30 Aralık 2017 Cumartesi

Tamirci - Tek Bölüm (Devam 1)

Son şansı olan tamircinin kepenkleri en üste kadar açılmamıştı. Sanki kapatmak üzereymiş gibi yarım duruyordu. Korku ile seslendi.  
"Kolay gelsin, kimse yok mu?" 
Müzik sesi vardı, birileri bir yerlerde saklanıyor olmalıydı.
İçeride iki araba vardı. Araçların başında çalışan kimse yoktu. Büyük ihtimalle burada da çırakla muhatap olacaktı. Şansına lanet okuyup arkada ışığı yanan camekanlı büro benzeri yere yürüdü.  
"Kimse yok mu?"  
Büro kapısı açıldı, kıvırcık saçları kulaklarının biraz altında biten yüzünde merak ve şaşkınlık karışımı ifadelerle kendisine bakan genç bir kadın başı gözüktü.  
"Kusura bakmayın, kimse yok." 
Aykut, kendisine yanıt veren kadına bakakaldı. Kendisini kimseden saymaması mı, kadın oluşu mu, orada oluşu mu daha fazla şaşırtmıştı bilmiyordu.  
"Siz?" 
"Ben tamirci değilim. Sadece burada internet var mı diye kontrole geldim." 
Aykut'un şaşkınlığı geçmiş, işini bir an önce halletme isteği ağır basmıştı. "Tamirden anlayan kimse yok mu?" 
Genç kadın üstündeki kalın kazağın kollarını çekiştirerek yanıtladı. "Yok." 
"Erken gitmeleri tuhaf değil mi?" Sinirini bu genç kadından mı çıkartacaktı? Üstelik bu olayların hiç birinde sorumluluğu yokken! 
"Bu havada tamircilerin de eve gitmek istemesi normal değil mi?" 
Aykut, zaten kötü giden günün daha da kötüleşmesine sinirleniyordu. Kadının güzel olması, kıvırcık saçların yüzüne çok yakışması, gözlerinin içinin kızgınlıkla konuşurken bile gülebiliyor olması, üstelik bunu o şekline hayran olunası dudakları ile söylemesisinirlenmesine engel değildi.  
Zaten üşüyordu, eli ve kalçası ağrıyordu, gideceği daha çok yol vardı ve kliması çalışmıyordu. Başka bir aksiliğe ihtiyacı yoktu. Bu kadar güzel olsa bile... 
"Herkesin sıcak evinde olmak istemesini çok iyi anlıyorum. Ben de aynı şeyi istiyorum ama bu lanet arabanın kaloriferi çalışmadığı için kaç saat süreceğini bilmediğim yola devam etmek istemiyorum." 
"Sorun büyükmüşBakalım neler yapabiliriz?" Sesinde alay mı vardı? Dışarıdaki havanın farkında değil miydi bu kadın? Gerçi şu an alaycılığından daha önemli olan arabasını kurcalama ihtimaliydi.  
"Siz anlar mısınız? Bence dükkânın sahibi yakındaysa masrafı neyse ödeyeyim gelip baksın." 
"Yakında ama gelemez." 
"Neden? Tatil mi yapıyor?" 
"Hep mi huysuzsunuz, bugüne mi özel?" 
"Genelde huysuzum ama bugün ekstra huysuzum." Bu doğruydu. İşlerin istediği gibi gitmediği anlar huysuzlanırdı ama bugün katlanarak artan siniri ile daha da kötü olduğunun farkındaydı.  
Genç kadın ağzının içinde mırıldandı, "Belli" Sonra da daha anlaşılır sesle, "Siz şu büro kısmına geçin, orası sıcak ve su ısıtıcısında yeni kaynamış su var. En alt çekmeceyi açın, içinde poşet çaylar, kahve falan bulursunuz. Ne istiyorsanız alın, ben de bu arada sorun neymiş bir bakayım." 
Aykut, neredeyse dokunma diye bağıracaktı. Bu kadının bilgisayarlarla donatılmış arabasına neler yapabileceğini tahmin bile edemiyordu.  
"Siz tamirci misiniz?" 
"Hayır." 
"O zaman bir tamirci baksa? Mesela şu gelemez dediğiniz kişi gelse?" 
"Gelemez dedim değil mi? 39 derece ateşle yatan birini evinden çıkartacak kadar hain değilsinizdir sanırım." Aslında adamı utandırmak istemiyordu ama en başta düzgün açıklamadığı için şimdi bu yaptığı tamamen kendi hatasıydı. Yine de açıklamadan sonra adamın takınacağı tavrı merak etmiyor değildi. 
Aykut, anlayışsız gibi gözüktüğü için gerçekten üzülmüş ve utanmıştı. Neden utandığını bilmiyordu. Bilmemesi kendi kabahati değildi. "Kusura bakmayın, değilim elbette ama benim de tipi iyice yolları kapatmadan Çatalca'ya gitmem gerekiyor." 
"Yılbaşı partisine yetişecekseniz beni oyalamayın. Sorun büyük değilse hallederim." Kimler bekliyordu acaba? Bu kadar acele etmesi, bu havada ve araç arızalıyken hala gitmeye çabalaması, bekleyenlerin önemli olduğunu anlatıyordu.  
"Tamirci değilim demiştiniz, bulabileceğinizde emin misiniz?" 
"Hayır, deneyip göreceğiz. Hem ne kaybedersiniz? Hata yapar da çok ısıtmasını sağlarsam zaten sorununuz kısa süreli çözülür. Yok bozar hiç ısıtmamasını sağlarsam, zaten sorununuz buydu der, bir bilene yollarım." 
Aykut, sinirden öne arkaya sallanmaya başlamıştı. "Dalga mı geçiyorsunuz?" 
"Evet" Sonra gülerek yakışıklı ama sinirden tüm hatları gerilmiş adama gülümsedi. "Hadi gidin ısının. Çay, kahve bir şey için. Ben de o arada arabanızı bozayım." 
Aykut, genç kadının onun aksine son derece keyifli olduğunu, kendisiyle dalga geçtiğini söylerken de fazladan eğlendiğini anlamıştı. Aslında onun yaptığı doğru olandı. Sinirlenerek, birilerine çatarak olayları çözümlemek mümkün değildi. Üstelik ısındığı an tüm bu sinirin yarısının uçup gideceğini de biliyordu. Tam sıcak büro benzeri yere girecekken arkasından genç kadının sesini duydu.  
"Pardon, ılık hava geliyor mu?" 
"Evet." 
"Ara ara fokurdayan su sesi gibi bir ses duydunuz mu?" 
"Olabilir, emin değilim." 
"Evet-Hayır şeklinde bir yanıt alayım." 
"Hayır o zaman hiç fark etmedim." 
"Tamam. Çok zor değil sorunun giderilmesi." 
Aykut, arabasının kaputunu açan kadının iş bilir hareketlerine bakıyordu. Tamirci olmasa da hareketlerinden o işten anladığı belliydi. Zaten üstünde tulum yoktu, üstü başı temizdi ve hatta makyajı bile vardı. Ellerinde yağ lekeleri yerine açık renk bir oje göze çarpıyordu. Sıcak ve küçük odada kaynayan sudan alıp çay hazırlamış, karşısındaki manzaraya bakıyordu. Yünlü kumaştan bir pantolon vardı genç kadının üstünde ve son derece baştan çıkartıcı bir manzara sergiliyordu. Üstündeki bol kazak ayakta dururken kalçalarının altına kadar iniyordu ama şimdi biraz sıyrılmıştı ve insanın aklına başka şeyler getiriyordu. Farkında bile olmadan ellerine bakmaya başladı. Alyans gözükmüyordu. Sağ elinde güzel bir yüzük vardı ama tek amacı elleri süslemekti. Çay bardağını istemsiz ağzına götürünce dili ve dudakları yanmıştı. Bu kadar sıcak olduğunu düşünememişti.  
 Bulunduğu yer de sıcak gelmeye başlamıştıPaltosunu çıkartıp bir sandalyenin üstüne koydu. O sırada genç kadının masa üstünde duran telefonu çalmaya başlamıştı. Üstünde 'babam' yazıyordu. Telefonu alıp odadan çıktı.  
"Babanız arıyor." 
"Sağ olun...Efendim baba?" Karşı tarafın sorusuna yanıt verdiğinde Aykut tek taraflı konuşmayı dinlemeye başlamıştı.  
"Tam çıkacaktım bir müşteri geldi...Arabasının kaloriferi çalışmıyormuş...Evet, bu havada yolu uzunmuş... Hallederim... Tamam, takılırsam arar sorarım... Merak etme... Sen çorbanı içtin mi?... Tamam, işim bitince geliyorum... Yolladım, yolladım... Büyük ihtimalle petekler kirlenmiş. Baktım, kablo soğuk. Eh ustam kim. Tamam, hadi bak öksürmeye başladın, çok konuşma da boğazların iyice tahriş olmasın. En kötü yarım saate gelirim eve. Anneme sor, bir şey lazımsa gelmeden arayın beni. Hava kötüleşiyor, sonra çıkmam valla dışarı." Vedalaşıp telefonu kapattığında Aykut, genç kadının dükkânın sahibinin kızı olduğunu, işi de tahmininden çok daha iyi bildiğini anlamış, içi rahatlamıştı.  
Çayını içeride içmek yerine genç kadının çalışmasını izlemeyi tercih etti.  
"Gerçekten yarım saatte biter mi?" 
"Başka sorun yoksa öyle umuyorum." 
"Güzel. Size de çay vereyim mi?" 
"Hiç fena olmaz. Gerçekten çok soğuk." Büro sıcaktı, orada çalışacağı için çok kalın giyinmemişti. Şimdi aracın başında üşüyordu. Elleri biraz daha üşürse aletleri tutamayacak, bu adam da onun işten gerçekten anlamadığını sanacaktı.   
Aykut, çayı hazırlayıp getirdiğinde genç kadın yine kaportanın içine eğilmiş çalışıyordu. Kısa bir an gözüne takılan kıvrımları inceledi. Çok orantılıydı. İnsanın baktıkça bakası geliyordu. Kendisinden utanması gerekiyordu. Ergen veletler gibi çaktırmadan kadını izliyordu.  
Genç kadın, arkasındaki genç adamın varlığının farkındaydı. Sesini çıkartmamasının nedenini doğru tahmin ediyorsa şu an alıcı gözüyle inceliyordu. Hızlı bir dönüşle o bakışları yakalamıştı. Genç adamın utanmasını izlemek hoşuna gitmişti. En azından insani duyguları olan biri diye düşündü.  
"Çayınızı getirmiştim." 
"Teşekkürler." Elini uzatıp fincanı alırken sağ elinde yüzük olmadığını gördü. En azından nişanlı değil diye düşündü. Sol elindeki sargı ve şişlik, evli bile olsa yüzüğün olmamasını açıklardı. Yine de yüzüğün oluşturacağı izin olmaması önemli gelmişti gözüne.  
Genç kadın büyük fincanı alıp çay tabağında getirilen şekerleri görmezden gelip işine döndü.  
"Babanız mı ustası buranın?" 
"Her şeyi!" Gülümsedikten sonra devam etti. "Kalfası var ama askerde. Çırak almadı. Ben arada çıraklık yapıyorum." 
"Baba mesleğini sürdürmeye niyetiniz yok mu?" 
"Elbette yok." O sırada hortumlardan birini temizlemeye girişmişti. Bunu yaparken saçları yüzünü örtecek şekilde düşmüş, genç kadının güzel profili gözükmez olmuştu.  
Aykut, biraz daha ısınmak için küçük büroya girecekken uzaktan ne olduğunu anlayamadığı çok yüksek bir ses duyduBulundukları bina sallanmış gibi gelmişti. Otoban tarafından gelmişti ses. Bir araç mı patlamıştı? Ses hala devam ediyordu. Fren sesleri, metalin metale sürtme sesleri ve insan çığlıkları kulaklarına geliyordu.  
İkisi de koşarak kapıdan çıkıp sesin geldiği tarafa baktı. Çığlıklar, dumanlar ve hala devam eden metal sesleri kulaklarına kadar geliyordu. Herkes birbirine ne olduğunu soruyor, kimse ne olduğuna dair fikrinden başka bir şey söyleyemiyordu. Bir iki dakika sonra sirenler de kulaklarına ulaşmaya başlamıştı.  
Genç kadının endişe dolu sesini duydu. "Çok büyük bir kaza olduğu belli. Umarım sadece mala gelmiştir zarar." 
"Umarım." diyen Aykut'un sesi kısılmış gibiydi. Genç adamın o an hissettiklerini yaşamayanın bilmesi mümkün değildi. İçinde kopan fırtına, çığlık atma ve ağlama isteği birbiri ile yarışıyordu. O günleri bugün de birilerinin yaşayacağını bilmek, bundan korkmak ve nefret etmek... her türlü karmaşayı yaşıyordu içinde.  
Otobana doğru koşturan bir iki kişiye genç kız neler olduğunu sordu. Aldığı yanıt çok can yakıcıydı. "Tır, üç arabayı ezip geçmiş, sonra da devrilmiş. Ölen ve yaralanan var deniyor, Dilan Hanım." 
"Çok kötü. İnşallah öyle değildir." 
Temenni öyle olsa da siren sesleri giderek artıyordu.  
"Hastaneler yakın mı?" 
"Hayır, buralarda sağlık ocakları var sadece." 
"Yetişirler inşallah!" 
"İnşallah!" Sonra bakışlarını sargılı eline bakıp, "Siz nasıl yaralandınız?" 
"Evin merdivenlerini aklınca ıslatıp temizleyen biri sayesinde buza basıp düştüm." 
"İyice şeffaf olmuştur o buz. Kar kalsa daha az tehlikeliydi." 
"Keşke bunu o komşumda bilseydi." 
"İyi niyetin kötü sonuçları."  
Dükkânın önünden koşarak gidenlere son kez bakıp işinin başına döndü. Bir an önce işini bitirip müşteriyi göndermek istiyordu. Hem o bir an önce yoluna gider, hem de kendisi evine gidip akşam için annesine yardım edebilirdi. Kendine yalan söylüyordu. Biraz daha orada kalmasını tercih ederdi. Kendi düşüncelerini duymuş gibi sordu müşteri; "Çok işimiz var mı?" 
"On, on beş dakikaya kadar bitmesi lazım. Tabii tüm sorun buysa. Öyle umuyorum ama değilse biraz daha uğraşmam lazım." 
"Umuyorum öyledir. Sizi de oyalıyorum." 
"Sorun değil." 
Dilan yeniden kaportaya eğilmiş işini yapmaya devam ederken Aykut da onu izliyordu. Saçlarını atışını, aletleri kullanışını, eğildiğinde ortaya çıkan kıvrımları, dikkatli bakışlarla sorunları araştırmasını keyifle izliyordu.  
"Bu işi sadece baba mesleği olduğu için mi öğrendiniz?" 
"Babam, oğlu olmadığı için mecburen bana öğretti. Tüm hayali bir oğlu olması ve onun da kendisi gibi burada çalışırken bir gün hayatının aşkını bulmasıydı. Heyhatttttt, kader ağlarını ördü ve babam üç kız babası olarak hayatına devam etti. İki ablası olan ben sanırım evin erkeğe en yakın kızıydım, burada oynamaktan çok keyif alırdım." 
"Erkeğe benzerliğiniz olduğunu sanmıyorum." Sanmak , emindi, aksine çok kadınsıydı. Güzel, sevimli, çekici ve konuşurken insanı mutlu eden sesi ile erkeğe benzemekten çok uzaktı.  
"Bence de artık benzemiyorum." Hoşuna gitmişti bu konuşma. En azından beğeni ifade eden bir cümle duymaktan keyif almıştı. "Yine de meslek olarak çok fazla kadının tercih etmeyeceği bir meslek seçtim." 
"Neymiş o?" 
"Makine mühendisiyim." 
"Ahhh tamam, şimdi daha da netleşti yatkınlığınız." 
Cümlesini bitirdiğinde cebindeki telefonun henüz alışamadığı melodisini duydu. Annesi arıyordu.  
"Efendim, anne?...Tamam, sakin ol, iyiyim ben." Aykut, annesinin ağlamaklı sesini duyduğu an kendisine kızdı. Kaza olur olmaz arayıp iyi olduğunu söylemeliydi. Annesinin özellikle bugün hangi ruh halinde olduğunu biliyordu. Keşke akıl edebilseydi. "Anne, kaza olduğunda ben bir tamircideydim ve hala da oradayım...Kaloriferde sorun varbitince yola çıkacağım...Ciddi misin? Buradan bir çıkış vardır otobana mutlaka. Bir dakika..." Dilan'a dönüp, "Annem tır yüzünden yolun kapandığını duymuş televizyonda. Otobana bağlanan başka çıkış vardır değil mi?" 
Annesine mi gidiyordu? Ne kadar güzel bir haberdi bu. "Var elbette ama ara sokaklardan gitmeniz gerekir ve büyük ihtimalle bu tipide o yollar çoktan karla dolmuştur. Kar araçları o sokaklara hemen girip müdahale eder mi bilmem." 
"Tır yolu kapattığına göre illa bir yan yol açacaklardır." 
"Evet, öyle olacaktır." 
Aykut yeniden telefona dönüp, "Duydun anne, bir ara yol açacaklardır. Geç de olsa orada olurum." Annesinden hiç ummadığı bir yanıt aldı. "Evine dön, bu akşam gelmeye uğraşma. Hatta oralarda otel varsa orada kal. Yollarda dolaşma. Zaten niye illa gelmeye çabalıyorsun ki? Tamam mı, orada bir otel bul, bu gece orada kal, yarın gelirsin." 
"Merak etme, yol açılınca sakin sakin gelirim." 
"Gelme, istemiyorum Aykut. Daha rahat olur kafam. Söz dinle otel bul." 
"Tamam anne, o zaman bu gece otelde kalır, yarın gelirim. Babamı öp benim için." 
Telefonu kapattıktan sonra Dilan, "Yeni yıla ailenizle girmek için mi yola çıkmıştınız?" 
"Evet, onlara gidiyordum ama yeni yıl için değil." 
"Tatil mi? Tatil için kötü zamanlama. Yol ve hava durumu anlamında dedim tabii." 
"Her şeyin kötü olduğu bir gün bugün. Yıllardır iyi geçeni yok zaten." Sesindeki bıkkınlık elle tutulur gibiydi.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder