Teras-Teras
Yoga için hazırlıklarını
tamamladığında saat sabahın altısıydı. Yaz sabahlarının en serin
saatlerinde terasa çıkıp kendine geliyor, daha sonra hayata
başlıyordu. Ruhunun bedenine dönüşü için buna ihtiyaç duyduğunu söylüyordu
soranlara.
Bitişik nizam olan evin en büyük sorunu olan yan daire
henüz uyanmayacağı için rahat rahat seansını bitirecekti.
Çok kısık sesle müziğini de açtı. Gerçi başka komşularını
rahatsız edecek olmasa sırf yan daireyi rahatsız etmek için sonuna kadar açabilirdi
müziği. Haftanın en az bir gecesi, gece yarılarına
kadar parti veren birini rahatsız etmenin lafı bile olmazdı.
İki ay önce taşınmıştı bu teras
katına. Gündüz son derece sessiz olan
bina ne yazık ki geceleri yaşıyordu. Erken yatıp erken
kalkmayı seven Hazal için hemen her gece kabusa dönüşüyordu. En
sonunda yatak odasını tadilata sokmaya karar vermişti. Çok
beğenerek aldığı daireyi sadece ses var diye satacak değildi ya.
Nihayet tüm olumsuz düşüncelerini bir
kenara bırakma anına gelmişti. Önce önündeki deniz manzarasına baktı.
Uzakta bir tekne vardı. Kısa bir an onu gözleri ile takip
etti. O da denizin durgunluğunu bozmamak
için çok yavaş hareket ediyor olmalıydı.
Hazal da yavaşça nefes aldı. Çizgili pijamasının belini biraz
aşağı kaydırıp daha rahat hareket edecek hale getirip yoga matının üstüne
çıktı.
*****
Yine başı ağrıyarak uyanmıştı. Çünkü sabah üçe
kadar terasında parti vardı. Pazar gününü bu ağrı
ile geçirmek istemiyorsa ağrı kesici almalıydı.
Saate baktığında gözlerine inanamadı. Dışarıda güneşi görmese yatalı
bir saat olmuş diyecekti. 'Hangi pazar günü?' diye
söylendi kendine. Saat öğleden sonra dört olmuştu.
"Günü yemişim resmen." dediğinde
kendi sesi bile başına yeni bir ağrı saplanmasına neden oldu.
Sürünerek yataktan kalktığında çarşafların altında bir bacak
gördü. Bu bacağın üstü nerede acaba diye bakındığında kendisinden beter durumda
birisinin çarşafların altında olduğunu fark etti.
Kimdi bu? Yüzünü göremiyordu. Kim olduğunu anımsamaya çalıştıkça kaşları
çatıldı. Ne kim olduğunu, ne de sevişip sevişmediğini anımsamıyordu. Sevişse
anımsardı! Herhalde anımsardı...
Bakışlarını o tek
ve yarım bacaktan kendi vücuduna çevirdi. Ayağında
en sevdiği çizgili pijaması vardı. Yani? Yani bu en azından
dün gece sevişecek hali olmadığını gösteriyordu. Çünkü o böyle
sabahları çıplak karşılar, kaldığı yerden devam ederdi. İyi de
bu kadın niye orada uyuyordu?
"Çünkü sevişecek halim
yoktu, o da şansını sabaha erteledi." Yine
sesi ile kaşları çatıldı. Tuvalete gidip
biraz kendine geldikten sonra mutfağa geçti.
Yan dairenin mutfağından su sesi geliyordu. Huysuz komşusu
yemek hazırlıyor olmalıydı.
Kadını henüz görmemişti.
Oysa çatı alanını sadece ikisinin dairesi kaplıyordu.
Teraslarının arasında müteahhidin tamamlamaya
üşendiğini düşündüğü yarım bir duvar vardı. Binaya yakın
olan kısımların mahremiyeti düşünülmüş, duvarlar bir insan boyunda yapılmış,
sonra alçalarak en uç noktaya ulaşmıştı. Oradaki duvar
yüksekliği en fazla bir metre olmalıydı. Aslında oradan baksa
belki ikide birde yönetici ile kendisine sessiz olması için mesaj yollayan
huysuzu görebilirdi.
Kenan, atıştırmalık bir şeyler olan
dolabını açıp saate uygun yiyeceklere baktı. Az bir şey yedikten
sonra ilaç alıp yatak odasına geri döndü. Evet, hala yarım
bir bacak vardı yatakta. Kıpırdamamıştı kadın. Korku ile yanına
gidip dürterek uyandırmayı denedi. Partilerinde alkol su gibi
tüketilirdi ama uyuşturucu olmazdı. Eğer bu kadın uyuşturucu falan
alıp ölmüşse bittiği gündü.
Neyse ki korktuğu olmadı, kadın yüzüne düşen saçlarla
çıktı çarşafın altından. Üstünde elbisesi vardı. Bir omuzu düşmüş
elbise ile oturmaya çalıştı yatağa.
"Ben niye burada uyumuşum?"
"Ben de aynı şeyi soracaktım. Kusura
bakma ama seni tanımıyorum ve niye burada kaldın hiç bilmiyorum."
"Ben akşam bir arkadaşımla partiye
geldim. Yani buraya gelmiş olmam lazım. Terastaydı parti."
Bunu söylerken bir yandan da terası görmeye çalışıyordu. Nihayet
odanın kapısından görünce rahatladı. "Neden
burada yattığımı ise hiç hatırlamıyorum. Bir kokteyl içtiğimi,
onun beni çarptığını da anımsıyorum."
Kenan, kadının doğru söylediğine
inanmıştı. Çünkü önce askısını, sonra sıyrılmış eteğini
düzeltmişti. Ardından büyük ihtimalle ayakkabı
ve çantasını aramaya başlamış olmalıydı. Yalınayak terasa çıkıp
akşamdan kalma bulaşık ve çöplerin arasında nihayet çantasını
bulmuştu. Kenan onu izlerken o bir
yandan ayakkabılarına bakmaya devam ediyordu.
Terasın en ucunda ayakkabısının tekini bulmuştu.
Onu almak için hızlı adımlarla yürüdü. Tekini aldıktan
sonra diğerini aramak için bakınırken yan terastaki genç
kadın ile göz göze gelmişti.
"Günaydın."
Hazal, bu saatte günaydın diyen kadına alaycı
bir bakış attıktan sonra "Tünaydın." dedi. Saat
neredeyse beşe geliyordu ve yan dairenin dün geceki misafiri günaydın diyecek
kadar hayattan kopmuştu.
Kenan, adını bile bilmediği kadının yan komşusu ile
konuştuğunu duyunca hemen müdahale etmek istemişti. O
yetişemeden iki kadının konuşması bitmiş, yatağında uyanan yabancı bir saksının
arkasından diğer tekini bulduğu ayakkabıları ile içeri girmişti.
"Kusura bakmayın.
Gerçekten hatırlamıyorum neler olduğunu. Sizi rahatsız
ettim." Kısa bir an durdu. Kendini anlatamayacak durumda olunca, dün onu
orada bırakan adamdan sonsuza kadar ayrılmak için evden çıkması gerektiğine
karar verip ev sahibine döndü. "Ben artık gideyim. Parti, eviniz,
terasınız ve komşunuz çok güzel. İyi günler size." Sonra Kenan'ın
yanıt vermesini beklemeden ayakkabılarını giydi, bir kısmı dağılmış
makyajı ile daireden çıktı. Kenan kadının asansörde kendisini görünce
korkmayacağını umuyordu.
Ne demişti kadın? Güzel komşu... Demek ki
huysuz komşusu güzeldi. Tabii güzellik çok göreceli bir kavramdı.
Üstelik yatağında bulduğu kadın kibarlık olsun diye de söylemiş
olabilirdi.
Başının ağrısı biraz hafiflemişti.
*****
"Zevkli adammış. Kadın çok güzeldi."
Hazal, az önce
gördüğü kadının gerçekten güzel olduğunu düşünüyordu. Biraz
makyajı akmıştı ama dün geceden sonra çok normal
olmalıydı. Kadının tek kusuru böyle bir adamın yatağından geçmiş
olmasıydı. Her hafta farklı kadınları görüyordu. Çoğu merakına
yenilip yan daireye bakmaya çalıştıkları için, yazın hemen her saatini terasta
geçiren Hazal ile burun buruna geliyordu. En az
beş farklı kadın görmüştü. Eh iki ayda
beş kadın fena bir ortalama sayılmazdı. Adam
ya yakışıklı, ya da zengindi. İkisinin bir arada olma ihtimali
de vardı elbette.
Az önce hazırlayıp fırına verdiği yemeğe bakmak
için içeri girdi.
*****
Kenan, terası toplamaya en uçtan başladı.
Böylece komşusunu görecekti. Az önce orada olduğundan emindi. Oysa
şimdi kimse yoktu terasta. Acaba ayak seslerini duyup
kaçmış mıydı içeri? Neden kaçacaktı? Elbette her
dakika şikayet ettiği biri ile yüz yüze gelmek
istemediği için!
Elindeki çöp poşetine topladığı çöplerin
ardından terasın eli yüzü biraz açılmıştı. Yarın
temizlik işlerini yapan yardımcısı gelecekti ama o saate kadar bunlar böyle
durmayacaktı ya!
Sıra kirli tabak ve bardaklara gelmişti.
Yine terasın ucuna gitti. Hala kimse yoktu terasta. Bu kez
daha rahat bakmıştı yan tarafa. Çok güzel bir koltuk vardı. Hemen
karşısında bir şezlong ve üzerinde yeterince kalın bir minder vardı.
Kapalı şemsiye de şezlongun yanında duruyordu. Demek
ki komşusu güneşlenmeyi seviyordu. Acaba çıplak mı
güneşleniyordu?
Aklına
gelenleri kovup terasa biraz daha baktı. Bir sürü bitki ve
sesini ara sıra duyduğu rüzgar çanını gördü. Çok
hafif malzemeden yapılmış olmalıydı.
Sesi gerçekten rahatlatıcı düzeydeydi. Terasın genel havasının kendi
terasının bar havasının yanında rahatlatmaya yönelik olduğu belliydi.
En az iki üç dakikadır terası inceliyordu ve sahibi hala
gözükmemişti. Daha fazla sapık gibi durup bakamayacağına göre yapması
gerekenleri yapmaya devam etmeliydi.
Kirlilerle dolan bulaşık makinesini
çalıştırdı. Evin içi dışına göre çok derli topluydu. Çarşaflarını
değiştirmeyi düşündü. Sonra vazgeçti. Yarın nasılsa onun için biri
yapacaktı bu işi.
*****
Çarşamba günü tadilat için tuttuğu ekip gelince Hazal,
dergi için hazırladığı illüstrasyonu rahatça
hazırlamak için terasa çıktı. Rahat koltuğuna
uzanıp taslaklarını hazırlamaya başladı.
Adamlar çoktan
eşyaları diğer odaya taşımaya başlamıştı bile.
Nihayet geceleri rahat uyuyacaktı. Defalarca haber göndermesine
rağmen yan komşusu istifini bozmamıştı. Yine
partiler ve yüksek müzik devam etmişti. Kendini rahat ve
huzurlu hissetmek istediği yerde niye bu stresi yaşayacaktı?
Köklü çözüm ile rahat edecekti.
Çalışmaya başlamıştı ki telefonu çaldı. Kız
kardeşi arıyordu. Bir süre onunla konuştu. Konuşurken terasta bir aşağı
bir yukarı yürümeye başlamıştı. Kız kardeşinin bir türlü son noktayı
koyamadığı sorunlu bir ilişkisi vardı ve yine kavga etmişlerdi. Hazal
bir yandan onu dinliyor bir yandan fikirlerini söylüyordu.
Boşa konuştuğunu da biliyordu. Kız kardeşi
yine kendi bildiğini okuyacaktı. Sonuçta aile geleneği idi bu. Herkes
kendi bildiğini yapıyordu.
Terasın ucundaki beton korkuluğu alçak bulduğu için
üstüne yerleştirdiği demir parmaklıklara yaslanarak konuşmaya ve
denizi izlemeye devam etti. İzlendiğinden habersizdi.
*****
Kenan, işten erken çıkmıştı. Biraz evde
çalışacaktı. Kendi işine sahip olmanın en güzel tarafı buydu.
Çizimleri eve getirmişti. Çizim
masasına yerleşirken yan terastaki hareketi fark
etmişti. Bir yandan planları masaya yerleştiriyor, bir
yandan da genç kadını görmeye çalışıyordu. Uzun saçları ile
yüzü tamamen örtülmüş olarak parmaklıklara yaslanmış telefonla konuşuyordu. Ara
sıra elini de kullanarak karşı tarafa yanıt vermesini gülümseyerek
izledi. Kimse görmese bile insanlar bir şeyi anlatırken ellerini kullanmayı
seviyordu.
Huysuz komşusunun kendinden tarafa dönmesini
bekleyerek ne kadar izlediğini bilmeden durdu öylece. Saçları
güneşte parlıyordu. Tam anlayamasa da koyu kumral olduğunu düşündü.
Sonra hiç beklemediği bir şey oldu. İçeriden bir erkek sesi geldi ve
genç kadın diğer taraftan dönerek yanıt verdi. Evde biri
vardı. Üstelik bir erkek. Demek ki tek başına yaşamıyordu bu kadın.
Nedense onu hep tek düşünmüştü. Yüzünü göremeyeceğini anlayınca işine
geri döndü.
*****
Hazal, kardeşinin derdine derman olamadan ustaların
sorularına yanıt vermek için telefonu kapattı.
Bir yandan da seviniyordu. Çünkü kardeşinin aynı şeyleri tekrar
tekrar anlatması, söylediklerini dinlememesi sinirini bozmaya
başlamıştı.
Adamların sordukları soruları
yanıtladıktan sonra yeniden terasa çıktı. Koltuğuna oturup işini
yapmak için kendini hazırladı. Son yaptıklarını inceledi.
Taslak kağıtlarına baktı ve nihayet işine gömüldü. Kulağına
taktığı kulaklıklar sayesinde evin içindeki sesleri duymuyordu. Alt kat komşusu
gündüz evde olmadığı için ses konusunda şikayetçi olmayacağı için
rahattı. Yan taraf zaten yoktu ama olsa da onun rahatsızlığı sadece keyif
verirdi.
Kimseyi düşünerek harcayacak vakti yoktu.
*****
Kenan, yan daireden gelen
çekiç testere matkap sesleri ile irkildi. Sonra bu seslerin
evin içinde bir tadilat olduğu için kendisine ulaştığını anladı. Ne
yapılıyordu acaba? Komşusu taşınmadan önce zaten bazı tadilatlar
yaptırmıştı. Bu neyin nesiydi?
Kendisini ilgilendirmediğini düşünüp çizimine
döndü. Çoğu işi bilgisayar programları ile yapsalar da eski usul çizimler
hoşuna gidiyordu. Evde çalışmak da hoşuna gidiyordu. Son
aylarda bunu sık sık düşünür olmuştu.
Hem trafikten hem gereksiz maliyetlerden kurtulabilirdi.
Personel, kira ve diğer faturalar ciddi
bir yekun tutuyordu.
Artık böyle hesaplar yapmaya başlamışsa
yaşlanıyordu. Altı ay sonra yolun yarısını kutlayacaktı. Yaşlılık
denmese de olgunlaşıyor olabilir miydi? Hayır, daha onun için vakit vardı.
Annesinin evlen, torun istiyorum gibi talepleri de yoktu. Zaten
kendini genç hissettiği için büyükanne olmaya niyetlenmediğini
sık sık söylerdi. Babası hiç karışmazdı. O zaman bu sadece gereksiz
vakit ve nakit kaybını yok etmek içindi.
Nihayet çalışmaya başlamıştı. Artık kimseyi düşünmeden
işine odaklanmıştı.
****
Üç gün sonra nihayet yatak odasını kullanmaya
başlamıştı. Kokusuz denen boya ile diğer malzemelerin kokusu hassas burnuna
gelip duruyordu. Neyse ki yaz olduğu için tüm camlar
kapılar açık şekilde havalandırılmıştı ev. Artık yatağında
yatabilecekti.
Bugünün kutlanacak bir gün olduğunu düşünüyordu. Bu
akşam büyük ihtimalle yan dairede yine parti olacaktı ve
o bunları duymadan uyuyacaktı. Tabii umudu bu yöndeydi.
Çünkü üç gündür yapılan işi deneyeceği bir gürültü
olmamıştı. Kendi terasında müziği açıp denemiş ses
duymamıştı. Fakat yan taraf bir de bir sürü insanı dolduruyor onların sesleri
bazen müzikten bile yüksek oluyordu.
Izgarada pişen etini
garnitürlerin yanına koyup büyük tepsiye yerleştirdi. Daha
önceden açtığı ama bitmemiş kırmızı şarabından da bir kadeh
doldurdu. Terastaki iki kişilik masasına oturdu ve bir yandan manzaraya bakıp
bir yandan da keyifle yemeğini yedi. Fondaki hafif
müzik de ortamı tamamlamıştı. Henüz hava kararmamıştı ama hafif hafif
ay ve yıldızlar gözükmeye başlamıştı. Bu gece acaba parti olmayacak
mıydı?
Daha düşüncesi aklından geçerken yandaki terasa
birilerinin çıkıp kahkahalarla karışık
cümlelerle birbirlerini selamladıklarını duydu. İşkence
başlıyordu.
Duyduğu bir cümle ile
elindeki tepsi ile ayakta kalakalmıştı. Komşusunun sesi
olmalıydı. Konuklarına "Sesimizi biraz kontrol
edelim, yan komşumuz rahatsız oluyormuş." demişti.
Hazal, şaşkınlıkla bekledi konuklarının yanıtını.
Çoğunluğu tamam, olur falan demişti ama bu
yanıtlar bile gerekenden yüksekti. Dalga mı geçiyorlardı yoksa bunu
gerçekten kısık ses mi sanıyorlardı?
İçeri girdikten sonra kulaklıklarını takıp
sesleri kendi müziği ile kesmeyi denedi. İşe yarıyordu
şimdilik.
*****
Kenan, gece yarısı olduğunda konukların arasında o
gece kalacak olan kadını çoktan seçmişti. Biraz fazla
makyajlıydı. Neyse ki sabah yollayacaktı.
O tabakanın altında ne olduğu çok önemli değildi.
Yakın markaja alıp kalan sürede başkalarının
etkilemesine izin vermeden niyetini belli etmişti. Genç
kadının da neler olacağını net olarak anladığı belliydi.
Dans ederken başlamışlardı neredeyse
sevişmeye. Artık diğerlerinin de gitme saati yaklaşmıştı.
Kenan için gece şimdi başlıyordu.
*****
Hazal, pazar sabahına uykusunu alarak
başlamıştı. Yatak odasının ses geçirmezliği tam istediği gibi
olmuştu. Bu fırtınalı günlerin de artık
kendisini korkutmayacağı anlamına geliyordu. Kocaman
kadındı ama hala gök gürledikçe sıçrayarak
uyanıyordu.
Kahvaltı öncesi her sabahki gibi yoga
yapacaktı. Bedenini esnetmenin ruhuna da iyi geldiğini anladığından beri
vazgeçilmeziydi.
Saat daha yedi olmadan kahvaltısını da
bitirmişti. Üstünde beyaz atleti, altında ise giymekten keyif
aldığı çizgili pijamalarından biri vardı. Annesinin seksi ol,
güzel gecelikler al kendine demesine rağmen çocukluğundan beri onlarca çizgili pijama
eskitmişti. Kız kardeşi Hazar'ın emekli piknikçi benzetmesine kızsa da
pijamalarından vazgeçmeyi düşünmüyordu.
Terasın ucuna kadar yürüyüp yine parmaklıklara
yaslanıp eşsiz deniz manzarasını izlemeye başladı. Aslında içten içe
yan tarafta bu gece kimin kaldığını merak ediyordu. Alışmıştı
parti sabahı daha doğrusu öğle sonrası birileri ile karşılaşmaya. Belki de
kadınlar kendilerini özellikle gösteriyorlardı. Sahipli demek için
olabilirdi ama böyle düşünceleri varsa Hazal o kadınlara daha çok
acırdı. Henüz iki kez gördüğü biri olmamıştı. Böyle
adamların nesini çekici buluyorlardı acaba?
Göz ucuyla yan terasa baktığında her tarafın
bardak ve tabaklarla dolu olduğunu gördü. Temizliği kimin yaptığını
merak ederken hiç ummadığı bir şey oldu ve sabahın o saatinde yan terasa biri
çıktı. Hemen bakışlarını kaçırdı Hazal.
Görüşmek, selamlaşmak
istemediği için hızlı adımlarla içeri girdi. Merak
etmiyordu komşusunu.
*****
Kenan, erken biten
gecenin ardından tahmininden çok önce uyanmıştı.
Kendisini neyin uyandırdığını bilmiyordu. Bu
kez yatağında sürpriz yoktu. Dün geceki kadın sevişmelerinin ardından
biraz fazla yılışınca taksi çağırıp yollamıştı. Evlenme cüzdanı
hayal edecek kadar deli biriydi. Hem de Kenan'dan!
Ne demişti? Ah tamam hatırlamıştı. "Kahvaltıda ne seversin, sana
kendi ellerimle hazırlayacağım her sabah kahvaltını." Her
sabah... bir sabaha bile katlanamayacağını anlaması hiç de zor
değildi.
Terasın dağınıklığından artık sıkılıyordu.
Yiyor içiyor ve gidiyordu arkadaşları. Her hafta sonu ona gelinmesi
de artık sıkmaya başlamıştı. Tamam o davet ediyordu ama son
zamanlarda başka kimsenin kendi
evine davet etmediğini de fark ediyordu. Hepsi gelirken
yiyecek içecek getiriyordu da artlarında çöp ve kirli yığını bırakıp
gidiyorlardı.
Solundan kalkmış gibiydi. Aslında aklında çözemediği
işle ilgili düşünceler olduğundan canı sıkkındı. Tüm
gece bu sıkıntıyla geçmişti. Şimdi artık şu pislikleri ortadan
kaldırmak ve biraz çalışmak için güzel bir gün onu bekliyordu.
Çöp poşeti ile terasa çıktığında yan
komşunun da o saatte terasta olduğunu görüp şaşırdı. O
da erkenciydi belli ki. Belki de o hep erkenciydi. Bu
saatte ayakta olması tuhaf olan kendisiydi. Kadının kendisini fark
edip içeri girmesi tuhaf gelmişti. Belki de zaten
girecekti, sadece denk gelmişti. Ne olduğunu
sorgulayacak ruh halinde değildi. Hızlı hareketlerle
terası toparladıktan sonra kendine kahvaltı hazırlayıp tekrar terasa
çıktı.
Yan terastan konuşma sesleri geliyordu. Kulak
kabartıp dinlerken çayını yudumluyordu. Güzel bir ses telefondaki
kişiye, "Her gün birileri arayıp kapatıyor. Biraz daha sürerse
savcılığa başvuracağım."
Kim niye arayıp kapatıyordu ki?
Telefonu arayan numarayı göstermiyor muydu? Karşı taraf da
sormuş olmalı ki aynı güzel ses yanıtladı.
"Her seferinde başka numara. Geri arıyorum açan
yok. Bilinmeyen numaralardan sordum telefon kulübeleri hepsi
de."
Kenan şaşırmıştı. Kim bu kadını kulübelerden
arayıp kapatacaktı ki? Başı dertte miydi? Peşinde eski bir aşık falan
mı vardı?
"Kaçta buluşuyoruz?"
Komşusunun sevgilisi vardı. Bugün de buluşacaktı.
Kenan sonrası çok özele girecek diye dinlemekten vazgeçti. Kahvaltı
tabağı ile boş bardağını alıp içeri girdi. Yeniden
çay alıp terasa dönecekti. Saatine
baktığında henüz sekiz olduğunu görüp şaşırdı. Gerçekten bu
kadar erken mi kalkmıştı?
*****
Hazal, dinlendiğinden habersiz kardeşi
ile konuşmaya devam ediyordu. "Bak çok işim var, annem de beni
oyalamaya kalkar sen yardım et ki erken ayrılayım."
Hazar'ın destekleyen sözlerinden sonra
rahatlamıştı. Bu sabah aile toplantısı yapacaklar, birlikte kahvaltı
edeceklerdi. En geç on iki gibi evde
olursa işlerini halletmek için vakti
kalacaktı. İllüstratör olarak çalışmaya başladığından
beri farklı işler alıyordu. Hafta içinde teslim etmesi gereken
bir işin sonuna gelmişti. Dönüp tamamlamak iyi bir
mazeretti. Annesi büyük ihtimalle bu buluşmayı fırsat bilecek, mutlaka iki
kızına da evlenmedikleri için söylenecekti.
Kız kardeşi ile arası iki yaştı.
İkisinin de evlenmeye gerçekten niyetleri yoktu.
Hayatlarından memnunlardı. Hazal, uzun yıllardır tek başına
yaşıyordu. Hazar da üç senedir ablasının yolunu seçmiş, kendi evine çıkmıştı.
Hazar çevirmenlik yapıyordu. Bazen iki kardeş ortak iş alıyorlardı.
Biri çevirirken diğeri çizimleri yapabiliyordu. Nadir de olsa böyle
ortak iş yapmak hoşlarına gitmişti. Aslında Hazal ara ara birlikte
bir şeyler yapmak istiyordu ama o kadar yan yana olurlarsa aralarında sorunlar
çıkacağından korkuyordu.
Konuşma bittikten sonra
içeri girip hazırlanmaya başladı. Ailede herkes çok erken kalktığı,
hatta yoga aşkı anne ve babasından kendilerine geçtiği için
bu saatte evden çıkmak sorun olmayacaktı. Büyük ihtimalle
annesi çok şeyi taşımıştı bile masaya. En sevdiği çizgili
pijaması yerine en sevdiği dar kotunu giydi. Üstündeki beyaz atleti
çıkartıp beyaz düşük kollu dar bir penye bluz giydi.
Saçlarını sıkı sıkı tepesinde atkuyruğu yaptı. Yüzü
bronzlaşmıştı. Çok az allık ile parlaklık verdi.
Parlatıcı ruj, göz kalemi ve rimel ile bitmişti makyajı. Fazlası zaten bu sıcakta
çekilmiyordu.
Telefonu,
tableti ve çantası ile evden çıktı. Aklına
gelenleri yazmak için tabletini tercih ediyordu. Telefonun
tuş takımı ile yazmaya çabalarken kelimeler kendinden
geçiyor, okurken bir anlam ifade etmiyordu. O yüzden daha
büyük tuş takımı olan tabletini yanından ayırmıyordu.
Garajdan arabası ile çıkarken yanındaki park yerinde yer alan
güzel spor arabaya baktı. Kendi 4x4 ünün yanında küçücük
kalsa da, Hazal'ın arabasından en az üç tane alacak kadar
pahalıydı. Yan komşusunun olduğunu biliyordu. Park yerleri
daire numaralarına göre ayarlanmıştı. Bu sabah erkenden kalkmış
olması şaşırtıcıydı. Belki de daha yatmamıştı. Neyse
ki yeni yatak odası sayesinde hiç ses duymamıştı.
Arabasını dikkatli şekilde garajdan çıkartıp yola
koyulduğunda aklında olan tek şey annesiyle babasını özlediğiydi.
*****
Kenan, yan dairenin kapısının açıldığını duyduğunda
tam kapıdan çıkmak üzereydi. Hemen kapıyı açıp komşusunu görmek
için ondan tarafa baktı.
Ama kapıda gördüğü genç bir adamdı. Yan
kapının açılması ile tedirgin olmuştu sanki. Sevgilisi miydi acaba?
Ama ev sahibi evde yoktu ki! Belki de beni evde bekle
demişti.
Kenan niye olduğunu
anlamadığı bir nedenle adamın hareketlerinden şüphelendi.
Oysa elinde anahtar vardı ve tek sorun kendisini görmekten kaynaklanan
tedirginlikti.
Kenan, başı ile selam verdiğinde adam da onu
selamladı. Asansörle garaja inip arabasının bagajını açtı.
İşte buradaydı aradığı çanta. Gerekli evraklar içindeydi
ve onu arabada unutmuştu. Son zamanlarda sık sık böyle dalgınlıklar
yapıyordu. Bir arkadaşı ruhunun bedeninden daha yorgun olduğunu söylemişti.
Haklı olabilirdi fakat ruhunu dinlendirmeyi bilmiyordu.
Çanta ile yeniden asansöre yöneldiğinde çoktan
başkası tarafından çağırıldığını fark etti. Nihayet asansör garaja
indiğinde aradan en fazla beş dakika geçmiş olmalıydı. Kendi katına çıktığında
yan daireden gelen sesleri duydu. Sanki biri hızlı hızlı bir yerleri
karıştırıyor gibi çekmece kapak sesleri duyuyordu.
Hızlıca kendi evine girip telsiz telefonu
eline alıp terasa çıktı. Uca doğru yürürken bir yandan
da apartman görevlisini arıyordu. Kısaca kendini tanıtıp yan daire
sahibinin erkek arkadaşı ya da kardeşi olup olmadığını, o evde yokken bile
evine girip girmediğini sordu. Olumsuz yanıtlardan sonra her ihtimale
karşı tarif ettiği erkeğin apartmandan çıkmasını engellemesini
söyledi. Hemen polisi arayıp hırsızlık ihbarında bulundu.
Ardından da her erkeğin evinde olması gereken beyzbol sopasını alıp
balkonun alçak kısmından sessizce yan dairenin terasına
atladı. Neyse ki sıcak hava yüzünden teras kapıları açıktı.
En üst kat iki daireden oluştuğu için ve
komşusuna güvendiği için açık bırakmış olmalıydı. Kendisini
mutlu hissettiğini fark edip kızdı. Sırası mıydı?
Elindeki sopayı sıkı sıkı
tutarken seslerin geldiği odaya yürüdü. Yanılmamıştı. Adam
bir sürü elektronik eşyayı çantalara doldurmuştu. Şimdi de
antika görünümlü bir sürü fotoğraf
makinesini başka bir çantaya gelişigüzel atıyordu.
Kıymetini bilmediği ama eskiciye satabilecek
bir şeyler olduğunu anladığı belliydi. Meraklısının binlerce
lira vereceğini aklı kesmezdi aptal hırsızın. İşine o kadar dalmıştı
ki Kenan'ın arkasına kadar geldiğini duymamıştı.
"Sakın hareket edeyim deme, yoksa kafana yersin
sopayı."
Genç adam elindeki makineyi düşürmemek için bir iki
hamle yapmaya çalışırken iyice dengesini kaybetmiş makine
ile birlikte yere düşmüştü. Bu kadar korkak bir hırsız beklemeyen
Kenan onun düşüşü ile şaşırmış, kısa bir an sonra toparlanıp kollarını geriye
bükerek yerden kaldırmıştı.
"Bırak beni gideyim. Tamam hepsini bırakıyorum.
Bırak beni."
"Niye? Başka evleri soy diye mi?"
"Ben hırsız değilim."
"Ah tabii ya sen makine koleksiyoncususun.
Bunları da beğendin koleksiyonuna katacaksın."
"Ne? He... şey. Yok abi
valla billa hırsız değilim."
"Birincisi senin abin değilim! İkincisi
bu hırsızlık. Sana ait olmayan eşyaları almışsın, durdurmasam çıkıp
gidecektin."
Onlar konuşurken en
yakındaki polis ekibi gelmişti bile. Kenan genç adamı bıraksa
kendi evine kaçabileceğini düşünüp kapıyı ekiplere
onu da sürükleyerek açmıştı. Polisler karşılarında iki kolu
da arkada birleştirilmiş başı eğik adamı gördüğünde
şaşırmıştı.
Kenan kısaca olanları anlattı. Kelepçe
takılan adamın ifadesini alırlarken apartman görevlisinin haber
verdiği Hazal da evine dönmüştü. Yanında kendisine benzeyen kız
kardeşi ile birlikte gelince Kenan önce
hangisinin komşusu olduğunu anlamadı. Genç
kadının hırsızı gördüğündeki
şaşkın ifadesi ve istemsizce söylediği "Sen!" kelimesi ile
kimlik tespitini yapmış oldu. Fakat tuhaf olan kadının hırsızı
tanımasıydı.
Detaylar yavaş yavaş oturmuştu.
Genç kadının evinde tadilat yapan ekiptendi. Evde
çalışırken anahtarın kopyasını bir kalıba almıştı. Daha sonra
sık sık kadının ev telefonunu çaldırmış evin boş olduğunu
anladığı an da planını uygulamıştı. Evde çok
fazla elektronik eşya vardı. O eski fotoğraf makinelerini de eskiciye satabileceğini düşünmüştü.
Çok borcu vardı. Onları satıp borcunu kapatacaktı. İlk kez böyle bir
şey yaptığını söylese de polisler inanmamıştı. Parmak
izlerinden daha önce işlenmiş suç varsa tespit edeceklerini
söylemişlerdi.
"Çalmaya teşebbüs ettiği eşyalarımı götürmeyeceksiniz değil
mi? Özellikle bilgisayarlarımla çok işim var. Yetiştirmem gereken
işler!"
"Olay yeri inceleme gelip parmak izlerini alana
kadar hiçbir yere dokunmayın."
"Memur bey, elinde eldiven var.
Neyin izini alacaklar?"
"Yine de dosyanın tam olması için
o incelemeler de yapılmalı. Gün içinde ekip
gelir. Biz de bunları karakola götürüp tespit yaptıracağız.
Daha sonra teslim alabilirsiniz. Sizin için biraz hızlı çalışacağımızı
söyleyebilirim sadece."
Hazal, sinirlerinin daha çok bozulmasını
engellemeliydi. Yoksa kalan sürede gereken verimlilikte
çalışamayacaktı. Şimdi işi uzatmak yerine çözüme yardımcı olmalıydı.
Kız kardeşini evde bırakıp kendi karakola giderse daha hızlı geri alabilirdi. Elle çizeceği
bir şeyler vardı aslında ama bunu anlarlarsa işi boşlarlar diye
korkuyordu. Kararını verdikten sonra, yan komşusu olduğunu ve hırsızı
yakalamalarını sağlayan genç adama teşekkür etti.
Kenan, genç kadına bakıp gülümsedi.
"Aslında niye açık bıraktınız diye kızmam lazım ama iyi ki teras kapınız
açıktı. Yoksa çalıp kaçacaktı. Yine de siz bir daha böyle bir tedbirsizlik
yapmayın."
"Haklısınız. Aslında açık bırakmak alışkanlığım
değil ama pazar, güpegündüz başıma böyle bir şey geleceğini
düşünmedim. Zaten en çok bir saat sonra evdeydim ve
yan dairemin hırsızlık merakı olmadığından
emindim." Bu adam mıydı her hafta kendisini uykusuz
bırakan? Hiç tahmin ettiği gibi biri değildi. Esmer, hafif kirli
sakallı, kemersiz burunlu siyah gözlü biriydi. Yakışıklı mı çekici mi
sorusunda galiba çekici bir adım öne çıkıyordu. Güldüğünde bu
iki adım bile oluyordu.
"Güveninize teşekkür ederim. Zaten hırsız kapıyı
kullanacak kadar arsızdı. Geçmiş olsun. Ben artık kendi daireme geçeyim.
Sizinle böyle tanışmak istemezdim. Yine de çok memnun oldum."
"Ben de memnun oldum." Bu adamı
gürültü yüzünden defalarca uyarmıştı. O
ise kendisine yardım etmişti.
Kuru bir teşekkür ile affettirmek olmazdı. Hem böyle çekici
biri ile uzun zamandır vakit geçirmemişti. Hayatına daha
fazla sokabileceği biri değildi, sadece bir akşam yemeği teklif
ederek yaşanan olumsuzlukları telafi edeceğini düşünüyordu.
Teklifi ilettiğinde, Kenan çok kısa bir an düşündü.
Sonra başını olumlu anlamda sallayıp kabul etti.
Hazal, o sırada telefonda konuşan kız kardeşinin de bu
daveti duyduğunu ve adamın arkasından baş parmağı ile yukarıyı gösterip
başarılı bir atılım olarak nitelendirdiğini gördü. Sanki fazlası
varmış gibi bir tavır sergilese de Hazar'ın aklından geçenler
Hazal'ın aklından geçmeyecekti. Geçemezdi. Adamın nasıl bir hayatı
olduğunu her an takip edebilecek kadar yakın oturuyordu.
"O zaman hafta içi bir akşam sizi
bekliyorum."
"Siz mi yapacaksınız yemeği?"
"Merak etmeyin zehirlenmezsiniz. Alerjiniz olan
ya da sevmediğiniz bir şey var mı? Aç bırakmak istemem."
"Bildiğim kadarıyla
alerjim olan yiyecek yok. Bakla ile yapılan hiçbir şeyi
sevmem."
"Mevsimi değil zaten."
Kenan, ne
demek istediğini anlamak için baktı yüzüne.
Marketler her şeyi bulunduruyordu. Mevsime bağlılık mı
kalmıştı?
Hazar, onların konuşmalarının gittiği yönü fark edince
yanlarına geldi.
"Sağlıklı yiyecekler ile mideniz bayram
edecektir. Bizim ailenin kurallarının başında gelir sağlıklı
beslenme."
Kenan, polisler varken tanıştığı Hazar'ın
açıklamasından sonra yemek davetini kabul ettiğine pişman
olmuştu. Hangi otları yiyecekti acaba yemek niyetine?
İki kız
kardeş yan yana dururken ikiz gibiydiler. Daha
fazla oyalanmak istemediğini unutup sordu. "İkiz
misiniz? Çok benziyorsunuz."
"Bu bana iltifat,
kardeşime hakaret gibi oldu. İki yaş var aramızda."
"Çok değilmiş. Kimseye hakaret ya
da iltifat etmek istememiştim. Gerçekten benziyorsunuz. Boy ve
renkler aynı, yaş farkı az olunca eminim benim gibi düşünen çok
olmuştur."
"Olmaz mı? Hem ablamın çok
hoşuna gidiyor bu olay. Kendini iki yaş daha genç
hissediyor." İkisi de alışkındı bu muhabbetlere ama çok az insan
Kenan kadar rahatlıkla iltifat ederdi. Hazal, onun kadınları böyle
baştan çıkarttığını düşününce az önceki memnuniyeti kalmadı. Kenan,
Hazal'ın düşündüklerinden habersiz devam etti.
"Genç zaten. Neyse güzel bayanlar, sizleri de
tutuyorum, kendi işlerimi de geciktiriyorum. Biraz çalışmam
lazım. Hafta içi çarşamba akşamı uygun mu?"
"Uygun." Hazal, hafta sonu nasılsa programı
vardır, diye geçirdi içinden. Kendisinin de
işine geliyordu çarşamba akşamı. Bilgisayarlarını alır almaz
çalışırsa çoktan bitirmiş, teslim etmiş olacak,
kafası rahatken yemek hazırlayacaktı. Hazar'ın göz korkutmasından
sonra ne beklediğini tahmin etmek zor değildi.
Genç adam, geldiği yoldan yani terasın alçak duvarından kendi tarafına
geçti. Nihayet komşusu ile tanışmıştı. Güzel sayılacak
biriydi ama kesinlikle kendi tipi
değildi. Onun tipi kadınlar, kot ve tişört
ikilisini bu kadar sade giymez, böyle makyajsız gibi
dolaşmazdı. Çok baskın özellik olmasa da sarı ve kızıla
boyanmış saçları tercih ederdi. Genç kadını gözünün önüne
getirdi. Evet, kesinlikle tipi olmayan bir güzellikti.
Saatler önce arabasından aldığı ama bir köşeye
fırlattığı çantasını alıp işe koyuldu.
*****
"Korkutucu biri."
"Kim?"
"Yan komşun!"
"Niye korkutucu olsun?"
"Yakışıklı, çekici, karizmatik,
entelektüel, esprili... ürkütücü işte."
"Bir kısmına katılıyorum. Ama unutma ben onun
nasıl bir hayatı olduğunu iyi biliyorum.
O yüzden uzak durarak ürkmeyecek,
korkmayacağım." Bunları kendine daha sık tekrarlamalıydı.
Adam gerçekten ürkütücüydü. Akıldan hemen çıkan tiplerden değildi.
"Aranızda sadece bir duvar var.
Gerçekten çok uzaksınız."
"Bazen yan yana bile olsan uzak
oluyorsun. Mesela sen ve sevgilin!"
"Eski... Eski sevgilim."
"AAA niye bundan benim şimdi haberim
oluyor?"
"Aslında dün akşam ayrıldım. Şimdi onun barışalım
çabasının sırası. Sonra benim istemem yan cebime koy kısmını
bekleyecek... ve ablacığım, bu kez bulamayacak o Hazar'ı" Kardeşinin
sesi ilk kez kararlıydı ve üzgün bir ton yoktu.
"Üzüldüm diyemeyeceğim. Umarım kendi kararını
uygular ve uzak durursun artık ondan. Seni bir gün mutlu edip
haftalarca üzen birisi ile yapamayacağın belli. Zorlama
artık."
"Galiba hata yaptığımı kabullenmek zoruma gittiği
için bu kadar sürdü. Oysa sen beni uyarmadan önce de biliyordum
yanlış insan olduğunu."
"Şimdi...Evine gitmen gerekiyor mu?"
"İşlerim var."
"Çeviri?"
"Evet."
"Tamam, git, bilgisayarını, dosyalarını
sözlüklerini falan işte ne gerekiyorsa al gel. Bir süre benimle kalmalısın.
En azından bu gece. Şu kapının kilidini yarın değiştirteceğime göre
bu gece beni koruyacak birine ihtiyacım var."
"Kenan bir bağırış uzağında. Eminim
o beyzbol sopası ve boxeri ile anında atlar teras
duvarından."
"Boxer mı? Dalga geçme ablayla. Aslında
itiraf etmeliyim, onun yan tarafta olduğunu bilmek iyi geliyor ama benim bu
evin içinde birine ihtiyacım var bu gece."
"Bakıyorum sopa değil de iç çamaşırı kısmı
daha çok dikkatini çekti. Tamam uğraşmayacağım. Merak etme, sen
teklif etmesen de ben kalacaktım. Şimdi annemleri
arayıp son durumu anlatacağım. Kalacağımı da söyleyince
rahatlarlar. Az önce konuşurken senin onlara gitmeni
istiyorlardı. Böylece bu işkenceden de kurtulacaksın. Düşünsene annem
sana sabaha kadar evlilik ve çocuk üzerine vaaz veriyor."
"Düşünmek bile istemiyorum."
Hazal, karakoldan aldığı bilgisayarını balkona
çıkartmıştı. Çayını içtikten sonra biraz çalışırsa beyni rahatlar, olanları
düşünmekten vazgeçerdi.
Hazar annesi ile konuşurken Hazal da mutfakta ikisi
için sakinleştirici bir bitki çayı yaptı. Sonra terasa çıktılar,
hafif bir müzik eşliğinde biri koltuğa biri şezlonga uzandı. Bir
yandan konuşuyor, bir yandan çaylarını yudumluyorlardı. Hazal bir sorusuna
yanıt alamayınca kardeşinin uykuya daldığını fark etti. Kendisi de
elindeki fincanı bırakıp biraz daha uzandı. Bir iki saat uyumanın kimseye
zararı dokunmazdı.
*****
Kenan işleri kolayladığını düşündüğü andan beri
kendini yeniden işe verememişti. Oysa en fazla yarım
saat daha çalışsa elindeki proje bitecekti. Onun yerine komşusunu düşünürken
buldu kendini. Dar kot dar penye ile ne kadar güzeldi görüntüsü.
Makyajı da ne kadar azdı. Neden buna takılmıştı? O değil
miydi geçen gün aşırı boyalı birisinden rahatsız olan?
Saçma şeyler takılıyordu aklına. Acaba korkuyor
muydu yeniden hırsız girmesinden? İşte bir başka saçma düşünce.
Ona neydi? İyi ama tek başına yaşayan bir kadın, gündüz evine
hırsız girince tedirgin olurdu. En azından kendi varlığını,
çağırırsa geleceğini falan bilmeliydi. Artık tanıştıklarına göre
terastan bakmasında bir sakınca olmamalıydı.
Yine de rahatsız etmemek için sessiz
adımlarla çıktı terasa. Çok hafif bir müzik sesi duydu. Başını
uzatmadan görebileceği kadar
yürüdüğünde yüzünde anında bir gülümseme oluştu. İki
kız kardeş de uyuyordu. Onları uyurken izledi. Çok
özellerine girdiğini düşünüp uzaklaştı. Neyse ki uyuyacak kadar
rahatlamışlardı.
Bugüne kadar hiç karşılaşmamış,
hiç görmeye çalışmamıştı komşusunu. Hatta biraz kızgındı ama bugün
başına gelenin aslında sorumlusu kendisiydi ve Hazal bu tarafını hiç
düşünmediği için kendisini yemeğe davet edip teşekkür etmek
istemişti.
Gürültü yapıyor diye odasına ses yalıtımı yaptırmasa
bu adam evdeki eşyaları görmeyecek, hırsızlık yapmaya
niyetlenmeyecekti. Kendini gerçekten kötü hissediyordu. Şu parti işlerini biraz
azaltmalıydı. En azından iki haftada bir
güne indirmeliydi. Elbette bir anda kesip atamazdı. Zamanla
davetleri azaltacaktı. Bu hafta sonundan başlamalıydı.
Cuma akşamı gelecek olanlara toplu mesaj
atıp parti olmayacağını duyurmuştu bile.
*****
Pazartesi kilitleri değişmiş, salı
alarm ve kamera takılmıştı.
Artık kendini çok daha iyi hissediyordu. Kardeşi de iki gün
kaldığı ablasını gönül rahatlığı ile bırakıp evine dönmüştü. Eski
sevgilisinin barışma ataklarını geri püskürtürken
ablasından da destek almıştı. Hayatları normale
dönmüş sayılırdı.
Çarşamba akşamı için
yemek hazırlığına bir gün önceden başlamıştı. Bazı
zeytinyağlıların erken pişip beklemesi tatlarını daha
iyi ortaya çıkartmalarına yarıyordu. Mutfakta iyiydi. O yüzden
salı az az üç çeşit zeytinyağlı yemek hazırlamıştı. Çarşamba
ise ana yemeği hazırlayacaktı. Kenan'ın şaşıracağından
emindi. Hazar'ın sözlerinden
sonra bakışlarındaki paniği yakalamıştı. Onu biraz korkutmak
iyiydi. Kendi kendine gülümsedi.
Yemek için iki şişe şarap seçmişti.
Yemekten sonra da devam ederler miydi? Bir şişe
daha koydu kolundaki hasır sepete. Her zaman
alışveriş yaptığı şarap evinde dolaşmak, ahşap fıçı kokularını
duymak çok hoşuna gidiyordu. Sahibi ve arkadaşı olan
genç kadın yanına gelip ne istediğini sormuş ve
ne seçmesi gerektiğini söylemişti. Kaç derecede servis edilmeli,
ne kadar havalanmalı... Seviyordu işini böyle severek yapan
insanları.
Taze Türk kahvesi ve aynı yerden
aromasız filtre kahve aldıktan sonra evin yolunu
tuttu. Terastaki iki kişilik masasını hazırlayacaktı. Yanındaki
servis arabası ile masanın küçüklüğünü yok etmeyi planlamıştı.
Saat yedi olmuştu. Her şey hazırdı. Nihayet
kapı çaldığında içindeki gereksiz heyecanı bastırdı. Sonuçta bu
sadece teşekkür yemeği idi.
Kenan, tatlı konusunda kararsız kaldığını hissedince
ve Hazar'ın ablasının sağlıklı beslenme takıntısı olduğunu söylediği konuşmayı
hatırlayınca, doğal sütle yapıldığını bildiği dondurmadan almıştı.
Bu kez de neyli sevdiğini
bilmediği için çeşidi bol tutmuştu. Acaba
çiçek fazla mı kaçacaktı? Ya da içecek götürmek? İnsan
yan komşusuna giderken ne götürürdü ki? Balkonundaki
çiçekleri anımsadı. Seviyordu çiçeği. Saksı çiçeği
almak fena fikir değildi. Çiçekçiden çıktığında genç kadının
seveceğini umduğu sukkulentlerle yapılmış büyük bir saksı
taşıyordu.
Kapıyı çaldığında ise kendini biraz aptal gibi
hissediyordu. Abartmıştı! Kesinlikle abartmıştı. Artık çok geçti çünkü genç
kadın ilk gördüğünün aksine, çok güzel bir yazlık elbise ve tek taraftan omzunun
üstüne bırakılmış açık saçları ile kapıyı açmıştı bile.
Yine belli belirsiz makyaj vardı. Galiba sadece kirpiklerini
biraz daha belirginleştirmişti.
Ağır saksı yerine hafif dondurma paketini
uzattı.
"Bunu nereye koyayım?"
"Terasa... Çok zahmet etmişsin ama
daha fazla kibarlık yapamayacağım. Kim hazırlamışsa muhteşem
gözüküyorlar."
"Beğenmene sevindim. Sanırım en kısa
sürede kendime de alacağım. Bakımı kolaymış."
Bir süre daha çiçeklerden konuşup terasta Hazal'ın
gösterdiği yere yerleştirdi saksıyı.
Aslında çiçeklerden konuştuğuna inanamıyordu. Temizlik için gelen
görevli sulamasa onların varlığını bile anımsamayacak, hepsi ölüp
gidecekti.
Terasın önüne taşınmış
masayı gördüğünde gözlerine inanamadı. Çok şık bir masa ve yanında
bir sürü güzel yeşil ot vardı. Gerçekten bunlarla mı
doyacaktı? Üç ayrı çeşit salata!
"Yemeklerimiz hazır. Ne içersin?"
"Su"
"Su mu?"
Hazal, gülmemek için kendisini zor
tutuyordu.
"Hemen getiriyorum." İçeri girip daha önce
hazırladığı mezelerin olduğu ahşap tepsiye bir şişe su koymuştu.
Kenan tepsinin içindekileri görünce sadece salata
yemeyeceği için biraz rahatladı. Üç çeşit de meze vardı.
Hazal, az az servis yapıp ana yemeğe yer bırakmasını
sağlamasa Kenan bunlarla doymaya çalışacaktı. Onlar soğuk
mezelerden yerken içeriden mis gibi kokular gelmeye başlamıştı. Ana
yemeğin de o mezeler olduğunu düşünen Kenan, duyduğu kokulardan sonra daha da
acıktığını fark etti.
"Bir şeyler daha mı var?"
"Beş dakikası daha var. Salata ve
meze ile doyacağını sanmıyorum. Şimdi... şaka kısmını geçtiğimize
göre, bu yemek için özel olduğunu söyleyen arkadaşıma güvenip şarabımızı da
getiriyorum."
Kenan, ana yemeği de diğerleri kadar
beğenmişti. Şarap gerçekten lezzetli ve çok uygundu.
Nereden aldığını sorduğunda bir süre konuştular. Konular
kendiliğinden açılıyordu. Yeni tanışan insanların merakında bir sürü soru
ile yeni bilgiler aldılar birbirleri hakkında. Kenan
nihayet aklındakileri söyleme vakti geldiğini anlamıştı. Sonra
daha rahat konuşabilirlerdi.
"Hazal, sanırım senden öncelikle özür dilemem
gerekiyor."
"Neden özür diliyorsun, anlamadım?"
"Benim arkadaşlarla verdiğim partiler olmasa şu
tadilat ve sonrasında başına gelenleri yaşamayacaktın. Kendimi üç
gündür gerçekten kötü hissediyorum."
"Aslında sana çok kızgındım ama o hırsızı
yakalaman tüm kızgınlığımı yok etti. Olacakmış diyelim. Hem
sadece senin
yaptığın gürültüden değil, gök gürültüsünden de
kurtuldum." Kenan'ın bilimsel
açıklamalar yapacağını anlar anlamaz elini kaldırıp
susturdu. "Ne olduğunu bilmem, korkmama engel değil." Sonra
yine hırsızlık konusuna döndü. "Ayrıca eğer o çalmaya
niyetlendiklerini yitirseydim gerçekten çok üzülürdüm. Hatıraları
olan parçaların yanı sıra tüm iş dosyalarımın olduğu bilgisayarlarımı da kurtardın."
Gök gürültüsü kısmına tebessüm etse de o konuda
konuşup utandırmanın anlamı yoktu. Daha çok merak ettiği kısmı
sordu.
"Fotoğraf makinelerinin mi hatırası
var?"
"Evet, onlar dedemden kaldı bana. Çok
meraklıydı fotoğraf çekmeye."
"Sen?"
"Benim gözüm göz değil.
Dedem gibi kompozisyonlar yakalayamıyorum. Hem zaten benim
baktığım türlü dünya yok. O yüzden, olmayanı kendim
çiziyorum."
"Çiziyor musun? Ressam mısın?"
"Aslında grafikerim. Ama son yıllarda
illüstratörlük yapıyorum."
"Şimdi beni şaşırttın işte. İkimizin de
işinin çizgilerle olması tuhafmış. Ben de mimarım."
"İlginç bir rastlantı gerçekten.
Sizin işler de artık bilgisayarla yapılabiliyor değil
mi?"
"Çoğu aşamasını bilgisayar programları sayesinde
yapsak da ben eski yöntemleri seviyorum.
Daha sıcak projeler çıkıyor ortaya bence. Ya sen? Program
mı kullanıyorsun?"
"Ben de iki türlü de çalışıyorum.
El çizimleri daha ağırlıklı oldu son zamanlarda."
"Kardeşin de çevirmendi sanırım."
"Evet, bir ara ben de yaptım.
Sonra sıkıldım ve kelimeler yerine şekilleri tercih
ettim."
Yerken konuşuyor, konuşurken yiyorlardı. İkinci şişe
şarap ne ara yarılanmıştı ikisi de farkında değildi.
Kenan, uzun zaman sonra ilk kez bir kadınla bu kadar
uzun zaman geçirdiğini fark etti. Keşke sevdiği kadınlar gibi
biraz daha havalı, biraz daha renkli olsaydı. Yazlık elbisesi bile
güneş renklerini sadece eteklerinden
barındıran beyaz bir elbiseydi. Az öz kullanıyordu
renkleri. Oysa kırmızı bir ruj hiç de fena durmazdı o
dudaklarda. Libidosu harekete geçmeye niyetlendiğine göre bu hafta sonu
kendine bir program yapmalıydı. Arkadaşlarını çağırmamıştı ama bu
birisini çağırmasına engel değildi.
Sessizlik olunca kafasını kaldırıp baktı.
Hazal yanıt bekler gibi bakıyordu yüzüne.
"Affedersin, bir şey mi sordun?"
Sıkılmıştı bile adam. Haklıydı sıkılmakta.
Alışkın olduğu akşamlardan değildi. Bozuntuya vermeden sorusunu
tekrarladı.
"Dondurmanı hemen mi istersin diye
sormuştum."
Buz gibi dondurma şu an çok iyi gelecekti.
"Evet, lütfen.
Seni bilmem ama ben sade severim. O yüzden sade
bol."
"Anlaşıldı. Hemen geliyor."
Hazal, içeri giderken bir
sürü boş tabağı da yanında götürmüştü. Kenan farkında
değildi ama mezeler ve ana yemekten tabağında hiç kalmamıştı. Ne
ara o kadar yediğini hiç anlamamıştı. Sağlıklı denildiğinde
ot yiyeceğini düşünen biri için ziyafetti resmen yedikleri.
İki büyük dondurma kasesi ile gelmişti
Hazal. Birinde tepeleme sade dondurma varken diğerinde her çeşitten
vardı.
"Hiçbir zaman karar veremedim bu
konuda. Sanırım elli çeşit olsa hepsini isteyeceğim tabağımda."
"Karnın ağrır."
"Hasta da olurum. O kadar dondurmaya boğaz mı
dayanır?"
Bir yandan uzaktaki teknenin
ışıklarını izliyorlar, bir yandan dondurmalarını yiyorlardı.
Kenan o kaşığın ağzına girişine bakmamak için kendini çok
zorluyordu. Hiç böyle bir şey düşünmemişti dondurmayı tercih
ederken.
Nihayet kase boşaldığında
rahat bir nefes aldı. Artık geceyi bitirebilirdi.
Saatine baktığında gözlerine inanamadı. Tam
dört saattir Hazal ile muhabbet ediyordu. Gerçekten rekordu
onun için.
Gece bittiğinde Hazal da
Kenan da kendini tuhaf hissediyordu. Aslında
parti adamı sandığı kişinin bu kadar
rahat konuşacağı biri çıkması şaşırtmıştı Hazal'ı. Kenan
ise ara ara yaşadığı zor anları hatırlıyordu. Kendi
dairesine geçtiğinde hafta sonu için kimi arayacağını düşünerek komşuyu
aklından atmaya çabaladı.
*****
Teşekkür yemeğinin üstünden iki hafta
geçmişti. Bu süre içinde ara sıra karşılaşsalar da bir daha uzun
süreli konuşacak ortamları olmamıştı. Artık terasta biri diğerinin
sesini duyduğunda kaçmaya çalışmıyor, selam veriyor ve işine dönüyordu.
İlk hafta sonu parti bekleyen Hazal, sessiz akşam
ile büyük şaşkınlığa düşmüştü. Ertesi sabah ise geç bir saatte
balkonda bir kadın sesi duymuş ve partinin fazla özel olduğunu anlamıştı.
İçinde uyanan kıskançlık değildi elbette. Sadece uzun zamandır bir erkek
arkadaşı olmamasının açlığı idi. Buna bir çözüm bulması
gerekiyordu.
Çözüm hiç ummadığı yerden Kenan'dan
gelmişti.
Bir sonraki hafta sonu yine bir parti veriyordu
ve bu kez Hazal da davetliydi. Gitmemeyi ciddi olarak düşünmüş,
Hazar'ın ısrarı ile kabul etmişti. Yeni birileri ile tanışmak
iyi gelecekti
*****
Hazal, son kez aynada kendine
bakıp elindeki tabakla evden çıktı. Yan dairenin kapısını
çalarken bir sürü konuğun sesinden, duymayacaklarını düşünmüştü
ama kapı hemen açıldı. Yabancı biri bakıyordu kendisine.
"Gel." derken herkese aynı şeyi
yaptıkları belliydi. Kim olduğunu sormamışlardı bile. Elini
kolunu sallaya sallaya katiller, hırsızlar girebiliyor muydu
buraya? Tanışma gereği duymadı Hazal. Tek tek tanışmakla uğraşamayacaktı. Zaten
yemek davetinin karşılığı olarak davet edildiğini biliyordu. Bir saat
kadar kalır, sonra evine geçerdi.
İlk kez gördüğü evi inceleyerek terasa
yürüdü. Her yerde insanlar oturuyor, ayakta duruyor, gülerek konuşuyordu. En
az yirmi kişi olmalıydı.
Daha terasa varmadan yine kapı çalmıştı. Niye
bu kadar gürültü olduğunu anlıyordu artık. Kaçını
susturabilirdi ki?
"Hazal?"
Kenan, Hazal'ı görmüş,
arkadaşlarından ayrılıp karşılamaya gelmişti. Elindeki
tabaktan güzel kokular geliyordu. Masalardan biri yiyeceklere ayrılmıştı. Hepsi
kaliteli, lezzetli de olsa hazır ürünlerdi. Bu tabağın el yapımı
olduğundan emindi.
"Hoş geldin. Evi rahat buldun mu?"
"Taksi şoförü biliyormuş. Eliyle koymuş gibi
buldu."
"Vayyy bu taştı sanırım."
"Ne taşı?" Bu soru yanlarına gelen Soner'den
gelmişti.
"Soner, bu hanımefendi yan komşum
Hazal. Şakalaşıyorduk."
"Şu her hafta sonu
başını şişirdiğimiz komşun mu? Yoksa bizi terastan atmaya mı
geldi?"
"Senden başlayacakmış!"
"Bu güzel kollar saracaksa sorun yok,
atabilir."
Kenan, Soner'in iltifatı karşısında gülümseyen Hazal'a
bakakalmıştı.
"Henüz kimseyi
atmayı düşünmüyorum Soner Bey. Belki bir ara cinnet geçirirsem
denerim."
"Bey yok, burada hiç bey yok. Soner...
ve o zaman ilk dans benim. Böylece canımdan olmadan o kolların
arasında olabilirim."
"Kabul." Zaten amacı bu değil miydi?
Yeni birileri ile tanışmak! İşte ilki çıkmıştı bile
karşısına.
Kenan, yeni gelenleri karşılamaya giderken Soner
yapışkanından Hazal'ı nasıl kurtarırım diye düşünüyordu. Tüm
düşünceleri dar, seksi elbisesi ile kapıdan giren genç kadını görünce
yön değiştirdi. Hazal'ı düşünmeyecekti. İşte onun bu akşamki özel misafiri
gelmişti.
Yanaklarından öpüp elinden tutup terasa çıkartmıştı bu
kuzguni siyaha boyanmış saçları ve kaşları ile esmer afeti.
Arkadaşlarının elinden almaya çalışacağını adı gibi
biliyordu. Onları uzak tutmak için uğraşmaya başlamalıydı.
Neredeyse tüm erkek konuklar iki
terası ayıran duvarın önünde toplanmıştı. Onlara doğru yürürken
Hazal'ın o kalabalığın ortasında olduğu ve terasından bahsettiğini fark etti.
Çakalların hepsi komşusunu sıkıştırmaya mı uğraşıyordu? Yanındaki konuğu unutup
kalabalığa daldı.
"Neler oluyor burada?"
"Hazal, senin kahramanlığını
anlatıyordu."
"Yan tarafta define sakladığını
bilmiyorduk."
"İnsan böyle komşusu olur da aylardır davet etmez
mi?"
Ve daha o gürültüde tam anlayamadığı
bir sürü yanıt duydu Kenan. Sinirlendiğini
fark edince kendini toparladı. "Önemli bir şey değildi ve
haklısınız, geç tanıştığım için davet edemedim. Artık
acısını çıkartırız. Sık sık gelir."
Yanıt, Hazal'dan geldi ve hepsini şaşırttı.
"İlk ve son kez geldim, Kenan. Ben hiçbir zaman parti insanı
olmadım."
Herkesten yükselen itiraz seslerine
katılmayan tek kişi Kenan'dı. Hazal, onun suskunluğunu yorumlamak
istemese de orada ayrık otu gibi kaldığını düşündüğünden emindi.
Zorla davet edilmişti. Ayıp olmasın diye yarım saat daha kalıp evine
dönecekti.
Kenan, bir anda kalabalıktan uzaklaşmaya
başlamıştı. Genç bir kadın elinden
tutup pist olarak ayrılan boşluğa çekiyordu. Kaşları çatık
olarak bir iki geri adım attıktan sonra sırtını dönmüştü Hazal'a.
Gecenin tadının kaçtığını düşündüğü
o an Soner imdada yetişti. "Evettt, bizim de piste çıkma
vaktimiz geldi."
Ve tüm düşündüklerinin aksine
Hazal, iki saat sonra hala partideydi. Etrafını kızlı
erkekli gruplar sarmış, işini, yoga merakını,
hırsızlık konusunu defalarca konuşmuşlardı. Hazal, galiba en çok
Caner ile konuşmaktan hatta bazen susmaktan zevk almıştı.
Partinin en sakin konuğuydu.
Oturup izlemeyi tercih ediyor gibiydi. Avukat olan Caner, o gün
çok zorlu bir davadan çıktığını söylemişti.
Kazandığı için kutlamaya gelmişti. Her partisinde olmayan
konuklardan olduğunu ise araya Soner sıkıştırmıştı. Soner
çok eğlenceli, devamlı gülümseyecek bir şeyler bulan insanlardandı.
Hazal onun yüzündeki bu gülümsemenin maske olup olmadığını düşünürken buldu
kendini.
Caner ise hiç duygularını belli etmeyen
tiplerdendi. Belki de o yüzden onunla konuşmak daha kolaydı. Sadece
konuya odaklanıyordu insan.
Hazal, tüm konukların iş güç sahibi olduğunu öğrenince
şaşırmıştı. Özellikle kadınlar
hakkındaki önyargılarından çok utanmıştı. Çoğu işkadınıydı. Bir
iki tanesi önemli şirketlerde çalışan başarılı kadınlardı.
Bu partiler, yazın en uygun ve tanıdıklarla takılabilecekleri
yer olduğu için Kenan'ın terasında yapılıyordu.
Arkadaşlar arasında sevgili olan varsa da Hazal
anlamamıştı. Çoğu tek katılmıştı. Bir iki kişi yanında, içinde
aşk barındırmayan ilişki yaşadığı kişiyi getirmişti.
Kenan da onlardan biriydi. Komşusunun zevkini de anlamış
oluyordu. Renk fark etmese de bacak boyu kesin fark
ediyordu. Daha önce gördüğü kadınlar da uzundu.
Kenan'ın kadın zevki onun sorunu değildi. Yani...
belki biraz sorundu. Sonuçta
her fırsatta o kadını incelememiş miydi? Kıyas
yapmamış mıydı? Neyi kıyaslıyordu?
Kendi bacakları kısa mıydı?
Hem etrafı erkeklerle doluydu. Eğlenmeye devam, dedi
kendine.
Bir yarım saat daha geçtikten
sonra artık evine gitmeye karar vermişti. İşte o
an hiç beklemediği bir şey oldu. Dört erkek kendisi ile
yeniden görüşmek için randevu istedi. Dört...
gerçekten randevu mu istiyorlardı? Dördü de hem de!
Hazal, kapıdan çıkana kadar
yapılan bu tekliflerin hepsine hayır demişti. Niye hayır
dediğini bilmiyordu ama dans ettiği, konuştuğu, eğlendiği bu
insanlardan hiç biri ile çıkmak istememişti. Belki bir ihtimal
Caner'den teklif gelse yanıtı farklı olabilirdi.
O da teklif etmemişti. Etseydi yanıtı ne olurdu? Çok
iyi biliyordu vereceği yanıtı!
Kenan, Hazal'ı göremeyince yine erkeklerin olduğu
tarafa bakmıştı. Orada da yoktu. Nereye kaybolmuştu?
Kayıp erkek var mıydı? Caner? Evet Caner yoktu ortalıkta.
Acaba yan daireye mi geçmişlerdi? Caner'in beğeni
dolu bakışlarını yakalamamış mıydı? Kesin Hazal da fark
etmişti. Koluna asılan genç kadını bir yere
oturtup aramaya çıkmıştı ikisini. Ne yapacaktı?
Bulunca aralarına mı girecekti? Komşuma asılma mı diyecekti?
Yan dairenin terasına ışık yansıması vurunca Hazal'ın
kendisi ile vedalaşmadan evine döndüğünü anlamıştı ve bozulmuştu. Eğer bir de
partiden erkek kaldırdığını fark ederse... ederse... ne olacaktı fark
ederse? İkidir saçma sapan şeyler düşündüğünü fark edip sert bir içki aramak
için terastaki bara gitti. O sırada yanına gelen adamın Caner
olduğunu fark edince biraz rahatladı. Arkadaşı hala buradaysa Hazal yalnız
dönmüş olmalıydı.
"Sende Hazal'ın telefonu var mı?"
"Yok." Çok mu sertti sesi?
"Benim için alır mısın?"
"Kendin alsaydın."
"Bizim
çakallar kızdan randevu kopartmak isterken mi? Aptal mıyım
ben?"
"Kim? Kim randevu aldı ondan?"
"Anladığım kadarıyla hiçbiri. Ama ben şansımız birkaç
gün sonra denemek istiyorum."
"İyi, denersin."
"Sende niye yok telefonu?"
"Niye olsun?"
"Komşun"
"Sende komşularının telefonu var
mı?" Sorular canını sıktıkça yanıtları sertleşiyordu. Kendini
kontrol edemezse Caner ile kavga edecekti.
"Olan var evet."
"Bende yok. Çok istiyorsan yarın senin için
isterim."
"İsterim. Çok güzel, çok çekici biri. Senin
tipin olmadığı için de çok memnunum. Kapışmak istemem
seninle."
"Evet, benim tipim değil."
Tipi değildi. Bu akşam bile en sade giyinen, en az makyajlı
oydu. Ruju biraz koyuydu ve gözlerine biraz
daha kalın bir kalem çekmiş olmalıydı. O bunları
düşünürken biri boynundan öptü. Dönüp baktığında
özel konuğunu gördü. Neydi adı? Lanet olsun, bu kadının adı
neydi? Hatırlayamayınca, elindeki kadehi bırakıp genç kadını piste
çekti. Artık ismine ihtiyacı yoktu.
*****
Hazal, partiden sonraki günlerde komşusunu
görememişti. Evde çalışma masası olduğunu biliyordu. Bazı zamanlar
işi çok olunca geç saatlere kadar çalıştığını anlatmıştı. Belki
de yine işleri çoktu ya da ödeştikleri için
artık ilgi gösterme gereği duymuyordu. Cuma gününe kadar
hiç denk gelmemeleri şaşırtıcıydı. Tamam tanışmadan önce de
görmüyorlardı ama sonra en azından günaydın ya da iyi akşamlar diyecek kadar
bir sohbetleri oluyordu.
Onunla duvarın iki yanından
laflamayı özlediğini kabul etmeliydi. Bu akşam ya da yarın için parti
verecekse de kendisini davet etmemişti.
Zaten gitmeye niyeti yoktu. Sadece Kenan'ın tavrını anlamak içindi bu
bekleyiş.
Elindeki işler çok, hava kapalı, bulutlar yağmur
yüklüydü. Hava durumu pazar
günü için gök gürültülü yağmur haberi veriyordu. Cuma
cumartesiyi bu olumsuz beklenti ile geçirmek hiç hoşuna
gitmiyordu.
Hazar, arkadaşları ile tatile gitmişti.
Onu çağıramayacağına göre kendi başına mücadele edecekti,
manasız olduğunu bildiği korkusu ile. Sesi minimum
düzeyde geçiren odasını ilk kez deneyecekti.
Belki de hiç korkmayacaktı.
Fırtınayı düşünmeyi bıraktı. Henüz iki gün
vardı. Yoga matını yine terasa yaydı. Bulutlar
henüz çok kötü gözükmüyordu. Müziğini de açtıktan sonra ısınma
hareketleri ile çalışmaya başladı.
*****
Kenan, işe gitmek için erkenden uyanmıştı.
Yan terastan gelen müzik sesi komşusunun yoga yaptığını söylüyordu.
Bakma isteğini bastırdıktan sonra
daha vakti olmasına rağmen evden çıktı.
Bir haftadır görmüyordu Hazal'ı. Bunun
nedenini kendine saklamaya çabalasa da Caner'in hafta içinde iki
kez arayıp telefonu istemesi olduğunu çok
iyi biliyordu. Görmedim demek ile gördüm, almayı unuttum
demek aynı şey değildi. Yalan söylememek için yapıyordu
bunu. Hem niye Caner, Hazal gibi birisi ile görüşmek istiyordu ki?
Arabasına bindiğinde hala aklı ikisinin çıkmasının ne kadar yanlış olacağına
takılıydı.
Caner, son uzun ilişkisini iki yıl önce
noktalamıştı. İlk zamanlar zorlansa da sonra hayatına
birileri girmiş ve çıkmıştı. O da kendisi gibiydi.
Evlenmeyi düşünmüyor, hayatında sabit biri olmadan mutlu şekilde
yaşıyordu. Komşusu ile çıkıp, bir iki kez
seviştikten sonra... sevişmek mi? Sevişmeye nereden gelmişti
ki? Hazal'ı Caner ile düşünmeyi hiç sevmemişti. Aklı karışıkken
neredeyse kaza yapacağını fark edip ani bir fren
yapmış, sonra kendine kızmıştı.
Toparlanmalı, hayatına devam etmeliydi. Keşke bu hafta sonu olan
parti planlarını iptal etmeseydi. Bu akşam zaten işi çoktu.
Yarın da çalışmalıydı. O yüzden iptal etmişti. Yoksa hafta içinde
kendisine Caner dışında iki kişinin daha Hazal'ı sormasının etkisi
yoktu. Yine aklı Hazal'a kaymıştı.
Kenan, işe geldiğinde burnundan soluyordu ve kimseyi
etrafında istemiyordu.
*****
Yeni bir iş almıştı Hazal.
Çok eğlenceliydi yapacağı çizimler. Fakat ruh hali
o eğlence havasına bir türlü giremiyordu.
Biraz müzik dinlemeyi denedi. Sevdiği bir şeyler yemeye
çalıştı. En sonunda ruh halini düzeltmek için duşa girip
bir süre kaldı. Saat daha dokuzdu. Yan daireden hiç ses
gelmiyordu.
Parti yoktu demek ki. Yoksa bu
saatte bir iki kişi gelmiş oluyordu. Duştan çıkınca
pijama giymeye karar verdi.
Zaten en fazla iki saate yatacaktı.
Niye tekrar giyin soyun uğraşsındı ki! Saçlarını hafifçe
kuruttu. Berbat boğucu bir nem vardı. Terasa çıkıp
çaktırmadan yan tarafa baktı. Evin içinden bir ışık geliyordu ama
tavan lambası yoğunluğunda değildi. Evde yoktu demek ki.
Kapının açılıp kapanma sesini duymasa bir haftadır hiç eve
uğramadı bile diyebilirdi.
Kapı sesini düşünürken yan dairenin kapısının zilini
duymak sinirini bozdu, gülmeye başladı. "İşte parti
zamanı."
*****
"Caner? Hayırdır?"
"Dedin ya akşam evde çalışacağım diye.
Ben de baskın yaptım."
"Gel, gel. Çalışıyordum ben de." Keşke,
misafirim var, diyerek yollasaydı kapıdan. Hata yaptığını çok geç fark etti.
Resmen boş bulunmuştu. Caner, çalışma masasının üstündeki lambanın yandığını
görünce arkadaşının gerçekten yoğun olduğunu anlamıştı.
Fincanı gösterip sordu.
"Ne içiyorsun? Çay mı kahve mi?"
"Çay. Sana da getireyim mi kahve mi
istersin?"
"Çay iyi. Çok mu işin?"
"Yarın da çalışacağım o yüzden şimdilik
bırakabilirim."
"O zaman terasa çıkıp oturalım."
Kenan, tam itiraz edecekti durdu. Tamam,
Caner'in niye o akşam evine geldiği belli olmuştu. Arkadaşı kendisini
oyaladığını düşünmüş olmalı ki Hazal'a ulaşmak için gelmiş
olmalıydı.
"Sen geç, ben de geliyorum." Mutfağa
yöneldiğinde Caner çoktan terasa çıkmıştı bile. Kendi fincanını da
alıp terasa çıktığında beklediğinin aksine Caner'i yan terasa
en uzak koltukta buldu. Belki Hazal içeri girmişti. Sevindiğini
belli etmeyecekti.
Orta sehpaya fincanları
bırakıp biraz etrafa baktı. Bulutlar yoğunlaşmıştı. Nem
artmış, rüzgar ise neredeyse tamamen kesilmişti.
Tam fırtına öncesi sessizlikti. Caner ile arasında
da bir sessizlik oluşmuştu. İkisi
de lafa nereden başlayacaklarını bilemiyordu.
"Hazal yok mu?"
"Bilmiyorum. Görmedim."
"Bir haftadır mı görmedin?"
"Evet. O geceden beri hiç görmedim.
Evde sanırım ama çalışıyor olabilir."
"Özellikle görmemek için mi uğraştın?"
"Ne demek istiyorsun?"
"Tuhaf davranıyorsun. O senin sevgilin, eski
sevgilin ya da kız kardeşin değil. Niye koruyorsun?"
"Korumuyorum. Nereden çıktı bu
sorular?"
"Ben avukatım hatırlatırım. Sorguları
bilirim. Ne sormam, ne yanıt beklemem gerektiğini de
bilirim."
"Beni sorguya mı çekiyorsun?"
"Aslında ihtiyacım yok ama biraz dürtmek için hiç
fena bir yol değil."
"Ne için dürteceksin?"
"Hazal!"
"Ne olmuş
Hazal'a?" Sesi istemsizce sert çıkmıştı. Caner, Hazal
dedikçe sinirleniyordu.
"Bilmiyorum. Sana soruyorum. Niye koruyorsun onu?
Ya da kimden koruyorsun?"
"Koskoca kadın, niye koruyayım ben
onu?"
"Tamam o zaman. Ben şimdi
terastan sesleneceğim, olmadı kapısını çalıp telefonunu
isteyeceğim. Hatta belki bir kahve için davet de alırım. Gerçi
partide herkesi tersledi ama eminim benim bir şansım vardır."
"Partide kimleri tersledi? Millet benden
telefonunu isteyip durdu hafta içi."
"Ben üç kişi saydım. Daha fazla da
olabilir. Onları tersleyince de şansımı denemedim."
"Şimdi kabul edeceğini mi sanıyorsun?"
"Sevgilisi yokmuş. Kendi söyledi. O zaman
şansımı denemekten bir zarar gelmez. Elbette bu bir hafta içinde
hayatına biri girdiyse, kuyruğumu bacaklarımın arasına
sıkıştırır süklüm püklüm giderim. Kötü talih derim."
Kenan, ne yapacağını
ne diyeceğini bilemez bir şekilde kıpırdandı. Arkadaşlarına neler
oluyordu? Hazal'ın... yan komşusunun
peşine takılan bir sürü adam vardı. Caner'i nasıl başından
atacağını bilmeden bir şeyler düşünmeye çabalıyordu.
"Ben karışmıyorum Hazal'ın özel hayatına. Bak
şu duvarın arkasında evi. Seslen, evdeyse bakar, genelde kapısı açık
oturuyor."
"Emin misin?"
"Neden olmayayım?"
"Çıkarız, belki anlaşamaz
ayrılırız, sonra sen arada kalırsın falan..." Caner,
arkadaşının haline acıyama başlamıştı. Kendisini terastan atmaya
niyetlenir miydi acaba?
"Hiç öyle bir durum olmaz. Bana ne, ne
haliniz varsa görün." Sesini daha fazla denetleyememişti.
Tüm siniri yansımıştı sözlerine.
Caner arkadaşına bakıp gülümsedi.
"Tamam o zaman ben bir sesleneyim." diyerek
kalktı yerinden. Hava karardığı için yan dairenin ışıklarının yanması
gerekiyordu. Sadece terasın küçük aplikleri yanıyordu. Bu saatte
uyumuş olamayacağını düşündüğünden evde olmadığına karar verdi.
Kenan, onun bir şey yapmadan geri dönmesine anlam
verememişti.
"Evde yok."
"Öyle mi?" Tam az önce evdeydi diyecekti
sustu. Belki markete falan gitmişti. Belki de programı vardı.
Evet ya belki birileri ile buluştu. Kimse yok demiş hayatında ama bu
bir hafta önceydi ve arkadaşları peşine düşmüştü. Onlardan
biri ulaşmış olabilir miydi? Hazal'ın
evde çalıştığını biliyordu hepsi. Bu durumda
gündüz gelip kapısını çalmış olabilirdi
birileri. Düşünceleri ile yerinde oturamayacağını anlayınca kalkıp terasın kenarından denizi izlemeye
başladı. Ellerini dayadığı duvarı biraz daha sıkarsa kıracak
gibiydi.
"Eh madem yok, ben
de seni daha fazla meşgul etmeyeyim. Görürsen ve hala
hayatında kimse yoksa telefonunu al bi'zahmet."
"Şansın varsa bir daha gelişinde görür, kendin
istersin."
"Niye bu kadar yokuşa sürüyorsun bu
işi?"
"Ben... aman neyse işte tamam ben kimseye
kız mız ayarlamam, bilmiyor musun?"
"Bilmiyorum. Ben senin böyle şeylere
takılmadığını biliyorum."
"Kızı tanımıyorum. Toplamda uzun uzun
üç kez konuştum. Selamlaşmaları saymıyorum elbette.
Şimdi ne diyeceğim ona? Arkadaşım senden çok hoşlanmış, telefonunu
versene seni arasın mı?"
Caner, sehpada duran telefonunu alıp evin içine doğru
yürürken gülümsüyordu.
"Kenan?"
"Efendim?"
"Bence kıza şey de..."
"Ne?"
"Arkadaşlarım senden hoşlandı ama ben seni onlara
kaptırmayı göze alamayacak kadar çarpıldım."
"Ne?"
"Duydun."
"Saçmaladın."
"Emin misin? Beni o
ilk akşamdan beri uzak tutmaya uğraşıyorsun. Yanında kız
varken başkasına bakmayan sen, dans ederken,
birileriyle konuşurken hep onu izledin. Şimdi de
evde yok sandığın için sevindin... Ah unutmadan söyleyeyim,
terasta uyumuş. O yüzden seslenip rahatsız etmedim."
"Evde miymiş?"
"Ne o rahatladın! Birileri
ile buluştu sandın değil mi?" Elini dış kapının tokmağına
atmıştı ki durdu, dönüp devam etti. "Bu hafta partiyi
iş yoğunluğundan iptal ettiğinden emin misin?
Kendini iyice değerlendir Kenan. Sen sen gibi
değilsin!"
Sonra kapıyı açıp çıktı ve arkasından sessizce
kapattı.
Kenan öylece kapalı kapıya bakıyordu. Caner
neler söylemişti öyle? Saçmalamıştı. İşi çoktu. Vakti yoktu. Hem
görmemişti ki Hazal'ı. Görse isterdi telefonunu. İsterdi ama
başkasına verir miydi? Hayır. Ne bu ukala Caner'e, ne başkasına
vermezdi. Elleri ile teslim etmezdi kurtlara.
Onlar kurtsa kendisi neydi?
Ne farkı vardı arkadaşlarından? Yeter daha
fazla düşünme diye kendini ikna etti. Yatmak
için hazırlanacakken rüzgar çıktığını fark etti. Sessiz
sakin akşam bir anda serinlemiş, rüzgar perdeleri uçuşturmaya
başlamıştı.
Hazal...
Hazal, terasta yatıyordu. Hemen dışarı çıkıp kontrol
etti. Tam o an genç kadının da kollarını ovuşturarak ince pikeyi arkasından
sürükleyip içeri girdiğini gördü. Çizgili
pijaması mı vardı onun? Karanlıkta tam çıkartamamıştı.
Teras kapılarını sıkıca kapatmıştı Hazal. Neyse ki
fark etmemişti Kenan'ı.
Hazal, buz kesmiş olarak uyanmıştı. Nasıl
o kadar hızlı değişmişti hava? Hasta olmayayım da diye söylene
söylene girdi yatak odasına. Uykusunun bir kısmını almıştı.
Yatsa uyuyamayacağını anlayınca çalışma masasına oturdu. Biraz
çalışırsa uykusu gelirdi.
Bu akşam parti yoktu. Cumartesi akşamı daha
şiddetli rüzgar olacağı bilgisi vardı meteorolojide. Parti
olmazdı herhalde. Kim gelmişti acaba? Hala orada mıydı? Büyük ihtimalle bir
kadın gelmiş, baş başa bir gece geçirilmişti. Ona neydi ki? Kenan'ı ve
çapkınlıklarını düşünecek değildi.
Çizimlerinin Kenan'a benzediğini fark edene
kadar onu bu kadar düşündüğünü bilmiyordu. En sonunda tüm
yaptıklarını çöpe attı ve yeniden başladı. Yatağını
bulduğunda saat sabahın üçü olmuştu.
Cumartesi günü bulutlarla kaplı gökyüzü daha ürkütücü
olmuştu. Islanınca bozulacak eşyalarını
ve rüzgardan kırılabilecek tüm çiçekleri içeri
taşımalıydı. Bunları yapmak için elbette komşularında uyanmış
olacağı öğlen saatini bekledi. Gece üçte
yatsa da sabah yedide uyanmıştı. Herkes Hazal mıydı?
Önce minderleri
ve kuvvetli rüzgarda uçacak şeyleri taşıdı. Sonra terasın
ucundaki saksılara geldi sıra. İlk saksıyı aldığında yan terastan bir ses
duydu.
"Günaydın."
"Korkuttun beni. Sana da günaydın."
"Niye korktun?"
"Bir haftadır varlığını unutmuştum.
Sanırım o yüzden ses duyunca şaşırdım."
"Çok yoğundum."
"Tahmin ettim." Uzaktan uzağa konuşmak
saçma olunca Kenan duvarın dibine gelmişti. Eğimli duvara
kolunu dayayıp Hazal'a bakmaya başladı.
"Ne yapıyorsun?"
"Fırtınaya hazırlık. Çiçeklerimi kırmasını
istemem rüzgarın."
"Hepsini taşıyacak mısın?"
"Evet, bence sen de taşı. Gerçi çiçek
az ama o mobilyalarını berbat edebilir rüzgar ve yağmur."
Kenan o an
ne yaptığını sonra düşünecekti. Sadece yaptı. Duvardan
atladı ve ağır saksıları taşımaya başladı. Hazal, şaşkın
gözlerle bakıyordu.
"Ne yapıyorsun?"
"Bunları kaldırabilir misin?"
"Kaldırmayacağım ki,
sürükleyeceğim."
"Yer karolarına ve beline yazık.
Ben hallederim. Sen hafifleri al."
Yapacak bir şey yoktu. Birlikte çalışıp hepsini içeri
taşıdılar. İş bitince Hazal kibarlık edip çay ya da kahve için davet
etti. Kenan da kendi balkonuna yardım ederse içeceğini söyledi.
Böylece iki terasın işi arasında birer fincan kahve içtiler. Yoğun
haftalarından bahsettiler. Kenan telefonu istemeyi düşünse de Caner'in sözleri
aklına geldiği için vazgeçti. Hazal onun tipi değildi. Eğlenilecek
biri hiç değildi.
Hazal, genç adamın huzursuzluğu olduğunu
anlamıştı. Acaba kahve daveti fazla mı kaçmıştı? Belki de
sevgilisi gelecekti ve orada oyalanmaktan hoşlanmıyordu.
Sevgilisi gelecek insan terası boşaltmak için komşudan yardım ister
miydi? Ya da kahve içip oyalanır mıydı? Niye
olmasın ki? Kızı yormak istememiş olmalıydı. Acaba o partideki uzun bacaklı
kız mı gelecekti? Ertesi sabah terasta görmeyi ummuştu. Gündüz gözü ile
neye benzediğine mi bakacaktı? Niye görmeyi umuyordu
ki? Çünkü görürse aklının ve kalbinin karışıklığı
geçecekti. Her hafta başka kadınla olan bir adamı düşünmeyecekti. Hem
o gece bir sürü yakışıklı adamla tanışmıştı. Üstelik kendisiyle
buluşmayı isteyen de çoktu. Niye onlardan birini
değerlendirmiyordu? O an aklına Caner geldi.
"Sende Caner'in telefonu vardır değil
mi?"
Kenan neredeyse
ağzındaki kahveyi püskürtecekti. Ne sormuştu? Caner'in telefonunu mu?
İşte bu hiç hesapta yoktu. Arkadaşını oyalamıştı ama
Hazal'a yok diyemezdi ki. Yalan olduğu alnında yazardı...
"Var." Elini cebine atıp telefonu
çıkarttı. Ezbere bildiği halde rehberden aradı, Hazal'ın telefonuna
kaydetmesini bekledi. İşte artık burada işi bitmişti. Kahve fincanını
sehpaya bırakıp kalktı.
"Ben de geliyorum." diyen Hazal'a,
kuru bir teşekkür etti. Halledeceğini söyledikten sonra duvardan
atlayıp kendi evine geçti.
Hazal, az önceki rahat adamın bir anda
niye böyle bozulduğunu anlayamamıştı. Onu arkadaşına yakıştıramamış
mıydı? Acaba Caner'in sevgilisi vardı da ondan mı bozulmuştu? Her
neyse daha fazla düşünmeyecekti. Boş fincanları lavaboya
koyup rüzgar yüzünden uçuşan perdeleri bu işkenceden korumak için
teras kapılarını kapattı.
Hazal, tüm pazar gününü yatak odasında geçirdi.
İşlerini orada yaptı. Yemeğini orada yedi. Kahvesini orada içti. Yemek ve
kahve hazırlamak için çıktığı kısa sürelerde bile
her gök gürültüsü ile yerinden sıçramıştı. Akşam saatlerinde nihayet fırtına
bitmişti. Odasından çıktığında yine de her an bir şimşek çakacak diye bekler
vaziyetteydi.
*****
Fırtınalı pazar gününün üstünden geçen bir haftada
Kenan hep Caner'den telefon beklemişti. Beni aradı, buluşuyoruz, çıkıyoruz,
sevgiliyiz dediği, uyanıkken görülen kabuslardan görüyordu.
Üstelik öyle zamansız bu hayallere dalıyordu ki elemanları iki kez onu o halde
yakalamış, seslenmelerine rağmen bir türlü o ruh halinden
kopartamamıştı.
Bir haftadır yine yan tarafa bakmıyor, karşılaşmamak
için terasa bile çıkmıyordu. Cuma akşamı ise tüm yaşananlara
inat büyük bir parti veriyordu. Rüzgarın ve yağışın
olmadığı bir akşam olacaktı. Yaz bitmeden partileri sıklaştırmayı
düşünüyordu.
Caner'i hiç istemese de davet
etti. Hazal konusunu açıp, onu da getireceğini söyleyeceği yanıtı beklerken yerinde
duramıyordu. Nihayet mesaj gelmişti Caner'den.
O akşam bir işi vardı, gelemeyecekti. Bir haftadır
aldığı en güzel haberdi. En
azından burnunun ucunda flört edemeyeceklerdi. Belki de
flört aşaması çoktan bitmiş, sevgili olmuşlardı. Hayır, Hazal
öyle bir haftada birini yatağına sokacak biri değildi!
Değil miydi? Nereden biliyordu? Hiç erkek arkadaşı ile görmemişti ki.
Belki evine getirmiyordu erkekleri. Belki onların evine
gidiyordu. Gündüz ne yaptığını bilmediği geldi yine aklına.
Onu düşünmekten gündüz kendisi de bir şey
yapmıyordu. Normale dönmek için bu akşamki parti iyi gelecekti.
Gelmedi... O parti hiç iyi gelmedi. Hazal'ın
hemen her akşam evde olduğunu bilen biri olarak tam da o
gün evde olmaması tuhaftı. En azından belli bir saate kadar ortalıkta
olur, evinden ya da terasından sesi gelirdi. Ne yaptığını merak
ederdi ama bilirdi orada olduğunu. Bu akşam saat altıda evdeydi ve
parti hazırlığı diye çaktırmadan terasın ucuna gittiğinde yan
terasın kapısının sıkı sıkı kapalı olduğunu gördü. Geçen hafta
birlikte taşıdıkları tüm saksılar eski yerlerindeydi. Kendi mi
taşımıştı o ağır saksıları?
Saksılardan daha önemli bir sorunu vardı. Bu
kadın neredeydi?
Tüm geceyi aynı tatsızlıkla geçirdi. Ne
konuklarının eğlencesi ona ulaştı, ne de içlerinden birinin baştan çıkartma
çabaları. Neden öyle olduğunu soran bir iki arkadaşına yorgun olduğunu,
cumartesi
akşamı yapmadığına pişman olduğunu falan söylemişti.
Yaşlanıyor muydu? Otuz üç yaşında mı? Hayır... Derdini biliyor ama
itiraf edemiyordu.
*****
Hazal, gece ikide evine girdiğinde yan
dairede hiç ses yoktu. Parti yok muydu bitmiş miydi? Nasıl
dayanıyordu her hafta böyle geç saatlere kadar süren partilere. Şu an kendini
en az yirmi dört saat uyuyacakmış gibi hissediyordu. Çok yorulmuştu ama
çok da eğlenmişti.
Grup kalabalık, gittikleri yerin canlı müziği
beklenenin üstünde kaliteli olunca o da ortama çabuk uymuştu. Bol bol
dans etmiş, sağlıklı olmadıklarını bile bile bir sürü şeyi tatmıştı.
Ara sıra kendini bırakmak lazımdı. Hem de böylece aklını
biraz uzak tutabilmişti komşusundan. Cumartesi
günü yardım ettiğinden beri hiç karşılaşmamışlardı. O gün
neye o kadar kızmıştı bir anda? Anlamamıştı ama bir şey aklına
gelmiş olmalı ki tüm davranışları değişmişti.
Merakına yenilip terasın kapısını açtı. Yan
tarafa baktığında dağınıklığı gördü. Parti vermişti. Yani bu şu
an evinde bir kadın olduğu anlamına geliyordu. Kendisine küfrederek
içeri girdi. Tüm neşesi kaçmıştı. Ciddi ciddi taşınmayı
düşünmeliydi. Başka bir daire almalı, burayı satmalıydı. Böyle bir ortamda
yaşamak gün gelecek sağlığına ve işine de yansıyacaktı.
O gün verdiği satış kararını Hazar ile görüştüğünde
kız kardeşi ona başka bir yol önerdi. Hazar'ın doğum
gününde tanıştığı grubu ile bazı geceler dışarı çıkmasını, hayatına farklı bir
yön vermesini söyleyen kardeşine uymuş, böylece aklını biraz dağıtmıştı. En az
haftanın iki akşamını dışarıda geçiriyordu. Gece geç geliyor, çoğu
zaman yan daireye bakmıyordu. Artık yok saymak daha kolay
geliyordu. Düşündükçe ve gördükçe tadı kaçacağına ilk
aylar gibi görmemek en iyi çözümdü. Bir süre
sonra belki birileri ile de çıkardı. Şimdi doğru bulmuyordu. Birini
unutmak için başkasının hayatını karıştırmanın anlamı yoktu.
Cumartesi
sabahı, çizgili pijaması ile yoga yapıyordu. Çok kısık sesle
dinlediği müzik hareketlerden daha çok rahatlatmıştı bu
sabah. Hava son aylara göre oldukça serin sayılırdı. Yaz bitiyordu.
Artık partiler de biterdi herhalde. Kışın ne
yaptıklarını merak etti o grubun. Sonra
son iki haftadır parti olmadığını anımsadı. Evet, ne
cumartesileri ne de pazarları parti arkası çöplüğünü
görememişti. İki haftadır partiler başka bir yere taşınmış
olmalıydı.
Hafta içi yine yağmur bekleniyordu.
Artık doğal sayılırdı bu yağmurlar.
Sonbaharın bol ıslak günleri gelmiş demekti. Önceki gibi
eşyalarını içeri taşımakla uğraşmak istemediği için onları koruyucu
örtüler almıştı. Çiçeklerini de korumaya alacak teras seralarından edinmişti.
Tek yapacağı tekerlekli saksı altlıkları ile bir köşele
taşımaktı. Kimseye ihtiyacı yoktu.
Yeniden anımsadı o günü. Neden bir an önce
çok güzel konuşurken bir an sonra basıp gitmişti ki? Yanıtı
belki bir gün alırdı. Belki de öylece yanıtsız kalırdı merakı.
Üç hafta geçmişti olayın üstünden. Artık sorgulamanın
manası da yoktu. En iyisi yogayı bitirmek ve işine dönmekti. Hazar
ile birlikte çalışacakları bir iş görüşmesi vardı.
Biri çevirecek diğeri resimleyecek. Öğleden sonraki
görüşme için vakti çoktu. Seans bittiğinde her
zaman hissettiği rahatlamayı hissetmedi. Aklı her geçen gün
biraz daha karışıyordu.
*****
Başı ağrıyor, boğazları yanıyordu.
Bugün işe gitmesi mümkün değildi. Sekreterinin numarasını arayıp
gelmeyeceğini söyledikten sonra yeniden yatağa girmişti. Biraz
terlerse rahatlar mıydı?
Bir süre sonra korkunç bir öksürük de katılmıştı dertlerinin
üstüne. Boğulurcasına öksürüyor, içtiği su fayda etmiyordu. Sanki
boğazına avuç avuç kum atılmış gibiydi.
Annesinin aramaması için dua ediyordu. Olur da şirketi
ararsa sekreteri söylerdi hasta olduğunu. O da hemen damlardı eve.
Kimseyi istemiyordu yanında.
Bugün salı diye düşündü. İki gündür ara ara
yağan yağmur bugün yine şiddetlenmişti. Evin havasız olduğunu
hissediyordu. Temiz havaya ihtiyacı vardı. Battaniyeyi sırtına
sarıp teras kapısına yürüdü. Yağmur tersten esen rüzgar sayesinde içeri
dolmayacaktı. Kapının ağzında durup temiz havayı ve
yağmur sayesinde oluşan kokuyu içine
çekti.
Bir yandan öksürüyor bir yandan
elindeki çayı içmeye çalışıyordu.
Midesi bulanmaya başlayınca bıraktı.
Her an biraz daha kötü oluyordu. Öksürüğü kessin diye yine
bir yudum alınca daha kötü oldu. Boğulurcasına
öksürürken teras kapısından zorla uzaklaştı. Hava alması için
tek kanadı açık bıraktı. Diğer camlarından yağmur içeri gireceği için
açabileceği tek yer terastı ve o kapı artık kendisini mutsuz eden yerlere
açılıyordu.
Yatak odasına girdi, gözleri yanıyor, içi
ürperiyordu. Uzandıktan bir dakika sonra yeniden kalkmıştı.
Öksürük boğacaktı sanki. Ciğerleri sökülüyor gibiydi. Evin içinde duyduğu
ses ile irkildi. Sonra sesi tanıdı. Hazal, adını söylüyordu.
"Buradayım" dediğinde kendi sesini
kendisi bile tanımadı.
Hazal, Kenan'ın öksürüklerini ilk
duyduğunda oh olsun demişti. Sadece bir iki saniye sonra ise
pişman olmuştu. Çok kötü öksürüyordu. Boğazlarını iyice şişirmeden
ona iyi gelecek bir şeyler hazırlamalıydı. Ihlamurun içine
evde bulduğu malzemeleri koymuş, demlemişti. O süre
içinde iki daire arasındaki duvardan bile öksürük sesini duymuştu.
Teras kapısının açık olması iyiydi. Hemen
iki tabure alıp terasa çıktı. Birini
duvarın diğer tarafına koydu. Diğerini kendi
tarafına koyduktan sonra o sürede demlenen ıhlamuru termosa
doldurdu. Tabureye basıp diğer tarafa kolayca geçti. İlk zamanlar
kızdığı ama diğer binalarla ortak olan görüntüyü bozamayacağı için
ördüremediği alçak duvara şükretti. Kenan'ın kapı açacak halinin
olduğunu sanmıyordu.
Adını söylediğinden kendi yatak odası ile aynı konumda
olan odadan çatallı bir ses gelmişti.
Ter içinde olan Kenan'ı azarlayacaktı ki titrediğini
gördü.
"Çok terlemişsin. Üstünü değişmen
lazım."
"Kendim terlemeye çalışıyorum zaten. En
hızlı böyle atarım."
"En hızlı yol bu değil
ama şimdilik idare eder. Sana ıhlamur yaptım."
Bir fincan ıhlamur bitene kadar iki kez
daha öksürük nöbeti geçirmişti. O duş yaparken Hazal,
terden ıslanmış çarşafları değiştirmişti. Yeni
bir pijama giymişti Kenan. Hazal pijamayı görünce gülmeye
başladı.
"Neye gülüyorsun?"
"Pijamamız bir örnekmiş de ona."
"Ciddi misin?" Hatırlamıştı benzer bir
şey gördüğünü.
"Evet. Başka türlü giyemem. Bir sürü çizgili
pijamam var."
"Şu çekmeceyi açsana. Alttan
ikinciyi."
Hazal, söylenen çekmeceyi açıp kahkaha attı.
En az beş tane çizgili pijama vardı.
"Sanırım piknikçi babalara inat böyle bir zevk
edinmişiz."
"O tarz atlet giymesem de evet bence de onlara
inat olmuş."
"Daha iyi misin?"
"Bilmiyorum. Tüm vücudum ağrıyor."
"Kimden kaptın böyle?"
Soruyu sorar sormaz utanmıştı. Neyse
ki utanınca "Bana satma sakın!" diyeceği cümle
kendine kaçacak yer bulamamıştı.
"İş yerinde biri hastalandı. Sonunda
hepimize bulaştırdı. Eve yollayana kadar sadece yarım günde elinden geleni
yapmış."
"Hasta
insanın evinden çıkmaması gerektiğini bilmesi lazım.
Ateşini kontrol ettin mi?"
"Ateşim olduğunu biliyorum. Derecem
yok."
"Az önce yeterince terledin. Artık
üstünü örtme. Ben de eve gideyim. Hemen gelirim."
"Gelmene gerek yok. Ben kendime
bakarım." Geri gelirse, laf lafı açacak ve Caner'i
dinleyecekti. Hastalıktan baygın düşmeyi tercih ederdi. Çoktan
kabullendiği gerçek, bulduğu her fırsatta kafasına kafasına vuruyordu
duygularını.
"Tamam o
zaman, gelmem." Hazal, gayet ciddi söylemişti. Hasta
olmasa belki sormazdı ama dilinden dökülmüştü bile soru. "Israr
etmeyecek misin?"
"Niye edeyim? Bu yaşına kadar bakmışsın
kendine. Yine bakarsın."
Ne diyecekti? Kadın haklıydı. İlk defa
hastalanmıyordu ya!
Hazal, bir fincan daha ıhlamur koyup
boş termosu alıp çıktı evden. Kendi evine girince
önce işi ile ilgili ihtiyaçlarını topladı. Sonra bitki
çaylarından bir iki çeşit aldı. Kendisi için de bir şeyleri poşetledikten sonra terasa
çıktı. Yağmurun başladığını görünce teras kapısını kapatıp yan
terasa geçti. Damlalar hızlanınca Kenan'ın teras kapısını da kapattı.
Ev yeterince havalanmıştı nasılsa.
Yatak odasının kapısına geldiğinde
Kenan'ın uyuduğunu görüp duraladı. Saçları dağılmış, yüzü
yumuşamıştı. Bir süre izledi uyuyan adamı.
Saçlarını okşamak isteğini bastırdı. Uyandırabilir, ne
yaptığını sorarsa yanıt veremeyebilirdi.
Genç adamın salonuna geçip bilgisayarını hazırladı.
Elde yapacağı basit çizimler için gereken malzemelerini de yanına
koydu. Aslında boş olsa
genç adamın çizim masasını kullanmayı deneyebilirdi. Kendi
evi kadınsı dekorasyona sahipken Kenan'ın evi tam erkek
eviydi. Koyu
renkler, bir iki biblodan oluşan sade ortam gözüne
tuhaf geliyordu. İkisinin ortak noktası kitaplıkları ve büyük ekran televizyonları idi.
Oyun konsolunu görünce gülümsedi. Tam bir erkek oyuncağı...Sonra
çalışmaya başladı.
Kenan uyandığında biraz daha iyiydi. En
azından tuvalete gidecek kadar gücü olduğunu sanıyordu. Zorlukla
kalktı yataktan. Ebeveyn banyoya yönelmişti ki salondan tuş sesleri duydu.
Hazal? Önce tuvalete girdi. Yeniden duş aldı. Islak saçlarını kuruladığı havlu
ile salonuna yürüdü.
"Ne o duvardan mı atlayamadın?"
Sesi duyunca sıçramıştı Hazal. İşe daldığı
için fark etmemişti Kenan'ın geldiğini.
"Korkuttum, özür dilerim. Duşun sesini
duymuşsundur dedim."
"Duymadım. Çalışmaya dalmışım.
Nasılsın?"
"Ateşim düşmüş sanırım.
Yine de halsizlik devam ediyor. Kendini
burada kalmak zorunda hissetme. İyi sayılırım."
"Emin misin?"
"Tabii. Yani çok düşüncelisin. Yardımcı olmak
istediğinin farkındayım ama hastalık sana da bulaşsın istemem."
Hazal
yanıt vermeye vakit bulamadan telefonu çaldı. Ekrandaki
ismi görünce kaşlarını çattı.
"Alo?... Merhaba... Evet dinliyorum...
Emin misin?... Çok güzel haber...Ne zaman? Bu hafta sonu... olur
tamam. Ben mi? Şey... evdeyim. İyiyim. Fırtına mı? Emin misin?...
Tamam, sağ ol canım. Ben de öpüyorum."
Kenan bu konuşmanın her bir kelimesini dinlerken
ateşinin yeniden yükseldiğini fark ediyordu.
Söylemese de arayanın Caner olduğundan emindi.
Hafta sonu ne yapacaklardı? Telefonda
öptüğüne göre, gerçekte de öpüyordu. Dilinin
ucuna gelen küfrü tuttu. Sonra genç kadının burada
olduğunu söylemediğini anımsadı. Caner'in bilmesini istememişti... O
zaman kıskanacağı biri olarak görüyordu kendisini. Sonuçta
komşusuydu. Acaba Caner ona telefon numarası ile ilgili konuşmalarını anlatmış
mıydı?
"Neden bende olduğunu söylemedin telefondaki
kişiye?"
"Çünkü evimde sayılırım.
Bir duvar var arada. Gelmeye karar verirse bilsin evde olduğumu diye
öyle söyledim."
"Yani benim evimde olduğunu söylememenin başka
bir nedeni yok, öyle mi?"
"Ne nedeni olabilir ki?"
"Bilmem. Mesela sen benim kız arkadaşım olsan ve
başka bir erkeğin evinde olduğunu anlasam kıskanırdım."
"Sen, kız arkadaş, kıskançlık. İnan bu
üç kelime aynı cümlede olunca mizah malzemesi gibi
oluyor." Kız arkadaşı var mıydı acaba? Hiç hoşlanmamıştı
bunu düşünmekten.
Kenan, daha fazla ayakta duramayacaktı.
Hazal'ın yanındaki koltuğa kendini bırakınken söylendi. "Nesi
komik?"
"Her hafta başka biri ile gördüğüm adamın
kıskanacak kadar uzun süren ilişkisi olması pek mümkün gözükmüyor."
Kenan, onu ne
kadar kıskandığını bilse ne yapacağını düşündü. Caner, şu
aralar nefret ettiği birine dönüşmüştü. Bir de öpüyordu.
İç sıkıntısı ile kıpırdandı. Hazal, yerinden kalktı. Çantasına
attığı dereceyi alıp Kenan'a uzattı.
"Koltuğunun altına koy." dedikten sonra yatak odasına
gitti. Yine terden ıslanmıştı çarşaflar. Onları sonra değiştirecekti. Yastık
kılıfını değiştirip bir de dolapta bulduğu ince pike ile salona
döndü. Yastığı gösterip, "Hadi şunu koyalım başının altına ve uzan.
Televizyonu açabilirsin. Ben rahatsız olmam. Mutfağını da
kullanacağım."
"Kendi evin gibi rahat ol."
"Teşekkürler. Hadi
uzan artık, başını zor tutuyorsun belli." Gerçekten de başı
on kiloymuş gibi rahatsız etmeye başlamıştı. Uzanmak iyi gelmişti.
Hazal tarafından bakılmak daha da iyi gelmişti. Keşke şu
Caner hiç ortalıkta olmasaydı. Ateşi hala yüksekti. Hazal, sirke
olacağından emin olmadığı için yanında getirdiği şişeden bir kaba
döktü. Biraz su ilave edip mutfakta bulduğu iki kurulama bezini aldı.
Küçük havlu bulmasının mucize olduğunu tahmin ediyordu. Aralıklarla
bezleri yeniden ıslatmış, alnına ve koltuk altlarına koyarak serinlemesini
sağlamıştı. Kenan daha iyi olduğunu söyleyince genç adamı rahat bırakmış,
işinin başına dönmüştü.
Kenan, bir süre daha genç kadının hareketlerini ve
yüzünü izlemiş, sonra farkında olmadan uykuya dalmıştı.
Uyandığında hava kararmıştı. Uzaklardan şimşek ışıkları yansıyordu.
Hazal ürkerek bakıyordu cama.
"Sen hala burada mısın?"
"Nasıl hissediyorsun?"
"Daha iyi. Sen?"
"Bana ne olmuş?"
"Rengin atmış. Hasta mı oluyorsun
yoksa?"
"Hayır. İyiyim ben."
Cümlesi bittiğinde yeni bir şimşek çaktı. Üstelik çok daha
yakında ve ardından elbette gök gürültüsü duyuldu. Hazal, sıçramış,
gözleri açılmıştı.
"Sen korkuyor musun?"
"Korktuğumu biliyorsun. Söylemiştim."
"Bu kadarını tahmin etmemiştim. Bu
doğa olayını biliyorsun değil mi?"
"Saçmalama. Aptal değil korkağım. Niye korktuğumu
bilmiyorum ama işte engel olamıyorum."
Kenan, içinden geleni yaptı. Uzandığı
yerden doğruldu. İkisinin arasında kalmış dizüstü bilgisayarı
diğer tarafa koyup genç kadına yaklaştı. Yeni şimşek ile
bir kez daha sıçrayan genç kadına sarıldı. Hazal'ın titrediğini
fark edince bu korkunun alay edilecek bir şey olmadığından
emin bir şekilde biraz daha sarıldı. Kendisi
için gelen pikeyi genç kadına sardı. Böylece
Hazal iyice kendisine yaklaşmıştı. Kokusu burnuna doluyordu.
"Yanındayım. Korkma artık." Hazal itiraf
edemese de bulunduğu yer sayesinde korkusunun azaldığının
farkındaydı. Bu adamın kollarında olmak tahmin ettiğinden daha
güzeldi. Yanıt beklediğini bildiği için konuştu. "Demesi kolay. Önüne
geçebilecek olsam kırk kere yapardım."
"Tamam, madem şu an çözemiyoruz, o zaman biz de o
yokmuş gibi yapalım."
"Ne yapacağız?" Olduğu yerden uzaklaşmadığı
sürece her şeye razıydı. Her şeye! Kendi aklından geçenlerin
okunmasının ne büyük
tehlike oluşturacağını fark edip gözlerini kapattı. O
yakışıklı yüze bakmak işleri kolaylaştırmıyordu. Temiz kokusunu
duymak, birazının ateşten olduğunu bildiği sıcaklığını hissetmek aklını çok
karıştırıyordu.
"Konuşacağız. Biraz konuşursak kafan
dağılabilir. Hadi anlat."
"Ne anlatayım?" Ne masum istek.
Konuşmak. Gerçekten ne konuşacaklardı?
"Ne istersen! İstediğin yerden başla."
Hazal, başladı. Kardeşi ve kendisi hakkında komik bir
iki olay anlattı. O konuşunca Kenan da kendi ailesini anlatmaya
başladı. Bu arada şimşekler yaklaşmaya devam ediyordu. Kenan, o
şimşeklerin tepelerinde çakacağını biliyordu. O ana
sakladığı soruyu aslında sormayı hiç istemiyordu. Yine de
genç kadının bu kadar korkmasını engelleyecekse, aklını sevgilisine kaydırmak
en akıllı hareketti.
Biraz daha
konuşmuşlardı ki yeni şimşek tepelerinde çaktı. Hazal öyle
sıçramıştı ki Kenan iyice göğsüne yasladı. "Tamam, ben buradayım. Hadi
devam et."
"Bitti. Aklıma bir şey gelmiyor."
"Caner'i anlat."
İşte eline vermişti bıçağı. Şimdi sokacak, çevirecek, çevirecek ve
öldürene kadar durmayacaktı.
"Caner'i mi? Caner kim? AA bir dakika, sen
Caner'i biliyor musun? Caner mi anlattı?"
"Caner, bir şey anlatmadı.
Yani senden hiç söz etmedi." Kenan, ilk bıçak darbesi ile
ölmemişti.
"Benden niye söz etsin?" Hazal, şaşkın
bakışlarını genç adamın gözlerine dikmişti.
"Siz sevgili değil misiniz?"
"Çüşşş" Tutamamıştı kendini. Böyle
bir şeyi hiç beklememişti. Çok sinirlenmişti.
"O ne demek? Hiç yakışmadı ağzına."
"Emin ol sana çok yakıştı. Ne alaka?
Baldız baldan tatlı lafından nefret ederim, böyle imalardan
tiksinirim. Bu kadar çirkin bir sözü duymamış olayım. Ben
gidiyorum." Hazal o kadar sinirlenmişti ki
şimşeği de gök gürültülerini de unutmuştu. Kollarından
sıyrılmaya çalışırken yenisi çakınca olduğu yerde kaldı.
Kenan, fırsatı kaçırmadı.
Duydukları ile aklı karışmıştı. Ateş
yüzünden mi böyle düşünüyordu acaba? Hazal, Caner ile ilgili
bunları söylediğine göre...
"Sen Caner ile çıkmıyor musun?" Umut
hiç ölmüyordu.
"Saçmalama, elbette çıkmıyorum."
Her cümle ile umudu artıyordu. "Telefonunu
istedin."
"Evet, istedim.
Avukat değil mi o? Hazar'ın bir
hukuki sorunu vardı. Aklıma Caner geldi. Telefonu iş için
lazımdı. Konuştum, kardeşimle konuşturdum.
Şimdi de ikisi çıkıyor. İki haftadır birlikteler." Bir
çırpıda anlatmıştı ama aklı da karışmıştı. Caner ile Kenan yakın arkadaştı
ve henüz Kenan'a Hazar'dan bahsetmemişti. Belki de henüz duygularından emin
değildi.
"Onun kafasını kopartacağım." Kenan
iyileşmiş gibiydi. Sesi cümlesinin aksine çok neşeli çıkıyordu.
"Kimin?"
"Caner'in."
Hazal'ın tüm keyfi kaçtı. "Neden? Sen mi
hoşlanmıştın Hazar'dan?"
"Hazar, çok güzel, çok akıllı biri ve Caner ile
uyuşacaklarını düşünüyorum."
"Ben aynı düşüncede değilim."
"Niye öyle diyorsun?"
"Hazar eski ilişkisini yeni bitirdi. Hata
yapacağı bir başlangıç istemem. Ayrıca senin arkadaşının onu
üzmeyeceğini düşünmek biraz hayal kurmak gibi geliyor."
"Benim arkadaşım... Ne demek
istiyorsun?"
"Çapkın olduğunu düşünüyorum. En azından parti
çocuğu olduğunu."
"Öyleydi. Haftalardır partilerde yok. Gerçi son
zamanlarda parti de yok."
Hazal, şaşkınlıkla baktı. Tamam burada parti yoktu ama
mutlaka başka bir yerlerde yapıyor olmalılardı.
"Niye yok parti?"
"Birileri bir yerlerde
toplanıyor ama ben gitmiyorum. Bildiğim kadarıyla Caner de
gitmiyor."
"Caner,
Hazar ile buluşuyor diye gitmiyordur. Sen? Sen de
mi buluşuyorsun birileri ile? Çok şaşırtıcı. İki hafta üst üste
aynı kızı görmemiş biri olarak senin için büyük ilerleme
diyebilirim."
"Kimseyle buluşmuyorum."
"Niye?"
"Çünkü aklımda biri var. Partiler tat
vermiyor."
"Oh..." Konuşamamıştı.
İşte bu acıyı beklememişti. Onu bir gecelik kadınlarla düşünmek bile
canını çok acıtırken, aklında ya da kalbinde biri olduğunu bilmek
dayanılmazdı.
"Evet, sanırım bir iki aydır aklımda ama ben anca
onu kaybettiğimi anladığımda hissettiklerimi kavrayabildim. Onu
kaybettiğim için yemeden içmeden kesilmedim ama eğlenecek
ruh haline de bürünemedim. Kimseyi istemedim etrafımda."
"Üzüldüm."
"Öyle mi? Oysa az önce bana çapkın
diyordun!"
"Çapkın olduğunu gözlerimle gördüm."
"Hayır, sen normal sağlıklı bir erkek
gördün. Seks ihtiyacını karşılayan, bunu da reşit ve kendi isteği ile
gelen kadınlarla yapan birini. Bu beni çapkın
yapmaz."
Hazal, bu kadar rahat konuşan
başka birisini tanımış mıydı? Hatırlamıyordu.
"Böyle düşününce haklısın. Sanırım
biraz ön yargılı davrandım. Ayrıca bu senin özel hayatın."
"Haklısın, benim özel hayatım. Üstelik
şu lanet olasıca kadın yüzünden haftalardır özel hayatım da
kalmadı."
"Vah yazık."
"Evet, bana çok yazık. Ama artık
kendime yeni bir özel hayat kuracağım."
"Oh...Şey tabii. Umarım mutlu
olursun."
"Ben de umuyorum."
Hazal, hala adamın kolları arasında olduğunu
ve artık şimşek çakmadığını fark etti. Toparlanmaya
çalıştığında Kenan gitmesine izin vermedi.
"Kal burada."
"İyisin artık. Ben de evime gideyim." Orada olması artık hiç doğru
gelmiyordu. Önceden neden doğru geldiğini yorumlamak da
istemiyordu.
"Kal... Bir iki sorum daha var."
"Çok konuştuk. Sen yat dinlen. Yarına bir şeyin
kalmaz."
"Çok yattım. Yanıtlarımı alınca uyurum. Belki de
uyuyamam, bilemiyorum."
"Tamam, sor,
sonra yat uyu." Madem kurtuluş yoktu, bir an
önce yanıtlarını verip evine gitmek istiyordu.
"Son zamanlarda sık sık geceleri evde olmuyorsun.
Birisiyle mi birliktesin?"
Hazal yine şaşırmıştı. "Hayır.
Kardeşim ve arkadaş grubumuzdakilerle buluşuyorum."
"Benden telefonu
istediğin zamanı hatırlıyor musun? O hafta sonu evde
yoktun. Caner de gelmeyince birliktesiniz sanmıştım.
Neredeydin?" Deli gibi merak ediyordu o geceyi.
Artık Caner ile olmadığı bilmesine rağmen ne olduğunu bilmeye ihtiyacı
vardı.
Kısa süre düşündü Hazal. Anımsayınca
gülümsedi. Tarihi söyledi ve devam etti. "Kız kardeşimin doğum
günüydü. Caner ne yapıyordu bilmem ama ben
kardeşimle birlikteydim. Bu Caner takıntısı ne? Demin de aynı imalarda bulundun."
"Çünkü o adam günlerce senin numaranı istedi
durdu."
"Öyle mi? Niye ki? Onunla tanıştığımda
çekici biri olduğunu düşünmüştüm ama hayatımda istediğim erkek o
değildi."
"Kimdi?"
"Önemli değil."
"Önemli. Eğer o erkek ben değilsem başka birinin
adını duymasam da olur. Bensem de artık söyle. Deminden beri kendimi
anlatmak için uğraşıyor, bir türlü istediğim gibi itiraf
edemiyorum."
Hazal, şaşkınlıkla bakıyordu. Duyduklarını
toparlamaya uğraştı. Aklı karışmış, sadece hissettiği şaşkınlıkla
bakıyordu.
"Senin adın mı?"
"Evet, benim adımı söyleyeceksen aç o güzel
ağzını."
Hazal, bir süre baktı genç adama.
Hastalıktan eser kalmamış gibiydi. Gözleri parlıyor,
sevgiyle bakıyordu. Son
dakikalarda yaptıklarını konuşmaları hızlıca aklından
tekrarladı. Kendisini saran kollara baktı. Sonra
yine bakışlarını gözlerine kaldırdı. İstekle
ve aşkla bakıyordu o gözler ona. Vereceği yanıt ikisinin de
hayatında büyük değişiklikler yapacaktı. Buna hazır mıydı? Risk
alacak mıydı? Hayat, risklere değen mutluluklar sunuyordu. Hazırdı ve
aşkın yanlarında olmasını istiyordu.
"Kenan"
"İşte bu."
Adını duyduktan sonra
çok istese de öpememişti genç kadını. Dudakları boynunu
bulduğunda Hazal iç çekmişti.
"Haftalardır işkence çekiyordum. Caner ile
birliktesin diye kendimi yiyordum. Oysa kimse yokmuş."
"Kıskançlık
yaparken benim kıskanmamı sağlaman çok rahatlatıcı. Senin
geçmişin hiç hoşuma gitmiyor ve geleceğimizden korkuyorum."
"Korkma. Gerçekten artık korkma.
Ben o ben değilim. Kendin de söyledin, geçmiş o. Zaten, senden
başka kimseyi düşünemediğim, aklımı işime
bile veremediğim günden beri ki, bu haftalar önceydi,
kimse olmadı. Her yeni tanıştığım kadında senden bir şeyler
aramaya başladığımdan beri virüs gibi bedenimi
kapladın. Sanırım tedavisi olmayan bir hastalık bu."
"Tedavi olmak ister misin? Benden kurtulmak
hoşuna gider mi? Taşınmayı düşünmüştüm. İstersen taşınabilirim. Görmezsen
unutursun."
"Asla. Ne bir adım
uzaklaşmanı isterim, ne de görmeyince unuturum.
Ben onu çok denedim. Seni yok saymaya çalıştım ama hep içimdeydin."
"Ya partilerin?"
"İstediğin zaman arkadaşlarımızı davet
ederiz. İstemezsen partinin adını bile ağzıma almam. Kim ne
derse desin ben artık sevdiğim kadınla uyumlu bir yaşam istiyorum."
"Sevgili mimar aşkım, şu teraslardaki ara duvarı,
kuralları bozmadan ortadan kaldırabilir miyiz?"
"Katlanan duvar planlarını çizdiğimi mi
gördün?"
"Hayır, ama hayallerimde iki terasın bir bütün
olduğu,
arkadaşlarımızı, akrabalarımızı birlikte ağırladığımız var
da. Mimar olarak çizer misin diyecektim."
Kenan, genç kadının çenesini tutup
yüzünü biraz yukarı kaldırdı. Hastalanırsa o da Hazal'a
bakardı. "Sana uyumlu bir hayatımız olacağını
söylemiştim." Dedikten sonra dudaklarından öpmeye
başladı. Birkaç dakika sonra Hazal kendini geri çekip aklındakini
sordu. "Benimle yoga yapacak kadar mı?"
"Bana öğretmen lazım. Ya da
ben sana başka rahatlatıcı hareketler
öğretirim." Yeniden öpmeye başlamıştı.
"Orta yolu bulacağımızdan eminim."
"Bence bulduk bile..."
SON
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder