30 Aralık 2017 Cumartesi

Tamirci - Tek Bölüm



Yeni yılınız, huzurlu, sağlıklı, mutluluk ve sevgi dolu olsun... Mutlu yıllar. 

Sevgilerimle 
Asuman Börklüce 


********************   

TAMİRCİ 

Aykut, yılın son gününün hayatının en aksi en kötü günü olmasına alışıktı. Yıllardır şaşmaz bir şekilde yaşanan bir rutine dönmüştü. Elbette en acısı kardeşinin kazası idi. O günü düşünmeden bugünü yaşaması mümkün olmuyordu. Yılın son iş gününün aynı zamanda  birilerinin eğlendiği, güldüğü, umutlarına umut kattığı bir gün olması her sene sinirlerini zıplatıyordu. Tabii kardeşinin kazasından önce hiç böyle bakmazdı yılın son gününe.   

Günün ilk aksiliği işe geç kalmasıydı. Hesap soracak patronunun olmaması iyiydi elbette ama 'patron' olarak yapacağı toplantıya gecikmek hiç hoş değildi. Alarm ya çalmamıştı ki bu imkansızdı ya da kapatmış ve uyumuştu, ki bu daha olasıydıÇünkü bugün yapacağı toplantının sistem dosyalarında sorun olmuş, bazılarını yeniden düzenlemesi gerekmiş, üçe kadar çalışmıştıUykuya dalabildiğinde en iyi ihtimal saat dörttü ve sabah yedide çalan alarmı kapatma ihtimali çok yüksekti.   


Gözünü açtığında saat dokuz olmuştu. Kahvaltı etmeden evden çıksa bile ilk ve en önemli  randevusuna gecikecekti. Hazırlanırken camdan bakmayı akıl etmemişti. Sıkı sıkı kapalı perdelerden çok hafif gün ışığı geçmesi havanın tahmininden kapalı olduğunu söylüyorduDönüp dışarıda nasıl bir hava var bakmak yerine kapının yanındaki şemsiyeyi alıp öyle çıktı evden. Oturduğu sitenin kapalı otoparkının olmamasını en çok böyle zamanlarda eksiklik olarak görüyordu.  
Kapalı otoparkların güvenli olmadıklarını en iyi kendisi bilse de yağışlı bir havada kurtarıcıydı.  
Asansörden çıktığında telefonu çalmaya başlamış, bir yandan paltosunun düğmelerini açıp ceket cebine ulaşmaya çalışırken bir yandan da dış kapıyı açıp çıkmıştı. Eldivenli eli ile telefonunu açmaya çabalarken... 
Sonrasını anımsamıyordu.  
Bir anda şemsiyenin, telefonun, çantanın ve hatta kendisinin dört bir yana savrulduğunu fark etmesi ile gözlerinin kararması bir olmuştu.  
Yağmur sandığı yağışın kar olduğunu, binanın önündeki iki basamağın buzlandığı ve ne hikmetse o saate kadar kimsenin o buzları kazımadığını çok acı şekilde öğrenmişti. Kendine geldiğinde 'çok acınındiğer kaynaklarının başındaki şişlik ve bileğindeki morarma olduğunu anlamıştı.  
"İyi misiniz Aykut Bey?" 
"Dursun, bu basamaklar niye buzlu?" 
"Sabah temizlemiştim ama çok bilen biri basamaklara su dökmüş. Siz ikinci düşen kişisiniz. İlki de sekiz numaradaki Hüseyin Beydi. Umarım siz onun kadar kötü değilsinizdir. Çünkü o elini kırmış. Karısı şimdi hastaneye götürüyor." Orta yaşlı apartman görevlisi bir yandan elindeki kova ve kürekle ne için orada olduğunu belli etmeye çabalıyordu. Havanın buz gibi oluşu ile aklınca basamak temizleyen birinin aklı evvel hali birleşmiş, olan iki apartman sakinine olmuştu.  
Aykut, hemen sol elini kontrol etti. Morluk artıyordu ama parmaklarını kıpırdatabiliyordu. Kırık yoktu. Çatlak olabileceğini düşündüren acı ile o da hastanenin yolunu tutacaktı.  
"Hangi sivri zekalı dökmüş suyu? Neyse zaten artık yapacak bir şey yokHızlıca temizlersen başkaları zarar görmez. Rica etsem arkandaki şemsiyemi verebilir misin? Eğilmek istemiyorum, başım dönüyor." 
"Başınızı çarpmışsınız Aykut Bey, bir taksi çağıralım sizi hastaneye götürsün." 
Tam itiraz edecekti ki kendi kullanırsa hem kendisi hem de başkaları için daha tehlikeli olacağını düşünüp vaz geçti.  
"İyi olur. O çalan benim telefonum mu?" Onu da düşürdüğünü yeni fark etmişti. Görevli Dursun Bey karların içindeki telefonu bulup uzattı.  
"Hay aksi, hangi beyinsiz..." Sustu, sakinleşip kırık ekranda yazan yazıyı okumaya çalıştı. Kırık parçalar arasında parmağını gezdirse de telefonu açamamıştı. Kulaklık arabasındaydı. Bu kez kendini kısıtlamadan küf basmıştı.  
"Taksi durdurdum Aykut Bey. Geciktirmeyin, hemen doktora görünün." 
Lanet gün, katlanarak artan dertler ile devam ediyordu. Fark etmediği bir başka ağrı da kalçasındaydı. Basamağa vurmuş olmalıydı.  


Hastaneden çıktığında sol elinde parmaklarını dışarıda bırakan bir sargı vardı. Başındaki şişlik için yapılan incelemede bir şeye rastlanmadığı ve artık baş dönmesi gibi bir sorunu olmadığıkalçasında ise sadece ezilme olduğu için gidebileceğini söylemişlerdi. Özel hastane olmasına rağmen tüm koridorlar hasta, daha doğrusu karda kendini yaralamış kişilerle doluydu. Kendisi gibi yaralı çoktu. Yeni yıla kırık, çıkık, çatlak ve burkulmalar ile girecek onlarca kişi vardı önünde. Aralarından sıyrılıp dış kapıya geldi.  
Yeni yıl laneti devam ediyordu.  
Taksi durağında bir tane bile taksi yoktu. Zaten en gerekli zamanda hiçbiri ortalıkta olmazdı. Kalçasındaki ağrı yüzünden aksamaya da başlamıştı. İlaçları en yakın eczaneden alıp tekrar durağa yöneldi. Hâlâ taksi yoktu. Hastaneden sekreteri ile yaptığı görüşme sonucunda randevularının bir kısmını iptal etmişti. Sabahki kadar acelesi yoktu artık. Yine de son günün bitmeyen işleri için bir an önce şirkete gitmek istiyordu. Nihayet bir boş taksi geldiğinde neredeyse günün ilk rahat nefesini almıştı.  
"İlk önce telefon satan bir mağazaya uğrayalım." 
"Tabii." 
Telefonu aldıktan sonra üstündeki yarım yamalak şarj ile sadece sekreterini aramış, son bilgileri aktarmış, gelebileceği saati söyleyip kapatmıştı.  
Siteye gelince kendi arabasına geçip önce klimasını açtı, ardından araç şarjına telefonunu takıp tekrar yola çıktı.  
Biraz ılınsa da klimada bir sorun vardı, ısıtmıyordu. Paltosunu çıkarttığı için pişman oldu. Arabayı bir kenara çekip yeniden paltosunu giymeye çalıştı. Bileğindeki ağrı hareketlerini kısıtladığı için çok zorlandı.  
Henüz yılın son gününün son saatleri gelmemişti, fakat yeni gelecek yıla yetecek kadar aksiliği üst üste yaşamıştı. Elindeki ağrıya aldırmadan tekrar bindi arabasına. Aracın ön panelindeki saate baktığında bir küfür savurdu. Yarım günü saçma sapan şekilde geçmiş, tüm işleri onu beklerken o yeniden ve çok daha yoğun şekilde yağan kar yüzünden aksayan trafikte soğuk arabasının içinde tıkılı kalmıştı.  
Daha bir yıl bile olmamıştı bu arabayı alalı. Aklına gelen tek şey klimanın içinde olması gereken gazın bir şekilde uçmuş olmasıydı. O kadar para verip aldığı arabanın bu kadar basit bir şeyi yapamıyor olması, dışarıda korkunç bir soğuk ve önünde akşam üstü aşması gereken uzun kilometreler varken hiç hoş değildi.  
Ayakları üşümeye başlamıştı. Yeni yıla bir de hasta girmeyi istemediği için bir an önce sıcak bürosuna kendini atmak istiyordu.  
'Arabamı ben kullanırım!' 
"Hay benim inadıma tüküreyim. Niye bir şoför tutmuyorum ki ben? En azından arka koltukta biraz daha sıcak yerde otururağrıyan bileğime işkence etmezdim." Yollar tek elle kullanılmayacak kadar tehlikeliydi ve o zaten öyle kullanmayı hiç sevmezdi. Ara ara dinlendirmek için kucağına indirse de genelde sol elini de kullanıyordu.  
Artık kendi kendine söylenecek kadar gerilmişti. Diğer araçlardan kendi kendine konuştuğu görülecekti. Neyse ki bu yeni telefonların kulaklıkları sayesinde deli gibi gözüken kişiler çoğalmıştı. Herkes konuşuyordu!  
Havanın rengi yine değişmişyoğun ve kuvvetli yağış kısa süre sonra tipi şeklinde yağışa geçmişti. Evde olmak, sıcak bir şeyler içmek ve kar yağışını izlemek güzel olurdu. Daha da güzeliannesinin evinde olmaktı. Bahçe kim bilir ne güzel gözüküyordu. Çamların halini düşündükçe orada olmak için daha da heyecanlanıyordu. Akşam onlara gidecekti. Başka evlerin aksine asla kutlanmayan yeni yıl akşamını yine kutlamamak için onlarla olacaktı. Bir arada olunur, özenle hazırlanmış bir masaya oturulur, neredeyse hiç konuşmadan yemekler yenirdi. Ertesi gün daha da kötü geçerdi. Hele de üç şubat geldiğinde tam bir matem havası olurdu o evde.  
Araç kullanırken kötü şeyler düşünmeyi sevmezdi. Sessizliği ve yalnızlığını yok etmek için müzik açtı. Yolun kalanını üşümediğine kendini inandırmaya çalışarak aldı. İş yerine ulaştığında saat bir olmuştu bile. Her yer karla dolmuş, çalışanları evlerine nasıl döneceklerinin telaşı sarmıştı.  
Sekreterini çağırdı. Elinde sıcak kahve ile odasına giren genç kadına teşekkür ettikten sonra; 
"Elinde acil ve önemli işi olmayan herkes çıkabilir. Diğerleri de işleri biter bitmez çıksın. Sen nasıl geldin?" 
"Kendi aracımla geldim." 
"Burada bırak taksi ile git. İsteyenler taksiyle gitsin evine, biz karşılayacağız. Yollar berbat." 
"Teşekkürler. Ben de şimdi çıkayım mı?" 
"Günün tüm randevularını iptal ettikten sonra çıkabilirsin." 
"Siz?" 
"Ben de bir iki işimi halledip çıkacağım. Yollar daha da kötü olmadan gitmek istiyorum. Bunca yıldır yağmayan kar bu gün hırsını alıyor sanırım." 
"Anneniz size ulaşamayınca burayı aradıgideceğinizi söyledim. Değişiklik yok sanırım!" 
"Hayır, ben de çıkıp ona gideceğim." 
"Hediye paketlerini ve yiyecekleri araca koyduruyorum. Benim hediyemi de verirsiniz değil mi?" Sekreteri evindeki özel durumu bilmiyordu. Kutlama yapıldığını sanıyor olması, hemen herkesin öyle sanması ile aynı nedendi. Ailesinin özelini paylaşmak hiçbir zaman sevdiği bir şey olmamıştı. Annesinin kimlere hediye aldığını bilse de niye aldığı hakkında bilgisi yoktu. Her sene ne alınacağına, kaç tane olacağına karar verir, sonra Aykut'a listeyi yazdırır ve gelirken getir derdi. Her seferinde Aykut, kendi seçtiklerini de ekler, arabanın bagajını, arka koltuğunu, bazen ön koltuğu bile o paketlerle doldururdu. O paketlerin arasında asla annesi ya da babası için hediye olmazdı. Sadece sekreteri her sene annesine küçük bir şeyler alır, yollardı. Yine atlamamıştı. "Elbette. Teşekkür ederim." 
Sekreteri yüzünde büyük bir gülümseme ile devam etti. "Semih de kendi hediyesine çok teşekkür etti. Tüm akşamı trenini kurarak ve saatlerce oynayarak geçirdi." 
"Kocanın ruhu çocuk. Beğeneceğini biliyordum. Sevgilerimi ilet, yeni yılınız kutlu olsun." 
"Sizin de. İyi tatiller." 
Ve yarım saat sonra tüm elemanları vedalaşıp çıkmıştı. Kendisi de bu süre içinde ısınmış, işlerini toparlamış ve ailesi ile geçireceği üç günde yapacağı işlerin dosyalarını hazırlamıştı. Yeni telefonun şarjını da yapmıştı. Sekreterinin kullandığı küçük mutfağa geçip kahve hazırladıktan sonra iki küçük termos bardağa doldurup yanına aldı. Güvenlik görevlisini çağırıp dosyalar için yardımını istedi. Bileğinin ağrısı yine başlamıştı. Önce bir şeyler yemeli, ağrı kesici almalı ve yola öyle çıkmalıydı.  

Çatalca'ya ailesinin evine gitmek için yola çıktığında karın o tarafta daha da yoğun olduğunu biliyordu. Kar lastikleri sayesinde yolda takılmayacağını tahmin ediyorduEdiyordu da klimanın sorununu unutmuştu. Daha yarım saat geçmeden yine üşümeye başlamıştı. Kar artmış, yoldaki araçların hareketleri yavaşlamıştı. Bir ara sağa çekip emniyet şeridine girdi. Telefonunda henüz bir sürü özellik indirilmemişti. Tamircileri aramak istedi, internet ulaşımı olmadığını görüp söylenmeye başladı. Kötü havada en gerekli olanlara ulaşamamak kabul edilir değildi.  
İlk çıkıştan çıkarak eski yöntemle, yani sorarak bir tamirci bulmalıydı. En az iki saat daha yolu vardı. Tabii bu süre normal bir havada, kazasız yollarda geçerliydi. Donarak ölmemek için kapanmadan bir tamirciye gitmeliydi.  
Milim milim ilerleyen trafikte nihayet ilk çıkışa gelip hemen yerleşim merkezine doğru yol aldı.  
Sora sora Bağdat bulunurmuş ama tipi altında havalandırmadan anlayan tamirci bulunamazmışBüyük ihtimalle hemen hepsi anlıyor ama ellerinde daha büyük paralar kazandıracak araçlar varken küçük iş saydıkları klima ile ilgilenmek işlerine gelmiyordu. İkinci kahvesini de bitirmişti. Hala üşüyordu ve daha gitmesi gereken çok uzun bir yolu vardı. Her ne kadar yılbaşı için dense de eğlencenin olmayacağı fakat ailesi ile acıları paylaşacağı eve ulaşmak istiyorduOnları özellikle bugün yalnız bırakmayı sevmiyordu. 

Son aldığı bilgiye göre havalandırmayı düzeltecek ve hala açık olduğu sanılar bir dükkâna doğru sürdü arabasını. Sanayi sandığı sokak aslında şehrin ortasında kalmış tamircilerin bir arada olduğu bir yerdi. Sekiz on kadar kaportacı, elektrikçi vardı aynı sokakta. Sadece ikisinin önünde araç yoktu. Diğerleri dükkânlarının önündeki araç yığınına bakılırsa hiç ilgilenmeyeceklerdi onunla. Oysa gün daha bitmemişti. Bir sürü hasarlı kaza olacağı kesindi. Akşam üstü olmuş, tipi durmadığı için çalışmak güçleşmişti. Arkasında çekici üstünde iki hasarlı araç bekliyordu. En iyisi kapısında araç olmayan ilk tamirciye ulaşmaktı.  
"Kalorifer sistemimde bir sorun var. Isıtmıyor. Hemen bakacak biri var mı?" 
"Ustam işe gitti. Ben de hiç anlamam. Bırakırsanız yarın açığız ustam tamir eder." 
Bir süre çırağı süzdü. Lanet günün lanet yanıtları ve aksilikleri bitmediği için hırsını çıraktan çıkartacak değildi. Diğer dükkân kapanmadan yetişmek için hemen çalıştırdı arabasını. Hala ısıtmıyordu klima. Eğer tamirci bulamazsa bir yerlerden kahve dolduracaktı termoslarına. Bir de battaniye satan yer bulursa en azından donmadan eve ulaşacağını tahmin ediyordu.  


Son şansı olan tamircinin kepenkleri en üste kadar açılmamıştı. Sanki kapatmak üzereymiş gibi yarım duruyordu. Korku ile seslendi.  
"Kolay gelsin, kimse yok mu?" 
Müzik sesi vardı, birileri bir yerlerde saklanıyor olmalıydı. İçeride iki araba vardı. Araçların başında çalışan kimse yoktu. Büyük ihtimalle burada da çırakla muhatap olacaktı. Şansına lanet okuyup arkada ışığı yanan camekanlı büro benzeri yere yürüdü.  
"Kimse yok mu?"  
Büro kapısı açıldı, kıvırcık saçları kulaklarının biraz altında biten yüzünde merak ve şaşkınlık karışımı ifadelerle kendisine bakan genç bir kadın başı gözüktü.  
"Kusura bakmayın, kimse yok." 
Aykut, kendisine yanıt veren kadına bakakaldı. Kendisini kimseden saymaması mı, kadın oluşu mu, orada oluşu mu daha fazla şaşırtmıştı bilmiyordu.  
"Siz?" 
"Ben tamirci değilim. Sadece burada internet var mı diye kontrole geldim." 
Aykut'un şaşkınlığı geçmiş, işini bir an önce halletme isteği ağır basmıştı. "Tamirden anlayan kimse yok mu?" 
Genç kadın üstündeki kalın kazağın kollarını çekiştirerek yanıtladı. "Yok." 
"Erken gitmeleri tuhaf değil mi?" Sinirini bu genç kadından mı çıkartacaktı? Üstelik bu olayların hiç birinde sorumluluğu yokken! 
"Bu havada tamircilerin de eve gitmek istemesi normal değil mi?" 
Aykut, zaten kötü giden günün daha da kötüleşmesine sinirleniyordu. Kadının güzel olması, kıvırcık saçların yüzüne çok yakışması, gözlerinin içinin kızgınlıkla konuşurken bile gülebiliyor olması, üstelik bunu o şekline hayran olunası dudakları ile söylemesisinirlenmesine engel değildi.  
Zaten üşüyordu, eli ve kalçası ağrıyordu, gideceği daha çok yol vardı ve kliması çalışmıyordu. Başka bir aksiliğe ihtiyacı yoktu. Bu kadar güzel olsa bile... 
"Herkesin sıcak evinde olmak istemesini çok iyi anlıyorum. Ben de aynı şeyi istiyorum ama bu lanet arabanın kaloriferi çalışmadığı için kaç saat süreceğini bilmediğim yola devam etmek istemiyorum." 
"Sorun büyükmüşBakalım neler yapabiliriz?" Sesinde alay mı vardı? Dışarıdaki havanın farkında değil miydi bu kadın? Gerçi şu an alaycılığından daha önemli olan arabasını kurcalama ihtimaliydi.  
"Siz anlar mısınız? Bence dükkânın sahibi yakındaysa masrafı neyse ödeyeyim gelip baksın." 
"Yakında ama gelemez." 
"Neden? Tatil mi yapıyor?" 
"Hep mi huysuzsunuz, bugüne mi özel?" 
"Genelde huysuzum ama bugün ekstra huysuzum." Bu doğruydu. İşlerin istediği gibi gitmediği anlar huysuzlanırdı ama bugün katlanarak artan siniri ile daha da kötü olduğunun farkındaydı.  
Genç kadın ağzının içinde mırıldandı, "Belli" Sonra da daha anlaşılır sesle, "Siz şu büro kısmına geçin, orası sıcak ve su ısıtıcısında yeni kaynamış su var. En alt çekmeceyi açın, içinde poşet çaylar, kahve falan bulursunuz. Ne istiyorsanız alın, ben de bu arada sorun neymiş bir bakayım." 
Aykut, neredeyse dokunma diye bağıracaktı. Bu kadının bilgisayarlarla donatılmış arabasına neler yapabileceğini tahmin bile edemiyordu.  
"Siz tamirci misiniz?" 
"Hayır." 
"O zaman bir tamirci baksa? Mesela şu gelemez dediğiniz kişi gelse?" 
"Gelemez dedim değil mi? 39 derece ateşle yatan birini evinden çıkartacak kadar hain değilsinizdir sanırım." Aslında adamı utandırmak istemiyordu ama en başta düzgün açıklamadığı için şimdi bu yaptığı tamamen kendi hatasıydı. Yine de açıklamadan sonra adamın takınacağı tavrı merak etmiyor değildi. 
Aykut, anlayışsız gibi gözüktüğü için gerçekten üzülmüş ve utanmıştı. Neden utandığını bilmiyordu. Bilmemesi kendi kabahati değildi. "Kusura bakmayın, değilim elbette ama benim de tipi iyice yolları kapatmadan Çatalca'ya gitmem gerekiyor." 
"Yılbaşı partisine yetişecekseniz beni oyalamayın. Sorun büyük değilse hallederim." Kimler bekliyordu acaba? Bu kadar acele etmesi, bu havada ve araç arızalıyken hala gitmeye çabalaması, bekleyenlerin önemli olduğunu anlatıyordu.  
"Tamirci değilim demiştiniz, bulabileceğinizde emin misiniz?" 
"Hayır, deneyip göreceğiz. Hem ne kaybedersiniz? Hata yapar da çok ısıtmasını sağlarsam zaten sorununuz kısa süreli çözülür. Yok bozar hiç ısıtmamasını sağlarsam, zaten sorununuz buydu der, bir bilene yollarım." 
Aykut, sinirden öne arkaya sallanmaya başlamıştı. "Dalga mı geçiyorsunuz?" 
"Evet" Sonra gülerek yakışıklı ama sinirden tüm hatları gerilmiş adama gülümsedi. "Hadi gidin ısının. Çay, kahve bir şey için. Ben de o arada arabanızı bozayım." 
Aykut, genç kadının onun aksine son derece keyifli olduğunu, kendisiyle dalga geçtiğini söylerken de fazladan eğlendiğini anlamıştı. Aslında onun yaptığı doğru olandı. Sinirlenerek, birilerine çatarak olayları çözümlemek mümkün değildi. Üstelik ısındığı an tüm bu sinirin yarısının uçup gideceğini de biliyordu. Tam sıcak büro benzeri yere girecekken arkasından genç kadının sesini duydu.  
"Pardon, ılık hava geliyor mu?" 
"Evet." 
"Ara ara fokurdayan su sesi gibi bir ses duydunuz mu?" 
"Olabilir, emin değilim." 
"Evet-Hayır şeklinde bir yanıt alayım." 
"Hayır o zaman hiç fark etmedim." 
"Tamam. Çok zor değil sorunun giderilmesi." 
Aykut, arabasının kaputunu açan kadının iş bilir hareketlerine bakıyordu. Tamirci olmasa da hareketlerinden o işten anladığı belliydi. Zaten üstünde tulum yoktu, üstü başı temizdi ve hatta makyajı bile vardı. Ellerinde yağ lekeleri yerine açık renk bir oje göze çarpıyordu. Sıcak ve küçük odada kaynayan sudan alıp çay hazırlamış, karşısındaki manzaraya bakıyordu. Yünlü kumaştan bir pantolon vardı genç kadının üstünde ve son derece baştan çıkartıcı bir manzara sergiliyordu. Üstündeki bol kazak ayakta dururken kalçalarının altına kadar iniyordu ama şimdi biraz sıyrılmıştı ve insanın aklına başka şeyler getiriyordu. Farkında bile olmadan ellerine bakmaya başladı. Alyans gözükmüyordu. Sağ elinde güzel bir yüzük vardı ama tek amacı elleri süslemekti. Çay bardağını istemsiz ağzına götürünce dili ve dudakları yanmıştı. Bu kadar sıcak olduğunu düşünememişti.  
 Bulunduğu yer de sıcak gelmeye başlamıştıPaltosunu çıkartıp bir sandalyenin üstüne koydu. O sırada genç kadının masa üstünde duran telefonu çalmaya başlamıştı. Üstünde 'babam' yazıyordu. Telefonu alıp odadan çıktı.  
"Babanız arıyor." 
"Sağ olun...Efendim baba?" Karşı tarafın sorusuna yanıt verdiğinde Aykut tek taraflı konuşmayı dinlemeye başlamıştı.  
"Tam çıkacaktım bir müşteri geldi...Arabasının kaloriferi çalışmıyormuş...Evet, bu havada yolu uzunmuş... Hallederim... Tamam, takılırsam arar sorarım... Merak etme... Sen çorbanı içtin mi?... Tamam, işim bitince geliyorum... Yolladım, yolladım... Büyük ihtimalle petekler kirlenmiş. Baktım, kablo soğuk. Eh ustam kim. Tamam, hadi bak öksürmeye başladın, çok konuşma da boğazların iyice tahriş olmasın. En kötü yarım saate gelirim eve. Anneme sor, bir şey lazımsa gelmeden arayın beni. Hava kötüleşiyor, sonra çıkmam valla dışarı." Vedalaşıp telefonu kapattığında Aykut, genç kadının dükkânın sahibinin kızı olduğunu, işi de tahmininden çok daha iyi bildiğini anlamış, içi rahatlamıştı.  
Çayını içeride içmek yerine genç kadının çalışmasını izlemeyi tercih etti.  
"Gerçekten yarım saatte biter mi?" 
"Başka sorun yoksa öyle umuyorum." 
"Güzel. Size de çay vereyim mi?" 
"Hiç fena olmaz. Gerçekten çok soğuk." Büro sıcaktı, orada çalışacağı için çok kalın giyinmemişti. Şimdi aracın başında üşüyordu. Elleri biraz daha üşürse aletleri tutamayacak, bu adam da onun işten gerçekten anlamadığını sanacaktı.   
Aykut, çayı hazırlayıp getirdiğinde genç kadın yine kaportanın içine eğilmiş çalışıyordu. Kısa bir an gözüne takılan kıvrımları inceledi. Çok orantılıydı. İnsanın baktıkça bakası geliyordu. Kendisinden utanması gerekiyordu. Ergen veletler gibi çaktırmadan kadını izliyordu.  
Genç kadın, arkasındaki genç adamın varlığının farkındaydı. Sesini çıkartmamasının nedenini doğru tahmin ediyorsa şu an alıcı gözüyle inceliyordu. Hızlı bir dönüşle o bakışları yakalamıştı. Genç adamın utanmasını izlemek hoşuna gitmişti. En azından insani duyguları olan biri diye düşündü.  
"Çayınızı getirmiştim." 
"Teşekkürler." Elini uzatıp fincanı alırken sağ elinde yüzük olmadığını gördü. En azından nişanlı değil diye düşündü. Sol elindeki sargı ve şişlik, evli bile olsa yüzüğün olmamasını açıklardı. Yine de yüzüğün oluşturacağı izin olmaması önemli gelmişti gözüne.  
Genç kadın büyük fincanı alıp çay tabağında getirilen şekerleri görmezden gelip işine döndü.  
"Babanız mı ustası buranın?" 
"Her şeyi!" Gülümsedikten sonra devam etti. "Kalfası var ama askerde. Çırak almadı. Ben arada çıraklık yapıyorum." 
"Baba mesleğini sürdürmeye niyetiniz yok mu?" 
"Elbette yok." O sırada hortumlardan birini temizlemeye girişmişti. Bunu yaparken saçları yüzünü örtecek şekilde düşmüş, genç kadının güzel profili gözükmez olmuştu.  
Aykut, biraz daha ısınmak için küçük büroya girecekken uzaktan ne olduğunu anlayamadığı çok yüksek bir ses duyduBulundukları bina sallanmış gibi gelmişti. Otoban tarafından gelmişti ses. Bir araç mı patlamıştı? Ses hala devam ediyordu. Fren sesleri, metalin metale sürtme sesleri ve insan çığlıkları kulaklarına geliyordu.  
İkisi de koşarak kapıdan çıkıp sesin geldiği tarafa baktı. Çığlıklar, dumanlar ve hala devam eden metal sesleri kulaklarına kadar geliyordu. Herkes birbirine ne olduğunu soruyor, kimse ne olduğuna dair fikrinden başka bir şey söyleyemiyordu. Bir iki dakika sonra sirenler de kulaklarına ulaşmaya başlamıştı.  
Genç kadının endişe dolu sesini duydu. "Çok büyük bir kaza olduğu belli. Umarım sadece mala gelmiştir zarar." 
"Umarım." diyen Aykut'un sesi kısılmış gibiydi. Genç adamın o an hissettiklerini yaşamayanın bilmesi mümkün değildi. İçinde kopan fırtına, çığlık atma ve ağlama isteği birbiri ile yarışıyordu. O günleri bugün de birilerinin yaşayacağını bilmek, bundan korkmak ve nefret etmek... her türlü karmaşayı yaşıyordu içinde.  
Otobana doğru koşturan bir iki kişiye genç kız neler olduğunu sordu. Aldığı yanıt çok can yakıcıydı. "Tır, üç arabayı ezip geçmiş, sonra da devrilmiş. Ölen ve yaralanan var deniyor, Dilan Hanım." 
"Çok kötü. İnşallah öyle değildir." 
Temenni öyle olsa da siren sesleri giderek artıyordu.  
"Hastaneler yakın mı?" 
"Hayır, buralarda sağlık ocakları var sadece." 
"Yetişirler inşallah!" 
"İnşallah!" Sonra bakışlarını sargılı eline bakıp, "Siz nasıl yaralandınız?" 
"Evin merdivenlerini aklınca ıslatıp temizleyen biri sayesinde buza basıp düştüm." 
"İyice şeffaf olmuştur o buz. Kar kalsa daha az tehlikeliydi." 
"Keşke bunu o komşumda bilseydi." 
"İyi niyetin kötü sonuçları."  
Dükkânın önünden koşarak gidenlere son kez bakıp işinin başına döndü. Bir an önce işini bitirip müşteriyi göndermek istiyordu. Hem o bir an önce yoluna gider, hem de kendisi evine gidip akşam için annesine yardım edebilirdi. Kendine yalan söylüyordu. Biraz daha orada kalmasını tercih ederdi. Kendi düşüncelerini duymuş gibi sordu müşteri; "Çok işimiz var mı?" 
"On, on beş dakikaya kadar bitmesi lazım. Tabii tüm sorun buysa. Öyle umuyorum ama değilse biraz daha uğraşmam lazım." 
"Umuyorum öyledir. Sizi de oyalıyorum." 
"Sorun değil." 
Dilan yeniden kaportaya eğilmiş işini yapmaya devam ederken Aykut da onu izliyordu. Saçlarını atışını, aletleri kullanışını, eğildiğinde ortaya çıkan kıvrımları, dikkatli bakışlarla sorunları araştırmasını keyifle izliyordu.  
"Bu işi sadece baba mesleği olduğu için mi öğrendiniz?" 
"Babam, oğlu olmadığı için mecburen bana öğretti. Tüm hayali bir oğlu olması ve onun da kendisi gibi burada çalışırken bir gün hayatının aşkını bulmasıydı. Heyhatttttt, kader ağlarını ördü ve babam üç kız babası olarak hayatına devam etti. İki ablası olan ben sanırım evin erkeğe en yakın kızıydım, burada oynamaktan çok keyif alırdım." 
"Erkeğe benzerliğiniz olduğunu sanmıyorum." Sanmak , emindi, aksine çok kadınsıydı. Güzel, sevimli, çekici ve konuşurken insanı mutlu eden sesi ile erkeğe benzemekten çok uzaktı.  
"Bence de artık benzemiyorum." Hoşuna gitmişti bu konuşma. En azından beğeni ifade eden bir cümle duymaktan keyif almıştı. "Yine de meslek olarak çok fazla kadının tercih etmeyeceği bir meslek seçtim." 
"Neymiş o?" 
"Makine mühendisiyim." 
"Ahhh tamam, şimdi daha da netleşti yatkınlığınız." 
Cümlesini bitirdiğinde cebindeki telefonun henüz alışamadığı melodisini duydu. Annesi arıyordu.  
"Efendim, anne?...Tamam, sakin ol, iyiyim ben." Aykut, annesinin ağlamaklı sesini duyduğu an kendisine kızdı. Kaza olur olmaz arayıp iyi olduğunu söylemeliydi. Annesinin özellikle bugün hangi ruh halinde olduğunu biliyordu. Keşke akıl edebilseydi. "Anne, kaza olduğunda ben bir tamircideydim ve hala da oradayım...Kaloriferde sorun varbitince yola çıkacağım...Ciddi misin? Buradan bir çıkış vardır otobana mutlaka. Bir dakika..." Dilan'a dönüp, "Annem tır yüzünden yolun kapandığını duymuş televizyonda. Otobana bağlanan başka çıkış vardır değil mi?" 
Annesine mi gidiyordu? Ne kadar güzel bir haberdi bu. "Var elbette ama ara sokaklardan gitmeniz gerekir ve büyük ihtimalle bu tipide o yollar çoktan karla dolmuştur. Kar araçları o sokaklara hemen girip müdahale eder mi bilmem." 
"Tır yolu kapattığına göre illa bir yan yol açacaklardır." 
"Evet, öyle olacaktır." 
Aykut yeniden telefona dönüp, "Duydun anne, bir ara yol açacaklardır. Geç de olsa orada olurum." Annesinden hiç ummadığı bir yanıt aldı. "Evine dön, bu akşam gelmeye uğraşma. Hatta oralarda otel varsa orada kal. Yollarda dolaşma. Zaten niye illa gelmeye çabalıyorsun ki? Tamam mı, orada bir otel bul, bu gece orada kal, yarın gelirsin." 
"Merak etme, yol açılınca sakin sakin gelirim." 
"Gelme, istemiyorum Aykut. Daha rahat olur kafam. Söz dinle otel bul." 
"Tamam anne, o zaman bu gece otelde kalır, yarın gelirim. Babamı öp benim için." 
Telefonu kapattıktan sonra Dilan, "Yeni yıla ailenizle girmek için mi yola çıkmıştınız?" 
"Evet, onlara gidiyordum ama yeni yıl için değil." 
"Tatil mi? Tatil için kötü zamanlama. Yol ve hava durumu anlamında dedim tabii." 
"Her şeyin kötü olduğu bir gün bugün. Yıllardır iyi geçeni yok zaten." Sesindeki bıkkınlık elle tutulur gibiydi.  
"Siz de haklısınız, eliniz, arabanız ve şimdi de yolun durumu. Fakat başka kötü haberim de var. Buralarda otel yok." 
"Efendim?" 
"Bu semtte otel yok. Az önce bahsettiğim yollardan biri açılmadan otellerin olduğu bir yere ulaşmanız da zor." 
"Bugün tersimden kalktım sanırım."  
"Belli." Mırıldanmıştı ama özellikle duyuracak kadar da yüksek sesle söylemişti.  
"Size de terslik mi yaptım?" Aykut, artık gülümsüyordu. Bu genç kadın eğlendiriyor, rahatlatıyordu kendisini.  
"Pek sayılmaz. Sadece şu an evde anneme yardım ediyor olmamı engellediniz. Buna da üzülmüş gibi yaparak biraz vicdan azabı yaratıyorum." 
"En azından birimiz bugün eğleniyor." 
"Yılın son gününü hep sevmişimdir. Uslanmaz bir hayalperest olarak tüm kötülüklerin eski yılda kalmasını dilediğim bir günü seviyorum." 
"Keşke öyle olsa." 
"Hadi anlatın..." 
"Neyi?" 
"Sizi bu havada bile ailenize götürecek kadar önemli olan olayı. Annenizi, sesini benim duyacağım kadar paniğe sürükleyen korkuyu. Tüm aksiliklerine rağmen yaşadığımıza şükretmemizi engelleyen sorunu... Neyse işte, siz anlatın ben de bu arada işimi bitireyim." 
Aykut, genç kıza bir süre baktı. Ne ara çözmüştü kendisini? Nasıl anlamıştı tüm bunları? Hala sessiz durup şaşkınlıkla baktığı kızın kalçalarını geri itip arabanın kaportasından uzaklaşması yine aklını karıştırmıştı. Soruları bile unutacaktı neredeyse! 
"Kitap gibi okunduğumu bilmiyordum." 
"Doğru bakmak ile ilgili bir durum bu. Makinenin tüm parçalarına bakıp nasıl çalıştığını anlamak için hepsinin bir arada neler yaptığını bilmek lazım. Biz de öyleyiz." 
"Kız kardeşim öldü." Bir anda söylemişti. O kadar hızlı söyledi ki, kendisi bile emin olamadı o cümlenin dökülüp gittiğinden. 
"Ah hayırrr. Çok üzücü bu. Başınız sağ olsun. Yılbaşı için ne kötü bir olay." 
"Aslında tam yılbaşı günü ölmedi. Ama onu bizden alan kaza o gün oldu. Bindiği otobüs takla atmış. Çok fazla yaralı vardı ama ölen o oldu. Bir ay komada kaldı." 
Dilan yaptığı işi çoktan bırakmış hüzünlü gözlerle genç adama bakıyordu. İçinden geleni yapsa çoktan sarılmış, o başını omzuna yatırmış ve üzüntüsüne ortak olmuştu. İçten gelen her zaman yapılamıyordu... 
"Annenizin paniğini anlıyorum. Yola çıkmanıza izin vermiş olması bile büyük olay. Benimki eve kapatmaya kalkabilirdi beni." 
"Benimki de ilk yıllar öyle yapıyordu. Neredeyse işe gitmeme izin vermeyecekti. Terapistler sayesinde çok yol aldı. Kendisi asla bugün evden çıkmaz ve o gün bugün otobüse binmez." 
"Anlamak zor değil." 
"Teşekkürler." Ne çok şey anlatmıştı. Yıllardır yanında çalışan sekreterinin bile bilmediği şeyleri adı Dilan olan, baba işinden anlayan bir makine mühendisi biliyorduOna o günden sonra yaşananları, kendi ruh halini, kaybettiği kardeşi ile olan ilişkilerini anlatmak istiyordu. Onu ne kadar özlediğini, dertleşmek için nasıl aradığını bilmesini istiyordu. İstediği bir şey daha vardı. Zamansız ve münasebetsiz olduğunu bile bile Dilan denen güzel insanı yeniden görmek istiyordu. İstemekle kalmayacak bunu yapacaktı. Tabii hayatında başka biri yoksa. Yoktur diye umarak hareketlerini izlemeye devam etti.  

Dilan, nihayet işini bitirmiş olarak eğildiği yerden doğruldu. Bu süre içinde aklından geçenleri şaşkınlıkla takip ediyordu. Gerçekten yapmak istiyor muydu? Evdekilerin ne tepki vereceğini bilemiyordu. Ya kendisi niye bunu istiyordu, onu biliyor muydu? Adını koyamasa da bir tahmini vardı.  

Kaportayı kapatmadan döndü genç adama, "Çalıştırın." 
"Oldu mu?" Olmasa mıydı? İşi bittiyse bir iki dakika sonra oradan ayrılması gerekecekti. Hiç gitmek istemiyordu. Onunla muhabbet etmek, o soğuk, mekanik yağ kokan yerde bulunmak hoşuna gidiyordu.  
"Öyle umuyorum." Bir yandan gerçekten tamir olmasını istiyordu. Başarısız olmak istemiyordu. Fakat diğer yandan da istediği kabul olmazsa bir daha göremeyeceğini bildiği kişinin gitmesini istemiyordu.  
Aykut, direksiyona geçip arabayı çalıştırdıktan sonra kaloriferden sıcaklığın gelmesini bekledi. Ne yazık ki çok beklemesi gerekmedi. Sıcak hava artan bir şekilde arabanın içine yayılmaya başladı. Kaloriferi kapattığında sıcaklık da kesildi. Her durumda çalıştığından emin olunca yeniden sıcağa aldı. Arabadan inip elini uzattı, biraz kirli olduğu için çekinerek uzatılan eli tüm eli ile kavrayıp sıktı.   
"Ellerinize sağlık, mükemmel olmuş. Borcum ne kadar?" 
"Biraz bekler misiniz?" 
Böyle deyip büro olarak kullanılan kısma geçti. Telefonla babasını aradı. Kısa bir konuşmanın ardından önce su ısıtıcısını, sonra elektrikli ısıtıcıyı kapattı. Çekmeceyi kilitledi, kendi çantasını, diz üstü bilgisayarı ile  için getirdiği dosyalarını toparlayıp masanın bir köşesine yığdı Kalın montu ve parmaksız eldivenleri de giydikten sonra hepsini alıp çıktı. Önce o bölümün kapısını kilitledi. Sonra da genç adama gülümseyip, "Beni eve bırakmanız gerekiyor." dedi.  
Aykut, yüzündeki şaşkın gülümseme ile, "Çok mu borcum var? Babanız tahsilatı evde mi yapacak?" diye sordu.  
"Babamla konuştum; kaza kalkacak gibi değil, yan yolları açmaya başlamamışlar bile, otoban şimdiden kilometrelerce araç dolmuş. Otel yok, pansiyon bile yok. O yüzden bu gece bizde kalabileceğinizi, yarın ailenize gidebileceğinizi söyledi. Ödeşmek için de gelirken bir şeyler alın ama abartmayın dedi." 
Aykut, bir süre ciddi bir yüzle inceledi Dilan'ı. Hayalinde duymuyordu, gerçekten söylemişti bu cümleleri. Arabanın kapısını açıp binmesini istedi.  Neyse ki hediye paketleri bagaj ve arka koltukla sınırlıydı.  
"Dükkânın kapısını kapatmam lazım." 
"Ben hallederim." 
"Elin sarılı." 
"Artık ağrımıyor. Hem diğer elim ne güne duruyor?" 
Dilan, sonunda bindi arabaya. Çoktan ısınmıştı içerisi. Önce arabayı dışarı almıştı Aykut, sonra büyük ve ağır kapıları yavaşça kapatmış, kilitlemişti. Tekrar arabaya bindiğinde "Yolu tarif eder misin?" dedi ve ekledi. "Benim adım Aykut." 
"Dilan." 
"Biliyorum, az önce gençler seslenirken duydum." 
Duymuş ve kendisi söyleyene kadar adı ile hitap etmemişti. Nedense bunu çok ince düşünülmüş bir hareket olarak algılamıştı. Hareketleri de kibardı zaten. Tamam arada süzmüş, beğendiğini belli etmişti ama onlarda bile bir asalet vardı. Ona mı öyle geliyordu acaba? Hiç sanmıyordu.  
Sonra sadece marketi tarif etmek için konuştu Dilan. Sessizlik de güzeldi. Yanında oturan adamdan yayılan koku, varlığının hissettirdiği rahatlık tuhaftı. Annesinin babası ile tanışmasını anlattığı zamanlar söylediklerine benziyordu. Abartıyor muydu? Abartmıyordu. Tam da öyle hissediyordu.   
Yollar gerçekten çok kötüydü. Uzaktan gördükleri küçük marketin önüne araba ile gitmelerine imkan yoktu. Kayan araçlar ara sokaklarda da hasarlı kazalara neden olmuştu. Yol tıkanmıştı.  
"Markete yürümemiz lazım. Ne alınacak?" 
"Aslında babam olur da sevmediğin yemek falan vardır, sevdiğin bir şeyler alalım diye yolladı bizi markete." 
"Hep böyle düşünceli midir?" 
"Evet, onun normal hali bu." 
"Tamam o zaman boşa girip de vakit kaybetmeyelim. Bagajda bir sürü yiyecek malzemesi var. Üç gün annemlerle kalacaktım. Kendi sevdiklerimi doldurmuştum poşetlere." 
"Onlara ayıp olur." 
"Olmaz. Hadi tarif et." Kızın tariflerine göre yol alırken bir yandan da açıklama yapıyordu. "Biraz meyve ve kuru yemiş ile bir iki çeşit alkollü içecek. Ve annemle bir türlü uyuşmayan kahve zevkim için kendi içtiğim markadan bir kutu... " 
Tipi yüzünden hemen her yerde, altındaki çirkinlikleri gözlerden saklayan kar tepecikleri oluşmuştu. Çok uzun zamandır bu kadar yoğun kar yağışı görmemiş şehir için büyük şanstı.   
Dilan, el değmemiş tepeciklerin yumuşak kıvrımlarına bakarak içli bir sesle mırıldandı. "Bugün çok güzel gözüküyor, yarın çamur deryası olacak." 
"Buralar öyle olur. Ben yarın daha da güzel gözükecek bir yerde olacağım. Tabii yollar açılırsa." 
'Keşke açılmasa' diye düşünürken, "Açılır sanırım." diye yanıtladı.  
Eve geldiklerinde on dakikalık yolu yarım saatte aştıklarını rampaların şimdiden çocukların kızak kayma merakı yüzünden buz pistine dönüştüğünü görünce ikisi de yola çıkmamanın çok iyi fikir olduğunda anlaştı.  
"Arabayı yenilerken zor şartlara daha çok uyan bir şey almak lazım." 
"Büyük ciplerden alırsın, dağı taşı da rahat aşar. Bizim sokakların karına bile meydan okur." Sanki bir daha o sokaklara gelecekti de karları aşması kalmıştı! Hangi kafa ile saçmalıyordu acaba? 
Aykut, genç kadının söylediklerini ciddi olarak düşünürken bagajdan sepeti almak için arkaya geçti. Dilan da yanında duruyordu.  Tipi biraz hafiflemişti.  
"Bu paketler hediye mi?" 
"Sayılır." 
"Ne demek o? Yüzlerce küçük paket var orada. Arka koltukta da vardı bunlardan." 
"Onlar annemin, kız kardeşim adına her sene çocuk esirgemeye götürdüğü hediyeler." 
"Noel Anne, öyle mi?" 
"Öyle de denebilir. Özellikle yılbaşından sonra götürüyor. Çocukların olmayan kişilere inanmak yerine birilerinin onları düşündüğünü bilmesini istiyor. Fazla gerçekçi bir yaklaşım ama sonuçta o eski bir eğitimci." 
"Annemle iyi anlaşırmış. O da emekli öğretmen. Benzer düşüncelerle büyüttü bizi." 
"Anlaşırlar o zaman." 
Biri sadece ihtimal dahilinde bir cümle kurmuş, diğeri onaylamıştı. İkisinin de o cümlelerden sonra akılları karışmıştı. Bagajın önünde birbirlerine bakıp ne diyeceklerini bilemeden durdular. Kar saçlarına, kirpiklerine ve dudaklarına takıldıkça ikisinin de bakışları hemen eriyen kar taneciklerini izliyordu. Dilan ortamı dağıtmazsa pot üstüne pot kıracağını görüp hızlıca konuştu. Üstelik o bakışlar yüzünden içinden alevler çıkarken yalan söyledi. "Hadi çıkalım yukarı. Çok üşüdüm." 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder