30 Ağustos 2017 Çarşamba

Teras-Teras Tek Bölüm








Teras-Teras 

Yoga için hazırlıklarını tamamladığında saat sabahın altısıydı. Yaz sabahlarının en serin saatlerinde terasa çıkıp kendine geliyor, daha sonra hayata başlıyordu. Ruhunun bedenine dönüşü için buna ihtiyaç duyduğunu söylüyordu soranlara.  
Bitişik nizam olan evin en büyük sorunu olan yan daire henüz uyanmayacağı için rahat rahat seansını bitirecekti. Çok kısık sesle müziğini de açtı. Gerçi başka komşularını rahatsız edecek olmasa sırf yan daireyi rahatsız etmek için sonuna kadar açabilirdi müziği. Haftanın en az bir gecesi, gece yarılarına kadar parti veren birini rahatsız etmenin lafı bile olmazdı.  
İki ay önce taşınmıştı bu teras katına. Gündüz son derece sessiz olan bina ne yazık ki geceleri yaşıyordu. Erken yatıp erken kalkmayı seven Hazal için hemen her gece kabusa dönüşüyordu. En sonunda yatak odasını tadilata sokmaya karar vermişti. Çok beğenerek aldığı daireyi sadece ses var diye satacak değildi ya.  
Nihayet tüm olumsuz düşüncelerini bir kenara bırakma anına gelmişti. Önce önündeki deniz manzarasına baktı. Uzakta bir tekne vardı. Kısa bir an onu gözleri ile takip etti. O da denizin durgunluğunu bozmamak için çok yavaş hareket ediyor olmalıydı. Hazal da yavaşça nefes aldı. Çizgili pijamasının belini biraz aşağı kaydırıp daha rahat hareket edecek hale getirip yoga matının üstüne çıktı.  

*****  

Yine başı ağrıyarak uyanmıştı. Çünkü sabah üçe kadar terasında parti vardı. Pazar gününü bu ağrı ile geçirmek istemiyorsa ağrı kesici almalıydı. Saate baktığında gözlerine inanamadı. Dışarıda güneşi görmese yatalı bir saat olmuş diyecekti. 'Hangi pazar günü?' diye söylendi kendine. Saat öğleden sonra dört olmuştu.  
"Günü yemişim resmen." dediğinde kendi sesi bile başına yeni bir ağrı saplanmasına neden oldu. 
Sürünerek yataktan kalktığında çarşafların altında bir bacak gördü. Bu bacağın üstü nerede acaba diye bakındığında kendisinden beter durumda birisinin çarşafların altında olduğunu fark etti. Kimdi bu? Yüzünü göremiyordu. Kim olduğunu anımsamaya çalıştıkça kaşları çatıldı. Ne kim olduğunu, ne de sevişip sevişmediğini anımsamıyordu. Sevişse anımsardı! Herhalde anımsardı...  
Bakışlarını o tek ve yarım bacaktan kendi vücuduna çevirdi. Ayağında en sevdiği çizgili pijaması vardı. Yani? Yani bu en azından dün gece sevişecek hali olmadığını gösteriyordu. Çünkü o böyle sabahları çıplak karşılar, kaldığı yerden devam ederdi. İyi de bu kadın niye orada uyuyordu? 
"Çünkü sevişecek halim yoktu, o da şansını sabaha erteledi." Yine sesi ile kaşları çatıldı. Tuvalete gidip biraz kendine geldikten sonra mutfağa geçti. Yan dairenin mutfağından su sesi geliyordu. Huysuz komşusu yemek hazırlıyor olmalıydı.  
Kadını henüz görmemişti. Oysa çatı alanını sadece ikisinin dairesi kaplıyordu. Teraslarının arasında müteahhidin tamamlamaya üşendiğini düşündüğü yarım bir duvar vardı. Binaya yakın olan kısımların mahremiyeti düşünülmüş, duvarlar bir insan boyunda yapılmış, sonra alçalarak en uç noktaya ulaşmıştı. Oradaki duvar yüksekliği en fazla bir metre olmalıydı. Aslında oradan baksa belki ikide birde yönetici ile kendisine sessiz olması için mesaj yollayan huysuzu görebilirdi.  
 Kenan, atıştırmalık bir şeyler olan dolabını açıp saate uygun yiyeceklere baktı. Az bir şey yedikten sonra ilaç alıp yatak odasına geri döndü. Evet, hala yarım bir bacak vardı yatakta. Kıpırdamamıştı kadın. Korku ile yanına gidip dürterek uyandırmayı denedi. Partilerinde alkol su gibi tüketilirdi ama uyuşturucu olmazdı. Eğer bu kadın uyuşturucu falan alıp ölmüşse bittiği gündü.  
Neyse ki korktuğu olmadı, kadın yüzüne düşen saçlarla çıktı çarşafın altından. Üstünde elbisesi vardı. Bir omuzu düşmüş elbise ile oturmaya çalıştı yatağa.  
"Ben niye burada uyumuşum?" 
"Ben de aynı şeyi soracaktım. Kusura bakma ama seni tanımıyorum ve niye burada kaldın hiç bilmiyorum." 
"Ben akşam bir arkadaşımla partiye geldim. Yani buraya gelmiş olmam lazım. Terastaydı parti." Bunu söylerken bir yandan da terası görmeye çalışıyordu. Nihayet odanın kapısından görünce rahatladı. "Neden burada yattığımı ise hiç hatırlamıyorum. Bir kokteyl içtiğimi, onun beni çarptığını da anımsıyorum." 
Kenan, kadının doğru söylediğine inanmıştı. Çünkü önce askısını, sonra sıyrılmış eteğini düzeltmişti. Ardından büyük ihtimalle ayakkabı ve çantasını aramaya başlamış olmalıydı. Yalınayak terasa çıkıp akşamdan kalma bulaşık ve çöplerin arasında nihayet çantasını bulmuştu. Kenan onu izlerken o bir yandan ayakkabılarına bakmaya devam ediyordu. Terasın en ucunda ayakkabısının tekini bulmuştu. Onu almak için hızlı adımlarla yürüdü. Tekini aldıktan sonra diğerini aramak için bakınırken yan terastaki genç kadın ile göz göze gelmişti.  
"Günaydın." 
Hazal, bu saatte günaydın diyen kadına alaycı bir bakış attıktan sonra "Tünaydın." dedi. Saat neredeyse beşe geliyordu ve yan dairenin dün geceki misafiri günaydın diyecek kadar hayattan kopmuştu.  
Kenan, adını bile bilmediği kadının yan komşusu ile konuştuğunu duyunca hemen müdahale etmek istemişti. O yetişemeden iki kadının konuşması bitmiş, yatağında uyanan yabancı bir saksının arkasından diğer tekini bulduğu ayakkabıları ile içeri girmişti.  
"Kusura bakmayın. Gerçekten hatırlamıyorum neler olduğunu. Sizi rahatsız ettim." Kısa bir an durdu. Kendini anlatamayacak durumda olunca, dün onu orada bırakan adamdan sonsuza kadar ayrılmak için evden çıkması gerektiğine karar verip ev sahibine döndü. "Ben artık gideyim. Parti, eviniz, terasınız ve komşunuz çok güzel. İyi günler size." Sonra Kenan'ın yanıt vermesini beklemeden ayakkabılarını giydi, bir kısmı dağılmış makyajı ile daireden çıktı. Kenan kadının asansörde kendisini görünce korkmayacağını umuyordu.  
Ne demişti kadın? Güzel komşu... Demek ki huysuz komşusu güzeldi. Tabii güzellik çok göreceli bir kavramdı. Üstelik yatağında bulduğu kadın kibarlık olsun diye de söylemiş olabilirdi.  
Başının ağrısı biraz hafiflemişti.  

*****  

"Zevkli adammış. Kadın çok güzeldi." Hazal, az önce gördüğü kadının gerçekten güzel olduğunu düşünüyordu. Biraz makyajı akmıştı ama dün geceden sonra çok normal olmalıydı. Kadının tek kusuru böyle bir adamın yatağından geçmiş olmasıydı. Her hafta farklı kadınları görüyordu. Çoğu merakına yenilip yan daireye bakmaya çalıştıkları için, yazın hemen her saatini terasta geçiren Hazal ile burun buruna geliyordu. En az beş farklı kadın görmüştü. Eh iki ayda beş kadın fena bir ortalama sayılmazdı. Adam ya yakışıklı, ya da zengindi. İkisinin bir arada olma ihtimali de vardı elbette.  
Az önce hazırlayıp fırına verdiği yemeğe bakmak için içeri girdi.  
*****  

Kenan, terası toplamaya en uçtan başladı. Böylece komşusunu görecekti. Az önce orada olduğundan emindi. Oysa şimdi kimse yoktu terasta. Acaba ayak seslerini duyup kaçmış mıydı içeri? Neden kaçacaktı? Elbette her dakika şikayet ettiği biri ile yüz yüze gelmek istemediği için!  
Elindeki çöp poşetine topladığı çöplerin ardından terasın eli yüzü biraz açılmıştı. Yarın temizlik işlerini yapan yardımcısı gelecekti ama o saate kadar bunlar böyle durmayacaktı ya! 
Sıra kirli tabak ve bardaklara gelmişti. Yine terasın ucuna gitti. Hala kimse yoktu terasta. Bu kez daha rahat bakmıştı yan tarafa. Çok güzel bir koltuk vardı. Hemen karşısında bir şezlong ve üzerinde yeterince kalın bir minder vardı. Kapalı şemsiye de şezlongun yanında duruyordu. Demek ki komşusu güneşlenmeyi seviyordu. Acaba çıplak mı güneşleniyordu? 
Aklına gelenleri kovup terasa biraz daha baktı. Bir sürü bitki ve sesini ara sıra duyduğu rüzgar çanını gördü. Çok hafif malzemeden yapılmış olmalıydı. Sesi gerçekten rahatlatıcı düzeydeydi. Terasın genel havasının kendi terasının bar havasının yanında rahatlatmaya yönelik olduğu belliydi. En az iki üç dakikadır terası inceliyordu ve sahibi hala gözükmemişti. Daha fazla sapık gibi durup bakamayacağına göre yapması gerekenleri yapmaya devam etmeliydi.  
Kirlilerle dolan bulaşık makinesini çalıştırdı. Evin içi dışına göre çok derli topluydu. Çarşaflarını değiştirmeyi düşündü. Sonra vazgeçti. Yarın nasılsa onun için biri yapacaktı bu işi.  

*****  

Çarşamba günü tadilat için tuttuğu ekip gelince Hazal, dergi için hazırladığı illüstrasyonu rahatça hazırlamak için terasa çıktı. Rahat koltuğuna uzanıp taslaklarını hazırlamaya başladı.  
Adamlar çoktan eşyaları diğer odaya taşımaya başlamıştı bile. Nihayet geceleri rahat uyuyacaktı. Defalarca haber göndermesine rağmen yan komşusu istifini bozmamıştı. Yine partiler ve yüksek müzik devam etmişti. Kendini rahat ve huzurlu hissetmek istediği yerde niye bu stresi yaşayacaktı? Köklü çözüm ile rahat edecekti.  
Çalışmaya başlamıştı ki telefonu çaldı. Kız kardeşi arıyordu. Bir süre onunla konuştu. Konuşurken terasta bir aşağı bir yukarı yürümeye başlamıştı. Kız kardeşinin bir türlü son noktayı koyamadığı sorunlu bir ilişkisi vardı ve yine kavga etmişlerdi. Hazal bir yandan onu dinliyor bir yandan fikirlerini söylüyordu. Boşa konuştuğunu da biliyordu. Kız kardeşi yine kendi bildiğini okuyacaktı. Sonuçta aile geleneği idi bu. Herkes kendi bildiğini yapıyordu.  
Terasın ucundaki beton korkuluğu alçak bulduğu için üstüne yerleştirdiği demir parmaklıklara yaslanarak konuşmaya ve denizi izlemeye devam etti. İzlendiğinden habersizdi.  

*****  

Kenan, işten erken çıkmıştı. Biraz evde çalışacaktı. Kendi işine sahip olmanın en güzel tarafı buydu. Çizimleri eve getirmişti. Çizim masasına yerleşirken yan terastaki hareketi fark etmişti. Bir yandan planları masaya yerleştiriyor, bir yandan da genç kadını görmeye çalışıyordu. Uzun saçları ile yüzü tamamen örtülmüş olarak parmaklıklara yaslanmış telefonla konuşuyordu. Ara sıra elini de kullanarak karşı tarafa yanıt vermesini gülümseyerek izledi. Kimse görmese bile insanlar bir şeyi anlatırken ellerini kullanmayı seviyordu.  
Huysuz komşusunun kendinden tarafa dönmesini bekleyerek ne kadar izlediğini bilmeden durdu öylece. Saçları güneşte parlıyordu. Tam anlayamasa da koyu kumral olduğunu düşündü. Sonra hiç beklemediği bir şey oldu. İçeriden bir erkek sesi geldi ve genç kadın diğer taraftan dönerek yanıt verdi. Evde biri vardı. Üstelik bir erkek. Demek ki tek başına yaşamıyordu bu kadın. Nedense onu hep tek düşünmüştü. Yüzünü göremeyeceğini anlayınca işine geri döndü.  

*****  

Hazal, kardeşinin derdine derman olamadan ustaların sorularına yanıt vermek için telefonu kapattı. Bir yandan da seviniyordu. Çünkü kardeşinin aynı şeyleri tekrar tekrar anlatması, söylediklerini dinlememesi sinirini bozmaya başlamıştı.  
Adamların sordukları soruları yanıtladıktan sonra yeniden terasa çıktı. Koltuğuna oturup işini yapmak için kendini hazırladı. Son yaptıklarını inceledi. Taslak kağıtlarına baktı ve nihayet işine gömüldü. Kulağına taktığı kulaklıklar sayesinde evin içindeki sesleri duymuyordu. Alt kat komşusu gündüz evde olmadığı için ses konusunda şikayetçi olmayacağı için rahattı. Yan taraf zaten yoktu ama olsa da onun rahatsızlığı sadece keyif verirdi.  
Kimseyi düşünerek harcayacak vakti yoktu.  

*****  

Kenan, yan daireden gelen çekiç testere matkap sesleri ile irkildi. Sonra bu seslerin evin içinde bir tadilat olduğu için kendisine ulaştığını anladı. Ne yapılıyordu acaba? Komşusu taşınmadan önce zaten bazı tadilatlar yaptırmıştı. Bu neyin nesiydi? 
Kendisini ilgilendirmediğini düşünüp çizimine döndü. Çoğu işi bilgisayar programları ile yapsalar da eski usul çizimler hoşuna gidiyordu. Evde çalışmak da hoşuna gidiyordu. Son aylarda bunu sık sık düşünür olmuştu. Hem trafikten hem gereksiz maliyetlerden kurtulabilirdi. Personel, kira ve diğer faturalar ciddi bir yekun tutuyordu.  
Artık böyle hesaplar yapmaya başlamışsa yaşlanıyordu. Altı ay sonra yolun yarısını kutlayacaktı. Yaşlılık denmese de olgunlaşıyor olabilir miydi? Hayır, daha onun için vakit vardı. Annesinin evlen, torun istiyorum gibi talepleri de yoktu. Zaten kendini genç hissettiği için büyükanne olmaya niyetlenmediğini sık sık söylerdi. Babası hiç karışmazdı. O zaman bu sadece gereksiz vakit ve nakit kaybını yok etmek içindi.  
Nihayet çalışmaya başlamıştı. Artık kimseyi düşünmeden işine odaklanmıştı. 

****   

Üç gün sonra nihayet yatak odasını kullanmaya başlamıştı. Kokusuz denen boya ile diğer malzemelerin kokusu hassas burnuna gelip duruyordu. Neyse ki yaz olduğu için tüm camlar kapılar açık şekilde havalandırılmıştı ev. Artık yatağında yatabilecekti.  
Bugünün kutlanacak bir gün olduğunu düşünüyordu. Bu akşam büyük ihtimalle yan dairede yine parti olacaktı ve o bunları duymadan uyuyacaktı. Tabii umudu bu yöndeydi. Çünkü üç gündür yapılan işi deneyeceği bir gürültü olmamıştı. Kendi terasında müziği açıp denemiş ses duymamıştı. Fakat yan taraf bir de bir sürü insanı dolduruyor onların sesleri bazen müzikten bile yüksek oluyordu.  
Izgarada pişen etini garnitürlerin yanına koyup büyük tepsiye yerleştirdi. Daha önceden açtığı ama bitmemiş kırmızı şarabından da bir kadeh doldurdu. Terastaki iki kişilik masasına oturdu ve bir yandan manzaraya bakıp bir yandan da keyifle yemeğini yedi. Fondaki hafif müzik de ortamı tamamlamıştı. Henüz hava kararmamıştı ama hafif hafif ay ve yıldızlar gözükmeye başlamıştı. Bu gece acaba parti olmayacak mıydı?  
Daha düşüncesi aklından geçerken yandaki terasa birilerinin çıkıp kahkahalarla karışık cümlelerle birbirlerini selamladıklarını duydu. İşkence başlıyordu.  
Duyduğu bir cümle ile elindeki tepsi ile ayakta kalakalmıştı. Komşusunun sesi olmalıydı. Konuklarına "Sesimizi biraz kontrol edelim, yan komşumuz rahatsız oluyormuş." demişti. Hazal, şaşkınlıkla bekledi konuklarının yanıtını.  
Çoğunluğu tamam, olur falan demişti ama bu yanıtlar bile gerekenden yüksekti. Dalga mı geçiyorlardı yoksa bunu gerçekten kısık ses mi sanıyorlardı? 
İçeri girdikten sonra kulaklıklarını takıp sesleri kendi müziği ile kesmeyi denedi. İşe yarıyordu şimdilik.  

*****  

Kenan, gece yarısı olduğunda konukların arasında o gece kalacak olan kadını çoktan seçmişti. Biraz fazla makyajlıydı. Neyse ki sabah yollayacaktı. O tabakanın altında ne olduğu çok önemli değildi. Yakın markaja alıp kalan sürede başkalarının etkilemesine izin vermeden niyetini belli etmişti. Genç kadının da neler olacağını net olarak anladığı belliydi.  
Dans ederken başlamışlardı neredeyse sevişmeye. Artık diğerlerinin de gitme saati yaklaşmıştı. Kenan için gece şimdi başlıyordu.  

*****  

Hazal, pazar sabahına uykusunu alarak başlamıştı. Yatak odasının ses geçirmezliği tam istediği gibi olmuştu. Bu fırtınalı günlerin de artık kendisini korkutmayacağı anlamına geliyordu. Kocaman kadındı ama hala gök gürledikçe sıçrayarak uyanıyordu.  
Kahvaltı öncesi her sabahki gibi yoga yapacaktı. Bedenini esnetmenin ruhuna da iyi geldiğini anladığından beri vazgeçilmeziydi.  
Saat daha yedi olmadan kahvaltısını da bitirmişti. Üstünde beyaz atleti, altında ise giymekten keyif aldığı çizgili pijamalarından biri vardı. Annesinin seksi ol, güzel gecelikler al kendine demesine rağmen çocukluğundan beri onlarca çizgili pijama eskitmişti. Kız kardeşi Hazar'ın emekli piknikçi benzetmesine kızsa da pijamalarından vazgeçmeyi düşünmüyordu.  
Terasın ucuna kadar yürüyüp yine parmaklıklara yaslanıp eşsiz deniz manzarasını izlemeye başladı. Aslında içten içe yan tarafta bu gece kimin kaldığını merak ediyordu. Alışmıştı parti sabahı daha doğrusu öğle sonrası birileri ile karşılaşmaya. Belki de kadınlar kendilerini özellikle gösteriyorlardı. Sahipli demek için olabilirdi ama böyle düşünceleri varsa Hazal o kadınlara daha çok acırdı. Henüz iki kez gördüğü biri olmamıştı. Böyle adamların nesini çekici buluyorlardı acaba? 
Göz ucuyla yan terasa baktığında her tarafın bardak ve tabaklarla dolu olduğunu gördü. Temizliği kimin yaptığını merak ederken hiç ummadığı bir şey oldu ve sabahın o saatinde yan terasa biri çıktı. Hemen bakışlarını kaçırdı Hazal.  
Görüşmek, selamlaşmak istemediği için hızlı adımlarla içeri girdi. Merak etmiyordu komşusunu.  

*****  

Kenan, erken biten gecenin ardından tahmininden çok önce uyanmıştı. Kendisini neyin uyandırdığını bilmiyordu. Bu kez yatağında sürpriz yoktu. Dün geceki kadın sevişmelerinin ardından biraz fazla yılışınca taksi çağırıp yollamıştı. Evlenme cüzdanı hayal edecek kadar deli biriydi. Hem de Kenan'dan! Ne demişti? Ah tamam hatırlamıştı. "Kahvaltıda ne seversin, sana kendi ellerimle hazırlayacağım her sabah kahvaltını." Her sabah... bir sabaha bile katlanamayacağını anlaması hiç de zor değildi.  
Terasın dağınıklığından artık sıkılıyordu. Yiyor içiyor ve gidiyordu arkadaşları. Her hafta sonu ona gelinmesi de artık sıkmaya başlamıştı. Tamam o davet ediyordu ama son zamanlarda başka kimsenin kendi evine davet etmediğini de fark ediyordu. Hepsi gelirken yiyecek içecek getiriyordu da artlarında çöp ve kirli yığını bırakıp gidiyorlardı.  
Solundan kalkmış gibiydi. Aslında aklında çözemediği işle ilgili düşünceler olduğundan canı sıkkındı. Tüm gece bu sıkıntıyla geçmişti. Şimdi artık şu pislikleri ortadan kaldırmak ve biraz çalışmak için güzel bir gün onu bekliyordu.  
Çöp poşeti ile terasa çıktığında yan komşunun da o saatte terasta olduğunu görüp şaşırdı. O da erkenciydi belli ki. Belki de o hep erkenciydi. Bu saatte ayakta olması tuhaf olan kendisiydi. Kadının kendisini fark edip içeri girmesi tuhaf gelmişti. Belki de zaten girecekti, sadece denk gelmişti. Ne olduğunu sorgulayacak ruh halinde değildi.  Hızlı hareketlerle terası toparladıktan sonra kendine kahvaltı hazırlayıp tekrar terasa çıktı.  

Yan terastan konuşma sesleri geliyordu. Kulak kabartıp dinlerken çayını yudumluyordu. Güzel bir ses telefondaki kişiye, "Her gün birileri arayıp kapatıyor. Biraz daha sürerse savcılığa başvuracağım."  
Kim niye arayıp kapatıyordu ki? Telefonu arayan numarayı göstermiyor muydu? Karşı taraf da sormuş olmalı ki aynı güzel ses yanıtladı. "Her seferinde başka numara. Geri arıyorum açan yok. Bilinmeyen numaralardan sordum telefon kulübeleri hepsi de." 
Kenan şaşırmıştı. Kim bu kadını kulübelerden arayıp kapatacaktı ki? Başı dertte miydi? Peşinde eski bir aşık falan mı vardı? 
"Kaçta buluşuyoruz?" 
Komşusunun sevgilisi vardı. Bugün de buluşacaktı. Kenan sonrası çok özele girecek diye dinlemekten vazgeçti. Kahvaltı tabağı ile boş bardağını alıp içeri girdi. Yeniden çay alıp terasa dönecekti. Saatine baktığında henüz sekiz olduğunu görüp şaşırdı. Gerçekten bu kadar erken mi kalkmıştı? 

*****  

Hazal, dinlendiğinden habersiz kardeşi ile konuşmaya devam ediyordu. "Bak çok işim var, annem de beni oyalamaya kalkar sen yardım et ki erken ayrılayım." 
Hazar'ın destekleyen sözlerinden sonra rahatlamıştı. Bu sabah aile toplantısı yapacaklar, birlikte kahvaltı edeceklerdi. En geç on iki gibi evde olursa işlerini halletmek için vakti kalacaktı. İllüstratör olarak çalışmaya başladığından beri farklı işler alıyordu. Hafta içinde teslim etmesi gereken bir işin sonuna gelmişti. Dönüp tamamlamak iyi bir mazeretti. Annesi büyük ihtimalle bu buluşmayı fırsat bilecek, mutlaka iki kızına da evlenmedikleri için söylenecekti.  
Kız kardeşi ile arası iki yaştı. İkisinin de evlenmeye gerçekten niyetleri yoktu. Hayatlarından memnunlardı. Hazal, uzun yıllardır tek başına yaşıyordu. Hazar da üç senedir ablasının yolunu seçmiş, kendi evine çıkmıştı. Hazar çevirmenlik yapıyordu. Bazen iki kardeş ortak iş alıyorlardı. Biri çevirirken diğeri çizimleri yapabiliyordu. Nadir de olsa böyle ortak iş yapmak hoşlarına gitmişti. Aslında Hazal ara ara birlikte bir şeyler yapmak istiyordu ama o kadar yan yana olurlarsa aralarında sorunlar çıkacağından korkuyordu.  
Konuşma bittikten sonra içeri girip hazırlanmaya başladı. Ailede herkes çok erken kalktığı, hatta yoga aşkı anne ve babasından kendilerine geçtiği için bu saatte evden çıkmak sorun olmayacaktı. Büyük ihtimalle annesi çok şeyi taşımıştı bile masaya. En sevdiği çizgili pijaması yerine en sevdiği dar kotunu giydi. Üstündeki beyaz atleti çıkartıp beyaz düşük kollu dar bir penye bluz giydi. Saçlarını sıkı sıkı tepesinde atkuyruğu yaptı. Yüzü bronzlaşmıştı. Çok az allık ile parlaklık verdi. Parlatıcı ruj, göz kalemi ve rimel ile bitmişti makyajı. Fazlası zaten bu sıcakta çekilmiyordu.  
Telefonu, tableti ve çantası ile evden çıktı. Aklına gelenleri yazmak için tabletini tercih ediyordu. Telefonun tuş takımı ile yazmaya çabalarken kelimeler kendinden geçiyor, okurken bir anlam ifade etmiyordu. O yüzden daha büyük tuş takımı olan tabletini yanından ayırmıyordu. Garajdan arabası ile çıkarken yanındaki park yerinde yer alan güzel spor arabaya baktı. Kendi 4x4 ünün yanında küçücük kalsa da, Hazal'ın arabasından en az üç tane alacak kadar pahalıydı. Yan komşusunun olduğunu biliyordu. Park yerleri daire numaralarına göre ayarlanmıştı. Bu sabah erkenden kalkmış olması şaşırtıcıydı. Belki de daha yatmamıştı. Neyse ki yeni yatak odası sayesinde hiç ses duymamıştı.  
Arabasını dikkatli şekilde garajdan çıkartıp yola koyulduğunda aklında olan tek şey annesiyle babasını özlediğiydi.  

*****  

Kenan, yan dairenin kapısının açıldığını duyduğunda tam kapıdan çıkmak üzereydi. Hemen kapıyı açıp komşusunu görmek için ondan tarafa baktı. Ama kapıda gördüğü genç bir adamdı. Yan kapının açılması ile tedirgin olmuştu sanki. Sevgilisi miydi acaba? Ama ev sahibi evde yoktu ki! Belki de beni evde bekle demişti.  
Kenan niye olduğunu anlamadığı bir nedenle adamın hareketlerinden şüphelendi. Oysa elinde anahtar vardı ve tek sorun kendisini görmekten kaynaklanan tedirginlikti.  
Kenan, başı ile selam verdiğinde adam da onu selamladı. Asansörle garaja inip arabasının bagajını açtı. İşte buradaydı aradığı çanta. Gerekli evraklar içindeydi ve onu arabada unutmuştu. Son zamanlarda sık sık böyle dalgınlıklar yapıyordu. Bir arkadaşı ruhunun bedeninden daha yorgun olduğunu söylemişti. Haklı olabilirdi fakat ruhunu dinlendirmeyi bilmiyordu. 
Çanta ile yeniden asansöre yöneldiğinde çoktan başkası tarafından çağırıldığını fark etti. Nihayet asansör garaja indiğinde aradan en fazla beş dakika geçmiş olmalıydı. Kendi katına çıktığında yan daireden gelen sesleri duydu. Sanki biri hızlı hızlı bir yerleri karıştırıyor gibi çekmece kapak sesleri duyuyordu.  
Hızlıca kendi evine girip telsiz telefonu eline alıp terasa çıktı. Uca doğru yürürken bir yandan da apartman görevlisini arıyordu. Kısaca kendini tanıtıp yan daire sahibinin erkek arkadaşı ya da kardeşi olup olmadığını, o evde yokken bile evine girip girmediğini sordu. Olumsuz yanıtlardan sonra her ihtimale karşı tarif ettiği erkeğin apartmandan çıkmasını engellemesini söyledi. Hemen polisi arayıp hırsızlık ihbarında bulundu. Ardından da her erkeğin evinde olması gereken beyzbol sopasını alıp balkonun alçak kısmından sessizce yan dairenin terasına atladı. Neyse ki sıcak hava yüzünden teras kapıları açıktı. En üst kat iki daireden oluştuğu için ve komşusuna güvendiği için açık bırakmış olmalıydı. Kendisini mutlu hissettiğini fark edip kızdı. Sırası mıydı? 
Elindeki sopayı sıkı sıkı tutarken seslerin geldiği odaya yürüdü. Yanılmamıştı. Adam bir sürü elektronik eşyayı çantalara doldurmuştu. Şimdi de antika görünümlü bir sürü fotoğraf makinesini başka bir çantaya gelişigüzel atıyordu. Kıymetini bilmediği ama eskiciye satabilecek bir şeyler olduğunu anladığı belliydi. Meraklısının binlerce lira vereceğini aklı kesmezdi aptal hırsızın. İşine o kadar dalmıştı ki Kenan'ın arkasına kadar geldiğini duymamıştı.  
"Sakın hareket edeyim deme, yoksa kafana yersin sopayı."  
Genç adam elindeki makineyi düşürmemek için bir iki hamle yapmaya çalışırken iyice dengesini kaybetmiş makine ile birlikte yere düşmüştü. Bu kadar korkak bir hırsız beklemeyen Kenan onun düşüşü ile şaşırmış, kısa bir an sonra toparlanıp kollarını geriye bükerek yerden kaldırmıştı.  
"Bırak beni gideyim. Tamam hepsini bırakıyorum. Bırak beni." 
"Niye? Başka evleri soy diye mi?" 
"Ben hırsız değilim." 
"Ah tabii ya sen makine koleksiyoncususun. Bunları da beğendin koleksiyonuna katacaksın." 
"Ne? He... şey. Yok abi valla billa hırsız değilim." 
"Birincisi senin abin değilim! İkincisi bu hırsızlık. Sana ait olmayan eşyaları almışsın, durdurmasam çıkıp gidecektin." 
Onlar konuşurken en yakındaki polis ekibi gelmişti bile. Kenan genç adamı bıraksa kendi evine kaçabileceğini düşünüp kapıyı ekiplere onu da sürükleyerek açmıştı. Polisler karşılarında iki kolu da arkada birleştirilmiş başı eğik adamı gördüğünde şaşırmıştı.  
Kenan kısaca olanları anlattı. Kelepçe takılan adamın ifadesini alırlarken apartman görevlisinin haber verdiği Hazal da evine dönmüştü. Yanında kendisine benzeyen kız kardeşi ile birlikte gelince Kenan önce hangisinin komşusu olduğunu anlamadı. Genç kadının hırsızı gördüğündeki şaşkın ifadesi ve istemsizce söylediği "Sen!" kelimesi ile kimlik tespitini yapmış oldu. Fakat tuhaf olan kadının hırsızı tanımasıydı.   
Detaylar yavaş yavaş oturmuştu. Genç kadının evinde tadilat yapan ekiptendi. Evde çalışırken anahtarın kopyasını bir kalıba almıştı. Daha sonra sık sık kadının ev telefonunu çaldırmış evin boş olduğunu anladığı an da planını uygulamıştı. Evde çok fazla elektronik eşya vardı. O eski fotoğraf makinelerini de eskiciye satabileceğini düşünmüştü. Çok borcu vardı. Onları satıp borcunu kapatacaktı. İlk kez böyle bir şey yaptığını söylese de polisler inanmamıştı. Parmak izlerinden daha önce işlenmiş suç varsa tespit edeceklerini söylemişlerdi.  
"Çalmaya teşebbüs ettiği eşyalarımı götürmeyeceksiniz değil mi? Özellikle bilgisayarlarımla çok işim var. Yetiştirmem gereken işler!" 
"Olay yeri inceleme gelip parmak izlerini alana kadar hiçbir yere dokunmayın." 
"Memur bey, elinde eldiven var. Neyin izini alacaklar?" 
"Yine de dosyanın tam olması için o incelemeler de yapılmalı. Gün içinde ekip gelir. Biz de bunları karakola götürüp tespit yaptıracağız. Daha sonra teslim alabilirsiniz. Sizin için biraz hızlı çalışacağımızı söyleyebilirim sadece." 
Hazal, sinirlerinin daha çok bozulmasını engellemeliydi. Yoksa kalan sürede gereken verimlilikte çalışamayacaktı. Şimdi işi uzatmak yerine çözüme yardımcı olmalıydı. Kız kardeşini evde bırakıp kendi karakola giderse daha hızlı geri alabilirdi. Elle çizeceği bir şeyler vardı aslında ama bunu anlarlarsa işi boşlarlar diye korkuyordu. Kararını verdikten sonra, yan komşusu olduğunu ve hırsızı yakalamalarını sağlayan genç adama teşekkür etti.  
Kenan, genç kadına bakıp gülümsedi. "Aslında niye açık bıraktınız diye kızmam lazım ama iyi ki teras kapınız açıktı. Yoksa çalıp kaçacaktı. Yine de siz bir daha böyle bir tedbirsizlik yapmayın." 
"Haklısınız. Aslında açık bırakmak alışkanlığım değil ama pazar, güpegündüz başıma böyle bir şey geleceğini düşünmedim. Zaten en çok bir saat sonra evdeydim ve yan dairemin hırsızlık merakı olmadığından emindim." Bu adam mıydı her hafta kendisini uykusuz bırakan? Hiç tahmin ettiği gibi biri değildi. Esmer, hafif kirli sakallı, kemersiz burunlu siyah gözlü biriydi. Yakışıklı mı çekici mi sorusunda galiba çekici bir adım öne çıkıyordu. Güldüğünde bu iki adım bile oluyordu.  
"Güveninize teşekkür ederim. Zaten hırsız kapıyı kullanacak kadar arsızdı. Geçmiş olsun. Ben artık kendi daireme geçeyim. Sizinle böyle tanışmak istemezdim. Yine de çok memnun oldum." 
"Ben de memnun oldum." Bu adamı gürültü yüzünden defalarca uyarmıştı. O ise kendisine yardım etmişti. Kuru bir teşekkür ile affettirmek olmazdı. Hem böyle çekici biri ile uzun zamandır vakit geçirmemişti. Hayatına daha fazla sokabileceği biri değildi, sadece bir akşam yemeği teklif ederek yaşanan olumsuzlukları telafi edeceğini düşünüyordu. Teklifi ilettiğinde, Kenan çok kısa bir an düşündü. Sonra başını olumlu anlamda sallayıp kabul etti.  
Hazal, o sırada telefonda konuşan kız kardeşinin de bu daveti duyduğunu ve adamın arkasından baş parmağı ile yukarıyı gösterip başarılı bir atılım olarak nitelendirdiğini gördü. Sanki fazlası varmış gibi bir tavır sergilese de Hazar'ın aklından geçenler Hazal'ın aklından geçmeyecekti. Geçemezdi. Adamın nasıl bir hayatı olduğunu her an takip edebilecek kadar yakın oturuyordu.  
"O zaman hafta içi bir akşam sizi bekliyorum." 
"Siz mi yapacaksınız yemeği?" 
"Merak etmeyin zehirlenmezsiniz. Alerjiniz olan ya da sevmediğiniz bir şey var mı? Aç bırakmak istemem." 
"Bildiğim kadarıyla alerjim olan yiyecek yok. Bakla ile yapılan hiçbir şeyi sevmem." 
"Mevsimi değil zaten."  
Kenan, ne demek istediğini anlamak için baktı yüzüne. Marketler her şeyi bulunduruyordu. Mevsime bağlılık mı kalmıştı? 
Hazar, onların konuşmalarının gittiği yönü fark edince yanlarına geldi.  
"Sağlıklı yiyecekler ile mideniz bayram edecektir. Bizim ailenin kurallarının başında gelir sağlıklı beslenme." 
Kenan, polisler varken tanıştığı Hazar'ın açıklamasından sonra yemek davetini kabul ettiğine pişman olmuştu. Hangi otları yiyecekti acaba yemek niyetine?  
İki kız kardeş yan yana dururken ikiz gibiydiler. Daha fazla oyalanmak istemediğini unutup sordu. "İkiz misiniz? Çok benziyorsunuz." 
"Bu bana iltifat, kardeşime hakaret gibi oldu. İki yaş var aramızda." 
"Çok değilmiş. Kimseye hakaret ya da iltifat etmek istememiştim. Gerçekten benziyorsunuz. Boy ve renkler aynı, yaş farkı az olunca eminim benim gibi düşünen çok olmuştur." 
"Olmaz mı? Hem ablamın çok hoşuna gidiyor bu olay. Kendini iki yaş daha genç hissediyor." İkisi de alışkındı bu muhabbetlere ama çok az insan Kenan kadar rahatlıkla iltifat ederdi. Hazal, onun kadınları böyle baştan çıkarttığını düşününce az önceki memnuniyeti kalmadı. Kenan, Hazal'ın düşündüklerinden habersiz devam etti.  
"Genç zaten. Neyse güzel bayanlar, sizleri de tutuyorum, kendi işlerimi de geciktiriyorum. Biraz çalışmam lazım. Hafta içi çarşamba akşamı uygun mu?" 
"Uygun." Hazal, hafta sonu nasılsa programı vardır, diye geçirdi içinden. Kendisinin de işine geliyordu çarşamba akşamı. Bilgisayarlarını alır almaz çalışırsa çoktan bitirmiş, teslim etmiş olacak, kafası rahatken yemek hazırlayacaktı. Hazar'ın göz korkutmasından sonra ne beklediğini tahmin etmek zor değildi.  
Genç adam, geldiği yoldan yani terasın alçak duvarından kendi tarafına geçti. Nihayet komşusu ile tanışmıştı. Güzel sayılacak biriydi ama kesinlikle kendi tipi değildi. Onun tipi kadınlar, kot ve tişört ikilisini bu kadar sade giymez, böyle makyajsız gibi dolaşmazdı. Çok baskın özellik olmasa da sarı ve kızıla boyanmış saçları tercih ederdi. Genç kadını gözünün önüne getirdi. Evet, kesinlikle tipi olmayan bir güzellikti.  
Saatler önce arabasından aldığı ama bir köşeye fırlattığı çantasını alıp işe koyuldu.  

*****  

"Korkutucu biri." 
"Kim?" 
"Yan komşun!" 
"Niye korkutucu olsun?" 
"Yakışıklı, çekici, karizmatik, entelektüel, esprili... ürkütücü işte." 
"Bir kısmına katılıyorum. Ama unutma ben onun nasıl bir hayatı olduğunu iyi biliyorum. O yüzden uzak durarak ürkmeyecek, korkmayacağım." Bunları kendine daha sık tekrarlamalıydı. Adam gerçekten ürkütücüydü. Akıldan hemen çıkan tiplerden değildi.  
"Aranızda sadece bir duvar var. Gerçekten çok uzaksınız." 
"Bazen yan yana bile olsan uzak oluyorsun. Mesela sen ve sevgilin!" 
"Eski... Eski sevgilim." 
"AAA niye bundan benim şimdi haberim oluyor?" 
"Aslında dün akşam ayrıldım. Şimdi onun barışalım çabasının sırası. Sonra benim istemem yan cebime koy kısmını bekleyecek... ve ablacığım, bu kez bulamayacak o Hazar'ı" Kardeşinin sesi ilk kez kararlıydı ve üzgün bir ton yoktu.  
"Üzüldüm diyemeyeceğim. Umarım kendi kararını uygular ve uzak durursun artık ondan. Seni bir gün mutlu edip haftalarca üzen birisi ile yapamayacağın belli. Zorlama artık." 
"Galiba hata yaptığımı kabullenmek zoruma gittiği için bu kadar sürdü. Oysa sen beni uyarmadan önce de biliyordum yanlış insan olduğunu." 
"Şimdi...Evine gitmen gerekiyor mu?" 
"İşlerim var." 
"Çeviri?" 
"Evet." 
"Tamam, git, bilgisayarını, dosyalarını sözlüklerini falan işte ne gerekiyorsa al gel. Bir süre benimle kalmalısın. En azından bu gece. Şu kapının kilidini yarın değiştirteceğime göre bu gece beni koruyacak birine ihtiyacım var." 
"Kenan bir bağırış uzağında. Eminim o beyzbol sopası ve boxeri ile anında atlar teras duvarından." 
"Boxer mı? Dalga geçme ablayla. Aslında itiraf etmeliyim, onun yan tarafta olduğunu bilmek iyi geliyor ama benim bu evin içinde birine ihtiyacım var bu gece." 
"Bakıyorum sopa değil de iç çamaşırı kısmı daha çok dikkatini çekti. Tamam uğraşmayacağım. Merak etme, sen teklif etmesen de ben kalacaktım. Şimdi annemleri arayıp son durumu anlatacağım. Kalacağımı da söyleyince rahatlarlar. Az önce konuşurken senin onlara gitmeni istiyorlardı. Böylece bu işkenceden de kurtulacaksın. Düşünsene annem sana sabaha kadar evlilik ve çocuk üzerine vaaz veriyor." 
"Düşünmek bile istemiyorum." 
Hazal, karakoldan aldığı bilgisayarını balkona çıkartmıştı. Çayını içtikten sonra biraz çalışırsa beyni rahatlar, olanları düşünmekten vazgeçerdi.  
Hazar annesi ile konuşurken Hazal da mutfakta ikisi için sakinleştirici bir bitki çayı yaptı. Sonra terasa çıktılar, hafif bir müzik eşliğinde biri koltuğa biri şezlonga uzandı. Bir yandan konuşuyor, bir yandan çaylarını yudumluyorlardı. Hazal bir sorusuna yanıt alamayınca kardeşinin uykuya daldığını fark etti. Kendisi de elindeki fincanı bırakıp biraz daha uzandı. Bir iki saat uyumanın kimseye zararı dokunmazdı. 

*****  

Kenan işleri kolayladığını düşündüğü andan beri kendini yeniden işe verememişti. Oysa en fazla yarım saat daha çalışsa elindeki proje bitecekti. Onun yerine komşusunu düşünürken buldu kendini. Dar kot dar penye ile ne kadar güzeldi görüntüsü. Makyajı da ne kadar azdı. Neden buna takılmıştı? O değil miydi geçen gün aşırı boyalı birisinden rahatsız olan? Saçma şeyler takılıyordu aklına. Acaba korkuyor muydu yeniden hırsız girmesinden? İşte bir başka saçma düşünce. Ona neydi? İyi ama tek başına yaşayan bir kadın, gündüz evine hırsız girince tedirgin olurdu. En azından kendi varlığını, çağırırsa geleceğini falan bilmeliydi. Artık tanıştıklarına göre terastan bakmasında bir sakınca olmamalıydı.  
Yine de rahatsız etmemek için sessiz adımlarla çıktı terasa. Çok hafif bir müzik sesi duydu. Başını uzatmadan görebileceği kadar yürüdüğünde yüzünde anında bir gülümseme oluştu. İki kız kardeş de uyuyordu. Onları uyurken izledi. Çok özellerine girdiğini düşünüp uzaklaştı. Neyse ki uyuyacak kadar rahatlamışlardı.  
Bugüne kadar hiç karşılaşmamış, hiç görmeye çalışmamıştı komşusunu. Hatta biraz kızgındı ama bugün başına gelenin aslında sorumlusu kendisiydi ve Hazal bu tarafını hiç düşünmediği için kendisini yemeğe davet edip teşekkür etmek istemişti.  
Gürültü yapıyor diye odasına ses yalıtımı yaptırmasa bu adam evdeki eşyaları görmeyecek, hırsızlık yapmaya niyetlenmeyecekti. Kendini gerçekten kötü hissediyordu. Şu parti işlerini biraz azaltmalıydı. En azından iki haftada bir güne indirmeliydi. Elbette bir anda kesip atamazdı. Zamanla davetleri azaltacaktı. Bu hafta sonundan başlamalıydı.  
Cuma akşamı gelecek olanlara toplu mesaj atıp parti olmayacağını duyurmuştu bile.  

*****  

Pazartesi kilitleri değişmiş, salı alarm ve kamera takılmıştı. Artık kendini çok daha iyi hissediyordu. Kardeşi de iki gün kaldığı ablasını gönül rahatlığı ile bırakıp evine dönmüştü. Eski sevgilisinin barışma ataklarını geri püskürtürken ablasından da destek almıştı. Hayatları normale dönmüş sayılırdı.  
Çarşamba akşamı için yemek hazırlığına bir gün önceden başlamıştı. Bazı zeytinyağlıların erken pişip beklemesi tatlarını daha iyi ortaya çıkartmalarına yarıyordu. Mutfakta iyiydi. O yüzden salı az az üç çeşit zeytinyağlı yemek hazırlamıştı. Çarşamba ise ana yemeği hazırlayacaktı. Kenan'ın şaşıracağından emindi. Hazar'ın sözlerinden sonra bakışlarındaki paniği yakalamıştı. Onu biraz korkutmak iyiydi. Kendi kendine gülümsedi.  

Yemek için iki şişe şarap seçmişti. Yemekten sonra da devam ederler miydi? Bir şişe daha koydu kolundaki hasır sepete. Her zaman alışveriş yaptığı şarap evinde dolaşmak, ahşap fıçı kokularını duymak çok hoşuna gidiyordu. Sahibi ve arkadaşı olan genç kadın yanına gelip ne istediğini sormuş ve ne seçmesi gerektiğini söylemişti. Kaç derecede servis edilmeli, ne kadar havalanmalı... Seviyordu işini böyle severek yapan insanları.   
Taze Türk kahvesi ve aynı yerden aromasız filtre kahve aldıktan sonra evin yolunu tuttu. Terastaki iki kişilik masasını hazırlayacaktı. Yanındaki servis arabası ile masanın küçüklüğünü yok etmeyi planlamıştı.  
Saat yedi olmuştu. Her şey hazırdı. Nihayet kapı çaldığında içindeki gereksiz heyecanı bastırdı. Sonuçta bu sadece teşekkür yemeği idi. 

Kenan, tatlı konusunda kararsız kaldığını hissedince ve Hazar'ın ablasının sağlıklı beslenme takıntısı olduğunu söylediği konuşmayı hatırlayınca, doğal sütle yapıldığını bildiği dondurmadan almıştı. Bu kez de neyli sevdiğini bilmediği için çeşidi bol tutmuştu. Acaba çiçek fazla mı kaçacaktı? Ya da içecek götürmek? İnsan yan komşusuna giderken ne götürürdü ki? Balkonundaki çiçekleri anımsadı. Seviyordu çiçeği. Saksı çiçeği almak fena fikir değildi. Çiçekçiden çıktığında genç kadının seveceğini umduğu sukkulentlerle yapılmış büyük bir saksı taşıyordu.  
Kapıyı çaldığında ise kendini biraz aptal gibi hissediyordu. Abartmıştı! Kesinlikle abartmıştı. Artık çok geçti çünkü genç kadın ilk gördüğünün aksine, çok güzel bir yazlık elbise ve tek taraftan omzunun üstüne bırakılmış açık saçları ile kapıyı açmıştı bile. Yine belli belirsiz makyaj vardı. Galiba sadece kirpiklerini biraz daha belirginleştirmişti.  
Ağır saksı yerine hafif dondurma paketini uzattı.  
"Bunu nereye koyayım?" 
"Terasa... Çok zahmet etmişsin ama daha fazla kibarlık yapamayacağım. Kim hazırlamışsa muhteşem gözüküyorlar." 
"Beğenmene sevindim. Sanırım en kısa sürede kendime de alacağım. Bakımı kolaymış." 
Bir süre daha çiçeklerden konuşup terasta Hazal'ın gösterdiği yere yerleştirdi saksıyı. Aslında çiçeklerden konuştuğuna inanamıyordu. Temizlik için gelen görevli sulamasa onların varlığını bile anımsamayacak, hepsi ölüp gidecekti. 
Terasın önüne taşınmış masayı gördüğünde gözlerine inanamadı. Çok şık bir masa ve yanında bir sürü güzel yeşil ot vardı. Gerçekten bunlarla mı doyacaktı? Üç ayrı çeşit salata! 
"Yemeklerimiz hazır. Ne içersin?" 
"Su" 
"Su mu?" 
Hazal, gülmemek için kendisini zor tutuyordu.  
"Hemen getiriyorum." İçeri girip daha önce hazırladığı mezelerin olduğu ahşap tepsiye bir şişe su koymuştu.  
Kenan tepsinin içindekileri görünce sadece salata yemeyeceği için biraz rahatladı. Üç çeşit de meze vardı.  
Hazal, az az servis yapıp ana yemeğe yer bırakmasını sağlamasa Kenan bunlarla doymaya çalışacaktı. Onlar soğuk mezelerden yerken içeriden mis gibi kokular gelmeye başlamıştı. Ana yemeğin de o mezeler olduğunu düşünen Kenan, duyduğu kokulardan sonra daha da acıktığını fark etti.  
"Bir şeyler daha mı var?" 
"Beş dakikası daha var. Salata ve meze ile doyacağını sanmıyorum. Şimdi... şaka kısmını geçtiğimize göre, bu yemek için özel olduğunu söyleyen arkadaşıma güvenip şarabımızı da getiriyorum." 
Kenan, ana yemeği de diğerleri kadar beğenmişti. Şarap gerçekten lezzetli ve çok uygundu. Nereden aldığını sorduğunda bir süre konuştular. Konular kendiliğinden açılıyordu. Yeni tanışan insanların merakında bir sürü soru ile yeni bilgiler aldılar birbirleri hakkında. Kenan nihayet aklındakileri söyleme vakti geldiğini anlamıştı. Sonra daha rahat konuşabilirlerdi.  
"Hazal, sanırım senden öncelikle özür dilemem gerekiyor." 
"Neden özür diliyorsun, anlamadım?" 
"Benim arkadaşlarla verdiğim partiler olmasa şu tadilat ve sonrasında başına gelenleri yaşamayacaktın. Kendimi üç gündür gerçekten kötü hissediyorum." 
"Aslında sana çok kızgındım ama o hırsızı yakalaman tüm kızgınlığımı yok etti. Olacakmış diyelim. Hem sadece senin yaptığın gürültüden değil, gök gürültüsünden de kurtuldum." Kenan'ın bilimsel açıklamalar yapacağını anlar anlamaz elini kaldırıp susturdu. "Ne olduğunu bilmem, korkmama engel değil." Sonra yine hırsızlık konusuna döndü. "Ayrıca eğer o çalmaya niyetlendiklerini yitirseydim gerçekten çok üzülürdüm. Hatıraları olan parçaların yanı sıra tüm iş dosyalarımın olduğu bilgisayarlarımı da kurtardın." 
Gök gürültüsü kısmına tebessüm etse de o konuda konuşup utandırmanın anlamı yoktu. Daha çok merak ettiği kısmı sordu.  
"Fotoğraf makinelerinin mi hatırası var?" 
"Evet, onlar dedemden kaldı bana. Çok meraklıydı fotoğraf çekmeye." 
"Sen?" 
"Benim gözüm göz değil. Dedem gibi kompozisyonlar yakalayamıyorum. Hem zaten benim baktığım türlü dünya yok. O yüzden, olmayanı kendim çiziyorum." 
"Çiziyor musun? Ressam mısın?" 
"Aslında grafikerim. Ama son yıllarda illüstratörlük yapıyorum." 
"Şimdi beni şaşırttın işte. İkimizin de işinin çizgilerle olması tuhafmış. Ben de mimarım." 
"İlginç bir rastlantı gerçekten. Sizin işler de artık bilgisayarla yapılabiliyor değil mi?" 
"Çoğu aşamasını bilgisayar programları sayesinde yapsak da ben eski yöntemleri seviyorum. Daha sıcak projeler çıkıyor ortaya bence. Ya sen? Program mı kullanıyorsun?" 
"Ben de iki türlü de çalışıyorum. El çizimleri daha ağırlıklı oldu son zamanlarda." 
"Kardeşin de çevirmendi sanırım." 
"Evet, bir ara ben de yaptım. Sonra sıkıldım ve kelimeler yerine şekilleri tercih ettim." 
Yerken konuşuyor, konuşurken yiyorlardı. İkinci şişe şarap ne ara yarılanmıştı ikisi de farkında değildi.  
Kenan, uzun zaman sonra ilk kez bir kadınla bu kadar uzun zaman geçirdiğini fark etti. Keşke sevdiği kadınlar gibi biraz daha havalı, biraz daha renkli olsaydı. Yazlık elbisesi bile güneş renklerini sadece eteklerinden barındıran beyaz bir elbiseydi. Az öz kullanıyordu renkleri. Oysa kırmızı bir ruj hiç de fena durmazdı o dudaklarda. Libidosu harekete geçmeye niyetlendiğine göre bu hafta sonu kendine bir program yapmalıydı. Arkadaşlarını çağırmamıştı ama bu birisini çağırmasına engel değildi.  
Sessizlik olunca kafasını kaldırıp baktı. Hazal yanıt bekler gibi bakıyordu yüzüne. 
"Affedersin, bir şey mi sordun?" 
Sıkılmıştı bile adam. Haklıydı sıkılmakta. Alışkın olduğu akşamlardan değildi. Bozuntuya vermeden sorusunu tekrarladı.  
"Dondurmanı hemen mi istersin diye sormuştum." 
Buz gibi dondurma şu an çok iyi gelecekti.  
"Evet, lütfen. Seni bilmem ama ben sade severim. O yüzden sade bol." 
"Anlaşıldı. Hemen geliyor."  
Hazal, içeri giderken bir sürü boş tabağı da yanında götürmüştü. Kenan farkında değildi ama mezeler ve ana yemekten tabağında hiç kalmamıştı. Ne ara o kadar yediğini hiç anlamamıştı. Sağlıklı denildiğinde ot yiyeceğini düşünen biri için ziyafetti resmen yedikleri.  
İki büyük dondurma kasesi ile gelmişti Hazal. Birinde tepeleme sade dondurma varken diğerinde her çeşitten vardı.  
"Hiçbir zaman karar veremedim bu konuda. Sanırım elli çeşit olsa hepsini isteyeceğim tabağımda." 
"Karnın ağrır." 
"Hasta da olurum. O kadar dondurmaya boğaz mı dayanır?" 
Bir yandan uzaktaki teknenin ışıklarını izliyorlar, bir yandan dondurmalarını yiyorlardı. Kenan o kaşığın ağzına girişine bakmamak için kendini çok zorluyordu. Hiç böyle bir şey düşünmemişti dondurmayı tercih ederken.  
Nihayet kase boşaldığında rahat bir nefes aldı. Artık geceyi bitirebilirdi. Saatine baktığında gözlerine inanamadı. Tam dört saattir Hazal ile muhabbet ediyordu. Gerçekten rekordu onun için.  
Gece bittiğinde Hazal da Kenan da kendini tuhaf hissediyordu. Aslında parti adamı sandığı kişinin bu kadar rahat konuşacağı biri çıkması şaşırtmıştı Hazal'ı. Kenan ise ara ara yaşadığı zor anları hatırlıyordu. Kendi dairesine geçtiğinde hafta sonu için kimi arayacağını düşünerek komşuyu aklından atmaya çabaladı.  

*****  

Teşekkür yemeğinin üstünden iki hafta geçmişti. Bu süre içinde ara sıra karşılaşsalar da bir daha uzun süreli konuşacak ortamları olmamıştı. Artık terasta biri diğerinin sesini duyduğunda kaçmaya çalışmıyor, selam veriyor ve işine dönüyordu.  
İlk hafta sonu parti bekleyen Hazal, sessiz akşam ile büyük şaşkınlığa düşmüştü. Ertesi sabah ise geç bir saatte balkonda bir kadın sesi duymuş ve partinin fazla özel olduğunu anlamıştı. İçinde uyanan kıskançlık değildi elbette. Sadece uzun zamandır bir erkek arkadaşı olmamasının açlığı idi. Buna bir çözüm bulması gerekiyordu.  
Çözüm hiç ummadığı yerden Kenan'dan gelmişti.  
Bir sonraki hafta sonu yine bir parti veriyordu ve bu kez Hazal da davetliydi. Gitmemeyi ciddi olarak düşünmüş, Hazar'ın ısrarı ile kabul etmişti. Yeni birileri ile tanışmak iyi gelecekti 

*****  

Hazal, son kez aynada kendine bakıp elindeki tabakla evden çıktı. Yan dairenin kapısını çalarken bir sürü konuğun sesinden, duymayacaklarını düşünmüştü ama kapı hemen açıldı. Yabancı biri bakıyordu kendisine.  
"Gel." derken herkese aynı şeyi yaptıkları belliydi. Kim olduğunu sormamışlardı bile. Elini kolunu sallaya sallaya katiller, hırsızlar girebiliyor muydu buraya? Tanışma gereği duymadı Hazal. Tek tek tanışmakla uğraşamayacaktı. Zaten yemek davetinin karşılığı olarak davet edildiğini biliyordu. Bir saat kadar kalır, sonra evine geçerdi.  
İlk kez gördüğü evi inceleyerek terasa yürüdü. Her yerde insanlar oturuyor, ayakta duruyor, gülerek konuşuyordu. En az yirmi kişi olmalıydı. Daha terasa varmadan yine kapı çalmıştı. Niye bu kadar gürültü olduğunu anlıyordu artık. Kaçını susturabilirdi ki? 
"Hazal?" 
Kenan, Hazal'ı görmüş, arkadaşlarından ayrılıp karşılamaya gelmişti. Elindeki tabaktan güzel kokular geliyordu. Masalardan biri yiyeceklere ayrılmıştı. Hepsi kaliteli, lezzetli de olsa hazır ürünlerdi. Bu tabağın el yapımı olduğundan emindi.  
"Hoş geldin. Evi rahat buldun mu?" 
"Taksi şoförü biliyormuş. Eliyle koymuş gibi buldu." 
"Vayyy bu taştı sanırım." 
"Ne taşı?" Bu soru yanlarına gelen Soner'den gelmişti. 
"Soner, bu hanımefendi yan komşum Hazal. Şakalaşıyorduk." 
"Şu her hafta sonu başını şişirdiğimiz komşun mu? Yoksa bizi terastan atmaya mı geldi?" 
"Senden başlayacakmış!" 
"Bu güzel kollar saracaksa sorun yok, atabilir." 
Kenan, Soner'in iltifatı karşısında gülümseyen Hazal'a bakakalmıştı.  
"Henüz kimseyi atmayı düşünmüyorum Soner Bey. Belki bir ara cinnet geçirirsem denerim." 
"Bey yok, burada hiç bey yok. Soner... ve o zaman ilk dans benim. Böylece canımdan olmadan o kolların arasında olabilirim." 
"Kabul." Zaten amacı bu değil miydi? Yeni birileri ile tanışmak! İşte ilki çıkmıştı bile karşısına.  
Kenan, yeni gelenleri karşılamaya giderken Soner yapışkanından Hazal'ı nasıl kurtarırım diye düşünüyordu. Tüm düşünceleri dar, seksi elbisesi ile kapıdan giren genç kadını görünce yön değiştirdi. Hazal'ı düşünmeyecekti. İşte onun bu akşamki özel misafiri gelmişti.  
Yanaklarından öpüp elinden tutup terasa çıkartmıştı bu kuzguni siyaha boyanmış saçları ve kaşları ile esmer afeti. Arkadaşlarının elinden almaya çalışacağını adı gibi biliyordu. Onları uzak tutmak için uğraşmaya başlamalıydı.  
Neredeyse tüm erkek konuklar iki terası ayıran duvarın önünde toplanmıştı. Onlara doğru yürürken Hazal'ın o kalabalığın ortasında olduğu ve terasından bahsettiğini fark etti. Çakalların hepsi komşusunu sıkıştırmaya mı uğraşıyordu? Yanındaki konuğu unutup kalabalığa daldı.  
"Neler oluyor burada?" 
"Hazal, senin kahramanlığını anlatıyordu." 
"Yan tarafta define sakladığını bilmiyorduk." 
"İnsan böyle komşusu olur da aylardır davet etmez mi?" 
Ve daha o gürültüde tam anlayamadığı bir sürü yanıt duydu Kenan. Sinirlendiğini fark edince kendini toparladı. "Önemli bir şey değildi ve haklısınız, geç tanıştığım için davet edemedim. Artık acısını çıkartırız. Sık sık gelir." 
Yanıt, Hazal'dan geldi ve hepsini şaşırttı. "İlk ve son kez geldim, Kenan. Ben hiçbir zaman parti insanı olmadım."  
Herkesten yükselen itiraz seslerine katılmayan tek kişi Kenan'dı. Hazal, onun suskunluğunu yorumlamak istemese de orada ayrık otu gibi kaldığını düşündüğünden emindi. Zorla davet edilmişti. Ayıp olmasın diye yarım saat daha kalıp evine dönecekti.  
Kenan, bir anda kalabalıktan uzaklaşmaya başlamıştı. Genç bir kadın elinden tutup pist olarak ayrılan boşluğa çekiyordu. Kaşları çatık olarak bir iki geri adım attıktan sonra sırtını dönmüştü Hazal'a. 
Gecenin tadının kaçtığını düşündüğü o an Soner imdada yetişti. "Evettt, bizim de piste çıkma vaktimiz geldi." 
Ve tüm düşündüklerinin aksine Hazal, iki saat sonra hala partideydi. Etrafını kızlı erkekli gruplar sarmış, işini, yoga merakını, hırsızlık konusunu defalarca konuşmuşlardı. Hazal, galiba en çok Caner ile konuşmaktan hatta bazen susmaktan zevk almıştı. Partinin en sakin konuğuydu. Oturup izlemeyi tercih ediyor gibiydi. Avukat olan Caner, o gün çok zorlu bir davadan çıktığını söylemişti. Kazandığı için kutlamaya gelmişti. Her partisinde olmayan konuklardan olduğunu ise araya Soner sıkıştırmıştı. Soner çok eğlenceli, devamlı gülümseyecek bir şeyler bulan insanlardandı. Hazal onun yüzündeki bu gülümsemenin maske olup olmadığını düşünürken buldu kendini.  
Caner ise hiç duygularını belli etmeyen tiplerdendi. Belki de o yüzden onunla konuşmak daha kolaydı. Sadece konuya odaklanıyordu insan.  
Hazal, tüm konukların iş güç sahibi olduğunu öğrenince şaşırmıştı. Özellikle kadınlar hakkındaki önyargılarından çok utanmıştı. Çoğu işkadınıydı. Bir iki tanesi önemli şirketlerde çalışan başarılı kadınlardı. Bu partiler, yazın en uygun ve tanıdıklarla takılabilecekleri yer olduğu için Kenan'ın terasında yapılıyordu. 
Arkadaşlar arasında sevgili olan varsa da Hazal anlamamıştı. Çoğu tek katılmıştı. Bir iki kişi yanında, içinde aşk barındırmayan ilişki yaşadığı kişiyi getirmişti. Kenan da onlardan biriydi. Komşusunun zevkini de anlamış oluyordu. Renk fark etmese de bacak boyu kesin fark ediyordu. Daha önce gördüğü kadınlar da uzundu.  
Kenan'ın kadın zevki onun sorunu değildi. Yani... belki biraz sorundu. Sonuçta her fırsatta o kadını incelememiş miydi? Kıyas yapmamış mıydı? Neyi kıyaslıyordu? Kendi bacakları kısa mıydı? Hem etrafı erkeklerle doluydu. Eğlenmeye devam, dedi kendine.  
Bir yarım saat daha geçtikten sonra artık evine gitmeye karar vermişti. İşte o an hiç beklemediği bir şey oldu. Dört erkek kendisi ile yeniden görüşmek için randevu istedi. Dört... gerçekten randevu mu istiyorlardı? Dördü de hem de! 
Hazal, kapıdan çıkana kadar yapılan bu tekliflerin hepsine hayır demişti. Niye hayır dediğini bilmiyordu ama dans ettiği, konuştuğu, eğlendiği bu insanlardan hiç biri ile çıkmak istememişti. Belki bir ihtimal Caner'den teklif gelse yanıtı farklı olabilirdi. O da teklif etmemişti. Etseydi yanıtı ne olurdu? Çok iyi biliyordu vereceği yanıtı!  
Kenan, Hazal'ı göremeyince yine erkeklerin olduğu tarafa bakmıştı. Orada da yoktu. Nereye kaybolmuştu? Kayıp erkek var mıydı? Caner? Evet Caner yoktu ortalıkta. Acaba yan daireye mi geçmişlerdi? Caner'in beğeni dolu bakışlarını yakalamamış mıydı? Kesin Hazal da fark etmişti. Koluna asılan genç kadını bir yere oturtup aramaya çıkmıştı ikisini. Ne yapacaktı? Bulunca aralarına mı girecekti? Komşuma asılma mı diyecekti? 
Yan dairenin terasına ışık yansıması vurunca Hazal'ın kendisi ile vedalaşmadan evine döndüğünü anlamıştı ve bozulmuştu. Eğer bir de partiden erkek kaldırdığını fark ederse... ederse... ne olacaktı fark ederse? İkidir saçma sapan şeyler düşündüğünü fark edip sert bir içki aramak için terastaki bara gitti. O sırada yanına gelen adamın Caner olduğunu fark edince biraz rahatladı. Arkadaşı hala buradaysa Hazal yalnız dönmüş olmalıydı.  
"Sende Hazal'ın telefonu var mı?" 
"Yok." Çok mu sertti sesi? 
"Benim için alır mısın?" 
"Kendin alsaydın." 
"Bizim çakallar kızdan randevu kopartmak isterken mi? Aptal mıyım ben?" 
"Kim? Kim randevu aldı ondan?" 
"Anladığım kadarıyla hiçbiri. Ama ben şansımız birkaç gün sonra denemek istiyorum." 
"İyi, denersin." 
"Sende niye yok telefonu?" 
"Niye olsun?" 
"Komşun" 
"Sende komşularının telefonu var mı?" Sorular canını sıktıkça yanıtları sertleşiyordu. Kendini kontrol edemezse Caner ile kavga edecekti.  
"Olan var evet." 
"Bende yok. Çok istiyorsan yarın senin için isterim." 
"İsterim. Çok güzel, çok çekici biri. Senin tipin olmadığı için de çok memnunum. Kapışmak istemem seninle." 
"Evet, benim tipim değil." Tipi değildi. Bu akşam bile en sade giyinen, en az makyajlı oydu. Ruju biraz koyuydu ve gözlerine biraz daha kalın bir kalem çekmiş olmalıydı. O bunları düşünürken biri boynundan öptü. Dönüp baktığında özel konuğunu gördü. Neydi adı? Lanet olsun, bu kadının adı neydi? Hatırlayamayınca, elindeki kadehi bırakıp genç kadını piste çekti. Artık ismine ihtiyacı yoktu. 

*****  

Hazal, partiden sonraki günlerde komşusunu görememişti. Evde çalışma masası olduğunu biliyordu. Bazı zamanlar işi çok olunca geç saatlere kadar çalıştığını anlatmıştı. Belki de yine işleri çoktu ya da ödeştikleri için artık ilgi gösterme gereği duymuyordu. Cuma gününe kadar hiç denk gelmemeleri şaşırtıcıydı. Tamam tanışmadan önce de görmüyorlardı ama sonra en azından günaydın ya da iyi akşamlar diyecek kadar bir sohbetleri oluyordu.  
Onunla duvarın iki yanından laflamayı özlediğini kabul etmeliydi. Bu akşam ya da yarın için parti verecekse de kendisini davet etmemişti. Zaten gitmeye niyeti yoktu. Sadece Kenan'ın tavrını anlamak içindi bu bekleyiş.  
Elindeki işler çok, hava kapalı, bulutlar yağmur yüklüydü. Hava durumu pazar günü için gök gürültülü yağmur haberi veriyordu. Cuma cumartesiyi bu olumsuz beklenti ile geçirmek hiç hoşuna gitmiyordu.  
Hazar, arkadaşları ile tatile gitmişti. Onu çağıramayacağına göre kendi başına mücadele edecekti, manasız olduğunu bildiği korkusu ile. Sesi minimum düzeyde geçiren odasını ilk kez deneyecekti.  Belki de hiç korkmayacaktı.   
Fırtınayı düşünmeyi bıraktı. Henüz iki gün vardı. Yoga matını yine terasa yaydı. Bulutlar henüz çok kötü gözükmüyordu. Müziğini de açtıktan sonra ısınma hareketleri ile çalışmaya başladı.  

*****  

Kenan, işe gitmek için erkenden uyanmıştı. Yan terastan gelen müzik sesi komşusunun yoga yaptığını söylüyordu. Bakma isteğini bastırdıktan sonra daha vakti olmasına rağmen evden çıktı. Bir haftadır görmüyordu Hazal'ı. Bunun nedenini kendine saklamaya çabalasa da Caner'in hafta içinde iki kez arayıp telefonu istemesi olduğunu çok iyi biliyordu. Görmedim demek ile gördüm, almayı unuttum demek aynı şey değildi. Yalan söylememek için yapıyordu bunu. Hem niye Caner, Hazal gibi birisi ile görüşmek istiyordu ki? Arabasına bindiğinde hala aklı ikisinin çıkmasının ne kadar yanlış olacağına takılıydı.  
Caner, son uzun ilişkisini iki yıl önce noktalamıştı. İlk zamanlar zorlansa da sonra hayatına birileri girmiş ve çıkmıştı. O da kendisi gibiydi. Evlenmeyi düşünmüyor, hayatında sabit biri olmadan mutlu şekilde yaşıyordu. Komşusu ile çıkıp, bir iki kez seviştikten sonra... sevişmek mi? Sevişmeye nereden gelmişti ki? Hazal'ı Caner ile düşünmeyi hiç sevmemişti. Aklı karışıkken neredeyse kaza yapacağını fark edip ani bir fren yapmış, sonra kendine kızmıştı. Toparlanmalı, hayatına devam etmeliydi. Keşke bu hafta sonu olan parti planlarını iptal etmeseydi. Bu akşam zaten işi çoktu. Yarın da çalışmalıydı. O yüzden iptal etmişti. Yoksa hafta içinde kendisine Caner dışında iki kişinin daha Hazal'ı sormasının etkisi yoktu. Yine aklı Hazal'a kaymıştı.  
Kenan, işe geldiğinde burnundan soluyordu ve kimseyi etrafında istemiyordu.  

*****  

Yeni bir iş almıştı Hazal. Çok eğlenceliydi yapacağı çizimler. Fakat ruh hali o eğlence havasına bir türlü giremiyordu. Biraz müzik dinlemeyi denedi. Sevdiği bir şeyler yemeye çalıştı. En sonunda ruh halini düzeltmek için duşa girip bir süre kaldı. Saat daha dokuzdu. Yan daireden hiç ses gelmiyordu.  
Parti yoktu demek ki. Yoksa bu saatte bir iki kişi gelmiş oluyordu. Duştan çıkınca pijama giymeye karar verdi. Zaten en fazla iki saate yatacaktı. Niye tekrar giyin soyun uğraşsındı ki! Saçlarını hafifçe kuruttu. Berbat boğucu bir nem vardı. Terasa çıkıp çaktırmadan yan tarafa baktı. Evin içinden bir ışık geliyordu ama tavan lambası yoğunluğunda değildi. Evde yoktu demek ki. Kapının açılıp kapanma sesini duymasa bir haftadır hiç eve uğramadı bile diyebilirdi.  
Kapı sesini düşünürken yan dairenin kapısının zilini duymak sinirini bozdu, gülmeye başladı. "İşte parti zamanı." 

*****  

"Caner? Hayırdır?" 
"Dedin ya akşam evde çalışacağım diye. Ben de baskın yaptım." 
"Gel, gel. Çalışıyordum ben de." Keşke, misafirim var, diyerek yollasaydı kapıdan. Hata yaptığını çok geç fark etti. Resmen boş bulunmuştu. Caner, çalışma masasının üstündeki lambanın yandığını görünce arkadaşının gerçekten yoğun olduğunu anlamıştı. Fincanı gösterip sordu.  
"Ne içiyorsun? Çay mı kahve mi?" 
"Çay. Sana da getireyim mi kahve mi istersin?" 
"Çay iyi. Çok mu işin?" 
"Yarın da çalışacağım o yüzden şimdilik bırakabilirim." 
"O zaman terasa çıkıp oturalım." 
Kenan, tam itiraz edecekti durdu. Tamam, Caner'in niye o akşam evine geldiği belli olmuştu. Arkadaşı kendisini oyaladığını düşünmüş olmalı ki Hazal'a ulaşmak için gelmiş olmalıydı.  
"Sen geç, ben de geliyorum." Mutfağa yöneldiğinde Caner çoktan terasa çıkmıştı bile. Kendi fincanını da alıp terasa çıktığında beklediğinin aksine Caner'i yan terasa en uzak koltukta buldu. Belki Hazal içeri girmişti. Sevindiğini belli etmeyecekti.  
Orta sehpaya fincanları bırakıp biraz etrafa baktı. Bulutlar yoğunlaşmıştı. Nem artmış, rüzgar ise neredeyse tamamen kesilmişti. Tam fırtına öncesi sessizlikti. Caner ile arasında da bir sessizlik oluşmuştu. İkisi de lafa nereden başlayacaklarını  bilemiyordu.  
"Hazal yok mu?"  
"Bilmiyorum. Görmedim." 
"Bir haftadır mı görmedin?" 
"Evet. O geceden beri hiç görmedim. Evde sanırım ama çalışıyor olabilir." 
"Özellikle görmemek için mi uğraştın?" 
"Ne demek istiyorsun?" 
"Tuhaf davranıyorsun. O senin sevgilin, eski sevgilin ya da kız kardeşin değil. Niye koruyorsun?" 
"Korumuyorum. Nereden çıktı bu sorular?" 
"Ben avukatım hatırlatırım. Sorguları bilirim. Ne sormam, ne yanıt beklemem gerektiğini de bilirim." 
"Beni sorguya mı çekiyorsun?" 
"Aslında ihtiyacım yok ama biraz dürtmek için hiç fena bir yol değil." 
"Ne için dürteceksin?" 
"Hazal!" 
"Ne olmuş Hazal'a?" Sesi istemsizce sert çıkmıştı. Caner, Hazal dedikçe sinirleniyordu.  
"Bilmiyorum. Sana soruyorum. Niye koruyorsun onu? Ya da kimden koruyorsun?" 
"Koskoca kadın, niye koruyayım ben onu?" 
"Tamam o zaman. Ben şimdi terastan sesleneceğim, olmadı kapısını çalıp telefonunu isteyeceğim. Hatta belki bir kahve için davet de alırım. Gerçi partide herkesi tersledi ama eminim benim bir şansım vardır." 
"Partide kimleri tersledi? Millet benden telefonunu isteyip durdu hafta içi." 
"Ben üç kişi saydım. Daha fazla da olabilir. Onları tersleyince de şansımı denemedim." 
"Şimdi kabul edeceğini mi sanıyorsun?" 
"Sevgilisi yokmuş. Kendi söyledi. O zaman şansımı denemekten bir zarar gelmez. Elbette bu bir hafta içinde hayatına biri girdiyse, kuyruğumu bacaklarımın arasına sıkıştırır süklüm püklüm giderim. Kötü talih derim." 
Kenan, ne yapacağını ne diyeceğini bilemez bir şekilde kıpırdandı. Arkadaşlarına neler oluyordu? Hazal'ın... yan komşusunun peşine takılan bir sürü adam vardı. Caner'i nasıl başından atacağını bilmeden bir şeyler düşünmeye çabalıyordu.  
"Ben karışmıyorum Hazal'ın özel hayatına. Bak şu duvarın arkasında evi. Seslen, evdeyse bakar, genelde kapısı açık oturuyor." 
"Emin misin?" 
"Neden olmayayım?" 
"Çıkarız, belki anlaşamaz ayrılırız, sonra sen arada kalırsın falan..." Caner, arkadaşının haline acıyama başlamıştı. Kendisini terastan atmaya niyetlenir miydi acaba? 
"Hiç öyle bir durum olmaz. Bana ne, ne haliniz varsa görün." Sesini daha fazla denetleyememişti. Tüm siniri yansımıştı sözlerine.  
Caner arkadaşına bakıp gülümsedi. "Tamam o zaman ben bir sesleneyim." diyerek kalktı yerinden. Hava karardığı için yan dairenin ışıklarının yanması gerekiyordu. Sadece terasın küçük aplikleri yanıyordu. Bu saatte uyumuş olamayacağını düşündüğünden evde olmadığına karar verdi.  
Kenan, onun bir şey yapmadan geri dönmesine anlam verememişti.  
"Evde yok." 
"Öyle mi?" Tam az önce evdeydi diyecekti sustu. Belki markete falan gitmişti. Belki de programı vardı. Evet ya belki birileri ile buluştu. Kimse yok demiş hayatında ama bu bir hafta önceydi ve arkadaşları peşine düşmüştü. Onlardan biri ulaşmış olabilir miydi? Hazal'ın evde çalıştığını biliyordu hepsi. Bu durumda gündüz gelip kapısını çalmış olabilirdi birileri. Düşünceleri ile yerinde oturamayacağını anlayınca kalkıp terasın kenarından denizi izlemeye başladı. Ellerini dayadığı duvarı biraz daha sıkarsa kıracak gibiydi.  
"Eh madem yok, ben de seni daha fazla meşgul etmeyeyim. Görürsen ve hala hayatında kimse yoksa telefonunu al bi'zahmet." 
"Şansın varsa bir daha gelişinde görür, kendin istersin." 
"Niye bu kadar yokuşa sürüyorsun bu işi?" 
"Ben... aman neyse işte tamam ben kimseye kız mız ayarlamam, bilmiyor musun?" 
"Bilmiyorum. Ben senin böyle şeylere takılmadığını biliyorum." 
"Kızı tanımıyorum. Toplamda uzun uzun üç kez konuştum. Selamlaşmaları saymıyorum elbette. Şimdi ne diyeceğim ona? Arkadaşım senden çok hoşlanmış, telefonunu versene seni arasın mı?" 
Caner, sehpada duran telefonunu alıp evin içine doğru yürürken gülümsüyordu.  
"Kenan?" 
"Efendim?" 
"Bence kıza şey de..." 
"Ne?" 
"Arkadaşlarım senden hoşlandı ama ben seni onlara kaptırmayı göze alamayacak kadar çarpıldım." 
"Ne?" 
"Duydun." 
"Saçmaladın." 
"Emin misin? Beni o ilk akşamdan beri uzak tutmaya uğraşıyorsun. Yanında kız varken başkasına bakmayan sen, dans ederken, birileriyle konuşurken hep onu izledin. Şimdi de evde yok sandığın için sevindin... Ah unutmadan söyleyeyim, terasta uyumuş. O yüzden seslenip rahatsız etmedim." 
"Evde miymiş?" 
"Ne o rahatladın! Birileri ile buluştu sandın değil mi?" Elini dış kapının tokmağına atmıştı ki durdu, dönüp devam etti. "Bu hafta partiyi iş yoğunluğundan iptal ettiğinden emin misin? Kendini iyice değerlendir Kenan. Sen sen gibi değilsin!" 
Sonra kapıyı açıp çıktı ve arkasından sessizce kapattı.  
Kenan öylece kapalı kapıya bakıyordu. Caner neler söylemişti öyle? Saçmalamıştı. İşi çoktu. Vakti yoktu. Hem görmemişti ki Hazal'ı. Görse isterdi telefonunu. İsterdi ama başkasına verir miydi? Hayır. Ne bu ukala Caner'e, ne başkasına vermezdi. Elleri ile teslim etmezdi kurtlara. 
Onlar kurtsa kendisi neydi? Ne farkı vardı arkadaşlarından? Yeter daha fazla düşünme diye kendini ikna etti. Yatmak için hazırlanacakken rüzgar çıktığını fark etti. Sessiz sakin akşam bir anda serinlemiş, rüzgar perdeleri uçuşturmaya başlamıştı.  
Hazal... 
Hazal, terasta yatıyordu. Hemen dışarı çıkıp kontrol etti. Tam o an genç kadının da kollarını ovuşturarak ince pikeyi arkasından sürükleyip içeri girdiğini gördü. Çizgili pijaması mı vardı onun? Karanlıkta tam çıkartamamıştı. Teras kapılarını sıkıca kapatmıştı Hazal. Neyse ki fark etmemişti Kenan'ı.  

Hazal, buz kesmiş olarak uyanmıştı. Nasıl o kadar hızlı değişmişti hava? Hasta olmayayım da diye söylene söylene girdi yatak odasına. Uykusunun bir kısmını almıştı. Yatsa uyuyamayacağını anlayınca çalışma masasına oturdu. Biraz çalışırsa uykusu gelirdi. 
Bu akşam parti yoktu. Cumartesi akşamı daha şiddetli rüzgar olacağı bilgisi vardı meteorolojide. Parti olmazdı herhalde. Kim gelmişti acaba? Hala orada mıydı? Büyük ihtimalle bir kadın gelmiş, baş başa bir gece geçirilmişti. Ona neydi ki? Kenan'ı ve çapkınlıklarını düşünecek değildi.  
Çizimlerinin Kenan'a benzediğini fark edene kadar onu bu kadar düşündüğünü bilmiyordu. En sonunda tüm yaptıklarını çöpe attı ve yeniden başladı. Yatağını bulduğunda saat sabahın üçü olmuştu.  

Cumartesi günü bulutlarla kaplı gökyüzü daha ürkütücü olmuştu. Islanınca bozulacak eşyalarını ve rüzgardan kırılabilecek tüm çiçekleri içeri taşımalıydı. Bunları yapmak için elbette komşularında uyanmış olacağı öğlen saatini bekledi. Gece üçte yatsa da sabah yedide uyanmıştı. Herkes Hazal mıydı? 
Önce minderleri ve kuvvetli rüzgarda uçacak şeyleri taşıdı. Sonra terasın ucundaki saksılara geldi sıra. İlk saksıyı aldığında yan terastan bir ses duydu.  
"Günaydın." 
"Korkuttun beni. Sana da günaydın." 
"Niye korktun?" 
"Bir haftadır varlığını unutmuştum. Sanırım o yüzden ses duyunca şaşırdım." 
"Çok yoğundum." 
"Tahmin ettim." Uzaktan uzağa konuşmak saçma olunca Kenan duvarın dibine gelmişti. Eğimli duvara kolunu dayayıp Hazal'a bakmaya başladı.  
"Ne yapıyorsun?" 
"Fırtınaya hazırlık. Çiçeklerimi kırmasını istemem rüzgarın." 
"Hepsini taşıyacak mısın?" 
"Evet, bence sen de taşı. Gerçi çiçek az ama o mobilyalarını berbat edebilir rüzgar ve yağmur." 
Kenan o an ne yaptığını sonra düşünecekti. Sadece yaptı. Duvardan atladı ve ağır saksıları taşımaya başladı. Hazal, şaşkın gözlerle bakıyordu.  
"Ne yapıyorsun?" 
"Bunları kaldırabilir misin?" 
"Kaldırmayacağım ki, sürükleyeceğim." 
"Yer karolarına ve beline yazık. Ben hallederim. Sen hafifleri al." 
Yapacak bir şey yoktu. Birlikte çalışıp hepsini içeri taşıdılar. İş bitince Hazal kibarlık edip çay ya da kahve için davet etti. Kenan da kendi balkonuna yardım ederse içeceğini söyledi. Böylece iki terasın işi arasında birer fincan kahve içtiler. Yoğun haftalarından bahsettiler. Kenan telefonu istemeyi düşünse de Caner'in sözleri aklına geldiği için vazgeçti. Hazal onun tipi değildi. Eğlenilecek biri hiç değildi.  
Hazal, genç adamın huzursuzluğu olduğunu anlamıştı. Acaba kahve daveti fazla mı kaçmıştı? Belki de sevgilisi gelecekti ve orada oyalanmaktan hoşlanmıyordu. Sevgilisi gelecek insan terası boşaltmak için komşudan yardım ister miydi? Ya da kahve içip oyalanır mıydı? Niye olmasın ki? Kızı yormak istememiş olmalıydı. Acaba o partideki uzun bacaklı kız mı gelecekti? Ertesi sabah terasta görmeyi ummuştu. Gündüz gözü ile neye benzediğine mi bakacaktı? Niye görmeyi umuyordu ki? Çünkü görürse aklının ve kalbinin karışıklığı geçecekti. Her hafta başka kadınla olan bir adamı düşünmeyecekti. Hem o gece bir sürü yakışıklı adamla tanışmıştı. Üstelik kendisiyle buluşmayı isteyen de çoktu. Niye onlardan birini değerlendirmiyordu? O an aklına Caner geldi.  
"Sende Caner'in telefonu vardır değil mi?" 
Kenan neredeyse ağzındaki kahveyi püskürtecekti. Ne sormuştu? Caner'in telefonunu mu? İşte bu hiç hesapta yoktu. Arkadaşını oyalamıştı ama Hazal'a yok diyemezdi ki. Yalan olduğu alnında yazardı...  
"Var." Elini cebine atıp telefonu çıkarttı. Ezbere bildiği halde rehberden aradı, Hazal'ın telefonuna kaydetmesini bekledi. İşte artık burada işi bitmişti. Kahve fincanını sehpaya bırakıp kalktı.  
"Ben de geliyorum." diyen Hazal'a, kuru bir teşekkür etti. Halledeceğini söyledikten sonra duvardan atlayıp kendi evine geçti.  
Hazal, az önceki rahat adamın bir anda niye böyle bozulduğunu anlayamamıştı. Onu arkadaşına yakıştıramamış mıydı? Acaba Caner'in sevgilisi vardı da ondan mı bozulmuştu? Her neyse daha fazla düşünmeyecekti. Boş fincanları lavaboya koyup rüzgar yüzünden uçuşan perdeleri bu işkenceden korumak için teras kapılarını kapattı.  
Hazal, tüm pazar gününü yatak odasında geçirdi. İşlerini orada yaptı. Yemeğini orada yedi. Kahvesini orada içti. Yemek ve kahve hazırlamak için çıktığı kısa sürelerde bile her gök gürültüsü ile yerinden sıçramıştı. Akşam saatlerinde nihayet fırtına bitmişti. Odasından çıktığında yine de her an bir şimşek çakacak diye bekler vaziyetteydi.  

*****  

Fırtınalı pazar gününün üstünden geçen bir haftada Kenan hep Caner'den telefon beklemişti. Beni aradı, buluşuyoruz, çıkıyoruz, sevgiliyiz dediği, uyanıkken görülen kabuslardan görüyordu. Üstelik öyle zamansız bu hayallere dalıyordu ki elemanları iki kez onu o halde yakalamış, seslenmelerine rağmen bir türlü o ruh halinden kopartamamıştı.  
Bir haftadır yine yan tarafa bakmıyor, karşılaşmamak için terasa bile çıkmıyordu. Cuma akşamı ise tüm yaşananlara inat büyük bir parti veriyordu. Rüzgarın ve yağışın olmadığı bir akşam olacaktı. Yaz bitmeden partileri sıklaştırmayı düşünüyordu.  
Caner'i hiç istemese de davet etti. Hazal konusunu açıp, onu da getireceğini söyleyeceği yanıtı beklerken yerinde duramıyordu. Nihayet mesaj gelmişti Caner'den. O akşam bir işi vardı, gelemeyecekti. Bir haftadır aldığı en güzel haberdi. En azından burnunun ucunda flört edemeyeceklerdi. Belki de flört aşaması çoktan bitmiş, sevgili olmuşlardı. Hayır, Hazal öyle bir haftada birini yatağına sokacak biri değildi! Değil miydi? Nereden biliyordu? Hiç erkek arkadaşı ile görmemişti ki. Belki evine getirmiyordu erkekleri. Belki onların evine gidiyordu. Gündüz ne yaptığını bilmediği geldi yine aklına.  
Onu düşünmekten gündüz kendisi de bir şey yapmıyordu. Normale dönmek için bu akşamki parti iyi gelecekti.  

Gelmedi... O parti hiç iyi gelmedi. Hazal'ın hemen her akşam evde olduğunu bilen biri olarak tam da o gün evde olmaması tuhaftı. En azından belli bir saate kadar ortalıkta olur, evinden ya da terasından sesi gelirdi. Ne yaptığını merak ederdi ama bilirdi orada olduğunu. Bu akşam saat altıda evdeydi ve parti hazırlığı diye çaktırmadan terasın ucuna gittiğinde yan terasın kapısının sıkı sıkı kapalı olduğunu gördü. Geçen hafta birlikte taşıdıkları tüm saksılar eski yerlerindeydi. Kendi mi taşımıştı o ağır saksıları?  
Saksılardan daha önemli bir sorunu vardı. Bu kadın neredeydi? 
Tüm geceyi aynı tatsızlıkla geçirdi. Ne konuklarının eğlencesi ona ulaştı, ne de içlerinden birinin baştan çıkartma çabaları. Neden öyle olduğunu soran bir iki arkadaşına yorgun olduğunu, cumartesi akşamı yapmadığına pişman olduğunu falan söylemişti. Yaşlanıyor muydu? Otuz üç yaşında mı? Hayır... Derdini biliyor ama itiraf edemiyordu.  

*****  

Hazal, gece ikide evine girdiğinde yan dairede hiç ses yoktu. Parti yok muydu bitmiş miydi? Nasıl dayanıyordu her hafta böyle geç saatlere kadar süren partilere. Şu an kendini en az yirmi dört saat uyuyacakmış gibi hissediyordu. Çok yorulmuştu ama çok da eğlenmişti.  
Grup kalabalık, gittikleri yerin canlı müziği beklenenin üstünde kaliteli olunca o da ortama çabuk uymuştu. Bol bol dans etmiş, sağlıklı olmadıklarını bile bile bir sürü şeyi tatmıştı. Ara sıra kendini bırakmak lazımdı. Hem de böylece aklını biraz uzak tutabilmişti komşusundan. Cumartesi günü yardım ettiğinden beri hiç karşılaşmamışlardı. O gün neye o kadar kızmıştı bir anda? Anlamamıştı ama bir şey aklına gelmiş olmalı ki tüm davranışları değişmişti.  
Merakına yenilip terasın kapısını açtı. Yan tarafa baktığında dağınıklığı gördü. Parti vermişti. Yani bu şu an evinde bir kadın olduğu anlamına geliyordu. Kendisine küfrederek içeri girdi. Tüm neşesi kaçmıştı. Ciddi ciddi taşınmayı düşünmeliydi. Başka bir daire almalı, burayı satmalıydı. Böyle bir ortamda yaşamak gün gelecek sağlığına ve işine de yansıyacaktı.   

O gün verdiği satış kararını Hazar ile görüştüğünde kız kardeşi ona başka bir yol önerdi. Hazar'ın doğum gününde tanıştığı grubu ile bazı geceler dışarı çıkmasını, hayatına farklı bir yön vermesini söyleyen kardeşine uymuş, böylece aklını biraz dağıtmıştı. En az haftanın iki akşamını dışarıda geçiriyordu. Gece geç geliyor, çoğu zaman yan daireye bakmıyordu. Artık yok saymak daha kolay geliyordu. Düşündükçe ve gördükçe tadı kaçacağına ilk aylar gibi görmemek en iyi çözümdü. Bir süre sonra belki birileri ile de çıkardı. Şimdi doğru bulmuyordu. Birini unutmak için başkasının hayatını karıştırmanın anlamı yoktu.  

Cumartesi sabahı, çizgili pijaması ile yoga yapıyordu. Çok kısık sesle dinlediği müzik hareketlerden daha çok rahatlatmıştı bu sabah. Hava son aylara göre oldukça serin sayılırdı. Yaz bitiyordu. Artık partiler de biterdi herhalde. Kışın ne yaptıklarını merak etti o grubun. Sonra son iki haftadır parti olmadığını anımsadı. Evet, ne cumartesileri ne de pazarları parti arkası çöplüğünü görememişti. İki haftadır partiler başka bir yere taşınmış olmalıydı.  
Hafta içi yine yağmur bekleniyordu. Artık doğal sayılırdı bu yağmurlar. Sonbaharın bol ıslak günleri gelmiş demekti. Önceki gibi eşyalarını içeri taşımakla uğraşmak istemediği için onları koruyucu örtüler almıştı. Çiçeklerini de korumaya alacak teras seralarından edinmişti. Tek yapacağı tekerlekli saksı altlıkları ile bir köşele taşımaktı. Kimseye ihtiyacı yoktu.  
Yeniden anımsadı o günü. Neden bir an önce çok güzel konuşurken bir an sonra basıp gitmişti ki? Yanıtı belki bir gün alırdı. Belki de öylece yanıtsız kalırdı merakı. 
Üç hafta geçmişti olayın üstünden. Artık sorgulamanın manası da yoktu. En iyisi yogayı bitirmek ve işine dönmekti. Hazar ile birlikte çalışacakları bir iş görüşmesi vardı. Biri çevirecek diğeri resimleyecek. Öğleden sonraki görüşme için vakti çoktu. Seans bittiğinde her zaman hissettiği rahatlamayı hissetmedi. Aklı her geçen gün biraz daha karışıyordu.   

*****  

Başı ağrıyor, boğazları yanıyordu. Bugün işe gitmesi mümkün değildi. Sekreterinin numarasını arayıp gelmeyeceğini söyledikten sonra yeniden yatağa girmişti. Biraz terlerse rahatlar mıydı?  
Bir süre sonra korkunç bir öksürük de katılmıştı dertlerinin üstüne. Boğulurcasına öksürüyor, içtiği su fayda etmiyordu. Sanki boğazına avuç avuç kum atılmış gibiydi.  
Annesinin aramaması için dua ediyordu. Olur da şirketi ararsa sekreteri söylerdi hasta olduğunu. O da hemen damlardı eve. Kimseyi istemiyordu yanında.  
Bugün salı diye düşündü. İki gündür ara ara yağan yağmur bugün yine şiddetlenmişti. Evin havasız olduğunu hissediyordu. Temiz havaya ihtiyacı vardı. Battaniyeyi sırtına sarıp teras kapısına yürüdü. Yağmur tersten esen rüzgar sayesinde içeri dolmayacaktı. Kapının ağzında durup temiz havayı ve yağmur sayesinde oluşan kokuyu içine çekti.   
Bir yandan öksürüyor bir yandan elindeki çayı içmeye çalışıyordu. Midesi bulanmaya başlayınca bıraktı. Her an biraz daha kötü oluyordu. Öksürüğü kessin diye yine bir yudum alınca daha kötü oldu. Boğulurcasına öksürürken teras kapısından zorla uzaklaştı. Hava alması için tek kanadı açık bıraktı. Diğer camlarından yağmur içeri gireceği için açabileceği tek yer terastı ve o kapı artık kendisini mutsuz eden yerlere açılıyordu.  
Yatak odasına girdi, gözleri yanıyor, içi ürperiyordu. Uzandıktan bir dakika sonra yeniden kalkmıştı. Öksürük boğacaktı sanki. Ciğerleri sökülüyor gibiydi. Evin içinde duyduğu ses ile irkildi. Sonra sesi tanıdı. Hazal, adını söylüyordu.  
"Buradayım" dediğinde kendi sesini kendisi bile tanımadı.  


Hazal, Kenan'ın öksürüklerini ilk duyduğunda oh olsun demişti. Sadece bir iki saniye sonra ise pişman olmuştu. Çok kötü öksürüyordu. Boğazlarını iyice şişirmeden ona iyi gelecek bir şeyler hazırlamalıydı. Ihlamurun içine evde bulduğu malzemeleri koymuş, demlemişti. O süre içinde iki daire arasındaki duvardan bile öksürük sesini duymuştu. Teras kapısının açık olması iyiydi. Hemen iki tabure alıp terasa çıktı. Birini duvarın diğer tarafına koydu. Diğerini kendi tarafına koyduktan sonra o sürede demlenen ıhlamuru termosa doldurdu. Tabureye basıp diğer tarafa kolayca geçti. İlk zamanlar kızdığı ama diğer binalarla ortak olan görüntüyü bozamayacağı için ördüremediği alçak duvara şükretti. Kenan'ın kapı açacak halinin olduğunu sanmıyordu.  
Adını söylediğinden kendi yatak odası ile aynı konumda olan odadan çatallı bir ses gelmişti.  
Ter içinde olan Kenan'ı azarlayacaktı ki titrediğini gördü.  
"Çok terlemişsin. Üstünü değişmen lazım." 
"Kendim terlemeye çalışıyorum zaten. En hızlı böyle atarım." 
"En hızlı yol bu değil ama şimdilik idare eder. Sana ıhlamur yaptım." 
Bir fincan ıhlamur bitene kadar iki kez daha öksürük nöbeti geçirmişti. O duş yaparken Hazal, terden ıslanmış çarşafları değiştirmişti. Yeni bir pijama giymişti Kenan. Hazal pijamayı görünce gülmeye başladı.  
"Neye gülüyorsun?" 
"Pijamamız bir örnekmiş de ona." 
"Ciddi misin?" Hatırlamıştı benzer bir şey gördüğünü.    
"Evet. Başka türlü giyemem. Bir sürü çizgili pijamam var." 
"Şu çekmeceyi açsana. Alttan ikinciyi." 
Hazal, söylenen çekmeceyi açıp kahkaha attı. En az beş tane çizgili pijama vardı.  
"Sanırım piknikçi babalara inat böyle bir zevk edinmişiz." 
"O tarz atlet giymesem de evet bence de onlara inat olmuş." 
"Daha iyi misin?" 
"Bilmiyorum. Tüm vücudum ağrıyor." 
"Kimden kaptın böyle?" Soruyu sorar sormaz utanmıştı. Neyse ki utanınca "Bana satma sakın!" diyeceği cümle kendine kaçacak yer bulamamıştı.  
"İş yerinde biri hastalandı. Sonunda hepimize bulaştırdı. Eve yollayana kadar sadece yarım günde elinden geleni yapmış." 
"Hasta insanın evinden çıkmaması gerektiğini bilmesi lazım. Ateşini kontrol ettin mi?" 
"Ateşim olduğunu biliyorum. Derecem yok." 
"Az önce yeterince terledin. Artık üstünü örtme. Ben de eve gideyim. Hemen gelirim." 
"Gelmene gerek yok. Ben kendime bakarım." Geri gelirse, laf lafı açacak ve Caner'i dinleyecekti. Hastalıktan baygın düşmeyi tercih ederdi. Çoktan kabullendiği gerçek, bulduğu her fırsatta kafasına kafasına vuruyordu duygularını.  
"Tamam o zaman, gelmem." Hazal, gayet ciddi söylemişti. Hasta olmasa belki sormazdı ama dilinden dökülmüştü bile soru. "Israr etmeyecek misin?" 
"Niye edeyim? Bu yaşına kadar bakmışsın kendine. Yine bakarsın." 
Ne diyecekti? Kadın haklıydı. İlk defa hastalanmıyordu ya! 
Hazal, bir fincan daha ıhlamur koyup boş termosu alıp çıktı evden. Kendi evine girince önce işi ile ilgili ihtiyaçlarını topladı. Sonra bitki çaylarından bir iki çeşit aldı. Kendisi için de bir şeyleri poşetledikten sonra terasa çıktı. Yağmurun başladığını görünce teras kapısını kapatıp yan terasa geçti. Damlalar hızlanınca Kenan'ın teras kapısını da kapattı. Ev yeterince havalanmıştı nasılsa.  
Yatak odasının kapısına geldiğinde Kenan'ın uyuduğunu görüp duraladı. Saçları dağılmış, yüzü yumuşamıştı. Bir süre izledi uyuyan adamı. Saçlarını okşamak isteğini bastırdı. Uyandırabilir, ne yaptığını sorarsa yanıt veremeyebilirdi. Genç adamın salonuna geçip bilgisayarını hazırladı. Elde yapacağı basit çizimler için gereken malzemelerini de yanına koydu. Aslında boş olsa genç adamın çizim masasını kullanmayı deneyebilirdi. Kendi evi kadınsı dekorasyona sahipken Kenan'ın evi tam erkek eviydi. Koyu renkler, bir iki biblodan oluşan sade ortam gözüne tuhaf geliyordu. İkisinin ortak noktası kitaplıkları ve büyük ekran televizyonları idi. Oyun konsolunu görünce gülümsedi. Tam bir erkek oyuncağı...Sonra çalışmaya başladı.  

Kenan uyandığında biraz daha iyiydi. En azından tuvalete gidecek kadar gücü olduğunu sanıyordu. Zorlukla kalktı yataktan. Ebeveyn banyoya yönelmişti ki salondan tuş sesleri duydu. Hazal? Önce tuvalete girdi. Yeniden duş aldı. Islak saçlarını kuruladığı havlu ile salonuna yürüdü.  
"Ne o duvardan mı atlayamadın?" 
Sesi duyunca sıçramıştı Hazal. İşe daldığı için fark etmemişti Kenan'ın geldiğini.  
"Korkuttum, özür dilerim. Duşun sesini duymuşsundur dedim." 
"Duymadım. Çalışmaya dalmışım. Nasılsın?" 
"Ateşim düşmüş sanırım. Yine de halsizlik devam ediyor. Kendini burada kalmak zorunda hissetme. İyi sayılırım." 
"Emin misin?" 
"Tabii. Yani çok düşüncelisin. Yardımcı olmak istediğinin farkındayım ama hastalık sana da bulaşsın istemem." 
Hazal yanıt vermeye vakit bulamadan telefonu çaldı. Ekrandaki ismi görünce kaşlarını çattı.  
"Alo?... Merhaba... Evet dinliyorum... Emin misin?... Çok güzel haber...Ne zaman? Bu hafta sonu... olur tamam. Ben mi? Şey... evdeyim. İyiyim. Fırtına mı? Emin misin?... Tamam, sağ ol canım. Ben de öpüyorum." 
Kenan bu konuşmanın her bir kelimesini dinlerken ateşinin yeniden yükseldiğini fark ediyordu. Söylemese de arayanın Caner olduğundan emindi. Hafta sonu ne yapacaklardı? Telefonda öptüğüne göre, gerçekte de öpüyordu. Dilinin ucuna gelen küfrü tuttu. Sonra genç kadının burada olduğunu söylemediğini anımsadı. Caner'in bilmesini istememişti... O zaman kıskanacağı biri olarak görüyordu kendisini. Sonuçta komşusuydu. Acaba Caner ona telefon numarası ile ilgili konuşmalarını anlatmış mıydı? 
"Neden bende olduğunu söylemedin telefondaki kişiye?" 
"Çünkü evimde sayılırım. Bir duvar var arada. Gelmeye karar verirse bilsin evde olduğumu diye öyle söyledim." 
"Yani benim evimde olduğunu söylememenin başka bir nedeni yok, öyle mi?" 
"Ne nedeni olabilir ki?" 
"Bilmem. Mesela sen benim kız arkadaşım olsan ve başka bir erkeğin evinde olduğunu anlasam kıskanırdım." 
"Sen, kız arkadaş, kıskançlık. İnan bu üç kelime aynı cümlede olunca mizah malzemesi gibi oluyor." Kız arkadaşı var mıydı acaba? Hiç hoşlanmamıştı bunu düşünmekten.  
Kenan, daha fazla ayakta duramayacaktı. Hazal'ın yanındaki koltuğa kendini bırakınken söylendi. "Nesi komik?"  
"Her hafta başka biri ile gördüğüm adamın kıskanacak kadar uzun süren ilişkisi olması pek mümkün gözükmüyor." 
Kenan, onu ne kadar kıskandığını bilse ne yapacağını düşündü. Caner, şu aralar nefret ettiği birine dönüşmüştü. Bir de öpüyordu. İç sıkıntısı ile kıpırdandı. Hazal, yerinden kalktı. Çantasına attığı dereceyi alıp Kenan'a uzattı.  
"Koltuğunun altına koy." dedikten sonra yatak odasına gitti. Yine terden ıslanmıştı çarşaflar. Onları sonra değiştirecekti. Yastık kılıfını değiştirip bir de dolapta bulduğu ince pike ile salona döndü. Yastığı gösterip, "Hadi şunu koyalım başının altına ve uzan. Televizyonu açabilirsin. Ben rahatsız olmam. Mutfağını da kullanacağım." 
"Kendi evin gibi rahat ol." 
"Teşekkürler. Hadi uzan artık, başını zor tutuyorsun belli." Gerçekten de başı on kiloymuş gibi rahatsız etmeye başlamıştı. Uzanmak iyi gelmişti. Hazal tarafından bakılmak daha da iyi gelmişti. Keşke şu Caner hiç ortalıkta olmasaydı. Ateşi hala yüksekti. Hazal, sirke olacağından emin olmadığı için yanında getirdiği şişeden bir kaba döktü. Biraz su ilave edip mutfakta bulduğu iki kurulama bezini aldı. Küçük havlu bulmasının mucize olduğunu tahmin ediyordu. Aralıklarla bezleri yeniden ıslatmış, alnına ve koltuk altlarına koyarak serinlemesini sağlamıştı. Kenan daha iyi olduğunu söyleyince genç adamı rahat bırakmış, işinin başına dönmüştü.  
Kenan, bir süre daha genç kadının hareketlerini ve yüzünü izlemiş, sonra farkında olmadan uykuya dalmıştı. Uyandığında hava kararmıştı. Uzaklardan şimşek ışıkları yansıyordu. Hazal ürkerek bakıyordu cama.  
"Sen hala burada mısın?" 
"Nasıl hissediyorsun?" 
"Daha iyi. Sen?" 
"Bana ne olmuş?" 
"Rengin atmış. Hasta mı oluyorsun yoksa?" 
"Hayır. İyiyim ben." Cümlesi bittiğinde yeni bir şimşek çaktı. Üstelik çok daha yakında ve ardından elbette gök gürültüsü duyuldu. Hazal, sıçramış, gözleri açılmıştı.  
"Sen korkuyor musun?" 
"Korktuğumu biliyorsun. Söylemiştim." 
"Bu kadarını tahmin etmemiştim. Bu doğa olayını biliyorsun değil mi?" 
"Saçmalama. Aptal değil korkağım. Niye korktuğumu bilmiyorum ama işte engel olamıyorum." 
Kenan, içinden geleni yaptı. Uzandığı yerden doğruldu. İkisinin arasında kalmış dizüstü bilgisayarı diğer tarafa koyup genç kadına yaklaştı. Yeni şimşek ile bir kez daha sıçrayan genç kadına sarıldı. Hazal'ın titrediğini fark edince bu korkunun alay edilecek bir şey olmadığından emin bir şekilde biraz daha sarıldı. Kendisi için gelen pikeyi genç kadına sardı. Böylece Hazal iyice kendisine yaklaşmıştı. Kokusu burnuna doluyordu.  
"Yanındayım. Korkma artık." Hazal itiraf edemese de bulunduğu yer sayesinde korkusunun azaldığının farkındaydı. Bu adamın kollarında olmak tahmin ettiğinden daha güzeldi. Yanıt beklediğini bildiği için konuştu. "Demesi kolay. Önüne geçebilecek olsam kırk kere yapardım." 
"Tamam, madem şu an çözemiyoruz, o zaman biz de o yokmuş gibi yapalım." 
"Ne yapacağız?" Olduğu yerden uzaklaşmadığı sürece her şeye razıydı. Her şeye! Kendi aklından geçenlerin okunmasının ne büyük tehlike oluşturacağını fark edip gözlerini kapattı. O yakışıklı yüze bakmak işleri kolaylaştırmıyordu. Temiz kokusunu duymak, birazının ateşten olduğunu bildiği sıcaklığını hissetmek aklını çok karıştırıyordu.  
"Konuşacağız. Biraz konuşursak kafan dağılabilir. Hadi anlat." 
"Ne anlatayım?" Ne masum istek. Konuşmak. Gerçekten ne konuşacaklardı? 
"Ne istersen! İstediğin yerden başla." 
Hazal, başladı. Kardeşi ve kendisi hakkında komik bir iki olay anlattı. O konuşunca Kenan da kendi ailesini anlatmaya başladı. Bu arada şimşekler yaklaşmaya devam ediyordu. Kenan, o şimşeklerin tepelerinde çakacağını biliyordu. O ana sakladığı soruyu aslında sormayı hiç istemiyordu. Yine de genç kadının bu kadar korkmasını engelleyecekse, aklını sevgilisine kaydırmak en akıllı hareketti.  
Biraz daha konuşmuşlardı ki yeni şimşek tepelerinde çaktı. Hazal öyle sıçramıştı ki Kenan iyice göğsüne yasladı. "Tamam, ben buradayım. Hadi devam et." 
"Bitti. Aklıma bir şey gelmiyor." 
"Caner'i anlat." İşte eline vermişti bıçağı. Şimdi sokacak, çevirecek, çevirecek ve öldürene kadar durmayacaktı.  
"Caner'i mi? Caner kim? AA bir dakika, sen Caner'i biliyor musun? Caner mi anlattı?" 
"Caner, bir şey anlatmadı. Yani senden hiç söz etmedi." Kenan, ilk bıçak darbesi ile ölmemişti.  
"Benden niye söz etsin?" Hazal, şaşkın bakışlarını genç adamın gözlerine dikmişti.  
"Siz sevgili değil misiniz?" 
"Çüşşş" Tutamamıştı kendini. Böyle bir şeyi hiç beklememişti. Çok sinirlenmişti.  
"O ne demek? Hiç yakışmadı ağzına." 
"Emin ol sana çok yakıştı. Ne alaka? Baldız baldan tatlı lafından nefret ederim, böyle imalardan tiksinirim. Bu kadar çirkin bir sözü duymamış olayım. Ben gidiyorum." Hazal o kadar sinirlenmişti ki şimşeği de gök gürültülerini de unutmuştu. Kollarından sıyrılmaya çalışırken yenisi çakınca olduğu yerde kaldı.  
Kenan, fırsatı kaçırmadı. Duydukları ile aklı karışmıştı. Ateş yüzünden mi böyle düşünüyordu acaba? Hazal, Caner ile ilgili bunları söylediğine göre...  
"Sen Caner ile çıkmıyor musun?" Umut hiç ölmüyordu.  
"Saçmalama, elbette çıkmıyorum."  
Her cümle ile umudu artıyordu. "Telefonunu istedin." 
"Evet, istedim. Avukat değil mi o? Hazar'ın bir hukuki sorunu vardı. Aklıma Caner geldi. Telefonu iş için lazımdı. Konuştum, kardeşimle konuşturdum. Şimdi de ikisi çıkıyor. İki haftadır birlikteler." Bir çırpıda anlatmıştı ama aklı da karışmıştı. Caner ile Kenan yakın arkadaştı ve henüz Kenan'a Hazar'dan bahsetmemişti. Belki de henüz duygularından emin değildi.  
"Onun kafasını kopartacağım." Kenan iyileşmiş gibiydi. Sesi cümlesinin aksine çok neşeli çıkıyordu.  
"Kimin?" 
"Caner'in." 
Hazal'ın tüm keyfi kaçtı. "Neden? Sen mi hoşlanmıştın Hazar'dan?" 
"Hazar, çok güzel, çok akıllı biri ve Caner ile uyuşacaklarını düşünüyorum." 
"Ben aynı düşüncede değilim." 
"Niye öyle diyorsun?" 
"Hazar eski ilişkisini yeni bitirdi. Hata yapacağı bir başlangıç istemem. Ayrıca senin arkadaşının onu üzmeyeceğini düşünmek biraz hayal kurmak gibi geliyor." 
"Benim arkadaşım... Ne demek istiyorsun?" 
"Çapkın olduğunu düşünüyorum. En azından parti çocuğu olduğunu." 
"Öyleydi. Haftalardır partilerde yok. Gerçi son zamanlarda parti de yok." 
Hazal, şaşkınlıkla baktı. Tamam burada parti yoktu ama mutlaka başka bir yerlerde yapıyor olmalılardı. 
"Niye yok parti?" 
"Birileri bir yerlerde toplanıyor ama ben gitmiyorum. Bildiğim kadarıyla Caner de gitmiyor." 
"Caner, Hazar ile buluşuyor diye gitmiyordur. Sen? Sen de mi buluşuyorsun birileri ile? Çok şaşırtıcı. İki hafta üst üste aynı kızı görmemiş biri olarak senin için büyük ilerleme diyebilirim." 
"Kimseyle buluşmuyorum." 
"Niye?" 
"Çünkü aklımda biri var. Partiler tat vermiyor." 
"Oh..." Konuşamamıştı. İşte bu acıyı beklememişti. Onu bir gecelik kadınlarla düşünmek bile canını çok acıtırken, aklında ya da kalbinde biri olduğunu bilmek dayanılmazdı.  
"Evet, sanırım bir iki aydır aklımda ama ben anca onu kaybettiğimi anladığımda hissettiklerimi kavrayabildim. Onu kaybettiğim için yemeden içmeden kesilmedim ama eğlenecek ruh haline de bürünemedim. Kimseyi istemedim etrafımda." 
"Üzüldüm." 
"Öyle mi? Oysa az önce bana çapkın diyordun!" 
"Çapkın olduğunu gözlerimle gördüm." 
"Hayır, sen normal sağlıklı bir erkek gördün. Seks ihtiyacını karşılayan, bunu da reşit ve kendi isteği ile gelen kadınlarla yapan birini. Bu beni çapkın yapmaz." 
Hazal, bu kadar rahat konuşan başka birisini tanımış mıydı? Hatırlamıyordu. 
"Böyle düşününce haklısın. Sanırım biraz ön yargılı davrandım. Ayrıca bu senin özel hayatın." 
"Haklısın, benim özel hayatım. Üstelik şu lanet olasıca kadın yüzünden haftalardır özel hayatım da kalmadı." 
"Vah yazık." 
"Evet, bana çok yazık. Ama artık kendime yeni bir özel hayat kuracağım." 
"Oh...Şey tabii. Umarım mutlu olursun." 
"Ben de umuyorum." 
Hazal, hala adamın kolları arasında olduğunu ve artık şimşek çakmadığını fark etti. Toparlanmaya çalıştığında Kenan gitmesine izin vermedi.  
"Kal burada." 
"İyisin artık. Ben de evime gideyim." Orada olması artık hiç doğru gelmiyordu. Önceden neden doğru geldiğini yorumlamak da istemiyordu.  
"Kal... Bir iki sorum daha var." 
"Çok konuştuk. Sen yat dinlen. Yarına bir şeyin kalmaz." 
"Çok yattım. Yanıtlarımı alınca uyurum. Belki de uyuyamam, bilemiyorum." 
"Tamam, sor, sonra yat uyu." Madem kurtuluş yoktu, bir an önce yanıtlarını verip evine gitmek istiyordu.  
"Son zamanlarda sık sık geceleri evde olmuyorsun. Birisiyle mi birliktesin?" 
Hazal yine şaşırmıştı. "Hayır. Kardeşim ve arkadaş grubumuzdakilerle buluşuyorum." 
"Benden telefonu istediğin zamanı hatırlıyor musun? O hafta sonu evde yoktun. Caner de gelmeyince birliktesiniz sanmıştım. Neredeydin?" Deli gibi merak ediyordu o geceyi. Artık Caner ile olmadığı bilmesine rağmen ne olduğunu bilmeye ihtiyacı vardı.  
Kısa süre düşündü Hazal. Anımsayınca gülümsedi. Tarihi söyledi ve devam etti. "Kız kardeşimin doğum günüydü. Caner ne yapıyordu bilmem ama ben kardeşimle birlikteydim. Bu Caner takıntısı ne? Demin de aynı imalarda bulundun." 
"Çünkü o adam günlerce senin numaranı istedi durdu." 
"Öyle mi? Niye ki? Onunla tanıştığımda çekici biri olduğunu düşünmüştüm ama hayatımda istediğim erkek o değildi." 
"Kimdi?" 
"Önemli değil." 
"Önemli. Eğer o erkek ben değilsem başka birinin adını duymasam da olur. Bensem de artık söyle. Deminden beri kendimi anlatmak için uğraşıyor, bir türlü istediğim gibi itiraf edemiyorum." 
Hazal, şaşkınlıkla bakıyordu. Duyduklarını toparlamaya uğraştı. Aklı karışmış, sadece hissettiği şaşkınlıkla bakıyordu.  
"Senin adın mı?" 
"Evet, benim adımı söyleyeceksen aç o güzel ağzını." 
Hazal, bir süre baktı genç adama. Hastalıktan eser kalmamış gibiydi. Gözleri parlıyor, sevgiyle bakıyordu. Son dakikalarda yaptıklarını konuşmaları hızlıca aklından tekrarladı. Kendisini saran kollara baktı. Sonra yine bakışlarını gözlerine kaldırdı. İstekle ve aşkla bakıyordu o gözler ona. Vereceği yanıt ikisinin de hayatında büyük değişiklikler yapacaktı. Buna hazır mıydı? Risk alacak mıydı? Hayat, risklere değen mutluluklar sunuyordu. Hazırdı ve aşkın yanlarında olmasını istiyordu.  
"Kenan" 
"İşte bu."  
Adını duyduktan sonra çok istese de öpememişti genç kadını. Dudakları boynunu bulduğunda Hazal iç çekmişti.  
"Haftalardır işkence çekiyordum. Caner ile birliktesin diye kendimi yiyordum. Oysa kimse yokmuş." 
"Kıskançlık yaparken benim kıskanmamı sağlaman çok rahatlatıcı. Senin geçmişin hiç hoşuma gitmiyor ve geleceğimizden korkuyorum."  
"Korkma. Gerçekten artık korkma. Ben o ben değilim. Kendin de söyledin, geçmiş o. Zaten, senden başka kimseyi düşünemediğim, aklımı işime bile veremediğim günden beri ki, bu haftalar önceydi, kimse olmadı. Her yeni tanıştığım kadında senden bir şeyler aramaya başladığımdan beri virüs gibi bedenimi kapladın. Sanırım tedavisi olmayan bir hastalık bu." 
"Tedavi olmak ister misin? Benden kurtulmak hoşuna gider mi? Taşınmayı düşünmüştüm. İstersen taşınabilirim. Görmezsen unutursun." 
"Asla. Ne bir adım uzaklaşmanı isterim, ne de görmeyince unuturum. Ben onu çok denedim. Seni yok saymaya çalıştım ama hep içimdeydin." 
"Ya partilerin?" 
"İstediğin zaman arkadaşlarımızı davet ederiz. İstemezsen partinin adını bile ağzıma almam. Kim ne derse desin ben artık sevdiğim kadınla uyumlu bir yaşam istiyorum." 
"Sevgili mimar aşkım, şu teraslardaki ara duvarı, kuralları bozmadan ortadan kaldırabilir miyiz?" 
"Katlanan duvar planlarını çizdiğimi mi gördün?" 
"Hayır, ama hayallerimde iki terasın bir bütün olduğu, arkadaşlarımızı, akrabalarımızı birlikte ağırladığımız var da. Mimar olarak çizer misin diyecektim." 
Kenan, genç kadının çenesini tutup yüzünü biraz yukarı kaldırdı. Hastalanırsa o da Hazal'a bakardı. "Sana uyumlu bir hayatımız olacağını söylemiştim." Dedikten sonra dudaklarından öpmeye başladı. Birkaç dakika sonra Hazal kendini geri çekip aklındakini sordu. "Benimle yoga yapacak kadar mı?" 
"Bana öğretmen lazım. Ya da ben sana başka rahatlatıcı hareketler öğretirim." Yeniden öpmeye başlamıştı.  
"Orta yolu bulacağımızdan eminim." 
"Bence bulduk bile..." 

SON 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder