordu. O arada aklına geleni de hemen eyleme geçirdi.  
‘Bankadayım, işim uzayacak. İşin yoksa gelip beni alır mısın?’ Takım arkadaşlarının orada olduğunu yazmamıştı. Metin hemen yanıt yazdı, ‘Bekle geliyorum.’ 
Ahu, Hülya abla dediği kadının da işlemlerini not etti. Tombul kadın ayağa kalkarken, “Yine yemedin kekimden!” dedi sitem dolu sesle. 
“Biliyorsun tatlı, unlu şeylerden uzak duruyorum. Ama söz veriyorum. Sadece minik bir lokma yiyeceğim.” 
“Biliyorum canım. Keşke ben de bir lokma ile doysam.” 
“Boş ver Hülya Abla, canın gerçekten zayıflamak isterse sen onu da başarırsın. Şimdi kafanı bunlara takma. Kızın geliyordu bu hafta sonu. Ona kim bilir neler hazırladın. Tadını çıkartın.”  
Hülya Abla gittikten sonra Nesrin Hanıma döndü.  
“Kusura bakmayın, elbette herkese aynı şekilde abla falan demiyoruz ama bazı insanlar doğal olarak bu sıfatı alıyor. Hülya Ablamıza Hanım dersek küsüyor.” 
“Eski bankamızda da vardı böyle birileri. Hanımı beyi hakaret sayıyorlar. Zaten Hülya Ablanızda öyle bir hava var ki, ben bile öyle hitap edecektim.”   
Masasına oturduğunda cep telefonu çaldı. Ekranda yazan ismi göz ucu ile görmeye çalıştı Nesrin. Tek amacı kız hakkında bilgi almak olduğu için ‘Canım Doktor’ yazısını okuduğunda tadı kaçtı 
Ahu, telefonu alıp odadan çıkarken ağzının içinde özür mırıldanmıştı. İki dakika sonra odaya döndüğünde gözlerinin kızardığını gördü Nesrin. Dışarıda bekleyen iki futbolcu da kendi arasında konuştuğu için fark etmemişti ama Nesrin telefondan kötü bir haber aldığını anladı. Acaba bu doktor sevgilisiydi ve telefonda kavga mı etmişlerdi? 
O soru soramadan Metin gelmişti. Dışarıdaki takım arkadaşlarına selam verip içeri girdi.  
“Anne? Merhaba Ahu Hanım.” 
Ahu’nun kızarmış gözlerini görüp hışımla annesine döndü. Geçen günkü gibi saçma cümleleri bu kez de ona mı kurmuştu? Neden gözleri yaşlıydı? 
“Anne, neler oluyor burada?” 
“Bilmiyorum.” 
“Ahu Hanım, iyi misiniz? Kim üzdü sizi?” 
“İyiyim önemli değil.” derken ağlamaya başlamıştı. “Çok özür dilerim.” dedi ve odadan hızla çıktı.  
“Anne, kıza ne dedin?” 
“Saçmalama Metin, ne diyeceğim? Cep telefonunda Canım Doktor yazıyordu. Onunla konuşup odaya döndüğünde böyleydi yüzü. Sen sorunca da ağlamaya başladı.” 
“Canım doktor mu yazıyordu? Anladım.” 
“Ne anladın?” 
“Sevgilisi varmış. Zaten...” 
“Zaten ne?” 
“Tamam anne, yok bir şey. Sen niye bekliyorsun hala? Bitmedi mi işlerin?” 
“Sistem arızalanmış. Para çekmem lazım. Onu bekliyorum.” 
“Ne yapacaksın parayı? Benden isteseydin ya.” 
“Para ne yapılır? Harcayacağım tabii. Ev ararken yanımda olsun istedim. 
Oğlu onu dinlemiyordu. Gözleri ile Ahu’yu arıyordu. Gerçekten sevgilisi mi vardı? Ne olmuştu acaba? Kavga mı etmişlerdi? Belki de ayrılmışlardı! Herkesin teklifini ret etmesinin ardında bu yatıyor olmalıydı. 
Ahu yüzünü yıkayıp geri gelmişti. Makyajı silinmiş gitmişti. Yine güzeldi. Sadece biraz solgun... 
“İyi misin?” 
“İyiyim, teşekkür ederim. Sistem düzelmiş bu arada. Paranızı alıp geleyim.” diyerek odadan tekrar çıktı. Aslında bunu yapması gerekmiyordu ama biraz daha zaman kazanmak için inmişti aşağıya.  
Dışarıdaki iki takım arkadaşı da alt kata inmek için kalkınca Metin’in içinde bir yerler sıkışmaya başlamıştı. Acaba bunlar da zamanında teklif eden gruptan mıydı? Öğrenmek istemiyordu.  
“Ne o suratının hali?” 
“Ne var suratımda?” 
“Üzgün müsün sen?” 
“Yok bir şey.” 
“Milli takıma seçilme ihtimalin var mı?” 
“Bilmiyorum. Yeni bir antrenör geldi milli takımın başına. O kimleri seçecek bilmiyoruz.” 
“Hayırlısı.” 
“Öyle.” Konu değiştirme çabası da kar etmemiş, Metin’in asık yüzü düzelmemişti.  
Ahu paralarla geldiğinde daha iyiydi.  
Aynı anda şube müdürü kapısına gelip, “Daha çıkmadın mı?” diye sordu.  
“Çıkıyorum. Esma gelecek buraya. Zaten yarım saat kaldı kapıların kapanmasına.” 
“Tamam, sorun olmaz. Ben de ilgilenirim müşterilerinle. Bana haber ver, iyi mi öğrenmek istiyorum. Hangi hastaneye kaldırmışlar?” 
Ahu, hastane adını söylerken tüm konuşmaları duyan ana-oğul merakla Ahu’ya bakıyordu.  
Müdür gidince Metin hemen söze girdi. “Kim hastanede? Ne oldu?” 
“Anneannem. Düşmüş. İyi dediler ama gidip görmem lazım.” 
“Anne, senin işin bitti değil mi. Hadi önce Ahu Hanımı hastaneye götürelim. Başka işin varsa sana taksi çağıralım.” 
“Hayır, işim yok. Hastaneye gidelim. Ben de merak ettim.” 
“Hiç zahmet etmeyin ben şuradan dolmuşa binip giderim.” 
“Olmaz öyle şey, ben götürürüm hemen.” 
Bir yandan da acelesi olduğu halde niye taksi tutmak yerine dolmuşa binmeyi düşündüğüne kafa patlatıyordu. Pinti laflarının boşa olmadığı ortadaydı.  
Arabayı kapının önüne getirdi. Annesi Ahu’yu da alıp arka koltuğa oturmuştu.  
“Arayan doktoru muydu? Ne söyledi?” 
“Evet, Canan Doktor aradı.” Nesrin neredeyse alnına tokat vuracaktı. Uzaktan tam okuyamamış, Canan doktoru, canım doktor sanmıştı. Aklının bir tarafında hala olumsuzlukların olduğunu kabul ediyordu. Daha ikinci kez oğlu ile Ahu’yu aynı ortamda görse de oğlunun halini anlamaya yetip artmıştı. Kabul etmese de bu kıza tutulmuştu.  
“Pek konuşmayı sevdiğim bir konu değil ama madem birlikte gidiyoruz bilmeniz gerekiyor. Alzheimer yüzünden iki senedir bakım evinde kalıyor. Evde bakmayı istesem de çalışmak zorundayım. Yanına kadın tuttuğumda daha büyük sorunlar yaşadım. Evden çıkıp gitmeye de başlayınca bakım evine yatırdım. Anne tarafımdan tek akrabam o. Ve ben doğduğumdan beri hep birlikteyiz. Ona bir şey ola...” yeniden ağlamaya başlayınca sustu.  
“Özür dilerim. Bugün sulu gözlü oldum.” 
“Özür dileme, rahatça ağla. Onun yanında daha sağlam durursun.” 
“O kısmı çok da önemli değil. Beni çoğu zaman tanımıyor. En kötü kısmı bu.” 
“Benim de en korktuğum hastalıklardan biri.” 
“Ben o yüzden düzgün beslenmeye çalışıyorum. Üzüntü ve stres kısmına da çözüm bulsam iyi olacak ama işte böyle zamanlar ne yazık ki bağışıklık sistemimizi çökertiyor.” 
“Kekten o yüzden mi o kadar az yedin?” 
“Hatırı olmasa onu bile yemem. Hülya Abla çok anaçtır. Tek çocuğu olmuş, sonrakiler hep düşükmüş. O yüzden her cuma elinde kek börek şubeye geliyor. Siz de gördünüz takımın yarısı orada oluyor. Hepsi o kekleri yemek için özellikle aynı güne ve saate denk getiriyorlar. Bize de haftanın son günü eğlence oluyor.” 
“Takımın yarısı mı?” 
Metin nihayet söze karışmıştı. Canan doktorun sevgili değil de annesinin yine yanlış anlaması olmasına sevinmiş, anneannesinin hastalığına üzülmüş, Ahu’nun şimdiden kendisine dikkat etmesinden mutlu olmuştu. Onların arkada konuşmasını dinlerken bir anda kulağına çalınan kelimeler ile yine içinde bir yerlerde küçük ateş korları dolaşmaya başlamıştı.  
“Altı kişiydiler. Dördü sen gelmeden gitti. Çok şekerler. Sevdim yeni takımının oyuncularını.” 
“Eminim şekerdir hepsi.” Şeytan o altı kişiyi bulup tepele diyordu.  
“Geleceğinizi bilseydim size de kek ayırırdım. Kendi payımı vermeyi de akıl edemedim o an. 
“Boş ver keki. Geçen gün sordum ama söylememiştin. Fikret senin abilerin olduğunu söylemişti. Onlar ilgilenmiyor mu anneanneyle?” 
“Abim mi? Benim abim... Ah tamam, kuzenler onlar. Amcamın oğulları.” 
“Ahu’nun ailesi vefat etmiş Metin. Daha fazla üzme kızı.” 
“Başın sağ olsun. Özür dilerim.” 
“Önemli değil.” 
O arada hastaneye gelmişlerdi. Üçü danışmadan oda numarasını alıp ikinci kattaki odaya merdivenlerden hızlıca çıktılar.  
Odaya giren Ahu, anneannesini biraz ürkek ama iyi görünce çok rahatladı.  
“İyi misin? Ağrın var mı?” 
“Burası neresi Ahu? Burası neresi? Neden ben buradayım? Kimse yok tanıdık. Nerede benim hemşirem. Neden buradayım.?” 
“Düşmüşsün, hatırlamıyor musun? Başını vurduğunu söylediler. İyi misin?” 
“İyiyim. Başım mı? Elini kaldırıp saçlarına dokundu. Yanlış tarafa uzatmıştı elini. Sargı bezi diğer taraftaydı. Küçük bir şişlik ve hafif bir kanama vardı. O anneannesini sakinleştirirken doktor Canan içeri girdi.  
“Ben getirdim hastaneye. Korkmasın daha fazla diye. Durumu iyi. Gerekli her şeyi yaptırdım. Su içerken birazını yere dökmüş. Kimseye bir şey dememiş. Tuvalete giderken de nasıl başardıysa o suya basıp kaymış. Biraz kalçasında morarma olacak ama önemli değil. Başında minik bir kanama olmuş. O da yüzeysel. Kırık falan da yok. Bu gece burada tamamen tedbir amaçlı tutacaklar. Yarın yeniden bize dönecek. Odasının kayıtlarını izlersin aklında bir şey olmasın. ” 
“Tamam, ben kalırım bu gece burada. Yarın da getiririm. Biliyorum sizden kaynaklı bir şey olmaz ama yine de o kayıtları izlemek isterim.” 
“Olur. Yarın geldiğinde izletirim. Ben dönüyorum o zaman. Bu gece nöbetçi benim. Bir şey olursa ararsın.” 
“Çok teşekkürler.” 
Doktor çıkınca Ahu yeniden anneannesine döndü. Çoktan uyumuştu yaşlı kadın. Dışarıda bekleyenleri anımsayıp yanlarına çıktı.  
“İyi mi?” 
“Evet iyi. Biraz korkmuş. Çok teşekkür ederim beni getirdiğiniz için. Ben burada kalacağım. Gece gözetim altında olsun istiyorlar. Yarın bakım evine götüreceğim.” 
“Yapabileceğimiz bir şey var mı?” 
“Çok teşekkür ederim Nesrin Hanım. Desteğiniz o kadar iyi geldi ki. Gerisini ben hallederim.” 
“Yarın kaçta çıkacak?” 
“Bilmiyorum.” 
“Antrenmanım sabah. Maç pazar günü. Antrenman sonrası ben gelir alırım sizi. Taksiye falan binmesin.” 
“Hayır, hayır hiç gerek yok. Ben hallederim.” 
“Metin gelsin. Hem belki doktoru ilaç falan almasını ister. Birlikte halledersiniz. Takside kadını tek bırakman falan gerekir. Aklım kalır sizde.” 
“Çok teşekkür ederim.” 
Metin genç kızın elinde tuttuğu cep telefonunu aldı. Şaşkın bakışlar altında kendi numarasını yazıp çaldırdı.  
“Bir şey lazım olursa beni bu numaradan her zaman bulabilirsin.” dedi. Telefonu geri verirken elini tutmuş avucunu yukarı çevirip telefonu içine bırakmıştı. Bunu yaparken hiç de acele etmemişti.  
“Teşekkür ederim.” 
“Teşekkür edip durma. Önemli bir şey değil. Görüşürüz.” 
Metin, aklı orada kalarak annesini takip etti. Yanına geldiğinde annesi mırıldandı. “Çok üzüldüm.” 
“Ben de. Tek başına halledebilir herhalde?” 
“Bugüne kadar halletmiş. Yine başarır. En kötü varsa erkek arkadaşını falan çağırır. Arabayı nereye park etmiştin?” 
Metin, bir an durdu. Arabayı nereye mi park etmişti? Şu an konu araba mıydı? Erkek arkadaşı gelecek miydi? Çağıracak mıydı? Gece burada tek başına ne yapacaktı? Aklı iyice karışmıştı. Son anda arabayı bulması gerektiğini hatırladı. Kısa bir bakış atıp gördü arabasını 
“Hadi gidelim.” dedi annesine.  

*****  

“İyi iyi. Sen bana bir çanta hazırlayıp getirir misin? Pijamamı koy. Kalın olanları değil. Çok sıcak burası. Çorap, çamaşır da ekle. Bir de yarın için kotla kazak at çantaya. Paran var mı? Tamam, beni Metin ile annesi getirdi. Sana öderim taksi parasını.” 
Ahu telefonu kapatıp yatağa yaklaştı. Huzurla uyuyordu. Büyük ihtimalle boşu boşuna yatıyordu ama risk alamayacağı için sesini çıkartmıyordu.  
Televizyonu açtı. Vakit geçirecek bir şey yoktu yanında. Dergiye boşa para veremezdi. İzleyecek bir şeyler bulana kadar kanalları gezdi. Sesini iyice kısıp izlemeye başladı.   
Bir saat kadar geçmişti, telefonu titreşmeye başladı. Füsun arıyordu. Oda numarasını söyleyip kapattı.  
İki dakika sonra iki kız da odadaydı. Önce yatağa yaklaşıp anneannenin yüzüne bakıp içlerini rahatlatan kızlar sonra Ahu’ya dönüp sarıldılar.  
“Bembeyazsın.” 
“Elimi yüzümü yıkadım ondandır.” 
“Makyaj malzemelerini de koydum.” 
“Zaten tek noksanım oydu.” Zuhal’e gülerken bir yandan da arkadaşlarının getirdiklerine bakıyordu. Kitabını ve tabletini görünce gülümsedi. Vakit daha kolay geçecekti.  
“Ahu, hastane masrafı ne kadar tutacak biliyor musun?” 
“Çoğunu karşılıyor sosyal sigortası. Fazla tutmaz diye umuyorum. Kredi kartımdan ödeyeceğim.” Parayı zaten böyle durumlar için biriktirmiyor muydu? Arkadaşları o paraya bile dokunmadan işlerini halletmesi için destek oluyordu ona.  
“Neden sordum biliyor musun?” 
“Neden?” 
“Yarın akşam ilk gösterimize... gösteri mi denir, konser mi? Amannn neyse işte sahneye çıkacağız.” 
“Yarın akşam mı? Anneannemin yanında kalırım diyordum. Ama şimdi paraya daha çok ihtiyacım var. Hayır diyemeyeceğim.” 
“Tamam o zaman arıyor ve yarın geliyoruz diyorum.” 
Füsun, telefonu etmiş, karşı tarafa ‘Yarın akşam geliyoruz. Tamam saat on da. Görüşürüz.’ diyordu.  
Metin, kapının hemen önündeydi ve bu cümleyi duymuştu. Bugün o kadar üzülmüştü, yarın ise bara gidecekti. Boşuna merak edip gelmiş, üzüntüsünü dağıtabileceğini düşünmüş...işin gerçeği uzak kalamamıştı Oysa onun derdi cumartesi akşamı eğlenmekti 
Girmekten vazgeçecekti ama o sırada kapı açılmış iki genç kız dışarı çıkmıştı. Ahu da arkalarındaydı.  
“Metin? Metin Bey, bir şey mi oldu?” 
“Hayır, merak etmiştim de uğrayayım dedim.”  
Ahu onu orada gördüğüne gerçekten şaşırmıştı. Daha birkaç saat önce öğrenmişti anneannesinin durumunu. Hem telefonu da vardı niye aramamış da kalkıp gelmişti? Sonra kızların kendisine baktığını fark edip onları tanıştırdı.  
“Tanıştırayım, ev arkadaşlarım Füsun ve Zuhal. Metin Bey şubemizin müşterisi. Anneannemin haberini aldığımda şubedeydi. Beni annesiyle birlikte bıraktılar.” Çok mu fazlaydı bu açıklama? Kızlar bozuntuya vermeyecek kadar onu tanıyordu.  
“Çok zahmet olmuş, teşekkürler Metin Bey. Biz gidiyoruz, Ahucuğum. Bir şey lazım olursa ara. Yarın ben evde yokum. Akşam Ateş Bar, saat on. Unutma!” 
“Tamam, unutmam. Görüşürüz kızlar, sağ olun.” 
Kızlar giderken Metin arkalarında çatık kaşları ile kısa bir an baktı. Yarın akşamki programın artık şüphe edilecek yeri kalmamıştı. Eh o zaman boşu boşuna gelmişti buraya da. Ahu kız kıza bara gidecek değildi ya. Mutlaka birileri ile buluşacaktı.  
“Metin Bey...Metin Bey?” 
“Ne ha, pardon bir an dalmışım. Anneanneniz iyi sanırım. Telefon edip uyandırmayayım, zaten bir arkadaşa gidiyordum, uğrayayım dedim.” 
“Gecenin on birinde mi? Pardon, özür dilerim, boş bulundum.” 
“Önemli değil. Evet, bu saatte. Şey, üç kız mı kalıyorsunuz aynı evde?” 
“Evet. Çocukluk arkadaşlarım onlar.” 
“Onların da ail... boş ver sormadım say.” 
“Aileleri hayatta ve bu konu beni artık eskisi kadar üzmüyor. Rahatlıkla sorabilirsiniz.” 
“Pek de öyle sayılmaz. Geçen gün çok üzüldün.” 
“Futbol-babam-abim üçlemesi üzüyor. O kadar.” 
“Futbolu sevmiyorsan nasıl oluyor da tüm futbolcularla o kadar iyisin?”  
“Öncelikle böyle ayakta ve kapı ağzında mı konuşacağız? Vaktiniz var mı, ben bir kahve içecektim. Size de alayım.” 
“Hadi kapanmadan kafeteryasına inelim. Birlikte içeriz.” 
“Olur. Bir dakika telefonumu alayım.” 
“Üstüne de bir şey al. Soğuk olabilir.” Yok artık. Bu ne ilgiydi böyle. Kendi duygu dünyasının dengesini bulamayan biri olarak adını altın harflerle yazdıracaktı bir duvara. Az önce bar programına kızmıştı. Şimdi üşütmesin diye tedbir aldırıyordu. Bırak işte, üşütsün, yarın da bara mara gidemesin, diye düşünürken buldu kendi. Bir saniye sonra ise yine kıyamadığını fark etti.  
Bir masaya oturup sıcak kahvelerini yudumlarken Metin aynı soruyu tekrarladı. 
“Futbol izlemiyorum. Bazen milli maçlara falan bakıyorum. A bugün kadro açıklanacakmış. Ne oldu?” 
“Açıklandı. Ben ve iki arkadaş daha kadrodayız.” 
“Anladım. Kamp-yurt dışı falan uzun süre yoksunuz yani.” 
‘Üzülür müsün?’ diye sorsa mıydı? Sormadı. “Evet, on ya da on iki gün yokum.” 
“Güzel.” dedi dili, ‘Ne kötü.’ dedi kalbi. Şaşırdı iyice kendine.  
“Güzel? Güzel tabii. Nasıl oluyor da tüm futbolcularla iyi geçiniyorsun? Bizler çoğu zaman kabalaşacak kadar rahat tipler olabiliyoruz.” 
“Bankada değil. Bana karşı hiç değil. Sizler genelde kamplarda, kendi ortamlarınızda öyle oluyorsunuz. Bu da çok doğal. Herkesin bir kendi, bir olmak istediği, bir de karşısındakilerin gördüğü karakterleri var. Hangisi işimize gelirse biraz ondan oluyoruz.” 
“İlginçmiş.” 
“Değil. Bizim banka içi eğitimlerimiz öğretiyor bunları. Onun için ne mesleğiniz ne eğitiminiz ne de diğer şeyler bizler için önemli değil. Karakterinizi bilmemiz, çözümlememiz çok daha önemli.” 
“Zormuş.” 
“Zamanla kolaylaşıyor. Ben beş yıl önce bu kadar rahat tahliller yapamazdım.” 
“Beni de tahlil ettin mi?” 
“Et...medim. Henüz çok az tanıyorum sizi.” 
“O zaman tanıyınca söylersin neler düşündüğünü.” 
“Olur. Arkadaşınız bekliyor muydu? Geç kalmıyorsunuz değil mi?” 
“Arkadaşım? Ah tamam yok, beklemiyordu.” Bir an yalana devam etmek istedi. Sonra artık dürüst olması gerektiğine karar verdi. “Merak ettiğim için geldim. Kimseye gidecek değilim bu saatte. Hatta saatin bu kadar geç olduğunu bile fark etmemiştim. Artık gideyim de sen de biraz uyu. Bir şey olursa saatin kaç olduğunu umursamadan beni ara, olur mu?” 
“Olur.” Ahu bir şeyler daha söylemek istiyordu ama dili tutulmuştu. Yerinden kalktı. Metin de onu takip etti. Odaya kadar konuşmadılar. 
“Yarın kaçta çıkacağı belli oldu mu?” 
“Ah iyi ki sordunuz. Yarın bakım evinden gelip alacaklar. Gelmenize gerek kalmadı.” 
“Ben gelebilirdim.” 
“Biliyorum, tekrar teşekkür ederim ama hakikaten gerek kalmadı. Canan Hanım birilerini yollayacak.” 
“Tamam.” 
Pazar günü maçta bol şans.” 
“Teşekkür ederim.”  
 Metin elini uzattı, vedalaşmak için tokalaştılar. Biraz ama sadece biraz uzun tuttu elini. Sıcak eli tutmak hoşuna gitmişti. Ahu da hemen geri çekmemişti elini. Ortalık sakindi. Bir iki nöbetçi hemşire hastalarla ilgileniyordu. Kimse Metin’i tanımamıştı. En azından ertesi gün gazetelere manşet olmayacaktı.  
“İyi geceler.”  
“İyi geceler.” dedi ve arkasını dönüp gitti. Merdivenlerin başına geldiğinde dönüp baktı. Ahu hala orada duruyordu. Bir şeyler vardı sanki aralarında. Minnet mi? Hayır sanmıyordu. Eğer o olmasa hastaneye taksi ile gider yine giderdi. Arkadaşları gelmiş yanında olmuştu. Şimdi ise genç kız ona çözemediği şekilde bakıyordu. O zaman çözmek için uğraşacaktı.  

*****  
“Metin’e açık adres verseydin!” taksinin arka koltuğunda iki genç kadın fısıldaşıyordu.  
“Verecektim ama biraz da kendi emek versin istedim.” 
“Nasıl bakıyordu gördün mü?” 
“Gördüm, görmez miyim? Bar lafını duyduğu an ne oldu o surat öyle? Çok tatlı ya, geçerken uğramış. Yalanını sevsinler.” 
“Bizim saf inanmıştır.” 
“Onu da uyandırırız eğer anlamadıysa.” 
“Gelir mi dersin?” 
“Gelir bence. Tabii maç yüzünden kampta olmazsa. Bir de araya kokteyl salonu sıkıştırmak istedim ama anlar diye çekindim. Bar kıskançlığı yeter ona. Olmadı bir yolunu bulur söyleriz ne yaptığımızı.” 
“Hallederiz. Onu hallederiz de Ahu’nun futbola olan tepkisi ne olacak?” 
“Ne tepkisi? O iş bence çoktan bitti. Metin ile tanıştığından beri her maçının olduğu akşam odasında. Eminim maç izliyor.”  
Vayyy cin miyiz biraz?” 
“Biraz mı? Ben o cinlere pabuçlarını düz giydiririm.” 
Kızlar kahkaha ile gülerken taksi şoförü başını sallıyordu ters ters. 


1 yorum:

  1. Bu akşam Halka dizisinden sonra her kes uyuduğunda okuyacağım malum rahatsız edilmeyi sevmem okurken

    YanıtlaSil